08 Haziran 2012

08 Haziran 2012 www.sorularlaislamiyet.com 1 İçindekiler Nisa 142. ayette münafıkların "Allah'ı pek az andıkları" belirtilmektedir. Bu ifade ile kas...
Author: Aysu Karaduman
4 downloads 0 Views 450KB Size
08 Haziran 2012 www.sorularlaislamiyet.com 1

İçindekiler Nisa 142. ayette münafıkların "Allah'ı pek az andıkları" belirtilmektedir. Bu ifade ile kastedilen mana nedir, Allah'ı anmak nasıl olmalıdır? ............................................................ 3 Canlıların genetiğini değiştirme yaratılışa müdahale olmuyor mu? ...................................... 4 Camilerde mihrab üzerinde, içinde Zekeriyya Aleyhisselam isminin geçtiği ayetin meali nedir? Neden, fevelli vecheke şetral mescidil haram, değil o da yazılabiliyor? ..................... 5 Ehl-i kitap mensubu olan karı kocadan, kadın Müslüman olur kocası Müslüman olmazsa, bu durumda İslamiyeti seçen kadın kocasından ayrılmak zorunda mıdır? ............................ 6 Tebliğ dusturumuz nasıl olmalı? Tebliğ etme adına günahlara girmek caiz mi? ................... 8 Namaz kılanlardan değildik, yoksula yedirmezdik.. (Müddessir, 40-44) anlamındaki ayetleri nasıl anlamalıyız? .......................................................................................................... 9 Kulak içi, saç dibi vs. gibi tendeki yağlı kısımlar gusül ve abdeste engel teşkil eder mi? Gusül öncesi sabunla bu kısımları temizliyorum, ama vesveseden kurtaramıyorum; bu da beni yıpratıyor. ......................................................................................................................... 11 Bir kadın pijamayla namaz kılabilir mi? Erkek pijamasına benzeyen pijamanın üstüne bir şey giymesi şart mı? Yoksa bu durum namazın sahih olmasına engel mi?........................... 13 Bakara suresi 79. ayette geçen "Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: 'Bu Allah tarafındandır.' diyenlerin vah haline." ayetini açıklar mısınız? ............................................. 14 Sürekli idrar kaçıran bir kimse nasıl namaz kılar? Bir tanıdığımı her öksürdüğünde idrarını kaçırıyor; bu durum namazda da oluyor ve çok sık öksürüyor. Bu durumda ne yapılması gerekir, dinde o şekilde namaz kılınmaya cevaz var mıdır? .................................................. 16 Peygamberimiz zamanındaki Hristiyanlıkla şimdiki Hristiyanlık arasındaki fark nedir? O dönemde de Hristiyanlar Hz. İsa'yı "oğul" diye nitelendiriyorlar mıydı? ............................. 17 Nafile namazlarda, selam verdikten sonra tekrar niyet etmemiz gerekir mi? ..................... 20 Bir erkek veya kadın ihramdan özürlü yada özürsüz çıkmak zorunda kalsa, cezası var mıdır? İhramdan çıkma nasıl olmalıdır? .................................................................................. 21

2

Nisa 142. ayette münafıkların "Allah'ı pek az andıkları" belirtilmektedir. Bu ifade ile kastedilen mana nedir, Allah'ı anmak nasıl olmalıdır? Nisa Suresi, 142. Ayet: "Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah, onların oyunlarını başlarına geçirecektir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az anarlar (hatırlarlar)." Münafıkların yakından tanıtıldığı bu âyette şu özelliklerinin altı çizilmektedir: Münafıklar Allah'ın sevgili kullan olan müminler için hazırladıkları tuzaklar, uyguladıkları taktikler, onları içten çökertmek için aldıkları tedbirler yoluyla başarıya ulaşacaklarını umarken bütün bunların Allah Teâlâ'nın bilgisi altında cereyan ettiğini, O'nun her şeyi görüp işittiğini unutuyorlar ve böylece gülünç duruma düşüyorlar. Gizli kamera ile rezaletleri filme alınıp sonra ilgililere gösterilince, yaptıkları ortaya çıkınca gülünç, mahcup ve perişan olanlar misali münafıklar da yaptıklarını Allah'ın müminlere bildirmesi sebebiyle rezil ve rüsvay olmaktadırlar. Kendilerini müslüman göstermek durumunda olan münafıklar cemaatle namaza iştirak etmek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bu ise onların zoruna gittiğinden, kendilerine ağır geldiğinden isteksiz davranmaktadırlar. Maksatları yalnızca gösterişten, kendilerini müslüman göstermekten ibaret olduğu için namaza sadece şekil yönünden katılmaktadırlar. Allah'ı anmaları ve hatırlamaları da bu çerçevede (evlerinde namaz kılmadıkları, namazda ancak duyulacak yerlerde zikre katıldıkları için) az olmaktadır. (bk. Diyanet Tefsiri, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/130.) İlave bilgi için tıklayınız: Zikir nedir. Nasıl olmalıdır?

3

Canlıların genetiğini değiştirme yaratılışa müdahale olmuyor mu? Canlıların genlerinin değiştirilmeye çalışılması ve yapay DNA üretimi, yaratılış açısından bir çelişki değildir. Allah, kâinattaki varlıkların meydana gelişini ve onların hayatlarının devamını bir takım kanunlara bağlamıştır. O mevcut kanun ve prensipler, bilimsel çalışmalarla ortaya çıkarılır. O kanunları arama çalışmaları, bir bakıma bizim sorduğumuz sorudur. Elde ettiğiz sonuç da o sorunun cevabıdır. Mesela, “Kabak bitkisi üzerinde karpuz olur mu?” sorusunu soruyoruz. Alacağımız cevap, ya olumlu veya olumsuz olacaktır. Olumlu cevap almada, sorunun sorulma şekli önemlidir. İşte bu tip bir çalışmada ne gibi soru ve sorular sorulacağı bilimsel metotlarla tespit edilip yerine getirilir. Usulüne uygun olarak yapılacak bir çalışmada, kabak bitkisi üzerinde kavun, karpuz ve salatalığın yetiştiği görülmüştür. Şimdi burada yaratılış düşüncesiyle çatışan nedir? Hiçbir şey. Siz kabak fidesi üzerine karpuz fidesini aşılar, gelişmesi için beklersiniz. Bu bir bakıma Allah’a sorduğumuz sorudur. Yani, “Ya Rabbi, ben kabak üzerine karpuz aşılasam sen O’na nasıl bir şekil verirsin?” sorusudur. O da olumlu veya olumsuz cevabını verecektir. O hücrelerin rızkını veren ve büyüten, onları şekillendiren, hayatlarını devam ettiren Allah’tır. Bu tip çalışmalar İslâm dinine ters değildir. Aksine, İslâmiyet, çalışmamızı, Allah’ın kâinata koyduğu kanunları ortaya çıkarıp onlardan faydalanmamızı emretmektedir. Prof. Dr. Adem Tatlı

4

Camilerde mihrab üzerinde, içinde Zekeriyya Aleyhisselam isminin geçtiği ayetin meali nedir? Neden, fevelli vecheke şetral mescidil haram, değil o da yazılabiliyor? Camilerde mihrapların üzerinde, "Rabbi onu, güzel bir şekilde kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Onu Zekeriyya'nın himayesine bıraktı. Zekeriyya Meryem'in bulunduğu mihrâba her girdiğinde onun yanında yiyecek, rızık buldu. 'Bu, sana nereden geldi ey Meryem?' dedi. Meryem; 'O, Allah tarafındandır. Şüphesiz Allah, dilediğini hesapsız bir şekilde rızıklandırır.' " (Âl-i İmrân, 3/37) ayetinin, "Zekeriyya Meryem'in bulunduğu mihrâba her girdiğinde,.." manasında "Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyyal Mihrabe" kısmı yazılıdır. Mihrâb süslemelerinde değişik renk ve stillerde şekillerin yanı sıra, nefis hatlarla "ÂyetülKürsî" olarak bilinen Bakara sûresinin 255. âyetinin yazıldığı da olur. Mihrabın hemen üzerine "Zekeriyya, Meryem'in bulunduğu mihrâba her girdiğinde,.." anlamına gelen "Küllemâ dehule aleyhâ Zekeriyyal Mihrabe" (Al-i İmran, 3/37) âyetinin yazılması alışkanlık haline gelmiştir. İslâmî bakımdan mihrabın çevresine böyle bir âyet veya hadis yazımı şart değilse de, cemaatin okuyarak yararlanması için mihrâbla ilgili bir âyetin yazılmasında bir sakınca bulunmaz. Ancak yukarıdaki âyetin yerine, namazın şartlarından birisi olan "kıbleye yönelme"yi hatırlatan; "Ey Muhammed! Yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir" anlamındaki, "Fevelli vecheke şatral-Mescidi'l-Haram" (bk. Bakara, 2/149, 150) âyetinin yazıldığı da görülmektedir.

5

Ehl-i kitap mensubu olan karı kocadan, kadın Müslüman olur kocası Müslüman olmazsa, bu durumda İslamiyeti seçen kadın kocasından ayrılmak zorunda mıdır? Bakara Sûresi'nin 221. âyeti, kadın erkek farkı gözetmeksizin kesin ve açık olarak müşriklerle Müslümanların evlenmelerini yasaklıyor. Müşrik, Allah Teâlâ'ya zatında veya sıfatlarında ortak koşan, başka tanrı veya tanrıların veya tanrının sıfatını taşıyan varlıkların bulunduğuna inanan, bunlara tapan kimsedir. Ehl-i kitaptan maksat ise, İslam dini geldiğinde asıl dinlerinden uzaklaşmış, iman ve ibadette yanlış yollara sapmış, kitaplarının aslını kaybetmiş de olsalar, gelip geçmiş bir peygambere ve onun getirdiği dine inanan, “İslam'a göre bozulmuş olan bu dini” doğru / sahih bilen ve bulan (sahih olduğuna inanan) insanlardır. Bakıldığında Ehli Kitab'ın -en azından bir kısmının- inancı içinde şirk unsurlar da vardır; Allah'a mahsus bazı sıfat ve özellikleri İsâ ve Meryem gibi bazı yaratılmışlarda da var saymakta, bunlara da ibadet etmektedirler. Bu sebepledir ki Ehl-i kitab'ın inancı -şirkten kurtulmadıkları sürece- onları ahirette kurtuluşa erdirmemekte, cehennemlik olmaktan kurtarmamaktadır. Buna rağmen Hristiyan ve Mûsevîler kısmen de olsa vahye dayalı bazı inanç ve uygulamalara sahip bulundukları ve muhtemelen- hak dine inanma bakımından daha yatkın olduklar için kendilerine bazı imtiyazlar tanınmış, genel olarak kâfirlere mahsus hükümlerin bir kısmından istisna edilmişlerdir. Bu istisnaların konumuzla ilgili olanı, "Ehl-i Kitab kadınlarla Müslüman erkeklerin evlenmelerinin helal olması"dır. Mâide Sûresi'nin 5. âyetinde Ehl-i kitabın yiyeceklerinin, kadın ve erkek Müslümanlara da helal olduğu ifade edildikten sonra "yalnızca Ehl-i Kitab kadınların" Müslüman erkeklere helal olduğu zikrediliyor; yeri geldiği halde Müslüman kadınların da Ehl-i Kitab erkeklere helal olduğu (onlarla evlenebilecekleri) söylenmiyor. Böyle bir açıklama bulunmayınca hükmü (Müslüman kadının bir Mûsevî veya Hristiyan ile evlenmesinin caiz olup olmadığı hükmünü) Hz. Peygamber'in (asm) uygulamasından, burada da bir çözüm yoksa kıyastan çıkarmamız gerekir. Kadınlarla erkekler evlenme konusunda bazı farklı hükümlere tabi olduklarından, biri hakkındaki hükmü diğerine de teşmil etmek (aynı hüküm kapsamına almak) mümkün değildir. Bu yüzden böyle bir kıyasa gidilmemiştir. Esasen kıyastan önce ortada Sünnet (Hz. Peygamber'in ve ashâbın uygulaması) vardır. Âyeti farklı yorumlayan bazı sahâbîler ve müctehidler, Peygamberimizin (asm) vefatından sonra, "Müslüman erkeklerin Ehl-i Kitab kadınlarla evlenmelerinin bile helal olmadığı" sonucuna varmışlardır. Müslüman kadının Ehl-i Kitab'dan olan bir erkekle evlenmesine gelince, bunu tartışma konusu bile yapmamışlar, Hz. Peygamber (asm) zamanında, Müslüman kadınların bulundukları yerlerde Ehl-i Kitab erkekler de bulunmuş, ama böyle bir evlenme olmamış, bu evlenmenin caiz olmadığı hükmünde icmâ meydana gelmiştir. Bu hükmü benimseyen fıkıhçılar, yukarıda zikredilen delillere ek olarak bir de şu âyete dayanmışlardır: Mümtehine Sûresi'nin 10. âyetinde, inanmayanların ülkesinden

6

Müslümanların ülkesine hicret eden kadınlarla ilgili olarak "...eğer mümin olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere iade etmeyin" buyurulmuştur. Başka bazı delillerle de desteklenerek burada geçen "kâfirler" kelimesinin Ehl-i kitabı da içine aldığı, Müslüman bir kadının Ehl-i Kitab'dan bir erkekle de evlenemeyeceği ve evliliğini sürdüremeyeceği sonucuna ulaşılmıştır (bk. Bakara, 2/221). Fıkıhçıların çoğu bu hükümde, önceden evli olanlarla yeni evlenecek olanları birbirinden ayırmamış olmakla beraber, özellikle Hz. Peygamber (asm) ve Hz. Ömer (asm) devirlerine ait uygulamalara dayanan bazı fıkıhçılar, baştan evlenmenin câiz olmadığını, ancak Müslüman olmadan önce gayri müslim ile evli bulunan tarafın, ihtida yüzünden nikâhının bozulmayacağını ileri sürmüşlerdir. (İbn Kayyim, Ahkâm'u Ehli'z-Zimme, Dimaşk 1961, , 317 vd. , 340 vd.). Çağdaş âlimlerden Kardâvî de bu ictihadı benimsemiştir. Hak dinin yayılmayı, insanlar tarafından benimsenmeyi istemesi tabîîdir. Bu isteğin daha tabîî bir sonucu da mensuplarının ve onlardan gelecek nesillerin dinini, dindarlığını korumaktır. Korumak eğitimle olur, eğitimin en önemli aracı ailedir. Ailede din ikiliğinin bulunması, çocuklar üzerinde etkisini hissettirecek ve onların benimseyecekleri din konusunda önemli bir risk oluşturacaktır. Bu bakımdan ideal olan Müslümanların kendi dindaşlarıyla evlenip aile kurmalarıdır. Ortada bir zorlayıcı sebep yoksa Müslüman erkeğin de karısı Müslüman olmalıdır. Müslüman bir kadının kocasının Müslüman olması ise -koruma, eğitim ve etki bakımındandaha önemlidir. Soyun devamı, miras, velayet gibi konularda da -babanın gayri müslim olması halinde- bir dizi problem ortaya çıkacaktır. İşte bütün bu sebepler bir araya gelince Müslüman kadının gayri müslim bir erkek ile evlenmesinin niçin caiz kılınmadığını anlamak bize göre kolaylaşmaktadır.

7

Tebliğ dusturumuz nasıl olmalı? Tebliğ etme adına günahlara girmek caiz mi? Kişinin tebliğ sorumluluğu imkanları ölçüsünde ölünceye kadar devam eder. İrşâd, dini bir emir olup Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Müslümanların içlerinden bir grup bu görevi yapınca diğerlerinin üzerinden düşer. İnsanları irşâd edecek mürşidleri, din bilginlerini yetiştirmek Müslümanlar üzerine farzdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Sizden, insanları hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun." (Âl-i İmrân, 3/104)buyurulur. Ümmet; grup, sınıf anlamınadır. "İçinizden irşâd görevini yapacak bir grup bulunsun" veya "sizden, emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker yapacak bir topluluk oluşsun" demektir. İrşad farz-ı kifaye olduğu için, toplumda ehil bir kişinin bu görevi yapması yeterlidir. Ama yine de her Müslümanın irşadda bulunmaya gayret etmesi çok faziletlidir. Tebliğ etmek adına harama girmek doğru değildir. İlave bilgi için tıklayınız: Tebliğde üslubumuz nasıl olmalıdır? İslami değerleri küçümseyen insanlara nasıl tebliğde bulunmalıyım?

8

Namaz kılanlardan değildik, yoksula yedirmezdik.. (Müddessir, 40-44) anlamındaki ayetleri nasıl anlamalıyız? Ayetlerin mealleri: 38. Her nefis, yaptıklarına karşılık bir rehindir; 39. Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka. 40-41. Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar. 42. "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorarlar. 43. Onlar şöyle cevap verirler: "Biz namaz kılanlardan değildik; 44. Yoksulu doyurmuyorduk; 45. (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, 46. Ceza gününü de asılsız sayıyorduk, 47. Sonunda bize ölüm geldi çattı." 48. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. (Müddessir, 74/38-48) Bu âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçlan anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı veya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yaptıklarına karşılık rehin olarak gösterilmesi, sorumluluğun ferdî olduğunu, her insanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağını, geleceğinin buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağlayacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğruluğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâtıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh oğlunu, Hz. İbrahim babasını kurtaramamıştır. (bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114) "Hakkın ve erdemin tarafında olanlar" diye çevirdiğimiz "ashâbu'l-yemîn" tamlamasındaki "ashâb" "topluluk, arkadaşlar, taraftarlar"; "yemîn" ise hem "sağ taraf” hem de mecazî olarak "doğru, gerçek, güç" anlamlarında kullanılır. "Ashabu'l-yemîn" Kur'an'da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erdemin tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, "âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem'in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler" gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. (bk. Râzî, İbn Âşûr, ilgili ayetlerin tefsiri) Cehenneme girme nedeni olan konular, farklı şekilde yorumlanabilir: - Buradaki namaz, Allah'a iman ve itaati; yoksulu doyurma, yaratılmışlara şefkat ve merhameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka

9

inanma hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü karar, tercih ve eylemlerini Allah'ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek hesabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder. (bk. Kur’an Yolu, Heyet, ilgili ayetlerin tefsiri) - Namaz kılanlardan değildiler ve düşküne yedirmezdiler, fakire yemek vermez, karnını doyurma çaresini aramazdılar. Yani Allah'ın emrini tanımaz, kullarına acımazdılar. Ve dalanlarla beraber dalar dururdular, boş lakırdılar, boşuna işler, şunun bunun aleyhinde lehinde gereksiz sözlerle vakit öldüren, keyif ve zevkle ilgili boş şeylere dalan gafillerle beraber kendilerinden geçer, dalar giderdiler. Din gününe, (yani ceza gününe) yalan derler, inanmazdılar. Namaz kılmamanın, fakirlere bakmamanın, dalanlarla beraber dalıp gitmenin asıl sebebi de bu imansızlık, bu küfürdür. Ta onlara o yakin (yani ölüm) gelene kadar bu halde devam ettiler ancak ölüm gelince ceza gününün hak olduğunu iyice anladılar. İşte kendilerini cehenneme sokan suçlarını böyle haber verirler. (bk. Elmalılı, Hak Dini, ilgili ayetlerin tefsiri) Namaz kılmayan bir müslüman, kafir olmaz; ancak günahkar bir Müslüman olur. Ahirette Allah Teala bu kulunu cezalandırabileceği gibi dilerse onu affeder. Bununla beraber namaz kılmayanlar hakkında dinimiz şiddetli tehditlerde bulunmuştur. Namaz, dînin direğidir. Namazını devâmlı, doğru ve tam olarak kılan kimse dînini kurmuş, İslâm binâsını ayakta durdurmuş olur.. "Şefaatçilerin şefaati inkarcılara fayda vermez" mealindeki cümle şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir.

10

Kulak içi, saç dibi vs. gibi tendeki yağlı kısımlar gusül ve abdeste engel teşkil eder mi? Gusül öncesi sabunla bu kısımları temizliyorum, ama vesveseden kurtaramıyorum; bu da beni yıpratıyor. Gusül abdestinde kulak temizliği, görünen yerlerdir. Bu bakımdan iç ve dış kısımda görünen terleri yıkamak yeterlidir. Gusül abdestinin geçerli olması için kulak kıvrımları dahil hiç bir yerin kuru kalmaması gerekir. Islak el ile kulak kıvrımları meshedildiği zaman kuruluk kalmıyorsa geçerli olur. Vüdutta oluşan yağ ve normal vücut kirleri gusle mani değildir. Kulak içi ve saç diplerinin yağlanması durumunda buraları sabunla yıkamak şart değildir. Deriye yapışan maddeler ve vücut kirleri gusle mani olur mu? Abdest konusunda olduğu gibi, gusülde de suyun deriye geçmesine engel olan maddeler önceden giderilmelidir. Aksi halde yapılan guslü yerine gelmemiş olur. Örneğin tırnak üzerinde kuruyup kalan hamur, sürülen oje ve benzeri maddeler, suyun alta geçmesine engel teşkil eder. Gusülden önce bunların giderilmesi gerekir. Yağlı boya niteliğinde olmayan normal kir, suyun geçmesini engellemez. Sabunsuz su ile yıkanan bir organda hâlâ kirin izine rastlanıyorsa, bu guslün yerine gelmesine engel sayılmamıştır. Çünkü su deriye nüfuz etmiştir. Ancak sünnete uygun olanı, bu tür kirleri iyice yıkadıktan sonra gusletmektir. Bu konuda şehirli ile köylü aynıdır. Tırnak aralarına giren çamur, toprak da böyledir. Derici ve boyacının tırnaklarına ve tırnak altlarına bulaşan boya ve benzeri şeyler, suyun geçmesini engellerse de, ilim adamlarının çoğu bunda zorluk bulunduğunu dikkate alarak cevaz vermişlerdir. O halde bu konuda da zaruri (kaçınılması çok zor) halleri genel hükmün dışında tutmak gerekir. Çünkü şer'î kaidelerde bu kapıyı açık tutmuştur. Ama deriye yapışan balık pulu, çiğnenmiş ekmek parçası kuruyup suyun geçmesini engelliyorsa, o takdirde bunları gidermek lâzımdır. Çünkü bunlardan kaçınmak mümkündür, zarurî bir durum mevcut değildir. Bunun dışında pire ve sinek pisliğinden genellikle kurtulmak mümkün olmadığı için, deri üzerinde yapışıp kalmaları gusle engel sayılmamıştır. Bununla beraber iyice yıkanıp temizlenmesi Sünnet gereğidir. El-Muhit ve Fetevâ-yı Hindiyye'de bu konuya yer verilmiştir. Çiçek ve egzama gibi bir hastalıktan dolayı deri üzerinde meydana gelen kabuklar kabarık bir vaziyette olup kenarları deriye bitişikse gusle mâni' sayılmaz. Yıkandıktan sonra bu kabuklar kalkar ya da dökülürse guslü yeniden yapmayı gerektirmez. Abdestte olduğu gibi gusülde de suyu gözlerin içine ulaştırmaya lüzum yoktur. Serahsî'nin Muhitinde ve" Fetevâ-yı Hindiyye'de buna cevaz verilmiştir. Gusül abdesti alırken, örgülü olan saçların iç kısımlarının, kulaktaki küpe deliğinin ve

11

yüzüklerin altının yıkanması gerekir mi? Kadın guslederken kullandığı su saçlarının altına nüfuz ediyorsa, örgülerini çözmeye ve suyu ona tam nüfuz ettirmeye gerek yoktur. Hattâ örgülü bulunan saçlarının uçlarını olduğu gibi yıkanmadık bırakmasına cevaz verilmiştir. Ne var ki guslederken saçları iyice yıkamak guslün adabına daha uygundur. Sahih olan görüş budur. Hidâye, Muhit, Bahrirâik ve Fetevâ-yı Hindiyye'de de bu husus açıklanmıştır. Ama kadının saçları çözük vaziyette ise suyun arasına girdirilmesi vâcibdir. Erkeklerin de suyu saç ve sakal arasına girdirmesi vâcibdir. Kadınlara özenip saçlarını örgüleyen erkekler, guslederken bu örgüyü çözüp suyu saçlarının arasına girdirmesi vâcibdir. Çünkü örgü kadınlara mahsus bir süstür. Kulaktaki küpeleri, parmaktaki yüzüğü guslederken oynatmak ve böylece suyun alta nüfuz etmesini sağlamak vâcibdir. Delik bulunan kulakta küpe takılı olmadığı takdirde, suyun deliğin ön kısmına girmesini sağlayacak biçimde kulağı yıkamak gerekir. Bu hususta fazla bir külfete gerek yoktur. Bahrirâik, Bedayi' ve Fetevâ-yı Hindiyye'de de aynı husus açıklanmıştır. Gusül abdesti alırken göbek çukurunu yıkamak gerekir mi? Guslederken göbek çukuruna suyun girmesini sağlamak, bunun için parmağı kullanmak vâcibdir. Tabii bu konuda da fazla bir külfete katlanmaya gerek yoktur. Serahsî'nin Muhit'inde ve Fetevâ-yı Hindiyye'de buna açıklık getirilmiştir. Sünnet edilmedik kalan derinin altına su girmeyecek olursa, Serahsî'nin El-Muhit'inde guslün sıhhatini bozmayacağı belirtilmiş; Tatarhaniyye'de bu görüşün muhtar olduğu kaydedilmiştir. Ancak ne var ki guslederken bu derinin altına su geçirmek müstehabdır. Fethulkadîr'de de aynı mesele anlatılmış ve böyle yapmanın müstehab olduğu açıklanmıştır. (Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: I / 50-52.) İlave bilgi için tıklayınız: Abdestli iken yellenme oluyor gibi vesvese geliyor ne yapmalıyım?

12

Bir kadın pijamayla namaz kılabilir mi? Erkek pijamasına benzeyen pijamanın üstüne bir şey giymesi şart mı? Yoksa bu durum namazın sahih olmasına engel mi? Kadınların tesettürü sağlayabilecek şekilde dikilmiş olan gecelik ve sabahlıkla evlerinde namaz kılmaları caizdir. Erkek pijamasına benzeyen pijamanın üstüne bir şey giyilmesi şart değildir. Müslüman kadının giyiminde esas mesele, tesettürü sağlamasıdır. Eli ve yüzü dışında bütün vücudunu örtmesi, açık kalmamasıdır. Giyilen bir elbisenin tesettüre uygun olması için de altını göstermeyecek şekilde kalın ve avret yerlerini örtecek kadar uzun olmalıdır. Bunun için altını gösterecek şekilde ince ve şeffaf olan bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz. "Elbise altını, tenin rengini belli edecek şekilde ince olursa, bununla avret yeri örtülmüş olmaz. Fakat kalın olsa da, uzva yapışsa ve uzvun şeklini alsa (uzvun şekli görünür hale gelse), bu durumda örtünme hasıl olduğu için men edilmemesi gerekir, namaz caiz olur." (Halebî-i Sağır, s.141; l.Menânü'l-Celü, I/136) İlave bilgi için tıklayınız: Pijama ile namaz kılmak mekruh mudur?..

13

Bakara suresi 79. ayette geçen "Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: 'Bu Allah tarafındandır.' diyenlerin vah haline." ayetini açıklar mısınız? "Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: 'Bu Allah tarafındandır.' diyenlerin vay haline! Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!" (Bakara, 2/79) Allah'ın kitabını günahkâr elleriyle yazıp sonra da "Bu, Allah katındandır" diyenlerin vay hallerine. Onu. bilgisi olmadan ve Tevrat'ta ne bulunduğunu bilmeyen cahil bir kavme basit bir dünya malı karşılığında satmak için yaptılar. Allah'ın indirdiğinin aksine, elleriyle kitabı yazıp sonra onu satarak yiyenlere azap vardır. Hatalar işledikleri, günahlar kazandıkları için vay hallerine. Bu âyet-i kerimede, Yahudilerin başka bir sınıfına işaret edilmektedir. Bunlar, haksız yere insanların mallarını yemek için Allah'a karşı yalan uyduran ve kendi elleriyle yazdıklarını Allah tarafından gönderilmiş gibi göstererek bilgisiz insanları sapıklığa sürükleyen Yahudi ilim adamlarıdır. Bunlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Tevrat'taki sıfatlarını siliyor, onun yerine insanların hoşuna gidecek şeyler yazıyorlardı. Ayrıca kendi ictihadlarını, Allah tarafından indirilmiş âyetler gibi gösterdiyorlardı. Böylece Allah'a karşı yalan ve iftirada bulunuyorlardı. Bu yüzden veyl azabını hak etmişlerdir. Âyet-i kerimede zikredilen ve "Vay hallerine" diye tercüme edilen "veylün" kelimesi, müfessirler tarafından farklı şekillerde izah edilmiştir. Dehhakın Abdullah b. Abbastan naklettiğine göre bu kelimeden maksat "Onlara azap olsun" demekktir. Ebu İyad'a göre ise, aslında cehennemliklerin kan ve irinlerinin aktığı bir kuyunun adıdır. Bu izaha göre bu kelimenin mânâsı "Onlar veyl kuyusuna düşsünler" demektir. Ebu Saki el-Hudri, Resulullah (s.a.v.)ın bu kelimenin izahında şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Veyl cehennemde bir vadidir. Bir kâfir onun tam dibine ulaşmadan kırk sene aşağı doğru yuvarlanır." (1) Hz. Osman (r.a.)'dan da Resulullah (asm)'ın Veyİ hakkında, onun cehennemde bir dağ olduğunu rivayet ettiği nakledilmektedir. Taberi, bu izahlara göre âyetin mânâsının, "Elleriyle kitabı yazıp sonra da onun, Allah katından olduğunu söyleyen Yahudilere, cehennemin dibindeki Veyl kuyusundan kan ve irin içme azabı olsun." demek olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerimede Yahudilerin bilgin zümrelerinin, maddi menfaatler elde etme karşılığında, Allah'ın kitabından olmayan şeyleri elleriyle yazarak Allah'ın kitabındanmış gibi gösterdikleri zikredilmektedir. Özellikle "Elleriyle yazdıkları" ifadesinin zikredilişi, bu işi bizzat kendilerinin yaptığını, cahillerine emrederek onlar vasıtasıyla yaptırmadıklarını belirtmek

14

içindir. Bu da, bu işi yapanların, tam olarak ve kasıtlı bir şekilde, başkalarından gizleyerek yaptıklarını göstermektedir.(2) Dipnotlar: 1. Tirmizi. K. Tefsir el-Kur'an, sure, 21. Hadis No: 3164/Ahmed K Ilanbcl Müsnetl c3, s. 75 2. Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 1/253-254.

15

Sürekli idrar kaçıran bir kimse nasıl namaz kılar? Bir tanıdığımı her öksürdüğünde idrarını kaçırıyor; bu durum namazda da oluyor ve çok sık öksürüyor. Bu durumda ne yapılması gerekir, dinde o şekilde namaz kılınmaya cevaz var mıdır? Sürekli devam eden abdest bozucu hallere özür denir. Meselâ, idrarını tutamama, devamlı gaz çıkarma, sık sık burnu kanama, yarasından devamlı su akma gibi haller, birer özür hâlidir. Kendisinde bu gibi abdest bozucu bir özür bulunan kimseye ise, sâhib-i özür (özür sâhibi) veya ma'zur (özürlü) denir. Kişinin özürlü sayılabilmesi için, abdest bozucu bir hâlin, tam bir namaz vakti boyunca devam etmesi, yani, abdest alıp namaz kılacak kadar kısa bir süre dahi olsun kesilmemesi şarttır. Bu, özrün başlamasının şartıdır. Bundan sonra da, her namaz vaktinde, en az bir kere aynı hâl ortaya çıkmalıdır. Bu da özrün devamının şartıdır. Özür sâhipleri için, dînimiz büyük bir kolaylık göstermiştir. Bunların abdestleri, abdest bozucu özürleri devam ettiği halde bozulmaz. Bu halde iken namazlarını kılarlar. Abdest bozucu kan, irin, idrar gibi akıntıların kirlettiği yeri tekrar temizlemekle de mükellef tutulmazlar. Çünkü, bu kirler temizlendikten hemen sonra yeniden vâki olmaktadır. Meselâ, devamlı idrarı gelen bir kimsenin, abdestini idrar akıntısı bozmadığı gibi, gelen bu idrarın kirlettiği yeri yıkamak mecburiyeti de yoktur. İdrar kirletmesi mevcut olduğu halde namazını kılar. Dînimizin özür sâhiplerine sağladığı bu kolaylığa karşı, onların da dikkat edecekleri bazı hususlar vardır... İlave bilgi için tıklayınız: Özürlünün abdest durumu hakkında bilgi verir misiniz?..

16

Peygamberimiz zamanındaki Hristiyanlıkla şimdiki Hristiyanlık arasındaki fark nedir? O dönemde de Hristiyanlar Hz. İsa'yı "oğul" diye nitelendiriyorlar mıydı? Hristiyanlık, menşei itibariyle vahye dayanan ve kutsal kitabı olan, özde tek tanrılı olmakla beraber, sonradan teslis inancına dönüştürülmüş bir dindir. Bu dinde ayrıca peygamber, melek, âhiret, kader gibi dini kavramlar bulunsa da, bu kavramları anlayış ve açıklayış şekli İslâm'dakinden farklıdır. Hristiyanlık aslında tek tanrı anlayışını esas alan bir dindir. İncillerde ve diğer yazılarda bu hükmü doğrulayacak ifadeler vardır. Allah'ın birliğinden söz edilmektedir (Yuhanna, V / 44). Fakat yine aynı metinlerde bir kısım ifadeler, mecâzî deyimler, daha sonraları bir üçleme (teslis) anlayışına yol açmıştır. Bunda, İncil yazarları ile Hz. İsa (as) arasındaki zaman aralığının rolü vardır. Öte yandan, Hristiyan Kutsal Kitabı'nda teslis, hiç bir yerde açıkça zikredilmemiştir. Ancak "ben ve baba biriz", "babanızın ruhu", "Allah'ın ruhu" gibi ifadeler, zamanla Allah'ın yanında İsa ve kutsal rûhun da tanrı sayılmasına kadar varan yorumlara yol açmıştır. Bu yorumları ilk başlatan, havârîlere sonradan katılan Pavlus olmuştur. "Hz. İsâ zamanındaki en büyük ilâhiyatçı" olarak tanımlanan Pavlus, bugünkü Hristiyanlığın kurucusu olarak bilinmektedir. Modern bilginlere göre günümüz Hristiyanlığı, Hz. İsa (as)'ın getirdiği nizamdan çok, Pavlus'un yorumlarından ibarettir. Hatta denilebilir ki, sonraki yüzyıllar, dini inançlarını İncillerden çok, onun yorumlarına dayandırdılar. Pavlus'un telkinleri, Allah'ı değil, İsa Mesih'i ağırlık merkezi olarak almıştır. Ona göre İsa, sâdece bir insan değil, Tanrı'nın kudretiyle diriltilen bir kimse idi. Görüldüğü gibi bugünkü Hristiyanlık, Pavlus'un yorumlarına dayanır. Gerek dinin aslî şekli, gerekse kutsal kitapları olan İncil, tahrifata uğramıştır. Artık Hristiyanlık muharref bir dindir. Bunun içindir ki, günümüz Hristiyanlarının benimsediği Hristiyanlık ile, Kur'ân-ı Kerîm'in bize bildirdiği Hristiyanlık, birbirinden tamamen farklıdır. Kur'ân-ı Kerîm'de Hristiyan için "Nasrânî", Hristiyanlar için de "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır (Âli İmran, 3/67; Bakara, 2/62, 111, 113, 135, 140; Mâide, 5/14, 18, 51, 69, 82; Tevbe, 9/30; Hacc, 22/17). Ayrıca, "Ehl-i Kitap" ifadesinin yer aldığı âyetlerde, Hristiyanlar da muhatap alınmıştır. Meselâ, "De ki; ey Ehl-i kitap! Aramızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Allah'a kulluk (ibadet) edelim ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım." (Âli İmrân, 3/64) âyetinde olduğu gibi. Kur'ân-ı Kerim'e göre, Yahudiler gibi Hristiyanlar da verdikleri sözde durmadıkları için, kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin salınmıştır. Hz. Muhammed (asm) onlara da gönderilmiş bir elçidir. O, Ehl-i Kitab'ın gizledikleri ve sakladıkları şeylerin çoğunu onlara açıklamıştır. Ancak Yahudi ve Hristiyanlar, kendilerinin "Allah'ın oğulları ve sevgilileri" olduklarını söyleyerek, Hz. Muhammed (asm)'e karşı çıkmışlardır. Yahudiler Uzeyr (as)'i, Hristiyanlar da İsa (as)'yı Allah'ın oğlu saymışlardır. İnsanları tanrılaştırdıkları için de küfre girmişlerdir. (Mâide, 5/12-18; Tevbe, 9/20) Allah'a çocuk isnad etmekle Tevhid'in özüne ve rûhuna aykırı hareket etmişlerdir. Halbuki

17

"Allah, bu tektir. Her şeyden müstağnî ve her şey O 'na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç bir şey O'na denk değildir." (İhlâs, 112/1-4). Kur'ân-ı Kerim, Hz. İsa (as)'ın Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu, O'nun da tevhid'i tebliğ ettiğini açıklar. (Mâide, 5/46-47, 62-69, 72-77). Bu durumda Meryem oğlu İsa'yı ilah edinen Hristiyanlar, "Allah, üçün üçüncüsüdür." (Mâide, 5/72-75) diyerek doğru yoldan sapmışlar, tevhid çizgisinden uzaklaşmışlardır. Tevhid esasından uzaklaşan Hristiyanların yüce Allah, dinlerinin aslına, tevhid ve İslâm yoluna çağırmaktadır. (Mâide 5/46). Yukarıda da belirtildiği gibi Hristiyanlık, aslı itibariyle hak dinlerderdendir. Peygamberi Hz. İsa (as), kitabı da İncil'dir. Bugünkü Hristiyanlığın odak noktasını oluşturan ve Pavlus teolojisinin temelini teşkil eden Hz. İsa (as), yalnız Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Bunu bizzat kendisi şöyle ikrar etmiştir: ''Hz. İsa: Ben şüphesiz Allah'ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı; nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı. Yaşadığım müddetçe namaz kılmamı, zekât vermemi ve anneme iyi davranmamı emretti. Beni bedbaht bir zorba kılmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve dirileceğim günde bana selam olsun." dedi." (Meryem, 19/30-33). Ayrıca Hz. İsa (as)'ı ve annesini tanrılaştırıp "teslis" akidesini oluşturan Hristiyanlarla Hz. İsa (as), kıyamet gününde yüzleştirilecekler ve böylece Hristiyanların uydurdukları yalanlar bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır. Bu husus, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle belirtilir: "Allah, Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin." dedin?" demişti de; ''Hâşa, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen benim içimde olanı bilirsin, ben Senin içinde olanı bilemem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin" demişti, ''Ben onları sadece, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahiddim, beni aralarından aldığında onları sen gözlüyorsun. Sen her şeye şâhidsin." (Mâide, 5/117). Hz. Peygamber (asm) dönemindeki Hristiyanlık da bu günkü Hristiyanlık gibi tahrif olmuş haldeydi. Şu halde bugünkü Hristiyanlık, Hz. İsa (as)'ın tebliğ ettiği Hristiyanlık değildir; ''Mesih, Allah'ın oğludur." gibi sözleri kendi ağızlarıyla uydurmuşlar (Tevbe, 9/30) ve "Meryem oğlu Mesih'i'de, kendilerine Allah'tan başka Rab edinmişlerdir." (Tevbe, 9/31). Aynı şekilde, mevcut Hristiyanların, Hz. İsa (as)'ın getirdiği İncil'le hiç bir ilgileri yoktur (Mâide, 5/68). Çünkü Yahudi bilginleri gibi, Hristiyan râhipleri de birtakım menfaat temini için, Allah'tan kendilerine indirilmiş olan Kitab'ın hükümlerini değiştirmişlerdir.(Tevbe, 9/34). Özetle söylemek gerekirse; İslâmiyet ile bugünkü Hristiyanlık arasındaki belli başlı ayrılıklar şunlardır: 1. Hristiyanlıkta teslis akidesi olduğu halde İslâm'da tevhid akidesi vardır.

18

2. İslâm bütün semâvî dinleri ve peygamberleri içine alır; Hristiyanlık ise, yalnız Kitab-ı mukaddes'i hak bilir ve Kur'an-ı Kerim'i vahye dayalı bir kitap olarak kabul etmez. 3. Hristiyanlık, insanın doğuştan günahkâr olduğunu ve bu sebeple temizlenmesi için vaftiz edilmesi gerektiğini savunur; İslâm ise, bütün insanların günahsız doğduğunu ve hiç kimsenin bir başkasının günahını yüklenmeyeceğini belirtir. 4. Hristiyanlıkta papaz ve rahiplerin günah çıkarmak ve affetmek yetkisi vardır; İslâmiyet'te ise, günahlar yalnız Allah tarafından bağışlanır. 5. Hristiyanlık'ta Hz. İsa'nın sözleri Allah kelâmı olarak telakki edilir; İslâmiyet'te ise, ilâhi emirler vahiy yoluyla, Cebrâil (as) vasıtasıyla bildirilir. 6. Hristiyanlara göre İsa (a.s) çarmıha gerilmiştir. İslam'a göre ise, Allah onu kendi katına yükseltmiştir. 7. Her ne kadar bugünkü Hristiyanlar, kendi dinlerinin son din olduğunu iddia ediyorlarsa da, bu iddiânın İslâm nazarında hiç bir geçerliliği yoktur. Çünkü "Allah katında din, şüphesiz İslâmiyet'tir..." (Âl-i İmrân, 3/19) Ve artık "Kim İslâm'dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir ve o, âhirette de kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i İmran, 3/85). (bk. Şamil İslam Ank., Hristiyanlık Md.)

19

Nafile namazlarda, selam verdikten sonra tekrar niyet etmemiz gerekir mi? Hanefi fukahâsi, “Teravihin her dört rekatı için niyet etmek gerekir mi?” sualinin cevabında ihtilaf etmiştir. İbn-i Abidin bu meseleyle ilgili ihtilafi ve müftâbih kavli şöyle izah etmiştir: “Hülâsa’da ‘Sahih olan kavle göre, her dört rekatta niyet etmek şarttır. Çünkü her dört rekât başlı başına bir namazdır.’ cevabi verilmiştir. Haniye’de ise, ‘Esah kavle göre şart değildir. Zira bütün teravih bir namaz mesabesindedir. Tatarhaniye’de de böyledir.’ denilmektedir." "Zahirine bakılırsa, hilaf niyetin aslıyla ilgilidir. Bana kalırsa, sahih olan kavil birincidir. Çünkü teravih kılan kimse selâm vermekle hakikaten namazdan çıkmıştır. Binaenaleyh yeniden namaza girmek için mutlaka niyet lazımdır.”(İbn-i Abidin- Reddü’l Muhtar, III/90 vd.) Meselenin özü budur. Diğer nafile namazlar hakkında da aynı hüküm geçerlidir. İlave bilgi için tıklayınız: Namaza niyet ettikten sonra başlama tekbiri almadan konuşabilir miyiz? Niyetle namaz arasında konuşmak caiz midir?

20

Bir erkek veya kadın ihramdan özürlü yada özürsüz çıkmak zorunda kalsa, cezası var mıdır? İhramdan çıkma nasıl olmalıdır? Önce kısaca bilgi verdikten sonra açıklama yapmayı uygun göryoruz. Hac veya umre için ihrama giren kişinin, öncelikle elbisesini çıkartıp ihram bezlerine bürünmesi ve hacda birinci tahallül gerçekleşinceye kadar, umrede ise tavaf ve sa’yi yapıp tıraş oluncaya kadar ihramlılık halini sürdürmesi gerekir. Ancak kişi bu süre zarfında ihramlı iken ihram yasaklarını işlerse ceza olarak bir dem (koyun veya keçi kesmesi) gerekir. (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 162, 163). Şâfiî mezhebine göre ise, muhayyerlik haklarından yararlanıp; ceza olarak bir dem (koyun veya keçi kesme), üç gün oruç tutma veya altı fitre miktarı sadaka verme seçeneklerinden birini tercih edebilir (Nevevî, el-Mecmû, VII, 371; İbn Kudâme, Muğnî, III, 493). Şu kadar var ki Hanefilere göre bir özür sebebiyle ihram yasaklarını işlerse yukarıdaki muhayyerlik haklarından yararlanabilir. İhram yasaklarının ihlâli fıkıh literatüründe "cinayet" diye adlandırılmış, müeyyide olarak bedenî ve malî bazı mükellefiyetler öngörülmüştür. İhram yasaklarının ihlâli, yasağın ve ihlâlin ağırlık derecesine göre hac veya umrenin fâsid olması ve kazasının gerekmesi, büyük baş hayvan (bedene) yahut koyun veya keçi (dem) kesme, fıtır sadakası (fidye) kadar bağışta bulunma, bedelini ödeme, sadaka verme, oruç tutma gibi farklı sonuçlar doğurur. İhlâllerin müeyyidesi olarak ibadet cinsinden fiillerin seçilmesi ferdi ıslah etme ve ihlâl dolayısıyla uğraması muhtemel mahcubiyeti giderme, ayrıca bu vesileyle toplumsal dayanışmayı güçlendirme gibi amaçlar taşımakta olup bu yaklaşım, İslâm'ın kefaretler ve cezalandırma konusunda takip ettiği genel tavra da uyum gösterir. Hac için ihrama girdikten sonra ve Arafat vakfesinden önce cinsel ilişkinin haccı fâsid kılacağında fakihler görüş birliği içindedir. Ancak hac tamamlanmadan ihramdan çıkılamayacağı için bozulan bu haccın yarım bırakılmayıp tamamlanması ve ertesi yıl kaza edilmesi, bu ihlâl sebebiyle de koyun veya keçi kurban edilmesi gerekir. Vakfeden sonra, fakat tıraş olup ihramdan tam çıkmadan önceki ilişki de Hanefî mezhebinin dışındaki diğer üç mezhebe göre haccı yine fâsid kılar. Hanefî mezhebine göre bu durumda hac fâsid olmamakla beraber ceza kurbanı olarak bir bedene kesmek gerekir. Hanefîler'in bu görüşü, Hz. Peygamberin "Hac Arafat'tır” (Ebû Dâvûd, Menâsik, 68) hadisinden hareketle şartlarına uygun olarak Arafat vakfesini eda eden bir kimsenin haccının esasen tamam olduğu gerekçesine, bedene cezası için İbn Abbas'tan gelen bir rivayete dayandırılmaktadır. (Muvatta, Hac, 50) Umre için ihrama giren kimsenin umrenin rüknü olan tavafın ilk dört şavtını tamamlamadan önce cinsel ilişkide bulunması halinde Hanefî mezhebine göre umresi fâsid olur. Bozulan umre yarım bırakılmayıp tamamlanır, ihramdan çıkıldıktan sonra umrenin kaza edilmesi, ihlâl sebebiyle de bir koyun veya keçi kurban edilmesi gerekir. Mâliki mezhebine göre sa'y tamamlanmadan, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre ise tahallülden önce vuku bulan cinsel ilişki umreyi ifsat eder.

21

Süslenme, koku sürünme, giyinme, tıraş olma türündeki yasakların ihlâli durumunda ihlâl ciddi boyutta ise koyun veya keçi kurban edilmesi, değilse fidye ödenmesi, küçük çaptaki ihlâllerde ise sadaka verilmesi gerekir. Hangi tür ihlâlin hangi ağırlıkta sayılacağı mezhepler arasında ayrıntılara inen geniş bir tartışma konusudur. Meselâ saç veya sakalın tamamını tıraş etmek, bir organın tamamına güzel koku sürünmek, erkeklerin bir tam gün başını örtmesi ciddi ihlâl sayılıp dem gerektirirken saçın veya sakalın dörtte birinden azını tıraş fidye, bir tırnağın kesimi sadakayı gerektirir. Cinsel ilişki dışındaki cinsî yasakların ihlaliyle ilk tahallül sonrası ve ziyaret tavafından önceki cinsel ilişki de dem gerektirir. Avlanma veya Harem bölgesinin tabii ağaç ve bitki örtüsüne zarar verme halinde kural olarak bunların bedeli tasadduk edilir. Bazı durumlarda her fidye miktarı karşılığında bir gün oruç tutulabilir. İhram yasaklarının bilgisizlik, yanılma, unutma gibi mazeretlerden dolayı çiğnenmesi uhrevî sorumluluğu kaldırabilirse de bu cezaları düşürmez. Ancak hastalık gibi haklı mazeretlerin bulunması veya ihlâlin başkasının fiilinden kaynaklanması gibi gayri iradî olması halinde ilgili şahsa kurban kesme, fidye ödeme veya oruç tutma arasında seçim hakkı tanınır. İhram yasaklarının kalkması (tahallül veya hil) umrede sa'yin tamamlanmasından sonra saçları tıraş etmek veya kısaltmak suretiyle, hacda ise iki kademede gerçekleşir. İfrad haccı yapanlar bayramın birinci günü Akabe cemresine taş attıktan sonra, temettü' ve kıran haccı yapanlar ise kurbanın kesilmesinden sonra saç tıraşı olup ihramdan çıkarlar. Haccedenler bu safhada kendi saçlarını kesebilecekleri gibi birbirlerini de tıraş edebilirler. Kadınların saçlarının ucundan biraz kesmesi yeterli olur. Fıkıh literatüründe ilk veya küçük tahallül denilen bu safhadan sonra cinsel ilişki ve Mâlikîler'e göre ayrıca avlanma dışındaki ihram yasakları kalkar. Haccın rükünlerinden olan ziyaret tavafından, Hanefîler'in dışındaki diğer üç mezhebe göre sa'yin de yapılmasından sonra tıraş olmakla ikinci tahallül gerçekleşir ve bütün ihram yasakları kalkmış olur. (bk. TDV İslam Ansiklopedisi İhram md.)

22