www.adabulteni.com - Sayfa 1

OSMAN AKKAR

Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şubesi Adına Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Sahir AKÇA

Merhaba. Halka hizmet etmek Hakk’a hizmet-kulluk etmektir şiarıyla çalışan Vakıf Şûbemiz ve onun emek ürünü olan Adabülteni’miz, siz değerli halkımıza birşeyler verebilmenin çabası içerisindedir. Bu daha çok “veren el ile alan el arasında köprü” vazifesi halinde olduğundan, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere bize ulaşanları-emanet edilenleri, bu eminliğin şuuruyla yerine teslim etme gayretindeyiz. Bunlar maddî olduğu gibi mânevi emânetlerdir de ulaştırılması gerekenler. Kâh öğrencilere burs, kâh giyecekyiyecek, kâh nakit olduğu gibi maddî; kâh ders, sohbet, konferans, seminer, nasihat, makaleler, vs. şeklinde de mânevî hizmet ve yardımlarla da oluyor. Siz sevgili halkımızdan istediğimiz bizimle irtibata geçmeniz ve yardım etmek isteyenlerle - yardım edebileceklerle, yardıma ihtiyacı olanlara - yardım alacaklara köprü olmamıza katkıda bulunmanızdır.

Yayın Kurulu: Emine ATLI Gazanfer ÜVEZ Hasan ÇELİK Hasan KELEŞ İbrahim Birol ERGÜN Sahir AKÇA Yusuf Ertuğrul ERDEM Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Birol ERGÜN Reklam Sorumlusu: İbrahim ÇAYLAN - 0.505.348 86 13 İrtibat Adresi: Atatürk Bulvarı Kadir Hoca Sk. (Öğretmen Evi Girişi) Ötük Apt. No:1/3 ADAPAZARI [email protected] Telefax: 0.264.277 19 46 Grafik Tasarım: İki Reklam Ajansı - 0.264.281 99 11 Baskı: Burak Ofset - 0.264.274 69 24 Sorumluluk: Yayınlanan yazıların fikri sorumluluğu yazarlara aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez.

Bu sayımızda Çocuk Sayfalarını artırdık ve daha faydalı daha eğlenceli bir hale getirdik Yine bu sayımızda “Şehir-Kent” konusuna değindik. Ben “şehir dendiğinde medeniyeti; kent dendiğinde ise bu medeniyeti mimarîden-estetikten uzak beton yığınları haline getirmektir” diye anlıyorum. İnsanların nefes almasını düşünmeden, çocukların oyun alanlarını düşünmeden, kadınların ihtiyaçlarına cevap vermeden, yalnızca nasıl daha çok para kazanırım düşüncesinde, bütün o şehir halkının ruhunu karartırcasına zevksiz, medeniyetsiz soğuk yapılar. İşte yazarlarımız bu konulara parmak basarak, olması gerekenleri kendi zaviyelerinden sizlerle paylaşmaktadırlar. Daha iyi-daha yaşanır bir şehir ve dünya’ya kavuşmamız dileğiyle Allah (cc)’a emanet olunuz. Selâm ve muhabbetle.

BASIM TARİHİ: OCAK 2008

Sâhir AKÇA (Yazı İşleri Müdürü)

İslamda Hayır İşlemenin Özelliği

Derneklerimiz

HAMZA TEKİN

SAGED

Şehir ve İnsan

Mahallelerimiz

MEHMET KUZU

ERENLER DİLMEN MAHALLESİ

Din Şehir ve Medeniyet

Adapazarı’nda Kent ve Kentlilik Bilinci

YUSUF YAVUZYILMAZ

YUSUF ERTUĞRUL ERDEM

Şehir Benim Neyim

Yenilenme İradesi

MUSTAFA AYDIN

RÜSTEM BUDAK

Kent Dediğin İnsandan Başka Nedir ki?

Pokemonların ÇOCUK Ruh Sağlığına Etkileri

EMİNE ATLI

DR.ŞEBNEM SOYSAL - DR.AYLİN İLDEN KOÇKAR

www.adabulteni.com - Sayfa 3

İslam’da Hayır İşlerinin Özelliği Hamza Tekin İslâm’da hayır işlerinin kendine mahsus özellik ve ayrıcalığı vardır. Diğer dinler ve inanç sistemleri ve felsefelerden ayrı özellik ve güzelliğe sahiptir. Bu özellikleri özetleyecek olursak şu başlıklar altında toplayabiliriz: 1 – Kapsamlılık, 2 – Çeşitlilik, 3 – Devamlılık, 4 - Hayra yönelten saikin gücü. 1. Kapsamlılık: Evet, İslam’daki hayır ve yardım işleri bu özellikleri ile diğer dinlerden ve inanç sistemlerinden felsefe ekollerinden tamamen ayrılmaktadır. Müslüman, ister yakını, ister dostu, ister düşmanı olsun, Müslüman olsun kâfir olsun, insan, olsun hayvan olsun yardımını ihtiyaç duyulduğunda herkese ulaştırır. Müslüman iyiliğini ve yardımını sadece akraba ve yakınlarına, kendi soyuna ve kendi yurdunda ve memleketinde bulunanlara tahsis ve tayin etmez. Gerçi onun dini akrabaya destek ve yardımı başkalarından daha çok yapmasını emreder ama bu onun diğer insanlara ve canlılara yardımını yaygınlaştırmasını engellemez. Akraba ve yakına biraz daha öncelik tanıması için yüce Rab şöyle buyurur: “Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir.” (Bakara, 215). Yüce Resul ise şöyle buyurur: “ Fakire verilen sadaka bir sayılırken akrabaya verilen sadaka, sıla-i rahim ve sadaka olarak iki sayılır.” Tüm bunlarla beraber İslâm garipler ve yabancılar içinde bir hak tanımış, eğer Müslüman iseler İslam’dan dolayı, eğer Müslüman değilseler insan olmalarından dolayı hakları olduğunu beyan etmiştir. Yüce Rab insanlarla olan muaşeret ve muameleyi açıkladığı ayette komşuya dikkat çekip vasiyet etmiş ve şöyle buyurmuştur: “(Yalnızca) Allah’a kulluk edin ve Ondan başka hiçbir şeye asla ilahlık yakıştırmayın. Anne-babanıza ve yakın akrabanıza, yetimlere ve muhtaçlara, kendi çevrenizden olan komşulara ve yabancı komşulara, yanınızdaki-yakınınızdaki arkadaşa, yolcuya ve meşru yollarla malik olduklarınıza iyilik yapın. Doğrusu Allah böbürlenerek küstahça davrananları sevmez.” (Nisa, 36) Müslüman yardımını ve iyiliğini sadece dostlarına ve sevdiklerine hasredip tahsis ederek düşmanlarını ondan mahrum bırakmaz. Ondan istenen hayrı ve iyiliği herkese yaymaktır. Yüce kitabımız bir topluluğa olan düşmanlığımızın bizi adaletten ve onlara karşı adil davranmaktan caydırmaması gerektiğini ferman buyuruyor. Müslüman Allah’ın tüm yarattıklarına karşı

Sayfa 4 - www.adabulteni.com

merhametli olan kişidir, ona düşman olan ve ona kötülük ve işkence yapana da merhamet edip iyilik yapar. Hadisi Şerifte gelir ki; “Cennete ancak merhametliler girecektir.” Dediler ki ey Allah’ın Resulü hepimiz merhametliyiz. Buyurdular ki bu merhamet arkadaşlarınıza olan acıma ve merhamet değildir bu merhamet tüm varlığa ve insanlara karşı olan merhamettir.” Müslüman kendi dininden olmayandan iyilik ve yardımını esirgemez, iyiliği sadece Müslüman’a, yardımı sadece Müslüman’a yaparak kâfirin merhamete ve iyiliği layık olmadığını düşünmez. Zâtı Zülcelâl iyilik ve merhametinden onları nasıl mahrum bırakmıyorsa, Allah ahlâkı ile ahlâklanan bir Müslüman’da merhametten onları mahrum bırakmaz. Gayri Müslimlere karşı Kur’an’ın yönlendirmesi, onlarla olan muamele ve münasebetlerimizdeki ölçü budur. Bizimle barış içinde oldukları, bizim aleyhimizde düşmana yardımcı olmadıkları müddetçe onlara iyi davranıp adil muamelede bulunmamız ilâhi fermandır. Mevlâ buyurur: “İnanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen (inkarcılara) gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: çünkü Allah adil davrananları sever.” (Mümtehine, 8) 2. Çeşitlilik: Müslüman kişi veya Müslüman bir topluluk sadece bir çeşit iyilik yapmaz, onun yaptığı iyiliğin çeşitleri ve şekilleri vardır. Bu hal insanların ihtiyaç ve isteklerine göre değişir ve çeşitlenir. Yapanın gücü ve imkânına göre biçim ve hal alır. Bazen insanın yeme, içme, giyme, iskân ve ilaç gibi maddi ihtiyaç ve taleplerini gerçekleştirmek için çalışırken, bazen de onun, öğretme, kültür ve din bilgisi gibi mânevi isteklerini ve ihtiyaçlarını gidermek için gayret eder. Rûhî taleplerin tahakkuku için gayrette buna dâhildir. Bir insanı sevindirmek, gözyaşını silmek, sıkıntısına derman olmak, onu Allah’a güvenmeye ve dayanamaya yönlendirmek gönlündeki ve kalbindeki umutsuzluğu gidermek için çalışmak tüm bunlar insana rûhî bir yardım ve imdattır. Müslüman bazen hayrını ve yardımını bir kişiye bazen bir aileye ve bazen de topluma yapar. Bu yardım maddi belirli şeyler olduğu gibi para ve nakdi şekilde de olur. Bazen bu hayır ihtiyaç sahibini belirli bir sermaye vererek onların iş kurmalarına, çalışıp kazanmalarına vesile olmak şeklinde de olur. Bu yardım az veya çok ihtiyaç sahibine mal vermekle olduğu gibi vaktinin belirli bir kısmını ihtiyaç sahiplerine ayırmakla da olur. Mesela bir doktor haftanın belirli saatlerini ayırarak hastahanede veya başka sağlık ocaklarında karşılıksız ve ücretsiz hastaları muayene edip tedavi etmekle de olur. Hatta bazen öyle olur ki böyle zaman ayırmak, dertlilere derman olmak, mal ve para vermekten daha hayırlı ve daha verimli olur. Yardım ve hayır sadece

zenginler ve mal sahiplerine özel değildir. Sadakanın ve hayrın akla hayale gelmeyen çeşitleri ve biçimleri vardır. Emri bil maruf nehyi anil münker ve iki dargını barıştırmak gibi içtimai ve toplumsal sadakalar ve hayırlar vardır. “Çünkü iki kişinin arasının bozuk olması dini kökünden kazıyan bir şeydir.” 3. Devamlılık: İslâm’da hayır işlerinin özelliğinden birisi de devamlılığıdır. Müslüman’ın yaptığı hayır ve yardımlar ya her sene zekât gibi, öşür gibi sadaka-i fıtır gibi belirli zamanlarda tekrar eden farz ve vecibe olan bir sorumluluğudur yahut zamanı belli olmayan her an ve her zamanda yapabileceği farz olmayan nafile yardım ve sadakalardır. Yakınına yardım etmek, darda kalmışa el uzatmak, sıla-i rahim gereği yardımda bulunmak, yakın akrabalara karşı kendini sorumlu hissettiği tüm haklar, komşuya yardımcı olmak, açı doyurmak tüm bunlar zamanı belli olmayan nafile yardımlar olarak Müslüman’ın yapmaya devam edeceği hayır işleridir. Çünkü “yanı başında komşusu aç iken tok yatan İslâm’a göre kâmil bir mümin değildir.” Eğer kalacağı yer yoksa ya da parası kalmamışsa gurbette ise misafiri ağırlamak, darda kalmışa yardım etmek ve onun sıkıntısını gidermek Müslüman’ın her an yapacağı iyilik ve hayırlardandır. Tüm bunlara Müslüman’ın sorumlu olduğu vecîbeler Rabbi’nin rızasını kazanması için yapması gereken güzel işlerdir. Hayrın yapılması ve ona niyet edilmesi, Müslüman’ın yaşamının bir parçasıdır. İyi bir şeyi yapmaya gücü yettiğinde onu asla tehir edemez. Gücü yetmezse gönlünden onu yapmayı hep arzu eder ve başkalarını onu yapmaya teşvik eder. Teşvik eder ve bilir ki hayra delâlet eden, sebeb olan, yönlendiren hayrı yapan gibidir onun gibi sevab alacaktır. Ukbe b. Amir diyor ki yüce Resul’den işittim: “İnsanlar arasında hüküm verilip bitene kadar herkes sadakasının gölgesi altındadır.” 4. Hayra yönlendiren saikin gücü: Müslüman’ın hayır işlerinin özelliğinden biride onu hayra yönlendiren etken ve sebeplerin gücüdür. Bu güçlü saikler onun sevgisini tahrik edip hayır işlemeye sevk eder ve bunlar hayırda devamlılığı sağlar. Bu sebeblerden dolayı hayırda Müslüman’ı yarıştırır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: A – Allah’ın rızasını kazanmak: Müslüman’ı hayır işlemeye yönlendiren etken ve unsurların ilki kişinin Allah’ın rızasını kazanma arzusudur. Mevlâ ebrârı ve iyileri anlatırken onların özelliğini beyan ederken şöyle buyurur. “Gerçek erdem sahipleri onlar[dır ki,] sözlerini yerine getirirler ve şiddeti yayılıp genişleyen bir Gün’ün korkusunu duyarlar.” “Ve kendi istekleri ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler” “ [ve kendi-kendilerine konuşurlar:] “Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.”

“doğrusu, sıkıntı ve dehşet dolu bir Gün’de Rabbimize (vereceğimiz) hesabın korkusunu duyuyoruz!” (İnsan, 7-10) B – Ahlâkî unsurlar : Burada Kur’an’ın işaret buyurduğu ahlâki etkenler ve unsurlar da var ki yüce kitap Allah yolunda infak edenleri muttakîlerden saymıştır. Bakara Sûresinin ilk ayetlerinde bunu açık bir şekilde görmekteyiz. “İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!” “O muttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam, dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.” (Bakara, 2-3) Ayrıca ehli infâkı gerçek inananlar olarak ta tavsif ediyor yüce kitap. Buyuruyor ki; “Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.” “ İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal, 3-4) Bunlar ilâhi kitapta “ulülelbab” olarakta tavsif edilmektedir. Onlar Muhsinlerdendir: “Kuşkusuz onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı. Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.” (Zâriyat,17-19) C – Bereket ve dünyada yerine yenisinin verilmesi: Müslüman’ı hayra yönelten ve hayra yönlendiren mânevi etkenlerden biride verdiğinin yerine yenisinin verileceği vadidir. Ahiretle ilgili sevab en etken ve en öncelikli unsur olması ile beraber dünyada da hayrın karşılığının görüleceği kesindir. Çünkü İslâm dini hem dünya ve hem de âhiret güzelliğini cem eden ve içeren bir dindir. Müslüman yaptığı hayır ve iyiliklerle hayatının, evinin ve ailesinin bereketle dolduğunu hisseder. Ve Allah’ın verdiğinin yerine yenisini daha fazla olarak vereceğine inanır. Mevlâ buyurur: “Eğer o ülkelerin ahâlisi iman edip Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette Biz üzerlerine gökten, yerden nice bereket ve bolluk kapılarını açardık…” (Araf,96) “Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir. Zaten siz Allah rızâsını aramaktan başka bir gâye ile infak etmezsiniz. İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez.” (Bakara, 272) Efendimiz buyuruyorlar ki; “ Kulun sabahladığı hergün iki melek iner, biri ey Rabbim verenin, infak edenin verdiğinin yerine yenisini ver, diğeri de; ey Rabbim vermeyip tutanın elindekini ve tuttuğunu telef edip yok eyle diye dua ederler.” Hayır işleyenin yaptığı hayrın yerine verilenler bazen, sıhhat, bazen ruh huzuru, bazen ailevî saadet, bazen hayırlı evlat ve bazense malında artmalar ve bereketler şeklinde olur. Güzel ve huzurlu bir hayat sürer. Bu gibi insanlar hiçbir zaman ilâhi zikirden yüz çevirip sıkıntılı bir yaşam içine düşenler gibi olmayacaklardır.

www.adabulteni.com - Sayfa 5

Şehir ve İnsan Mehmet Kuzu

Köyün kültürel alt yapısı atalardan intikal eden bilgilerden oluşur. Bu bilgiler o insanlarda öylesine yer etmiştir ki, onların değişime uğratılması kolay değildir. Köyü örf adet ve ananeler çepeçevre kuşatır. Dilleri sade, inançları saf, genelde gönülleri paktır. Akrabalık bağlarının kuvvetli olduğu bu mekânlarda kardeşlik ve sevgi, büyüklere saygı, itaat şehirlerden daha ileridir. Örfe körü körüne bağlılığın olumsuzlukları köyleri tehdit etse de onlar yaşayışlarıyla çevreye sağladıkları uyumla baş başa bir hayat sürerler. Şehirler adeta köylerin birleşimidir. Her sokak bir köy gibidir. Onun içindir ki mahalleler kültürel anlamda farklılıklar arz eder. Şehir, kültürler mozaiğidir. Bir arada yaşama hoşgörüye, karşılıklı sevgiye bağlıdır. Şehir de kalıcı bir kültürün oluşumu işte bu özelliklerle sağlanır. Şehir kendi aydınını doğurur. Aydın örf ve adetlerin olumsuzluklarını arındırır. İnsanların insanî yönünü açığa çıkartır. Böylece şehrin merkezi, caddeleri, mahalle ve sokakları bir anlam kazanır. Merkezle kenar semtler

Sayfa 6 - www.adabulteni.com

bütünlük arz eder. Fikirler kâmil noktada birleşir sanat eseri olarak şehrin her yerinde abideleşir. Merkezini câminin, medreselerin, pazaryeri ve mezarlıkların oluşturduğu şehir insanı dünyanın bir han, kendilerinin bir yolcu olduğu bilinciyle iç içedir. Bu şuur sıhhatli bir bünye gibi, sıhhatli bir şehre işaret eder. Bünyenin hastalıkları gibi şehrinde hastalıkları var. Bu hastalıklar şehirlerin çökmesine, şehirlerin çöküşü de ülkenin çökmesine sebebiyet verir. Şehrin tarihi kalıntıları, şehrin hastalıklarını haykırır bize. Sodam ve Gomore enkazları homoseksüel bir topluluğun içindekilerle birlikte helâkini gösterirken, Patra gibi enkazlarda müşrik bir toplumun şunu haykırır. Üzerinde medeniyetin parıltıları yükselen Endülüs hamamlarının duvarlarındaki porno resimler şehirlerle içinde yaşayan insanların ilişkisini göstermesi bakımından manidardır. Buralara ziyaret ibret almaya yönelik olursa anlam kazanır. Şirk şehirlerin kangrenidir, yok olmasının sebebidir. Tevhitle şehirlerin aydınlığa kavuştuğunu gö-

rüyoruz. Şehirlerin kurtarıcıları Peygamberlerdir. Kurucuları da… Mekke; şehirlerin anasıdır. Hz İbrahim (as)’in temelini attığı tevhit şehridir. Hz Hacer’le İsmail (as)’in çekirdeğini oluşturduğu bu şehir, insanın yaratılışındaki kötüye meyil özelliğiyle zaman içinde karardı. Kâbe putperestlerin özgürlük abidesine dönüştürüldü. Hakkı arayan Haniflerin iniltisi içinde müşrik hegemonya doruk noktaya çıktı. Mekke şirk hastalığına yakalandı. Kış mevsimini yaşıyordu. M. 610 yılında vahyin aydınlığı sabaha karşı şehre düştü. Baharın müjdesiydi bu. Şehir peygamber çilesiyle dirilişe hazırdı. Şirk ve tevhit caddelerde, sokaklarda evlerde çatışıyor insanlar iradeleriyle bu çatışmalarda şehirle birlikte saf belirliyorlardı. 13 yıl süren çatışma hicretle noktalandı. Şehir mahzundu… Gülen bir coğrafya parçası vardı. 350 km kuzeydeki Yesrib şehri; Yahûdi , Evs ve Hazrec Arap kabilelerinden müteşekkildi. Bir yönüyle putperest Araplar, geleneğe gömülmüş, Tevrat’ı unutmuş Yahûdilerin zulmü altında inliyordu. Bir hekime ihtiyacı vardı Şehrin. Hicretle gelen Hz Muhammed (sav) şehre hayat iksirini de getirdi. Mescîdi Nebevî merkezli Tevhid mektebiyle gönüller hastalıktan kurtuluyor. Şehrin mahallelerini oluşturan evler aydınlanıyordu.. Bu aydınlık bir kısım insanların hastalıklarında değişim yaptı. Yeni tip şehir hastalığı “münâfıklığı” doğurdu. İman; burada o denli güçlüydü ki, münâfık müşrik ve Yahudi ortak cephesini anarşiye teröre meydan vermeden eritti. Yesrib, Medîne-tül Münevvere’ye dönüştü. Aydınlık şehir, Mekke’nin fethiyle insanlarını ve şehrini fethetti. Çevresini Taifi’de içine

katarak peygamber şehri insanlarıyla birlikte gelecek nesillere model oldular. Sıhhatli bünyelerde hastalanır tedavi görünce çabuk toparlanır. Medîne Hz. Ömer (ra) dönemimde sıhhatli bünye gibidir. Ancak hâin bir el onu şehit etmiştir.. Onun şehâdeti müminlerin heran temkinli olmaları gereğine bir işaretti. O şehir Hicaz ekoluyla insanlığı aydınlatacak bir merkezdi. Sahâbe şehirlerinden Kûfe özel projelerle oluşturulmuş bir şehirdir. Hz. Ali (ra)’ın İslâm’ın baş şehri haline getirdiği bu yer, mümini mümine karşı savaştıran fitnenin de yuvası halini almıştır. Fitne toplumun en korkunç hastalıklarındandır. Kasırgalar gibi şehri ve şehirde yaşayanları enkaz haline getirir. Basra şehrini de Sahâbeler kurmuştu. Bugün ki Kahire de Amr bin As’ın kurduğu Fuslat şehriydi. Samimiyet üzerine inşa edilen bu şehirlerde öylesine bir Fitne merkezi oluşturuldu ki, Medîne’de Hz. Osman (ra)’ın şehâdetine sebebiyet vermekle kalmadı, İslâm’ın ilkleri için büyük bir imtihanın başlamasına sebep oldu. Hz Ali (ra) şehadetine uzanan bu elemli günler şüphesiz ki Allâh ’ın kıyamete kadar gelecek insanoğluna uyarılarıyla doluydu. Fitne ancak güçlü bir imanla durdurulabilir. Öylede oldu. Yanan orman alanlarının yeniden hayat bulması gibi, bu mekanlarda zaman içinde dirildiler. Kûfe Hanefî Fıkhının doğduğu yer oldu. Sahâbe şehirleri Fitne kasırgasını atlattı, bugün davetleriyle dünyayı aydınlatmaya devam ediyorlar. Şehri canlı tutan insandır. O güzel olursa şehirde güzel olur. O kalben, rûhen temiz olursa şehirde temiz olur. O mânevi kir ve hastalıklardan arınırsa şehirde arınır.

www.adabulteni.com - Sayfa 7

DİN, ŞEHİR VE MEDENİYET Yusuf YAVUZYILMAZ Araştırmacı-Yazar

Tarihe damgasını vurmuş ve insanlığın gelişimini derinden etkilemiş bütün büyük medeniyetlerin temelinde insan ve din unsuru bulunur. Medeniyet tarihi içinde özel bir konumu olan İslâm medeniyetinin temelinde de inanç, bilgi ve değer bulunan bir medeniyettir. İslâm Medeniyeti taşıdığı özellikleri dolayısıyla diğer medeniyetlere en açık medeniyettir. Bu târihi gerçeği İslâm’ın gelişim târihinde kolaylıkla gözlemleyebiliriz. İslâm tarihinin çok erken dönemlerinde İslâm medeniyeti, sınırlarının gelişmesi sonucu diğer toplumlarla karşılaşmıştır. İlk karşılaşmalar yakın komşuları olan Bizans, İran ve Hind toplumları ve buralarda oluşan düşünce sistemleridir. Aslında Medeniyetler özellikle doğuş ve gelişme çağlarında, zamanın diğer güçlü medeniyetleriyle karşılaşması kaçınılmazdır. Bu anlamda medeniyetler arasına duvar çekilemez. Bilginin dolaşımı ve akışı karşısında bunu başarmak da zaten imkansızdır. Diğer medeniyetlerle karşılaşma sonucu önceleri gelişigüzel yapılan çeviri faaliyetleri, Abbâsi Halîfesi Me’mun zamanında sistematik hale ge-

Sayfa 8 - www.adabulteni.com

lir. Bu amaçla kurulan, Beyt-ül Hikme (Hikmet Evi)’de yüzlerce bilim adamı ve düşünür çeviri faaliyetlerine katılır ki, bunlar arasında İslâm Felsefesi deyince ilk akla gelen Farâbi ve İbn-i Sina’da bulunur. İlk çeviriler Hind, İran ve daha çok olmak kaydıyla Yunan medeniyetinden yapılır. Böylece Müslüman entellektüeller vahiy bilgisi dışında aklı temel alan felsefî düşünceyle de yüzleşirler. Günümüze kadar devam eden din-felsefe, akıl-vahiy ilişkilerinin tartışılmasına tâ o zamanlar başlanır. İslâm medeniyeti kendi dışında üretilen bilgilerle yüzleşmekten asla çekinmemiştir. Çünkü Kur’an onları Müslüman olmayanlarla güzel bir şekilde tartışmaya çağırmaktadır. Müslüman bilginlerde bu öneriyi karşılaştıkları her bilgi karşısında göstermişlerdir. Medeniyetlerin gelişmesinde şehirlerin önemi büyüktür. Şehir medeniyetin döl yatağıdır. Orada mayalanan görüşler oluşan medeniyetin bilgi kapasitesini belirler. İslâm’ın doğuşunu sembolize eden Mekke ve Medîne iki önemli şehirdir aynı zamanda. Özellikle Medîne ile medeniyetin benzer çağrışımlar yapması da hayli anlamlıdır. Sa-

dece İslâm’ın değil, bütün büyük medeniyetlerin taşıyıcılığını şehir merkezleri yapmıştır. Medîne, Mekke, Kûfe, Şam, Kâhire, Bağdat, Semerkant, İstanbul, Konya, Urfa gibi merkezleri hesaba katmadan İslâm medeniyetini anlamak ve değerlendirmek mümkün değildir. İslâm medeniyetinin izleri bu şehirlerin her hücresine sinmiştir. Bu gün bir İslâm felsefesi, kelâmı, bilimi, mîmârisi, estetiği, ahlâkı vs. bahsediyorsak şehirler bu iddianın kanıtı gibi dimdik ayaktadır. İslâm medeniyetini sembolize eden diğer şehirler ise ikinci dereceden önemlidir ve medeniyet kurucu bu şehirlere birazda kıskanarak bakarlar. İstanbul ve Ankara arasında yaşanan derin çekişmeyi, iki büyük medeniyet arasında yaşanan kavgayı dikkate almadan anlamak mümkün değildir. İstanbul bütün ihtişâmıyla İslâm Medeniyetini temsil etmenin haklı gururunu yaşar. Ankara ise İstanbul’a göre çok daha sekülerdir. Nitekim merhum Osman Yüksel Serdengeçti, Ankara için “mabetsiz şehir” tanımlamasını yapar. Türkleri İslâm medeniyetine Ankara değil, İstanbul bağlar. Bu özelliği dolayısıyla Ankara İstanbul’u içten içe kıskanır durur. Kıskanır çünkü bırakın onu geçmeyi, yakalayabilecek donanımı ve geleneği bile yoktur. Bu yüzden Ankara sürekli İstanbul’un gölgesinde yaşamak zorunda kalan bir mahkum gibidir. Peyâmi Safâ’nın kavramsallaştırdığı DoğuBatı çatışmasını anlatan en iyi aktörler İstanbul ve Ankara’dır. Devletin siyâsi merkezi olma özelliğini arkasına almış olsa da yine de İstanbul karşısında mahcup, edilgen ve çekimserdir. İstanbul ise arkasına aldığı tarihî mîrâsın avantajıyla durduğu yerden, Ankara’daki yapay, zorlama ve hantal yapıyı üzülerek izler. Genç yaşına rağmen ne kadarda yıpranmış ve çökmüş diye düşünür. Anadolu’ya nasıl bu kadar yabancılaştığını anlamaya çalışır. Oysa İstanbul tarihle, toplumla barışıktır. Zamanın ünlü Ankara Vâlisi Nevzat Tandoğan, köylüleri Ankara’ya sokmazken, İstanbul yaşadığı medeniyet tecrübesiyle herkese kucak açar. Ankara’ya giremeyen bütün insanlar için İstanbul sığınılacak bir limandır. Bu yüzden İstanbul’un bütün tabiiliğine karşın, Ankara resmi, otoriter ve buyurgandır. Ankara İstanbul’un “imparatorluk kuran şehir” olma özelliğine imrenerek bakar. Şehir hiç şüphesiz sadece insanların toplandığı bir alan değildir. Şehir şiirdir, edebiyattır, sanattır, dindir, uygarlıktır. Konya Mevlânâ’yı, Urfa Hz. İbrâhim’i, Nâbi’yi, İstanbul ise bilimde, felsefede, sanatta, dini ilimlerde sayılamayacak kadar değer üretmiştir. İstanbul’u merkez yapan yaslandığı tarihî gelenek ile yaşattığı İslâmî mirastır.

www.adabulteni.com - Sayfa 9

ŞEHİR BENİM NEYİM?

Adına ister şehir, ki caddeler insanı ister kent, isterseniz hedefine ulaştıraanakent deyin fark mamaktadır. etmez. Asıl olan Şehirler tatminsizinsandır. İnsanlar lik ve israf yarışının şehirler için değil, kibri zirveye taşıdışehirler insanlar ğı yerler olmamalıiçindir. Şehirler dır. Şehirlerin sevgi insanların mekâna Mustafa Aydın ve merhamet duyve maddeye yansıguları kaybolmuşsa, masının görünen kısmıdır. Aileye göre ev ne ise, “kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup topluma göre de şehir odur. Tıpkı evlerin kapıları da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla olduğu gibi, şehirlerinde kapıları olmaz mı? işitmeyen” Araf, 179) şaşkın ve gafil olmaları kaŞehir insanın kendine ve hemcinsine verdiği de- çınılmazdır. ğerin göstergesidir. İnsanların yığın değil, yumak Yeryüzünde batının şehirleri, tam anlamıyla dünya olabildiği mekânlardır. Dantel misali örgülerin seiçin elden geleni ortaya koymaktadırlar. İslâm’ın rildiği yaşamın diğer adıdır. Şehrin planı, insanın şehirleri diyebileceğimiz “Rabbimiz! Bize dünyaiman planında ki duruşunu yansıtır. Kiminin imanı da da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş sadece dünyaya dairdir ki, “ey Rabbimiz bize dünazabından koru” (Bakara, 201) duasının yaşanayada ver” (Bakara, 200) derler ve şehirlerini sabileceği şehirlerimize maalesef sahip değiliz. dece dünya için inşa ve imar ederler. Batı şehirleri gözümüzün önünde bu fani gerçeği yaşatmaktadır- Şehir ne vilayetin, ne belediyenin, ne de seçmenin lar. Fakat bu zihniyetteki şehirlerin “”Ahiretten uhdesine teslim edilemeyecek kadar sorumluluk gerektiren bir anlayışındır. Şehir hak ve adaletin, hiç nasipleri yoktur” (Bakara, 202) iffet ve ticaretin eğitim ve yönetimle buluştuğu Şehirlerin imanı var mıdır diye sormayın. Mekke, ezan sesinin vardığı yere kadar, ezanın ruhu olan Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Kurtuba ve İstankulluğun özümsendiği “kutsalımızdır”. Şehirler bul deyince akla ne gelir? İmanın şehirleri olmaz ezan ve mezarlık arasında ki yaşamın adımları, demeyin, imanın şahidi olan veliler diyarı şehirler lokmaları, sorumluluk ve haklarıdır. Şehirlerin dahi, makberleriyle yaşamıyor mu günümüzde. Ne suçları ve faziletleri vardır. Suçlu şehirler helakin zaman ki şehirler kalbi ve fiili imanı yitirdi, çeşitli örneği, faziletli şehirlerde geleceğin gülleridir. hastalıklara muzdar oldu. Şehirlerimizin kalbi maalesef hasta, kalbi nedir derseniz insandır insan. Kur’an’ın çeşitli soru kalıplarından biri de ”şehirŞehir sanal ışıkların süslediği yerler değil, nûrun lere sor” cümlesidir. Sanki muhatap şehirmişçesiaydınlattığı yerleşim yerleri olmalıydı. Hakka va- ne, şehre sor denilmektedir. Altmışa yakın ayette ran yollarının kapalı ve engelli olduğu şehirlerde “karye” geçmektedir ki, köy değil anakent veya

Sayfa 10 - www.adabulteni.com

gözde belde anlamındadır. Resullerde şehirlere gelmedi mi? Şehirden almalı haberi, medeniyeti öğrenmek istiyorsak. Zâlim olan karyeden, âdil sonuç beklenmez ki mutlu olalım. Nasıl ki iman önce vermek, sonra almaksa, şehirler kendilerine verildiği ölçüde insana huzur verirler. Şehre vermeye gelinir, vereceği olmayanın gelişi yağmacılıktan başka bir şey değildir. Şehre gelmek borçlu olmaktır. Medîne demek borcun din olduğunu idrak etmektir. Borç batıl yolda olursa o beldeye Münevver Medine denir mi? Hak borcun olduğu ve ödeneceği yere Medîne-i Münevvere denir. Şehirler ameli salihlerimizin uygulanma mekânıdır. Dinin kutsalı ne evdir, ne de şehirdir. İnsanın bulunduğu tüm alanlardır. Şehirler yürüyüşümüzden ki “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.(İsra, 37) hitabıyla evden çıkışımızla başlar ve “ Kârûn, ziyneti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı.”Kasas, 79) örneğiyle kibrin sonucunu bizlere öğütler. Şehir, insanları iman ve amellerimize şahit tutuşun diğer bir delilidir. İnsan haklarının insan sayısınca arttığı şuuruna ermektir. Sorumluluğumuzu “ben” merkezinden “biz” merkezine çekmektir. Egolarını ilahlaştırmış şehirler, secde edemedikleri müddetçe kibrin tutsağıdırlar. Şehir sadece mimari, cami ve asma altı değildir. Şehir güler yüzlerin, selâmın ve komşu şuurunun dalga dalga yayıldığı mekânların özü olmalıdır. Her günahın tevbesi olduğu gibi, şehirlerimizin medeniyetsizliğine nasıl ve ne zaman tevbe edeceğiz. Şehirlerimiz maalesef özürlü, tedaviye ihtiyaçları var. İnsan hasta olduğunu bilir fakat tedavisini çoğu zaman kendi başaramaz. Hastalığı hepimiz biliyoruz, tedavi nasıl olmalı işte işin zoru budur. Öncelik insana verilmeli ki şehirler imha değil ihya olsun. Şehirlerimiz ölüdür desem inanır mısınız? Diri odur ki hayat vere ve hayat bula. Hayatı yaşanılmaz ve yalnız kılan şehirler ölümden de zordur. İnsanlar şehirlerde mağaradaki yalnızlığı yaşıyorsa bunun sorumlusunu bulmalıyız. Sorumluyu Âdem ve eşi misali, biz diyerek başlamalıyız. İblisçesine senin sebebinle diyerek başkasını suçlamayı bırakmalıyız. Tüm şehirler “şehirlerin anası Mekke” olanın Rabbine dönmedikçe korku ve açlıktan emin olamaz.

Açların olmadığı ve her türlü korkunun yok olduğu beldelerdir bizim şehirlerimiz. Kapkaç sadece eşyaya değil, iman ve amele de yapılıyorsa oranın adı şehirde olsa bizim için hiçbir anlamı yoktur. İnsan vücut kentine hükmedemiyor ve aile metropolüne sahip çıkamıyorsa bilin ki şehrimiz ızdırap içindedir. İnsanı ihmal eden ve birbirinden uzaklaştıran ne varsa plan ve projesini değiştirmeliyiz. Neden mahalle olamadık sorusunun cevabını bulamayanın, şehir olması mümkün değildir. Kaç isim tanıyoruz mahallede, kaç komşu var ziyaretimiz de ve güven var mı semtimizde? Siteler içine mahkûm olmuş yarı açık ceza evi mantığında ki yaşam şehir değildir. Müsrif şehir değil, mütevazı şehir sahibi olmalıyız. Şehirden kazanıp şehre harcayan değil, kendine yeten olmalıyız. Beş yıldızlı huzur evleriyle değil, günaha çanak tutan yapılarıyla değil, manasız koşuşun yorgunluğuyla değil, insanca ve insana hizmet eden duruşuyla şehirler imar etmeliyiz. Köftesiyle, kabağıyla, patatesiyle değil, insan unsuruyla anılmayı arzu etmeliyiz. Birbirine hoş geldin demeyen, hal ve hatırını sormayan, güven ve emanet problemi yaşayan insanlar teknolojileriyle mutlu olamazlar ki, şehirlerine sahip olsunlar. Ne mukim ahlakına, ne de misafir edebine sahip olamayışımız bizi medeniyetsiz şehirleşmeye götürmüştür. Çocuk yuvalarının arttığı, köprüden sokağa çocukların yayıldığı, sığınma evlerinin gizlice inşa edildiği ve gölgelerden korkar hale geldiğimiz şehirler sahi bizim mi? Eğer bizimse, biz kiminiz? Münkirin korkusuzca ve hayâsızca işlendiği, marufun unutulmaya yüz tuttuğu şehirler yüz karamız değil de neyimizdir. Şehrimizde sürgün hayatı yaşıyorsak, derhal vatanımıza dönmelidir. O vatan ki imandır, Salih ameldir ve sevgiyle merhamet yarışıdır. Şehirler evlerimizin dış duvarlarıdır. Evlerimizi manen yıktıysak, maddi yıkım yakındır. Vatanı aslî, vatanı ikâmet ve vatanı sukna tabirleri vardır fıkhın sefer bahsinde. Dikkat edilecek olan ise hepsinin ortak noktası “vatan” olmasıdır. Vatan odur ki imanla beraber yaşanan yerdir. Mümin de o kimsedir ki, hangi vatanda olursa olsun vatanının hakkını vermelidir. Şehrin mezarlığı ve son noktası bilinmeli ki sefer hükmü uygulansın. Şehrini tanımayanın fıkhı olur mu? Şehir fıkhını bilmek ve ihsan üzere ihlâsa ermek için son bir soru; şehir benim neyimdir?

www.adabulteni.com - Sayfa 11

KENT DEDİĞİN İNSANDAN BAŞKA NEDİR Kİ ? Emine ATLI Son yıllarda ülkemizde işsizlik, terör, eğitim gibi çeşitli problemlerden dolayı kırsal kesimden özellikle büyük şehirlere yapılan göç hareketleri halen sürmektedir. Buna bağlı olarak da stres, gürültü, kültürel yozlaşma, kira derdi gibi sosyo-ekonomik etkilerin yanında, altyapı eksikliği, hava ve su kirliliği gibi çevresel problemlerle de karşılaşılmaktadır. Her şeyin iki yüzü olduğu gibi, kentleşmenin de iki yüzü vardır. 1. Yapısal kentleşme 2. Kültürel kentleşme. Yapısal olarak büyük şehirlere yakın kesimlerde ülkemizin ak ciğerleri konumunda olan ormanlarımız katledilerek, birer kanserli tümör görünümündeki site, lüks villa ve çok katlı binalarla tabii zenginliklerimiz yok edilip kentlere çevrildiği gibi kentlerde varoş veya gece kondu mahalleleri ile köyleri andırır olmuş. İç içe geçen bu karmaşa buz dağının görünen yüzüdür. Buda zaten bizi değil yöneticileri ilgilendiren bir durumdur. Kentleşmenin ikinci ve bence asıl yüzü olan kültürel kentleşmeye gelince işte bu konuda herkesin söyleyeceği pek çok sözü olsa gerek. Çünkü kültürel kentleşme kültürel yozlaşmayı da beraberinde getirmiş durumda. Kentleşme sonucu oluşması beklenen kültür zenginliği-çeşitliliği maalesef oluşturulamamıştır. Kentlerin baş döndürücü değişimlerine ayak uydurmada zorlanan insanlar, özellikle de gençlerimiz vardır. Her değişim olumlu değildir elbet. Bir gelişerek değişmek vardır, birde çürüyerek değişmek. Bir sütü yoğurt yapmakta ekşitip çöpe dökmekte mümkündür. Elbette yeniliklere açık olmalı insan, kentin nimetlerinden faydalanmalıdır. Tüketmemiz için önümüze konan yenilik mönülerinin içeriğini ve katkı maddelerini bilmeden midemize indirirsek, mide zâfiyeti geçirmemiz kuvvetle muhtemeldir. Bu durumda kentte yaşayan kitlelere kentli olma bilincinin verilmesi ve sosyal sorumluluklarının öğretilmesi gerekir. Bireysel düşünüp, bireysel yaşayan insanlar şehrin problemleridir. Medenî yaşam; bireysel ve sosyal sorumlulukların farkında olarak dayanışma halinde yaşamayı bilmektir. Oysa günümüzdeki apartman yaşamı yalnız yaşam yani vahşi yaşamdır. Alt komşu üst komşudan haberdar ve emin değildir. Oysa Efendimiz (as) “Müslüman komşusunun elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.” buyuruyordu .

Sayfa 12 - www.adabulteni.com

İnsanlar arasındaki iletişim kopukluğu komşuluk ilişki ve haklarından bî haber yaşam, insanca ve İslâm’ca bir yaşam değildir. İnsanlar arası ilişkiler hayatı paylaşmak için değil, tam aksine hayattan pay almak için kuruluyor. Demek ki içinde yaşadığımız şehirden ziyade içimizde yaşattığımız şehri medenîleştirmeliyiz. Allah’ın Rasûlü ve arkadaşları gibi hicret edilen Yesrib’leri Medîne’leştirmeliyiz. Bulunduğumuz topluma artı değerler katmalıyız. Medîne’li yani şehirli olmak yürekte başlar, yüreği Medîne’li olmayan insan baş kentte de yaşasa cahil kalır, bedevî kalır. İçimizdeki şehrin sokaklarını güzel ahlak, insan haklarına riayet, kötülükleri tevbe deterjanı ile temizleyip; su-izan eden, başkalarının hakkına göz koyan, kıskanan, çalan düşünce hırsızlarından asayişi sağlayabilirsek, caddeleri ilim, fikir, saygı ve hoşgörü lambaları ile aydınlatabilirsek içimizdeki kenti de, içinde yaşadığımız kenti de Medîne’leştirebiliriz. W. Şekspir’in dediği gibi: “kent dediğin insandan başka nedir ki” Paulo Coelho’nun popüler eseri “Simyâcı”da şöyle bir bölüm yer alır: “Romanın kahramanı Santiago bir kasabada yaşayan bilgeden hayatın gizemini öğrenmek ister ve bilgenin sarayına gider. Bilge önce, Santiago’yu bir teste tabi tutacağını, hayatın sırrını daha sonra anlatacağını bildirir. Gencin ağzına içinde iki damla yağ bulunan bir kaşık verir. Ve bu kaşıkla birlikte sarayımı gez, içindeki güzellikleri gör fakat sakın yağı dökme der. Biraz sonra genç bilgenin yanına gelir. Bilge ona neler gördüğünü sorar. Genç yağı dökmemek için bütün dikkatini kaşığa verdiğini, onun için hiçbir şey görmediğini söyler. Bilge, tekrar git bu sefer yağla birlikte güzellikleri de seyret der. Bir müddet sonra genç geri gelir. Ve sarayda gördüğü atlas halılardan değerli tablolara kadar her şeyi anlatır fakat kaşıktaki yağı döktüğünü söyler. Bilge işte der, hayatın sırrı güzellikleri seyrederken kaşıktaki yağı dökmemektir.... !” Evet sağlıklı kentleşme, kendi öz değerlerimizi kaybetmeden yaşama ayak uydurmaktan ziyade ona değer katmaktır. Tüketmekten daha çok üretmektir. Selam ve dua ile

SAGED

SAKARYA GÖNÜLLÜ EĞİTİMCİLER DERNEĞİ Sivil toplum örgütleri; insanların taleplerini, ihtiyaçlarını tesbit ederek bunu belli bir kurumsal kimlik içerisinde ifade etmenin ürünüdür. Devlet mekanizmasının karşılamadığı, eksik bıraktığı, dolduramadığı alanları amacına uygun tamamlama girişimidir. Aynı zamanda halkın taleplerini duyurma, ifade etme, hakkını arama aracıdır.

ni öğretmen, öğrenci ve velîleri hedefleyerek oluşturmaya çalışmaktadır. Öğretmenlerin meslekî ve fikrî noktadaki paylaşımlarını en üst düzeye çıkararak daha aktif kılmaktır. Velîlerin eğitim noktasındaki düşüncelerini daha sağlıklı zemine oturması için rehberlik faaliyetleri yapılacaktır. Velî eğitim seminerleri düzenleyecektir.

Eğitim insanı ve toplumu şekillendirir. Sakarya Gönüllü Eğitimciler Derneği toplumun dönüşümünde eğitimin çok büyük etkisi olduğundan hareketle öğrenci, veli ve öğretmenlerin bu süreçte aktif olarak bulunmasının gereğinin ihtiyacından hareketle kurulmuştur. Bu sürecin “gönüllü” katkılarla biçimlenmesine ve geliştirilmesine çalışmaktadır.

Biz büyük Türkiye ailesinin fertleriyiz. Bu ülkede okuyan, yaşayan çocuklar; bizim çocuklarımız, gençler; bizim gençlerimizdir. Bu çocuklar ve gençler geleceğimizi oluşturan ana dinamiklerdendir. Onların ancak iyi bir eğitim alması sağlanarak geleceğimizin teminatı olmaları sağlanabilir. Geleceği, değerlerimizi merkez alan bir düşünüşün, inancın temsilcisi olan gençlerin eğitimini önemsemekteyiz. Yaşanan çözülmelere, yozlaşmalara karşı kendi inanç ve değerlerini hayatında yaşayarak, savunuculuğunu yapacak bir nesil oluşturmanın ehemmiyeti ortadadır. Derneğimiz üniversite ve orta öğrenim gençliğinin sahipliğini yapacak, onlara yol ve yön gösterecek çabalar ortaya koymaya çalışmaktadır. Öğrencilere yönelik kurs, yarışma ve değişik etkinliklerle fikrî ve sosyal gelişimlerine katkı yapmayı hedeflemektedir.

“Sakarya Gönüllü Eğitimciler Derneği” Sakarya’da bir grup öğretmen tarafından 2007 yılında kuruldu. Eğitim- öğretim faaliyetinin merkezinde yer alan öğretmenlere var olan durumu anlama ve yorumlamada daha sağlıklı bir yön kazandırmayı hedeflemektedir. Eğitim- öğretim sorunlarını çözümleriyle tartışmak ve bu noktada duyarlılığı artırmaktır. Öğretmenlerin entellektüel alt yapılarını güçlü kılarak ülke meselelerine sahip çıkma ve bu noktada fikrî olarak kafa yormayı esas almaya çalışmaktadır. Öğretmenlerin son dönemlerde yaşanan kimlik ve kişilik erozyonunu önleyerek eğitim ve öğretimde daha aktif ve etkili olacak bir yapı oluşturmayı istemektedir.

Adres: Bankalar Cad. Kent İş Merkezi Kat: 4 Daire: 102 Adapazarı Tel: 0.264. 279 03 16 - 0. 505 647 03 25 Web: www.degirmendergi.com

Sakarya Gönüllü Eğitimciler Derneği etkinlikleri-

www.adabulteni.com - Sayfa 13

FAALİYETLERİMİZ Eğitim Programı 2007-2008 Eğitim Dönemi Cuma akşamı Sohbetlerimiz Hamza TEKİN, Mehmet KUZU, Yusuf YAVUZYILMAZ ve Selâmi GÜRSOY Hocalarımızla; Esmâ AKBAY Hocahanımla ise her ayın ilk Cumartesi günleri hanım kardeşlerimize Kur’an Günlüğü Dersleri ve Eğitim Seminerleri; Ayrıca genç kızlarımızın Tefsir Dersleri ve genç erkek kardeşlerimizin de sohbet programları devam etmektedir. Aile Eğitimi Programı: Adapazarı’nda 4. senesine başladığımız Aile Eğitimi Programımız bu sene dört ayda bir şeklinde ve aylık ödevlerle devam ediyor. Yine bu sene Hendek’te 50 ailenin katılımıyla üç yıllık yeni bir Aile Eğitimi Programı başlatılmıştır. Bayramlaşma İki seneden beri yapmakta olduğumuz toplu Bayramlaşma Programımız, Adapazarı’na hizmet eden yirminin üzerinde Gönüllü Kuruluşla Ramazan Bayramında ve Kurban Bayramında da bir arada olduk ve coşkulu bir şekilde kutladık. Davetimize icabet ederek Adapazarı’lı Müslümanlarla kucaklaşan kardeşlerimize teşekkür ederiz.

Öğrencilerimize Burs

Giyim Yardımı Hayırsever kardeşlerimizin ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmak üzere bize güvenerek teslim ettikleri Kadın-Erkek ve Çocuklara ait Giyim Yardımları “Veren El ile Alan El Arasında Köprü” olma hassasiyetiyle yerlerini ulaştırılmıştır.

Sayfa 14 - www.adabulteni.com

Şehrimizde eğitim gören veya hemşehrimiz olup ta başka şehirlerde eğitim gören öğrenci yavrularımıza her sene olduğu gibi bu yılda az da olsa bir miktar Burs verebiliyoruz. Yardımda bulunan kardeşlerimizin kazancını Rezzak olan Allah (cc) bereketlendirsin.

ADA BÜLTENİ İSTİŞARE TOPLANTISI Geçen sene başlatmış olduğumuz AdaBülteni’mizin Yayın Kurulu ve Yazarları ile yemekli istişâri toplantısını bu yeni yayın yılı içinde gerçekleştirdik. Geçen bir yılın muhasebesi ve yeni dönemde neler yapılabilir, nelerin yapılması gerektiği hakkında faydalı bir görüş alış-verişinde bulunuldu.

Ziyaret ve Davetlere İcabet

KONFERANS Kısa adı “SAGİR” olan “Sakarya Adalet Girişimi” birleşenleri olarak; Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şûbesi, İlim Hikmet Vakfı, Diriliş Saati Dergisi, Özgür-Der Sakarya Şûbesi ve Vahdet Vakfı Adapazarı Şûbesi adına Vakıf Şûbemiz olarak 30 Kasım 2007 Cuma akşamı bir Konferans tertipledik. “Sosyal Siyasetimiz” adlı konferansı oldukça kalabalık bir dâvetli topluluğa Muhterem Abdullah BÜYÜK Hocamız takdim ettiler. Dâvetimizi kabul ederek konferansı veren Hocamıza ve kalabalık bir katılımla bize şevk veren kardeşlerimize teşekkür ederken, bu güzel tablonun diğer kardeş kuruluşlara da bu tür çalışmalarında bir örnek olmasını temenni ederiz.

Mâlum olduğu üzere biz Ribat Eğitim Vakfı’nın bir Şûbesiyiz. Vakıf merkezimizde veya diğer şûbelerdeki faaliyetler için dâvet edildiğimizde de mümkün mertebe icâbet ederiz. Bu çerçevede Konya Vakıf Merkezimizin “Hizmet İçi Eğitim Semineri”, Kütahya Şûbemizin “Ramazan Programı” dâveti ile İnegöl’de “Hizmet Binâsı Açılışı Programı” dâvetine katılarak oralardaki kardeşlerimizin hem sevinçlerine ortak olduk hem de çalışmalarımızın daha güzel, daha faydalı olabilmesi için neler yapılabilir bunları karşılıklı görüşme imkânı bulduk.

www.adabulteni.com - Sayfa 15

ERENLER DİLMEN MAHALLE MUHTARLIĞI Hazırlayan: Hasan Keleş Dilmen Mahallesi; 26 Mart 1989 tarihindeki seçimlerden sonra Erenler Merkez Mahallesinden ayrılarak mahalle oldu. Mahallemiz; Bağlar, Erenler Merkez, Hacıoğlu, Güllük ve Akıncılar mahalleleri arasında bulunmaktadır. 8 ana cadde ve 83 sokaktan oluşan ve şu an itibarı ile toplam olarak 16949 nüfusa sahip bir mahalledir. Sınırlarımız içinde 1 İlköğretim Okulu, 3 adet Cami bulunup, Sağlık Ocağı bulunmamaktadır. Sadece özel bir Diyaliz Merkezi sınırlarımızda bulunuyor. Mahallemizde fabrika bulunmamaktadır. Pazartesi günleri semt pazarımız halkımızın ihtiyacını karşılamaktadır. Semt sakinlerinin bir araya gelip beraber olabilecekleri ticâri yönden bakkalları (alış- verişlerinde de olsa), okul ve haneler bulunmaktadır. 10 adet Çocuk Parklarımızda mahalledeki çocuklarımızın ve büyüklerimizin de faydalanacağı kültür fizik aletleri de bulunmaktadır. Sosyal ak-

Sayfa 16 - www.adabulteni.com

tivitelerin yapılabileceği özel bir halı saha ve Köy Hizmetlerine ait bir antreman sahası bulunmaktadır. Bu tür alanlarla halkımızın bir nevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyoruz. ve Marmara depreminden etkilenen 560 hane binamız bulunmaktadır. Bunların 500 adedi ağır hasarlı olarak yıkıldı. Bu depremde 51 mahalle sakinimizi kaybettik, Allah hepsine rahmet eylesin. Mahallemiz depremin yükünü yavaş yavaş kaldırıp eski güzelliğine kavuşuyor, hatta kurtulmuş da diyebiliriz. Münür EYÜBOĞLU olarak 1949 doğumlu evli 2 çocuk babası ve Ortaoukul mezunu, aynı zamanda Zirai Donatım emeklisi olarak 26 Mart 1989 tarihinden beri 4 dönemdir Mahallemizin Muhtarlığını halkımızın bize duyduğu güvenle sürdürmekteyim. Yine halkımızın bize duyduğu güven devam ettiği müddetçe görevimizi halka hizmet Hakka hizmet düsturu ile devam ettirmeye çalışacağız.

ADAPAZARI’NDA KENT VE KENTLİLİK BİLİNCİ Yusuf Ertuğrul ERDEM Kent: Meydan Larousse kenti; halkın çoğunluğunun ticaret, sanayi veya yönetimle ilgili işlerle uğraştığı bir yerleşme alanı ve tarım dışında işlerle uğraşan insanların toplanmasıyla meydana gelen ekonomik, demografik ve sosyolojik bir kurum olarak açıklamaktadır. Farklı bir görüş açısıyla kent; insanlarıyla, sembolleriyle, sorumluluklarıyla, geleceğiyle yerel yönetimler anlayışına ilave edilen kentsel gurur ile tasvir edilmiştir. Kentlilik Bilinci: Kentli olmak için kentte yaşayan insanların kente ait olduklarını hissetmeleri, bir başka deyişle kentle bir bütün olmaları gerekmektedir. Kentli olmak, yaşadığın ortamı diğer insanlarla paylaştığını bilmektir biraz da. Bir sorumluluktur kentli olmak. Kente ve kentte yaşayan diğer insanlara saygı duymayı gerektirir. Kentlileşme, kentli insan davranışlarının bireyde, ailede ve diğer sosyal gruplarda gelişme sürecidir. Bir toplum içerisinde yaşayan insanların tarih ve toplum kültürü bilinciyle, kentsel hak ve görevlerini kente yakışır bir şekilde yerine getirmesi kentlileşmenin bir göstergesidir. Kentte yaşamak, kentlilik için yeterli olmuyor. Kentlileşmek ile en anlaşılması gereken şey “tanımadıklarınla birlikte yaşayabilme olgunluğu” olsa gerekir. Tabi ki, bireyin sosyalleşmesi için de bireysel niteliklerin ön plana çıkartılması beklenen bir değişimdir. Nerede durduğunu bilmeyen, kim olduğunun farkında olmayan, bu dünyadaki varlık sebebini tam olarak idrak edememiş bireylerin “kentlilik bilinci”ni oluşturabilmeleri imkan dahilinde değildir. Kentlilik Bilincini sağlamadan önce insanî bir bilinci oluşturmak önemlidir. Adapazarı’nda Kentli Olmak-Olamamak: Kentsel gurura sahip olanlar, kent insanını, onun sorunlarını ve bütün bunlara bağlı olarak kent siyasetlerini de daha iyi bilenlerdir. Aslında, yerel yönetimler, fonksiyonları gereği “kente ilişkin bilgiyi yayma, dağıtma ve dönüştürmek”le mükelleftir.

Yerel yönetimler, kentleşme ve kentlileşme oluşumu içinde çıkacak olan olumsuzlukları, eksiklikleri ve uyumsuzlukları giderici bir görev üstlenmektedir. Kentlilik bilincinin oluşumunda, insanlara yol gösterici ve halkı bilinçlendirici bazı plan, program ve projeler yerel yönetimler tarafından yapılmalı ve halk bir bütünü oluşturacak şekilde idare edilmelidir. Buna karşılık kentte yaşayan insanların da kent yönetimine ve kente katkı sağlayacak bir düşünce içersinde olmaları gerekmektedir. Karşılıklı iletişimin kurulmasıyla kentlileşme aşamasının daha kolay ve daha verimli geçilebileceği bir gerçektir. Göç olgusunun oluşturduğu tehlike kültürler üzerindeki değişim sorunudur. Göç, çok fazla göç veren ve çok fazla göç alan bölgelerin kültürleri üzerinde derin yaralar açmıştır. Osmanlı’nın son döneminden itibaren Balkanlar, Kafkasya ve Türkiye’nin değişik bölgelerinden göç alıp yetmiş iki buçuk milletten müteşekkil insanların mutluluk içerisinde hayat sürdükleri Adapazarı için bu durum bir övünç vesilesi olsa da kentlilik bilincini oluşturmada sorun oluşturduğu rahatlıkla görülebilir. Farklı etnik kökene sahip toplulukların, kent içerisinde kendi görüşlerini ve kendi yaşam tarzlarını diğer topluluklara karşı kabul ettirme yarışı içerisinde olmaları, bir bütünü oluşturamamanın dolayısıyla kentli olamamanın gerçekçi bir kanıtıdır. “Kentlilik bilinci” insanların yaşadıkları kenti benimsemeleri, o kente ait olduklarını hissetmeleri ve daha da önemlisi yaşadıkları kente karşı kendilerinde sorumluluk duygusunun oluşmasıdır. Göç yoluyla yeni bir kente gelen insanların kentli olabilmeleri için bir çaba harcamaları gerekmektedir. Burada çabadan kastedilen insanların eski hal ve hareketlerinin kent hayatına uygun bir şekilde değiştirmeleri ve geliştirmeleridir. Adapazarı’na göç edenlerin buna titizlikle riayet etmeleri kentlilik bilincinin oluşturulmasında önemlidir. Adapazarı’nın “Yaşayan Kent” Olabilmesi…

www.adabulteni.com - Sayfa 17

Kentler; birlikte yaşadığımız, geleceğimizi bina ettiğimiz, hatıralarımız ve hayallerimizle dolu mekânlarımızdır. Bu mekânların yaşanabilir kılınması bizim kendimize, evlatlarımıza ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuzdur. Kentler, sadece bugün üzerinde yaşadığımız toprak parçası ile onun üzerinde bulunan evlerimizden, iş yerlerimizden ve diğer yapı ve tesislerden oluşan fiziki yapı değildir. Kentler, insanlık tarihinin uzun yıllar süren tecrübesi sonucu şekillenmiş, onların gelişimine tanıklık etmiş şahitlerdir. Kentimizde bu gelişime “Sakarya” adından ziyade “Adapazarı” adıyla şahitlik edilmiştir.

kültürel ortamların hazırlandığı bir Adapazarı… İçinde yaşayanların kendisini dışlamadığı, kendisine karşı samimi duygular beslediği, aidiyetle sarıldığı bir Adapazarı... Kente hakettiği hizmetin sağlanmasında önemli roller üstlenebilecek, kentlilik bilincini öncelik eden muhafazakar demokrasinin vazgeçilmezlerinden sivil toplum kuruluşlarıyla güçlü Adapazarı…

Kendini bir yazarın ellerine teslim etmiş kentler, ruhunu; yani acılarını, emeklerini, sevinçlerini, aşklarını, yoksullarını, suçlularını, zenginlerini, öfkelerini zaaflarını insanlık hafızasına teslim eden şanslı kentlerdir. Bunlar yaşayan kentlerdir. Oralarda herkes kendinden bir şeyler bulur. Herkes, bir şeyler için sevinir, bir şeyler için üzülür. Yaşanan hikayelerin parçası olur, açlıktan nefesi kokan bir yoksulun doyabileceği bir şeyler bulması için yakarırsınız içinizden. Veya suç işlemeyi kafasına koymuş bir gencin bunu yapmaması, son anda aklının başına gelmesi; hastalanan bir çocuğun iyileşmesi, ayrı düşen iki sevgilinin kavuşması için dua edersiniz. Siz de o şehrin bir parçası olursunuz.

Sokakta davranışlarına, sözlerine dikkat eden, çevreyi rahatsız edecek yüksek ses ve kirli ifadelerden kaçınandır.

Adapazarı için bir şiir, bir hikaye yazmayı kaçımız düşledi? “Bu şehir için kimler ne yazmış, alıp okuyayım, kütüphanemde bunları mutlaka bulundurayım” diyen kaç kişi? Kentimizdeki 40 bini aşan Üniversite, 175 bini aşan ilköğretim öğrencileri için yayınevi sahipleri “Adapazarı Külliyatı” oluşturabildi mi? Adapazarı bizi ruhuna kattı mı veya biz Adapazarı’nın ruhunu hissedebildik mi? Adapazarı’nı kurtarmak için kitabını, şiirini yazmalı, türküsünü söylemeliyiz. Her taşına, her sokağına, her mahallesine ilişkin toplumsal hafıza oluşturmalıyız. Herkes gözünü kapayıp hayalinde Adapazarı’nı karış karış seyredebilmelidir. Gönül bir Adapazarı arzuluyor: İçinde 30’a yakın muhtelif yerel kültür derneklerinin olmadığı, herkesin yaşadığı kenti içselleştirdiği, milli kültürün şemsiye görevi gördüğü, milli dilin (İstanbul Türkçesi) ortak değer olarak konuşulduğu bir Adapazarı… Evlerde hakim olan mimarinin kente bir kimlik kazandırdığı, kent stresine karşı sosyal, psikolojik ve

Sayfa 18 - www.adabulteni.com

Farâbi’nin “Medînetül Fâzıla” (Erdem Şehri) dediği gibi bir kent… Nihâyet câmi avlusuna bırakılmamış bir kent. İdeal Adapazarılı:

Küresel iklim değişikliğini aklına getirmeden “açık bir musluk görünce kapatandır”. Her yıl temizlik hizmeti için trilyonlar harcandığını aklına getirmeden kentli insan refleksiyle “elindeki çer-çöpü sağa-sola, sokak ortasına atmayan bilinçli hemşehridir”. İşyerim deyip yayanın kullandığı kaldırımı Belediye zabıtasının uyarısına ihtiyaç duymadan işgalden kaçınan, kul hakkına riayet eden “onurlu esnaftır”. Sakaryaspor’a yardım olsun bahanesine sığınmadan aracını gelişigüzel park etmeyen, kentinin takımını küfürsüz destekleyen, sporun yaşamı güzelleştiren bir araç olduğunun farkında olan “Tatangadır”. “Polis görmesin” demeden başkalarının mal ve can emniyetini tehdit edecek davranışlardan kaçınandır. Kente ve kentte yaşayan diğer insanlara saygı duymayı nezaketin gereği gören “adalı hanımefendibeyefendi”dir. Sokak, cadde, park ve yeşil alanların ancak üzerinde yaşayan insanların hassasiyeti ve özenli koruması ile temiz kalabileceği temasını özümsemiş “Gerçek Temacıdır”. İdeal Adapazarılı; biraz da kenti emânet, kendini de emânetçi bilip, gelecek nesillere bu emâneti en güzel şekilde teslim etmek adına el ele, gönül gönüle veren erdemliler topluluğunun seçkin insanıdır. Ben, sen, o, biz, siz! Haydi var mısınız?

ŞEHİR VE MEDENİYET

(*)

Medeniyet; uygarlıktır, kentlileşmek, kırsallıktan kurtulmaktır. Temiz, sağlıklı, düzenli bir yaşamdır. Medeniyet ile “Medine” yani kent (şehir) hayatı arasında çok yakın bir ilişki vardır.

ları, mümkün müydü ticari metalarını insanların geçiş yolu üzerine sersinler ve onların geçişine engel oluştursunlar. Bunu son derece ciddi bir kul hakkı ihlali telakki ederlerdi.

İnsanlığın en mümtaz siması, kainatın medar-ı iftiharı, âlemlerin rahmet vesilesi, medeniyetin emsalsiz öncüsü Hz. Muhammed (SAV) insanlığı içine düşmüş olduğu cehalet girdabından çekip çıkarma, medeniyetin aydınlık iklimine kavuşturma mücadelesini Mekke’de başlattı. Mekke bürokrasisi ve ilkel ruhlu egemenleri bu davete sırt çevirdiler ve hatta bütün güçleriyle karşı koydular.

Düzensizlik, gelişi güzellik, dağınıklık yoktu hayatlarında; derli topluydular, yaptıkları işi güzel yaparlardı. “Allah güzeldir, güzel işi sever” diye bilirlerdi.

Mekke’de bedevilikten medeniliğe geçişin uzun süreceğini fark eden Hz. Muhammed, arkadaşlarıyla birlikte Yesrib’e hicret etti. Yesrib O’nun ve kutlu arkadaşlarının ortaya koyduğu temiz ve düzenli yaşam, inşa ettikleri sevgi medeniyeti ile Medine (şehirlerin anası, medeniyetin aynası) oldu. Medine sakinlerinin yaşam ortamında; Birinin gözünden damlayan bir damla yaş hepsinin yüreğine ateş düşürür, herhangi birinin yüzündeki tebessüm, diğerlerinin yüreğinde güller açtırırdı. Mutluluklarını paylaşmayı bildikleri gibi, acılarını da paylaşırlardı. Kendileri için istediklerini dostları, arkadaşları için de isterlerdi. Hatta çoğu kere dostlarını, kendi nefislerine tercih ederlerdi. Birinin diğerine yaptığı güzel bir ikram, birkaç kapıyı dolaşır da tekrar kendine döndüğü olurdu. Birbirinin ışığını kesmek, rüzgârına mani olmak yoktu onların imar anlayışında. Onlar birbirini kıskandırma, incitme adına ne varsa ondan kaçınır, var olanı sonuna kadar paylaşırlardı. Yolda bir çer-çöp mü gördüler, yada insanların ayağına takılan bir engel; hemen tutar kaldırırlardı. Bakmazlardı bir başkası gelsin, kaldırsın diye. Çünkü öyle öğretmişti Sevgililer Sevgilisi. Demişti ki; “İman altmış şube ise biri de yol üzerinde insanların ayağına takılan engeli kaldırmaktır.” Medine’nin medeni insanları, Allah’ın mümin kul-

Estetik ruh dünyalarına egemendi. Aynası ve tarağı olmayan yoktu. İnsanlar arasına dağınık saçları ile çıkmazlar, ayna yoksa durgun suyu ayna gibi kullanırlar. Sağlığa zararlı yiyecek ve içeceklere asla itibar etmezlerdi. En göze çarpan yanları kendileriyle ve çevreleriyle barışık halleriydi. Hayat dolu, sevgi doluydular. Tanıdıkları, tanımadıkları herkesle selamlaşmayı, iyi dilek ve temennide bulunmayı prensip edinmişlerdi. Onların şehir hayatında çocuk olmak da, yaşlı olmak da, kadın olmak da ayrıcalıktı. Ne huzurevi, ne bakımevi, ne de sığınma evi gibi müesseseler yoktu dünyalarında. Bir yanları vardı ki, asıl onları farklı kılan oydu: Onlar ilme, öğrenmeye, çalışıp fayda üretmeye adeta âşıktılar: “İlim öğrenmek kadın ve erkek herkese mecburidir.” “İki gününü eşit geçiren aldanıştadır, kayıptadır.” diye öğretilmişti kendilerine. O nedenle zaman yönetimini en iyi onlar biliyordu. Hayatları tamamıyla programlıydı. Boşa geçirecek, heba edilecek zamanları da yoktu onların. Zaten her şey, ama sahip oldukları her şey bir emanetti ve geçici bir süre için kendilerine verilmişti. Onlar inançlarıyla, iradeleriyle, Kutlu Önderlerinin örnekliğinde hem yaşadıkları çağa “Saadet Asrı” unvanını verdirdiler, hem de şehir medeniyetine dair en güzel uygulamaların öncüsü oldular. *Mehmet ÖZKAN’a ait bu makale “Yerel Siyaset” Dergisi’nin Ağustos 2007’de yayınlanan 20. sayısından alınmıştır.

www.adabulteni.com - Sayfa 19

“Kartal, kuş türnilerek bozgunculeri içinde en uzun lukla, bölücülükle, yaşayanıdır. 70 yıl suçlanıyor. İbn-i yaşayanı bile varHaldun’un belirttidır. Ancak kartal ği gibi devletlerin bu yaşa ulaşmak ömrü insan ömrü için, 40 yaşındaygibi oluyor.(1) ÇoRüstem BUDAK ken çok ciddi ve cukluk döneminde zor bir kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı hazırlanırken, gençlikte yüksek sesle taleplerini 40’a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini dillendirip, orta yaşta bunları pratize eder. Orta yitirir ve bu nedenle de beslemesini sağladığı av- yaştan sonra gençlikte düşündüklerinin en ideal larını kavrayıp tutamaz hale gelir. Gagası uzar ve olduğu düşüncesiyle bunları sürekli korumayı ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağır- muhafaza etmeyi düzenin temel amacı haline gelaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır, sıçraması zor- tirir. Bu direniş fayda vermez ve yaşlılık ile ölüm laşır. Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun zaruri olur. Devletler takipçisi oldukları medeniacılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden yet birikimine sahip çıkarak kendilerini geliştirirdoğuş süreci ise 150 gün kadar sürer. Peki nasıl ler. İç ve dış hâkimiyet sahalarında üstünlüğünü gerçekleşir? Yeniden doğuş için kartal bir dağın kabul ettirdikten sonra “devrim kendi çocuklarını tepesine uçar ve oradaki bir kayalıkta, artık uç- yemeye, kendini inkâra, zaferin getirdiği sarhoşlumasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır. ğu yaşamaya” başlar. Kendisinden üstün bir güç Bu uygun yeri bulduktan sonra gagasını sert bir onun bıraktığı boşluğu doldurmaya başlayınca boşekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda gaga calamaya, tereddütler içinde, korku refleksleri ile düşer. Kartal bir süre gagasının çıkmasını bekler. kendi kendini tüketmeye başlar. Kaçınılmaz son Gagası çıktıktan sonra, bu yeni gaga ile pençele- gelmiştir. rini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca Medeniyetler bazı yönlerden devletler ile benkartal bu sefer de eski tüylerini yolmaya başlar. 5 zeşirlerse de farklılıkları vardır. Medeniyetlerin ay sonra kartal kendisine 20 ve daha uzun süreli taşıdığı bir düşünce çizgisi vardır. Bu düşüncenin bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşuoluşturduğu sosyal, siyasal pratik kendisinden sonnu yapmaya hazır duruma gelir.” raki dönemleri de kapsar. Etkilemeye devam eder. Var olmak değişmek, değiştirmek ve dönüştür- Devletleri kuran milletler, coğrafyalar değişse mektir. İnsan dünyada var olalı sürekli kurduğu de medeniyet çizgisini farklı zamanlarda taşıyan düzenleri, dinleri, ideolojileri korumak ve geliştir- devletler ortaya çıkmışlardır. Batı medeniyeti Yumek istemiştir. Kurmuş olduğu medeniyet anlayış- nanlılar tarafından kurulmuş, ardından Romalılar larından bazıları ortadan kalkmış olsa da bazıları tarafından geliştirilmiş, şimdi ise Almanya, İtalyenilenerek ve farklı şekillerde ortaya çıkarak var- ya, Fransa ve ABD tarafından sürdürülmektedir. lıklarını devam ettirmişlerdir. Her düzen kurul- İslâm medeniyeti tevhid esaslı olan yapısıyla Hz. duktan sonra kendini en mükemmel ve yıkılmaz Muhammed (sav)’den önce farklı devletler- kişidüzen olarak algılayıp değişimin önünü kapatıyor. ler tarafından temsil edilen çizgisi; Medîne İslâm Değişim sürecinden geri kalan veya uyum göste- Devleti, Emevî, Abbasî, Fâtımî, Selçuklu, Osmanlı remeyen kişi ve kurumlar yıkılmaya mahkûmdur. devletleri tarafından devam ettirildi. Bu medeniKoruma güdüsü ile değişim taleplerine sürekli sert yet çizgisi her devlet eliyle geliştirilerek devam tepkiler konuluyor. Yenilenme iradesi kayboluyor, ettirilmiştir. Devletler İbn-i Haldun’un belirttiği var olanı muhafaza çabası ön plana geliyor. Geliş- “asabiyet”lere dayandığı için bu süreç kısa bir tirmek isteyenler “iç düşman, yerli işbirlikçi” de- döneme dayanırken, medeniyet çizgisi insanlığın

Sayfa 20 - www.adabulteni.com

ortak mirası olarak akıl ve vicdanda yankısını bulduğu için her daim yenilenerek var olma iradesini göstermiştir. Günümüzde İslam dininin şekillendirdiği medeniyet çizgisi hâkim pozisyonda bulunmamaktadır. Batı medeniyetinin yükseldiği, galip geldiği ve hâkim olduğunu görmekteyiz. İslâm dünyası olarak tanımlanan coğrafyalarda fikrî, sosyal, ekonomik, siyasî bir toplumsal- kurumsal örneklikten uzak hem devlet hem de medeniyet çizgisi olduğunu gözlemlemekteyiz. Batı tarafından işgal edilen topraklar, her gün yenileri eklenen katliamlar, adaletsizlikler, felsefeden yoksun bîçâre bir hal üzere bulunmaktadır. Kendi düşünsel ve kültürel dinamiklerinden uzaklaşan, bunlardan ümidini kesen bir ruha bürünmüştür. Halklar dindaşı yöneticiler tarafından şeriat adına haksızlıklara, zulümlere mahkûm hale getirilmişlerdir. Geçmişin görkemli dünyasında gezinmekte, bugün ve yarına dair düşüncelerini oluşturamamaktadırlar. Kazanılmış zaferler içinde kendini kaybederken, yeni zaferler düşleyememektedir. Kazanabileceğine inancını da yitirmektedir. Bir daha öyle bir dünya kuracağına dair ümidi belirmemektedir. “Öyle ideolojiler vardır ki müstakbelini (=rüyasını) hep mazide yaşar. Öyle ideolojiler vardır ki müstakbelini hep gelecekte yaşar. İşte sadece bu ikinci tür ideolojiler ikinci bir hayat yaşayabilirler. Çünkü böyle bir ideoloji, zaten yaşamaya doğru yönelen güçlü bir arzudur, hayat yönüne atılmış bir adımdır. Müstakbelini geçmişte arayan ve yaşayan ideoloji, mensup olduğu düşünceye ait oluşum sürecinin geçersiz kaldığı dönemlerden birini yaşamak isteyen ideolojidir. Oysa müstakbelini ilerde, gelecekte arayan ideoloji ise, oluşum sürecinin henüz geçersiz kalmadığı anı yada anları yaşayan, yaşamaya devam eden ideolojidir.”(2) Bu fikrin müntesipleri sahip oldukları düşünce mirasının bugüne ve yarına cevabı aranmadığı müddetçe derin bir aldanmışlık ve aldatılmışlık girdabında yaşamaya devam edecektir. An’ı kavrayamayan ve hükmedemeyen bir fikrin gerçekliği ve sahiciliği sorgulanır. “Biz, bir mesajı yenilemek ister veya yürürlükten kaldırırsak mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.”(3) Bu ayeti okuyan Müslümanlar bununla kastedilen şeyin Hz. Muhammed (sav)’in elçiliğiyle gönderilen İslâm dininin kendinden önceki din ve inanışların bazılarını “yenilemek” bazılarını da yürürlükten kaldırmak için gönderildiğini düşünmektedirler. Hz. Muhammed (sav)’den önce birçok peygamber gönderilmiş ve her birinin gönderildiği topluma bir yol-nizam teklifi olmuştur. Bu tekliflerin özü olan tevhid-adalet ve özgürlük her daim mesajın temelini oluştururken toplumların ve zamanların durumuna göre belirlenen birbirinden

farklı teklifler de olmuştur. Bu noktadan hareketle bu ayeti bugün için şöyle okuyabiliriz: İslam dünyasının kültür ve medeniyet mirasını besleyen geçmiş devletlerin ve toplumların bütün birikimlerini alma çabasına girmemeliyiz. Peygamberden bugüne yaşanan tecrübelerin tümünün bu çağ için ifadesi veya karşılığı yoktur. Peygamber dönemi için geçmiş câhiliye dönemi iken, biz 21. yüzyılda yaşayan insanlar için geçmiş bu tarihî birikimin kendisidir. Müslümanlar tarafından yapılan her şeyin bu çağ ve zaman için geçerliliği olacağını düşünmek yersizdir. Değişmezlerini devam ettirmeli, bunlardan bazılarını yenilemeli bazılarını da yürürlükten kaldırmalıyız.“Bizim kastettiğimiz ve bugünün insanları olarak ilişki kurabileceğimiz kültür mirası, atalarımızın yaşadığı ve kitapların muhafaza ettiği kültür mirası değil, bilakis bundan süzülüp hal-i hazırdaki uğraşılarımıza uygun, bizimle yaşamaya müsait, gelecekte de bizle olabilmesi için gerekli gelişim ve yeterlilik sıfatlarına sahip olan kısımdır. Biz kültür mirasından bahsederken işte bu kısmı kastediyoruz. Asâletin (=orjinalite) anlamı da bu olsa gerektir.”(4) Oysa ki Müslümanların fıkıh, düşünce, felsefe, sosyal ve siyasal tahayyüllerine baktığımızda bazıları geçmişte kurulan devletlerin benzerini kurmak istemekte, bazıları aynı fıkhî bakış açısını yüzyıllar sonrasına aynı şekilde uygulamak istemektedir. Siyasal anlayışlar saltanatçı, tek tipçi, baskıcı bir anlayış pratiğini ifade etmektedir. Din anlayışı özgürlük, adalet ve tevhitten yoksun tasavvurlar ile doludur. Oysa ayet sürekli yenilenen zaman ve hareketlilik karşısında bizlerden yenilenme iradesini göstermemizi istemektedir. Terk etmemiz gereken yüzyıllar içerisinde dinselleştirdiğimiz ve adına İslâm dediğimiz alışkanlıklarımız, kültürümüz, asabiyetlerimizdir. Bu mesajla anlaşılan; günümüzde ayette belirtilen minvalde yenilenme iradesini inşâ etmeliyiz. Bir kartalın gösterdiği yenilenme irâdesini göstermeyen insan- devlet- medeniyetlerin ortadan kalkacağından şüphe yoktur. Kuruluşun, ilerlemenin irâdesine sahip olmaktan başka çaremiz kalmamıştır. Geçmişten birikmiş, artık hiçbir faydası ve bizim irâdemize katkısı olmayan fazlalıklarımızı atmalıyız. Yolculuk uzun ve bize bu yolculukta lâzım olan azık yerine gereksiz yere yükümüzü çoğaltarak kendimizi durağanlığa mahkum ediyoruz. Yenilgi psikolojisini yenip kendi “son kalan kaleleri”ni koruma refleksi yerine bir dünya inşâ etme irâdesini göstermek zorundayız. Kaynaklar: 1-Mukaddime- İbn-i Haldun 2-Felsefemiz- Muhammed el-Câbiri 3-Kur’an- ı Kerim- Bakara Suresi / 106 4-Felsefemiz- Muhammed el-Câbiri

www.adabulteni.com - Sayfa 21

Pokemonların Çocuk Ruh Sağlığı Üzerine Etkileri Hazırlayanlar: Uzman Dr. Şebnem Soysal - Uzman Dr. Aylin İlden Koçkar

Her kış mevsimi yaşamış olmamıza karşın hep şaşırır ve çocuklarımızı kendi düşürdüğümüz sanal tuzaklardan kurtarmak için kara kara düşünürüz. Önce Ninja Kaplumbuğaları vardı, ardından Pocohantas, Tarzan ve Aslan Kral derken son olarak da, bu bahar televizyonlarımız sayesinde evlerimize POKEMON’lar konuk oldu. Günlerdir radyoda ve televizyon kanallarında çizgi filmler ve saldırganlık konulu pek çok konuşma dinledik, tartıştık. Kulaklarımızda kalanlar... Televizyon ve saldırganlık konusu, her yıl adeta tüm yaşamımızı istila eden bir çizgi filmin ardından tartışılır, sonra da kalabalık gündem içerisinde unutulup gider. Bu arada hemen hemen tüm evlerde, tartışma konusu edilmiş olan çizgi film ve karak-

Sayfa 22 - www.adabulteni.com

terlerine ilişkin eşyalar satın alınmıştır bile. Sektör öyle hızlı çalışmaktadır ki anne ve babalar alternatifsiz olarak gördükleri, her yerde karşılarına çıkan bu kahramanlara karşı önce umursamaz bir yaklaşım sergilerken ardından da amansız bir savaşa girerler. Peki neden? Saldırganlık duygusu doğrudan gözlenemeyen bir iç durumdur. Hepimizin çok kızdığı, birilerini incitmek istediği anlar olmuştur. Ama bu duygularımızı her zaman dışa vurup davranışa dönüştürmeyiz. Genellikle amaçlarımıza ulaşmamız engellendiğinde ya da işlerimiz beklediğimizden daha ağır yürüdüğünde eylemde bulunuruz. Bir çalışmada çocuklara bir oda dolusu oyuncak gösterilmiş fakat odaya girmelerine izin verilmemiş. Çocukların ancak dışarıdan oyuncaklara bakmalarına izin verilmiş, oynamaları engellenmiş. Bir süre bekledikten sonra çocukların oyuncaklarla oy-

namalarına izin verilmiş. Başka bir grup çocuğa herhangi bir engellenme olmaksızın oyuncaklarla oynayabilecekleri söylenmiş. Daha sonra tüm çocuklar odaya alındığında engellenen çocukların oyuncakları yere çarptıkları ve duvara vurdukları genel olarak yıkıcı davranışlarda bulundukları görülmüştür. Bu çalışmanın bize engellenmenin saldırganlığı tetiklediğini ve engellenme durumu ortadan kalktığında eyleme dönüşebileceğini göstermektedir. Bu noktada, çizgi filmin izlenmesini engellemek sorunun çözümü gibi gözükmemektedir. Beyaz camın gerisindeki kahramanlar gerçekten bu kadar zararlı mıdır? TV kahramanlarının ve ekrandan yansıyan şiddetin toplum üzerindeki etkilerinin incelenmesi 1950’li yıllardan beri sürmektedir. Saldırgan davranış ile televizyon arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmalarda; saldırganlık öğrenilmiş bir davranış olduğu kabul edilmektedir. Bununla birlikte biyolojik, genetik, hormonik etkenler göz ardı edilmemelidir. Televizyon tek başına saldırganlığı teşvik etmemektedir. Evinde anne ve babasının yoğun tartışmalarına maruz kalan bir çocuğun, okulunda silahlı çatışma sonucunda servis şoförünün öldüğünü gören bir çocuğun, sürekli azarlanan, engellenen ve yeterince pekiştirilmeyen bir çocuğun, çok küçük yaşta sokakta çalışmak zorunda kalan ve yaşam gerçekleriyle tanışan bir çocuğun saldırgan davranışlar sergilemesi için televizyona ihtiyaç yoktur. Ancak, somut işlem dönemi dediğimiz 4-9 yaşları arasında televizyondaki karakterlerle özdeşim kurma oranının yüksek olduğunu düşünürsek izlenen filmlerin niteliğinin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Araştırmalar, televizyondaki karakterlerle özdeşim kuran erkek çocukların saldırgan davranışlarının daha fazla olduğunu, bunun yanı sıra çocuğun akademik başarısının da bunda etkili olduğu görülmüştür. Akademik başarısı düşük,

yaşıtlarıyla iletişim kurma güçlüğü yaşayan çocukların televizyon izleme sürelerinin uzun olması ve tercih ettikleri filmlerde hatırı sayılır miktarda saldırgan unsurların bulunması dikkat çekicidir. Bu bilgiler doğrultusunda çocukların medyadaki şiddete maruz kalmamaları için önlemler almak gerekmektedir. Ebeveynler olarak çocuğunuzun izlediği şiddet miktarını kontrol altında tutmak sizin elinizde. Bunun için televizyon izlemeyi günde bir ya da iki saat ile sınırlandırabilirsiniz. Ayrıca çocuklarınızın hangi televizyon programlarını izlediklerini, hangi filmlere gittiklerini ve ne tür bilgisayar oyunları oynadıklarını gözlemleyin. Bu yollarla izledikleri şiddet hakkında onlarla konuşun. Bu tür davranışların gerçekte ne denli acı verici olduğunu ve ne tür sorunlara neden olabileceklerini onlarla tartışın. Son olarak da sorunlarla ilgili alternatif çözümler önerip bunları da çocuklarınızla tartışın. Sevgili ebeveynler bir yanlışı gösterirken doğrusunu da birlikte sunmanın önemini unutmayın. Çocukların öğrenme yöntemlerinden biri de örnek almaktır. Ailenin tutumları ve davranışlarının çocuklar üzerindeki etkisi büyüktür. Dolayısıyla çocuklarınıza uygun davranışları öğretebilmek için sizin model olmanız çok önemlidir. Şiddete başvurmasını istemediğiniz çocuğunuzu şiddete başvurarak durdurmaya çalışmak sonucu daha kötü bir duruma sürükleyebilir. Elbette tüm bunları yapmanıza rağmen çocuğunuz şiddet içeren davranışlar gösteriyor, arkadaşlarına karşı saldırgan davranışlarda bulunuyor, sakinleştirilemeyen öfke nöbetleri yaşıyor, yetişkinleri ve kuralları hiçe sayıyorsa bir uzmana başvurmanızı öneririz. Şiddet kullanmasının tek nedeni olarak televizyonu suçlamak da bu noktada doğru olmayabilir.

www.adabulteni.com - Sayfa 23

ÇOCUKHazırlayan: SAYFASI HACER BOLAT BİLMECELER 1-Başı var gözü yok nedir? 2-En çok hamama kim gider? 3-Toplayamaz çıkartamaz sadece çarpar nedir? 4-Erkek fil, arkadaşına hangi çiçeği verir? 5-Bit en çok nerede bulunur? 1- Toplu iğne 2-Hamam böceği 3-Elektrik 4-Karanfil 5-Bit Pazarında

HEDİYELİ SORU Bir Otobüste 7 Çocuk var, Her Çocuğun 7 Sırt çantası var, Her Sırt çantasında 7 Büyük Kedi var, Her Büyük Kedinin, 7 Küçük Kedisi var, Her Kedinin 4 Ayağı var. SORU : Otobüste kaç Ayak bulunmaktadır? Not: Sorunun cevabını 29 Şubat 2008 tarihine kadar Mektup-Telefon-Faks ve E-mail’le Ribat Eğitim Vakfı Adapazarı Şûbesine isim ve telefon belirterek bırakınız. Doğru cevap verenler arasından kura çekilerek kazanan üç kişiye kitap hediye edilecektir. (İlköğretim öğrencileri katılabilir.)

KURU SAÇ Emel, başını ıslatmadan şampuanı sürer;annesi sorar: _ “Neden saçını ıslatmıyorsun?” Emel:_ “Ama anne şampuanda kuru saçlar için yazıyor…..”

GÜVENİLİR ORTAK

DUALI DİLLER Merhaba minik arkadaşlar; Dua mü’minin Rabbi olan Allah’a en yakın olduğu yerlerden biridir. Yüce Allah bize bir ayetinde şöyle buyuruyor; “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim.” (Mü’min 60) Şimdi size Peygamberimiz (s.a.v)’in hadislerinde olan dualardan örnekler; UYURKEN; Ey Allah’ım senin isminle yan tarafımı yere koydum ve senin isminle onu kaldıracağım. Eğer rûhumu alırsan affet, eğer hayatta bırakırsan nefsimi Salih kullarını muhafaza ettiğin gibi muhafaza et.

Hakim hırsıza sorar: _ “Hırsızlık işinde ortaklarınız var mı?” Hırsız boynunu büker: _ “Hayır efendim,bu zamanda güvenilir ortak bulmak zor.”

YEMEK YERKEN;

NE EDİYSUN?

Bizi yediren içiren ve bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamd ve şükürler olsun.

Temel ipi beline bağlar,Dursun O’nu görünce sorar: _ “Temel, ne ediysun?” _ “İntihar ediyrum”… _ “İpi belune değil boğazına bağlasana...” _ “Uy!..O Zaman nefes alamayrum daa!..”

Sayfa 24 - www.adabulteni.com

Allah’ım rızkımızı bereketli kıl. Bizi cehennem azabından koru. Allah’ın adıyla yemek yemeye başlıyorum. YEMEK BİTTİĞİNDE;

GÜZEL ALLAH’IM DUALARIMIZI KABUL ET. (AMİN)

BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ -Bir sineğin saatte 8 km uçtuğunu, -Istakozların kanının mavi olduğunu, -Develerin 3 tane kaşı odluğunu, -Sıçan’nın deveden daha uzun bir süre susuz kalabildiğini, -Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabildiğini, -Bir karıncanın koku alma yeteneği, en az bir köpeğinki kadar gelişmiş olduğunu, -Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gerekli olduğunu biliyor muydunuz?

KELİME BULMACA Sevgili çocuklar aşağıdaki kelimeleri bulalım ve bize neler çağrıştırdıklarını düşünelim. (Kelimelerin doğru cevapları son sahifededir.) İLBÂBE:...........? ATBRİ:.............. ? TENECN:......... ? ÜHEMİNYM:....? HETÂDŞE:........? ÂİLİH:...............?

.......................... .......................... .......................... .......................... .......................... .........................

HZ. SÜLEYMAN KARINCA

a.s

VE

Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, - “Bir buğday tanesi yerim” diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi? Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. Karınca da, “Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah(c.c) verirdi. Ben de O’ na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek,diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım” diye cevap verdi.

www.adabulteni.com - Sayfa 25

SİZDEN GELENLER Sevgili okuyucular… Özellikle öğrencilerimizin kabiliyetlerini ortaya çıkarmak amacıyla sizden gelenler köşesini açıyoruz. Bize denemelerinizi, şiirlerinizi hikâyelerinizi göndermenizi istiyoruz. Birçok yazar ilk adımını böyle Hasan ÇELİK atmıştır yazarlığa… İlginizi bekler, başarılar dilerim… YİNE BAHAR GELDİ Yine bahar geldi Açtı bütün çiçekler Yine bahar geldi Doldu bütün bahçeler Tek kalp oldu bütün dünya Çiçekler açtı her bir yanda O çiçeklerde; her bir tanesiyle, Doldu bütün bahçelerde. Her bir bahçe, Tohum yetiştirdi Bütün bahçeler Çiçeklerle bütünleşti Yine bahar geldi Sevindi bütün kuşlar Yine bahar geldi Daldan dala konan kuşlar Emine TOSKA

OKUMAK GIDADIR “Okumak gıdadır” yani yemek nasıl, bir gıda karnımızı doyuruyorsa, okumak ta aynı bir gıda, aklımızı doyuran bilgilerdir. Bizler eğer kitap okursak ve başkalarına kitap okumayı önerirsek, aklı doymuş insanlar olmuş oluruz. “Okuyan insan, bilen insanlıktır.” Yani okumanın insanları istediklerini kazandırabileceklerini anlatır. Başarılı olabilmek için sadece okumak ve çalışmak gerekmektedir. Okumak insanlara bilgili ve başarılı olmak için neler ve hangi yollardan gidileceğini anlatır. Ömer Faruk DUMAN Kurtuluş İlköğretim Okulu 6. sınıf Öğrencisi

GÜLDÜRMECE ! -Teybe boş kaset koydum, kafamı dinliyorum. -Bir gün seni düşündüm yemek yiyemedim, öğle yemeği yiyemedim, akşam yemeği yiyemedim, gece uyuyamadım, seni düşündüm. Çünkü çok açım. -Bu tüp bebek arızalı galiba, çünkü gaz kaçırıyor. -Bit en çok nerede bulunur ? .......Bit pazarında Sümeyye GÜLDÜ

BULMACA

Hazırlayan: Feyza Çelik Soldan Sağa 1-Mektep – Akyuvar ve yıpranmış alyuvarları toplayan bir iç organımız. 2-Taşınır ve taşınmaz varlıkların tümü. – En kısa zaman birimi. 3-Yeraltı bilimiyle uğraşan. – Göçebelerin konak yeri. 4-Bol taneli bir meyve – Demir yolu. 5-Klavyeli bir çalgı – Rutubet – “Kaval”ın ilk hecesi. 6-Elma(Esk.) – Kesme aracı. 7-Bir yarımada. 8-Bir erkek adı – “Nikel”in simgesi 9-Teknenin direğine takılan ve onu rüzgâr gücüyle hareket ettiren kumaş ve etkilerin tümü. – Bir çiçek türü. Yukarıdan Aşağıya

1-Masal kuşu – Dünya’nın uydusu 2- Siyah – Kir izi 3- “Cr” simgeli elementin adı. – “Mol”un ünsüzleri 4- Çok az kalmak anlamında 5- Ölülerin geçici olarak koyulduğu oda – Bir(İng.) 6- Ağacın kolu – “İridyum”un remzi 7-Telefon sözü – Lahza 8- Tene yumuşaklık veren hoş kokulu merhem – Vilayet 9- Kırmızı – Yardım istenildiği anlatılan 10- Rey – Bir organımız 11-Bir kan grubu – Hayat sıvısı 12- Organik bir meyve – Alfabenin son harfi. KELİME BULMACA’NIN CEVAPLARI: EBABİL - RİBAT - CENNET - MÜHEYMİN - ŞEHADET - İLAHİ

Sayfa 26 - www.adabulteni.com

www.adabulteni.com - Sayfa 27

Sayfa 28 - www.adabulteni.com