Polanyi ve siyasi bir proje olarak piyasa ekonomisi

Giriş AYŞE BUĞRA Geçen otuz sene içinde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan uluslararası düzene meydan okuyan bir dizi gelişme görüldü. Bu gelişme...
3 downloads 0 Views 873KB Size
Giriş AYŞE BUĞRA

Geçen otuz sene içinde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan uluslararası düzene meydan okuyan bir dizi gelişme görüldü. Bu gelişmeler sayesinde kendi kurallarına göre işlediği varsayılan piyasa ekonomisi, devlet müdahalesi gibi suni engeller kaldırıldığında ortaya çıkan kendiliğinden bir süreç gibi algılanmaya başlandı. Benzer bir şekilde siyasi irade aracılığıyla ekonomiyi toplumsal hedeflerle uyumlu biçimde şekillendirme olasılığı piyasanın mantığı tarafından sınırlandırıldı. Ancak bu şekilde oluşan siyasi ortam istikrardan yoksundur. Finansal krizler, tüm dünyada yüz milyonlarca insan için yoksulluk ve sosyal dışlanma riski anlamına gelen muazzam sosyoekonomik güvensizlik, gitgide büyüyen çevre felaketi tehlikesi şeklinde kendini gösteren sorunlar ya da bilimsel bilgi uğraşının şirket çıkarlarının boyunduruğuna girdiğini gösteren, her geçen gün sayısı artan kanıtlarla ortaya çıkan sorunların önemini yadsımak mümkün değil. Kendi kurallarına göre işleyen piyasanın hayata ve insanların geçim kaynaklarına karşı yönelttiği tehditlerle doğan siyasi gerilimler, gerek toplumların içinde gerek uluslararası alanda barış içinde birlikte yaşama açısından büyük önem taşıyor. Ancak bunu değerlendirmeye ve anlamamıza yardım edecek tutarlı, analitik bir çerçeve hâlâ mevcut değil. 15

Bu kitap, rakip teorik geleneklere kıyasla Karl Polanyi’nin katkısının, günümüz gerçeklerini anlamlandırmak ve bunlarla baş etmek için daha büyük bir potansiyeli barındırdığı inancını yansıtıyor. Ancak bu kitabın amacı mevcut dünya düzenini Polanyici bir perspektiften analiz etmekle sınırlı değil; şimdilerde 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olarak görülen bir yazarın çalışmalarına ilişkin teorik bir soruşturma sunmak. İnsan toplumunun, piyasa mantığına siyasi iradeyi baltalayacak şekilde boyun eğmesi, Polanyi’nin ilkel ve antik ekonomiler üzerine yapılmış antropolojik araştırmaların bulgularından yararlanarak 19. yüzyıl piyasa ekonomisini karşılaştırmalı tarihsel bir perspektifle ele aldığı çalışmalarında merkezî sorunu oluşturur. Polanyi’nin ekonomik antropoloji üzerine çalışması biçimselci-içeriksel tartışmasında önemli bir yere sahiptir. Ancak Polanyi sadece bir akademik figürden ibaret değildir; siyasi gündemi olan bir araştırmacı, karmaşık bir toplumda bireysel özgürlüğün temeli ile derinden ilgilenen, Marksist olmayan bir sosyalisttir. Bu kitapta yer alan bütün yazılar, kimi zaman çatışan yorumlarıyla Polanyi’nin çalışmasının politik niteliğini vurgulamaktadır. Piyasayı kendiliğinden bir düzen olarak gören neoliberal anlayışın hüküm sürdüğü bir çağda, politik olanı ön plana taşıyan bir mesajla kitabın farklı bölümlerini birbirine bağlayan ortak tema budur. Polanyi ve siyasi bir proje olarak piyasa ekonomisi Polanyi piyasa ekonomisinin kendiliğinden ya da doğal bir olgu olmadığını, aksine emek, toprak ve parayı meta olarak gösteren birtakım kurumsal değişiklikler aracılığıyla gerçekleştirilen bir “siyasi proje” olduğunu güçlü bir biçimde savunmuştur. Bu kitapta söz konusu metalaşma sürecinin günümüzdeki dinamikleri inceleniyor. Bu incelemede Polanyi’nin “hayalî metalar” dediği listeye toprak, emek ve paranın yanı sıra bilgiyi de dahil etmesiyle elinizdeki kitap daha önceden yapılmamış bir şey yapıyor. Bu girişim, “bilgi ekonomisinin” gerçeklerini dikkate alacak bir teorik çerçeve içinde Polanyi’nin yaklaşımının gözden geçiril16

mesi için çağrıda bulunuyor; çünkü bilginin metalaşması üretici düzen için artık Polanyi’nin incelediği diğer “hayalî metalardan” daha önemli bir unsur olarak kendini göstermektedir. Polanyi’nin meta efsanesine ilişkin analizi, onun teorik katkısının merkezini oluşturan “[toplumsal ilişkiler içine] yerleşiklik” (embeddedness) teriminin gelişmesi bakımından önemlidir. Polanyi’ye göre tüm insan toplumlarında üretim ile dağıtım belirli sosyoekonomik entegrasyon ilkeleri tarafından düzenlenir; bu ilkeler yeniden dağıtım, karşılıklılık ve değişim ilkeleridir. Yeniden dağıtım, kurumsal bir kalıp olarak devletin tipik özelliği olan “merkezleşme” çerçevesinde işler. Karşılıklılık, toplumsal olarak mecburi sayılan armağan vermeye denk gelir; akrabalık ve arkadaşlık gibi “simetrik” ilişkilerde ifadesini bulur. Değişim için söz konusu olan kurumsal kalıp ise piyasadır; piyasalar tarih boyunca birbirinden farklı birçok toplumda görülebilir. Ancak değişim ilkesini diğer ilkelerden ayrı kılan bir şey vardır. Polanyi’nin de belirttiği gibi diğer ilkeler sadece “karakteristiktir”; tek bir işleve yönelik kurumlar oluşturmazlar. Akrabalık ve arkadaşlık gibi toplumsal olarak mecburi sayılan armağan vermeye dayalı simetrik ilişkilere dayanan gruplar, gördükleri ekonomik işlevler öncesinde de var olur. Merkezîleşme kalıbı aracılığıyla yeniden dağıtım yapan devlet için de aynısı geçerlidir. Öte yandan piyasa kalıbı, başka toplumsal bir amacı ve önemi olmayan sadece ekonomik niteliğe sahip bir kurum oluşturur. “Sonuçta,” der Polanyi, ekonomik sistemin piyasa tarafından kontrolünün toplumsal düzenin bütününü etkileyen sonuçlar vermesi de buna bağlıdır: Bu da, bütün toplumun piyasanın bir parçası olarak işlemesi anlamına gelir. Ekonomi toplumsal ilişkiler içine yerleşeceğine, sosyal ilişkiler ekonomik sistemin içine yerleşirler. Ekonomik unsurun toplumun varoluşu açısından taşıdığı hayati önem başka bir sonuca varılmasını engeller.1 1 Karl Polanyi, The Great Transformation (Boston, MA: Beacon Press, 1944), s. 57. [Büyük Dönüşüm-Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, çev. Ayşe Buğra, 7. baskı, 2008, İletişim Yayınları]

17

Bunun sonucu, her şeyden önce piyasa ekonomisinin kurumsal çerçevesinin en önemli özelliğinde kendini gösterir: Emek, toprak ve paranın meta olarak kavramsallaştırılması. Aslında hiçbiri satılmak üzere üretilmemiş olan sanayinin bu unsurlarının meta olarak tanımlanması tamamen hayalîdir; ancak bu hayal sayesinde piyasa toplumunun merkezî öğeleri olarak emek, toprak ve para piyasaları örgütlenebilmiştir. Polanyi’ye göre bu tür bir ekonomik örgütlenme sürdürülemezdi, çünkü “piyasa mekanizmasının, insanın ve onun doğal çevresinin kaderinin, hatta satın alma gücünün miktarı ve kullanımının, tek yönlendiricisi olmasına izin vermek toplumun yıkımıyla sonuçlanırdı.”2 Polanyi’ye göre insan toplumunun piyasa mantığına siyasi iradeyi baltalayacak şekilde boyun eğmesi, meta efsanesi temelinde örgütlenen bir ekonomik düzenin doğal sonucu olarak görünür. Ancak Polanyi bu ekonomik düzenin kendiliğinden meydana gelmediğini, aksine yasama faaliyetleri ile kurulduğunu da vurgular. Aynı sırada toprak, emek ve paranın metalaşmasının toplum üzerindeki yıkıcı etkisi, sınıf ayrımlarını aşan, farklı toplulukları aynı noktada buluşturan yaygın bir tepkiye yol açar; bu tepki söz konusu hayalî metaları piyasanın yörüngesinden çıkarmak amacıyla koruyucu düzenlemeler talep eder. Polanyi şöyle der: “Yüzyıl boyunca modern toplumun dinamiği çift yönlü bir hareket tarafından yönetildi: Piyasa sürekli genişliyor ama bu hareket aynı zamanda genişlemeyi belirli yönlerde kısıtlayan karşı bir hareketle karşılanıyordu. Bu karşıt hareket, toplumun korunması açısından hayati önem taşımakla birlikte, son tahlilde piyasanın kendi kurallarına göre işleyişiyle ve dolayısıyla piyasa sisteminin kendisiyle çelişiyordu.”3

Koruyucu yasama faaliyeti çeşitli biçimler almıştır: Sosyal yasalar, fabrika yasaları, tarım tarifeleri, toprak yasaları ya da para arzının Merkez Bankası tarafından denetlenmesi gibi düzenle2 A.g.e., s. 73. 3 A.g.e., s. 130.

18

meler hep birlikte piyasa ekonomisinin kendi kurallarına göre işleyişini zayıflatmıştır. “Toplumun piyasa mekanizmasının ihtiyaçlarına uymak durumunda bırakılmasıyla, bu mekanizmanın işleyişindeki aksaklıklar da toplumsal yapıda büyüyen gerilimlere yol açmıştır.”4 19. yüzyıl uygarlığının çöküşü bu gittikçe artan gerilimlerin sonucudur. Büyük Dönüşüm, “19. yüzyıl uygarlığı çöktü.” cümlesiyle başlıyor. Kitabın son bölümünde ise Polanyi şöyle diyor: “Yüzyıl süren kör bir ‘ilerlemeden’ sonra insan ‘yaşam alanını’ yeniden kuruyor.”5 Yaşam alanını yeniden kurmaya yönelik bu çaba her şeyden önce devletin, yaşamın ve geçim biçimlerinin maddi koşullarına aktif şekilde müdahil olmasıyla birlikte siyaset ile ekonominin kurumsal olarak ayrılmasına son vermeyi gerektirmiştir. Gerek refah devleti uygulamaları gerek kalkınma planlamasında ve sosyalist ekonomide görülen diğer çeşitli deneyler, bunların hepsi geliştikleri ülkelerin toplumsal özellikleri ile şekillenmiş ortak bir çabanın tezahürleridir. Ekonomiyi toplumsal ilişkiler içine yeniden yerleştirmeyi amaçlayan bu girişimlerde evrensel olduğu iddia edilen kâr dürtüsü yerine, toplumsal ve siyasi olarak belirlenen bir çeşitlilik hüküm sürmüştür. Ancak söz konusu girişimler pek de uzun ömürlü olmamıştır. 1970’lerden bu yana ekonomiyi toplumun bütününden koparmaya yönelik bir dizi politika, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ekonomik düzeni tehdit etmiş ve ciddi ölçüde bu düzeni dönüştürmüştür. Yakın dönemde yaşanan bu gelişmeler sayesinde Polanyi’nin ilk listesine yeni bir hayalî meta eklenmiştir; bu noktada, bilimsel faaliyetin sürdürülme ve bu faaliyetin ürünlerinin kullanılma şartlarını dönüştüren TRIPS’in (Ticaretle Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları) etkisi önemlidir. Elinizdeki kitapta işlenen temalar, piyasa ekonomisinin yeniden belirdiği bu bağlamda ortaya çıkmıştır.

4 A.g.e., s. 201. 5 A.g.e., s. 249.

19

Günümüz dünya düzeninde Polanyi’yi ziyaret Günümüz dünya düzenini Polanyici bir perspektiften analiz etmeye yönelik bir girişimin [toplumsal ilişkiler] içine yerleşiklik kavramının yöntemsel güçlüğünü ve tarihsel açıdan ne kadar yerinde olduğunu dikkate almak gerekir. Kimi önemli düşünürlerin kavrama yönelttiği eleştiriler göz önüne getirilirse, bu ihtiyaç kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin D. North ile M. Granovetter, Polanyi’nin hem piyasadışı ekonomilerin toplumsal ilişkiler bütünü içine yerleşik olma düzeyini hem de modern piyasa ekonomisinin toplumun bütününden kopmasının (disembeddedness) boyutunu abarttığını çeşitli şekillerde savunmaktadır. Bu yazarlara göre, değişim ilişkileri piyasadışı toplumlarda da önemli bir yere sahipti ve güvene dayalı kişisel ilişkiler gibi ekonomik olmayan ilişkiler piyasa toplumlarında önemli bir rol oynamaya devam etmiştir.6 Başka bir bağlamda Fred Block, Polanyi’nin “çifte hareket” tanımına dayanarak “toplumsal ilişkiler içine her zaman yerleşik olan piyasa ekonomisi” kavramını geliştirmiştir; buna göre, hem piyasanın yayılması hem de bu yayılmanın toplum üzerindeki zararlı etkilerine karşı koyan girişimler önemli ölçüde müdahale içerir. Böylece Polanyi’nin tezi, ekonomik faaliyetin tamamen metalaşmasını sınırlayan toplumsal mekanizmaların günümüzde hâlâ sürdüğünü ve ekonominin toplumun bütünü içine her zaman yerleşik olduğunu öne sürmek için kullanılmaktadır.7 Bu kitapta yer alan yazılar, ekonominin toplumun bütününden kopması fikrine odaklanmalarıyla bu tür eleştirilere bir cevap vermektedir. Ekonominin toplumsal ilişkiler bütününden kopması, Polanyi için sosyolojik bir olgudan ziyade siyasi bir projeydi; bu proje, yasama faaliyeti aracılığıyla gündeme gelen kurumsal değişiklikler ile gerçekleştirilmiş, liberal iktisat teori6 Douglas North, “Non-Market Forms of Economic Organization: The Challenge of Karl Polanyi”, Journal of European Economic History 6 (1977), s. 703– 716; Marc Granovetter, “Economic Action and Social Structure: The Problem of Embeddedness”, The American Journal of Sociology 91 (1985), s. 481–510. 7 F. Block, “Karl Polanyi and the Writing of The Great Transformation”, Theory and Society 32 (2003), s. 275–306.

20

sinin önemli bir rol üstlendiği ideolojik bir saldırıyla da meşrulaştırılmıştır. İşte tam da bu noktada Polanyi’nin çalışması, “hararetli bir yasama faaliyeti” ve “devletin idari işlevlerinin muazzam bir şekilde artışı” –ki bu, 19. yüzyılda olduğu gibi hayalî metaları piyasanın yörüngesine çekmeye hizmet eder– sayesinde piyasa ekonomisinin yakın zamanda yeniden belirmesini incelemede faydalı görünüyor. Kitap bu bakımdan toplumsal ilişkiler bütününden kopma, hayalî metalar ve çifte hareket gibi Polanyi’nin bazı kavramlarının analitik içeriği üzerine bir inceleme sunmayı; bugün farklı toplumlarda yaşanan ancak benzer tarihsel süreçlerden kaynaklanan ekonomik, sosyal ve politik engellerin analizinde bu kavramlardan yararlanma yollarını ya da bu kavramların yetersiz kalıp kalmayacağını araştırmayı amaçlıyor. Kitabın ana hatları Kitabın dört bölümünden ilki, “Ekonominin Toplumdan Kopması Üzerine Düşünceler: Refah Devleti ve Ötesi” üç makaleden oluşuyor. Bu makaleler, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzenden mevcut neoliberal döneme geçişi bir siyasi projenin sonucu olarak inceliyor. Bu proje, toplumun piyasa değişiminin bireyci mantığına boyun eğmesini sağlayacak bir dizi girişime dayanmış, aynı zamanda geleceğe ilişkin alternatif sosyal projelerin niteliğini ve başarı şansını da etkilemiştir. İlk makalede Manfred Bienefeld, kapitalist Altın Çağ’ın 1948-1973 yılları arasındaki nihai ifadesi olarak refah devletinin, “sermayenin mantığının hem insanların güvenlik ve boş vakit ihtiyaçlarıyla hem de istikrar ve hakkaniyete duyulan toplumsal ihtiyaçla uzlaştırılabileceğini gösterdiğini” savunuyor. Dolayısıyla yazar, söz konusu dönemin kapitalizmi ile devletlerin politik ve toplumsal olarak belirlenmiş hedef ve öncelikler doğrultusunda ekonomiyi yönetme-düzenleme kapasitesinin sistematik olarak tasfiye edildiği geçen otuz yıl içerisinde ortaya çıkan güncel küresel kapitalizm arasında bir fark olduğuna işaret ediyor. Yakın zamanda gerçekleşen bu gelişmelerin insan 21