TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 1

BAŞKAN : Yaşar KARAYEL (Kayseri) BAŞKAN – Hoş geldiniz. …. – Hoş bulduk. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisini, millet iradesini temsil eden dört partimiz tarafından verilen Türkiye’deki demokratik hayata zarar veren, demokratik hayatı engelleyen ve millet iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasına ve hükûmetlerin çalışmasına mâni olan, unsurları ortadan kaldıran… darbeler, darbe girişimleriyle ilgili olan kısmı Komisyon Başkanlığı tarafımızdan yürütülmektedir. Komisyon üyesi arkadaşlarım adına, Kayseri’deki bu işle muhatap olmuş, özellikle “Dost Sigorta olayı! diye … o zaman da anılan, aynı zamanda Fazilet Partisi ve Refah Partisinin kapatılmalarıyla … ile ilgili, o dönemde yaşanan olayları yerinde araştırmak üzere Komisyon adına sizlerle bir aradayız. Şu anda, başlangıç usulümüzde bizim, öncelikle herkes kendini kısaca bir tanıtıyor. Kayıtlara geçmesi bakımından bunu önemsiyoruz. Ondan sonraki kısımda da sizler olayı anlatacaksınız, olayla ilgili olarak da bizler… Bununla ilgili öncelikle Sayın Şaban Bayrak Bey, buyurun. ŞABAN BAYRAK – Her şeyden önce, AK PARTİ Hükûmetinin bu şekilde, darbeleri araştırmak için vermiş olduğu önergeyi ve dört partinin birleşerek bunu araştırmasını ben takdirle karşılıyorum, teşekkür ediyorum. İnşallah netice alınır diye de ümit ediyorum. İsmim Şaban Bayrak. 10/10/1945 Kayseri doğumluyum. Siyasi hayata… Millî Nizam, kapatıldı; Millî Selamet, kapatıldı; Refah döneminde çeşitli görevlerde bulundum. Tabii, burada inceleyecek olursak veyahut anlatacağımız şeyler, zannederim 12 Eylülle başlamamız lazım. BAŞKAN – … şey şu: Bizim araştırma konumuz 28 Şubat ama sizler daha önceki dönemde de hem siyasete katkı sağlamış insanlarsınız hem de o dönemde bir sürü olayı birlikte yaşadınız. Özellikle 80 ihtilali ve daha sonrası dönemlerde yaşamış olduklarınızı ama özellikle de 28 Şubat döneminde ve bu Fazilet Partisi ve Refah Partisinin kapatılması dönemlerinde, kayıtlara “1,5 milyonluk yolsuzluk” diye geçen ve Allah rahmet eylesin, Erbakan Hoca’yı da ilzam eden ve onunla birlikte çalışma arkadaşlarını da ilzam eden olayları da anlatırsanız… Bunlar tabii 28 Şubat döneminde yaşanmış, Türkiye'nin gerçekleridir. Bu konularda da tabii özellikle bilgi vermenizi istiyoruz, doğru olan da budur. Buyurun efendim. ŞABAN BAYRAK – 12 Eylül 1980 darbesini hep birlikte yaşadık. O dönemde yüzlerce insan katledildi, hapishanelerden ölüleri çıktı, işkenceler yaşandı, zulümler yaşandı. O dönemde ben Millî Selamet Partisinin Kayseri Merkez İlçe Başkanı olarak görev yapıyordum. 12 Eylül darbesinden sonra, 1981 Ocak ayında eve geldiler, gece iki, iki buçuk sırasında. 10-15 tane kadar veya 10 tane kadar polis ve asker gece eve geldi. Kaldırdılar. İki saat, iki buçuk saat evde arama yaptılar. Tabii çocuklar evin bir tarafında, biz evdeyiz. Ne var ne yok … gibi her tarafı didik didik aradılar. Aldıkları şey, siyasi kitaplar o zamanki dönemde. Tabii, bunlarla beraber bizi de aldılar, götürdüler. Geldiğimiz yer, merkez komutanlığı olarak, Doğumevinin gasilhanesine saat beşe doğru bizi oraya koydular. Oradan da saat dokuz buçuk gibi götürdüler bizi. Gözümüzü açtığımızda Zincidere’de olduğumuzu öğrendik. BAŞKAN – Evinizi ararken size herhangi bir arama belgesi veya bu işle ilgili herhangi bir bilgi verdi mi? ŞABAN BAYRAK – Hayır, hiç bilgi vermediler. Biz onu sorma şeyini de bulamadık, yani öyle bir cesaretimiz de yoktu. Çünkü, çok kaba bir şekilde hareketlerle, yani bazı şeylere izin bile vermediler. Evi bu şekilde aradılar. Biz belge de sormadık, niye aradıklarını da sormadık. Çünkü darbe dönemi, her şeyde istedikleri gibi hareket ediyorlar. Onu sormadık, onlar da göstermedi böyle bir şey. Zincidere’ye getirdiler. Tabii, akşama kadar parmaklarımız duvarda, ayağımız 70 santim dışarıda, akşama kadar bu şekilde beklettiler bizi. Asker bekliyor. Düzeltecek olsan dipçikle vuruyor veyahut da copla vuruyor, ayağına tekmeyle vuruyor. Akşama kadar o şekilde bekledik. Gözümüz bağlı ve ne olduğunu bilmiyoruz. Gece indirdiler tecride, sabahleyin kalktığımızda bir karavana geldi. Büyük bir karavana içerisinde çayı plastik bardaklarda dağıttılar, ortada zeytin, peynir, ekmek verdiler; o gün yedik. O gün bir liste yayınladılar, dediler ki, yemek yiyecekler ve yemeyecekler, uyuyacaklar ve uyumayacaklar; böyle bir şey vardı. Bizim ismimiz okundu, biz yemek yemeyeceğiz ve uyumayacağız. O listede bizim adımız var. Tam 13 gün yemek vermediler ve uyutmadılar. Nasıl duruyoruz? Duvara asılı bir su borusu var, oraya bağlı çarşaf ip, elimiz yukarıda asılı ve o şekilde bekliyoruz. Kapıda asker bekliyor. O şekilde 13 gün. Ama su içiyoruz. Tabii yemek geliyor, on yedi, on sekiz, yirmi yaşında gençler yemek geldiği zaman eğer bir parça ekmek ortada saklar da asker gittikten sonra verirse o kuru ekmek bekliyor akşama. Ne zaman boş kalırsa o ekmeği yiyerek bu 13 gün geçecek. Ama tabii, uyku da uyutmadılar, yemek de vermediler. 13 gün sonra sorguya aldılar. Sorguya aldıklarında bize dedikleri şu: “Sen Erbakan’dan talimat aldın. Kayseri’de yapılan … 1400 Yürüyüşü’nü tertip ettin, mali durumunu karşıladın ve bu konuyla ilgili Hoca’dan emir aldın, bu yürüyüşü tertip ettin.” Bu ifadeyi … BAŞKAN – Siz yürüyüşün Tertip Komitesi üyesi miydiniz? - Tertip Komitesi üyesi değilim, sadece ön safta yürürken, ilk ön safta arkadaşlarla kol kola gezerken resmimiz çekilmiş. Bizi bu şekilde aldılar ve bana da bunu söylediler “İfadeyi ver, çık” dediler. Dedim ki “Hayır, ben Erbakan’dan emir almadım. Bir vatandaş olarak yürüyüşe katıldım. Dolayısıyla bir vatandaş olarak yürürüm. Ne emir aldım ne de maddi şeyine katkıda bulundum.” dedim. Tabii, bu 13 günden sonra işkence başladı. Falakaya yatırıyorlar, gece birde gelip kaldırıyorlar.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 2

BAŞKAN – Bunların hepsi Komando Tugayında mı oldu? - Komando Tugayında, Zincidere’de oldu; orayı hapishane olarak veyahut da sorgu olarak kullanıyorlardı. Oradaki 13 günden sonra, 17 gün, bir ay boyunca falakaya yatırdılar. Falakaya yatırdıktan sonra yere su döküyorlar, çıplak ayaklarında suyun üzerinde hoplattırıyorlar, asker tepende bekliyor. İşte beklerken o kış günü tependen aşağı buzlu suyu döküyorlar. Asker bekliyor. Sonra öğrendik ki, o zıplama ayaktaki şişi alırmış; yani öyle falakaya yatırıyorlar copla. Tabii, tecride getirirken de kollarımdan tutuyorlar, öyle sürüklenerek geliyoruz. Sabahleyin kalkıyoruz yine sorguya çıkıyoruz. Sorguda yine elimiz o şekilde duvarda bekliyoruz gözlerimiz bağlı. İşte, eline vuruyor copla. Copla vurduktan sonra elin şişiyor, kan toplanıyor. Bu sefer asker yanında bekliyor, yerde eğiliyor suya, betona elinle vuruyorsun. Bu işkenceyle beraber zaman zaman da -gözün bağlı ne olduğunu bilmiyorsun- silme tokat giriyorlar, ağzın burnun kan içerisinde böyle çıkıyoruz. 17 gün sonra, yani 30 gün dolduğunda dediler ki serbestsin. Bizi serbest bıraktılar. Tabii, serbest bıraktıktan sonra… Niye serbest bırakıldık onu da bilmiyorum ama dışarıdan görüşmüşler. Büyükler demişler ki, bunun siyasetle, böyle şeyle alakaları olmaz diye o gün bizi serbest bıraktılar ama tam bir ay boyunca bu işkenceyi çektik. BAŞKAN – Kaç kişi sizinle birlikte böyle siyasi olarak tutuklandı? - Ben sağ kanattan diyelim, veyahut da Refah döneminden tek kişi olarak girdim. Ama biz burada işkence görürken öbür tarafta çığlıklar, korkunç şekilde çığlıklar geliyordu. Tabii, işkenceye başladıklarında biz de bağırıyoruz, yani dayanılmaz şey oluyor. Ne kadar kendini tutarsan tut o şeye dayanılması mümkün değil. Beklerken bilakis içeride, odalarda sorgu oluyor. O sorguda… BAŞKAN – Düşünce farkı yok, herkese aynı muameleyi yapıyorlar. - Herkese aynı muameleyi yapıyorlar; sağcısı, solcusu, komünisti, şeriatçısı veya ülkücüsü o muameleyi, o işkenceyi görüyorlardı orada. Otuz gün sonra çıktık. Çıktık, hiçbir şey de olmadı ama devamlı polisler geldi gitti ve bizi kontrol ettiler. Biz de “Kaderimizde bu varmış, kurtulduk” dedik. Fakat 1983’ün birinci ayında yine bir ekip gece geldi; yine böyle polisler ve askerler geldi. Tekrardan aldılar. Yine aynı şekilde evi aradılar. FEYZULLAH KIYIKLIK (Kayseri) – Yine o zaman sıkıyönetim devam ediyor muydu? - Sıkıyönetim devam ediyordu 1983’ün birinci ayında. Yine kış günü ve yine götürdüler bizi Merkez Komutanlığına. Oradan aldılar ve biliyoruz artık Zinciredere’ye gidiyoruz diye. Vardık oraya ve bizi sorguladılar. Tabii yine aynı şeyi sordular. “Siz, Erbakan’dan emir aldınız, bu yürüyüşü tertip ettiniz. İşte yaptığınız şey şeriat düzenini getirip laik düzeni kaldırmak için bu yürüyüşleri yaptınız.” diye. Hâlbuki ben ne tertip komitesindenim, yapılan yürüyüş tamamen yasal ve hiçbir taşkın hareket olmamış. Türkiye’nin birçok ilinden gelmişler ve Karayollarının önünde başlamış yürüyüş, fuarın önünde bitmiş. Bir yürüyüş yapılmış. Hiçbir aşırı hareket olmamış, sloganlar, Tertip Komitesinin verdiği sloganlar yapılmış. İşte, Mehmet Gül ve …… orada konuşma yapmış, Tertip Komitesi konuşma yapmış. Biz haliyle katılmışız oraya ne konuşma yaptık ne de herhangi bir şeyimiz olmadı. Tabii, burada iyice bunu sordular. “Hayır, ben Erbakan’dan emir almadım. Böyle bir yürüyüş tertip etmedim. Tertip Komitesi var, ben sadece vatandaş olarak katıldım.” diye. Akabinde iki gün sonra Yusuf Bozkurt geldi, biz dışarıda beklerken…. BAŞKAN – Kim bu Yusuf Bozkurt? - İl Başkanımız. Ben Merkez İlçe Başkanıyım, Yusuf Bey İl Başkanı Millî Selamet Partisinin. Şimdi -gözlerimiz bağlı- o diyor ki “Arkadaş, öğlen namazı kılacağız, namaz kılacak yer yok mu?” Asker küfrediyor “Ne namazı ulan burada” diyor ve copla girişiyor. Sesinden anladım Yusuf Bozkurt’u getirdiklerini. Akşam tecride aldılar, baktık Yusuf Bey gelmiş o da içeriye. Ayrı koğuşlarda. İlk gittiğimizde, yani 1981’deki girişimizde, yani 4 metrelik bir bodrumda, odada, pencere yukarıdan ışık geliyor, orada ne yatak var ne bir şey var. Uyuma zaten, uyuyacak olursan o şeyde, on üç günden sonra, ayakkabıyı betonun üstünde başının altına alıyoruz ve betonda uyudum, uyuduk yanı. Oradaki herkes o şekilde uyudu. Bu dönemde odamıza yatak koymuşlar, yatak vardı orada. Haklarını inkar etmemek lazım yani. Tabii, orada yine bizi sorguya aldılar. Daha sonra arkadaşlar gelmeye başladı. İşte, Mustafa Bey, Mustafa Tekel arkadaşımız geldi. Yusuf Bozkurt’tan sonra Bekir Yıldız Bey geldi, Macit Gül geldi; 5 kişi bir ekibi birden sorguladılar. Yine bize orada işkence ediyorlar ve bana Erbakan’dan emir alıp bu yürüyüşü yaptığımı imzalatmak istiyorlar. Tabii, her çıkışımızda da müthiş bir işkenceyle, sorguda işkenceyle karşılaşıyoruz. Bu işkencede elektrik verme, Filistin askısı dedikleri, yani değişik metotlarla… Bana elektrik vermediler ama şimdi adam saati çıkarıyor, gözümüz bağlı, uyuyorum saati masanın üzerine koyduğu zaman yumruk gelecek diyor ama nereden geleceğini bilmiyorum. Gözüm bağlı, bir iki yumruk atıyor; düşüp yığılıyorsun; kaldırıyorlar. İmzala deyip su veriyorlar. “Yok diyorum ben Erbakan’dan emir almadım. Bu yürüyüşü tertip eden var.” Geçen dönem geldin ucuz kurtuldun, bu sefer ucuz kurtulamazsın. İmzala ve çık” diyorlar. Biz “böyle bir şeyi imzalamayız.” dedik ve otuz gün yine bu işkence devam etti. Son güne kadar, mahkemeye çıkacağımız son güne kadar işte falaka var, yumrukla sille tokat dövme var, ele copla vurma var. 2-3 kişi birden üstüme çullanıp… Sinirleniyorlar, imzalattıramıyorlar. Bu şekilde işkence oluyor. BAŞKAN – Gözleriniz bağlı olarak mı? - Gözlerimiz bağlı, hiçbir şekilde gözlerimiz açık değil. Yani nereden neyin geldiğini bilemiyorsun.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 3

Son güne kadar işkence devam etti. Tabii bizimle beraber gelen arkadaşlarımızı da bu şekilde işkenceye tabi tuttular. İşte “Parayı aldın; getirdin, verdin.” Akıncılar Derneğinin altındaydı bizim işyerimiz o zaman. “Akıncılarla beraber bu işi organize ettiniz.” diyorlar. Tabii, bu arada benim hakkımda ifade veren bir arkadaşım –bunu da sonra öğrendim- bu arkadaş, partili bunlar, bunlar laik düzene karşı olsunlar diye benim hakkımda ifade vermiş. “Evet, tertip eden bu. Yapan bunlar” gibi ifadeler kullanmış. O da sonradan öğrendim Hamit Bayırbaşı dedi ki “Böyle böyle… Senin hakkında filan şahıs böyle söyledi. İşte, laiklere düşman olsunlar, orada işkence görsün de düşman olsunlar diye ifade verdiler, verdi.” dedi. O şeyde bulunan bir arkadaştı da, ben ismini vermek istemiyorum şimdi… Otuz gün boyunca devam etti. Son bir iki gün kala sorguya Mersin’den birini getirdiler Çağatay Güner diye ve … sorguya gelmiş. Adam bizi getirdiler böyle çuval gibi koydular. Dedi ki “Ya ne bu halin senin? Yani iki gün kaldı, iki gün daha sabret, ölmezsin.” dedi. “Yani konuşmamışsın şimdiye kadar, bundan sonra sakın ötme.” dedi. “Yok, ötecek bir şey yok. Biz şimdiye kadar bir şey söylemedik. Yani biz Erbakan’a –Allah rahmet eylesin- ona nasıl iftira ederiz? Bana böyle bir emir vermedi, böyle bir talimat da vermedi. Biz vatandaş olarak katıldık.” Sonradan anladık ki, rahmetli Erbakan Hoca’nın da mahkemesi devam ediyor, bizden aldıkları bir ifadeleri onun dosyasına koyacaklarmış. Tabii biz onu bilmiyoruz ama bu ifadeyi vermedik. Son günde de dedi ki “Bak, köprünün üstünde 2 tane keçi var, vuruşuyor. Bu vuruşma sırasında öyle bir noktaya geldin ki, sen aynı şey kaldı… Götürdün götürdün iki gün kalmış dedi, iki gün daha sabret. Bir daha böyle sen bu adamları aşağı düşüreceksin, sakın bir şey kabul etme” dedi. “Yok, zaten eğer bu dayakla öleceksek, burada ölümle bize Cenabıhak kader ettiyse ölürüz burada fakat bu konuyla ilgili kesinlikle de bir şey söyleyemeyiz.” dedik ve iki gün sonra mahkemeye çıktık. Yukarıda soydular bizi, gözümüz açık. 5 arkadaşımızla ……. doktor muayene ediyor, havacı bir yüzbaşı herhâlde. Bir yüzbaşıydı herhâlde, havacı doktor bizi kontrol ediyor. İşte baktı elimize, kolumuza falan “giyinin” dedi, giyindik ve mahkemeye getirdiler. Bu İndirme Tugayının şeydeki, nerede oranın ismi, mahkemeye çıktığımız yer? - Devlet güvenlik mahkemesi mi? - Yok, devlet güvenlik değil, askerî mahkeme. İşte, oraya vardık. Mustafa Bey’e sordular, tahliye dedi. Bekir Bey’e sordular, tahliye. 4 arkadaşı tahliye ettiler. Biz de anlatacağız, onlar anlattılar. Sıra bana gelince hâkim küfrederek, bağırarak çağırarak soru da sormuyor. “İşte, bu düzeni yıkıp şeriat düzeni getirecek alçaklar, hainler…” küfür ederek. Ya bir sor. Niye geldin? Ne ettin? İfaden doğru mu? Ben “İfademi, oradaki ifademi kabul ediyorum.” dedim. “Tamam, tutuklanmasına” dedi ve bizi tutukladılar. Ertesi gün diğer arkadaşları tahliye ettiler, biz orada yedi ay daha Zincirdere’de yedi ay daha yattık. Tabii, bu arada sıkıyönetim kalktı. Bizi Konya’ya sıkıyönetim mahkemesine götüreceklerdi, bekliyorduk yani sıkıyönetime, mahkemeye gideceğiz diye. Oraya göndermediler. Yedi ay sonra Kayseri’deki ağır cezaya getirdiler, orada anlattık. Dedim ki ben “Oradaki ifadelerimi aynen kabul ediyorum. Ben suçsuzum. Söylemiş olduklarının hiçbirini kabul etmiyorum. İfadem doğrudur.” dedim. Orada konuştular “tahliyesine” dediler ve bizi orada tahliye ettiler. İkinci mahkeme veya üçüncü mahkemede beraat ettik. BAŞKAN – Siz bu beraattan sonra bu sizin çekmiş olduğunuz işkencelerle ve manevi zararlarınızla ilgili devlet aleyhinde herhangi bir dava açmanız oldu mu? - O dönemde hiç açmadık, çünkü sıkıyönetim var ve kime derdinizi anlatacaksınız? BAŞKAN – Peki. - Önceleri aklımıza gelmedi. Zaten korku içerisindeyiz ve buradan kurtulduk diye seviniyoruz. Tabii, daha sonra, işte, siyasi olarak 1997’de Refah Partisinin İl Başkanı olarak görev yaptım. 98’de tekrardan İl Başkanı olup, 91 seçimlerinde de aday olduk ve dört yıl 91 seçimlerinde milletvekili olarak görev yaptık. Daha sonra 95’te Genel Başkanımız beni 3’üncü sırada aday koymasına rağmen ben -sanayiciyiz, işimiz var- listede yayınlanmasına rağmen ben istifa ederek milletvekili adaylığından çekildim. Benim yerim boş kaldı Resmî Gazete yayımlandığı için boş kaldı, Memduh Kılıç üçe geldi, benim yerime geldi, Nurettin Kaldırımcı dörde geldi ve 4 milletvekili seçildi. Ben o şekilde siyasi şeyden ayrılmış oldum, 95’te de aday olmadım. Akabinde de 97’de Genel Başkanımız o Çiller’le yapmış olduğu koalisyonda Başbakan olarak Kayseri’ye geldi ve Kayseri’ye geldiğinde işte, Şerafettin Elmastaş o zaman İl Başkanımız, biz de sanayiciyiz, işimize gücümüze devam ediyoruz. Tabii dünyanın hiçbir yerinde bir il başkanı partililere mont giydirdi diye onu görevden alın diye -yani hiçbir siyasi şeyde böyle bir şey olmaz- Cumhuriyet Başsavcılığı Genel Merkeze yazı gönderiyor, diyor ki: “Bunu görevden alın yoksa parti hakkında kapatma davası açacağız.” Niye? İşte, gençlere mont giydirmiş, ayriyeten bir… BAŞKAN – Üniforma kabul ediyor. - … üniforma kabul ediliyor ve o dönemde Erbakan Hoca… - Refah Partisinin kapatılma gerekçelerinden birisi bu. - Evet, halbuki işte, soğuk, gece ve herkes çalışıyor… Başbakan gelecek diye böyle bir çalışma var. Akabinde de görevden aldılar. Erbakan Hoca rahmetli bana telefon açtı ve dedi ki “Teşkilatı kuracaksın.” “Yok Hocam, ben milletvekili olarak ayrıldım. Ben iki sene önce milletvekiliydim ve ayrıldım. İşim var.” “Hayır, hiç anlamam, teşkilatı kuracaksın.” dedi. O dönemde biz tekrardan İl Başkanı

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 4

olarak görev yaptık. O görevde de Kayseri’de birçok arkadaşımızı göreve davet ettik. Allah razı olsun, onlar da kırmadılar. O dönemde Refah Partisinin son İl Başkanı görevini de yaptım. Tabii o dönemde parti kapatıldı. Kapatma davası açıldı, parti kapatıldı. Parti kapatıldıktan sonra trilyon davası… - Kapatılan Refah Partisinin İl Başkanlığını da yaptınız? - Evet, son il başkanı benim, Refah Partisi son il başkanı benim. Parti kapatıldı ve akabinde de Fazilet Partisi kuruldu. Tabii o dönemde, kapatılan Refah Partisinin kayıp trilyon davasına şahit olduk. Parti, Genel Merkez bütün illere… BAŞKAN – O 1,5 trilyon lira partinin kapatılma gerekçelerinden birisi miydi? - Evet. Partinin kapatılma gerekçelerinden birisiydi. - Siz bu işin neresiyle muhatap oldunuz? - Biz İl Başkanı olarak o dönemde, o günkü parayla 5 milyon lira, yani şimdiki parayla 5 milyar lira Genel Merkez bize para verdi. Makbuz karşılığı aldık, getirdik ve işte kiramız var, yakıtlarımız var, ilçelere para dağıttık. BAŞKAN – Genel giderler. - Genel giderlerimizi dağıttık. İşte, bu kapatılma sebeplerinden biri de kayıp trilyon davası. Parti kapatıldıktan sonra tekrardan kayıp trilyon davasıyla dava açtılar. O davada 72-73 il başkanına ve Genel Başkana ceza verdiler. Genel Başkana iki yıl, 72-73 il başkanına da birer yıl ceza verdiler. Nedir? Evrakta sahtecilik suçu. Erbakan Hoca evrakta sahtecilik yapmış, biz evrakta sahteciliğe yardımcı olmuşuz. Halbuki aldığımız makbuzlar belli, yaptığımız harcamalar belli, kuruşu kuruşuna devam etmiş. O mahkeme neticesinde –ben dosyayı okudum- 3 hâkimden biri diyor ki “Bunlar, Kayseri İl Teşkilatı her şeyini olduğu gibi götürmüş, devlete teslim etmiş. Hesaplarını vermiş, hesaplar incelenmiş. Hesaplarda bir yanlışlık yok, hesaplarda bir aşırılık yok. Muhasebeleri tamamen doğru, buna ceza verilmemesi lazım” diye şerh koymuş hâkim, hâkimlerden biri ama diğer hâkimler ceza verdiler ve o dönemde 72 veya 70 il başkanı birer yıl ceza aldı. Yani o ceza da infaz edildi ve mahkeme neticelendi. Ben 2006 yılında, 2005 yılında mahkeme bitti veyahut 2004’te bitti, şeyler tamamlandı ve biz 2006’da, mart ayında yine Zincirdere’de -açık cezaeviydigittik orada beş ay daha hapis yattık. Bu da tabii ne hukuka uygun, çünkü her şeyimiz ortada. Kasıtlı olarak, yani sırf partiyi kapatıp ve ceza verebilmek için keyfi olarak verilen bir ceza. Yani ben bundan dolayı şimdi davacıyım. Daha önce de davacı oldum Kenan Evren’den ve o günkü bize işkence yapanlardan ve ben de şimdi, bundan dolayı haksız yere parti kapatıldı diye, trilyon davasından dolayı da böyle bir cezaya çarptırıldığımız için ben de bunlardan yine de davacıyım. BAŞKAN – Hukuka intikal etmiş bir müracaatınız var mı? - Hayır, yok. BAŞKAN – Bununla ilgili yok. - Ama evvelki şeyle ilgili… BAŞKAN – Yani müdahil olacak mısınız? Bu 28 Şubat süreciyle de ilgili cumhuriyet savcıları şu anda delil toplama aşamasındalar, bir soruşturma yapıyorlar. Siz müdahil olacak mısınız? - Tabii müdahil olurum ve gelir bu konuyla ilgili de orada da ifade veririm. BAŞKAN - Peki, şimdilik, sizinle ilgili bu yapmış olduğunuz tespitleri hem 80 İhtilali’ni araştıran Komisyonla ilgili hem de biz kendi Komisyonumuzla ilgili bunları, şahısları dinleme ve o dönemde olup bitenleri tespit bakımından kayıtlara geçiriyoruz. İlginize teşekkür ediyoruz, katkınıza teşekkür ediyoruz. Mustafa Bey, 28 Şubat döneminde sizler de Kayseri’de faaliyette bulunan Kayseri’nin saygın işadamlarından birisiniz. Sizinle birlikte, bir grup arkadaşınızla birlikte oluşturmuş olduğunuz bu Dost Sigorta girişimiyle ilgili o dönemin mağdurları içerisinde gözüküyorsunuz. Bununla ilgili hem sizin hem de o dönemde yapılanlarla ilgili bilgilerinize başvuruyoruz. Öncelikle kendinizi tanıtarak başlarsanız memnun oluruz, buyurun. MUSTAFA TEKERLİ – 1954 Kayseri doğumluyum. İlk, orta, lise tahsilini Kayseri’de yaptım ve üniversite tahsilini de makine mühendisi olarak Sakarya’da bitirdim. Daha sonra ticaret hayatına atıldım. İşadamları Derneği Başkanlığı yaptım. (MÜSİAD) Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Kayseri Şube Başkanlığını yaptım. Allah bugünleri gösterdiği için ne kadar şükretsem azdır. Mecliste böyle bir ekibin çalışmasına da teşekkür ederim. Biz aslında bu davayı öbür dünyaya bırakmıştık ama demek ki, hayatımız içerisinde bir gün birileri gelip “Siz ne zulüm gördünüz, ne mağduriyete uğradınız?” diye soracakmış yetkililer. Yaklaşık 1998 senesinde Dost Sigortayı biz kurma kararı almıştık; o da şöyle: Anadolu insanı olarak kendimiz ya kurduğumuz işletmelerden ya babalarımızın kurduğu işletmeleri büyütme çabası içerisindeyken bir araya gelerek daha güçlü işler gayretimiz, niyetimiz bizi Dost Sigortaya ulaştırdı, kurma niyetine ulaştırdı. Bir gün rahmetli Özal’ı Cumhurbaşkanı iken MÜSİAD olarak ziyarete gitmiştik. Bize “Çocuklar ya 50 kişiyi geçmeyen ileri teknolojili üretim yapın ya da hizmet sektörüne girin.” demişti. Biz de Kayserili olarak hizmet sektörünü pek bilmeyiz. Üniversitedeki hocalarla falan konuştuğumuzda, işte otelcilik, lokantacılık, bankacılık, sigortacılık gibi işler dediler. Bunun üzerine hepimizin iş yerinin sigortalı olduğunu düşünerek sigortacılıkla alakalı araştırma yaptığımızda, zaten 2.500 tane üyemiz vardı. Biz onların iş yerlerinin ve her

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 5

birinin de iki üç işi vardı ki, iş yerlerinin sigortasını yaptığımızda bir yanda güçlü bir sigorta şirketi olarak Türkiye’de kurulmuş olacaktık. Bunun için de yaklaşık 10-12 şehirde arkadaşlarla temas kurarak nominal değer üzerinden Dost Sigorta adıyla sigorta şirketi kurup, 13 kişinin üzerinden –kuruluşu kolay olsun diye- kuruluşu tamamlamak üzere müracaatta bulunduk. Bakanlar Kurulundan izin çıktı. Daha poliçe kesmemiştik. Hiçbir işlem yapılmadı, fiili işlem yapılmamıştı sigortacılık hakkında. Fakat bizimle alakalı birtakım böyle sesler, duyumlar almaya başladık ki araştırılıyor. İşte, merkez İstanbul’du ve İstanbul’da bina kiralamıştık, 46 eleman almıştık. O elemanları altı ay boyunca Dost Sigorta’da çalıştırdık. Daha sonra, oluşan acentelikleri Antalya’da toplamak suretiyle eğitim faaliyeti yapıldı. Yani çok modern, çok kaliteli, bir anda ulaşılan on-line sistemiyle poliçelerin ciddi ciddi, yani sigortacılık sektöründe olan aksaklıkların da olmayacağı bir sigorta kurma gayreti içerisinde profesyonelce bir şey yapalım istiyoruz. Her arkadaşımıza iş yerlerinin iki gün sonra başlarına bir iş geldiğinde “Yok, poliçe yazılmadıydı da, yok genel merkeze verilmedi” diye şeyler oluyordu, olmasın diye Amerika’dan on-line sistemli bilgisayar getirildi, alındı. O zaman büyük para, 100 bin dolara falan. Bu gayret ve iştah içerisinde biz Anadolu insanının, Anadolu sermayesinin bir araya gelerek daha büyük bir atılım yapması için koşuşturma içindeyken biz soruşturuluyoruz. Bütün mesele, o zaman konjonktür ters gitmeye başladı. Yani Türkiye’de bir düğmeye basıldı ve herkes böyle Mc Carthy planı gibi birbirini suçlamak, suçlu aramak, devletin unsurları, istihbarat teşkilatları, polis teşkilatı, jandarma teşkilatı dindar avı gibi bir şey oldu. Yani muhafazakâr insanların her hâli suç olmaya başladı. Yalnız, işadamları üzerinde değil, o zamanlar –siz zaten bizden daha geniş olarak malumat ediniyorsunuz- Kuran kursuna giden çocuklar, imam hatibe giden talebeler… BAŞKAN – İdeolojik bir faaliyet değil Mustafa Bey, sizinki ekonomik bir faaliyet yapıyorsunuz. Ekonomik faaliyetiniz sizin sosyal olaylarla ne alakası var da sizi araştırıyorlar? MUSTAFA TEKERLİ – Şimdi, şaşırdığımız o. “Ya olmaz böyle bir şey” dedik. Bizi ne ilgilendirir ama ilk soru, gittiğimizde Nuh Mete Yüksel tarafından sorulan ilk soru “Hangi partiye mensupsunuz?” Dedik “Efendim, biz bir parti kurmuyoruz.” BAŞKAN – Nuh Mete Yüksel, yani hangi sıfatla sizi oraya aldılar da sizi Cumhuriyet Başsavcısı olarak sorguluyor? Yani neyle ilgili? MUSTAFA TEKERLİ – Bir imzasız mektuptan bahsediliyor. Ben mektubu gördüğümü hatırlıyorum ama kimin elinde, nasıldı bilmiyorum. “Atatürk düşmanı, irticacı kuruluş olan Dost Sigorta’nın faaliyetlerinin işte yakinen polis tarafından izlenmesi, ona yetki verilmemesi, poliçe kesme izni verilmemesi” falan diye bir imzasız mektup ya bahsedildi ya gördüm. BAŞKAN – Anlattığınız bu olaylar sizi kendisine rakip gören bazı firmalar veya şirketler, sigorta şirketleri tarafından mı bu ihbar? yoksa “imzasız” dediğiniz o tip mektuplar her yerde var, bu bir gerekçe nasıl oluşturdu. Biz, bunu bir polis müdürüne sorduğumuz da “kendileri de yazar” dediler. ‘Bu operasyonu yapmak isteyenler kendilerinde böyle bir şey yazar.’ dediler. Dolayısıyla imzasız bir mektubun kala alınması bizi çok şaşırtmıştır, hâlâ takip ediyorum yani. Ama kurt kuzuyu yiyecekse, su nereden akarsa aksın “Sen benim suyumu bulandırdın.” der gibi anladık daha sonra da öyle değerlendirdik. Sonuç, böyle bir haber duyduktan sonra belki bir ay sonra, belki iki ay sonra gece saat on altıda evimize polis gelmiş kızım -o zaman daha evlenmemişti- “baba kapıda polisler var arama yapacaklarmış” dedi. Giyindim çıktım, Nuh Mete Yüksel imzalı bir arama emrini gösterdiler, okuttular sonuna kadar da okuduk. Polis memurlarını içeri aldık. Hayret de ediyorum, dolaplarımı açtım falan baktılar bir şey yok, çok öyle yatak odasını falan da aramadılar. Götürdüler emniyetin alt katına baktım bizimle beraber kuruluşta ismi geçen arkadaşları da getirmişler. Onlar içerisinde çok kıymetli insanlar var ama hele birisi yaşlı Hasan Eser onun geldiğine ayriyeten de üzüldüm. Yani iş adamlarını topluyorlar, daha sonra bizi kimseyle görüştürmediler alıp Ankara’ya götürdüler hepimizi topladıktan sonra. Orada bir polis doktora götürdüler, bir muayeneden sonra içeri aldılar. Tecrit aşağı katta bir yerde duruyoruz tek tek yukarı çıkarıyorlar sorguluyorlar. “Siz işte bu parayı nereden buldunuz? Niye sigorta şirketi kuruyordunuz? Size kim söyledi bu sigorta şirketi kurmasını? Sermayeyi nasıl tedarik ettiniz? Kredi almışsınız niye kredi alıyorsunuz? Amerika’dan bilgisayar getirtmişsiniz, 100 bin dolara bilgisayar mı olur? İşte 50 bin lira birisi birisine telefon açmış para göndermişsiniz… “ Polis bey, memur bey bir iş adamı için 50 bin lira para göndermek veya birbirine emanet vermek, bankada kredi almak bu yapılan ticaret hayatının normal akışı için olan şeylerdir. Bunlardan dolayı bize bir suçlu gibi nasıl şey diyorsunuz, biz anlamıyoruz falan. Biz, gerçekten durumu idrak etmekte güçlük çekiyoruz ama anlaşılan o ki esas hedef bizim şahsımıza yapılacak bir şey yok. Böyle bir zülüm, bir eziyet, bir cezalandırma -bünyemize fiziki olarak- bir şey yok fakat bu İngiliz… BAŞKAN - Bu yapılanlar ekonomik bir faaliyetten dolayı değil, düşünce tarzınızdan kaynaklanan bir soruşturma ve takip mi oluştu? MUSTAFA TEKERLİ - Şirketlerin irticai bir kuruluş olduğuna dair o gelen mektup, o yazılan mektup bir delil oluyor. irtica nedir? diyecek olursak… Mesela solculara siz hangi partidesiniz…? Benim hakikaten kayıtlı bir partim, ne benim ne babamın ne de ailemde kimsenin olmadığı gibi, söyledim böyle olmadığını. Peki, “arkadaşların nasıl” dedi. Ben birine hangi partiye oy veriyorsun demeye hicap duyarım dedim, biz iş adamıyız biz iş için bir araya geldik. İşin belki nasıl olacağı karlı olup olmayacağı, en sağlıklısı nasıl olacağı konuşulabilir ama hangi partidensin? diyemem savcı bey dedim. Yani savcının sormasında böyle bir cevap vermemiz olmuştu. Sonra biz anladık ki bizim şahsımızla alakalı bir cezalandırma, bir şey değil şirketin hissesini isteme niyetleri var. Bizi 8 gün sonra bir mahkemede bıraktılar.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 6

BAŞKAN - O zaman o dönemde maliye bakanı, bu işlerle ilgili olan bakan ve ekonomiyle ilgili olan bakanın öyle bir baskısı… böyle bir duyumunuz, bilginiz böyle bir şey oluştu mu? MUSTAFA TEKERLİ - Yani doğrusunu söylemek lazımsa, şu gruptan, şu şahıstan, şu şirketten diye bir şey ben ne o zaman ne de şimdi bir kanaate varmadım, varamadım. Varmak içinde kendimi de zorlamış değilim. Tamamen konjonktür… Daha doğrusu şöyle düşündüm: Birileri, birilerinin gözüne girmek için babasının oğlunu keserdirler, bir başkasının gözünü oyabilirler. Onun gibi Ankara Emniyet Müdürü… BAŞKAN - Sizin soruşturulmanız döneminde siyasi ortam veya o zaman bir seçimlere mi gidiliyordu, ne oldu? Yani 91’de seçimler oldu ve ondan sonra işte dört yıl sonra 1995’te veya 1996’da bir seçimler daha oldu yani seçim konjonktürde böyle bir olay yüzünden mi bu işler başınıza geldi? MUSTAFA TEKERLİ - Sayın Vekilim, bizim seçimle de partiyle de ilgimiz olmadığı için olayı ben öyle bir bağlantı kuramıyorum. Bizim ki Anadolu sermayesinin olsa olsa böyle bir gayretini, bir şeysini kermelemek, o oluşumu yok etmek, bu şirketi feshetmek belki büyüklerin ayağına basmış olabiliriz. Bunlara dair bize çok isimler söylediler, şirketler söylediler bunların bir kısmı da yönlendirici olabileceği için bunların ismini ben önemsemedim şahsen. Yani birbirine düşürmek için yok şu sigorta sana bunu yaptı da, yok bilmem AK Sigorta yaptı da falan tabirlerine de önem vermedik. Ama basit şeyler gibi görünse bile Osman Ak bizim polis tarafından soruşturulmamız ve araştırılmamız sırasında terörle mücadele şubesinin bağlı olduğu Ankara’daki genel müdür muavini: “Bu proje beni İstanbul’a taşır.’ demiş. Yani “Dost Sigorta’yı, ben bir irtica şirket olarak suçüstü yakalarda, yukarıdakilerin gözüne girersem bu beni İstanbul Emniyet Müdürü yapar.” demiş İstanbul Emniyet Müdürünün statüsü vali statüsünde. BAŞKAN - O zaman ki arkadaşın görevi ne? MUSTAFA TEKERLİ - Ankara Emniyet Müdürü Muavini, Terörle Mücadele de Sorumlu Müdür Muavini. Nuh Mete Yüksel işte askerin o zaman gözüne girmek için cellat gibi her şeyin üzerine atlıyor, böyle sular beş karış, partileri kapatıyor, şirketleri darmadağın ediyor falan havasından bir görüntü. Yener Dinçmen Hazine Dış Ticaret Müsteşarı onun -dosyada olması lazı- yazısı var: “Bu Atatürk düşmanı, irticai kuruluşun poliçe kesme izni derhâl durdurulsun…” falan gibi yazı. O da kendisini sağlama almak, o konjonktüre uygun hareket etmek için böyle bir yazıyla katkıda bulunuyor. BAŞKAN - Siz bu yazıları gördünüz mü? MUSTAFA TEKERLİ - Ben Yener Dinçmen’inkini dosyada gördüm. BAŞKAN - Görevi neydi bu Yener Dinçmen’in? MUSTAFA TEKERLİ - Hazine Dış Ticaret Müsteşarı. Gerçi Yener Dinçmen, daha sonra görevi kötüye kullanmaktan görevden alındı. Nuh Mete Yüksel malum ahlaken düşük bir hâlde. Ankara Emniyet Müdürü Osman Ak da telekulak davasından Genelkurmayı dinlerken yakalandı ve elbisesi soyuldu ve görevden alındı. Biz, 8 gün kadar kaldık. Bizim orada da küçük mücadelelerimiz oldu -kendimizi savunmak adına- mesela bizi askerî hâkimlerin olduğu bir mahkemeye çıkarmak istediler, 8 gün tutuklu olma süremizi aşarak yapacaklardı bunu, biz ona direndik şimdi memleketimizde öyle bir sıkıntı yok hamdolsun ama sivil mahkemeden yargılanarak serbest bırakıldık. BAŞKAN - işkence filan oldu mu? MUSTAFA TEKERLİ - Hayır işkence falan olmadı. Biz zaten ticari bir kuruluş olduğumuz için yani biz yani bir anarşiye bulaşmış, silah kullanmış manasında değil, bize yapılan işkence şirketimizin feshine zorlanması yani ticari bir şey. BAŞKAN - Bu faaliyetlerden sonra siz, zorlandığınız için mi şirketi feshettiniz. MUSTAFA TEKERLİ - Tabii. BAŞKAN - Yoksa ekonomik zorluğa düştünüz de mi feshettiniz ne oldu da feshettiniz? MUSTAFA TEKERLİ - Hayır. Biz anladık ki bu şirketi onların eline atmazsak, şirketten vazgeçmezsek daha fazla üzerimizde gelecekler, daha çok yıpratacaklar, daha başka şeyler yapacaklar gözleri dönmüş adamlara al tamam şirketten vazgeçtik 1,5 milyon dolar, 6 ay 46 personeli orada eğittiğimiz yerleri tuttuk, dekore ettik, acentelikte ki personeli eğittik hepsi heba oldu. 15 sene öncesinde 1,5 milyon dolar iyi para, böyle bir zarar vermiş olduk. 8 günde 13 tane iş adamı bir bakıma gözaltında tutuldu. Bize gazeteler yerel gazetelerden, ulusal gazetelerden -biz içerideyken getirip gösterdiler- idamla yargılanacak falan dediler, çokluğumuz çocuğumuz burada feryat ediyor. O sırada Hasan Celal Güzel hepimizin evini arıyor: “Endişe etmeyin hiçbir şey olmaz, yok suç falan olmadığı için korkutuyorlar.” diye. Yani bunları biz yaşadık Erol Yanar tek tek ailelerimize telefon açtı. Benim 7 aylık çocuğum telefona veriyorlar o da ağlıyor –biz ağlıyoruz ya o ağlamasını biliyor mu, bilmiyor mu? Bilmiyorum yani… Çok… Bir insanın manen çekebileceği en büyük sıkıntıları yaşadık. BAŞKAN - Bu 1,5 milyon dolar kurucu üyelerin paraları mı? MUSTAFA TEKERLİ - Kurucu üyelerin. Kurucu üyelerin de ortakların da diğer ortakların da. BAŞKAN - Peki bu para ne oldu? Harcandı bitti mi yoksa…? Tasfiye edince ne oldu?

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 7

MUSTAFA TEKERLİ - 3 milyon dolardı. 1,5 milyon dolarını İmar Bankasından kurtardık çok büyük bir hamleyle kurtardık. Şahıslara tekrar geri dağıttık, zaten bizdeki bir araya gelip iş yapma duygusu öldü, hiçbir duygumuz kalmadı aman dedik bu işlere girmeyelim bir daha. Kalan 1,5 milyon dolar heba oldu gitti. BAŞKAN - Peki başka söyleyeceğiniz bir şey var mı? MUSTAFA TEKERLİ - Teşekkür ederim. BAŞKAN – Peki, ben teşekkür ediyorum. Sayın Saffet Arslan… Buyurun, efendim kendinizi tanıtarak başlarsanız. Siz de Kayseri’nin saygın iş adamlarından birisiniz. Bu Dost Sigorta adıyla anılan bu sigorta şirketinin kurucu ortaklarından birisiniz ve siz ne söyleyeceksiniz? SAFFET ARSLAN – Adım Saffet Arslan, 1957 Kayseri Hacılar doğumluyum. Ticaretli yaşantımı Kayseri’de sürdürüyorum. Esasen mobilyayla iştigal ediyorum ama bugünlerde daha değişik iş kollarında faaliyet sürdürmekteyim. Dost Sigortayla ilgili söyleyeceklerime geçmeden evvel Meclisin bu araştırmasını takdirle karşılıyorum. Bütün kurum ve kuruluşlar kendi asli görevlerini yürütebilmek için, görevini yapabilmek için diğer kurum ve kuruşların, dışındaki gölgesinden kurtulması lazım bu faaliyeti buna ben yorumluyorum. Milletimizin özgür iradesiyle teşekkül edilen Meclisimizin üzerinde başka gölge, başka baskının olmaması gerekir. Bütün millette kendini güvencede, demokrasinin kolları içerisinde sürmesi lazım bunun için sizi tebrik ediyorum. Ben birkaç noktaya temas etmek istiyorum: Bir tanesi, Dost Sigortayla ilgili yaşadıklarımız. İkincisi, o sürecin bende bıraktığı kalıcı ve geçici etkileri üzerinde. Üçüncüsü de bunu niye yaşadığımıza dair yorumlarımı ilave etmek istiyorum. BAŞKAN - Saffet Bey, siz bilinen ve marka sahibi bir işletmecisiniz, sadece Dost Sigorta değil aynı zamanda sizin 28 Şubat dönemindeki ticari hayatınızda etkilenme oldu mu? Yani o dönemli ilgili sizin finansman kaynaklarınız, yapmış olduğunuz ticaretiniz bunlar da sorgulandı mı? SAFFET ARSLAN – Elbette. Biraz önce üç noktada görüş bildirmek istiyorum dediğim bir tanesi buydu. Ben geçici ve kalıcı nelerden etkilendim? Bunu biraz açacak olursak ekonomik nasıl etkilendim, psikolojik nasıl etkilendim, bakış açısı bakımından nasıl etkilendim bunlara biraz değinmek istiyorum. Öncelikle isterseniz başlangıçta Dost Sigorta nasıl kuruldu? Ne düşünceyle hareket etti arkadaşlar. Bize Mustafa Tekeli ve arkadaşları, “Böyle bir düşüncemiz var.” diye geldiklerinde 15 yaklaşık bir tarih öncesi dünyada sigorta şirketleri yarının şirketler. Bugün iletişim bilişim şirketlerinin, yazılım şirketlerinin popülerliğini o dönem sigorta şirketleri yaşıyordu. Duyuyorduk ki Amerika’da sigorta şirketleri birçok holdingi yönetir, bankaları vardır ama bizde holdinglerin birer küçük sigorta şirketleri vardır. Fakat istikbalde sigorta şirketleri daha kapsamlı ve önemli hâle gelecek. Bu düşüncelerle ben bu tür faaliyeti takdirle karşıladım ve ben de ortak oldum. Benim ortak olma gerekçelerinden: Bir tanesi, birbirini seven sayan insanlara kolektif çalışmalarla destek vermek, bu tür insanların beraberce büyük şirketlerini kurabilmesine katkıda bulunmak ve içinde bulunmak. Bir diğeri, çok fazla noktada iş yerim var onların hepsini sigorta yaptırmak. Bayilikler vermede tabii ki bayilerim olduğu için sigorta şirketi için de geçerli bu açıdan ben de sigorta şirketine ortak oldum. Kişisel ve dâhili sebeplerden ötürü ben daha sonra sigorta şirketinden ayrıldım. Yerime Ömer Kurşuncu isimli -o zaman ki tanımadığım- bir arkadaşımız benim hissemi devraldı. Hisse devir sözleşmesi yaptık hukukçularımız aracılığıyla, noter kayıtlı değil ama kendi aramızda bir anlaşma yaptık. Bir sabah baktık ki Ankara’da terörle mücadele ekipleri Kayseri’ye gelmişler ve Dost Sigortayla ilgili kurucuları ve ortakları tutukluyorlar. İş yerimizde ekiple karşılaştım ve sordum sebebini, bana Nuh Mete Yüksel’in talimatını gösterdiler ben de onlara şirkette ayrıldığımı yerime bir başka arkadaşın girdiğini söyledim. Orada telefon edip sordular Nuh Mete Yüksel’e “durum böyledir, biz ortak olmayan birini tutuklamaya gelmiş gibi gözüküyoruz.” O da aramızdaki bu mukaveleyi kabul etmeyip -noter tasdikli olsa belki ama- ‘onu da getir’ dediler. Biz 13 kişi kurmuşsak 14 kişi tutuklanıp götürüldük. Benim burada yapıya itirazım tabii ki o anda başladı. Madem Ömer Kurşuncu ortak oldu. Beni neyi götürüyorsunuz, onu götürüyorsanız beni niye, beni onu niye götürüyorsanız? Hep beraber gittik. O günkü ofisimizi, iş yerimizi aradıklarında bütün kasalara, dolaplara her şeylere baktılar. Dikkatimi çeken bir şey vardı “Ne paraya, ne başka bir şeye bakmıyorlardı, makbuz benzeri şeyler üzerinde duruyorlardı.” Bu manidar durum… Bizim demek ki o zaman sakıncalı hiçbir işimiz olmaz da… Onlarca sakıncalı bizce makul olan döküm ve evrak da yok, bir yere yardım edilmiş bir makbuz vesaire gibi… Tevkif edilip götürüldük Ankara Terörle Mücadeleye. Orada yoğun soruşturma… Tabii ben şunu hazmedemedim hiç suçu olmayan birinin, kendi devleti kendini güvencede hissettiği, vergi verdiği, yeri gelirse her şeyini vermeyi feda etmeyi görev bildiği devletinin suçsuz tevkif ediliyor olmasını ben hazmedemedim, bana çok ağır geldi bu. Kaldı ki bir çocuğa dahi suçsuz yere azarlasanız size ciddi tepki veriyor. Prestij bir insan bir marka yapabilmiş bir insan herhâlde ki haksız yere, suçsuz yere tevkif edilmesi, hapsedilmesi ve ağır suçla itham edilmesi –ağır suçla itham nedir size bunu kim kurdurdu?- yani farklı ilçelerden, farklı güçlerin Türkiye düşmanı güçlerin bize bu şirketi kurdurmuş olma ihtimali üzerinde duruyorlar. Bu ihtimal üzerinde nasıl durursunuz? Beni, onların kullanacağı bir insan ya da bizim grubu böyle nasıl görürsünüz bu da tabii beni ağır yaraladı. Adi hâllerden de ben etkilendim, hiç cezaevi görmedim, hiç tutuklanma olmamış terörle mücadeleye gidiyorum ayakkabının bağı çözülüp alınıyor. Benim bu normal hürriyet anlayışımda optimum noktada yaşamak isteyen

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 8

insan kriterinden bakarsanız kabul etmek çok zor. Sekiz gün sorguda gördük ki ideolojik bir sebep aranıyor. Bu sonuç çıkıyordu soruların tümünde. BAŞKAN - Siz ekonomik bir faaliyette bulunuyordunuz. SAFFET ARSLAN – Ekonomik, tamamen ekonomik. Biz bunu anlatmaya çalıştık ısrarlı bir şekilde. Ben şunları da söyledim dedim ki: Bu sigorta şirketi nasıl bir şirkettir, bizim hayatımız sizin önünüzde vardır değil mi? dedim -hem zabıtaya hem savcıyazabıtanın başında da Osman Ak denilen bir Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Terörle Mücadele de ona bağlı. Bir polis şefi var “Evet” dedi “sizin hayatınız önümüzde var ve küçücük bir suçunuz ve gayri ahlaki, gayri kanuni ve hukuksuz hiçbir işiniz olmamış.” Dost Sigorta da aynen öyledir dedim ama buna rağmen bir şey bulmaya çalışıyor. Olsa bulurdu ama yoktu da bulamadı. Tabii biz bu tutuklanma süreci ve yaşadıklarımızda bize etki yapan noktayı böyle bu noktada tutmak istiyorum. Bize ne etki yaptı, bizim serbest bırakıldıktan sonra maddi manevi ne etkisi oldu, bu da çok önemli noktaydı. Ben işime döndüm önce maddi boyutundan konuşmak istiyorum. Doğru düzgün giden ben çalışınca, güzel şeyler üretince çok para kazanabilirim, bunu yatırıma dönüştürerek hem kendime hem aileme hem vatanıma faydalı işler yapabilirim düşüncesiyle millî bir görev gibi işi sıkı tutuyordum. Birçok aklı yeten bütçe için kaygı çeken insanlar yaptığımız bu çalışmaların sonucundan doğan kârların yatırıma dönüşmesini takdirle karşılıyor biz de bu takdiri kendimize bir teşvik gibi görürdük. İşe daha fazla yoğunluk kazanır gece ve gündüz çalışırdık. Bu tutuklanıp bırakıldıktan sonra ben işi tamamen bıraktım. Kendimde bir enerji, bir gayret göremiyordum. Hep önüme benim her şeyimi feda etmek istediğim devletin, sebepsiz, gereksiz, ölçüsüz tutuklaması geliyordu ve kendimi güvende bağlanacak bir ülkede hissetmiyordum gibi. Acaba ülke mi değiştirsem, Türklükten çıkmak aklıma gelmiyor da ülkeyi değiştirmek aklıma geliyor ve ben o zaman ölçülebilir rakamlar vermek istiyorum: 1200 kişi çalışan İpek Mobilyayı 450 kişiye düşürdüm ve hâlâ daha İpek Mobilya eski formu yakalayabilmiş değil. BAŞKAN - Öyle mi? SAFFET ARSLAN – Evet. Bu bir eseri, 28 Şubatta Dost Sigorta şahsında tutuklanmanın ekonomik bendeki eseri ölçülebilir şekilde budur. O zaman rekabet ettiğimiz firmalara baksınlar, onların büyümesine baksınlar benimkine baksınlar görecekler. Ve İpek Mobilyayla ilgili, o zaman ki iş yerimle ilgili sevincim, gayretim hiç kalmadı. İnşaatlarım vardı yarım bıraktım, devam ettirmedim ve ben işten çekildim, kendi dünyama kapandım, özel dostlarıma çocukluk arkadaşlarıma döndüm. Biraz kitaplarla uğraştım o dönem, ben diyordum ki birileri sizi durdurmaya çalışabilir, siz kendi enerjinizi tekrar kazanıp onlara inat yürümelisiniz ama bunu söylüyorsunuz yarım devam ediyor ne kadar etki yaptıysa bende sürdürülebilir bir enerji işime tevdi etme gücünü kendimde bulamadım, 2004 senesine kadar. 2004 senesinde, baktım ki aynı işte olmuyor, bitmiş oradaki ateş, bir farklı sektörde yeniden denemeye çalıştım o biraz fark ediyor. İkinci işimde bir parça gayretle ortamı değiştirdim. Yani o alınıp tutuklandığım yerde başarım bir daha olmadı, geriye gittim ileri gidemedim ama farklı adreste, farklı iş kolunda… BAŞKAN - Hem ekonomik hem de fizyolojik bir çöküntüye sebep oldu. SAFFET ARSLAN – Evet. Özel dünyama gelince idealler uğrunda yaşamda gayretler farklı oluyor. Ülke savunması, önünüze konmuşsa ölümü hiçe sayıyorsunuz. Evlatlarınız, aileniz ve namusunuzu savunma, önünüze görev olarak konmuşsa ölüm bir hiç oluyor. Siz, bu gayeleri alınca “gayret” diye bir şeyi engelliyorsunuz. Ben o psikolojiyi yaşadım. BAŞKAN - 28 Şubat sizi bu kadar derinden etkiledi. SAFFET ARSLAN – Evet. BAŞKAN - 1200 kişiyi 400 kişiye indirdiniz ve bu… SAFFET ARSLAN – Ekonomik bakımdan böyle ama içindeki ruhi çöküntü, devletime olan güvensizlik, ülke sevincinin en aza inmesi, ekonomiden daha önemliydi. Ekonomi tümüyle bitse bile yeniden başlarsınız ama ülkeye sevgi tümüyle biterse yeniden başlatamıyorsunuz. Ben de tümüyle bitmedi ama en aza indi. BAŞKAN - Diğer arkadaşlarınız da aynı bu psikolojik ve ekonomik çöküntü oldu mu? SAFFET ARSLAN – Diğerlerini bilmiyorum, kimin neyi, ne kadar hissettiği göreceli bir durum. O kadar algı yapmamış olabilir. Ben kala alıp, bana yapılan bunu hazmedemedim. Bir diğer arkadaşım biraz daha fazla hazmetmiş olabilir. Fakat bu 28 Şubatının bizi tutuklayıp götürme, bırakılma süreci sadece Ankara’da sekiz gün tevkif etmeyle kalmadı devam etti. BAŞKAN - Nasıl kalmadı? SAFFET ARSLAN – Ben tutukluktan döndüm işimin başına geçtim, bir baktım Ankara’dan gönderilmiş tetkikli kontrolör, vergi uzmanları didik didik ediyorlar İpek Mobilyayı, o zamanki işimi didik didik ediyorlar. Bütün teyakkuzda çalışanlarım, iş üretemiyorlar memurların baskısına yetişmeye çalışıyorlar. Biz maliyeye bu olmaması gereken hesap vermeye meşgul iken piyasada bir dedikodu yayılıyor “İpek Mobilya battı batıyor” maliyeciye bir gün gittim dedim ki “Yav bakın akşam ben televizyonda batmadık, işimize devam ediyorum diye ilan veriyorum siz gelmişsiniz burada hesap soruyorsunuz. Şimdi piyasadaki dedikodu mu doğru sizinki mi doğru?” Ama Sayın Vekilim, üçünü topladığımda tutuklanıyorum, maliye baskı yapıyor, piyasada batıyor dedikodusu üçü de bir insanı bir aileyi bir

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 9

şirketi batırmaya dönük bir organizasyon havadan, karadan, denizden gibi yani üçü de o insana, o aileye, o şirkete güvenin bozulması, rahatsız edilmesi, pes ettirmeye dönük bir sonuç veriyor. Biz bunu fiilen yaşadık, o maliyeye hesabı verdik, bir şey bulmalıyız dediler üfürükten bir şey bulup ceza yazdılar, o dedikodu yıllarca tekrarlandı. Dedikoduyu duyuyorum, duyduğum kişiden zincirleme ilk çıkaranla anlaşmaya çalışıyorum. Bir araya geldiğimde söyleyen kişiler “Çok önemli bir şey söyleyemeyiz, çok önemli bir şey… “ Üç yerden bunu duyunca pes ettim çünkü söyleyemedikleri kimler az çok belli. BAŞKAN - Bunlar şehrin yetkileri mi, idarecileri mi yoksa… ? SAFFET ARSLAN – Öyledir diyemem ama bakkal Mehmet Ağa da diyemem ikisini de diyemem çünkü biz yalan konuşmayı ahlaksızlığın zirve noktası gibi görüyoruz, yalan söyleyen her türlü pisliği yapar o zaman biz yalan hiç konuşmamız lazım. O kişidir şu kişidir şu yetkili insandır demediler ama ben hissettim çünkü avamdakileri çok kolay aşıyordum, herkes bir isim üstünde söylüyordu ya sen söylüyorsun ya bari birisi söylediyse kimse söyle diyordum bir yere gelince söyleyemiyorlardı arka tarafı… “Ben söyledim kabul et” diyordu. Polis… BAŞKAN - Sizin bu ekonomik faaliyetlerinizle birlikte, gözlemlediğiniz veya şahit olduğunuz sanayicilerde aynı baskıya veya aynı konuma düşünler oldu mu? SAFFET ARSLAN – Bizim paralelimizde yaşayan dünya görüşü, yaşam tarzı birbirine bezeyen insanlardan bu kadar olmasa da buna yakın baskılar görüyorduk, duyuyorduk. Ama bizimkisi birazcık daha herhâlde torbadan çıkan gibi hissediyorum böyle oldu. Ben bu tutuklamaları bir şey aramak olarak da görüyorum ama Nuh Mete Yüksel’i de aracı olarak görüyorum, onun gönderdiği zabıta zaten aracı, belli asıl gaye arkadaki gönderenler. Sanıyorum Anadolu’da kolektif çalışmalar bir araya gelerek büyük şirketler yapabilmelerin istenmemesi özelliklede Anadolu… Anadolu ama nedir tabii ki biraz bağımsız hareket eden, icazet almadan iş yapmaya çalışan iş adamları, yarının büyükler olma ihtimali gözüken iş adamları, bağımsız hareket eden, düz, ticari dünyayı da düz gören iş adamları. Bunu neden biraz daha net söylüyorum? “Nasıl izin aldınız, siz bu izni nasıl aldınız?” diye sordular bize. O zaman sigorta şirketlerinin devlet iznini alan profesyonel şirketler vardı, biz onlara da “Ücret mukabili bu prosedürü sahip edin, biz de kuralların hepsini yerine getirelim, izin alın.” diyorduk. Alınan izin, ön izin, daha “Kalıcı fatura kesilebilir, kesebilirsin.” izni arkadan gelecek. O daha çıkamadan bu oldu. Neyle suçluyorsunuz? Bu sigorta şirketi henüz daha yeni kurulmuş, bir tane fatura kesmemiş. Park hâlindeki bir otomobil, buna trafik cezası nasıl olur, kaçakçılık cezası nasıl olur? Daha hiç trafiğe çıkmamış. Ben bu yüzden sıfır suçla yargılandım, sıfır suçla. Zaten hayatımızdaki suçlar da öyle. Bütün bir ömrümüz var, ancak hayır yaptırmış, istihdam yapmış, vergi ödemiş, vatana hizmet etmeye çalışmış. Başka bir suç bul, bir şey yapmış… Yok, bu 10 kişide de yok. Bu noktasına da görüşüm bu: Müteşebbis olarak bize çok büyük darbe vurdu, vatana hissimizi hırpaladı, bir de -kanaatim o ki- Anadolu’daki dünya düzenini çok bilmeyen, ülke düzenini çok bilmeyen, siyasi etkileri bilmeyen, düz yaşayan, “Ben çok çalışırsam para kazanırım, bunu da yatırım yaparım. Farklı sektörlere de şartlarına uyarak girebilirim.” gibi saf düşüncedeki insanların üzerinde yapılan baskı ihtar niteliğinde baskı, yıldırma, caydırma… Üzerindeki baskı olarak ben böyle addediyorum, böyle hissediyorum, buna yorumluyorum. Ondan biri de zaten o tür haklı, icazetle yapılan, emek az kâr çok, bizimle yapılan işlere Anadolu ondan sonra kalkışmadı. Bir ölçüde, büyük ölçüde başarılı da oldular. Bu şekilde yorumluyorum. BAŞKAN - Peki, teşekkür ediyorum. Bu Komisyonun ana sloganı şu: “Darbe mi, bir daha asla.” Peki, bir daha darbe olmaması için veya bir 28 Şubat, 28 Nisan, geçmiş dönemde 1960, 1971 ve 1980 darbe girişimleri ve darbeleri gibi bu memlekete ve millete, demokrasiye zarar veren bu unsurların bir daha olmaması için sizler ne düşünüyorsunuz, ne öneriyorsunuz? … – Benim düşüncem şu: Türk milleti olarak bizim farkındalığı yakalayıp eğitimimizi artırmamız lazım. Farkındalığı yakalamış insanların hem haddini hem de haklarını bileceğini düşünüyorum. Hakkını ve haddini bilen insan sınırlarında durur, devletini de korur, milletini de korur ama hakkını da bilir; başkasının, verdiği oyu bertaraf etmesine tepki verebilir, ölçüye gelir. Ben biraz böyle duyarlı olacak bir millet olmamız lazım diye düşünüyorum. Her kurumun kendi işini, asli işini yapması lazım. Kurum ve kuruluşlarımız yerlerinde daha saygınlar. Bütün kurum ve kuruluşlar için söylüyorum, kendi görevini yapar, kurumunda da durursa millet onu sevecektir. Milletin sevmesine dönük gayret edilmesi lazım. Esas olan da milletle beraber devlettir. Büyük Millet Meclisimizin de kendi yetki alanına kimseyi sokmaması lazım. Şu anda onu yapıyorsunuz olarak görüyorum. Size biz yetki veriyoruz, bizi temsil edin, oradan hükûmet çıkarın, orada da kanunları yapın, güne de uyarlayın. Gelişmiş dünya neyse ona biz talip oluyoruz, onun verdiği demokrasi haklarını istiyoruz. Bugün belki en ilerideki bir ülkenin ulaştığı noktayı hemen istemiyoruz ama zaman içinde ona talibiz. Bugünden bizi yarına taşıyın, bir sonraki dönem daha da ileriye götürün istiyoruz. Kanunlarınızı gelişmiş demokrasiye göre yapın, hükûmetiniz de görevini alsın, yapsın ama hiç kimse onların görevine müdahale edemesin. Önce siz sahip çıkın, sonra da milletçe biz sahip çıkalım. Müdahale edenler edemez olmalılar. Bundan sonra Türkiye’de ne müdahaleyi ne devrimi biz millet olarak da istemiyoruz, reddediyoruz. Edecek olanların etmemesinden sevinç duyacağız ve onları asli görevlerini yaparlarsa daha çok seveceğiz, onlara da titizleneceğiz. Milletin sevmesine talip olmaları lazım hepsinin. Ben öyle düşünüyorum, herkes asli işini yapmalıdır. Özellikle Meclisimiz ve Meclisin ürettiği hükûmetlerin kendi yetki alanlarına başkasını sokmaması lazım. … - Komisyon olarak davetimize icabet ettiğiniz için ve buraya kadar teşrif ettiğiniz için hepinize teşekkür ediyoruz. Son söyleyeceğiniz şeyler varsa, Mustafa Bey, Şaban Bey, onları da alalım. Teşekkür ediyorum.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe Kayseri

Giriş :15.30 Tarih : 26/06/2012 Stenograf : Deniz

Kayıt: Kayseri

Sayfa: 10

… - Benimki şu olacaktır Sayın Vekilim: Mecliste bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu var, yeni anayasa düzenleme komisyonu. Bizim kişi hak ve özgürlüklerimiz, ticaretimizi daha güvenilir bir ortamda yapabilmemiz, kendi hayat tarzımızı rahat bir şekilde yaşayabilmemiz için bu işlerin böyle palyatif küçük tedbirlerle, çıkan bazı kanunlarla, yönetmeliklerle değil… Zaten ben ülkem adına, kendi insanlığım adına bir darbe anayasasında şu kadar yıl yaşamanın onursuzluğunu hissediyorum. Bu Meclisin kıymetli üyelerinden bunu bir aşk, bunu bir görev, bunu bir vazife bilerek, milletin kendisine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanarak yeni, sivil, pırıl pırıl bir anayasa… Mutlaka bu Türkiye'nin ihtiyacı var. Dünya milletleri içerisinde onurlu bir yer almamız için de böyle bir anayasanın Türkiye’ye fazla görülmemesi lazım. Bunun için arkadaşların, bizi temsil eden kıymetli temsilcilerimizin, vekillerimizin, partilerimizin bir araya gelerek eteğindeki taşı döküp yeni bir anayasayı bize bahşetmeleri lazım. Bu bir lütuf değil, bu milletin beklentisi. Bunu yapmazlarsa da hakikaten çok da görevlerini yapmış olduklarını düşünmesinler, rahat uyuyamasınlar. … - Şaban Bey, sizin de söyleyeceğiniz bir şey var mı? … - Efendim, şimdi, burada Hükûmetimizin bu şekilde bir komisyon kurarak darbelerin üzerine böyle gitmesiyle ilgili olarak bunun başarılı olmasını diliyorum. Daha önceden bu 28 Şubat, 27 Nisan darbelerinin soruşturulmayacağı gibi bir korku vardı ama öyle görünüyor ki bu soruşturmalar yapılıyor yani bu şu oluyor: Bundan sonra böyle bir şeye kimse cesaret edemeyecek. Dolayısıyla Anayasa değişikliği var, Anayasa’yla ilgili çalışma var. Öyle ümit ediyorum ki bu darbe anayasası tamamen ortadan kalkar, yeni bir anayasa yapılır ve bundan sonra da kimse böyle bir darbeye teşebbüs edemez. Ben bunun başarılı olmasını diliyorum ve her zaman da dua ediyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Biz teşekkür ediyoruz. Sizlere de başarılar diliyoruz, kolaylıklar diliyoruz.