Ağustos 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012 MIDDLE EAST and EUROASİA EAST SUMMER SCHOOL/TROBZON 2012

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

ORSAM

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012 MIDDLE EAST and EUROASİA EAST SUMMER SCHOOL/TROBZON 2012

Ağustos 2012 Hazırlayan: Seval KÖK ORSAM Uzman Yardımcısı

Ankara - TÜRKİYE ORSAM © 2012 Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

ORSAM

ORSAM

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ Tarihçe Türkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Ortadoğu özelinde yoğunlaştırmıştır. Ortadoğu’ya Bakış Ortadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halkları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halklarından aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Türkiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dâhil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam etmesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendirebilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir. Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın Çalışmaları ORSAM, Ortadoğu algalımasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kavranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmalarına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek ilgililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden devlet adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır.

www.orsam.org.tr

İçindekiler Takdim.......................................................................................................................................................5 1. Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu/Trabzon 2012...........................................................................7 1.1. Açılış Konuşmaları..........................................................................................................................7

Hasan Kanbolat, ORSAM Başkanı..................................................................................................7 Melek Acer, Trabzon Belediyesi Gençlik Merkezi Başkan V......................................................8 Doç. Dr. Mesut Özcan, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan V..........9 Prof. Dr. Hayati Aktaş, KTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı.........................................9 Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, Trabzon Belediye Başkanı.....................................................10 Mustafa Kabakçı, Milletvekili, TBMM İdare Amiri.....................................................................11 Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Valisi...................................................................................................14

1.2. Karadeniz....................................................................................................................................16 Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Valisi 1.3. Türkiye – Özbekistan İlişkileri................................................................................................21 Ulfat Kadyrov, Özbekistan’ın Ankara Büüykelçisi 1.4. Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan İlişkileri ve Bölgesel Güvenlik....................................26 Dr. Elhan Mehdiyev, Peace and Conflict Resolution Center Direktörü 1.5. Politik Psikoloji’nin Uluslararası İlişkilerde Önemi............................................................33 Prof. Dr. Abdülkadir Çevik, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1.6. Türkiye-Kırgızistan İlişkileri ve Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan.....................................38 Ermek İbraimov, Kırgızistan’ın Ankara Büyükelçisi 1.7. Suriye’de Değişim ve Türkiye..................................................................................................39 Oytun Orhan, ORSAM Uzmanı 1.8. Tarihsel Süreçte İran Dış Politikası........................................................................................47 Doç. Dr. Süleyman Erkan, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 1.9. Ortadoğu’da Su Sorunu............................................................................................................52 Dr. Tuğba Evrim Maden, ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı 1.10. Avrasya ve Ortadoğu’da Enerji Oyunu..................................................................................61 Osman Göksel, BOTAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, BTC ve NABUCCO Koordinatörü

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

3

1.11. Karadeniz’in Sosyal ve İktisadi Tarihi....................................................................................73 Prof. Dr. Kenan İnan, Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Müdürü 1.12. İsrail Dış Politikası ve İsrail-Filistin Sorunu.........................................................................90 Doç. Dr. Özlem Tür, ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 1.13. Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları............................................................................96 Doç. Dr. Harun Öztürkler, ORSAM Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi 1.14. Türk Dünyası’na Genel Bakış..................................................................................................104 Dr. Ermanno Visintainer, Vox Populi Düşünce ve Araştırma Kurumu Başkanı 1.15. Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Politikası Brifingi......................................................109 Ali Rıza Akıncı, Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Dairesi, IKAD İkinci Katip 1.16. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın Geleceği.............................................................................117 Numan Hazar, E. Büyükelçi 1.17. İran’ın İç ve Dış Politikası.........................................................................................................126 Pınar Arıkan, ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslar arası İlişkiler Bölümü 1.18. Yeni Ortadoğu ve Küresel Güçler...........................................................................................135 Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 1.19. Türkiye’nin Kafkasya Politikası...............................................................................................141 Doç. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Başkanı 2. Ders Programı.....................................................................................................................................160 3. Katılımcıların Listesi..........................................................................................................................167

4

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

TAKDİM Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM), Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) ve Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) işbirliği ile 2-7 Temmuz 2012 tarihleri arasında, bu yıl ilk kez “ORSAM Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu/Trabzon” programı gerçekleştirilmiştir. Programa, farklı ülkelerden, farklı üniversitelerden, devlet kuruluşlarından ve özel sektörden 130 katılımcı yer almıştır. ““ORSAM Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu/Trabzon” programı, Ortadoğu ve Orta Asya konulu derslerden oluşan bir seminer şeklinde yürütülmüştür. Programda şu dersler verilmiştir: Karadeniz, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ortadoğu ile ilişkilere Genel Bir Bakış, Türkiye’nin Orta Asya Politikası ve Bölgedeki Değişim Süreci, Türkiye-Kırgızistan İlişkileri, Türkiye – Özbekistan İlişkileri, İşgal Sonrası Irak’ta Siyasi Yapı, Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan İlişkileri ve Bölgesel Güvenlik, Türkiye-İran İlişkileri ve Geleceği, Türkiye-Irak İlişkileri (1923-1979), Türkiye-Irak İlişkileri (1979-2001), TürkiyeIrak İlişkileri (2003-2012), Ortadoğu’da Kara Para Aklama Yöntemleri, Türk Dünyası’nda Kültürel Diplomasi, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye, Uluslararası Sularda Deniz Haydutluğunun Tarihsel Gelişimi, Politik Psikoloji’nin Uluslararası İlişkilerde Önemi, Geçmişten Günümüze Irak Türkleri ve Gelecekleri, Türkiye’nin Afrika Açılımı, Türkiye-Kırgızistan İlişkileri ve Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan, Suriye’de Değişim ve Türkiye, Tarihsel Süreçte İran Dış Politikası, Ortadoğu’da Su Sorunu, Karadeniz’de Uyuşmazlık Alanları, Avrasya ve Ortadoğu’da Enerji Oyunu, Karadeniz’in Sosyal ve İktisadi Tarihi, Türkiye-Güney Kafkasya ilişkileri, Arap Baharı Sonrası Ortadoğu’dan Türkiye’ye Bakış, Lübnan’da Siyasal, Toplumsal Yapı ve Dış Politika, Türkiye’nin Ortadoğu Politikası, İsrail Dış Politikası ve İsrailFilistin Sorunu, Türkiye’nin Irak Politikası, Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları, İkinci Putin Döneminde Rusya’da Siyasal YapI ve Dış Politika, Karadeniz’in Jeopolitiği, Türkiye’nin İsrail Algısı, Türk Dünyası’na Genel Bakış, Uluslararası Kalkınma İşbirliği ve Türkiye, ECO ve Türkiye-Afrika İlişkileri, İran’ın Türkiye ve Ortadoğu Politikası, İran’ın İç ve Dış Politikası, Arap Baharı’nın Körfez’deki Yansımaları, Yeni Ortadoğu ve Küresel Güçler, ABD Dış Politikasında Ortadoğu, Ortadoğu’da İslami Hareketler ve Mezhepsel Dinamikler, Türk Dünyası’nda Yeni Kurumlar. Program sırasında ayrıca, katılımcılara, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri tarafından kurumsal insan kaynakları politikası (ve personel alımı) hakkında brifingler verilmiştir. Ortadoğu ve Orta Asya coğrafyalarını öğrenmek ve anlamak açısından son derece önemli olduğunu düşündüğümüz bu dersler konularının uzmanı büyükelçiler, akademisyenler, yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından verilmiştir. Program sırasında oluşan birikimin sadece programa katılan öğrenciler tarafından değil konuyla ilgili daha geniş kesimler tarafından faydalanılması için seminerlerde ses kaydı tutulmuş ve kayıtların deşifreleri yapılmıştır. ORSAM tarafından hazırlanan elinizdeki çalışma bu deşifrelerin tamamını içermektedir. Ortadoğu ve Orta Asya araştırmacılarının ve bölgeye ilgi duyanların faydalanacağını umduğumuz çalışmayı kamuoyunun ilgisine sunuyoruz. Saygılarımızla.

Hasan KANBOLAT ORSAM Başkanı

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

5

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1. Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu / Trabzon 2012

1.1. Açılış Konuşmaları



Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Milletvekilim, Sayın Rektörüm, Sayın Dekanlarım, Sayın Enstitü Müdürlerim, Sayın Hocalarım, Sevgili Öğrenciler ve Değerli Katılımcılar, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM), Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler bölüm Başkanlığı’nın (KTÜ) ortaklaşa düzenlediği “Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu” programının açılışına hoş geldiniz. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimiz huzurunda sizleri bir dakikalık saygı duruşuna ve İstiklal Marşı’na davet ediyorum. Programın açılış konuşmasını yapmak üzerde ORSAM Başkanı Hasan Kanbolat’ı kürsüye davet ediyorum. Hasan KANBOLAT: Sayın vekilim, sayın valim, sayın belediye başkanım, hocalarım, değerli öğrenciler hepiniz hoş geldiniz. Uluslar arası ilişkiler olarak Ortadoğu’nun öne çıktığı bir dönemdeyiz. Karadeniz’in gölgede kaldığı söyleniyor. Ancak ben bu söylemlere katılmıyorum. Bir yeri nitelendirmek için mutlaka çatışmaların,

üzüntülerin, savaşların yaşanması şart değil. Bugün bu bölgede önemli adımlar atılmakta. Geçtiğimiz yıl nisan ayında Rusya Federasyonu ile vizeler kaldırıldı. Bu bölgeyi çalışan bir insan olarak benim bile hayal ettiğim bir gelişme değildi. Gürcistan’la pasaport kaldırıldı. İnşallah bu dev adımlar bölgede devam edecektir. Bunlar sadece birkaç kişini değil, valilerin, belediye başkanlarının, akademisyenlerin ve daha birçok insanın katkılarıyla sağlanmaktadır. Gölgede kalan insanların adımlarıyla bu noktaya gelinmektedir. Trabzon, Avrasya dünyasının da Ortadoğu’nun da bir parçasıdır. Bu nedenle bu seneki yaz okulumuz hem Avrasya hem de Ortadoğu’dur. Bizler buraya “shopping festival” yapmak için toplanmadık. İki ayakkabı, üç gömlek satma çabamız yok. Bizim çabamız eğitim festivali yapmak. Bu sene 200’e yakın öğrenci, 60’a yakın katılımcı hocamız var. Sayın milletvekilim Mustafa Bey, Konya Milletvekili’dir. Trabzon’la tek bağı gönül bağıdır. Diğer hocalarımızda öyle. Herkes faklı illerden faklı ülkelerden geldi. Neden buradayız? Çünkü, Türkiye’yi seviyoruz. Türkiye’ye hizmet için geldik. Hiçbirimiz Trabzon’da doğmuş olmasak da hepimiz Trabzonluyuz. Bir kalenin küçük parçalarıyız. Benim dileğim bu yıl 300 kişilik bu organizasyonun gelecek sene 100 kişi sonraki sene 10000 kişi olmasıdır. Bu ülke yalnızca alışveriş için bir araya gelmemeli. Eğitim için, insanlar için, bir ideal için bir araya gelelim. Bir bütünün parçaları olarak hedefimize doğru yürüyelim. Hepinize teşekkür ederim.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

7

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Konuşmalarını yapmak üzere Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Başkan Vekili Melek Acer’i kürsüye davet ediyorum. Melek ACER: Sayın vekilim, sayın valimiz, sayın belediye başkanım, değerli hocalarım, bugünün ortağı yarının yönlendiricisi olan arkadaşlarım hepiniz hoş geldiniz. Trabzon belediyesi Gençlik Meclisi olarak, ideolojik kaygılar gözetmeksizin ve hiçbir çıkar grubunun etkisi altında kalmadan, sadece gençlerin ihtiyaçları doğrultusunda hareket eden bir gençlik platformuyuz. Her alanda kendini geliştirmiş, ülkemiz geleceğine katkı sağlayacak çok değerli arkadaşlarımızın bünyemizde bulunmasından guru duyuyoruz. En önemli gayemiz şehrimizi ve ülkemizi ulusal ve uluslararası alanda daha ileriye götürebilmektir. Fatih’in fethettiği, Kanuni Sultan Süleyman’ın yönettiği ve ulu önder Atatürk’ümüzün uğruna milli mücadele döneminde savaştığı bir şehrin gençleri olarak bu sorumluluğu taşıyoruz. Tüm bu süreçlere demokratik katılım araçlarını kullanarak gençleri dahil etmeye çalışıyoruz. Bu doğrultuda uluslar ve uluslar arası süreçleri bilinçli bir şekilde takip ederek yenilikçi ve çağın şartlarına uygun projeler geliştirip, uluslar arası alanda bir gençlik ağı oluşturarak ne yazık ki güçsüz olan Türk lobisine katkıda bulunmak önemli hedeflerden bir tanesi. Hepiniz “Bize heryer Trabzon” sloganını duymuşsunuzdur. Bu ve bunun gibi algılar yü-

8

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

zünden mikro-milliyetçi bir çerçeveden bakıldı bize ne yazık ki. Ancak bu politik cümleler bizlere çok görülmemeli. Çünkü Trabzon, tarihinde hiçte azımsanmayacak mücadeleler yaşamıştır. Avrasya bölgesine yakınlığı, kanayan bir coğrafya olması, uluslararası ticari sirkülasyonunun gelişmesi ve kültür alışverişini yoğun yaşayan bir şehir olması nedeniyle geçmişteki önemi, bugünkü önemi ve gelecekteki önemi bellidir. Tüm bunlar ışığında Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu’nun Ankara dışında ilk kez Trabzon’da yapılmasından, bir uluslararası ilişkiler öğrencisi olarak şahsım ve meclisim adına gurur duyuyorum. Bu projenin Trabzon’da gerçekleşmesi adına çok büyük çabalar gösteren Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanımız ve aynı zamanda İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hayati Aktaş’a çok teşekkür ederiz. Trabzon adına ve ülkemizin dış politikası adına verimli geçeceğini düşündüğüm bu projeye katılan tüm arkadaşlarımızın heyecanını şuan bende paylaşıyorum. Geçmişi güven dolu, geleceğe ise güven verici bir dış politika yürütebilmek biz gençlerin elinde. Biz sosyal bilimcilerin laboratuarları bu tarz toplantılar. İlmen ve fikren gelişmiş bir gençlik oluşturabilmek için bu tarz projelere katılımı arttırmamız gerekli. Bizim tüm projelerimizde yanımızda olan Trabzon Belediye Başkanımız Sayın Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’na şahsım, meclisim ve tüm gençler adına teşekkür ederim. Değerli misafirlerimiz şehrimize ve üniversitemize tekrar hoş geldiniz.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Vekili Doç. Dr. Mesut Özcan’ı konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

devam etmesini umuyorum. Akademi ve bakanlık arasında yakın bir işbirliğinin önünün açılacağını düşünüyorum. Katılımınız için hepinize teşekkür ederim.

Mesut ÖZCAN: Sayın vekilim, sayın valim, sayın belediye başkanım, protokolün diğer sayın üyeleri ve sevgili arkadaşlar bende Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni temsilen burada bulunmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Öncelikle Sayın Hayati Hocam’a ve Sayın Hasan Bey’e çok teşekkür ediyorum. Son dönemlerde üniversitelerimizin ve dolayısıyla uluslararası ilişkiler bölümlerinin sayısı arttı. Bugün Türkiye’de 70’den fazla uluslararası ilişkiler bölümü var. Ama aynı zamanda Türkiye’nin dış politikası ciddi gelişmeler gösteriyor. Geçen sene Dışişleri Bakanlığı da bu gelişmelere uygun olarak çok daha fazla sayıda yeni personeli bünyesine kattı. Şuan yapılmakta olan programın ve bunun benzeri programların hem öğrencilerin kendilerini yetiştirmesi anlamında hem farklı üniversitelerden ve farklı ülkelerden hocalarla bir araya gelmesi anlamında hem de farklı üniversitelerden öğrencilerin birbirlerini daha iyi tanıması anlamında büyük katkıları olacağını düşünüyorum. Eğitim sadece üniversitelerde alınan eğitimle sınırlı değil. Dersler dışındaki sosyal faaliyetler, kişilerin kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri bu ortamların olması ve sosyalleşen gençlerin çalışma hayatına atıldıkları zaman daha iyi bireyler olmasını getiriyor. Bu çerçevede bu tarz faaliyetlerin son yıllarda Türkiye’de artarak devam ettiğini görüyoruz. Ayrıca bu faaliyetin İstanbul ve Ankara dışında geliştirilmesi de çok önemli bir gelişme. Trabzon bunun için çok elverişli bir kent. Bu sene başlayan bu çalışmanın daha sonraki yıllarda hem Trabzon’da hem de farklı şekillerde

Konuşmalarını yapmak üzere Karadeniz

Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler

bölüm Başkanı Prof. Dr. Hayati Aktaş’ı kürsüye davet ediyorum.

Hayati AKTAŞ: Saygıdeğer protokol, muhterem hazirun ve sevgili gençler. Bu programı gerçekleştirmek için uzun bir süreç atlattık. Yorgunuz ama mutluyuz. Ben açılış konuşmasından ziyade bir teşekkür konuşması yapmak ve Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu’nun kısa bir hayat hikayesini paylaşmak istiyorum. Ortadoğu ve Avrasya Yaz Okulu’nun başlangıcı Ankara’da Dışişleri Bakanlığı’nın düzenlediği toplantılarda, değerli dostum, ORSAM Başkanı Hasan Kanbolat ile yaptığımız görüşmeler sonucu ortaya çıktı. Bu programların sadece Ankara’da düzenlenmesinden duyduğum üzüntüyü dile getirdim. Atatürk, milli mücadele yıllarında “Hattı müdafaa yoktur, sattı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” demişti. Bende Dışişleri Bakanlığımız yetkililerine ve ORSAM Başkanına bu sözü söyledim. Trabzon’da bu vatanın bir parçası olduğuna göre, bu etkinliği Trabzon’da da gerçekleştirmek istedim. Başlangıçta çok katılımcı düşünerek tasarlanmamıştı. Daha küçük çaplı bir organizasyon olacaktı. Ancak zaman geçtikçe kapsam genişledi. Sunum yapmak üzere 7 farklı ülkeden 60’a yakın hocamız geldi. Tabi bu süreç biraz sancılı oldu. Maddi-manevi boyutları var. Yola tabiri caizse “cep delik cepken delik” olarak başladık. Başta sayın rektörüm olmak üzere üniversitenin tüm yönetimi her türlü

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

9

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

imkanı sağladı. Sayın belediye başkanımız ve sayın valimiz hep yanımızdaydı. Ticaret Odası, İhracatçılar Birliği ve tüm işadamları katkı sağladı. Bugün burada bulunmamız şehir-üniversite işbirliğinin en önemli örneğidir. Ben başta sayın valimiz ve sayın belediye başkanımız olmak üzere işadamlarımıza içten teşekkürlerimi sunuyorum. Peki, neden böyle bir program yapıyoruz? Uluslararası ilişkililer, interdisipliner bir alan. Bizim laboratuarlarımız yok. Bizi bugün burada bir uluslararası ilişkiler laboratuarı kuruyoruz. Nasıl ki tıp okuyan birisi doktor olabilmek için sadece okuyarak yetinemiyor, eline mutlaka bir neşter alıp ameliyat haneye giriyorsa, nasıl ki fizik ya da kimya okuyan birisi, tüplerle deney yapıyorsa uluslar arası ilişkiler öğrencileri de bu programlara katılıp, işin içinde olmak zorundadır. Ben emeği geçen herkese, mutfağın arka kısmında yer alan bölümümüzün çok değerli hocalarına, sevgili asistanlarımıza teşekkür ediyorum. Özellikle ORSAM’da tüm yükü omuzlayan Seval Kök’e ve Hasan Bey’ teşekkür ederim. Belediye Gençlik Meclisi Başkanı Muammer Bey’e çok teşekkür ederim. Belediye Meclisi her aşamada yanımızda oldu ve her istediğimizi yerine getirdi. Ancak tüm bunlara rağmen bu tarz organizasyonlar kolay kolay olmuyor. Bir takım eksikliklerimiz olabilir. Bunları anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum Kısa bir anekdotla sözlerime son vereceğim. Vakti zamanında İstanbul’dan çok varlıklı bir zat Anadolu’nun bir köyüne misafir olur. Ev sahibi varlıklı misafiri geldiğinde önüne keçi sütü koyar ve der ki; “Efendim benim size ikram edebileceğim en güzel şey bu. Bizde bununla yaşıyoruz. Vallahi de billahi de eğer bundan daha iyi bir ikramım varsa ve ben size sunmuyorsam Allah benden sorsun. Ama eğer sizde bununla yetinmezseniz ve misafirim olmazsanız Allah sizden sorsun”. Tüm şehir olarak, KTÜ, ORSAM ve SAM olarak

10

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

sizleri burada toplamak için her türlü fedakarlığı yaptık. Eğer bu organizasyonda emeği geçenlere ve uzun bir maratondan sonra tatil yapmak yerine buraya gelen öğrencilerimize büyük bir alkış olmazsa Allah sizden sorsun. Programın ülkemize, geleceğimize ve gençlerimize hayırlı olmasını ümit ediyor ve hepinize tekrar hoşgeldiniz diyorum. Teşekkür ederim. Trabzon belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu’nu konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum. Orhan Fevzi GÜMRÜKÇÜOĞLU: Sayın milletvekilim, sayın valim, çok kıymetli akademisyenlerimiz, rektörümüz, kıymetli katılımcılar, değerli öğrencilerimiz ve basın yayın mensupları. Bu kadar güzel bir organizasyonda ev sahibi şehir olmanın gururunu yaşadığımızı ifade etmek istiyorum. Hepiniz kıymetli zamanlarınızı yaz sezonunda buraya gelmek için ayırdınız. Bu organizasyonu yapmış olan KTÜ, ORSAM ve SAM’a şehrimiz adına teşekkür ediyorum. Bu organizasyonun gerçekleşmesi için gayret gösteren üniversite öğrencisi olan ve olmayan tüm gençleri kucaklayan Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi’nin emeklerine ayrıca teşekkür ederim. Biz belediye olarak bu gençlerin farklı bakış açılarından çok istifade ediyoruz. Gençlik Meclisi’ni İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden sonra Trabzon Belediyesi oluşturmuştur. Gençlerimizin çağımıza ve sorunlara getirdikleri farklı yorumlar bizler için çok faydalı olmuştur. Bu değerli sunumlarınızdan arta kalan zamanlarda değerli Trabzon insanlarıyla vakit geçirmenizi, bölgemizi, şehrimizi ve insanlarımızı daha yakından tanımanızı umuyorum. Trabzon bölgesinin ortak karakteri, münferit olayların dışında insan

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

sevgisidir. Bu nedenle bölgemiz çeşitli uygarlıkların eserleriyle doludur. Arta kalan zamanlarınızda bu eserleri ve harika tabiatımızı gezmenizi öneririm. Burada yeşilin ve mavinin her tonunu bulabilirsiniz. Osmanlı’dan miras kalan camilerimizi, hanlarımızı gezmelisiniz. Toplu Konut İdaresi’yle ortaklaşa yaptığımız kentsel dönüşüm projelerinizi görün. Uzungölü, yaylalarımızı gezin. Biz belediye olarak tüm imkanlarımızla emrinizdeyiz. Trabzon, kültür ve bilim merkezi halindedir. Tüm bu özelliklere stratejik önemini de katmaktadır. Toplantıyı düzenlemiş olanlara tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Eksiğimiz var ise bu bizim hatamızdır, Trabzon halkının hatası değildir. Hatalarımızın bağışlanmasını umarak hepinize başarılar diliyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Konuşmalarını yapmak üzere TBMM İdari Amiri, Sayın Milletvekilim Mustafa Kabakçı’yı kürsüye davet ediyorum. Mustafa KABAKÇI: Sayın protokol, değerli misafirler ve sevgili öğrenciler, öncelikle böyle bir eğitim programının düzenlenmesinde emeği geçen Değerli Başkanım Hasan Kanbolat’a ve ekibine şükranlarımı sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu organizasyonu düzenleyen ORSAM (Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi) ülkemizde önde gelen düşünce merkezlerinden biridir. Bir milletvekili olarak kaynaklarından ve yayımlarından sürekli yararlandığım zaman zaman sayın başkanı hasan beyle ve akademisyenleriyle yanyana geldiğim güzide bir kurumdur. Think-tank merkezleri olarak bilinen düşünce kuruluşları ilk olarak 1916’da ABD’de ortaya çıkmıştır ve ABD’nin süper güç olmasın da önemli bir katkı sağlamıştır.

ORSAM

Aslına bakarsanız Düşünce Kuruluşları bizim için yeni bir olgu değildir. Bizim geleneğimizde istişare diye bir mekanizma vardır. Bir işe başlamadan önce bilenlere danışma ve onların düşüncesini-fikrini almak önemli kriterdir. İstişare işi de bir Düşünce Fırtınası ve ortak aklı bulma sürecidir. Günümüzdeki Düşünce Kuruluşları da bizim kültürümüzdeki istişare sürecinin organize bir biçimde yapılması ve kurumsal bir niteliğe kavuşturulmasıdır. Dünya ölçeğinde karmaşık ilişkileri analiz etmek ve politikalar üretmek için bu da kesinlikle gereklidir. Dünyada 6 bine yakın Düşünce Kuruluşu bulunmaktadır, Global Düşünce Kuruluşları Endeksi’ne göre 169 ülkede 6 bin 500’e yakın düşünce kuruluşu faaliyet gösteriyor. 1816 sayıyla en fazla düşünce kuruluşu ABD’de bulunurken, ABD’yi 425 kuruluşla Çin izliyor. Türkiye’den ise 27 tane düşünce kuruluşu endekste yer alıyor. Endeksin en dikkat çekici yanlarından birisi ise Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki düşünce kuruluşu sayısının yüzde olarak oldukça düşük bir pay alması gösteriliyor. ABD ve Kanada’nın yer aldığı Kuzey Amerika yüzde 30 ile en fazla sayıda düşünce kuruluşuna ev sahipliği yaparken bu bölgeyi yüzde 27 ile Avrupa takip ediyor. Türkiye’nin yer aldığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin payı ise yalnızca yüzde 5. Bu verilerden de anlaşıldığı üzere bu konuda dünyanın önde gelen ülkelerinin oldukça gerisinde yer almaktayız. Elbette şunu da ifade etmek istiyorum ülkemizde hala düşünce kuruluşları ile ilgili yasal bir düzenleme yoktur. Yurtdışında bulunan düşünce merkezleri vergiden muaf tutulma, bağış kabul edebilme, miras bırakılabilme başta olmak üzere birçok sayıda doğrudan veya dolaylı mali uygulamalarla desteklenirken, Türkiye’de henüz bu aşamaya gelinmemiştir. Dolayısıyla maddi açıdan sıkıntısı olan düşünce kuruluşlarımızın dünyayla rekabet edebilme seslerini daha iyi

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

11

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

duyurabilme kısaca fikir üretmede de sıkıntılarının olduğu bir gerçektir. Umarım önümüzdeki dönemde bu sıkıntıları el birliği ile aşarız. Değerli katılımcılar, Ortadoğu hakkında kısa bir bilgi sunmak istiyorum: Ortadoğu nedir ve neden bu kadar önemlidir; Ortadoğu coğrafyadaki ismini bizden almamaktadır. İngiltere yani büyük Britanya evrenin merkezinde olduğu düşüncesiyle bilirsiniz 0 meridyen Greenwich ile dünyayı sınıflandırdı. Bizim bulunduğumuz bölgeye Ortadoğu, Çin ve Kore gibi ülkelerin bulunduğu bölgeye Uzakdoğu gibi isimler verdiler. Ortadoğu denilince çok geniş bir coğrafi alan sınırları çizilmektedir. Akdeniz’den Pakistan’a kadar uzanır ve Arap Yarımadası’nı kapsar. Bu coğrafyanın birikmiş bir tarihi vardır. Dünyada ki tüm gelişmişliklere öncülük yapmış ilimlerin merkezliğini yürütmüştür. Temel astronomi ve alfabe gibi buluşların yanı sıra, tüm tek Allah inancına sahip büyük dinlerin doğuşu da gene Ortadoğu’dan tüm dünyaya yayılmıştır hakeza kutsal kitaplarda bu bölgeden insanlığa ışık tutmuştur. Bu anlatımlar neticesinde anlaşıldığı gibi İnsanlık tarihi Ortadoğu da bir hafıza ve kimlik edinmiştir. Bu kimliği de gittikleri yere götürmüşlerdir. Örneğin bu kimlik Filistin’de bir çatışma olsa bir refleks verirken ve tüm dünyada yankı uyandırırken benzeri bir çatışma güney Afrika’da olsa aynı tepkimeyi vermemektedir. Siyasi açıdan da değerlendirdiğimizde büyük devletler Ortadoğu da kurulmuştur. Roma ve Osmanlı imparatorlukları ha keza Abbasî ve Emevi devletleri bu coğrafyada doğmuş ve nerdeyse dünyanın tümüne hüküm etmiştir. Modern Çağ da ise Ortadoğu tarihsel önemi ve olgular eklenmesi ile küreselleşen dünyanın birleştiricisi olmuştur. Çin’de üretilen bir malın dünyanın bir ucuna gitmesi için önemli bir güzergâh görevi görmüştür. Pusula ve

12

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

kâğıt gibi önemli buluşların haçlı seferleri sayesinde Ortadoğu’dan almışlardır. Ekonomi olarak ele aldığımızda ise petrol gibi enerji kaynaklarının burada olması egemen büyük güçlerin bu bölgeye dikkatlerini çekmiştir. Her ne kadar bağımsız ülkeler gibi gözükseler de yönetim olarak kendilerine hizmet eden bir yönetim şekline büründürülmüşlerdir. Biz Türkler Ortadoğu ya çok erken dönemde girmişizdir. İslam medeniyetiyle de lider pozisyonunda bulunmuşuzdur. Osmanlı imparatorluğu batı dünyasına karşı mücadeleye devam etmiştir. 1918’de Osmanlı’nın mağlubiyetiyle Ortadoğu da kalkan görevi de sona ermiştir. Bu coğrafya siyasi birliğini Osmanlı imparatorluğunun çöküşü ile kaybetmiştir. Ortadoğu tek bir çatı altında olmaktan çıkmıştır. Türkiye cumhuriyetinin ilk döneminde bölgeyle bir takım köprüleri atar ve ilişkilerimiz zayıflar. Batılı ülkelerin özelliklede İngilizlerin siyasetiyle Arap milliyetçiliği ile Türkiye arasına büyük bir mesafe girmiş olur. Değerli Konuklar, Türkiye, konumu itibariyle hem Avrupa, hem Asya, hem Balkan, hem Doğu Akdeniz, hem Mezopotamya, hem Kafkasya, hem Karadeniz, hem de Ortadoğu ülkesidir. Bu nedenle Türkiye, Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney değerlerini potasında birleştirmek ve yeni bir senteze ulaşmak zorundadır. Türkiye, son on yılda hızla yeniden yapılanan dünya dengelerinden sonra etki alanını etnik, kültürel, dini ve tarihi yapısı nedeniyle doğal bir şekilde genişletmektedir. Böylece, ‘Anadolu Doğal Coğrafyası’ ve ‘Anadolu Etki Alanı’nı da kapsayan genç ve dinamik nüfus yapılı Türkiye’nin öncelikli ilgi ve etki alanı haline gelmeye başlayan, etnik, kültürel ve tarihi kökleri bulunan yeni bir coğrafya ile karşı karşıyayız. Bu coğrafya yeryüzün-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

de en çok devletin ortaya çıktığı bir coğrafya olmuştur. Bu coğrafyada her bağımsızlığını kazanan devlet de açılan gözlerini Türkiye’ye çevirmiş, yardım ve desteğini beklemiştir. Bu coğrafyadaki Türk ve diğer etnik kökenli halklar arasında İslam dini egemen millete karşı bir kimlik olarak ortaya çıkmıştır. (Bu coğrafyadaki kardeş halkların hemen hemen hepsinde, bayraklarda hilal ve/veya yıldız motifini, yeşil ve/veya kırmızı ve/veya mavi rengi; devlet sembolü olarak çift başlı kartalı görebiliyoruz).  Türkiye’nin bu bölgede her düzeyde ilişkilerini geliştirmesini geriye dönük bir özlem, yayılmacı bir politika, Osmanlı coğrafyasını yeniden canlandırma girişimi ve Yeni Osmanlıcılık olarak ele almak doğru değildir. Söz konusu coğrafya ile ilişkilerin hızlı gelişimi etnik, kültürel, sosyal, coğrafi ve tarihi bağların üzerindeki tarihi oluşum dışı baskıların sona ermesinden, halkların jakoben yönetimleri tasfiye etmeye başlamasından kaynaklanmaktadır. Türkiye, istese de istemese de bu coğrafyanın sorunlarından kurtulamayacağı gibi sorumluluklarından da kaçamayacaktır. Çünkü bu geniş coğrafyada doğan her sorun Türkiye içinde yankısını bulmaktadır. 20. yüzyılın sonundan itibaren Türkiye ile Ortadoğu da canlanma yaşanır. Osmanlının mirası olan halkların kardeşliği vurgusu ön plana çıkartılır.2003 yılında TBMM de Irak’ın işgali tezkeresinin reddedilmesi ile bölge halkına olumlu bir mesaj verilmiş olup yeni bir döneminde başlamasına sebep olmuştur. İslam dünyası içerinde en gelişmiş en istikrarlı ve örnek bir demokrasiye sahip ülke olan Türkiye, bu bölgenin reform süreçlerine katkıda bulunmuş çatışmaya girmemiş, uzlaşmacı bir tutum izlemiştir. Batılı ülkelere karşıda bölge halklarının tarafında tavır koymuş, Filistin gibi kanayan bir yaraya karşı kucaklaştırıcı ve

ORSAM

gönül köprülerini tamir eden bir yapıda politika izleyerek Ortadoğu halkları arasında özel bir yer edinmiştir. Arap baharı adını verdiğimiz akım temelde Ortadoğu da uzun soluklu olan diktatör tarzı yönetimlerin sonunu getiren bir akımdır. Sömürgeci düzenin kurmuş olduğu siyasi yapının son bulması halkın temsil edildiği bir yönetime geçiş cabası elbette bölge halkları için bir riski de beraberinde getirmiştir. İşte Türkiye her yönden yardıma ihtiyacı olan bu bölgeye Akıl yardımı ile Arap baharını da desteklemiş ve demokrasiyi bir model olarak ortaya koymuştur. Dünya üzerinde hiçbir değişim sancısız olmaz. Ortadoğu da bu değişimin sancılarını bünyesinde oldukça güçlü bir şekilde hissetmiştir. Ülkeler içerisinde iç çatışmaların kabardığı ve tabi olarak istikrarsızlık ile de karşı karşıya kalmış ve dışarıdan yapılan müdahaleyle sıkıntılı bir sürece girmiştir. Türkiye bu sıkıntılı süreci merkez ülke konumunda çözmeye çalışarak koruyucu rolünü devam ettirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin dünü, bugünü ve geleceğini düşünürken, ‘Anadolu’nun Doğal Coğrafyası’ ve ‘Anadolu Etki Alanı’nı doğru bir biçimde değerlendirmeden, doğru sonuçlara varmak mümkün olmayacaktır. Dünün doğru değerlendirilmesi bugünü, dünün ve bugünün doğru değerlendirilmesi de geleceğin doğru değerlendirilmesini sağlayacaktır. İstikrarlı bir Ortadoğu ile bölge büyüyecektir. Rejimler geçicidir ülkeler ve halklar kalıcıdır. Bu zor günler elbet bir gün sona erecektir. Türkiye güçlü bir Ortadoğu ile daha etkin bir rol üstlenecektir. Sözlerime son verirken; Siz gençlere de bugün burada olmanızdan dolayı elbet bir mesajım olacak: Sizler ülkemizin en güzide üniversi-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

13

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

telerinde Ortadoğu ve Avrasya üzerine çeşitli eğitimler almaktasınız, kiminiz uluslararası ilişkiler kiminiz siyaset bilimi, kiminiz sosyal bilimler, tarih ve gazeteci alanlarında eğitim görmektesiniz. Geleceğin Ortadoğu ve Avrasya üzerine uzmanları sizler olacaksınız, Ortadoğu yeniden inşa edilirken en önemli şey insan gücüdür. Almış olduğunuz formasyon ile eğitimli kişiler haline geleceksiniz. Seksenli yıllarda Gelecek Tasarımcıları, 21. yüzyıl için “İleri teknoloji, İnternet (Ağ) ve Asya yüzyılı” öngörülerinde bulunuyorlardı. Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar hinterlandının beyni ve kalbi mesabesinde bulunan ülkemiz, kendisinden beklenen tarihî misyonu sizin gibi genç dimağlarımız sayesinde eda edebilirse, insanlık bu çağı huzur, refah ve mutlulukla tamamlayacaktır. Bizler Yeter ki, üstün nitelikli insanları yetiştirebilelim. Bu ülkenin sizin gibi eğitimli bölgeye ve dünyaya ilgi duyan kendini geliştirmiş beyinlere ihtiyacı olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Unutmayınız ki Dünya yeniden doğudan doğacaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık’ı konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum. Recep KIZILCIK: Değerli milletvekilim, kıymetli belediye başkanım, değerli rektör vekilim, saygıdeğer ORSAM Başkanı, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Vekili, değerli hocalarım, ülkemizin dört bir yanından Trabzon’a gelen değerli gençler. Ortadoğu ve Avrasya konulu yaz okuluna hoş geldiniz diyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Sayın vekilimizin de ifade ettiği gibi bu defter kapanmadı. Çünkü biz tarihte insanlığa medeniyet, barış, kardeş-

14

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

lik adına mücadele ettik. Bir değer yaratmanın, bir davanın peşinde olduk. Nerelerde bulunduysak oraların bayındır hale getirilmesi, oraların sosyal-beşeri sermayelerinin daha iyi konuma getirilmesi kısacası daha insanı koşullarda, dünya barışına katkı sağlayacak şekilde yaşamalarını temin etmek için çaba sarf ettik. Şüphesiz bir şairimizin ifade ettiği gibi üzerinde bulunduğumuz coğrafya “sırtlanların yolu” üzerinde yer alması hasabiyle günü 24 saati uyanık, tüm antenlerimizin 360 derece alıcıları açık bir şekilde dönüyor olması gerekmekte. 2008 yılından itibaren dünyada finansal kriz olarak başlayan daha sonra ekonomik krize, reel krize dönüşen ve özellikle Batı dünyasında ciddi olarak etkisini gösteren krizin ülkemizde daha hafif bir şekilde hissedilmesi, bu ülkenin sizler sayesinde (en önemli güç kaynaklarının başında gelen gençeğitimli nüfus) kendinden beklenilen rolü oynamaya başladığının bir göstergesidir. 1453’te İstanbul fethedilince Fatih Sultan Mehmet Trabzon’un stratejik konumuna, tarihi rolüne, bir güç merkezi olma özelliğine vurgu yaparak; “Trabzon’un fethi gerçekleşmedikçe İstanbul’un fethi tamamlanmamıştır” demiştir. Sekiz yıl sonra 1461’de Trabzon fethedilmiş ve İstanbul’un fethi tamamlanmıştır. Bu stratejik ve tarihi önem Trabzon için şuanda da geçerlidir. Trabzon Yavuz Sultan Selim’in 22 yıl valilik yaptığı bir şehirdir. Aynı zamanda cihan imparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın doğduğu bir şehzadeler şehridir. Bunlara ek olarak Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün milli mücadele devam ederken defalarca ziyaret ettiği ve mal varlığını Türk halkına bağışladığı bir yerdir Trabzon. Tüm bunların doğrultusunda Trabzon’un bu program için çok isabetli bir yer olduğunu vurgulamak isterim. Bazılarının “ideolojilerin sonu” dediği 21. Y.y.’ı yaşadığımız bu günlerde coğrafyanın, 19. Y.y.’da olduğu gibi dış politikada ön plana çıkmaya başladığını görmekteyiz.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Biz Karadeniz’de, Trabzon’da görev yapan yöneticiler olarak, Trabzon’un turizm şehri olduğunu, ticaret şehri olduğunu ama aynı zamanda coğrafyanın ön plana çıkmaya başlamasıyla bir diplomasi üssü olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. 15 gün önce Sayın Dışişleri Bakanımızın Gürcistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanları ile 2 gün boyunca Trabzon’da üçlü zirve gerçekleştirdiğini ve Kafkaslarda işbirliğinin daha üst noktalara taşınması için Trabzon deklarasyonunu kamuoyu ile paylaştıklarını hepimiz biliyoruz. Bunun akabinde bu yaz okulunun ORSAM, SAM ve KTÜ işbirliği, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimin desteğiyle Trabzon’da gerçekleşmesinin diplomaside merkez olma yönünde önemli bir adım olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Lokalden, yerelden ulusala ve uluslararası alana nasıl lojistik destek sağlanabileceğinin en güzel örneğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Belediye Gençlik Meclisi Başkan Vekili arkadaşımız, bölgede hangi sorunlarla büyüdüklerini sizlerle paylaştı. Bildiğiniz üzere Trabzon Rum Pontus İmparatorluğu’nun da başkentliğini yapmıştır. Dolayısıyla bir imparatorluk başkentliği fonksiyonu görmüştür. Cumhuriyetimizin de çok önemli yönetim merkezlerinden biridir. Şüphesiz bu kültürel zenginliğe paralel olarak, geçmişte çeşitli inançların beraber yaşadığı, hoşgörünün ve misafirperverliğin esas alındığı bir vilayettir. Ortodoks dünyasının kutsal saydığı Meryem Ana Manastırı’na da ev sahipliği yapmaktadır. Biz tüm inanışlara saygılı ve hoşgörülü olduğumuzun göstergesi olarak Sümela Manastırı’nın senede bir gün (15 Ağustos) ayine açılmasına müsaade ettik. Dolayısıyla dış politikayı iç politika uygulamalarıyla desteklediğiniz, çağın temel hak ve

ORSAM

hürriyetlerine uygun hareket ettiğinizde, söz söyleyebilme ve sözünüzü dinletme oranını arttırmış oluyorsunuz. Bu duygu ve düşüncelerle bu nezih topluluğun Trabzon’da bir araya gelmesinde emeği geçen SAM’a, ORSAM’a ve KTÜ’ye, Gençlik Meclisi’ne ve tüm öğrencilere şükranlarımı sunuyorum. Hepiniz hoş geldiniz. Prof. Dr. Hayati Aktaş’ı tekrar kürsüye davet ediyorum. Hayati AKTAŞ: Müsaade ederseniz bir bilgi notu aktaracağım. Çok yakın bir zamanda Trabzon’da Avni Aker Stadyumu’nda Türkçe Olimpiyatları yapılmıştı. Sunumu yapan genç arkadaşım bir anekdotla sunuma başlamıştı. Bende sizlerle paylaşmak istiyorum. Geçtiğimiz yıllarda Türkçe Olimpiyatları Afyon’da yapılmış. Hava çok soğukmuş. Herkes üşümüş. Fakat ertesi gün gazetelere şöyle yansımış; “Üşüdük ama gitmedik”. Trabzon’da gerçekleştirileceği zaman bir toplantı yapılıyor. Meşhur bir söz vardır; “Trabzon’da haftada iki defa yağmur yağar. Birisi üç gün sürer, diğeri dört gün sürer.” Olimpiyatların başladığı günde çok yağmur yağıyormuş. Organizasyon sorumluları biraz panik olmuşlar. Komite başkanı merak etmeyin ertesi gün gazetelerde; “Islandık ama gitmedik” diye bir manşet görürüz. Bizim programımız çok yoğun. Yaklaşık 60 katılımcımız var. Program sonunda şöyle bir manşet görmeyelim; “Sıkıldık ama gitmedik”. Bu nedenle sizleri program çerçevesinde gezdirmeyi, eğlendirmeyi planlıyoruz. Umuyorum ki manşetler; “İnandık ve gitmedik” şeklinde olur. Şimdi hepinizi öğle yemeğine davet ediyoruz. Hepinize teşekkür ederim.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

15

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.2. Karadeniz Dr. Recep Kızılcık Trabzon Valisi



16

Değerli arkadaşlar hepiniz tekrar hoş geldiniz. Öncelikle ben sizlere kendimi tanıtayım. Ben 1967 doğumluyum. İlk ve ortaöğretimimi Tekirdağ’da tamamladım. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. Kaymakam olmaya şartlandığım için, 1 yıl kaymakamlık açılmadı diye sınavlara girmedim. 1990 Kasım ayında Kaymakam adayı olarak mesleğe başladım. Arada geçen 1 yılda İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde master çalışmamı sürdürdüm. Hem adaylık, hem de 1 yıl İngiltere’de dil eğitimimi tamamladıktan sonra doktora sınavına girip, sadece bana mahsus, tek öğrencili programda (İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü) doktoramı yaptım. Her ne kadar Kamu yönetimi okusam da hocalarımın büyük bir çoğunluğunun İşletmeci olmaları hasebiyle yeni yönetim anlayışının teorik temellerini aldım. 1999 yılında “Liberal Batı Demokrasilerinde Yerel Yönetimler” konulu tezimi sunarak doktor unvanını aldım. Aynı yıl İçişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Şube Müdürlüğü’ne getirildim. Orada 6 ay çalıştıktan sonra İçişleri Bakanlığı Mevzuat Daire Başkanlığı’nı yürüttüm. 21. yüzyılın başında Türkiye’de ciddi bir kamu yönetimi ve zihniyet dönüşümünün başlangıcı yaşandı. Burada düzenleyici kurulların kurulmasından yerel yönetimlerin yetkilerinin arttırılmasına kadar AB’ye uyum süreci çerçevesinde İçişleri Bakanlığı’nda koordinasyonu sağlayan daire başkanı olarak 3,5 yıl görev yaptım. 2003 yılının Şubat ayında Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü’nde Genel Müdür

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Yardımcısı olarak görevlendirildim. Aynı zamanda OECD’deki kamu yönetimi çalışma grubuna Başbakanlık adına katıldım. Aynı zamanda Türkiye’nin daha iyi düzenleme direktörü olarak AB komisyonunda 2 yıl görev yaptım. 2007 yılının Mart ayında Batman Valiliğine görevlendirildim. 2,5 yıl Batman’da görev yaptıktan sonra tam 3 yıl önce (2009 yılının Haziran ayında) Trabzon Valiliği’ne görevlendirildim. Bu anlamda hem idari hem de akademik olarak kendimi yetiştirmek için başta uluslararası ilişkiler olmak üzere, uluslararası finans piyasaları, ekonomi ve felsefe alanında da ciddi okumalar yapmakta ve makaleler yazmaktayım. Ben bu geçmişe sahip bir ağabeyiniz olarak teorik bilgiyle pratik bilginin her zaman örtüşmediğini dolayısıyla bunların en azından yakınlaştırılması için özellikle master ve doktora programlarında pratisyen kökenli hocalarında ders vermesi gerektiğini düşünüyorum. Zamanın başarılı yöneticileri interdisipliner olmak zorunda. Bana göre bir alanda uzmanlaşmış bir idarecinin bu dönemde başarılı olma şansı zayıf. Her yeni gün bilinmezliklerle, sizlere sınavlarda sorulmamış problemlerle dolu. Dolayısıyla bu problemleri çözebileceğiniz duygusal zekaya sahip olmanız gerekiyor. Her şeyden önce yaşadığımız dünya 21. Y.y. dolayısıyla hangi çağda yaşadığınızı ve o çağın ortamını bilmeniz gerekli. Zira o ortamın geçerli değerleri vardır. Siz geçmişin değerleriyle bugünün problemlerini çözmeye çalışırsanız çuvallarsınız. Çünkü tarihin gelişimine

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

baktığımız zaman daha 10 yıl öncesinde çok yıkılmaz kaleler olarak görülen bazı değerlerin hem uluslararası ilişkilerde hem de ülke içindeki yönetim anlayışında ciddi değişimlere uğradığını görürsünüz. Geçmiş değerler zamanın ruhuna adapte edilen değerlerdir. Uluslararası ilişkilere baktığımızda 18. Ve 19. Y.y.’da dünya ticaretinin serbestleşmesiyle güçlü ülkelerin pazarları ele geçirebilmek için, kendi düşünürleri aracılığıyla klasik liberal düşünceyi dikta ettirmeye çalıştıklarını görürüz. Birinci Dünya Savaşı’yla özellikle bazı ülkelerin ciddi şekilde bitirmeye çalışıldığını –ki bu ülkelerin başında Osmanlı Devleti var- görürüz. Hiçbir toplumu, toplum mühendisliği yaparak istediğiniz yere götürüp yok edemezsiniz. Tarih hükmünü icra eder ve o toplumlar bir şekilde yeniden varlığını devam ettirirler. Ancak sizin hakim güçler olarak uyguladığınız sisteme protesto anlamında yeni düşün akımları halk tarafından benimsenir. Buna İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler örneği verilebilir. Bunun neticesinde İkinci Dünya Savaşı’nın çıktığını ve savaş sırasında Mussolini’nin ve Hitler’in takip ettiği politikaların ’29 Dünya Buhranı’ndan da ciddi olarak beslendiğini söyleyebiliriz. Çünkü o dönemin yeni hakim gücü olmaya başlayan Amerika’nın takip ettiği liberal politikaların dünyada çok ciddi bir finansal ve ekonomik depresyona neden olduğunu, dolayısıyla ondan etkilenen diğer devletlerinde buna karşı politikalar geliştirdiğini, Amerika’nın da aynı şekilde Keynesyen politikalarla bireyin yaşam hakkını sürdürebilmesi için daha devletçi politikaları uygulamaya başladığını görürüz. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle beraber zamanın hakim güçlerinin dünyadaki hakim güç rolünü barışçıl ortamda sürdürebilmeleri için özelikle ekonomik politikaları bir merkezden dizayn etmelerinin bir zorunluluk olduğunu ve bu çerçevede de ABD’de bir araya gelerek kararlar aldıklarını biliyoruz. Bu anlaşmayla dünyada ülkelerin iç ekonomik büyüme dengesini sürdürebilmesi, krizlere karşı

ORSAM

ortak politikalar belirlenebilmesi için IMF kuruldu.ülkelerin uzun vadeli gelişim politikalarını belirleme ve onlara bu alanda kredi sağlamak üzerede Dünya Bankası’nı oluşturdular. Dolayısıyla dünyanın genel bir ekonomik anlayış içerisinde (daha eşitlikçi, daha yaşanabilir, daha dengeli) devam etmesini hedeflemişlerdi. Ekonomik anlamda diyorum çünkü Marx’ın şu sözüne katılıyorum; “Üst yapıyı alt yapı belirler.” Çünkü IMF ve Dünya Bankası gibi enstrümanlarla belirli politikaların dünyada hakim kılınmaya çalışıldığını biliyoruz. Özellikle 1958’lerden itibaren IMF’te Chicago yaklaşımının benimsendiğini biliyoruz. Şunu da belirtmem gerekir ki izlenen yanlış politikaların bedelleri insanlık tarafından çok ağır şekilde ödenmektedir. 1980’li yıllardan itibaren Reganizm (Tükriye’de de Özalizm) olarak adandırılan Freedmancı ekonomi politikalarının ülkelerde uygulanmaya başladığını, özellikle piyasadan devletin çekilerek görünmez elin piyasaları düzenlemesi anlayışının sonucu olarak, devletin sadece güvenlik gibi hizmetlerin yürütmesi, hacim olarak daha küçük kalması düşüncesinin hakim olduğunu söyleyebiliriz. Bu düşüncenin AB’de ve Amerika’da hızla yayıldığını ve bunun uygulanmasını IMF’in özellikle gelişmekte olan ülkelerde standby’lar marifetiyle yapılmaya çalışıldığını hepimiz biliyoruz. Anayasamızın 2. Maddesinde devletin, sosyal devlet olduğu ilkesi vardır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti tabirinden anladığımız toplumun tüm kesimlerinin en azından yaşamlarını sürdürebilmeleri için devletin bu alanda zorda olana hem sosyal güvenlik anlamında hem de üretim anlamında yardımcı olmasıdır. Bu tarz ekonomik politikaların benimsenmesi yönetim anlayışını da etkilemiştir. Nitekim 90’lı yıllardan itibaren dünyadaki yönetim anlayışında da değişiklikler yaşanmaya başladığını görüyoruz. Yeni yönetim anlayışının temek özellikleri nelerdir? Katılımcılık çok önemli bir unsurudur. Ayrıca rekabetin ön

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

17

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

planda olması, özel sektörün önünün açılması, uluslararası ticarette bariyerlerin ortadan kaldırılması gibi hedeflerinin olduğu bilinmektedir. Başta AB uygulamaları olmak üzere global ekonominin daha da globalleşmesi ve dünyanın global bir köy haline gelmesi amaçlanmaktadır. Bu durumun gelişmesinde 21. Y.y’da yaşanan teknolojik gelişmelerinde çok ciddi payı var. Çünkü teknoloji sayesinde önceden hayal dahi edemediğiniz alanlara finansı gönderebilme, insanlarla iletişim kurabilme gibi imkanlar ortaya çıktı. Atina döneminde; Agora meydanında toplanan halka sorularak alınan kararlar gibi doğrudan halkın katılımıyla bir yönetişimin gerçekleştirme imkanını teknoloji artık bize sağlamaktadır. Bu nedenle 21. Y.y.’ın diğer ismi “teknoloji çağı”dır. Tabi uygulanan politikaların hatasız olduğu düşünülemez. Nitekim 80’lerden itibaren uygulanan, 90’larda salgın hale gelen hatta Fukuyama gibi tarihin sonunun geldiğini ilan eden düşünürlerin olduğunu bilmemize rağmen, sonraki gelişmelerden bunların pekte doğru olmadığını anlamaktayız. Her ne kadar liberal düşünce toplumdaki tüm bireylerin kararlara katılımının mümkün odluğunu varsaysa da bu durum bu dünyada imkansızdır. Okumuş bir insan ile okuyamamış bir inansın aynı bilgiye sahip olduğunun ve aynı düzeyde karar verebileceğini düşülmesi çok yanlış olacaktır. Dolayısıyla bu anlamda refahın eşit olarak sağlanması mümkün değildir. Bunun sonucu olarak; “tarihin hiçbir döneminde zengin ile fakir arasındaki uçurum bu kadar açılmamıştı. Bunu gerçek kılan uygulanan bu politikalardır”. Bu açığın sürdürülebilir bir açık olmadığı, birilerinin çok lüks içerisinde yaşarken birilerinin evine ekmek götüremediği bir ortamda huzurun ve barışın sağlanması mümkün değildir. Dolayısıyla bu açığın kapatılabilmesi için yeni formüllerin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yeni yönetim modelini geliştiren kişi ise Smith’tir. O bu açığı kapatabilmek için bir icatta bulundu. Aslında eskiden

18

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

varolan ama unutulan bir şeyi ortaya koydu; şirketlerin sosyal sorumluluk ilkesine riayet etmeleri. Aslında bu zengin olan şirketlerin yoksullara yardımcı olması gibi sunulmakla beraber benim değerlendirmeme göre şirketlerin zenginliğini devam ettirebilmeleri için olmazsa olmazlardan biriydi. Çünkü öyle bir noktaya gelinecekti ki uçurum daha da açılabilir ve neticede bu kalabalıklar aynen feodal çağda olduğu gibi insan seli yaratarak bu büyük şirketleri anlamsız hale getirebilirlerdi. Bazıları 11 Eylül’ü 21.y.y.’ın başlangıcı olarak kabul ederler. Bazıları da Arthur Andersen’un iflasının açıklandığı günü alır. Aralarında 6-7 aylık bir fark vardı. Neticede yeni bir çağ başlamıştır. Nedir yeniçağın temel özellikleri? Öncelikle geçmişten farklı olmasıdır. Tamamen monotarist politikaların ön planda olduğu, devletin ekonomiden elinin çekildiği, küçük ama enerjik devletlin olumlandığı bir dönemde devletin daha görünür olduğu bir döneme geçtik. Mesela Obama’nın yemin etmesinden 1 hafta sonra ben IMF toplantıları için Sayın Bakanımızla Washington’da idik. Orada kendisi finansçı olduğu için finans çevrelerine konferanslar verdi. Uçakta da The Economist dergisine bakıyoruz. Orada enteresan bir şey vardı ve bakanımızda bunu çok güzel kullanmıştı. Washington’da finansçılara seslenirken; “Sizlere finansın yeni merkezinden sesleniyorum” dedi. Finansın Amerika’daki merkezi Newyork’tur. Ama Arthur Andersen olayından sonra merkez Washington olmuştur. Yani artık devlet müdahale etmeye, batan şirketleri kurtarmaya başlamıştır. Dolayısıyla devlet merkezi nereyse finans ve gücün merkezide orasıdır. Ancak bu müdahalelerde yetmemiştir. 2008 yılına gelindiğinde artık mızrak çuvala sığmaz olmuştur ve finans şirketler ve bankalar iflaslarını açıklamaya başlamıştır. Bu kriz İngiltere ve Avrupa’ya sıçramış ve artık politikalarda değişimin şart olduğunu yönetimler ve düşünürler kabul etmeye başlamıştır.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Türkiye’nin Daha İyi Düzenleme görevini yürüttüğüm için AB Komisyonu nezdinde altı ayda bir, AB’ye üye ülkelerin direktörleriyle bir araya gelirdik. AB’nin 2000-2010 yılları arasında geçerli olan bir stratejisi vardı. Bu strateji tamamen monotarist düşünceyi ön planda tutan, yeni yönetim anlayışı çerçevesinde hazırlanmıştı. Hedeflerinde de ; “AB’yi daha rekabetçi, sosyal birlikteliğini daha iyi sağlamış bir 2010 yılına ulaştırmak.” Bunu gerçekleştirmek için sayılan enstrümanlardan biri düzenleyici etki analiziydi ki ben o alanın uzmanıyım. Bu stratejinin 2005 yılında orta vade gözden geçirmesine katıldım. Bu toplantıda tüm AB ülkelerinin Ekonomi Bakanları vardı. Gözden geçirmede çıkan sonuç şu idi; “5 yıllık sürede bir arpa boyu yol alınamadı”. Çünkü o politikalar artık s.o.s vermeye başlamıştı. Nitekim 2008’de de patladı. Peki, 2010 yılından sonra AB nasıl bir strateji belirledi? AB, 2010-2020 yılları arasında geçerli olacak bir belge yayınladı. Önceki stratejiyle yeni strateji arasındaki fark ne derseniz; monotorist anlayıştan, rekabeti önceleyen anlayıştan sosyal devlet anlayışına geçildi. Çünkü artık tüm ülkelerde ekonomik kriz nedeniyle elde ettiği kazanımları kaybetmiş olan çoğunluklar ortaya çıkmaya başladı. Dolayısıyla devlette bu grupları memnun edebilmek için müdahale etmek zorunda kaldı. Bildiğiniz gibi Yunanistan iflasta, İtalya eşikte, İspanya futbolda şampiyon oldu ama bu yılın ikinci döneminde ekonomik olarak ciddi problemlerle karşı karşıya. Fransa’da da ciddi problemler var. Bu alanda problem yaşıyor gibi görünmeyen tek ülke Almanya’dır. Bu da Almanya’nın son 10 yılda izlediği yol nedeniyle sağladığı %25 haksız kazançla açıklanmaktadır. Peki, Türkiye bu süreçte nerede yer aldı? Sayın Başbakan’ında ifade ettiği gibi bu süreç Türkiye’yi teğet geçmiştir. Şüphesiz etkileri hissedilmektedir. Mesela turizmde bu yıl %5’lik bir azalma yaşanmaktadır. İhracata dayalı büyümeyi benimsediğimiz için bazı

ORSAM

rakamlarda düşüş olduğu da görülmektedir. Ancak bunu kompanse edecek yeni pazarlara aranmakta ve bu pazarlara önemli ihracatlar yapılmaktadır. Bu da dış politikanın temel konusudur. Mesele BAE’de önemli artışların olduğu bilinmekte, Kafkaslara önemli açılımlar yapılmaktadır. Şuan hükümetin izlemiş olduğu komşularıyla sıfır sorun politikası bir idealdir. Bunu anında gerçekleştirmek mümkün değildir. Ama bu yönde önemli kazanımlar elde etmekteyiz. Bazı ülkelerle vizelerin kaldırılmasıyla beraber ticari ve toplumsal ilişkilerimiz büyük ölçüde gelişmiştir. Ben Westfalya’dan bu yana dünyada ulus devletler üzerine kurulmuş olan uluslararası ilişkilerin bu politikalar sayesinde değişime uğrayacağını düşünüyorum. Mesela Rusya ile Nisan ayında vizesiz geçiş uygulamamız başladı. Şuan Rusya aynısını AB’den istemektedir. Peki, Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz sonrası süreçte Türkiye’de olumsuz etkilenme olmaması tesadüfi bir durum mudur? Bu durum uygulanan sosyal politikaların bir sonucudur. Yeni yönetim anlayışını 1990’lı yıllarda, başta İngiltere olmak üzere Hollanda, Yeni Zelanda ve Avustralya’daki bilim adamları kuramsallaştırmıştır. 20. Y.y.’ın başından itibaren dünyadaki yönetim anlayışlarına baktığımız zaman bunların ortalama 25 yılda bir değiştiklerini görürsünüz. Yeni yönetim anlayışını dizayn eden düşünürler şuan İngiltere’de yeni bir yönetim anlayışı dizaynı içindeler. 90’lı yıllardaki yeni yönetim anlayışından temel farklılık insanın ön planda tutulmaya başlanması, insanın temel haklarının olduğu, çalışamıyorsa yaşam hakkının devam ettirilebilmesi için devletin yardımcı olması gerektiği. Türkiye, onların şuanda dizayn etmeye çalıştığını son 8-10 yıllık uygulamalarıyla hayata geçirmiştir. Ben bu uygulamalarının teorik temelinin de oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Uluslararası ilişkilerde artık ideolojilerden ziyade coğrafya ön plandadır. Belirli coğrafi bölgelerin çok daha ön plana çıktığını, iliş-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

19

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

kilerin ideolojik ayrışmadan ziyade daha çok coğrafyalar üzerinden yürümeye başladığını görmekteyiz. Bu anlamda Karadeniz’in çok önemli rol oynayacak bir coğrafya olduğunu, ekonomik anlamda gelişmekte olan bir bölge olduğunu okumamız mümkün. Çünkü dünyada ekonomik politikalarla siyasi politikalar birbiriyle paralel yürütüldüğü için siyasi politikaların varlığını devam ettirebilmesi uluslar arası barışın devam edebilmesi içinde ekonomi politikalarının buna katkı sağlaması gerekmekte. Şüphesiz Trabzon için göz önünde bulundurmamız gereken temel parametreler Rusya ve İran’dır. Geçen hafta İran’ı işadamlarımızla ziyaret ettik. Aramızdaki ticari bağı güçlendirmeyi hedefliyoruz ki İran bizim limanımız marifetiyle dünyaya açılabilsin. Rusya ile zaten Soçi Limanı marifetiyle ticari bağlarımız bulunmakta. Gördüğünüz gibi Trabzon coğrafyası çok engebeli, dağlık. Trabzon’da düz arazi bulmanız mümkün değil. Tarih boyunca Trabzon bir liman şehri olması marifetiyle uluslar arası alanda başarılı tacirler yetiştirmiştir. Nitekim geçmişimize baktığımızda Cenevizlilerle ve Marsilya’yla deniz ticaretinin yapıldığını görmekteyiz. Deniz kenarında olmak insanların ufuklarının

20

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

geniş olmasını sağlamakta. Karadeniz insanı SSCB yıkıldığında buraya ne satabilirim arayışına girmiştir. Burası düz arazisi fazla olmadığı için ticaret yapacak mahiyette sebze-meyve yetiştirmeye müsait bir bölge değil. Dolayısıyla Rusya’nın bu yöndeki ihtiyaçlarını karşılamak için yola koyulan Karadenizliler, Mersin ve Antalya’da sera kiralamış. Sebze ve meyveyi orada yetiştirmiş, tırlarla Trabzon limanına getirmiş ve sonrasında Sibirya’nın en derinliklerine kadar satmıştır. Bunun sonucunda Trabzon, 2011 yılında ihracatta 1 milyar doların üzerine çıkan 15 ilden birisidir. Bu bizim için düşük bir rakamdır. Çünkü coğrafyaya baktığımız zaman Çin ve Hindistan’a kadar mal götürebilme kapasitemiz vardır. nitekim bunu sağlayabilmek için bir lojistik merkezi kurma çalışmalarını başlattık. Gürcistan üzerinden Rusya, aracılığıyla Çin ve Hindistan’a kadar bir hat oluşturacağız ve adı da “Yeni İpekyolu” olacak. Bu sizin uluslar arası ilişkilerinizi de şekillendirir. Ünlü bir düşünür; “İlk önce gemi girer arkasından bayrak girer”. Biz bu çağda dış politikanın sadece devlet kurumlarıyla değil şirketler marifetiyle yapılmaktadır. Teşekkür ederim.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.3. Türkiye – Özbekistan İlişkileri Ulfat Kadyrov

Özbekistan’ın Ankara Büyükelçisi



Bilindiği gibi Özbekistan Cumhuriyeti 1 Eylül 1991 tarihinde egemenliğini ilan etmiştir. Bu sene Özbek Halkı bağımsızlığının 21.yıldönümünü kutluyor. Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde Özbekistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkedir. 4 Mart 1992 tarihinde ise iki ülke arasında diplomatik ilişkiler tesis edilmiştir. İlişkilerin hukuki temelini 90’ın üzerindeki ikili anlaşma ve protokol oluşturmaktadır. Tabii ki en önemli anlaşma bu “Ebedi Dostluk ve İşbirliği” hakkındaki anlaşmadır. Özbekistan ve Türkiye işbirliği olanakları çok geniş bir yelpazeye yayılmakta olup, ikili işbirliğinin potansiyel olarak gelecek vaat eden her alanda daha da geliştirilmesi hedeflenmektedir. Özbekistan, tarihi ve kültürel birikimi, stratejik konumu, doğal kaynakları ve Orta Asya nüfusunun yarısını oluşturan 30 milyonluk nüfusu ile bölgesel barış ve istikrar için kilit konumdadır.

Özbekistan ve Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi özellikle 2000’li yıllardan itibaren istikrarlı bir artış gerçekleşmiştir. 1993 da Özbekistan Sanayi ve Ticaret Odası ile Dış Ekonomik İlişkiler Kurumu (TOBB - DEİK) arasında ticari, ekonomi ve teknolojik işbirliği sağlamak amacıyla Özbek-Türk ve TürkÖzbek İş Konseyleri oluşturuldu. 1995 yılından itibaren ekonomi işbirliği alanında hükümetler arası ortak Karma Ekonomik Komisyonu faaliyet göstermektedir. TÜİK verilerine göre 2011 da Türkiye ve Özbekistan arasındaki ticaret hacmi 1.5 milyar Amerikan dolarına ulaştı ve 2009’a nazaran 2 kattan fazla arttı. Özbekistan’da Türk yatırımı ile toplam 600’den fazla işletme mevcut. Türk şirketlerinin Özbekistan’daki yatırım tutarı 2011 yılı sonu itibariyle 1 milyar Doları aşmıştır. Özbek tekstil sektörünün yüzde 60 Türk sermayedarları payına denk gelmekte işadamlarının elinde.

Geçen seneler içinde ülkelerimiz arasındaki yüksek düzeyli siyasi diyalogu geliştirmek amacıyla karşılıklı çok sayıda üst düzey ziyaret gerçekleştirilmiştir. Cumhurbaşkanları düzeyinde 10 ziyaret, başbakanlar düzeyinde 4 ziyaret ve dışişleri bakanları derecesinde 4 ziyaret çekçekleştirildi. Dışişleri Bakanlıkları arasında hem Taşkent’te hem Ankara’da 5 kez siyasi istişare toplantıları düzenlendi, bunların yanı sıra 2 kez iki Bakanlık arasında konsolosluk istişare toplantıları yapıldı. Son toplantı da 5-7 Nisan 2012 tarihleri arasında Ankara’da düzenlendi.

1994’ten itibaren Özbekistan’da Türkiye işbirliği ve kalkınma ajansının (TİKA) temsilciği faaliyet göstermektedir. TİKA geçen dönem kapsamında ülkemizde sağlık ve tarım, küçük ve orta işletmelerin geliştirilmesi, Aral bölgesinde ekolojik durumunun iyileştirilmesi, ülkemizin bir takım hastane ve eğitim kuruluşlarının maddi-teknik tabanını sağlamlaştırılmasına yönelik projeleri gerçekleştirildi. Bu projeler için TİKA tarafından 1994-2011 dönem kapsamında 15.120.426 Amerikan doları miktarında teknik yardım gerçekleştirildi. 2012’de TİKA tarafından ülkemize 22 proje

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

21

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

gerçekleştirilmesi planlaştırıldı be işbu projeler için 4.300.000 ABD Doları civarında kaynak ayrılması hedeflenmiştir. Hukuk muhafaza organları arasındaki işbirliği çerçevesinde TADOK tarafından düzenlemekte olan bölgesel ve uluslararası seminerlerde Özbekistan İçişleri Bakanlığı görevlileri katılmaktadır. İki ülke hukuk organları uzmanları katılımında Özbekistan ve Türkiye’de 2012 yıl kapsamında 10 adet kursların yapılması hedeflenerek, gerçekleştirilmeye başlandı. Kültürel-insani alanındaki işbirliği. Aralık 2009’da Türkiye Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ Özbekistan’a resmi ziyarette bulunmuştur. 2002 yıldan itibaren Özbek doktorları TİKA’nın desteği ile Türkiye’nin öndegelen kliniklerinde tecrübe kazanmaktadırlar. Ayrıca Türk doktorları TİKA destegiyle karşılıksız olarak ülkemiz hastanelerinde cerrahi ameliyatlar yapmaktadırlar. Mayıs 2012’de Özbekistan Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı müsteşarı başkanlığındaki heyetın Türkiye ziyareti gerçekleştirildi. Özbekistan Hakkında Genel Bilgiler Ekonomi Bildiniz gibi, coğraf î olarak, Orta Asya’nın merkezinde yer alan Özbekistan bölge ülkelerinin tümüyle yanı Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan, Afganistan, Türkmenistan ve Afganistan ile sınır kapıları olan tek ülkedir. Özbekistan 447.600 kilometre karelik yüzölçümü ve 30 milyonluk nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesidir. Özbekistan Cumhuriyeti 1991 da bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlığın ilk günlerinden Özbekistan sosyalist planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yolunun arayışında bulundu ve “Özbek Modeli” olarak tanınmış kendi modelini hazırladı ve uygulanmaya başlamıştır. Bu mo-

22

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

dele göre reformların gerçekleşmesi yolunda devrimsel “şok terapi” yöntemi değil, evrimsel gelişmeyi tercih ederek, bu sayede halkın ağır ekonomik ve sosyal depremden koruması sağlandı. İstikrarlı bir şekilde gelişen ve güvenilir finansal-banka sisteminin yanı sıra Özbekistan ekonomisini tekrar canlandırma gayreti ve ülkeyi modernleştirme yolunda atılan kararlı adımlar bugün dünya kamuoyunda ve Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, Asya Kalkınması Bankası gibi uluslararası itibarlı kurumlarca olumlu değerlendirilmektedir. Şu yılın Ocak ayında incelemelerde bulunan IMF heyetinin raporunda 2000’li yılların ortalarından başlayarak Özbekistan ekonomisi dinamik olarak kalkınmaya başladığı ve küresel mali krizle iyi mücadele ettiği, bu çerçevede son 5 yılda ülke ekonomisinin ortalama yüzde 8,5 oranda büyüme gösterdiği belirtildi. Bu sena yüzde 8,3 büyümesi öngörülmekte. Özbekistan doğal rezervlerine açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisidir. Dünya çapında altın rezervinde 4’üncü, uranyumda 7 ve bakırda 10’uncu sırada yer almaktadır. Günümüzde altın rezervinin sadece yüzde 20 oranı kullanılmaktadır. Ülkenin tespit edilen uranyum rezervleri 200 bin tonu oluşturuyor. Yıllık ortalama 2500 ton uranyum üretilmekte ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu verilerine göre uranyum üretiminde dünyada 5.sırada yer almakta. Özbekistan, son verilere göre, pamuk ihracatında dünya üçüncüsü, üretiminde ise altıncısı konumunda. Özbekistan, yılda yaklaşık bir milyon 200 bin ton dolayında pamuk lifi üretiyor. Ama Özbekistan doğal rezervlerinin kullanılmasının yanı sıra sanayileşme ve ekonominin modernizasyonuna önem vermekte. Bağımsızlık yıllarında katma değeri yüksek ürünleri üretmek amacıyla yeni teknolojilerle donanan fabrikaların inşasına önem vermekte. Bu çerçevede Özbekistan’da Oto senayı oluşturuldu. Özbekistan otomobil üreten dünyadaki 35 ülke sırasında er almak-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

tadır. Orta Asya’nın tek otomotiv ülkesi olma yolunda ilerleyen Özbekistan’da ‘Chevrolet’ markasıyla binek otomobiller, ‘Isuzu’ markasıyla midibüs ve küçük kamyonlar, ‘Man’ markasıyla büyük kamyonlar, ‘Mercedes’ markasıyla şehir içi ve turistik otobüsler üretmekte. 2011’da 230 bin dolayında binek otomobil üretildi ve onun 100 binden fazlası başta Rusya olmak üzere, Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan, Belarus, Moldova, Afganistan ve Türkmenistan gibi ülkelere de ihraç edildi. Tarihi kültürel mirası Bildiniz gibi Özbekistan yüzlerce yıl birikmiş ve zenginleşmiş tarihi bir medeniyete sahiptir. Ülkemizde sadece Orta Asya değil belki de Dünya Uygarlığına katkıda bulunmuş düşünürler, bilim ve devlet adamları, şairler yaşamışlar, icat etmişler ve bize büyük miras bırakmış. Bu miras ortak mirasımız, ortak tarihimiz, ortak zenginliklerimizdir. Özbekistan bağımsızlığını elde ettikten sonra bu mirasımızı muhafaza etmek ve yaşatmak devlet siyaseti derecesine çıkarıldı. Günümüzde Taşkent, Semerkant, Buhara, Hive gibi kentlerimizde 4 bine yakın mimari ve arkeolojik anıtları devlet koruması altına alınmıştır ve

ORSAM

ziyarete açılmıştır. Bu şehirleri ziyaret etmek için dünyanın çeşitli ülkelerinden turistler akın etmekte. Geçen yirmi sene içinde İmam Al-Buhari, İmam At-Termizi, İmam Maturudi, Bahauddin Nakşbend, Burhoniddin Margilani, Abldulhalık Gucduvani, Hoca Ubaydullah Ahrari-Veli, Celaleddin Manguberdi, Amir Temür, Mirza Uluğbeg gibi unutulmakta olan dünya uygarlığına büyük katkı sağlayan atalarımızın isimleri yeniden topluma kazandırıldı ve onların yıldönümü kutlamaları UNESCO himayesinde yapıldı. Onların türbeleri tamir edildi ve ziyarete açıldı. Ayrıca UNESCO kararı ile belirlenen bir takım tarihi kentler kendi yıldönümlerini kutladı: 1997 de Buhara ve Hiva şehirlerinin 2500. Yıldönümü, 2002 de Termez’in 2500. Yıldönümü, 2006 da Karşı’nın 2700. Yıldönümü, 2007 de Semerkant’ın 2750. yıldönümü, 2007 de Margilan’ın 2000. yıldönümü ve 2009 da Taşkent’in 2200.yıldönümünü kutlandı. Yapılan işler dünya ülkeleri ve uluslararası örgütleri tarafınca tanınmış ve takdir edilmiştir. İslam Konferansı Örgütü’nün Kültür, Eğitim ve Bilim Araştırma Merkezi’nce (ISESCO) kabul edilen karara göre 2007’de Taşkent ‘İslam Kültürü Başkenti’ diye ilan edilmesi, Özbekistan’ın İslam ve uluslararası uygarlığı-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

23

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

na olan katkısı dünya toplumu tarafınca benimsenmesinin göstergesidir. Buhara, Hive, Semerkand ve Şahrizabz gibi ünlü kentler, Bilimler Akademimizin Al Beruni adındaki Şarkşinaslık Enstitüsünda muhafaza edilmekte ve incelenmekte olan tarihi el yazmaları ve Özbekistan Dini işler başkalığınca saklanmakta olan Hazreti Osman Kuran’ı UNESCO tarafınca “Dünya Kültür Mirası” listesine eklenmiştir. Biz Türk kardeşlerimizi bu güzel şehirlerimizi ziyaret etmesini çök isteriz ve davet ediyoruz. Çünkü bir birimizi yakından tanımamız, ayrıca ortak olan tarihimize ve kültürümüze değer vermemiz bizin kardeşliğimizi daha da pekiştireceğine inanıyoruz. Turizm sektörü Belirttiğim gibi tarihi İpek Yolu güzergâhında yer alan Özbekistan’da 4 binden fazla tarihi ve kültürel eser bulunmaktadır. Özbekistan, dünya genelinde en fazla tarihi esere sahip olan ilk 10 ülke arasında yer almaktadır. 2011 yılında ülkeye gelen turist sayısı %7’ye yakın oranda artarak 1 milyona ulaşmıştır. Özbekistan, turizmini canlandırma adına başkent Taşkent ile ülkenin tarihi kenti Semerkant arasında hızlı tren projesini Eylül ayında hayata geçirmiştir. Hızlı trenin faaliyete geçmesiyle birlikte 5 saat süren Taşkent-Semerkant hattı 2 buçuk saate inmiştir. Özbekistan turizm alanında Türkiye ile işbirliğini yüksek dereceye çıkartmayı hedeflemekte. Bu bağlamda 2-4 Kasım 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen ”Büyük İpek Yolunda Turizm” 17. Uluslararası Taşkent Turizm Fuarında Türkiye ilk defa partner ülke olarak yer aldığı. Fuara Çorum ve Ordu illeri kendi stantları ile katılmıştır. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki sanatçılar 2 gün boyunca fuar alanında sahne alarak Türk müziği ve halk oyunlarından çeşitli örnekler sunmuşlardır. 2011 yılı sonu itibariyle, turistik amaçlı dahil çeşitli nedenlerle Türkiye’den Özbekistan’a 80.000 kadar kişi seyahat etmiştir. Özbekistan’dan da Türkiye gelenler sayısı 70.000’dan fazladır. Özbek Hava Yolları ve Türk Hava Yolları Taşkent ve

24

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

İstanbul arasında karşılıklı olarak 5 ar uçak seferi yapmaktaydılar. Artan talepleri dikkate alarak 25 Mart’tan itibaren karşılıklı uçak sayısı 7’e çıkartıldı ve toplam uçak sayısı haftasına 14’a ulaştı. İstanbul-Buhara ve İstanbul-Semerkant istikametinde Charter seferleri açılması hususunda görüşmeler devam etmekte. Eğitim Reformları Özbekistan bağımsızlığını kazandıktan sonra eğitim öncelikli devlet politikası olarak belirlenmiştir ve geçen 20 sene içinde Ulusal Eğitim Programı gerçekleştirildi. Özbekistan Türkiye gibi genç nüfuza sahip ülkedir. 30 milyon nüfuzun yüzde 60’nu 30 yaşa kadar olan gençler oluşturmakta. Günümüzde 60’dan fazla üniversitede 300 bine yakın öğrenciler çeşitli mesleklere göre eğitim almaktadır. Eğitim için GSYİH yüzde 10-15 harcanmaktadır. Dünya uygulamasında bu oran yüzde 3-5 arasındadır. Özbekistan’daki yazar-okur derecesi dünyanın en yüksek düzeyli (yüzde 99.34) ülkelerinde biridir. Sağlık reformları Devlet bütçesinin yüzde 17.7 ve GSYİH’nin yüzde 4.1 sağlık sisteminin masrafları için ayırtılmakta. Bunun haricinde sağlık sisteminin altyapısını güçlendirmek için 700 milyon dolarlık yabancı ülkelerden kredi ve teknik yardım alındı. Son üç yılda cağlık sisteminin masrafları 2.5 katına arttırıldı. Bu çabaların sonucu olarak 1991 den buyana ortalama yaşam süresi 67 den 73’a ulaştı, bayanlarda bu rakam 75 kadar ulaştı. Yakın senelerde çeşitli kaynaklardan 1.5 milyar dolarlık kaynak çekilmesi öngörülmekte. Özbekistan’da 2012 “Aile Yılı” İlan Edildi Her yılın ayrı bir adla geçirildiği Özbekistan’da 2012 ‘Sağlam aile yılı’ ilan edildi. Özbekistan Anayasası’nın ilan edilişinin 19. yıl dönümü münasebetiyle düzenlen toplantıda konuşan İslam Kerimov, 2012’nin ‘Aile yılı’ ilan edil-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

diğini açıkladı. Kerimov’un bu teklifi davetliler tarafından alkışlar eşliğinde desteklendi. Kerimov, en önemli zenginliklerinde birinin sağlam aile olduğunu belirterek, sağlam toplumun ve devletin sağlam aileden oluşabileceğine vurgu yaptı. Her yılın ayrı bir adla anıldığı Özbekistan’da 2011, ‘Orta ölçekli yatırımlar ve girişimcilik’ yılı ilan edilmişti. Bu karar üzerine Özbekistan’da 2012 devamında aile teması ön plana çıkacak ve genç aileleri sosyal desteklemek amacıyla Özbekistan Hükümeti tarafında “Aile Devlet Programı” kabul edildi ve gerçekleştirilmekte. 1997’den beri her yılın ayrı bir adla anıldığı Özbekistan’da 2010 ‘Olgun Nesil’, 2009, ‘Köyleri Kalkındırma’, 2008, ‘Gençler’, 2007, ‘Sosyal Koruma’, 2006 ‘Hamiler ve Sağlık Çalışanları’ ve 2005 ise ‘Sağlık’ yılı ilan edilmişti. Özbekistan’da Dini Hayat Eski Sovyet dönemi olan 1990.yıllarında Özbekistan’da sadece 89 adet mescit ve iki medrese faaliyet gösterirken, günümüzde mescitlerin sayısı iki binden fazla olmuştur. Özbekistan’ın bağımsızlığına kavuşmasıyla, tüm dini bayramlar özgürce kutlanmaya başlandı. Özbekistan Cumhurbaşkanı’nın 1991

ORSAM

tarihindeki kararnamesine göre, çoğu inançlı insanların dilekleri dikkate alınarak “Roza Hayit” (Ramazan Bayramı) ve “Kurban Hayit” (Kurban Bayramı) Bayramları tatil günü olarak belirlenmiştir. Bağımsızlık yıllarında Kuranı Kerim Özbek diline çevirirdi ve 3 kere yayınlandı. Yüzlerce cami inşa edildi ve yeniden yapılandırıldı. Eylül 1999’da Taşkent’te Özbekistan Devlet Başkanı’nın teşebbüsü ile Taşkent İslam Üniversitesi açıldı. Ayrıca üniversite bünyesinde akademi liseler faaliyet göstermektedir. Günümüzün Özbekistan dini eğitim sisteminde, Taşkent İslam Üniversitesi, İslam Enstitüsü ve 10 medrese faaliyet göstermektedir. Hac ibadeti yapmak isteyenler her türlü yardım verilmektedir – özel uçak seferlerin organize edilmesi, tıbbi hizmetlerin verilmesi, uçak bilet ücretlerin indirilmesi, vize belgelerin hızlı ve engelsiz şekilde düzenlenmesi v.s. Kutsal Hac seferlerini yerine getirmek isteyenlerin sayısı yıldan yıla artmakta. Bağımsız olmadan önce yıllık Hac’a giden Müslümanların sayısı sadece 5-6 civarında olup, bağımsız olduktan sonra geçen 20 yılda toplam 80 bine yakın Müslüman Hac seferini yerine getirdi. Bunun dışında, her sene binlerce Özbek Müslüman Umre ibadetlerini yerine getirmek amacıyla Mekke ve Medine’ye gitmektedir.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

25

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.4. Türkiye-AzerbaycanErmenistan İlişkileri ve Bölgesel Güvenlik Dr. Elhan Mehdiyev



26

Peace and Conflict Resolution Center Etnik ve tarihi kökü aynı olan bir milletin yüz yıllarca farklı coğrafyalarda yaşaması onları milli kimlik ve milli bilinç açısından da farklı durumlara düşürmüştür. Anadolu Türkleri son bin yıllık şerefli kahraman tarihinin üzerinde duran kimliklerin taşıyıcısı olduğu halde, Azerbaycan coğrafyasındaki Türkler ise sadece Müslüman kimliğini taşıyarak İran ve Müslüman kültürü üzerinde ve son iki yüz yıla yakın ise Rus kültürü etkisinde yaşamış ve son 20 yılda ise kaotik siyasi konyukturaya kurban olarak halen kimlik arayışındadır. XX yüzyılın başlarında Bakü’de Azerbaycan halkının Türk kimliği, Müsavat partisinde toplanan düşünce sahiplerinin gündeminde olmuş ve Türk kimliği sonraları Müsavatın kurduğu bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin önde gelen ideolojik öğesine dönüşmüştür. Aynı düşünce sahiplerinin Türkiye’de de, yani, o zamanlar Osmanlı ve Müslüman sayılan Türklerin, Türk ulusal bilincinin canlandırılmasında da büyük katkıları olmuştur. 1988 yılından başlanan Halk hareketi ve onun önünde giden Halk Cephesi, Azerbaycan’da yaşayan çeşitli ulusal azınlık ve etnik grupları da öz kabul ederek ve yüzyılın başındaki ideolojiyi rehber tutarak Azerbaycan halkının çoğunluğunun Türk kimliği taşıyıcısı olduğunu ve dilimizin de Türkçe olduğunu öne sürmüştür. Azerbaycan Halk Cephesi(AHC) halkımızı, Türkiye’ye sevgi ile yakınlaştırmak ve Türk milletinin parçası olmakla gurur duymak doğrultusunda terbiye etmeye çalışmıştır. Sonraları AHCnın seçilmiş hükümeti Azerbaycan’da resmi dilin Türkçe, kitaplarının Türk tarihi olduğu-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

nu kabul etmiştir. 1992-1993 yıllarında, Milli hakimiyet döneminde Türk milli bilinci aşılanmağa çalışılmış, Türkiye ile yakınlaşma ve Türkiye’yi kendi vatanı saymak bilinci telgin edilmişdir. Sovyetlerden ayrılmış Azerbaycan için Türkiye en büyük dayanak ve güven yerine dönüşmüştür. Bağımsızlık hareketi döneminde Halk hareketi liderleri Azerbaycan’da Türkiye modelini kuracaklarını beyan etmiş ve Türkiye’nin demokratik modelini öne çekmişlerdir. Türkiye sadece etnik bağlılığına göre değil hem de demokratik sistemine göre iki kat çekici olmuştur. Çünkü komşu İran’la kültür, tarihi ve coğrafi bağlılığa rağmen daha çok İran’ın siyasi sistemine göre onunla mesafe tutulmuştur. Çünkü Azerbaycan’da giden hareket anti komünist tabiatıyla demokratik sistemi kurmayı amaclıyordu. Yani Azerbaycan’da çok partili bir sistemin oluşması ve bağımsız gazetelerin çıkması ile beraber o zaman ki demokrasi yanlısı seçilmiş Halk Cephesi hükümeti Türkiye ile de ilişkilerin temelini koymuş ve bu ilişkileri halkın yıllarca varolan istekleri üzerinde kurmaya çalışmıştır. Türkiye de aynı zamanda Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilk olarak tanımış ve yeni oluşmuş Azerbaycan devletinin yurtdışındaki işleri Türkiye Büyükelçiliği’nin katkılarıyla yapılmıştır. 1992-1993 yıllarında Türkiye Ermeni işgali ile ilgili en üst düzeyde çaba göstermiş ve bu konuyu uluslararası toplantılara çıkartmış ve BM Güvenlik

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Konseyi`nin kabul ettiği 4 karar Türkiye tarafının talebi ile gündeme getirilmiş ve Güvenlik Konseyinde kabul edilmiştir. 1993 yılının Mayıs’ında ileri sürülen Ermeni işgalini sona erdirecek üçlü barış planı da Türkiye, Amerika ve Rusya tarafından ileri sürülmüş ve sonuçta Elçibey’in devrilmesi ile Ermeniler tarafından bozulmuştur. Türkiye bağımsızlığın ilk yıllarında Azerbaycan’dan yüzlerce öğrenciyi hem sivil hem de askeri okullarda ücretsiz okutmuştur. 1993 yılının ikinci yarısında Haydar Aliyev’in iktidara gelişi ile Türkiye ile ilişkiler başka semte yönelmiştir. Önce H. Aliyev Türkiye’nin Azerbaycan’daki ona muhalif olan milli güçleri desteklediği kanaatinde olmuş ve Türkiye’ye kuşkuyla bakmıştır. Öbür yandan daha derine giderek ve dil kitaplarıTürkçe ders kitabı kitaplarının adını yeniden değiştirerek Azerbaycanca koymuş, resmi dil olan Türkçe de Azerbaycan diline çevrilmiştir. 1995 yılının Mart’ında Azerbaycan’da hükumetiçi güçlerin, silahlı iç savaştan sonra isyancı tarafta Türkiye’nin de rolünün olduğu konusundaki iddiaları sonradan ikili ilişkileri başka düzleme çevirmiş ve o zamanki Türkiye hükümeti yıllarca her fırsatta Türk hükümetinin Aliyevlerin yanında olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Ve bu politika sonuçta çok olumsuz sonuçlara getirmiştir. Öncelikle bu tür yaklaşım Aliyev rejiminin güçlenmesine hizmet etmiş ve Türkiye’nin iç siyasi partilerle ve sivil toplumlarla ilişkilerini en aza indirmiştir. H. Aliyev de bu noktadan maksimum yararlanmağa çalışmışdır. Türkiye, Azerbaycan’da dönen politikaların dışında bırakılmış, onun Azerbaycan’daki üyeleri ancak hükümetle ve Aliyevlərin çıkarlarına aykırı olmayan işlevlerde bulunmuştur. Başbakan B.Ecevitin Azerbaycan ikinci cumhurbaşkanı Elçibeyi telefonla aramasını saymazsak Turkiye resmileri ile Azerbaycan muhalefetinin temasları sıfıra inmiştir. Aliyev-Demirel ilişkileri derinleşerek iki devlet arası ilişkilerden iki kişi arası “dostum kardeşim” ilişkilerine dönüşmüştür. Sonuçta iki devlet arasındaki ilişkilerde çok sa-

ORSAM

yıda sorunlar birikmiştir. Aynı zamanda Türkiye’deki siyasi güçlerin, gazete ve TV’lerin de Azerbaycan’daki siyasi durumla ilgili eleştirici tavırları Türkiye yetkilileri tarafından direnişle karşılanmış ve Azerbaycan’daki rejimle ortak hareket ederek her bir muhalif sesin bastırılması olağan hale dönüşmüştür. Rastlantı değildir, 1997 yılında İlham Aliyev’in Kazino skandalından sonra H. Aliyev`in Cumhurbaşkanı Demirel’e baskı yapmakla Yılmaz hükümetinin Ilham Aliyev’in Ömer lütfu Topalla ilişkin borç skandalı olmaması hakkında beraet verici beyanatla konuşma yapmasını sağlamıştır. H. Aliyev, Türkiye’de milli meseleye dönüşmüş Bakü-Ceyhan meselesinden de maksimum yararlanarak uzun süre bu kartı da kullanmış ve Türkiye’nin gözü “bakalım Haydar Aliyev ne diyecek” üzerinde olmuştur. Sonuçta Türkiye’de Azerbaycan diyince veya Türkiye’den bakıldığında ancak Aliyev görülmüştür. Şov-TV lerle sahte isimler, örneğin yılın adamı seçerek (sonra onu yılın adamı seçen tutuklandı), toprakları işgal altında olan ülke başkanına Atatürk barış ödülü, Üniversitelerin fahri doktora isimleri vermekle kurulan Aliyev-Demirel dostluğu TürkiyeAzerbaycan kardeşliği şovundan başka bir şey değildi. Halen Azerbaycan vatandaşının Türkiye’ye gidiş gelişi vize ile ve Türk vatandaşlarına konulan gümrük vergisi başka ülkelerden daha fazlaydı. Türkiye ve Ermeni işgali Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye ilk günlerden Ermeni saldırısına hassasiyet göstermiş ve daha çok uluslararası forumlarda ve BM de olan görüşmelerde temel rol oynamıştır. 1993 yılında Ermeni işgali derinleştiği zaman Türkiye zannediyorum Rus faktörünü göz önünde bulundurarak askeri müdahaleden çekinmiş ve tecavüzcüyü durdurmak için BM’de çok çaba göstermiş ve sonuç olarakta işgal olunmuş topraklara ilişkin Güvenlik Konseyinin dört karar alınmasına muvaffak ol-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

27

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

muştur. Sonraları 1994 yılının başında askeri operasyonların devamı sırasında Türkiye’nin o zamanki cumhurbaşkanı Türkiye’nin askeri operasyonlara hiç bir zaman girmeyeceğini açıkça bildirmiştir. Türkiye’nin bu tavrına hem o zamanlar hala üstün olan Sovyet döneminin etkisi, Türkiye’nin içinde PKK terrorununun şiddeti ve iç gündemin gerginliği de neden olmuştur. Öte yandan Bosna Hersek `te yaşanan vahşetin Türk medyasında işıklandırılması Ermeni işgali ile kıyasla ölçülemez derecede yüksek olmuştur. Ermenilere yönelik başka bir durdurucu veya tehdit edici beyanat da gelmemiştir. Ermeni tarafı da bundan çok hoşnut olmuştur. Daha Türkiye’nin her zaman olası müdahilesini gözönünde bulunduran Ermeniler sonuçta Türkiye’nin karışmayacağı kanaatine varmışlardır. Bu durum Türkiye’nin Rusya ile askeri çatışmaya girebileceği ile anlatılıyordu. En önemlisi H. Aliyev döneminden başlayarak ve daha sonra ateşkes imzalandıktan sonra da Türkiye tarafından herhangi bir haraketlilik olmadı ve bu durum daha çok Azerbaycan tarafının onlara danışmadığından ve Elçibey döneminden farklı olan koordinasyonun bozulduğundan haber veriyordu. Türkiye yönetimi H. Aliyev ‘den farklı politika yürütmemiş ve o zamanki Cumhurbaşkanı Demirel’in dili ile söylersek “Azerbaycan hangi çözüme razı olursa biz de onu destekleyeceğiz” demiştir. AK Parti iktidara geldikten sonra ilişkiler daha çok ekonomik boyutlar ve enerji kaynakları üzerinden kurulmuş ve oğul Aliyev - Erdoğan hükümeti arasında tartışmalar çıkmıştır. Diğer sorun ise Türkiye’nin yeni köklü değişikliğe uğrayan dış politikası ki, burada Türkiye tüm konsoloslukları ile aynı zamanda Ermenistan ile sorunları yoluna koymak ve iyi ilişkiler kumak idi ama olayların bu gidişi sonucu Azerbaycanla çatışmaya getirdi. Bu çatışmanın nedenlerini incelerken öncelikle aşağıdaki faktörleri gözden geçirmek gerekir.

28

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Burada birinci en büyük sorun Azerbaycan’daki rejimin Ermeni işgali ile ilgili tutumu ve Türkiye’yi belirsiz durumda tutmasıdır. Azerbaycan Türkiye’yi görüşmelerde ne konuşulduğu hakkında bilgilendirmiyor ve Türkiye ile beraber adım atmıyordu. Böyle durum oluştu: Türkiye bölgede durumun değişmesini istiyor. Azerbaycan`dan hiçbir haber çıkmıyor: ne savaş yolunu seçmiş ne de görüşmelerin neden ibaret olduğu bilinmiyor. Türkiye belirsiz durumda kaldı ama değişim istiyor. Ve onlar Ermenilerle kapıların açılması ve ilişkilerin kurulmasını şimdiki durumu değişen bir yürüyüş gibi anlamaktadırlar. Azerbaycan ne yapacağını bilmiyor ama herhangi bir değişime de hazır değil ve değişimin sonuçlarından korkuyor. Çünkü Türkiye-Ermenistan arasındaki durum Azerbaycan rejimini ikna ediyor ve değişim olursa rejimin de dayanıklığı bozulur. Türkiye karşılığında Azerbaycan’ın hangi adımı atacağı halde onun yanında olacağını söylüyor ve ne yapmak istiyorsun benimle paylas diyor, Azerbaycan yönetimi yumşak bir tabirle desek bir şey söyleyemiyor”. Öte yandan Erdoğan hükümeti Ermenilerle ilişkiler kurmakla Türkiye’ye olan baskıları gidermeye ve aynı zamanda Azerbaycan-Ermenistan düzleminde değişim elde etmeyi umuyordu. Bu bakımdan Türkiye-Ermenistan protokolleri son 20 yılda Türkiye Azerbaycan ilişkilerinde oluşmuş en büyük sıkıntı olmuştur. Protokollerde Ermenilerin Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ve Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgalinin yer almaması adeta bir uzlaşma olarak kabul edilen ve Türkiye’nin bağımsız devlet olarak çıkarlarına uygun olmuştur. Ama bu tür yaklaşım, hem Azerbaycan’da hem de Türkiye’de ulusal çıkarlara ağır darbe olarak kabul edilmiştir. Türkiye yönetimi için soykırım iddiaları en hassas konu olduğundan Karabağ meselesi beklendiği gibi önem taşımamıştır. Görüşmeleri yürüten o zamanki Dışişleri Bakanı Ali Babacan protokoller imzalanmadan 6 ay önce televizyon kanalında “biz protokolleri yarın imzalamaya hazırız”

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

dediği zaman sunucunun ya Karabağ sorusuna “Karabağ’ı bu işe karıştırmayın o çok karmaşık bir meseledir demiştir”. Bu Türkiye’deki yönetimin Ermenilerin politikasının sonu olarak anlamadıklarından kaynaklanıyordu ama bir başarı olarak kabul edilmektedir. Mesele şu ki, son 20 yılda Ermeni dış politikasının temel önceliği Türkiye`yi Karabağ meselesinden ayırmak ve Azerbaycan’ı kıstırmaktı. Protokollerde onlar bunu başarmışlardı. Türkiye ile yoğun ekonomik ilişkiler ve Rusya ile askeri ittifak Ermenistan’ı güçlendiriyor ve sonuçta Azerbaycan kıstırılıyor ve güçlü Ermenistan askeri kazançlarının temelinde Azerbaycan’a dikte ediyor ve mevcut durum Ermeni taleplerini karşılayacak gibi duruyor. Aynı zamanda yurtdışında soykırım tanınma kampanyası devam ediyor çünkü soykırım politikası işgali perdeliyor ve Türkiye’nin başını katarak onun Karabağ meselesine karışmasını imkansız hale getiriyor. Bu Koçaryan politikasının asıl amaçını oluşturuyordu ve şimdi de devam ediyor. Bu bakımdan Türkiye’deki çok sayıda aydınların, gazetecilerin, siyaset adamlarının Azerbaycan’a olan kızgınlığı ve gazabı daha fazla Azerbaycan’ı n bu işi bozduğuna içindir ve şimdi de bu tür yaklaşım devam etmektedir. Türkiye’deki hem siyasilerin hem de gazetecilerin Ermeni işgali ile ilgili bilgi kıtlığı var ve onlar nerenin işgal edildiğini, neden işgal edildiğini, Ermeni planının ne olduğunu, Azerilerin ne durumda olduğunu derinlikle bilmiyorlar. Az bilgili uzmanların geniş fikirler söylemesi çok yaygındır ve o daha çok 90. yılın ortalarının Amerika`sına benziyor. Türkiye’de hem Azerbaycan’ı hem de Ermenistan’ı tanıyan çok az uzmanlar var. Önde giden gazeteçilerin Ermenistan’da birkaç bin Azeri’nin yaşadığını ve işgal bölgesinde Azeri nüfusun hala yaşadığını düşünüyorlar. Aksine, Türkiye Ermenilerin soykırım politikasına karşı hem Avrupa’da hem de Amerika’da Azerbaycan topraklarının işgali meselesini tutarlı şekilde koyabilir ve kullanabilir. Yapmadıkça bu durumdan Ermeni tarafı

ORSAM

hep yararlanıyor. Türkiye ancak savunma politikası izliyor ve karşı taraf ona baskı uyguluyor. Türkiye’nin elinde Azerbaycan’ın işgali gibi büyük kart olduğu halde fiilen ondan kullanmıyor. Türkiye’nin yetkililerinin bu konuyu Bakü’ye ziyaretleri sırasında değil, Avrupa ve Amerika’daki toplantılarda masaya yatırmaları önem taşıyor. Türkiye yönetiminin Gazze’ye verdiği dikkatin ve uluslararası forumlar da dahil BM’de verdiği açıklamaların beşte birini Azerbaycan’a sarf ederse o zaman herkes Ermeni işgali konusunda daha net bir tutum ortaya koyar. Ermeni işgali karşısında sessizlik Ermeni tarafına cezasızlık umudu veriyor ve dahası Türkiye’nin Ermeniler karşısında suçlu olduğu görünümünü oluşturuyor. Sonuçta, Türkiye’nin aleyhine Erivan’dan gelen hakaret ve aşağılayıcı açıklamaların sayısı artıyor. Azerbaycan’a önem gösteren ve Ermeni işgalini sorgulayan fikir sahipleri ve gazeteciler milliyetçi damgası yiyiyor, irkçı isimleri yapıştırıyorlar ve bu tür suçlamalar Azerbaycan halkı arasında Türkiye’de Ermenilere destek veren büyük bir kuvvet olduğu anlamına getiriyor. Bakın AGİT İstanbul zirve toplantısına az kalmış Ermeni tarafı bu zirveyi boykot edeceğini ve Türkiye’de yapılmasına veto koyacağını bildirmişti. Sebep: Türkiye orada Azerbaycan’ın lehine karar kabul edileceğine çalışacak. Ama Türkiye tarafı bu zirvede Azerbaycan’ın lehine bir şeyde olmayacağını vaat ettikten sonra onlar geri çekildi ve ilk kez olarak AGİT İstanbul Zirvesi’nde Azerbaycan’dan başka bütün sorunlu ülkelerin Sırbistan dahil hepsinin toprak bütünlüğü ve egemenliği son bildiriyle onaylandı. Azerbaycan-Türkiye arasında iki önemli anlam taşıyan anlaşma imzalanmış ama onların da sonuçta her iki halkın arzuladığı sonuçlar vermediğinin şahidi olunmuştur. 1997 yılında “Azerbaycan-Türkiye askeri işbirliği kurulu oluşturuldu” ve bundan sonra Türkiye’den çok sayıda asker Azerbaycan’ın hem askeri bölümlerinde hem de askeri okullarında

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

29

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

önemli yerler tuttular. Bu anlaşma hem askeri birliklerde, hem ordu için subaylar hazırlanmasında ve aynı zamanda Türkiye’nin askeri okullarında Azerbaycan için subayların hazırlanmasına yol açmıştır. Ama son yıllarda, oğul Aliyev’in iktidara gelmesinden sonra durum değişti ve Türk subayların hem askeri okullarda, hem de bölümlerde rolü en aza indirildi. Bu adımlar artık Azerbaycan askerlerinin gerekli yardımı aldıkları ve eğitim geçtikleri ile anlatan kanıtlarla atılıyor ancak mevcut durumun hiç de onunla yeterli olmadığını göstermektedir. İkincisi 2010 yılının Ağustos’unda imzalanan Stratejik İş birliği Antlaşması ile Türkiye ve Azerbaycan kendi aralarında taraflardan birine saldırı olursa tüm imkanlarını kullanıp birbirini destekleyecek. Anlaşma askeri-siyasi ve güvenlik, askeri ve askeri-teknik işbirliği, insani konular, ekonomik işbirliği alanlarını kapsamaktadır. Ama onlar nasıl yapılıyor ona bakalım. Dış politikada da sınava çeken önemli meseleler vardır ki, orada da hiç de stratejik işbirliği ya da orda belirtilen koordinasyonda ilişki yürümüyor. Ve düşünüyorum ki, sözleşmede yazılanlara güvensekte önemli dış politika konularının koordine edil-

30

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

mesinden konuşmak gerçeklerle üst üste düşmüyor. Örneğin, Türkiye Kosovo`yı tanıyan ilk ülkelerden ve büyükelçisini gönderen ilk ülke olduğu halde, Azerbaycan rejimi kendi sırasında Kosovodakı barış güçlerinde olan askerlerini geri çekti ve Kosova`yı tanımadı. Bu Dağlık Karabağ meselesi ile ilgilendirilse de, Rusya da dahil olmak üzere her üç eşbaşkan, hem de AB bir taraflı olarak Kosova`nın Dağlık Karabağ meselesi ile hiçbir alakası olmadığını bildirmişlerdir. Dünyanın 100`e kadar ülkesinin Kosova`yı tanıdığı halde biz tanımıyoruz demesi DK meselesini Kosova ile aynılaştırmaktır. Azerbaycan ise muhtemelen Sırbistan da Kosova`yı tanısa bile tanımamak politikası yürütürdü. Hatta Türkiye, ABD ve AB `nin yanında olmak üzere Azerbaycan onların rağbetini ve desteğini de kazanıyordu ve DK meselesinin Kosova ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtirdi. Türkiye ile İsrail arasında yaşanan artan gerilim zemininde İsrail’le kapsamlı işbirliğinin güçlendirilmesi, Türkiye’yi kıstırmak ve zayıflatmak politikası yolunu tutan Israil’in çıkarlarına hizmet ediyor ve görünen o ki Azerbaycan rejimi de bu işte onlara yardımcı oluyor. Bu tür ihmal davra-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

nış müttefiklikten doğan yükümlülükler veya Türkiye’nin Azerbaycan’la ilgili Ermeni konusunda alacağı tavır tam zıddiyyet teşkil ediyor. Burada Azerbaycan’ın iç politikasından doğan rejim çıkarları ile Azerbaycan çıkarları çatışmaktadır ve rejim kendi çıkarlarını öne çekerek Azerbaycan’ı zor duruma düşürüyor. Fransa parlamentosu tarafından kabul edilen sözde Ermeni soykırımı ilkesine karşı toplumun tüm tabakaları keskin tepki verse de Sarkozy ile yakın ilişkileri olan Aliyevlerin çıkarları zaferini kutladı. Dışişleri `nin beyanatı kendisinde bir pozisyonu ifade etmeyen genel ifadeler üzerinde kurulmuş ve adeta bir Orta Afrika ülkesinin bu konuya yaklaşımını ifade etmiştir. Dış İşleri Bakanlığı bu yasanın “Fransa’nın bölgedeki rolüne zarar vurur” demekle kendi işini görmüş saymıştır. Bu ilke daha çok Türkiye’ye değil Azerbaycan’a zarar verebilecek yasa tasarısı ve Ermenilerin her adımını sigorta eden bir şemsiye ve bu konuda da iki ülke arasında koordinasyonun olmaması da açık açık ortaya çıkmıştır. Wikileaks’in açtığı yazışmalar Azerbaycan rejiminin Türkiye’ye yaklaşımının daha vahim olduğunu ortaya çıkarmıştır. İ. Aliyev’in Türkiye’nin burada enerji merkezli bir devlet olmasının istememesini Amerikan Büyükelçisi’ne söylemesi veya Türkiye’nin gazını kesmek isteğini Amerikan büyükelçisinin engellemesi ve sonraları dünyanın gözü önünde Türkiye’yi gaz parasını ödememekte mahkum etmesi müttefiklik, dostluk ve kardeşlik ilişkilerini bir kenara koyarsak, hiç konsolos ilişkilerine de uygun değildir. PKK terör örgütünün Azerbaycan cemiyyetinin çağrılarına bakmayarak, şimdiye kadar terörist kurum gibi tanınmaması da ikitaraflı müttefiklik ilişkilerine sığmıyor. Şuanki Azerbaycan yönetimi Türkiye ile ilişkileri her an kesmek ruhundadır. Onlar için ortada birleştirici değer veya korku da yoktur. Azerbaycan tarafının politikası mevcut rejimin çıkarları üzerinde kurulmuş ve kısa süreli çıkarlara hizmet eden

ORSAM

ve yarını göremeyecek derecede olduğu bellidir. Eğer rejim kendi çıkarlarına tehlike görürse ya da rejime eleştiri olursa o buradaki olan-kalan iş adamalrını, eğitim ocaklarını kapatır ve THY uçuşlarını da en aza indirir. Türk bayrağını indirmeğe teşebbüs eden bu sistemin zihniyeti için tüm bu sayılanları yapmak bence zor bir şey değildir. Bunu yaptığınızda da rejim çok iyi anlıyor ki sonucta Türkiye, Azerbaycan diyince her zaman Azerbaycan halkını öngörüyor ve bu halkın zararına hiçbir adım atmaz. Tüm sayılanlar gösteriyor ki, Azerbaycan’ın şimdiki rejimi bu ülkeyi zor bir duruma düşürmüş, mide bulandıran ve Türkiye’ye karşı sabotajcı bir davranış ortaya çıkmıştır. Azerbaycan’da geleneksel olarak Türkiye’ye, Türk milletine yukarıdan aşağıya bakan bir zümre var ve onlar şimdi daha çok iktidarda olan gruplar ve onların çevreleridir. Bu Azerbaycan’ın bilgi politikasını, eğitim politikasını yöneten, yalancı ideoloji kuran ve onun üzerinde bir Azerbaycanlı kimliği kuran bir topluluktur. Burada Rus kültürü ve eğitimi etkisi altında olanlar çok ama Azerbaycan dilli bilinçsiz gruplar da var ki, onlarda da bu tür yaklaşım var. Bu düşünce sahipleri İ. Aliyev rejiminde önemli yer alıyorlar. Bunun birkaç nedenleri var: Türkiye’ye yukarıdan aşağı bakmak uzun yıllar yapılan Rus-Sovyet stereotipi sonuçtur da diyebiliriz. Türkiye’ye üvey ilişki besleyerek kendi devletimiz var ve biz Türk değiliz, biz Azeriyiz diyenler de var. Bu zümre içerisinde etnik içerikli ve etnik bilinçli aileler ve gruplar da önemli rol oynuyor. 2. rejimin başında oturan İ. Aliyev ve rejimin etrafında olanlar buradaki enerji kaynaklarının bolluğundan yararlanarak kendilerinde bencil düşünce formalaşdırmışlar. Onlar kendilerinin yaratıcı işle değil yolsuzluk yoluyla kolay kazançlarının ancak Azerbaycan’da mümkün olması kanaatindeler ve bu açıdan kendi Azerbaycanımız var, Türkiye de kim oluyor diyen gruplar da var. Onların külli

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

31

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

miktarda mülkiyeti ve var devletinin olması genellikle Türkiye’yi gözlerinde aşağıda gösteriyor.   Rejim Azerbaycan’ın Türk ordusu ile yakın olmasından çekiniyor. Rejim hem de Azerbaycan halkının Türk milleti ile entegrasyonundan da korkuyor çünkü o zaman Azerbaycan halkı üzerindeki kontrolü zayıflıyor. Her iki toplumun birbirine çok yakınlığı ve entegrasyonu sonuçta Türkiye modelinin-demokratik sistemin buraya yayılmasını hızlandırır ve kaçınılmaz olur. Bu bakımdan Türkiye ile mesafe koymak politikası rejim için dayanıklılıq için çok ekonomiktir. Vize sisteminin iptal edilmemesi de bu politikaya hizmet ediyor. Bu açıdan Azerbaycanlı kimliği üzerinde yapılan sahte propaganda, televizyonlarda Türk dilinden olan çeviriler, iki devlet bir millet olarak yaklaştırmaya değil uzaklaştırmaya, mesafe tutmaya yönelik politikanın bir parçasıdır. Bu siyasetin merkezinde duran önemli olan, bu bölgede ancak H. Aliyev ideolojisinin hakim olmasının sağlanmasıdır. Yani Azerbaycan-Türkiye ilişkileri hakkında

32

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

konuşurken bence en doğru format Aliyevlerin Türkiye politikası olurdu. Türkiye şimdi bir parlayan yıldız ve bölgede söz sahibi olan ve gittikçe hem Avrupa’da, hem yakın doğuda ve aynı zamanda Kafkaslar’da ve Orta Asya’da artan nüfusa sahip ülkeye dönüşüyor. Ordusu NATO da ikinci güçlü ordudur ve ekonomik gelişmeye göre dünyada yine ikinci sıradadır. Türkiye’nin Kafkaslarda pekişmesi, enerji ihtiyacının karşılanması ve Orta Asya’ya çıkışı açıdan Azerbaycan çok önemli coğrafi bir yer tutmaktadır. Bu bakımdan hep kardeşliği ve etnik kökenliği bırakıp Türkiye’ye yanaşırsak şimdiki noktada Türkiye ile ilişkiler yakın gelecekte bu bölgenin lideri olacak ülke ile iş birliği kurmak ve geleceğe yatırım yapmak gibi bir şeydir. Öte yandan Azerbaycan’ı dünyada destekleyen tek ülke olduğundan günümüzde bu ilişkiler normal, güvenli ve geleceğe hesaplanmış olursa ve Azerbaycan da kendi katkıları ile Türkiye’yi güçlendirmeye çalışırsa ileride hem Azerbaycan için hem de Türkiye için temeli sağlam ve güvenli direkler üzerinde kurulmuş sarsılmaz bir birlik oluşur.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.5. Politik Psikoloji’nin Uluslararası İlişkilerde Önemi Prof. Dr. Abdülkadir Çevik Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi



Merhaba sevgili arkadaşlar, hoş geldiniz. Ben aslında tıp doktoruyum psikiyatristim. Aklınıza psikiyatrinin uluslararası ilişkilerle ne bağlantısı var sorusu gelebilir; ancak ulusları oluşturan insan grupları var ve insanların her birinin ayrı psikolojileri var, aynı zamanda grupların da psikolojileri var bu nedenle ben bahsederken siz de psikolojik faktörlerin ne kadar önemli olduğunu anlayacaksınız. Konuya girmeden önce politik psikoloji nasıl oluştu ondan bahsedeyim. 1977 yılında Enver Sedat İsrail parlamentosunda bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında’’ Araplarla İsrailliler arasındaki sorunların temelinde % 70 psikolojik faktörler rol oynuyor’’ dedi. Bunun üzerine o zaman Amerika Devlet Başkanı olan James Earl Carter Amerikan Psikiyatri Cemiyetinden bu konunun araştırılmasını istiyor. Psikologlardan, tarihçilerden, antropologlardan oluşan bir grup Araplarla İsraillilerin oluşturduğu grupları dinlemeye başlamışlar. Yani bir aile görüşmesinde olduğu gibi iletişim kurulurken aksaklığa yol açacak sorunların gözlenmesi, hangi psikodinamiklerin bunlarda rol oynadığının anlamaya çalışıp onlarla paylaşıp daha sağlıklı ilişkiler içine girmeleri sağlanır. Şimdi uluslararası ilişkilerde politik psikolojiyle uğraşanlar iki ülke arasında olumlu söylemlerle birbirlerine pozitif bir bakış açısıyla bakmaları sağlanabilir. Benim bu alanda çalışmam fiilen 80’den beri var ama 92’den beri aktif olarak çalışmam 20 yılı doldurmuştur. Büyük grupların ve kitlelerin psikolojisini anlayabilmemiz için önce, bireyin psikolojik

yapısı; kimliği, kişiliği nasıl gelişiyor bunu iyi bilmemiz lazım. Biz ne olduğumuzu bilirsek karşı tarafı daha iyi anlarız. Hepimiz zannederiz ki doğduktan sonra annemiz babamız defterimize ne yazıyorsa o şekilde gelişiriz bu kısmen doğrudur. Çünkü yeni doğan bebek bir takım şeylerle donanmış olarak dünyaya geliyor. Biyolojik kimliğiyle birlikte geliyor. Şöyle anlatabiliriz her çocuk eşit olarak gelmiyor. Kiminin açlık eşiği daha düşük, kiminin strese dayanma eşiği daha düşük yani herkesin parmak izi nasıl farklıysa fıtratı, doğal yapısı da farklı bu farklılığa göre de hitap etmek lazım. Yeni doğan bebek ilk önce dünyadan habersiz gibidir aslında o bir savunmadır. Amipleri hatırlayın tek hücreli canlılar bir uyaran karşısında uzaklaşma ve büzüşme tepkisi gösterirler. İşte yeni doğan bebeğin gösterdiği tepki aynıdır ki biz buna normal otizm diyoruz. Bebek anneyle olan iletişimi sonucu dış dünyanın tehdit yaratmayan bir unsur olduğunu gördükçe açılır ve anneyle bir ortak yaşamlık dönemi başlıyor. Sosyalleşme süreci de böyle iyi ki Tanrı bizi birçok şeyi yapamaz durumda dünyaya getiriyor yani bir canlı ne kadar yeteneksiz olarak doğmuşsa sosyalleşme süreci bir yerde onun hayat boyu insan olmasına daha yardımcı oluyor. Demek ki doğumdan sonraki bir ay bu otistik dönemde annenin kucaklayıcı olması gerekiyor. Sanki anne rahmindeki kollayıcı kucaklayıcı ortamı andıran tarzda bir ortam yaratması gerekiyor. Halk arasında kundaklama geleneğinde bu durumun önemli bir payı var. Çünkü serbest bırakıldığı zaman çocuğun her türlü fizyolojik

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

33

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ritminde de ciddi bozukluklar görülebiliyor, uyum sorunu yaşanabiliyor. Bir aydan sonra anneyle yekvücut olma durumu oluşuyor ve altı aya kadar devam ediyor. Bu dönem çok önemli bir dönemdir anneyle bir bağ kurmuş oluyor. Hep anneden bahsediyorum çünkü anne bizim gelişimimizde en önemli rolü olan kişidir. Baba ikinci plandadır. Altıncı ayda çocukta yeni bir hareket başlıyor mesela kendini anne kucağından indirme isteği gibi hareketler, kendini uzaklaştırma eğilimi, tanıdık tanımadık kavramı oluşuyor ve bu anneyle olan bağın ne kadar güçlenmiş olduğunun göstergesidir. Anne tanıdıktır. Yine bu dönemde yabancılık kaygısının dışında bir faktör de rol oynuyor o da ötekileşmenin başlangıcı yani; öteki kimdir tehlikeli olandır, yabancı, düşman anlayışı korkusu o dönemde başlamış oluyor. Yabancılık korkusu aynı zamanda ırkçılığın en temel psikolojik faktörüdür. Ve bazı toplumlarda ırkçılığın daha ön planda olduğunu görüyoruz özellikle Alman toplumunda aile yapısı, çocuk yetiştirme geleneklerinde önemli bir payı var. Bizim toplumumuzda bunun çok fazla olduğunu söyleyemeyiz, bizde çocuğun yetişmesinde çekirdek aile değil herkes müdahildir. Tarihsel olarak da imparatorluk geleneğinden geldiğimiz için pek mümkün değil. Çünkü imparatorlukta çeşitli etnik grupları, dini grupları kucaklayan anlayış vardır. Şimdi bütün bunların bilinmesi uluslararası ilişkilerde diplomaside çalışacaklar için çok önemli şeylerdir. Bir toplumu antropolojik olarak da günlük psikolojik yaşantıları bakımından da tanımanız gerekir. Çocuk o dönemden sonra yürüme dönemine geçiyor ve annesini dahi takmaz oluyor, dünyayı araştırmakla meşgul ve büyük bir narsistik içinde ama bu dönem uzun sürmüyor iki yaş civarında her şeyi kendinin yapamayacağı hissiyle anneye geri dönüş yapıyor. Yeniden barışma dönemi denir bu döneme işte bizim

34

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

toplumumuzda bu dönemde ciddi bir sıkıntı var. Annenin çocuğun büyüdüğünü düşünerek reddedici bir tavır sergilemesiyle çocuk yeniden barışma krizine girer ve ilişkide aksaklıklara yol açar. Kendimizi beğendirip sevdirmek için otorite figürlerine her şeyi yapışımız bu dönemden kaynaklanır. Temel kişilik 4-5 yaşında oluşur. Daha sonra ergenlik döneminde bu temel kişilik üzerine bir takım rötuşlar yapılıyor. Cinsel kimliğimiz, mesleki kimliğimiz, ne olup olmayacağımız, yaşadığımız ortamla ilgili özellikler, her şey bunların üzerine oturuyor ve ergenlik sonunda noktalanıyor. Tabi ki bu kimlik sürecinin burada bittiği anlamına gelmiyor 3. bireyleşme dediğimiz dönem başlıyor. Çalışacağınız yerlerde mesleğinizle ilgili kurumsal kimliklerinizin olması, yaşadığınız şehri değiştirmenizle, yurt dışına çıkmanızla ya da göç etmenizle oranın özelliklerinden kendinize yeni özellikler ekleyeceksiniz biz bu oluşan senteze melez kimlik adını veriyoruz ki bu durum sağlıklı bir gelişimdir. Melez kimlik öz kimliğini kaybetmek anlamında değildir. Mesela benim Belçika’daki Türklerle ilgili çalışmalarımda üç çeşit sonuç çıkıyor. Birincisinde gittiği yerin kimliğini tamamıyla reddetme, ikincisi kendi kimliğini tamamen reddedip yeni gittiği yerin kimliğini idealize edip onunla bütünleşme, üçüncüsü de bu iki durumu sentezleyebilmek. İşte bunları yapamayınca kavga çıkıyor. Dikkat ederseniz toplumlararası, uluslararası kavgaların çoğunda kimlik mücadeleleri yatıyor. Bizim içimizdeki kavgaların çoğunda da kimlik mücadeleleri vardır. Ama uluslararası ilişkilerde bu büyük grupların farklılığı büyük grupla bütünleştiğinizde bireysel kimliğiniz ikinci plana düşer. Uluslararası ilişkilerde psikolojik faktörlerin temelinde bir takım tarihsel olaylarında payı vardır. Kendi tarihimize baktığımızda resmi olarak 1071’le Anadolu’ya gelmişiz, geldik de ne yaptık peki bir savaş oldu Anadolu’da yaşayan Bizanslıları Türkleştirilip, Müslüman-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

laştırılmaya başladık. O zaferi kazananların torunlarının torunları olarak biz kendimizi mutlu addediyoruz, o mücadelede yenik düşenler ise küçümsenmiş, horlanmış kızgınlık içinde hissedecekler. Bu kayıplar tolere edilemeyecek kadar büyükse, tahammül edilemeyecek acı veriyorsa bu kaybın yasını tutmak kolay değildir. Tutamayabiliriz ve bu yüzden ömür boyu devam edebilir. Şimdi onlar için İstanbul’un kaybı da böyledir. Mesela hiçbir Yunan resmi ağzından İstanbul duyamazsınız onlar için Konstantinapol bunun anlamı şudur hiçbir zaman İstanbul olması kabul edilememiştir yas tutulmasının inkarıdır. Bu inkar sonucu da bir takım savunma mekanizmaları geliştirilmiş oluyor. Bu savunmalar sonucu da karşılıklı düşmanlıklar gelişiyor. Daha önce da söylediğim gibi çocukta ötekileştirme 6 aydan sonra başlıyor ve şöyle bir durumda var çocuklar kendi yaptıkları sakarlıklardan ve ya olumsuzluklardan dolayı kendilerini sorumlu tutmak istemezler çünkü ego güçleri bunu kaldıramaz. Çocuğun yürürken bir yere çarpması durumunda ağlamasının durması çarptığı nesnenin suçlanmasıyla olur, kötü olan ben değilim öteki. Olgun kişiyle çocuk kişi arasındaki en büyük fark budur. İnsanlar olgunlaştıkça ben nerde yanlış

ORSAM

yaptım sorusunu sorar. Bir savaşta yenilen bir toplum, biz niye yenildik, nerde hata yaptık, yöneticilerimiz ne yaptı biz bu hale geldik demek yerine, ötekine düşmanlığı göstermek kolay olduğundan bunu tercih ediyor. Bu da psikolojide regresyon dediğimiz kavramla olur. Hepimiz yaşadığımız travma sonucu gerileriz, çocuklaşırız. Büyük gruplar da regresyon daha belirgin olabiliyor. İşte liderler ve lideri takip edenler büyük gruplarda önemli rol oynuyor. Liderler istedikleri zaman büyük grupları regresyona sokmak yerine daha gerçekçi anlamaya, düşünmeye sürükleyebilirler. Liderler aynı zamanda toplumların duygusal durumlarının sözcülüğünü yapan kişilerdir ve bu nedenledir ki kendi anlayışlarını, inanışlarını toplumla bütünleştirirler. Hatta kendi travmatik yaşantılarını toplumun travmalarıymış gibi empoze ederek toplumu galeyana getirebilirler. Mesela mağdurluk psikolojisi dünyada çok prim yapar. Bir lider kendi çocukluk döneminde yaşamış olduğu travmalar sonucunda içinde yaşamış olduğu mağdurluğu toplumda bazı kesimlerin de yaşadığı travmaları angrevere ederek artırarak bu mağdurluğunu daha ileri boyutlara götürebilir ve toplumu arkasından sürükleyebilir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

35

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Her toplumun kendine ait psikolojik özellikleri vardır. Türk toplumunun örnek psikolojik özelliklerinden biri; uluslararası ilişkilerde mağdurluk durumunu ortaya çıkan bir toplum değildir. Hep böbürlenen, yiğitliğimizi gösteren, Türklerden korkarız denildiğinde göğsümüz kabaran bir toplumuz. Keşke, korkmasalar saygı duysalar. Ermenistan’ın durumu biraz farklı çift çekirdekli, çünkü yüzlerce yıl Osmanlıda sağdık millet olarak görev yaptıkları için bir tarafta Türkleşmiş bir yanları var diğer yandan Ermeniler. Türk çekirdeklerini hatırladıkları zaman bir tehlike; nefret ettikleri bir çekirdeği içlerinde tutmak istemezler, onu çıkardıkları zaman oluşan boşluk var yani yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal misali bir durum söz konusu. Ötekine ve dosta olan ihtiyaç diyoruz; benzerler bir arada olmaktan dolayı kendilerini daha güvende hisseder. Göçlere bakıldığında Ankara’da “Erzurumlular Mahallesi” var örneğin bu bir ihtiyaçtır. Niye biz ötekine ihtiyaç duyuyoruz? Aslında kendi içimizdeki olumsuzlukları ona yönlendirmek için ihtiyaç duyarız. Toplumlar da bu nedenle ötekine ihtiyaç duyar. Grup kimliğine geçişte tarihsel süreçte etnik kimliğin oluşmasında; efsaneler, dil, din, müzik, folklor, aile hayatı, kültürel semboller, etnik ya da ulusal kahramanlar, zaferler ve yenilgiler o kimliği oluşturan önemli öğelerdir. Bir bireyde etnik kimlik oluşumu tamamlandıktan sonra ki etnik kimliğimiz dini kimliğimiz bebeklikten itibaren içimize girmeye başlıyor. Bir kimlik özelliği ne kadar erken yaşta içimize girmişse onun değişmesi mümkün değildir. İleri yaşlardaki özelliklerin değişmesi daha kolaydır. Çocukluk yaşlarında tutmaya başladığımız takımı daha ileriki yaşlarda da değiştirmiyoruz. Ama siyasi kimlik öyle değildir, ergenlik çağlarında ya da daha ileriki yaşlarda oluştuğundan kalıcı değil daha sonra değişebiliyor.

36

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Dediğim gibi etnik kimlik, dini kimlik, aile aidiyeti, ulusal aidiyetle ilgili kimlik çok önemli onlar kolay kolay değişmiyor. Tabi ki değişmeyen bir şeyi değiştirmeye kalktığınızda o kişiler ölümü göze alabiliyor. Çükü psikolojik ölüm fiziksel ölümden daha zordur. Politik ve askeri baskı altında etnik grup kendi kimliğine daha sıkı sarılır. Bizde de 80 İhtilali sonrasında bir takım yasaklarla etnik kimlik grupları sıkı sıkıya sarılma ihtiyacını hissettiler. Sınır komşuları arasında kanlı çatışmalar daha çoktur. Mesela Suriye ile 2 yıl öncesine kadar can ciğerken ki aynı kültürler neredeyse ama ne olduysa bizi birbirimize düşürüyorlar. Bu nedenle sınır komşularıyla aramızdaki psikodinamiği çok iyi anlamamız lazım. Bizim de Türkiye Suriye ilişkileriyle ilgili psikolojik analizi içeren makalemiz var onu da temin edebilirsiniz. Büyük gruplar aralarındaki dengeyi kurmak için bazen kalıplaşmış psikolojik davranışlar, ritüeller ve ilkeler geliştirirler. Bu tutum ve davranışlar aynı zamanda nesilden nesile de aktarılır. Yani nesiller arası geçiş vardır bu bireysel kimlikte de böyledir. Bu ritüellerin bazıları, etnik özdeşimi koruma ritüeli, rekabetle ilgili ritüeller ve tehditle ilgili ritüellerdir. Tehditle ilgili ritüellerde iki gruptan biri tehdit edilen taraf gerçekçi düzeyde kalarak kendi sınırları içinde uyum gösterir ve çatışmanın politik düzeyde kalmasına yol açabilir. Tehdit edilen taraf regrese olup etnik kimliğini korumak için daha ilkel ritüelleri kullanır hatta gerekirse ölümü bile göze alır. Mesela şu anda Esad’ın yaptığı ikincisine daha çok uyuyor. Pek gerçekçi tarafta kalamıyor gibi dünya ülkelerinin büyük çoğunluğu onun karşısında gibi görünüyor bunu dikkate alması gerekir. Aykırılık ritüelleri var, ön yargılar birey olarak da büyük grup olarak da çok önemlidir. Bu önyargılı ritüellerde İki toplum arasındaki ilişkileri belirliyor. Şimdi bireysel sınırımız

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

derimizdir. Bir ülkenin sınırları aynı zamanda bireyin sınırı gibidir. Büyük grubun sınırları ülkenin sınırlarıyla özdeştir. Seçilmiş travmalar işte Yunanistan’ın Konstantinapol diye uğraşması, Suriye’nin Hatayla uğraşması Ermenistan’ın Büyük Ermenistan İdeolojisi bunlar haklı olduğu psikolojisi. Yahudiler büyük bir katliama, soykırıma uğradık, biz o kadar mağdur olduk, eziyet çektik ki bundan dolayı bizim her şeyi yapmaya hakkımız var düşüncesidir. Bu nedenle Filistinlilere ellerinden gelen zulmü doğal bir şeymiş gibi yapabiliyorlar. Aslında mazlum olan zalim pozisyonuna girmiş oluyor. Uluslararası ilişkilerde seçilmiş zaferlerle uğraşmak da belirgindir. Bizim gibi Aslan Türkler, Yunanlıları nasıl denize döktük, Malazgirt’i nasıl kazandık gibi bunlarla da uğraşınca yine gerçekçi olamıyorsun. İnsanlıktan çıkarma, insan dışı hale getirme dediğimiz bir süreç var. Bir insanı yok edebilmeniz için onu artık insan olarak görmemeniz gerekir. Teröristlerde bu süreç çok belirgindir. Bölünmüşlük savunma mekanizması, gider bir aileyi çoluk çocuğuyla yok eder sonra evinde oturup televizyonda o haberleri izler, yapan o değilmiş gibi bir psikolojidir. Bir de mağdur etme kurban etme ritüelinin, lider ve izleyen psikolojisinin de uluslararası ilişkilerde önemi vardır. Atatürk’ün büyüklüğü buradadır arkadaşlar. Atatürk sınır koyabilmiştir. Belki o dönemde Musul ve Kerkük’te alınabilirdi. 12 Adalarla ilgili ısrarda edilebilirdi. Ama sınır koydu. Çünkü sınır koymadığı zaman ilerde ne olacağını bilemezdi. İngiliz Başbakan, “Şimdilik alıyorsunuz ancak hiç

ORSAM

merak etmeyin biz bunları yazdık. Hepsinin acısını alacağız.” Anlamında sözler sarf etmişti. Demek ki liderler bir toplumu kötü sonuçlara da sürükleyebilirler, sınırlarını koyarak iyi yerlere de yükseltebilirler. Bu ilkeler ve ritüeller iyi bir şekilde kullanılmadığı zaman etnik gruplar arasındaki veya uluslararasındaki denge bozulur ve savaş olur. Şimdi kısaca çatışmalara yol açan durumlardan bahsedeceğim. Bunlar, ekonomi, yıkıcı politik ilişkiler, yıkıcı dini ideolojiler, politik liderlerin öldürülmesi, küreselleşme, terörizm, liderlerin psikopatolojisi, eğitim eksikliği, insan kaynaklarının iyi yönetilmemesi, kadın ve çocuklara yönelik önyargılar, çevresel değişiklikler. Bunların hepsi çatışma için nedendir. Doğal afetler ve travmaların dışında bir de insan eliyle oluşturulan travmalar vardır. Doğal afetlere karşı “Allah’tan geldi, ne yapacaksın?” algısı vardır. Ama insan eliyle oluşturulan afetlerde, mesela kimliğiniz nedeniyle binin sizi öldürmesi durumunda iş değişir. Uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan süreci anlamak için yeni bir merceğe, yeni bir bakışa ihtiyaç var. Diplomatların yaptıkları toplantılar henüz yeni bakış açısı kazandıracak türden değil. Ancak etnik gruplarda çatışmanın önlenmesi ve barışın devamlılığının sağlanabilmesi için çatışmada etnik olan duygusal süreçleri anlamamız gerekir. Bunu anlamamız için büyük travmalar ve bunların sonucunda yaşanan psikolojik durumlardan söz ettik. Grup kimliğimizden bahsettik. Teşekkür ederim.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

37

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.6. Türkiye-Kırgızistan İlişkileri ve Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan Ermek İbraimov

Kırgızistan’ın Ankara Büyükelçisi



Bu yıl Kırgızistan’ın bağımsızlığının 21.yıldönümü. ve Türkiye – Kırgızistan Diplomatik ilişkilerin kurulmasının da 21 yıldönümünü. Bilindiği gibi iki ülke arasında ikili ilişkiler çok boyutlu olarak en üst seviyede gelişmektedir. Kırgızistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan dost ve kardeş ülke Türkiye’dir. 1991 24 Aralık tarihinde İki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Günümüze kadar diplomatik ilişkiler en iyi şekilde ve her geçen gün gelişerek devam etmektedir. 1992 yılından itibaren Kırgızistan ile Türkiye arasında 60 tan fazla üst düzey ziyaret gerçekleştirilmiş ve iki ülke arasında eğitim, kültür, ticari ve ekonomik işbirliği, ulaştırma, iletişim, askeri ve diğer alanlarda 150’e yakın ikili anlaşmalar imzalanmıştır. Oldukça iyi bir seviyede bulunan ikili ilişkiler çerçevesinde üst düzey ziyaretler kesintisiz biçimde devam etmektedir. 2011 yılı iki ülke arasındaki yakın işbirliğinin çok sayıda karşılıklı üst düzey ziyaretlerle pekiştirildiği, son derece verimli bir yıl olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 1-2 Şubat 2011 tarihlerinde resmi ziyarette bulunmuş ve akabinden Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in Başbakan olarak 25-28 Nisan 2011 tarihlerinde Türkiye’ de resmi ziyarette bulunmuş. Resmi ziyareti sırasında iki ülke arasında “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımı Abdullah Gül, 30 Kasım – 1 Aralık 2011 tarihlerinde Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı

38

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Almazbek Atambayev’in yemin törenine katılmak üzere Kırgızistan’a resmi bir ziyarette bulunmuş. Son olarak Kırgız Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev ilk resmi yurtdışı ziyaretini 11-15 Ocak 2012 tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirmiştir. Türkiye ile Kırgızistan arasındaki siyasi, eğitim, kültür ve ekonomik ilişkiler giderek gelişmektedir. Ayrıca, Türkiye Kırgızistan’daki ekonominin büyümesine, serbest piyasanın oluşturulmasına ve eğitim sektörünün gelişmesine büyük destek ve katkı sağlamıştır. Ekonomik işbirliğine bakıldığında, ikili ticaret hacmimiz 2002 yılından bu yana yaklaşık sekiz kat artarak 2011 yılı sonunda 230 milyon dolara ulaşmıştır. Öte yandan, Kırgızistan’da halen faaliyet gösteren 300 civarındaki Türk firmasının toplam 500 milyon doları aşan yatırımı mevcuttur. Bu bağlamda ekonomik ve ticari ilişkilerin daha üst seviyelere taşımak için gereken çaba sarf edilmektedir. Parlamentolararası işbirliği de ikili ilişkilerimizin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Bu çerçevede, TBMM bünyesinde Türkiye-Kırgızistan Parlamentolararası Dostluk Grubu, Kırgız Parlamentosu bünyesinde ise Kırgızistan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu bulunmaktadır. Yirmi birinci yüzyılda Kırgızistan ve kardeş Türkiye arasındaki ilişkiler karşılıklı çıkar güven ve saygı temelleri altında gelişeceğinden eminiz. Bugün, devletlerimiz arasındaki geleneksel dostluk anlamında ilişkileri güçlendirmek ve geliştirmek isteyen ruhuyla yakın kardeşler, güvenilir arkadaşlar olarak yakındır.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.7. Suriye’de Değişim ve Türkiye Oytun Orhan

ORSAM Uzmanı



Suriye toplumunun etnik açıdan homojen ancak dinsel ve mezhepsel açıdan heterojen bir yapıya sahip olduğunu söylemek mümkündür. Etnik açıdan bakıldığında nüfusun %85’ine yakınını Suriyeli Araplar oluşturmaktadır. Etnik azınlıklar olarak %8-10 arası Kürtler, %4 civarında Türkmenler ve %3’lük Ermeni nüfus bulunmaktadır. Dinsel ve mezhepsel açıdan bakıldığında ise farklı bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Ülkenin %70’ine yakını Sünni Müslüman’dır. Etnik azınlık Kürt ve Türkmenler çoğunluk Sünni Müslüman gruba dahildir. Diğer Müslüman mezhepsel azınlıklar; Arap Aleviler (Nusayriler), Dürziler ve İsmaililer’dir. Bunun yanı sıra önemli oranda Hıristiyan topluluklar yer almaktadır. Hıristiyanlar da kendi içinde birçok mezhebe ayrılmıştır. Hıristiyan mezhepleri nüfus oranlarına göre büyükten küçüğe sırasıyla Rum Ortodoks, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Suriyeli Ortodoks, Ermeni Katolik, Suriyeli Katolik, Süryaniler, Maruniler, Keldaniler, ve Protestanlar’dan oluşmaktadır. Etnik mezhepsel grupların genel nüfusa oranına ilişkin kesin bilgiler bulunmamaktadır. Çeşitli kaynaklarda yer alan verilerden yola çıkarak yaklaşık 23 milyonluk Suriye nüfusunun etnik-mezhepsel dağılımına ilişkin rakamların şu şekilde olduğu söylenebilir: %5560 Sünni Arap, %12-14 arasında Arap Alevi, %10-12 Hıristiyan, %8-10 civarında Kürtler, %4-5 Dürziler, %4 Türkmenler ve %1 İsmaililer.

Çoğunluk Sünni Araplardan sonra en fazla nüfusa sahip azınlık Arap Alevilerdir. Arap Alevilerin çıkış yeri ülkenin kuzeybatı bölgesinde Akdeniz’e paralel uzanan Nusayriye dağları bölgesidir. Halen büyük çoğunluğu Nusayriye dağlarının bulunduğu Lazkiye vilayetinde yaşamaktadır. Şiiliğin bir kolu olan Arap Aleviliği geçmişte Sünni Müslüman inancı tarafından “gerçek Müslüman olmamakla” itham edilmiş bir mezhepti. Yakın geçmişe kadar son derece içe kapalı bir topluluk olan Arap Alevileri 20. yüzyılın ortalarından Suriye siyasal yaşamında artan etkilerine paralel olarak öne çıkmıştır. 30 yıl boyunca ülkeyi yöneten Hafız Esad ve şu anki Devlet Başkanı Beşar Esad Arap Alevi mezhebine mensuptur. Diğer azınlık grup Hıristiyanlar ise Suriye’nin en eski yerleşik topluluklarındandır ve kendilerini büyük Arap toplumunun bir parçası (Ermeniler hariç) olarak görmektedir. Baas Partisi’nin kurucularından Mişel Eflak dahil olmak üzere ülkenin önde gelen Arap milliyetçi ideologları ve siyasetçileri Hıristiyanlar arasından çıkmıştır. En fazla nüfusa sahip etnik azınlık Kürtler, kendilerine ait dilleri, farklı kültürleri olması açısından diğer topluluklardan ayrılmaktadır. Çoğunluğu ülkenin kuzeydoğusundaki Haseke vilayetinde yaşamaktadır. Bunun yanı sıra kuzeyde Türkiye sınırı boyunca ve Şam, Halep gibi büyük şehirlerde de Kürtler yaşamaktadır. Diğer etnik azınlıklar Türkmenler

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

39

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ve Ermenilerdir. Türkmenler, Memlükler tarafından 12. yüzyılda bölgeye yerleştirilen Türkmen boylarının devamıdır. Türkmenler Halep, Şam, Humus, Hama, Tartus ve Golan bölgelerinde yaşamaktadır. Ermeniler ise 20. yüzyılın başında ülkeye gelmiştir. Etnik kimlikleri ve dillerini koruyan Ermeniler Halep çevresinde yoğunlaşmaktadır. Şiiliğin bir kolu olarak görülse de daha çok kendine has bir İslam inancına sahip olan Dürziler Suveyda vilayeti nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Dürzi Dağları olarak bilinen bölgeden dağılan Dürziler ülkenin geçmişinde önemli siyasi roller üstlenmiştir. Son olarak İsmaililer, %1’lik nüfus oranlarına rağmen geçmişte orduda ve günümüzde bürokraside önemli roller üstlenmiş Şiiliğin bir kolu olan mezhepsel azınlık topluluğudur. Siyasi ve Ekonomik Yapı 1946 yılında bağımsızlığını kazanmasıyla beraber istikrarsızlığın hakim olduğu, askeri darbelerin birbirini izlediği Suriye’de, Hafız Esad’ın 1970 yılında iktidara gelişiyle beraber ülkede göreceli bir istikrar hakim olmuştur. Diğer taraftan 1970 yılında kurulan siyasi yapı Suriye’ye otoriter-totaliter bir devlet niteliği kazandırmıştır. Aynı siyasal yapı günümüzde de korunmaktadır. Hafız Esad, ülkenin tüm siyasal, askeri, güvenlik ve yasama konularında devlet başkanına geniş yetkiler veren yapıyla tüm kurumlar üzerinde tam bir hakimiyet sağlamıştır. Suriye’de siyaset, tepeden aşağıya doğru şu kurumlar çerçevesinde şekillenmektedir: Devlet Başkanı, Başkan Danışmanları ve Yardımcıları, Askeri–Sivil Güvenlik Birimleri ve İstihbarat, Ulusal İlerici Cephe (Baas Partisi), Meclis ve Hükümet. Anayasaya göre devlet başkanları yedi yıllık dönemler için seçilmektedir. Kanunlar devlet başkanına çok geniş yetkiler sunmaktadır.

40

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Yine anayasaya göre devlet başkanı sadece devlet ve hükümetin değil aynı zamanda silahlı kuvvetlerin de başı konumundadır. Devlet başkanı “devletin genel politikalarını belirlemekle yetkilidir. Meclis’i toplama ve fesh etme, tüm anayasal değişiklikleri onaylama, meclis oturumda olmadığı zamanlarda kanun yapma, acil ihtiyaçların ortaya çıkması durumunda yasalar çıkarmak ve acil önlemler alma”, Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini atama gibi geniş yetkileri bulunmaktadır. Başkan tüm bakanları belirlemekte, başbakanı görevlendirmekte ve yargıçları atamaktadır. Bunun yanı sıra tüm güvenlik ve ordu birimlerine atamalar devlet başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir. Devlet başkanı aynı zamanda ülkenin “öncü partisi” Baas’ın genel sekreterliği ve Baas Partisi ile beraber 7 partinin ittifakından oluşan “Ulusal İlerici Cephe’nin başkanlığını görevlerini de yürütmektedir. Genel Sekreter partinin 90 kişilik merkez komitesi dahil olmak üzere Baas Partisi’nin tüm organlarına yapılan atamaları kontrol etmektedir. Hafız Esad’ın iktidara gelişinden sonra devlet başkanlığı seçimi ilk kez 1971 yılında düzenlenmiştir. O tarihten bu yana 7 yılda bir düzenlenen seçimlerde sürekli olarak tek aday olarak katılan Hafız Esad ve sonra Beşar Esad oyların %99.9’unu alarak devlet başkanlıklarına seçilmiştir. Bir tek 2007 yılında gerçekleşen seçimde Beşar Esad %97,6 ile şimdiye kadarki “en düşük” oranla devlet başkanlığı görevine seçilmiştir. Devlet Başkanı’nın çevresinde ise danışmanlar, askeri ve sivil güvenlik birimlerinin, istihbarat kuruluşlarının başındaki isimlerden oluşan “yakın çevre” yer almaktadır. Suriye’de ülkeyi esas yöneten grup da devlet başkanı ile beraber yakın çevredir. İç ve dış politikada makro düzeyde önemli kararlar sınırlı sayıdaki bu seçkin grup tarafından alınmaktadır. Bu birimlerde görev alanların çoğunluğunu Arap Aleviler (Nusayriler), Lazkiye kökenliler hatta Esad ailesinin yakın akrabaları oluştur-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

maktadır. Ordu ve diğer güvenlik birimlerinin başlarındaki kişilerin %90’ına yakını Arap Alevilerdendir. Ancak mezhepsel ya da aile bağlarından daha önemli olan rejim ve devlet başkanına sadakattir. Bu nedenle rejim içinde Arap Alevi olmayan birçok önde gelen isim de bulunmaktadır. Bu arada bütün Arap Alevilerin de sistem içinde eşit role sahip olmadıklarını söylemek gerekmektedir. Başlıca altı farklı aşiretten oluşan Arap Aleviler arasında Hafız Esad’ın mensup olduğu Kalabiye aşireti, Beşar Esad’ın annesinin mensubu olduğu Hadadin aşireti ve geleneksel olarak Kalabiye aşireti ile yakın ilişkisi olan Hayatin aşiretleri sistem içinde daha fazla role sahiptir. Yakın çevre içinde güvenlik ve istihbarat birimlerinin kilit isimleri büyük önem taşımaktadır. Halen Suriye’de birbirinden bağımsız çalışan ve doğrudan başkana karşı sorumlu 15 civarında güvenlik ve istihbarat birimi görev yapmaktadır. İstihbarat ve güvenlik sistemi üç ayak üzerine oturmaktadır. Birincisi, Siyasi Güvenlik, Askeri İstihbarat ve Hava Kuvvetleri İstihbarat gibi geleneksel istihbarat kurumları (Muhaberat)’dır. İkincisi Özel Kuvvetler, Savunma Tugayları, Başkanlık Muhafızları gibi istihbarat ve operasyonel yetkileri ve sorumlulukları olan birimlerdir. Sonuncusu da “Üçüncü Silahlı Tümen” gibi özel-siyasi-askeri birimlerdir. Bütün bu birimler ve bunların alt oluşumları 1970li yıllarda Hafız Esad tarafından oluşturulan “Başkanlık Güvenlik Konseyi” tarafından koordine edilmektedir. Bunlar dışında bir de Savunma Tugayları gibi paramiliter kuvvetler ve “Shabbeeha” isminde “gençlik çeteleri” olarak bilinen rejime bağlı sivil-silahlı milis kuvvetleri yer almaktadır. Güvenlik birimlerinin ve başlarındaki kişilerin sistem içindeki merkezi rolüne karşılık meclis, siyasi partiler, hükümet gibi aktörlerin karar alma süreçlerinde çok fazla etkili olmadığı görülmektedir. Bu kurumların hem yetki alanları sınırlıdır hem de bahsedilen “ya-

ORSAM

kın çevre”nin onaylamadığı adımları atmaları mümkün değildir. Siyasal alandaki figürlerin mezhepsel dağılımına bakıldığında büyük çoğunluğunun Sünni olduğu gözükmektedir. Meclis seçimleri dört yılda bir gerçekleştirilmektedir. 250 sandalyeli Meclis’te hangi partinin ne kadar sandalye alacağı seçimler öncesinde belirlenmektedir. 167 sandalye Ulusal İlerici Cephe’ye mensup partilere ayrılmış durumdadır. 167 sandalye içinde de Baas Partisi 134 sandalye ile en fazla sandalyeye sahip partidir. Baas Partisi’nin Meclis’teki çoğunluğu anayasa ile güvence altına alınmış durumdadır. Cephe içindeki diğer partilere 1 ile 8 arasında değişen sayılarda koltuk verilmektedir. 167’dan geriye kalan sandalyeler ise bağımsız milletvekillerine dağıtılmaktadır. Bağımsız milletvekilleri kotasından, rejim karşıtı olmasa da eleştirel isimlerin Meclis’e seçilmesi mümkün olmaktadır. Ilımlı İslami görüşlere sahip kişiler, seküler-liberal-reformcu kesimden bazı isimler buna örnek olarak verilebilir. Ancak Devlet Başkanı’nın tam denetimi altında olan Meclis’in en önemli işlevlerinden biri rejimin almış olduğu kararlara, uyguladığı politikalara karşı meşruiyet duygusunun yaratılmasını sağlamaktır. Suriye’de tüm yasal siyasal partiler 1972 yılında Hafız Esad tarafından oluşturulan “Ulusal İlerici Cephe” isimli bir çatı yapılanma içinde faaliyet göstermektedir. Başlangıçta Baas Partisi’nin öncülüğünde sol gelenekten gelen dört parti ile kurulan Cephe şu anda toplam 11 partinin ittifakından oluşmaktadır. Arap Sosyalist Partisi, Suriye Komünist Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi gibi hareketlerin yer aldığı Cephe, rejimin siyasal tabanının genişletilmesi işlevini görmektedir. Ancak Baas Partisi dışındaki partilerin rolleri son derece sınırlıdır. Suriye Meclis’inde bu partilere az sayıda sandalye ayrılmaktadır. Politika yapımı, planlama veya herhangi bir siyasi güç oluşturma fonksiyonu bulunmamaktadır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

41

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Baas Partisi ise Ulusal İlerici Cephe içinde öncü rol oynamaktadır. Partiyi rejimin “demokratik yüzü” olarak tanımlamak mümkündür. Ancak parti bu rolünün yanı sıra devlet içinde veya herhangi bir görevde yükselmenin araçlarından birine dönüşmüş durumdadır. Ülkedeki doktor, öğretmen, akademisyen, avukat, gazeteci gibi birçok önde gelen meslek grubu üyeleri parti üyesidir. Ülkedeki çoğu “sivil toplum örgütü” partinin kolları olarak faaliyet göstermektedir. Ticaret odaları, spor kulüpleri, kadın ve gençlik birlikleri, sanatçılar ve yazarlar birlikleri, çiftçi birlikleri gibi kuruluşlar parti tarafından kontrol edilmektedir. Gençler ve çocukların ideolojik eğitiminde aktif rol almaktadır. Dolayısıyla Baas Partisi halkın seferber edilmesi ve kontrolü aracına dönüşmüş durumdadır. Suriye Anayasası Baas Partisi’nin liderlik rolünü kabul etmekte ve bir maddesinde “toplumun ve devletin öncü partisi” olarak tanımlanmaktadır. Böylece bu madde Suriye’nin tek partili sitemini yasallaştırmaktadır. Suriye’de Arap Alevi mezhebine mensup kişiler kritik görevleri yürütmekle beraber mezhepçilik hiçbir zaman devlet ideolojisi olarak takip edilmemiştir. Bu anlamda rejimin daha kapsayıcı bir yaklaşıma sahip olduğunu ve Arap Aleviler dışından da kesimlerin desteğini almış bir yönetim olduğunu söylemek mümkündür. Suriye yönetimi, seküler-Arap milliyetçi ideolojisi ile farklı toplumsal grupların desteğini almaktadır. Azınlık toplulukları açısından Sünni Arap çoğunluğun eziciliğine karşı kapsayıcı bir ideolojiye sahip seküler Baas ideolojisi daha tercih edilir kabul edilmektedir. Yönetim ayrıca ülkede istikrarı savunan üst sınıf Sünni Araplar arasında da desteğe sahiptir. Bu açıdan Suriye rejimini tamamen bir azınlık iktidarı olarak tanımlamak doğru olmayacaktır. Otoriter bir devlet olmakla birlikte toplumun bazı kesimlerinin desteğini alan bir yönetim olarak görmek daha doğrudur.

42

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Suriye’de ekonomik yaşama baktığımızda büyük ölçüde devlet kontrolünde bir yapı karşımıza çıkmaktadır. Biraz önce bahsedilen siyasi, askeri seçkinlerin bu ekonomik yapının devamı yönünde ciddi çıkarları vardır. Özellikle güvenlik birimlerinin en önemli noktalarını elinde bulunduran yöneticiler, sistemin çöküşüyle sonuçlanabilecek bir ekonomik açılım hareketinden çekinmektedir. Çünkü, “devlet burjuvazisi” adı verilen bu kesim, üretim ve yatırım araçları üzerindeki kullanım haklarından yararlanarak toplumsal mülkiyet üzerinden zenginleşmektedir. Siyaset ve ekonominin, siyasetçi ve işadamlarının iç içe olduğu, birbirini desteklediği bir yapı mevcuttur. Ülkenin en zengin işadamları aynı zamanda üst düzey bir yetkilinin yakını durumundadır. Örneğin Suriye’deki protesto gösterilerinde halkın en fazla tepki gösterdiği ülkenin en zengin ismi olan Rami Maluf, Beşar Esad’ın anne tarafından kuzenidir. Suriye’de değişim, sadece statüleri, mezhep temelinde şekillenen siyasal iktidarı değil ekonomik ilişkileri da tehdit etmektedir. Bu da Suriye’de değişimin önündeki en önemli engellerden biridir. Suriye’de Halk Ayaklanması 2010 yılının sonunda Tunus’ta başlayan Arap halk ayaklanması hareketi Mart 2011 ayı ortasında Suriye’ye sıçramıştır, böylece Ortadoğu’yu saran isyan dalgasının son durağı Suriye olmuştur. Suriye’de protesto gösterileri durdurulamamakta ve artarak devam etmektedir. Yönetimin olayları sert biçimde bastırması rejimin meşruiyetini her geçen gün azaltmaktadır. Suriye’de 15 Mart 2011 tarihinde başlayan halk ayaklanmasının birinci yılını doldurduğu 2012 Mayıs ayı itibarıyla 15000’in üzerinde sivil hayatını kaybetmiştir. Kayıp ve akıbeti bilinmeyen insanların sayısı ise daha fazladır. Birinci yılın sonunda ortaya çıkan gerçek Suriye’de iktidar mücadelesinin tam bir bilek güreşine dönüştüğü ve hem rejim hem de muhalefetin pozisyonlarından

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

geri dönmesinin çok zor olduğudur. İşte bu noktada Suriye’ye ilişkin olarak yanıtı en fazla merak edilen soru Suriye’deki olayların nereye varacağı, Tunus, Mısır veya Libya örneklerinden birinin yaşanıp yaşanmayacağıdır. Arap Baharı’nın yaşanmasının temelinde siyasal baskı, ekonomik kaynaklarının adil bir şekilde dağılmaması, etnik-mezhepsel farklılıklar gibi faktörler yatmaktaydı. Suriye, ilk kısımlarda anlatıldığı üzere bu açılardan iktidar değişimlerinin yaşandığı Mısır ve Tunus ile benzer özellikler taşımaktadır. Buna rağmen Suriye’nin sosyal, siyasal yapısındaki bazı farklılıklar diğer örneklerdeki gibi kısa sürede bir iktidar değişiminin yaşanmasına engel oldu. Bunlar arasında Suriye toplumunun heterojen yapısı, ordu ve diğer güvenlik yapılanmasında bir mezhepsel azınlık grubunun etkin olması, Irak tecrübesinin yarattığı iç savaş korkusu, örgütlü muhalefetin yokluğu, bölgesel (İran) ve küresel (Rusya ve Çin) düzeyde rejime destek veriliyor olması bu faktörler arasında sayılabilir. Suriye’yi; Mısır, Tunus ve uluslararası müdahaleye maruz kalan Libya’dan farklı kılan bir diğer özellik Suriye rejiminin belli kesimler arasında belli bir meşruiyete sahip olmasıdır. Baas Partisi’nin siyasi alandaki tekelinden rahatsızlık olsa da rejimin “Arap milliyetçi ve seküler” ideolojisi birçok kesim için ülke güvenliği ve istikrarının garantisi olarak görülmektedir. Bu durum şehirleşmiş, üst sınıflar ve azınlık toplulukları için kısmen geçerlidir. Aksi bir yönetim anlayışının heterojen yapıya sahip Suriye halkı arasındaki mezhepsel ve etnik çatışmaları körüklemesi riski bulunmaktadır. Rejimin sunduğu en büyük “hizmet” güvenliktir. 2003 işgali sonrası yaşanan Irak tecrübesi, güçlü bir merkezi otoritenin ortadan kalkmasının nasıl sonuçlanacağı konusunda Suriye halkına kötü bir örnek sunmuştur. Irak’ta yaşanan terör, güvenlik problemleri, siyasal istikrarsızlık, etnik ve mez-

ORSAM

hepsel çatışmalar insanların en temel ihtiyacı olan güvenlik talebini diğer isteklerin önüne geçirmiştir. Bu nedenle Irak tecrübesi Suriye halkını “özgürlük ya da kaos” seçimine zorlamaktadır. Bu kaygı da yönetimin meşruiyetini bahsedilen kesimler arasında artırmaktadır. Suriye’yi Mısır ve Tunus’tan farklı kılan en önemli faktör güvenlik birimlerinin yapısıdır. Siyasi yapı kısmında anlatıldığı üzere Suriye’de güvenlik birimleri bir açıdan rejimin kendisi demektir. Sivil ve askeri güvenlik birimlerinin kilit noktalarında Arap Alevilerin bulunuyor olması nedeni ile güvenlik birimleri rejime yönelik başkaldırıyı kendi varlıklarına tehdit olarak algılayacak ve tamamen Esad yönetiminin yanında yer alacaktır. Dolayısıyla Suriye ordusunun Mısır ve Tunus’tan farklı olarak liderin yanında bir bütün olarak yer alması daha büyük ihtimaldir. Bu da rejim değişikliği ihtimalini zayıflatan bir faktördür Şu aşamada doğrudan bir askeri müdahale sadece bazı Suriyeli muhalifler tarafından dile getirilmektedir. Olası bir müdahalenin başarı şansının düşüklüğü ve müdahalenin bölgede yeni bir Irak veya Afganistan yaratacağı düşüncesi herkesi kaygılandırmaktadır. Ayrıca olası bir savaşın bölgeselleşeceği hatta uluslararası boyut kazanması olasılığı mevcuttur. Müdahalenin Suriye içi istikrarı olumsuz etkilemesi söz konusu olabilir. Uzun süreli gerilla tarzı direniş hareketleri, terör örgütlerinin alan bulması gibi sonuçlar doğabilir. Dolayısıyla Suriye sorununun nasıl çözüleceği konusu büyük bir soru işareti konumundadır. Önerilen seçenekler; uygulanmasının zorluğu, sonuçlarının kestirilemiyor olması, mevcut durumdan daha kötüsünü üretebileceği, sonuç alma şansının düşük olması gibi nedenlerle hayata geçirilememektedir. En çok tartışılan öneri ise askeri önlemler alınmasıdır. Kapsamlı bir uluslararası müdahale çok zor gözükse de Libya benzeri bir müdahale

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

43

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

tarzının Suriye’ye uygulanabileceği öne sürülmektedir. Ancak bu seçenek de hali hazırda Libya’ya uluslararası müdahaleyi mümkün kılan koşulların Suriye’de oluşmamış olması nedeniyle mümkün gözükmemektedir. Libya’da müdahaleyi mümkün kılan Kaddafi rejimi içinde ciddi ayrışımların yaşanması, önemli siyasi ve askeri figürlerin muhalif kampa geçmesi, merkezi otoriteye karşı mücadele yürütebilecek nispeten organize homojen bir siyasi ve silahlı muhalif yapının varlığı, bu yapının uluslararası meşruiyet kazanması ve hepsinden önemlisi bir bölgenin kontrolünün tamamen muhaliflerin eline geçmesi yani Bingazi gibi bir güvenli bölgenin oluşmasıydı. Suriye örneğine bakıldığında ise bu etkenler açısından hiçbirinin tam anlamıyla gerçekleşmediği görülmektedir. Suriye yönetimi içinden yaşanan kopuşlar şimdiye kadar nitelik ve nicelik açısından düşük seviyede kalmıştır. Siyasetçi ve bürokratlar arasından bazı milletvekilleri ve diplomatlar dışında önemli bir kopuş gerçekleşmemiştir. Esad rejiminin devlet

44

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

yetkilileri üzerinde halen kontrole sahip olduğu görülmektedir. Güvenlik birimleri içinden kopuşlar nispeten daha fazla olmakla birlikte bu da Suriye ordusu ile silahlı muhalefet arasındaki dengeyi muhalifler lehine bozacak çapta değildir. Şimdiye kadar Suriye ordusundan en üst rütbeli kopuş 2012 yılının başında Türkiye’ye sığınan Tuğgeneral Mustafa Ahmed El-Şeyh olmuştur. Onun dışında Suriye ordusundan kopan subayların oluşturduğu “Özgür Suriye Ordusu”na (ÖSO) mensup subayların sayısının 15 bin civarında olduğu örgütün yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. ÖSO’nun liderliğini ise albay rütbesindeki bir subay yürütmektedir. Siyasi muhalefete baktığımızda da halk ayaklanmasını yönlendirebilecek, protestocular üzerinde doğrudan etki ve yönlendirme kapasitesine sahip bir muhalefetin oluşamadığı görülmektedir. Homojen bir siyasal ve askeri muhalefet açısından baktığımızda da sorunlu bir durum karşımıza çıkmaktadır. Askeri muhalefet olarak ÖSO ön plana çıksa da, Türkiye’deki liderliğin içerdeki yapı üzerindeki etkinliği ve içerdeki birimlerin kendi aralarındaki koordinasyonu

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

konularında eksiklikler olduğu görülmektedir. Ayrıca Askeri Konsey gibi, ÖSO’dan farklı bazı askeri yapılanmaların da ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Siyasal muhalefet açısından da homojenlik sorunu mevcuttur. Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi öne çıksa da Suriye içinde faaliyet gösteren ve farklı yaklaşımlara sahip “Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi” gibi alternatif yapılar da mevcuttur. En önemlisi ise Suriyeli muhalifler belli bir bölgenin muhaliflerin kontrolüne kalıcı olarak ele geçirememiş yani Libya’daki Bingazi tarzı bir güvenli bölge oluşturamamıştır. Her ne kadar ÖSO; Humus, Hama, Idlib ve hatta Şam’ın kenar mahallelerinde kontrolü ele geçirse de bu kalıcı olamamakta ve şehirlerin tamamına yayılamamaktadır. Söz konusu nedenlerle Suriye’de değişimi savunan aktörler Suriye yönetiminin hareket tarzını etkilemek için sırasıyla; ekonomik yaptırım, diplomatik baskı, muhalefete siyasal destek gibi dış politika araçlarını hayata geçirmiştir. Diğer taraftan ÖSO her ne kadar sınırlı imkanlara sahip olsa da muhalefetin güçlü olduğu Şam’ın banliyöleri, Hama, Humus, Dara, Idlib ve Deyr ez Zor gibi vilayetlerde halktan da aldığı destek ile kontrolü ele geçirmeyi başarabilmiştir. Ancak Suriye yönetimi şehirlere orduyu sokarak söz konusu bölgelerde sırasıyla kontrolü geri almıştır. Bu durum Suriye’de değişimi savunan aktörler arasında, baskıları dikkate almayan Esad yönetimine karşı daha sert askeri önlemlerin alınması düşüncesini güçlendirmiştir. Suriye’de Değişim ve Türkiye Türkiye-Suriye ilişkileri 1999 yılından bu yana kademeli olarak gelişmiş ve son olarak vizelerin kaldırılmasıyla toplumsal, ekonomik bü-

ORSAM

tünleşme yolunda önemli bir adım atılmıştı. Ancak 15 Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıçrayan “Arap Baharı” bu süreci tersine çevirdi. Bunun temel nedeni Türkiye’nin uzun zamandan beri dış politikanın merkezine “meşruiyet ve değer merkezli dış politika” kavramlarını oturtmasından kaynaklanmıştı. Bu yaklaşım Türkiye’nin Ortadoğu’daki değişim dalgasında “demokrasi” taleplerinin yani bölge halklarının yanında yer almasını gerektirmekteydi. Aksi bir tutum söylem ile eylem arasında çelişki yaratarak Türk dış politikasında meşruiyet krizi yaratabilirdi. Ancak reel politikanın gerekleri Türkiye’nin bazı sorunlarda hızlı adım atmasına engel olmuştu. Suriye bu açıdan en çarpıcı örneklerden biri oldu. Türkiye 2000’ler boyunca Suriye’ye yönelik ABD’nin sertlik yanlısı politikalarına karşılık uzun vadeye yayılmış, iç dinamikler yoluyla sağlanacak bir değişimi savunmuştu. Bu anlamda bazı alanlarda sonuç da alınmıştı. Suriye’nin Batı ile ilişkileri Türkiye sayesinde nispeten düzelmiş, Suriye içindeki reformcu kanat güçlenmişti. Ancak “Arap Baharı” bölgede hızlı ve köklü bir değişim talebini beraberinde getirdi. İşte bu durum Türkiye’nin uzun yıllardır başarmaya çalıştığı ve mesafe kat ettiği Suriye’de değişim sürecini çok kısa bir süreç içinde gerçekleşmesi zorunluluğunu beraberinde getirdi. “Değer merkezli dış politika ve reel politika” ikilemi içinde kalan Türkiye son 10 yılda yakın ilişkiler kurduğu Esad yönetimine karşı eleştirel bir tavır almak durumunda kaldı. “Rejim bekası” sorunu ile yüzleşen Suriye yönetimi Türkiye’nin sorunu “sivil halkın meşru talepleri” olarak tanımlamasından rahatsızlık duydu. Buna karşılık Türkiye, uzun yıllardır desteklediği Esad yönetimine ilettiği reform telkinlerinin dikkate alınmamasından “hayal kırıklığı” duyduğunu açıkça ifade etti. Türkiye belli bir süre daha “Suriye’den umudunu kesmediğini ve halen reform yapabile-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

45

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ceğine olan inancını” dile getirmişti. Ancak Suriye ordusunun Humus, Deyr ez Zor ve özellikle Hama’ya düzenlediği askeri operasyonlar Türkiye’nin umutlarının neredeyse tükenmesine yol açtı. Hama operasyonunun 1982 yılındaki “Hama Katliamını” hatırlatması ve Başbakan Erdoğan’ın daha önce “yeni Hama’lar istemiyoruz” açıklamasını yapmış olması, operasyonun Türkiye açısından bir dönüm noktası olmasına neden oldu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu da daha sonraki açıklamalarında “Hama’da başlayan olayların kendilerini derinden etkilediğini, Hama’da yaşanan olayların yönteminin ve zamanlamasının kabul edilmesinin mümkün olmadığını” ifade etti. Türkiye operasyonlar sonrasında, Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile “sabrının sonuna geldi.” Bu sert dış politika söylemi “Suriye’nin olayları şiddet yoluyla bastırmaya devam etmesi durumunda Türkiye’nin hangi yeni dış politika araçlarını hayata geçireceği” sorusunu beraberinde getirmişti. 10 yılı aşkın bir sürede kurulan çok boyutlu ve derin ilişkiler birkaç ay içinde yukarıda özetlenmeye çalışılan süreçte hızla gerilemiştir. İşte böyle bir ortamda Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin mesajlarını ve beklentilerini iletmek üzere 9 Ağustos 2011

46

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

tarihinde Şam’a kritik bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Suriye lideri Beşar Esad arasında gerçekleşen görüşme, Türkiye-Suriye ilişkileri açısından dönüm noktası olmuştur. Türkiye her ne kadar halk ayaklanmasının bastırılış şekline eleştirel yaklaşsa da olaylar başladığı tarihten bu yana Batı ile Suriye yönetimi arasında bir “kalkan” vazifesi görmüştür. Daha hızlı ve somut adımların atılmasını bekleyen, atılmaması durumunda uluslararası baskının artmasını ve yaptırımlar uygulanmasını savunan Batı, Türkiye’nin Esad yönetimini ikna edebileceği beklentisi nedeniyle daha yumuşak bir tavır sergilemiştir. Ancak Esad-Davutoğlu görüşmesinde gündeme gelen beklentilerin karşılanmaması ile Türkiye’nin Batı ile Suriye arasında kalkan olma durumu sona ermiştir. Böylece Türkiye, Suriye’ye yönelik olarak “baskı ve izolasyon” politikası uygulamaya başlamıştır. Suriye yönetiminin Türkiye’nin telkinlerini dikkate almayarak sorunu güç yolu ile çözmeye çalışmasının Türkiye açısından doğuracağı en büyük risk istikrarsızlığın uzun süreye yayılacak olmasıdır. Sorun devam ettikçe Türkiye açısından siyasi, güvenlik ve ekonomik maliyetler artacaktır.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.8. Tarihsel Süreçte İran Dış Politikası Doç. Dr. Süleyman Erkan

Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü



İran, tarih’te her dönem uluslararası gündemde yer almış bir ülkedir. Günümüzde, İran’ın izlemekte olduğu dış politika analiz edilirken bu ülkenin tarihi gerçeklerinin göz önünde bulundurulmasında yarar vardır. Öncelikle burada, İran’ın çok önemli bir tarihi geçmişe sahip olduğunun ve güçlü bir devlet geleneğinin bulunduğunun belirtilmek gerekir. Yerleşik bir devlet geleneğine sahip olunması, tarihsel süreçte, bu ülkeye dış politikada hem avantajlar hem de dezavantajlar sağlamıştır. İran, M.S. 547 Yılındaki Pers Kralı Kiros’un Anadolu, Babil, Lübnan ve Filistin’i ele geçirdiği dönem dışında, emperyal bir güç olmaktan çok kendi bölgesinde ve kendi coğrafyasında ve sınırlarında var olmaya çalışan bölgesel bir devlet olmuştur. Ülke tarihinde, Zerdüştlük ve Şiilik gibi güçlü inançların etkileri çok geniştir. İran ve Şiilik gibi konuların önemli uzmanlarından olan Michael Fisher’in de belirttiği gibi, Şiilik bu ülkede bir dini inanç olmaktan öte bir sanattır. Ülkenin tarihin bir çok döneminde, dışarıdan gelen toplumlar tarafından işgale uğraması ve işgalciler tarafından kurulan devletlerce yönetilmesine rağmen, İran toplumu hiçbir zaman asimile olmamış, aksine İran’da devlet kuranlar bu ülkenin kültürünü benimseyerek asimile olmuşlardır. Bu nedenle, İran’ı işgal edenlerin de bu ülkedeki devlet geleneğine katkı sağladıkları söylenebilir. Erken dönemde, İran’ın dış politikasında rol oynayan en önemli etken Şiilik inancı olmuş-

tur. İslâm Dünyası’nda Kerbela’dan sonra yaşanan derin ayrılığın en dramatik etkilerinin görüldüğü ülke İran’dır. Şiiliğin hem kalesi hem hamisi olmaktan öte, adeta sahibiymiş gibi davranan İran, İslâm Dünyası’ndaki Şii toplumlara dayanmayı dış politikasının en temel stratejisi haline getirmiştir. 16. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti ile Bağdat-Tebriz ekseninde yaşanan rekabeti bu stratejinin bir yansıması olarak görmeliyiz. Hatta İran’da Şah İsmail’den itibaren (1501) yönetimi ele geçiren tüm Hanedanlıklar dış politikalarını Sünni Osmanlı Devleti ile mücadeleye dayandırmışlardır. Bu stratejinin anlaşılabilir iki nedene dayandığı söylenebilir. 1-) İran’ın sınır komşusu olduğu tek ülke Osmanlı Devletidir ve onun güçlü olması kendi varlığı açısından sorun yaratmaktadır. 2-) Kendisinden daha güçlü olan Osmanlı Devleti ile rekabet ancak Siilik silâhına sarılmakla mümkündür. Ancak,18. Yüzyıldan itibaren, İran’ın yeni komşuları ortaya çıkmaya başlayınca bu anlayış değişmiştir. Bir yandan Kuzeyden Çarlık Rusya’sı İran’a sarkmaya çalışırken diğer yandan 1763’de Hindistan’ı ele geçiren İngiltere İran’ın doğudan komşusu olmuştur. Batı’dan da Osmanlı Devleti tarafından kuşatılmış durumda bulunan İran tarihinin belki de en zayıf dönemini yaşamaya başlamıştır. Kuşatılmışlık düşüncesi İran’ı 19. Yüzyılın başından itibaren bu ülkelerin rakibi olarak görülen Fransa’ya yaklaştırmıştır. Napolyon dönemin-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

47

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

de Fransa ile İran arasında yapılan anlaşmalar kâğıt üzerinde bu ülkenin askeri ve mali yönden modernleştirilmesi gibi görünse de, gerçekte kuşatıldığını düşündüğü ülkelere karşı bir denge politikası anlamına gelmekteydi. Ancak, Napolyon’un başarısızlığı İran’ı da yeni denge arayışlarına zorlamıştır. 1825’de Rusya’da çıkan “Dekapristler Ayaklanmasını” fırsat bilerek Rusya’ya karşı açılan savaşın kaybedilmesi, 1828 Türkmençayı Anlaşmasıyla bir çok İran toprağı bu ülkeye bırakılmış ve Rusya’nın İran üzerindeki baskısı daha da artmıştır. Bu durum İran’ı İngiltere’ye yaklaşmaya zorlamıştır. İran’ın bu hassas durumunun farkında olan İngiltere, 1837’de onunla imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşması ile İran’daki varlığının temellerini atmaya başlamıştır. Kuzeyden Rusya Doğudan da İngiltere’nin baskısı altında kalan İran, zayıf bir ülke olmanın da etkisiyle bu ülkeleri birbirine karşı oynamaya çalışmışsa da her geçen gün daha büyük iç sorunlarla karşılaşmaya başlamıştır. Ülkedeki yerel feodal kabileler ve din adamlarının etkisinden çekinen Kaçar Hanedanına mensup Şahlar içeride siyasal düzenin korunmasını bu dış ülkelere dayanarak sağlama yolunu seçince bu da yabancı ülkelerin İran’a müdahalesini kolaylaştırmıştır. 19. Yüzyıl boyunca İngiltere ile Rusya arasında İran bir rekabet ve çatışma alanıydı. 1906da, Osmanlı Devleti’nden sonra, meşruti bir sistemin ve anayasal düzenin benimsendiği ilk Müslüman ülke İran olmuştur. Uzun sürmemesine rağmen, meşrutiyet İran halkının önemli bir kesimine anayasa, devlet, milliyetçilik gibi modern kavramları öğretmiştir. Ancak 1907’de, Almanya nedeniyle, İngiltere ve Rusya çatışmadan vazgeçince bu durum İran’la ilişkilerine de yansımıştır. Rusya ile İngiltere 1907 Anlaşması ile İran’ı nüfuz bölgelerine ayırmışlardır. Kuzey İran Rusya’nın Güney İran İngiltere’nin nüfuz bölgesi kabul edilirken orta kesim tarafsız sayılmıştır. Bütün bu olayların yaşandığı sürecin İran’da

48

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

petrolün bulunma dönemine rastlaması sadece bir tesadüften ibaret değildi. Tahran’daki sarayında yaşayan Şah ve onun hükümetleri İngiltere ve Rusya’ya karşı hata yapmama titizliği içerisinde çırpınırlarken İran Halkında yabancı düşmanlığı dal budak salmaya çoktan başlamıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda, İngiltere ve Rusya’nın aynı blokta (İtilâf ) yer almaları İran politikalarının devamı anlamına geliyordu. Bu nedenle küçük yaştaki Şah Ahmet ve Hükümeti etkileyerek İran’ın savaşta tarafsız olduğunu resmen deklere ettirdiler. Hükümetin bu tarafsızlık ilânına rağmen Şah’ı ve Tahran Yönetimini tanımayan muhalifler, yerel kabileler, etnik gruplar Almanya ve de kısmen (Tebriz Azeri Bölgesi) Osmanlı Devleti’nden yana tavır koyarak İngiltere ve Rusya’ya karşı cephe aldılar. Savaşa resmen katılmamasına rağmen katılan bir çok ülkeden daha çok can kaybı meydana geldi. Bu kaos ortamından bazı grupların güçlenerek çıktığını ve din adamlarının da bunların önünde geldiğini de belirtmek gerek. Savaş’ın sonlarına doğru Rusya’da çıkan Bolşevik İhtilali İran’ı da etkiledi. Kuzey İran artık Rusya’nın nüfuzundan çıkmış, üstelik İran’a Çarlığın kötülüklerini anlatan bir Sovyet yönetimi kurulmuştu. İngiltere ise savaşı kazanan devletti ve hedefi İran’a tek başına yerleşmek ve kurmuş olduğu Anglo-İranian Oil Company adlı şirket vasıtasıyla tüm İran petrollerini işletmekti. İran’ı İngiltere’nin tek başına nüfuzu altına koymaktan başka bir anlam taşımayan Anglo-İranian Agreement (İngiltere-İran Anlaşması) 1919’da tam da bu nedenle imzalandı. Ancak bu anlaşma yürürlüğe girmedi. Çünkü İran parlamentosu hükümetin imzaladığı anlaşmayı onaylamayı reddetti. Anlaşmanın reddedilmesinde toplantı halindeki Paris Barış Konferansı’nın etkisi büyük olmuştu. Özellikle, ABD ve Fransa İngiltere’nin tek başına İran’a yerleşmesine

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

karşı çıkmaları parlamentonun kararını etkilemişti. Eğer anlaşma onaylamış olsaydı belki İran da Irak ve diğer Orta Doğu ülkeleri gibi İngiltere’nin mandası altına girecekti. Ancak, İngiltere geri adım atarak İran’dan çekilince ülke bağımsızlığını korumaya devam etti. Anlaşmanın reddedilmesinden sonra, Ahmet Rıza adındaki bir subayın önderliğinde gerçekleştirilen bir hükümet darbesiyle yeni bir hükümet kuruldu ve Ahmet Rıza da bu hükümetin savunma bakanlığını üstlendi. Darbeden sadece bir hafta sonra, İran’la Sovyetler Birliği arasında 26 Şubat 1921 tarihinde bir Dostluk ve İşbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın İran’a yönelik bir müdahalede Sovyetlere ülkeye asker sokma hakkını veren 5. ve 6. Maddeleri çok önemliydi. Şimdi İran İngiltere tehlikesine karşı Sovyetlere yanaşmış oluyordu. Savunma bakanlığından sonra Başbakanlık görevini üstlenen Ahmet Rıza, İran’da Türkiye’de olduğu gibi bir Cumhuriyetin ilân edileceği konuşulurken, 1925 yılında, Kaçar Hanedanının egemenliğine son vererek kendi Şahlığını ilân etti ve Sasanilere atfen Pehlevi kimliğini benimsedi. Bu 1501’den beri İran’daki Türk Hanedanlıkları egemenliğinin de sonu demekti. 1927’de Sovyetlerle

ORSAM

Dostluk Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktı adı ile yeni bir anlaşma imzalayarak Sovyetler’e yakın durmayı sürdürdü. 1933’de İngiltere ile üretilen petrolün paylaşımında anlaşmazlık çıkınca yine Sovyetlere dayandı. Ancak Şah Ahmet’in Sovyetlerle de dostluğunda da bazı engeller ortaya çıktı. İktidara geldikten sonra tüm siyasi partileri yasaklaması İran Komünist Partisi TUDEH’i de kapsadığından iki ülke arasına soğukluk girdi. Hem İngiltere ve hem de Sovyetlerle yaşanan sorunlar, 1930’lu yılların sonuna doğru, Şahı yeni arayışlara sürükledi. 1937’deki Sadabad Paktı İran açısından böyle bir anlam taşıyordu. Ancak, İran Şahı bunun yeterli bir denge olamayacağına inandığından, İngiltere ve Sovyetlere alternatif olabilecek güçlü devletler arayışına girdi. İşte bu anda İran-Almanya yakınlaşması başladı ve bu daha sonra Japonya ve İtalya ile de yakınlaşmayı getirdi. İkinci Dünya Savaşı çıktığında bu yakınlık sürüyordu. Fakat Birinci Savaşta olduğu gibi İran İkinci Dünya Savaşında da tarafsızlığını ilân etti. Nazi Almanyası’nın 1941’de Sovyetlere savaş ilân etmesi üzerine, ideolojileri farklı olmasına rağmen, Sovyetler İngiltere ve ABD ile zorunlu müttefik oldular. ABD ve İngilte-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

49

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

re Sovyetlere İran üzerinden yardım yapmaya karar verince, Almanya’ya sempati duyan Şah engeliyle karşılaştılar. Üç ülke İran’ı işgal ederek Şah Ahmet Rıza’yı sürgüne gönderip, yerine küçük yaştaki oğlu Muhammed Rıza’yı çıkardılar. İran’la 1942’de bir anlaşma imzalayan bu üç ülke, savaşın bitmesinden sonra, en geç altı ay içerisinde, ülkeyi boşaltacakları sözünü verdiler. Bu arada eski Şah’ın kapattığı Parlamento yeniden açıldı.1943’deki Müttefikler arasındaki konferanslardan biri de Tahranda toplandı. Müttefik Devletler bu konferans sırasında da İran’dan çekileceklerini ve ülkenin toprak bütünlüğünü koruyacaklarını ve her türlü yardımı yapacaklarını tekrarladılar. Fakat savaşın bitmesinden sonra İngiltere ve ABD askerleri İran’dan çekilirken, Sovyetler çekilmeye yanaşmadıkları gibi, Tebriz Bölgesi’nin otonomi ilânı ile Mahabad Kürk Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilânını destelediler. Sovyetleri İran’dan çıkaramayacağını anlayan hükümet onunla 1946’da bir anlaşma imzalayarak, Kuzey İran petrollerinin %51’ini bu ülkeye terk etmeyi kabul etti. Bunun üzerine Sovyet askerleri de İran topraklarından çekildi. Ancak bu çekilme işlemi tamamlandığında İran Parlamentosu henüz anlaşmayı onaylamamıştı. İşte bu notada ABD devreye girerek Parlamentoyu cesaretlendirdi ve anlaşmanın onaylanması oybirliği ile reddedildi. (2 TUDEH Milletvekili evet demişti) Böylece, 1919’dan sonra İran Parlamentosu ülkenin dış baskıdan kurtulmasında yeni bir tarihi görevi yerine getirmiş oluyordu. Bir çok tarihçi, bu süreci Soğuk Savaşın başlangıcı olarak yorumlamaktadır. Ancak şurası kesindir ki, İran’ı Sovyet baskısından kurtaran ABD’nin açık ve net desteği idi ve bu ABDİran yakınlaşmasının da başlangıcıydı. “Saygın Ülke Amerika” algılaması hem politik çevrelerde ve hem de halk arasında son derece yaygındı. Ancak, zaman içerisinde İran halkının “saygın ülke” den “şeytan ülke” algılama-

50

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

sına nasıl savrulduğu siyaset bilimcileri ve dış politika uzmanlarının cevap arayacakları bir soru olduğu kadar, ABD’yi yönetenlerin de üzerinde düşünmeleri gereken bir konu olduğuna şüphe yoktur. Bu sorunun bilinen cevabı, İngiltere’nin İran petrollerini işleten şirketi ile İran’ın düştüğü anlaşmazlıktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, ABD’nin desteği ile ülkenin kontrolünü sağlayan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, bu ülkeye dayanarak muhalefete karşı sert bir tutum içerisine girdi. İngiltere’nin İran’a petrolden verdiği payın azlığı ve dünya standartlarının altında olması muhalefetin elindeki en önemli silahtı. Parlamento’da Muhammed Musaddık önderliğinde oluşan Milli Cephe, şirketin millileştirilmesini isteyince gerilim tırmandı. Şirketin millileştirilmesine taraf olmayan Başbakan Razmara’nın bir suikastta öldürülmesi ülkede bir kaos ortamı yarattı. Gittikçe İran’la İngiltere arasında bir gerilim ortaya çıktı. İngiltere ve ABD ile hareket eden Şah, 1952 yılında seçimleri muhalefetin kazanması üzerine Başbakanlık görevini Musaddık’a vermek zorunda kaldı. Musaddık İran petrollerini derhal millileştirme kararı alıp, Şahı da ülkeden çekilmeye ve Şahlık rejimine son vermeye kalkınca İngiltere’nin yönlendirmesiyle devreye ABD girdi ve CIA tarafından Kıbrıs Adasından İngiltere ile birlikte yönetilen Ajax Operasyonu adı verilen bir darbeyle Musaddık İran Ordusu tarafından darbeyle devrildi ve tutuklandı. Kaçtığı Roma’dan Tahran’a dönen Şah Muhammed Rıza Pehlevi, 1953’de, tekrar tahtına oturdu. Bundan sonra, İran ABD’nin en vazgeçilmez müttefiklerinden biri oldu. Bu ilişki öylesine yakındı ki, İran’da Şah denilince ABD, ABD denilince de Şah akla geliyordu. Soğuk Savaş Dönemi’nde bu yakınlık İran dış politikasının tamamen ABD tarafından

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

yönlendirildiği anlamına geliyordu. Nitekim bölgedeki ABD projeleri olan Bağdat Paktı ve daha sonraki CENTO gibi kuruluşların gönüllü üyelerinin en başında İran yer almıştır. 1979 yılında Şah’ın devrilmesine kadar İran’ın bağımsız bir dış politikasından söz etmek mümkün değildir. Stephen Kınzer, İran Halkının seçtiği bir liderin ABD tarafından düzenlenen bir darbeyle devrilmesini büyük bir ironi olarak takdim ederken, bundaki ABD kazancının sadece İran Halkının düşmanlığı olduğunu vurgulamaktadır. İran Halkında beliren ABD düşmanlığı en çok bu ülkedeki dini çevrelerin işine yaramıştır. Muhammed Rıza Pehlevi, 1960’lardan sonra, muhalefete ve özellikle din adamlarına karşı çok sert önlemler aldı. Yıllar sonra kendisini devirecek olan Ayetullah Humeyni’yi sürgüne gönderdi. 1965’de, gerçekleştirmeye çalıştığı Beyaz Devrim muhalefetin etkinliğini kıracak yerde daha da güçlenmesine neden oldu. 1973 Petrol Krizi ile İran’ın gelirleri katlanırken bunun halka yansımaması ve elde edilen gelirin silâha yatırılması muhalefetin eyleme geçmesine ve sokaklara dökülmesine yol açtı. Şah’ın ülkeyi terk etmesiyle birlikte Humeyni 1 Şubat 1979’da sürgünde bulunduğu Paris’ten 3 milyon kişi tarafından karşılandığı Tahran Hava Alanı’na inerek bu günkü İran rejiminin temelini attı. Musaddık’ın devrilmesinden sonra İran’da oluşan ABD aleyhtarlığı Humeyni’nin elinde adeta bayraklaştı. İran İslâm Cumhuriyeti kuruldu ve ABD ile köprüler derhal atıldı. İki ülke ilişkilerinin tamamen kopmasında, ABD’nin

ORSAM

İran’ın kendi bankalarındaki mal varlığını dondurması ve buna İran’ın Tahran’da ABD Elçiliğindeki ABD vatandaşlarını rehin alarak karşılık vermesi etkili oldu. Humeyni İran’ın dini lideri olduğu kadar dış politikanın da en önemli aktörü idi. Ancak bunun sonucu şu oldu ki, İran Humeyni ile birlikte yüzyıllardan sonra, Şiiliği dış politikasında yeniden aktif hale getirmiş oluyordu. Irakla girilen savaşta bu davranışın etkisi genişti. Humeyni ile birlikte İran’ın dış politikadaki ataklarından biri de İsrail’le ilişkilerin kesilmesi ve hedef olarak seçilmesiydi. Bu politika biraz da İsrail’le mücadele eden Sünnî Arap ya da İslâm ülkelerinin ellerinden bayrağı devralmayı ve tüm İslâm Dünyası’nda İran’ın prestijini yükseltmeyi amaçlıyordu. Bunun kısmen başarılı olduğuna şüphe yoktur. Humeyni’nin 1989’da ölmesinden sonra, gerek yerine gelen dini lider Seyyid Ali Hameney, gerekse siyasi liderler İran’ın dış politikasını, sertlik bağlamında, Humeyni’nin de ötesine taşıdılar. Çünkü bunu yaparken hem Humeyni’ye ne kadar sadık kaldıklarını gösteriyor ve hem de kendilerine karşı oluşabilecek bir muhalefetin dikkatini İran’ın düşmanlarına çeviriyorlardı. Özellikle ABD ile rekabet eden Rusya ve Çin gibi ülkelerin dostluğu da bu politikanın diğer bir artısı olarak kazanç hanesine yazılıyordu. İran’daki rejimi asla tasvip etmeyen ülkelerde bile sırf ABD’ye ve İsrail’e kafa tuttuğu için İran’ın dış politikası övülmekte. Günümüzde İran’ın Batı ile yaşadığı nükleer krizi de bu politikanın bir uzantısı olarak okumak gerekir.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

51

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.9. Ortadoğu’da Su Sorunu Dr. Tuğba Evrim Maden

ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı



Su, insan yaşamının en önemli ihtiyaçlarından biridir. Su, insan vücudunun ihtiyacını karşılarken, uzun yıllardır tarım, endüstri ve teknoloji gibi alanlar da yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Su, istenilen yer ve zamanda ekonomik olarak elde edilememektedir. Su dağılımının dengesizliği yanında nüfusun artması, ülkelerin gelişmişlikleri ile doğru orantılı olarak suyun diğer alanlarda da kullanılmaya başlanılması, gelişen teknoloji ve sanayinin su kaynaklarını kirletmesi ve değişen iklim koşullarının su kaynakları varlığını olumsuz bir şekilde etkilemesi ile dünya üzerinde çeşitli bölgelerde su kaynaklarının yetersizliği, su sorunu yaşanmasına neden olmuştur. Su sorunu yalnız bir ülkenin sosyal yapısını veya ekonomisini etkileyen bir sorun olmaktan çıkmış artık aynı havza içinde yer alan ülkelerin de dış politikalarını etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir. Su kaynaklarının azalması ile günümüzde ve gelecek dönemlerde ülkeler su yetersizliği nedeniyle kendi coğrafyalarında yaşayan canlı türlerinin yaşamının tehlike altında olması ile yüz yüze gelecektir. Yukarı kıyıdaş (memba) ülkelerde, sınıraşan suyun kullanımı veya yanlış kullanımı, aşağı kıyıdaş (mansap) ülkeyi doğrudan etkilemektedir. Yapılan çalışmalar ile 2025 yılında 3 milyar insanın su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacak ülkelerde yaşayacağı tespit edilmiştir. Şimdiden birçok ülke su sıkıntısı ile karşı karşıyadır. Suya artan talebi karşılayabilmek için

52

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

yüzey suları yetersiz kalmakta, bu sebeple yeraltı suları kontrolsüzce kullanılmakta ve su tablalarının seviyeleri aşağıya düşmektedir. Suyun yaşam için temel bir kaynak olması ve yaşanan sıkıntılar sosyal gerilime, rekabete ve çatışmaya sebep olmaktadır. Artan su sıkıntısı, coğrafi koşullar ile de bir araya gelince, kıyıdaş ülkeler arasında uluslararası nehrin kullanımına ilişkin anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Birçok ülkenin su kaynakları, sınıraşan su özelliği taşımaktadır. Yerküre üzerinde yaklaşık 264 adet uluslararası nehir havzası bulunmaktadır ve bu havzalar yerkürenin yarısını kaplarken, toplam su kaynaklarının %60’ını oluşturmaktadır ve dünya nüfusunun %40’ından fazlasını etkilemektedir. Coğrafi olarak Avrupa’da 69, Afrika’da 59, Asya’da 57, Kuzey Amerika’da 40, Güney Amerika’da 38 adet uluslararası havza vardır. Bu ülkelerinin su arzı diğer ülkeye de bağımlıdır. Bu durum su kaynaklarını, ulusal güvenlik konularından bir haline getirmektedir. Son yıllarda su kaynaklarının çatışmaların içinde yer alması olasılığı nedeniyle, küresel su sorunları “öncelikli politika” statüsünde yer almaktadır. Su ve çatışma konusu uzun yıllardır literatürde tartışılmaktadır. Su kaynakları, barış için de, savaş için de itici güç olabilmektedir. Devletlerin izleyeceği politikalar ile sonuç işbirliği de olabilir çatışma da olabilmektedir. İsrailli hidrolojist Uri Shamir’in, “siyasi niyet barış ise, su engel oluşturmayacaktır, fakat çatışma için bir sebep aranacak ise su yeter-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

li bir sebep olacaktır”, ifadesi de bunu ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan, 2000 yılında, temiz suya ulaşabilmek için yapılan büyük rekabetin gelecekte, meydana gelecek çatışma ve savaşların kaynağı olabileceğini belirtmiştir. Ek olarak, 2004 Nobel Barış ödülü kazanan Wangari Maathai bir demecinde “ormanların yok olması, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması ve su kıtlığı ile ekolojik kriz ile karşı karşıya olunduğunu, orman, su, toprak, mineral ve petrol gibi kaynakları uygun bir şekilde yönetilmedikçe, yoksulluğa karşı savaşta başarılı olunamayacağını ve barışın var olamayacağını” belirtmiştir. Ayrıca, mevcut politikaların değişmediği surece eski çatışmaların canlanacağı ve yeni kaynak savaşlarının ortaya çıkacağının ifade etmiştir. Çevre ve politika arasında oluşan tehditsel ilişki uzun yıllardır ele alınan bir konudur. Sprout ve Sprout, çevrenin uluslararası politikanın ayrılmaz bir faktörü olduğunu anlatırken, günümüzdeki çevresel güvenlik literatürünün öncülerinden olmuştur. Çevresel güvenlik konusunun tanınmış isimlerinden T. H. Dixon ise, mansap ve memba ulkeler arasında oluşabilecek su savaşlarının sadece sınırlı şartlar bütününde gerçekleşebileceğini ve bu tur örneklerin dünyada az miktarda olduğunu belirtmektedir. Suyun sadece tarihsel olarak askeri bir çatışma sebebi olmadığını ve önümüzdeki yıllarda da savaşlara yol açabileceğini irdeleyen çalışmalar yapılmıştır. Cooley, Starr, Remans, Amery ve daha da popüler olan Bulloch and Darwish yayınlarında su savaşlarının kurak bölgelerde özellikle de Ortadoğu’da çıkabileceğini işaret etmektedir. Westing, sınırlı su kaynağı için yapılan rekabetin politik gerilimi arttıracağı, hatta savaşa kadar gidebileceğini söylemiştir. Gleick, su kaynaklarını askeri ve politik birer amaç olduğunu, Ürdün, Fırat, İndus, Ganj, Rio Grande ve Nil nehirlerini örnek vererek tartışmıştır. Özellikle sınıraşan sularda tipik uyuşmazlık

ORSAM

sebebi, aşağı kıyıdaşın, yukarı kıyıdaşın yarattığı kirliliğe, aşırı sulama veya baraj yapmasına karşı çıkmasıdır. Bu faaliyetler aşağı kıyıdaşa ulaşan suyun kalitesini ve miktarını etkilemektedir. Askeri müdahalelere de sebep olmuş bu faaliyetlere birkaç örnek vardır. 1950-1960 yılları arasında İsrail, Suriye ve Ürdün arasında Ürdün ve Yarmuk Nehirlerinin sularını yönünü değiştirmesi sebebiyle çatışmalar çıkmıştır. Bir diğer örnek olan Fırat ve Dicle nehirleri kıyıdaşları Türkiye, Suriye ve Irak arasında Fırat nehri üzerine yapılacak barajlar yüzünden anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Anlaşmazlıkların bir kısmı, Meksika ve ABD örneğinde olduğu gibi Rio Grande Nehri’nde yaşanan kirlilik ve Kolorado Nehri üzerine yapılacak baraj nedeniyle çıkan anlaşmazlıklar barışçıl bir biçimde yönetilmiştir. Güncel çalışmalar, uluslararası ilişkilerde paylaşılan su kaynaklarının önemini ortaya koymuş, sınıraşan sular ve askeri çatışmalar arasında güçlü bir ilişki olduğunu ortaya çıkartılmıştır. Uluslararası ilişkiler çalışmalarının konusu da olan bu durum, uluslararası ilişkilerin ana ekollerince incelenmiştir. Realistlere göre, devletler, geleceklerini ve güvenliklerini etkileyen kaynak, ülke sınırları dışında yer alıyorsa, bu kaynağa sahip olmak zorundadır. Ayrıca, göreceli kazanç ve güvenlik ikilemi üzerinde duran realistler, kaynağın diğer devlet tarafından sahiplenilmesinin bir diğeri için tehdit oluşturabileceğini ve bu durumun kaynak için devletlerin rekabet etmesine neden olabileceğini iddia etmektedirler. Bir diğer ekol liberaller ise daha iyimser bir bakış acısı ile piyasanın kaynaklar için etkin ticareti yaratacağını ve önemli kaynaklardan yoksun olan devletlerin eksiklerini uluslararası piyasadan sağlayabileceğini belirtmiştir. Marksistler ise ekonomik sistem içerisindeki eşitsizliğin önemine odaklanmış ve kaynak kıtlığının hem küresel hem de içte eşitsizliğe sebep olacağını, bu durumunda devletlerarası ve devlet içinde çatışmaları arttıracağını belirtmiştir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

53

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Yukarıda belirtilen üç ekol tartışmalarının odağında, gözden kaçırdıkları bir durum söz konusudur. Dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde, su kaynaklarının yönetimi kıyıdaşların maruz kaldığı kıtlığa göre değişiklik göstermektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi tatlı su kaynakları dünya üzerinde eşit dağılmamıştır. Özellikle Avrupa ve Amerika bol su kaynaklarına sahipken, Ortadoğu gibi bölgeler ise günden güne su kıtlığı ile karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple, sınıraşan suların yönetimine ilişkin kurumların oluşturulması ve başarılı olamamasında farklılıklar gözlenmektedir. Avrupa’da, Tuna ve Ren Nehri sularının yönetimi için oluşturulmuş kurumlar uzun süredir görevlerini yerine getirmektedir. Kuzey Amerika’da ise ABD-Kanada arasında karşılıklı olarak 50 yıldır, sınıraşan suların yönetimi için kurumlar varlıklarını sürdürmektedir. Fakat söz konusu Ortadoğu olduğunda nehirlerin ortak yönetiminde çok az başarılı olunmuştur, çünkü suyun kıtlaşan bir kaynak olduğu bu bölgede su, devletlerin bekası için önemli bir kaynaktır. Kıt bir kaynak üzerinde devletlerin ortak bir karara varması ve ortak bir yönetim sağlayabilmesi zorlaşmaktadır. Su sıkıntısın yaşandığı Ortadoğu’da kurumsallaşmanın zayıf, Avrupa’da ise tatlı su kaynakları ile ilgili kurumsallaşmanın yaygın olduğu görülmektedir. En az su sıkıntısının yaşandığı Amerika’da ikili ilişkiler ile oluşmuş kurumsallaşmalar yaygındır. Ortadoğu’nun Su Sorunu Ortadoğu dünya nüfusunun yüzde 5’ine sahipken suların ise yüzde 1’ine sahiptir. Yaklaşık olarak 25 nehrin yer aldığı coğrafyada su miktarı sıkıntısının yanında günümüzde su kalitesi problemi de yaşanmaktadır. Tuzluluk, sanayi, evsel ve tarımdan dönen sular kirliliğe sebep olmaktadır. Ortadoğu’da sulara ilişkin bir diğer sorun ise hakkaniyet sorunudur. Su sorunun yerel, ulusal ve uluslararası boyutta etkili olmaktadır. Su kaynakları dev-

54

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

letlerin ilişkilerini etkileyen ve kullanımı da bu ilişkilerden etkilenmektedir. Ortadoğu’da suyun ana kaynağı nehirler ve akiferlerdir. En önemli nehir havzaları Nil, Fırat-Dicle, Ürdün ve Asi havzalarıdır. Yüzeysularının yetersiz olduğu bölgelerde su ihtiyacı su kaynaklarından temin edilmektedir. Yeraltı sularının yoğun kullanımı, söz konusu su kaynağının varlığını tehlikeye atmaktadır. Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırları içerisinde yer alan Dişi akiferi, İsrail ve Filistin’in sınırları içerisinde Mountain (dağ) akiferi önemli örneklerdir. Ortadoğu’da su kullanımı ekonomiyi doğrudan etkilemektedir. Ortadoğu’da su kullanımı %60-90 oranında tarım amacıyla, %1-10 arası sanayi, %3- 10 içme, %3-20 hijyen amacıyla kullanılmaktadır. Ortadoğu’da Su Sorununun Sebepleri: • Hızlı Nüfus Artışı • Çatışmaların Yoğun Olması • Gıda Güvenliği Endişesi • Yarı-Kurak İklimin hakim olması • Su Kaynakların Yetersiz Olması • Su Kaynaklarının Eşit Dağılmaması • Su Kalitesinin Bozulması • Su kaynakların çoğunluğunun sınıraşan özellikte olması Orta Doğu’nun Başlıca Nehirleri • Fırat Ve Dicle Havzası (Fırat nehri 32 milyar/ m³/yıl, Dicle nehri 52 milyar/m³/yıl) • Şeria (Ürdün) Nehri Havzası -1.6 milyar/ m³/yıl • Nil Nehri Havzası -84 milyar/m³/yıl • Asi Nehri Havzası - 2,470 milyar/ m³/yıl Nil Nehri Havzası Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla; Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Uganda, Tanzanya, Brundi, Ruanda, Kenya, Eritre, Etiyopya, Sudan, Güney Sudan, Mısır Nil nehri 2,9 milyon km²’lik alanı ile Afrika kıtasının yüzde 10’una denk gelmektedir. Dünyanın en

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

uzun nehri olan Nil Nehri, 6825 km uzunluğundadır. Beyaz Nil olarak Victoria gölünden doğan Nil nehrine Etiyopya’dan doğan Mavi Nil kolu Sudan’da katılır. Nil nehri sularının büyük bir yüzdesi Mavi Nil’den kaynaklanmaktadır. Aswan Barajında Nil nehrinin toplam akımı 84 milyar m³/ yıldır. Bu miktarın yüzde 85’i yani 72 milyar m³’u Etiyopya’dan, 12 milyar m³’u diğer kıyıdaşlardan sağlanmaktadır. Havzada imzalanan en önemli anlaşma 1959 yılında Sudan ve Mısır arasında imzalanan ikili anlaşmadır. Bu anlaşma havzada yer alan diğer kıyıdaşların kullanımını kısıtlamıştır. 1961 yılında Tanzanya bağımsızlığını kazanması ile Nyerere doktrinini acıklanmış ve bu doktrine göre koloniyel dönemde imzalanan anlaşmalara bağımsızlığını kazanan ülkeler uymayacaktır. Şeria (Ürdün) Nehri Havzası Havzada yer alan kıyıdaş ülkeler sırasıyla; Lübnan, İsrail, Filistin, Ürdün, Suriye’dir. Şeria Havzası iki ana bölümden meydana gelir. İsrail’den doğan Dan kolu, Lübnan’dan doğan Hasbani kolu ve Golan tepelerinden gelen Banias kolları birleşerek İsrail tarafından kurutulan ve tarıma açılan Hulek gölüne daha sonrada Galile (Kineret-Tiberias) gölüne boşalır. Bu bölüm Yukarı Ürdün’dür. Galile gölünden Ölüdeniz’e (Lut Gölüne) kadar uzanan bolumu Aşağı Ürdün’dür. Aşağı Ürdün’e Galile Gölü çıkışı Yarmuk Nehri katılır. Yarmuk nehri Suriye ve Ürdün’den kaynaklanır ve Ürdün-İsrail arası sınır oluşturur. Toplam Drenaj alanı 18,140 km²’dir. Bu alanın 7216 km² Ürdün’de, 6445 km² Suriye’de, 712 km² Lübnan’da, 1842 km²’si Batı Şeria’da ve 1925 km²’si 1967 yılı öncesi İsrail sınırlarında yer alır. Deniz seviyesinin 395 m altında olup dünyanın en tuzlu gollerinden biridir. Ürdün nehrinden Ölüdeniz’e 1950 öncesi 1,3 milyar m³ su girmekteydi. Ama günümüzde Ürdün

ORSAM

nehrinin yoğun kullanımı nedeniyle bu rakam azalmış ve göl seviyesi düşmüştür. Ürdün, İsrail ve Filistin’in tek yüzey suyu kaynağı bu nehirdir. Söz konusu nehrin sularının kullanımı ve tahsisi için Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze çeşitli projeler hazırlanmıştır. Bu projelerin hiçbirisi başarıya ulaşmamıştır. Her havza ülke kendine göre hazırladığı projelerde durum kötü bir hal almıştır. Bu gelişmelerle 1955 yılında Johnston planı hazırlanmıştır. 1953’ten itibaren hazırlan iki yıllık süreç içerisinde beş konu ele alınmıştır. - Kıyıdaş ülkelerin su kotası, - Galile gölünün bir depolama tesisi olarak kullanılma - Ürdün nehri sularının havza dışına iletilmesi - Lübnan’ın ulusal suyu Litani’nin Ürdün’le birleştirilip kıyıdaşlara tahsis - Uluslararası denetim ve garanti hususları Bu plana hem İsrail, hem de Arap ülkeleri itiraz etmiştir. Fırat-Dicle Havzası Havzada yer alan Kıyıdaş Ülkeler; Türkiye, Suriye ve Irak’tır. Türkiye’nin mevcut su potansiyeli (DSİ, 2010) • Ortalama yıllık yağış: 643 mm • Toplam yıllık yağış miktarı: 501,0 km³ • Yüzey suyu akışı: 186,05 km³ • Buharlaşma: 274,0 km³ • Yeraltısuyu : 41,0 km³ Ülkemizin topografik ve iklim koşulları nedeniyle yağış çok düzensiz dağılmıştır. Ortalama yıllık yağış 642 mm olmakla beraber Karadeniz bölgesinde 2000 mm’nin üstünde Orta Anadolu’da ise özellikle Tuz gölü havzasında bu rakam 250 mm’ye kadar düşebilmektedir. Falkenmark İndeksi ülkelerin kullanılabilir su miktarının ülke nüfusuna bölünmesiyle elde edilen ve ülkenin su ilişkin durumunu gösteren bir indekstir. Bu indekse Gore;

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

55

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Su (m3/kişi/yıl) Sınıflandırma 1700 ve ustu 1700-1000 1000-500 500 ve altı

Su baskısı yok Su sıkıntısı Su kıtlığı Mutlak su kıtlığı

Bu indekse göre Türkiye su zengini bir ülke midir? Devlet Su İşleri (DSİ)’nin Türkiye’nin su potansiyeli hesaplarına Gore Türkiye kişi başına yıllık 1652 m³ su potansiyeline sahiptir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tahminlerine

Gore Türkiye nüfusu 2030 yılında 100 milyona ulaşacak ve su potansiyeli kişi başına yıllık 1120 m³’e düşecektir. Türkiye su sıkıntısı yaşayan ülkeler arasında yer alacak ve kaynakların çok daha etkin kullanmayı amaçlayan politikalar izlemek durumda olacaktır.

Suriye’nin mevcut su potansiyeli (FAO, 2009) • Ortalama yıllık yağış: 252 mm • Toplam yıllık yağış miktarı: 46,67 km³ • Yüzey suyu akışı: 12,63 km³ • Yeraltı suyu : 6,174 km³

Irak’ın mevcut su potansiyeli (FAO, 2009) • Ortalama yıllık yağış: 216 mm • Toplam yıllık yağış miktarı: 94,68km³ • Yüzey suyu akışı: 74,33km³ • Yeraltısuyu:3,28 km³ Fırat-Dicle Havzası Kıyıdaş ülkelerinin havzaya katkıları Nehir

Yıllık Akım 3

56

Ülkelerin Katkısı

Milyar/m

Türkiye

Suriye

Irak

Fırat

35

31,6 (%90)

3,4 (%10)

0

Dicle

52,7

21,3 (%40)

0

31,4 (%60)

Toplam

87,7

52,9 (%60)

3,4 (%4)

31,4 (%36)

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Fırat nehri 2700 km uzunluğu ile güneybatı Asya’nın en uzun nehridir. Havza alanı toplam 82,330 km2’dir. Tabloda da gördüğünüz gibi nehre en büyük katkı Türkiye’den sağlanmaktadır. Suriye’nin katkısı yüzde 10 iken, Irak’ın katkısı yoktur. Dicle nehri güneybatı Asya’nın ikinci büyük nehridir. Türkiye’nin ana ve ara kollarla katkısı yaklaşık yüzde 21’dir. Nehrin ana kaynağı Irak’tır. İran, Karun ve Küçük zap ve ara kollar ile yüzde 10’luk bir katkı sağlamaktadır.

• • • •

Türkiye-Suriye-Irak Su İlişkileri Tarihçesi • 1950: Suriye, drenaj ve sulama projesi olan Ghap vadisi projesi için Dünya Bankası’na kredi başvurusu. • 1953: DSİ Kuruldu. • 1956: Suriye, Orantes Barajı yapılmaya başladı. • 1962: Suriye ve Irak aralarında Fırat nehri debisi ve sevilerine ait veri alışverişli kararına vardılar. Irak, Fırat nehri üzerinde tarihi hakları konusunu gündeme getirdi. • 1965-1973: Türkiye Keban Barajı’nı yapma kararını verdi ve Irak ve Suriye’ye Türkiye Suriye sınırında 350 m³/sn suyu bırakacağını taahhüt etti. • 1966: Suriye, Irak’ın tarihsel haklar iddiasını reddetti. Ve Irak’a Fırat nehrinde %59 su vermeyi kabul etti. • 1968-1973: Suriye, Tabka barajını yaptı. • 1975: Keban ve Tabka barajlarının dolum süreci nedeniyle, Irak ve Suriye savaş noktasına geldi. Suriye, Tabka barajından yılda 200 milyon metreküp su bırakmaya karar vermiştir. • 1976-1987: Türkiye Karakaya Barajı’nı yapmaya karar verdi. • 1979: Türkiye Dünya Bankası’na, Karakaya Barajı için kredi başvurusu aşamasında tek taraflı olarak saniyede minimun 500 metreküp su bırakacağını belirtmiştir. • 1980: Türkiye ve Irak Karma Ekonomik komisyonu bir araya geldi ve Ortak teknik

• •

ORSAM

komite kurma kararı aldı. 1982: Komitenin ilk toplantısı Türkiye ve Irak arasında gerçekleştirildi. 1983: Komiteye Suriye’de katılır ve üçlü görüşmeler başlar. Türkiye, bu toplantıda PKK ve ASALA’yı gündeme getirir. 1983-1992: Türkiye, Atatürk Barajı’nı yaptı. 1984: Türkiye ve Irak güvenlik protokolü imzaladı. (15 Ekim 1984’te Türkiye ile Irak bir Güvenlik Protokolü yaptılar. Birbirlerinin topraklarında 5 km’ye kadar “Sıcak Takip” yapma olanağı yarattılar. Bu protokol Ekim 1988’e kadar yürürlükte kalacaktır.) 1984: Hidroelektrik üretim projesi olarak hazırlanan GAP, entegre sosyo-ekonomik geliştirme programına dönüştürüldü. 1984: Üç Aşamalı Plan - Su Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları - Toprak Kaynakları ile ilgili envanter çalışmaları - Mevcut Toprak ve Su kaynaklarının birlikte değerlendirilmesi 1984 yılında Ortak Teknik Komite (OTK) toplantısında Türkiye tarafından dile getirilmişti

• 1986: Barış Suyu Projesi Seyhan ve Ceyhan nehri sularının Arap ülkelerine iletilmesi (6 milyon m³ su) (Urdun nehrinin 3,5 katı) İki boru hattı ile su iletilecek projenin; Batı Hattı: 3,5 milyon m³/gün-2700 km (Hama, Humus, Halep, Şam, Amman, Yanbu, Medine ve Mekke) Doğu Hattı: 2,5 milyon m3/gün – 3900 km (Suriye ve Urdun üzerinden Körfez ülkelerine Kuveyt, Bahreyn, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri) • 1987: Türkiye Şam’da iki protokol imzalar. Türkiye, nihai bir anlaşmaya kadar Fırat nehrinden Suriye sınırından saniyede 500 metreküp su bırakacağını taahhüt eder. İkinci protokol ise güvenlik protokolünde Suriye PKK’ya verdiği desteğe son vereceği sözünü verir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

57

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1987 Protokolü Turkiye-Suriye arasında imzalanan bu protokolle Turkiye, yıllık ortalama 500m3/sn suyu Türkiye- Suriye sınırından vermeyi kabul etmektedir. Yıllık debinin 500m3/sn’nin altına düştüğü yıllarda ise, Turkiye tarafı aradaki farkı bir sonraki yılda telafi etmeyi kabul etmektedir. Suriye, 1990 yılında Irak’la imzaladığı protokol ile Turkiye’den gelen 500m3/sn suyun %58’ini Irak’ın kullanımına bırakmıştır. • 1989: Nisan ayında, 13. Ortak Teknik Komite toplantısında Suriye Irak’a 500 metreküp/saniye suyun yüzde 58’in bırakacağını yapılan ikili bir anlaşma ile taahhüt eder. • 1989: Ekim ayında, Türkiye Suriye’nin 1987 güvenlik protokolüne sadık kalmadığını ilan eder. • 1989: Kasım ayında, Türkiye Atatürk barajını doldurmaya başlayacağını ve 13 Ocak12 Şubat 1990 tarihleri arasında Fırat nehri sularını derive edeceğini ilan eder. Bu arada TR-SY sınırından saniyede 1000 metreküp su bırakır. • 1990: Mayıs ayında Irak, Türkiye’ye Suriye sınırında saniyede 700 metre küp su bırakması için ısrar eder. Türkiye reddedince, Irak’ta 1984 güvenlik protokolünü yenilemeyeceğini belirtir. • 1990: 2 Ağustos tarihinde Irak, Kuveyt’ e saldırır. Türkiye koalisyonu destekler ve Irak’a karşı İncirlik üssünün kullanılmasına izin verir. • 1991: Suriye, Türkiye’de yapılacak Su Zirvesine katılmayı reddetti. • 1992: Türkiye, Irak’ın 700 metreküp/saniye talebini reddetti. • 1995: Aralık ayında Şam’da toplanan yedi Arap ülkesi, yayımladıkları Şam Deklarasyonu ile Türkiye’nin Suriye’ye kirli su bıraktığı konusunda suçlamışlardır. • 1996: Suriye ve Irak, Birecik barajının inşasını protesto etmişlerdir. Bu durumu Arap ligine bildirmişler ve inşa konsorsiyumunda yer alacak ülkelere de uyarı iletmişlerdir. • 1996: Mart ayında Türkiye ve İsrail güvenlik anlaşması imzalamışlardır. Bu gelişme Irak ve Suriye tarafından protesto edilmiştir.

58

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

• 1997: BM, Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla Kullanımlarına İlişkin Sözleşmesi imzaya açıldı. Türkiye, Çin ve Burundi karşı oy kullandı. 103 ülke olumlu oy verirken, 27 ülke tarafsız kaldı. (27 Mayıs 1997 tarihinde Genel Kurulda oylamaya açılmıştır) sözleşmenin yürürlüğe girmesi için 35 ülkenin onaylaması yeterlidir. Su an itibariyle 25 ülke onay vermiştir. 1998: Suriye ve Irak, Fırat-Dicle nehirlerine ilişkin ikili görüşmeler yaptı ve Türkiye katılmadı. • 1998: Adana Mutabakat • 1999: Türkiye-Suriye ilişkilerinde yumuşama (dini bayramlarda sınırların açılması geçişlere izin verilmesi • 2000: Hafız Esad’ın vefatı ve Başer Esad’ın göreve başlaması. • 2001: GAP BKİ –GOLD (Suriye Sulama Bakanlığı Arazi Islah Müessesesi) Protokolü • 2002: Uygulama Dokümanının yayımlanması. • 2007: İlgili Bakanlıkların dönem dönem toplantı yapması. • 2009: 3 Eylül tarihinde su sorununu çözmek için Türkiye, Irak, Suriye Üçlü Bakanlar Toplantısı Ankara’da yapıldı. Toplantıya, Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Irak Su ve Doğal Kaynaklar Bakanı Abdüllatif Camal Raşit ile Suriye Sulama Bakanı Nader Al Bounni katıldı. • 2009: Çevre Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu ve Suriye Sulama Bakanı Nadir El Bounni mutabakat zaptı imzalamışlardır. İmzalanan 51 mutabakat zaptı içerisinde Asi nehri üzerinde “Asi Dostluk Barajını” yapılması da yer almaktadır. • 6 Şubat 2011: Asi Dostluk Barajı’nın temeli atıldı.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

1998 yılında imzalanan Adana Mutabakatı sonrası, 2000 yılına kadar iki ülke ilişkilerinde güven inşa etme çalışmaları devam etmiştir. 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in 13 Haziran 2000 tarihinde Hafız Esad’ın cenazesine katılması, iki ülkenin değişmeye başlayan ilişkilerinin gözler önüne sermiştir. 2000 yılında Suriye Başbakan Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Ankara’ya yaptığı resmi ziyaret ile ilişkiler olumlu bir gelişme sureci içine girmiştir. 2002 yılı sonrası Türk dış politikasının değişmesi ve Ortadoğu’ya yönelmesi, 2003 yılında Irak işgali ile ABD’nin Suriye üzerinde hissedilen etkisi, Suriye’nin güvenlik kaygıları, izole edilmiş hissi ve Irak’ın parçalanma ihtimalinin iki ülke üzerinde yarattığı ortak güvenlik endişesi Türkiye ve Suriye’yi yakınlaştırmıştır. İki ülke arasında gelişen güven, ekonomik ilişkileri geliştirme adımlarının da atılmasını sağlamıştır. 22 Aralık 2004 tarihinde Türkiye ve Suriye ilk Serbest Ticaret Anlaşmasını imzalamıştır. Bu anlaşma ile iki ülkenin sınırları tanımlanmış ve Suriye Hatay’ın Türkiye sınırları içerisinde yer aldığını kabul etmiştir. Türkiye-Suriye ilişkileri 2003 yılında yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle önemli ivme kazanımlarına sahne oldu. Sözgelimi, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 2004 yılında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret bu konuda önemli bir adım olmuştur. 1946 yılından bu yana bağımsız Suriye tarihinde ilk defa Suriyeli bir devlet başkanı Türkiye’ye geliyordu. Bu ziyaret, iki ülke ilişkileri açısından olduğu kadar, bölgesel dengeler açısından da yepyeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanmıştır. 22 Aralık 2004 tarihinde Başbakan Recep Erdoğan’ın Suriye ziyareti sırasında Suriye Başbakanı Otri ile görüşmüş ve Asi nehri uzerinde yapılacak ortak bir baraj için işbirliği ve teknik destek verebileceğini belirtmiştir. Türkiye’de 20.000 hektar Suriye’de 10.000 hektar alanı sulamayı hedefleyen bu projede elektrik üretimi de yapılacaktır. Türkiye ve Suriye, 16 Eylül 2009 tarihinden itibaren Yüksek Düzeyli Stratejik

ORSAM

İşbirliği Konseyi (YDSK) çerçevesinde toplantılar yapılmasına karar verilmiştir. 22-23 Aralık 2009 tarihlerinde Şam’da düzenlenen Türkiye-Suriye YDSK Birinci Başbakanlar Toplantısı’nda yaklaşık 50 adet Mutabakat Zabıtları ve Anlaşma imzalanmıştır. Bu belgelerden su ve cevre ile ilgili olanlar sırasıyla; 1. Asi Nehri üzerinde “Dostluk Barajı” adı altında Ortak Baraj İnşa Edilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı, 2. Suriye’nin Dicle Nehrinden Sulama Amaçlı Su Çekimine İlişkin Mutabakat Zaptı, 3. Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Etkin Kullanımına İlişkin Mutabakat Zaptı, 4. Su Kalitesinin İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Zaptı, 5. Meteoroloji Alanında Mutabakat Zaptı, 6. Çevre Koruma Alanında İşbirliği Anlaşması’dır. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Bakanlar ikinci toplantısı 2-3 Ekim 2010 tarihleri arasında Suriye’nin Lazkiye şehrinde toplanmıştır. İkinci toplantıda imzalanan anlaşmaların durumları incelenmiştir. 2009 yılında yapılan toplantıda Asi nehri uzerinde Türkiye-Suriye sınırında, iki ülkenin %50-%50 iştiraki ile “Asi Dostluk Barajı”nın yapılması için bir mutabakat imzalanmıştır. 6 Şubat 2011 tarihinde Asi Dostluk Barajı temeli iki ülkenin Başbakanları ve Bakanlarının katılımıyla atılmıştır. Ortadoğu’da 2011 yılının başında ortaya çıkan Arap Baharı, Mart ayından itibaren Türkiye’nin komşusu Suriye’yi de etkisi altına almıştır.  Suriye’de meydana gelen olaylar, iki ülkenin olumlu bir gidişat içinde olan son on yıllık ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiştir. İki hafta önce, Türkiye’nin Fırat ve Dicle sularını, barajların kapaklarını kapatarak Suriye’yi içme suyundan yoksun bırakılması ve Beşar Esad üzerinde baskı yaratmasıyla ilgili yazılar dış basında analizlerde yer almıştır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

59

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Daha önce de belirttiği gibi insan hayatı için suyun önemli bir kaynak olduğu her zaman Türkiye’nin önceliğinde yer almıştır.  Kasım 2011’de Türkiye, Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayabileceğini belirtirken, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hem Suriye hem de Irak için önemli olan, Türkiye’den doğan ve Suriye’ye ve daha sonrasında Irak’a akan sınıraşan sularda herhangi bir su kısıtlaması yapılmayacağını belirtmiştir.  Türkiye’nin bugüne kadar izlediği su politikaların su kaynakları bir tehdit unsuru ve ya silah olarak kullanılmamıştır.  Sınıraşan sularda özellikle de Fırat-Dicle havzası kıyıdaşları Irak ve Suriye ile her zaman işbirliği içerisinde suların hakça, makul ve optimum olarak tahsisini isteyen Türkiye’nin, Suriye ile son günlerde gerilimin daha da çok arttığı bu durumda,  uzun yıllardır oluşturduğu su politikasına tezat bir davranışta davranmayacaktır. Sonuç • Su kaynakları açısından kıt bir bölge olan yerel, ulusal ve uluslar arası ölçekte etkilerini yaşamıştır. • Ortadoğu’nun politik durumu, su kaynakları yönetimi doğrudan etkilemektedir. • Teknik bir durum siyasi bir durum olarak algılanmaktadır.

60

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

• Kıt olan su kaynakları en iyi şekilde yönetilerek verimli bir şekilde kullanılabilir. • Doğru su yönetim doğru veriler ve işbirliği ile sağlanabilir. • Veri problemi. • İşbirliği zayıf, özellikle kurumsallaşma da zayıf. • Yıllık yağış ortalamasında bir düşüş söz konusu, bolgenin iklimi nedeniyle buharlaşma da çok fazla. Irak’ta henüz iç dengeler oturabilmiş değil, kendi icinde ve vilayetler arasında da su kaynaklarına ilişkin bir sorun söz konusu, İran Karun ve Dez suları üzerinde proje yapma niyetinde çünkü İran’da su sorunu söz konusu özellikle Merkez bölgesinde. Suriye, Mart ayı itibariyle bir iç karmaşın içerisinde, Asi Dostlu barajı projesi sekteye uğrayabilir. Öncelikle her kıyıdaş üç aşamalı plan örneğinde olduğu gibi su kaynakları ve toprak kaynakları envanteri çıkarmalıdır. Su kaynaklarının tahsisi nufus, sosyal yapı, ekonomi, iklim ve diğer şartlar göz önünde bulundurarak yapılmalıdır. İşbirliği üç kıyıdaşın katılımıyla gerçekleşmelidir. Tarımda su kaybını en aza indirebilecek modern sulama teknikleri kullanılmalıdır. Su kaybının yıpranma ve eskime sebebiyle çok olduğu su şebekelerinin tadilatı ve yenilenmesi yapılmalıdır.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.10. Avrasya ve Ortadoğu’da Enerji Oyunu Osman Göksel

BOTAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, BTC ve NABUCCO Koordinatörü



Petrol Petrol, 19. Yüzyılın ortalarında ABD’nde aydınlatma amaçlı olarak gazyağı elde edilen bir pazar olarak dikkat çekiyordu. Gazyağı petrolün bez parçaları ile kayaların üzerinden toplanıp imbiklenmesi ile elde edilir ve pazarlanırdı. Gazyağı elde edilme işlemi sırasında istenmeyen ürün olan benzin açık çukurlarda depolanır ya da dökülürdü. Sanayi devrimi ile gelişen üretim yöntemleri, enerji olarak insan ve hayvan gücünün ötesinde farklı kaynaklara ihtiyaç duymaya başladı. Buhar üretimi için ilk başlarda enerji kaynağı olarak kömür kullanıldı ve enerji ihtiyacı için ülkeler kendi topraklarında kömür üretimi yapabilmekteydi. Yüksek enerjisi ve sıvı enerji kaynağı olarak kullanılabilmesinin getirdiği kolaylıklardan dolayı petrol, kömürden çok üstün hale geldi. Günümüzde dünya enerji ihtiyacının büyük bir kısmı petrol tarafından karşılanmaktadır. Pazara, boru hatları ve tankerlerle ulaştırılabilmektedir. Tanklara depolanabilmektedir. Paketlenebilir olması her hacimde serbest ticaretini mümkün kılmaktadır. Kendi topraklarında bulunmamasına rağmen İngiliz donanması gemilerinde kömür yerine petrolü tercih etmeye başladı. Bununla birlikte petrol endüstrisinin geleceği de şekillenmeye başladı ve petrol artık uluslararası politikanın bir parçası haline geldi. SSCB, Bakü petrollerine el koydu. Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu’dan çıkartıldı ve herkese yetecek kadar petrol rezervi emniyet altına alındı. İngiltere ve ABD destekli petrol şirketleri İran, Irak ve Suudi

Arabistan’la yaptığı anlaşmalarla yeterli miktarda petrol üretimini garanti altına aldılar. Uluslararası rekabet sonucu petrol fiyatlarını kontrol edebilmek için buna paralel olarak petrol üretimini kontrol altında tutacak bir organizasyon olan OPEC hayata geçti. Ulusal petrol şirketlerinin talebi karşılayacak teknoloji ve yatırım güçlerinin olmamaları, uluslararası petrol şirketlerinin petrol rezervlerine yatırım yapmalarını kaçınılmaz hale getirdi. Artan petrol tüketimi, verimliliği azalan rezervlerin yerini alacak yeni üretim yatırımlarının yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Artan petrol fiyatları bir çok ülke ekonomisini tehdit etmektedir. İşletilebilir petrol rezervleri, günümüzde dünya ekonomisinin adeta birer can damarları durumundadır. Bu paralelde rezervlere olan ulaşım yolları ve petrol fiyatlarını makul düzeyde tutacak üretimin güvenli ve sürekli olmasının sağlanması çok önemlidir. Pazarın ihtiyacı olan petrolü temin etmek için gerekli ilave yatırım sahaları, uluslararası temayüllere göre açılmaya devam etmektedir. Petrol üreten bazı ülkelerdeki demokratik olmayan ve kolay yönlendirilebilir yönetimler, petrol üretiminin sürekliliği uğruna desteklenmeli ve en azından açıkça eleştirilmemelidir. Teknolojinin gelişmesi ve buna bağlı olarak iletişim imkanlarının artmasıyla söz konusu ülkelerde yaşayan insanların talepleri de artmaktadır. Söz konusu ülkede yaşayanların haklı talepleri ve petrol üretimi uğruna antidemokratik yönetimlerin desteklenmesindeki ahlaki ikilem iyice ortaya çıkmış ve bu ülkelerdeki yönetim değişikliklerinden sonra da petrol üretim sürekliliğinin sağlanması son yıllarda tartışılır hale gelmiştir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

61

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Doğalgaz Boru hatları ile pazara ulaştırılır. Normal koşullarda paketlenebilir ya da depolanabilir değildir. LNG, pazara boru hattı ile bağlanamayan kaynaklarda alternatif olarak tercih edilmektedir. Neden Doğalgaz? • Günümüzde enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılan kaynaklar olan güneş, rüzgar, bio yakıtlar ve nükleer enerjinin; üretilen her bir watt başına birim maliyetinin doğalgaza göre pahalı olması. • Önemli bir enerji kaynağı olan su gücünün bulunduğu ülke coğrafyasına bağımlı olması • Diğer ana enerji kaynağı olan kömürün ise kömür rezervlerine bağlı olması ve her ülkede bulunmaması. • Temiz ve çevre dostu, aynı zamanda maliyet rakamlarının alternatiflerine göre daha uygun olması sebebiyle doğalgazın yıldızı parlamaktadır. Doğalgaz Pazarı • Doğalgaz Tüketim Bölgeleri: • Avrupa ve Uzakdoğu • Doğalgaz Üretim Bölgeleri: • Rusya, Hazar Denizine komşu devletler, İran ve Arap Ülkeleri • Dünyada kanıtlanmış doğalgaz rezervlerini bulunduran ülkeler sırasıyla: Rusya, İran, Katar, Suudi Arabistan, ABD ve Türkmenistan Avrupa İçin Alternatif Doğalgaz Kaynakları • Avrupa Güney Koridoru stratejisi ile ihtiyacı olan gazı Rusya dışındaki kaynaklardan aramaktadır. • Alternatif rezervler: Türkmenistan, İran, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde bulunmaktadır.

62

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

• Azerbaycan’ın kanıtlanmış rezervi azdır ama Türkmen gazını Rusya ve İran dışında kalan bir güzergah ile Avrupa’ya ulaştırması açısından stratejik önemi vardır. Hazar Denizi’nin Statüsü Hazar Denizi’nin statüsü konusunda kıyı ülkeler arasında bir uzlaşma sağlanamamıştır. Bu konuda uzlaşma sağlanmadan Hazar Denizi’nin her iki kıyısı arasında bir boru hattı yapılabilir mi? Sorusunun cevabı tartışmaya açıktır. ABD ve AB’nin uluslararası hukuki yorumlarına göre boru hattı yapılabilir. Azerbaycan ve Türkmenistan, Rusya’nın pozisyonunu dikkate almak durumundadır. Türkiye’nin Durumu Türkiye gaz ihtiyacını Rusya ve İran ile imzaladığı uzun vadeli sözleşmeler ile karşılamaktadır. BTC ile birlikte geliştirilen Şahdeniz rezervlerinden de uzun vadeli sözleşmelerle gaz almaktadır. Ayrıca Nijerya ve Cezayir ile uzun vadeli LNG sözleşmeleri bulunmaktadır. Türkiye’nin Doğalgaz Alım Anlaşmaları: Rusya : 24 bcm/yıl İran : 10 bcm/yıl Azerbaycan : 6,6 bcm/yıl Türkiye’nin LNG Alım Anlaşmaları: Cezayir : 4 bcm/yıl Nijerya : 1,2 bcm/yıl Toplam sözleşme miktarı: 45,8 bcm Türkiye’nin Doğalgaz Tüketimi ve Talep Öngörüleri Türkiye’nin yıllara göre doğalgaz tüketimi 2009 : 35 bcm 2010 : 37,5 bcm 2011 : 43 bcm

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Türkiye’nin önümüzdeki yıllar için doğalgaz talep öngörüleri 2015 2020 2025 2030

: 56,9 bcm : 66,6 bcm : 70,5 bcm : 76,3 bcm

Şahdeniz II Projesi Azeri doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak olan proje, Türkiye ile Azerbaycan arasında 2011 yılında imzalanmıştır. Rus gazına alternatif olarak Kafkaslardan Avrupa’ya gidecek ilk gaz olacaktır. Çıkarılacak 16 bcm gazın 6 bcm’i Türkiye’ye satılacak. 10 bcm Türkiye üzerinden taşınarak Avrupa’ya satılacak. Azerbaycan 500 bcm Avrupa gaz pazarından %2 pay alacaktır. Doğalgaz Pazarı ve Fiyatlandırma Avrupa ve Türkiye’de serbest gaz pazarı olmadığı için, gaz fiyatını genel olarak aşağıdaki faktörler belirlemektedir: Ülkelerin karşılıklı siyasi pozisyonları • Alternatif enerji maliyeti • Gazın taşınması için gerekli yatırımın büyüklüğü Avrupa’da gaz taşımacılığında, gaz fiyatlandırmasının mesafe bazında olacağı kuralı vardır. Yakın olan az, uzak olan fazla ödemektedir. Doğalgaz Fiyatlandırmasında Türkiye’nin Durumu Al ya da Öde şartı ile yapılan anlaşmalar sebebi ile Türkiye doğalgaz rezervlerine Avrupa’dan daha yakın olmasına rağmen Avrupa ile hemen hemen aynı fiyatla gaz kullanmaktadır. Bu durum ekonomiyi olumsuz etkilemektedir. Türkiye’de doğalgaz, büyük

ORSAM

oranda elektrik üretiminde de kullanılmaktadır. Avrupa ise enerjiyi Türkiye’ye göre daha verimli kullanmakta ve yeni üretim usullerinden faydalanmaktadır. Doğalgaz Fiyatlandırmasında Türkiye ve Azerbaycan’ın Durumu • Azeri gazının Türkiye-Gürcistan sınırından Avrupa’ya taşınma bedeli 170 $ • Avusturya’daki gaz fiyatı 400 $ • Azerbaycan’ın Türkiye-Gürcistan sınırında satacağı gazın fiyatı 230 $ Aynı gazın Türkiye fiyatı da Avrupa fiyatı seviyelerinde olduğu için Azerbaycan gazını Türkiye’den uzağa götürmenin hiçbir ticari mantığı bulunmamaktadır. Herkes Serbest Pazarı İstiyor mu? Doğalgaz fiyatını petrol ve petrol ürünleri fiyatına endeksli uzun vadeli anlaşmalar belirlemektedir. Bu avantaja sahip üretici ülkeler fiyatlandırmada kendilerine uygun şekilde politikalar belirlemektedirler. Bu bağlamda dünya genelinde serbest gaz pazarı oluşturmak pek mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin Avantajları Türkiye coğrafi konumunun avantajını kullanarak serbest gaz pazarını genişletebilir. Rezervlere yakın olması ve üzerinden mümkün olduğu kadar çok doğalgaz geçmesi. Gaz miktarının artması Türkiye gaz pazarına rekabet getirebilir. Serbest gaz piyasası orta vadede Türk sanayisine fayda sağlayacaktır. Türkiye’de serbest gaz pazarı oluşturmak yerine, Avrupa için transit bir geçiş güzergahı rolünü üstlenmesi daha uygun görülebilmektedir. Avrupa, kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye’de serbest gaz pazarının oluşturulabilmesini destekleyecektir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

63

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Kaya Gazı

Doğada görülen bir şist mostrası örneği Smoky Irmağı, Peace Irmağı’nın güneyi, Alberta, KaDoğada aa görülen görülenbirbşist ir şist mostörneği trasi örneği Smoky Ir Peac e Irmağ’n nn Doğada mosttras Smokyi Irrmağ, Peac crmağ, e Irmağ’n nn cgüneyi, Alberta, nada Kanada Kanada aa Doğalgaz Kaynaklarının Jeolojik Yapısı Doğalgaaz Kaynakllarnn Jeollojik Yaps

Doğalgaaz Kaynakllarnn Jeollojik Yaps

Yatay Sondaj S ve Hidrolik H Krm ma Yöntem mi

ORSAM ORTADOĞU 64Yatay SOKULU 2012 ve Hidrolik H Krm ma Yöntem mi YAZ Sondaj

güneyi, A

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Yatay Sondaj ve Hidrolik Kırma Yöntemi

Dünyad daki Kaya Gaz Yatak klar ve Kaaynaklar (T Tcf)

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

65

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Dünyadaki Kaya Gazı Yatakları ve Kaynakları (Tcf)

32 Ülkenin 48 önemli şist havzasındaki kaya gazı kaynaklarının ön değerlendirme sonucu yüksek bir potansiyeli işaret etmektedir. • Kuzey Amerika; ABD, Kanada, Meksika • Güney Amerika; Kolombiya, Venezüella, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Uruguay, Paraguay • Avustralya • Avrupa; Danimarka, Fransa, Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç, Birleşik Krallık, Litvanya, Polonya, Ukrayna, Türkiye • Afrika; Cezayir, Tunus, Libya, Fas, Moritanya, Batı Sahra, Güney Afrika • Asya; Çin, Pakistan, Hindistan 2011 Yılı İtibarı ile Teknik olarak Çıkartılabilecek Kaya Gazı Miktarları Bölge

66

Trilyon Ayak3 (Tcf )

Trilyon m3

Kuzey Amerika

1931

54,68

Güney Amerika

1225

34,69

Avrupa

624

17,67

Afrika

1042

29,50

Asya

1404

39,76

Avustralya

396

11,21

Dünyada Toplam

6622

187,53

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Dünyadda Toplam

6622

187,53

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

ABD Yllk Kaya Gaz G Üretim mi (Tcf) ABD Yıllık Kaya Gazı Üretimi (Tcf )

2000 yılı itibari ile ABD’nin şist kaynaklı gaz gaz üretimi 4,5 Tcf (127,4 Bcm) olarak gös2000 yl itibarihızlı ilee artış: ABD'nin ş kaynakl şist l gaz üretim mindekiABD’nin hzzl artş: AB BD'nin şist kaynakl k terilmiştir. tüm şist kaynaklarından üretimindeki ABD’nin şist kaynaklı yllk az üretimi ccüzimiktarl lardan nere deyse topla amettiği gaz toplam üretiiminin tte birine ulaşmştr. elde gaz dört üretimi 4,87 Tcf (137,9 yıllıkga gaz üretimicüzi miktarlardan neredeytahmini gaz 2010 y l içinde 7 havzadaki z üretimi 4 ,5 Tcf (127 7,4 Bcm) ol larak göster rilmiştir. se toplam gaz üretiminin dörtte birine ulaş- Bcm)’dir. (ABD Enerji Bakanlığı, Enerji ve ABD'ni ndan eldetahmini e ettiği toplam m gaz Laboratuvarı üretiimi 4,87 verilerine Tccf (137,9 Bcm)'dir. B tüm şist kaynaklarn Teknoloji göre) mıştır.n 2010 yılı içinde 7 havzadaki E Bakannlğ, Enerjii ve Teknoloji Laboratu uvar verileerine göre) (ABD Enerji Kuzey Amerika Şist Havzaları Kuzey Amerika A Şisst Havzalarr

Avrupa Şist Havzaalar ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

67

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Avrupa Şist Havzaalar Avrupa Şist Havzaları

Güney Amerika A Şiist Havzalarr Güney Amerika Şist Havzaları

68

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Afrika Şist Ş Havzallar Afrika Şist Havzaları

Çin Şist Havzaları

Çin Şistt Havzalar

Hindisttan ve Pakisstan Şist Haavzalar

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

69

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Hindistan ve Pakistan Şist Havzaları

Avustraalya Şist Haavzalar

70

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Avustralya Şist Havzaları

Avustraalya Şist Haavzalar

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

71

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Çevresel Unsurlar



72

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.11. Karadeniz’in Sosyal ve İktisadi Tarihi Prof. Dr. Kenan İnan

Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Müdürü



GİRİŞ A. İlkçağlardan Osmanlı Fethine Kadar Trabzon Doğu Karadeniz bölgesine yerleşme hadis­esi çok eski tarihlere uzanmaktadır. Araştırmalar bölgeye ilk olarak M.Ö. III. bin ile II. bin yılları arasında Oğuzların öncü kollarından biri olarak kabul edilen “Gas/Kas” ve “Gud/ Guti-ler”in, M.Ö. 675 yılından itibaren de Kimmerler’in yerleşmeye başladıklarını ve bunların Anadolu ve Azerbaycan’da ilk Bozkır kültürünü yaşayan Proto-Türkler olduğunu göstermekte­ dir. Trabzon şehrinden ilk olarak bahseden müellif Xenophon’dur. Onun verdiği bilgilere göre M.Ö. 400 yılında Doğu Karadeniz’de yaşayan kavimler Kolhlar, Driller, Mossinoikler, Haibler ve Tibarenler olup, Faruk Sümer’e göre bunlar kesin olarak Yunan asıllı değillerdi. Doğu Karadeniz bölgesine Kimmerlerden sonra İskitler, Medler, Persler hâkim olmuştur. Bu hâkimiyet Makedonya kralı İskender’in M.Ö. 334 yılındaki doğu seferine kadar devam etmiştir. M.Ö. 312–280 tarihleri arasında bölge İskender’in komutanları hâkimiyetinde kalmıştır. Bölge M.Ö. 280–63 yılları arasında Pontus Devleti idaresi altında kalmıştır. M.Ö. 63 - M.S. 395 yılları arasında Doğu Karadeniz, Roma imparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir. M.S. 394–1204 yılları arasında bölge Ro­manın devamı olan Bizans’ın denetiminde kalmıştır. Bu dönemde Bizanslılar tarafından mağlubiyete uğratılan Bulgar Türklerinden bir kıs-

mı Trabzon havalisine yerleştirilmiştir. Yine bu dönemde yaklaşık 40.000 Kuman ailesi Gürcistan’a inerek Hıristiyan olmuş daha sonra da Doğu Karadeniz’e ve Doğu Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Hiç şüphesiz ki, Yakın Doğu siyasi ve medeniyet tarihi açısından ve Anadolu’nun bir Türkİslam yurdu olması açısından en önemli hadiselerden birisi Maveraünnehir-İran-Irak ve etrafındaki bir kısım bölgeleri hâkimiyetleri altında bulunduran Selçuklu Devleti’nin kurul­ masıdır. Anadolu’nun tarihinde meydana gelen en köklü ve kalıcı değişiklik Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasıdır. 1071 Malazgirt Savaşı akabinde Anadolu Müslüman Türkler tarafından fethedilerek bugüne kadar devam eden Türk devletleri zincirine sahne olmuştur. Bu devletler zincirinin en önemli halkalarını Büyük Selçuklu, Türkiye Selçukluları ve Os­manlı Devleti oluşturmakta olup, kurucuları 11. Yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlardır. Bu şekilde Oğuzlar, dünya tarihinde büyük rol oynamış bir Türk kavmi olarak yer almışlardır. Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce anılan Oğuz boyu, muhtemelen, Çepnilerdir. 1277 yılında “Çepni Türkleri” Trabzon Rum Devletine karşı denizde parlak bir zafer kazanarak o zamanlar Karadeniz’in en önemli ticaret limanı olan Sinop’un rakibinin eline geç­mesine mani olmuşlardır. Bu mühim olaydan sonra Çepniler Karadeniz fatihleri arasında yer aldılar. Böylece onlar bir yandan

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

73

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Samsun yö­nünden, öbür yandan da Şebinkarahisar-Bayburt yöresinden Karadeniz kıyılarına yapılan fetihlere katıldılar. On dördüncü yüzyılda Ordu yöresindeki Bayramlu Beyliği, çok kuvvetli bir ihtimal ile Çepniler tarafından kurulduğu gibi, Giresun-Kürtün ve Vakfıkebir arasındaki bölge de onlar tarafından fethedilmiştir. Karadeniz sahil şeridinde yukarıda izah edilen fetihleri gerçekleştiren Türkmenlerin ne kadar nüfusları olduğu konusunda fazla bir malumata sahip değiliz. Ancak 1348’den önce Canikli Nureddin Hamza’nın 7000 atlı ve daha fazla yaya askeri bulunduğu konusunda bilgiler mevcuttur. Yine Panaretos’a göre Çarşamba bölgesine hâkim Taceddin’in 1386’da 12.000 adamı bulunmaktadır. Clavijo’ya göre ise Emir oğulları Beylerinden Altamur(Erzamir)’un 1404’de 10.000 atlısı bulunmaktadır. Giresun’u 1397’lerde fethetmiş olan Bay­ram Bey’in torunu ve Hacı Emir Bey’in oğlu Sü­ leyman Bey’in başında bulunduğu beyliğin sonu hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Kesin olarak söylenebilecek bir şey varsa o da bu beyler sayesinde Ordu bölgesine pek yoğun ve temiz bir Türk nüfusunun yerleşmiş olma­sıdır. Trabzon Devleti yöneticileri Akkoyunluların desteğiyle ayakta dururken, Bayramlu Beyliğinin yıkılması üzerine Giresun Kalesini geri almışlardır. Bu sebeple, Fatih “Trabzon” seferine çıktığında Görele, Tirebolu ve Giresun kaleleri büyük bir ihtimal ile Rum Devletinin idaresinde idi. Buna karşılık Kürtün-Dereli-Giresun-Tirebolu-Eynesil arasındaki geniş kırlık kesim de Çepni beylerinin elinde bulunuyordu. Osmanlı kuvvetleri Trabzon Devleti topraklarına girince Çepni beyleri de Osmanlı fethine yardımcı olmuş-

74

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

lardır. Osmanlı Devleti de hep­sini veya büyük bir kısmını zeamet ve tımar gi­bi dirlikler vererek hizmetine almıştır. On be­şinci yüzyılla beraber yerleşik hayata geçtikleri görülen Çepnilerin hâkim olduğu bölgelerde hiç bir Hıristiyan yerleşim birimi görülme­miştir. Osmanlıların ilk defa Karadeniz’de, bilhassa Giresun önlerinde belirdiği hadise Panaretos’a göre Osmanlı azap ve sipahi gemileri tara­ fından 1368 yılı Temmuzunda Giresun adasına yapıldığı bildirilen akındır. Bundan sonraki dönemde Osmanlılar, daha önce Giresun’a kadar ki sahil kesiminde kurulmuş olan Türk beyliklerinin topraklarını ele geçirmek sure­ tiyle Batı Karadeniz’de üstünlüklerini perçinlemişlerdir. II. Murat döneminde Trabzon üzerine taarruz maksadıyla gönderilen Osmanlı donan­ması fırtına yüzünden başarısızlığa uğra­mıştır. Bunu takiben 1456 senesinde vuku bulan bir hadise üzerine Osmanlılar Trabzon’a tekrar müdahale etmek zorunda kalmışlardır. Bu yıl içinde etrafına Türkmenleri toplamış olan Şeyh Cüneyt Trabzon Devleti topraklarına karşı bir akın düzenlemiş, Akçakale’yi almış, karşısına çıkan kuvvetleri bozguna uğrattıktan sonra da Trabzon önlerine kadar gelmiş, ancak şehri almayı başaramamıştır. Şehri alamayan Cüneyt çekilirken Osmanlılar devreye girmiş­lerdir. Rum Beylerbeyi Hızır Bey Osmanlı kuvvetleri ile Trabzon’a doğru akına çıkmıştır. Osmanlı kaynaklarından Aşıkpaşazade’ye göre bu akın Cüneyt’i Trabzon topraklarından çıkar­ mak için yapılmıştır. Osmanlıların bölgeye yaptıkları akın sonucunda Trabzon Rum Devleti tekfuru Kalo İoannes önce iki bin bilahare üç bin altınlık senevî bir vergi ile Osmanlı yüksek hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştır. Bu gelişmeler üzerine Trabzon tekfuru kendisine güçlü bir müttefik arayışına girmiş ve Akkoyunluların desteğini almaya çalışmıştır.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Bu şekilde karşılıklı menfaatler ve Trabzon Rum Devleti’nin kendisine Osmanlılara karşı müttefik bulma arayışının bir neticesi olarak yapılan evliliklerin sonuncusu Akkoyunlu Uzun Hasan ile Theodora arasında 1458 yılında yapılmış olup, bunun karşılığı olarak Uzun Hasan Trabzon Devleti’ni Osmanlılara karşı koruma garantisi vermişti. Bu koruma garan­tisine ek olarak Uzun Hasan Doğu Anadolu’ya Osmanlıların daha fazla yaklaşmasına müsaa­de etmek niyetinde değildi. Bu meyanda Uzun Hasan’ın birlikleri 1460–61 yıllarında iki devlet arasındaki sınırı teşkil eden Koyulhisar’ı almıştır. Bunun üzerine Fatih’in kaleyi geri almak için gönderdiği Rumeli Beylerbeyi Hamza Bey başarısızlıkla geri çekilmek zorun­da kalmıştı. Ebu Bekir Tahraniye göre Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Muhammet de 1460 yılında adı geçen bölgeye bir sefer yapmış, Melet kalesini kuşatarak civarında yağma ve tahripte bulunmuştu. Uzun Hasan bu faaliyet­lerde bulunurken aynı anda Fatih’e Murat Bey’i elçi olarak gönderip Trabzon ile uğraşma­masını, bu bölgenin kendi nüfuz sahasında olduğunu bildirmişti. Yukarıda izah edildiği gibi Anadolu’da var olan diğer küçük beyliklerin Candar oğulları ve Karamanoğullarının Trabzon’un istediği koru­ mayı sağlamaları mümkün değildi. Bu küçük beylikler ancak daha büyük bir Osmanlı aley­htarı ittifakın parçaları olabilirdi. Kalo İoannes’in kardeşi David’in bu niyetle Avrupa’da kendisine müttefikler bulmak için çaba sarf ettiği bilinmektedir. Bu babdan olmak üzere David’in Burgondia dukası Filip’e 1459’da bir mektup yazdığı bilinmektedir. David’in mek­tubunda kendisine müttefik olarak saydığı devletlerin en kuvvetlisi olarak Hasan Bey belirtilmektedir. Bu şekilde Sultan Mehmet’in Osmanlı tahtına geçmesinden sonra Trabzon tekfuru, Uzun Hasan’ı yanına alarak Os­manlı tehlikesine karşı Batı-Hıristiyan dünyası ile temasa geçmiştir.

ORSAM

1-Trabzon’un Fethi Osmanlı Devleti tarafından dikkatle takip edilen bu gelişmeler, Fatih Sultan Mehmet’i acil tedbir almaya sevk etmiştir. Aksi takdirde Osmanlı aleyhtarı bir ittifakın gerçekleşmesi mümkün olabilirdi. Sultan Mehmet 1461 yılında sefere çıkarak Anadolu’nun Karadeniz kıyılarını tamamen Osmanlı hâkimiyetine dâhil etmiştir. Sırasıyla Candaroğullarının elinde bulunan Kastamonu, Sinop ve son olarak da Trabzon fethedilmiştir. Esasen Fatih Sultan Mehmet Osmanlı tahtına geçtikten sonra bu yerleri almak fikrinde olduğunu beyan etmişti. Bu tarihlerde Trabzon Rum Devleti’nin toprak­ ları Giresun’dan başlayıp yaklaşık olarak Batum civarına kadar uzanan Karadeniz kıyılarını kapsamakla beraber, bu topraklar dâhilinde yaşayan külliyetli miktarda Türk nüfusunun bulunduğu ve Türk kültürünün birçok alanda etkisini hissettirdiği bir gerçektir. Kıyının hemen gerisindeki bölgelerde ve yay­lalarda Çepni Türkleri yaşamaktaydı. Zigana dağlarının güneyindeki dağlık alanlarda bir kısım yerli Hıristiyan beyleri yarı bağımsız olarak yol kesmek ve adam soymak gibi faaliyetlerle hayatiyetlerini devam ettiriyor­ lardı. Fatih 1461 yılındaki Trabzon seferinde özellikle Koyulhisar’ı alıp Erzincan yakınlarına geldiğinde Erzincan ovasına bir günlük yürüyüş mesafesinden daha yakın bir mevkide­ki Yassı-çemen adındaki yaylada kamp kurdu. Osmanlı ordusu burada iken Uzun Hasan Trabzon’a olan ilgisi münasebeti ile annesi Sare Hatunu bazı itimat ettiği adamları ile beraber Fatih’e gönderdi. Gelen heyet gece Osmanlı kampına ulaştığında önce Mahmut Paşa ile görüştüler. Heyet, Mahmut Paşadan arabulucu olmasını istedi. Aynı gece Mahmut Paşa Fatih’e haber göndererek Uzun Hasan’ın elçileri vasıtası ile af dilediğini beyan etti. Sultan Uzun Hasan’ı affetti ancak “Mademki Uzun Hasan benim hizmetime gelmeyip gaza sevabından mahrum kaldı o zaman annesi ve adamları ordu ile beraber kalacak-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

75

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

lar” diyerek Uzun Hasan’ın Trabzon lehine yapmak istediği hareketi engellemiş oldu. Fatih bu mevkiden itibaren Trabzon’a üzerine doğru yürürken bilinen yolları takip etmeyip, Kelkit civarına geldiğinde ordusunu ikiye ayırmış, kendisi doğudan veziri Mahmut Paşa da batıdan Trabzon’u muhasara etmek için geçit vermez dağları aşmak suretiyle Trabzon’a varmıştır. Fatih bu şekilde Osmanlı ordusunun böyle bir güzergâhı izleyemeyeceği tahmininde bulu­nan Trabzon imparatorunu gafil avlayıp şehri almaya muvaffak olmuştur. Fatih’in ordusuna hiç de kolay olmayan bu yolları seçmesini bu bölgedeki yaylalarda yerleşik olan Çepni Türkmenlerinden gerektiğinde kılavuz olarak yararlanmak istemesine bağlayabiliriz. Trab­zon’a batıdan ulaşmaya çalışan ve Fatih’e göre daha zor bir yolu tercih eden Mahmut Paşanın da Çepni kılavuzları kullanmış olması mümkün görünmektedir. Fatih ve Mahmut Paşanın takip ettikleri yol­ larda kendilerine eşlik etmiş olan iki görgü şahidinin eserlerine sahip bulunmaktayız. Bunlardan birincisi Mahmut Paşaya eşlik etmiş olan Divan Kâtibi Tursun Bey’dir. Diğer görgü şahidi sefer sırasında Osmanlı ordusunda bulunan bir yabancıdır. Osmanlı ordusunda tahminlere göre yeniçerilere hizmet veren bir mevkide olan Konstantin Mihailoviç hatıra­tında Fatih’in izlediği yolda karşılaştığı güçlük­ler hakkında tafsilatlı bilgiler vermektedir. Büyük ihtimalle güçlüklerle yoluna devam eden Osmanlı ordusunun durumu Uzun Hasan’ın Osmanlı ordusu ile birlikte bulunan annesi Sare Hatun’a Trabzon lehinde Fatih’ten dilekte bulunmasına fırsat verdi. “ Hay oğul! Bir Durabuzun içün bunca bunca zahmatlar çekmek nedür?” ve kale civarına gelindiğinde “Bu benim gelinime taal­lûktur. Bunu bana bağışla oğul” demiş Fatih ise buna karşılık “Ana! Bu zahmatlar Durabuzun içün değüldür. Bu

76

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

zahmatlar Din-i İslam yolınadır. Kim ahrette Allah hazretine varıcak hacil olmayavuz deyüdür. Zira kim bizim elümüzde İslam kılıcı vardur. Ve eğer biz bu zahmatı ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur.” sözleriyle cevaplamıştır. Osmanlı kaynaklarının aksine Mihailoviç, Osmanlı ordusu dağları indikten sonra Sultanın Trabzon’a iki bin kişilik bir öncü kuvveti gön­derdiğini ve bu kuvvetin hepsinin kale önünde meydana gelen çarpışmada öldürüldüğünü beyan etmektedir. Yine Osmanlı kaynaklarının şehrin kuşatmadan sonra çarpışma olmaksızın hemen teslim olduğu şeklindeki açıklamalarına karşılık, Mihailoviç Sultanın şehri büyük kayıplara uğrama pahasına altı hafta müddetle kuşattığını bildirmektedir. Osmanlı kay­ naklarından Aşıkpaşazade’ye göre seferin başlangıcında yüz gemiden oluşan Osmanlı donanması Mahmut Paşa tarafından hazırla­ narak Sinop’a gönderilmişti. Tursun Beyde seferde Osmanlı donanmasının bulunduğunu hatta Osmanlı ordusu şehir önlerine gelmeden evvel donanmanın kuşatmayı başlatmış olup, kaledekiler ile savaşıldığını bildirmekte ancak donanma mevcudu hakkında bilgi vermemektedir. Buna ek olarak diğer bir tarihçi Kritovulos’a göre Osmanlı donanması üç yüz gemiden mürettep olup, bunların içinde top taşıyan gemiler de vardı. Bu donanma Gelibolu Sancağı Beyi Kasım ve Kaptan-ı Derya Yakup Bey komutaları altında bulunmakta idi Yine Kritovulos’a göre Osmanlı ordusu şehri yirmi sekiz gün müddetle kuşatmış ve kuşatma sırasında kaledekiler kuşatanlara karşı çıkış hareketlerinde bulunmuşlardır. Mahmut Paşa Sultandan bir gün önce şehir önüne ulaşmış Katabolenuz adlı bir zatın Tomas adlı oğlunu elçi olarak İmparatoru teslim olmaya ikna etmesi için gönderip, teslim olduğu takdirde kendisine büyük toprak parçaları ve yeterli gelir temin edilece-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ğini bildirmiştir. Kritovulos’a göre Trabzon’u İmparatordan Mahmut Paşa teslim almıştır. Trabzon’un fethi hadisesini eserlerinde zikreden Osmanlı tarihçileri fethin hangi ay ve günde yapıldığı konusunda bilgi vermemekte­ dirler. Trabzon seferinde büyük ihtimalle Mahmut Paşanın maiyetinde bulunan Tursun Bey, fethin H. 865/1461 yılında gerçekleştiğini bildirmekte ancak gün ve ay vermemektedir. Yine fetihten bahseden diğer Osmanlı kaynaklarından Aşıkpaşazade, Neşri ve Oruç Bey’de 865/1461 yılını vermekte fakat gün ve ay konusunda tafsilat vermemektedirler. Bizans tarihçilerinden Dukas ve Sphrantzes’de fetih tarihini 1461 olarak göstermektedirler. Trabzon seferi sırasında Osmanlı ordusunun izlediği güzergâh hakkında tafsilatlı bilgileri Anthony Bryer’ın çalışmasından faydalanarak şu şekilde izah etmek mümkün görünmektedir. Fatih Sultan Mehmet 23 Mart 1461’de Edirne’den hareket etmiş ve Gelibolu yoluyla Mudanya’ya geçmiştir. 21 Nisan 1461’de Bursa’ya ulaşmış, 12–21 Mayıs’ta Ankara’ya ulaşmıştır. Kasım Bey donanma ile Trabzon’a 13 Temmuz 1461’de gelip kuşatmayı başlatmış, Fatih’ten bir gün önce Mahmut Paşa 14 Ağustos’ta Trabzon önlerine varmış, Fatih’te 15 Ağustos’ta geldikten sonra şehir aynı gün Osmanlılara teslim olmuştur. Fahrettin Kırzıoğlu da çeşitli kaynaklara dayanarak fetih gününü 15 Ağustos olarak zikretmektedir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı ise fetih tarihini 26 Ekim 1461 olarak göstermektedir. Uzunçarşılı W. Milleri kaynak gösterip verdiği tarihe gerekçe olarak Trabzon’un sükûtunu Macaristan’daki Venedik elçisine bildiren bir Venedik vesikasının 26 Ekim 1461 taşımasından hareket ederek vermektedir. Yakın zamanda Trabzon tarihine ait mühim bir çalışma ortaya koyan Hanefi Bostan’da Bryer ve Winfield’ın Osmanlı ordusunun takip ettiği güzergâh ve takvime ait verdikleri bilgileri destekleyerek fetih tarihi olarak 15 Ağustos 1461’i vermiştir.

ORSAM

B- Osmanlı Devleti İdaresinde Trabzon 1. Fiziki Yapı: Bazı kalıntıları hâlâ ayakta olan Trabzon kalesi surlarının 257 yılından önce mevcut olduğu tespit edilmiştir. 257 yılında Trabzon’a Got’lar tarafından bir saldırı düzenlenerek evler ve tapınaklar tahrip edil­miştir. Bu tarihte Orta Hisar ve Kule arasındaki surların mevcut olduğu düşünülmektedir. Dioklesyan zamanında (284–304) şehirde tamirler yapıldığına dair bilgiler mevcuttur. Bu tarihten sonra, şehir savunmasının güçlendiril­ diği dönem altıncı yüzyılda Justinyan zama­nıdır. Dokuzuncu yüzyılda I. Basil zamanında şehirdeki en erken tarihli kilisenin tekrar inşa edildiği görülüyor. 1071 yılından sonra bir müd­det için Selçuklular tarafından ele geçirilmiş olan Trabzon’un 1302–25 yılları arasında Aşağı Hisar bölgesinin surlarla çevrildiği; 1378 yılında da Orta Hisar bölgesi surlarının tahkim edildiği ve Trabzon kalesinin böylece son şeklini aldığı anlaşılmaktadır. 1204–1460 yılları arasında kalede bir saray inşa edilmiştir. Fetihten sonra Orta Hisar ve Kule denilen kısımlar Türklerle iskân edilerek, yönetici kadro burada ikamet etmiştir. Türk-Osmanlı şehri bir sentez olup, bu sen­ tezde İslâmi öğelerin yanı sıra Orta Asya Türk uygarlığının etkileri değişik oranlarda bulun­ maktadır, İslam tarihi üzerinde çalışanlar, İslâm şehrinin cami, pazar ve hamamdan oluşan üç temel öğesinin olduğunu bildirmek­ tedirler. Bunun yanı sıra Orta Asya Türk şehir tipi de üç asit elemandan oluşmuştur: İç Kale, şehristan ve rabad. İç kale saray ve yönetim yapılarının toplandığı yer, şehristan aristokrat ve sanatkârların yaşadığı kısım, rabad da şehrin dış kısmını içine alan kesimdir. Bu şehir tipinin özelliklerinin Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Anadolu şehirlerinde bazı küçük farklılıklarla yaşadığı tespit edilmiştir. Os­manlılar da Türk şehir mimarisine imaret

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

77

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

gibi yeni unsurları eklemek suretiyle onu zenginleştirmişlerdir. Bu şekilde Osmanlı şehir tipinde hâkim unsurların cami, bedesten ve imaretler olduğunu söylemek mümkündür. Trabzon şehri 1461 yılında fethedildikten sonra zaman içerisinde, her fethedilen Osmanlı şehrinde olduğu gibi, Türk-İslam karakteri almaya baş­lamıştır. Bu meyanda fethedenlerin ve şehre dışarıdan gelen Türk-İslam toplumunun temel sosyal, kültürel ve dini ihtiyaçlarının karşılan­ması gayesiyle çeşitli müesseseler ihdas edil­miştir. Bunlar içerisinde çarşılar oldukça önemli bir yer tutmaktaydı. 17. yüzyıl ortalarında Trabzon’u ziyaret eden ünlü Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, kenti Karadeniz’in doğusunda körfez gibi bir denizin üzerinde kurulmuş, İrem bağına benzer, süslü bir şehir olarak tasvir etmekte ve Trabzon kalesi hakkında şu bilgileri vermektedir: Çevresi dokuz bin adım olan Trabzon kalesi Boztepe’nin eteği ile Karadeniz sahili arasında iki büyük kale olup, üç kısma ayrılmıştır Bunlar: Aşağı Hisar, Orta Hisar ve Kule Hisarı denilen iç kaledir. Kule Hisarı kalesi hepsin-

78

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

den sağlamdır. Çünkü Boztepe’ye dayanmıştır Fakat dağ tarafından cehennem kuyusuna benzer bir derin hendeği vardır ve tamamen kesme kayadır. Bu hisarın içinde bir camii bekçi evleri, mahzenleri ve cephaneleri vardır’ Kuzey duvarında Orta Hisar’a açılan bir kapısı olup, bundan başka kapı bulunmamaktadır Orta Hisar ise uzunlamasına sağlam bir surla kuvvetlendirilmiştir. Bu kalenin doğu duvarın­da, Orta Hisar’a açık olan kapısının yakınla­rında Yeni Cuma kapısı vardır. Ve ikinci kapısı yine bu duvarın doğusunun sonundadır. Bütün debbağların işyerleri bu kapının dışındadır. Bu kapının ismi Debbağlar kapısı olup, kapının önünden küçük bir nehir akar. Debbağlar kapısının dışında Debbağlar Çarşısı içinde kâgir dayanaklara oturtulmuş büyük bir köprüsü vardır. Üçüncü kapısı, bu kalenin batısındaki köprü kale duvarına bitişik olarak inşa edilmiştir. Dördüncü kapı bu surun kuzey duvarından Aşağı Hisar’a uzanır ve “Aşağı Hisar kapısı” derler. Evliya Çelebi’nin bahsettiği bu kâgir köprüden Trabzon kadı sicillerinde Zağanos köprüsü olarak bahsedilmektedir.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Evliya Çelebi, Aşağı Hisar’ı tarif ederken hisarın kuzey tarafındaki duvarının deniz tarafında olduğunu şekil olarak dikdörtgeni andırdığını ve dört kapıya sahip olduğunu belirtmektedir. Bu kapılar Zağanos kapısı, Süthane kapısı, Trabzon’daki balmumunun işlendiği Mumhane kapısı ve denize açılan ve pek işlek olmayan Moloz kapısıdır. Moloz civarının bu yıllarda Kara­deniz’de faal olan Kazak korsan saldırılarına açık olması ve çıkan yangınlar yüzünden pek mamur olmadığı anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Trabzon kalesinin fizik iti­barıyla harap veya İyi durumda olduğu ko­ nusuna yorum getirmemiştir. Ancak 1059/1649–50 tarihli bir ferman sureti Evliya Çelebi’nin Trabzon’a gelişinden yaklaşık sekiz yıl sonra kalenin durumunu yansıtması açısın­ dan önemlidir. Trabzon Beylerbeyi, Trabzon Kadısı ve Trabzon İskelesi Gümrüğü Emini’ne hitaben gönderilen fermanda Trabzon kalesi burç ve barularının 1055/1645–46 yılında tamir edildiği, ancak hali hazırda üç kalenin burç ve barularının ziyade tamire ihtiyaç gösterdiğinin bildirildiği, Hazine-i Amire’de Başmuhasebe defterlerine bakılarak, kale tamire muhtaç olduğunda paranın Trabzon İskelesi mukataasından alındığı görüldüğünden yine bu usul üzere 28.000 akçenin verilmesi ve daha sonra borca mahsup olunması istenmektedir. Kayıtta devamla Trabzon Valisi Musa Bey ve Dizdar İbrahim Ağa’nın 28,000 akçeyi İskele Emini Mehmed Ağa’dan alıp, kale tamiri için gereken levazımatı aldıktan sonra inşaat için emir verdiği bildirilmektedir. İlerleyen yıllarda da Trabzon kalesinin tamirine ve iyi durumda olmasına dikkat edildiğini gösteren başka kayıtlar bulunmaktadır. 1062/1651–52 yılına ait bir kayıtta kalenin ihtiyaç duyulan yerlerinin tamiri için Trabzon iskelesinden bu sene için verilmesi gereken paranın tahsis edilmediğinin Trabzon valisi huzurunda akdedilen bir mecliste günde-

ORSAM

me getirildiğini görmekteyiz. 1062/1651–52 tarihli bir beratta kale tamirinin tekrar söz konusu edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre tamir için gerekli para iskele gelirinden karşılanmakta iken bu yapılmadığından, Trabzon Kadısı Mahmud Efendi durumu İstanbul’a aksettirmiştir. İstanbul’dan gönderilen yazıda her yıl kalenin burç ve barusunun onarımı için iskele mukataasından 28.000 akçe verildiği yazılmıştır. Dolayısıyla şimdi de görevli şahsa belirtilen meblağın teslim edilerek tamir İşinin yapılması ilgililere emredilmiştir. Hemen her yıl bu tamirlerin davam etmesi ve oldukça önemli miktarda paranın harcanması, bu yıllar­da sıkça karşılaşılan Kazak saldırılarına karşı şehrin savunmasına özen gösterildiğini ve merkezi yönetimin Trabzon kalesine verdiği önemi ortaya koymaktadır. Trabzon şehrinin ekonomik hayatında önemli rol oynadığı için Aşağı Hisar bölgesi, dışarıdan yapılan saldırılarda ana hedef olmuştur. Özellikle 1630’lu yıllarla beraber Karadeniz’de kendisini gösteren Kazak tehlike­si ve bu tehlikeye karşı Osmanlı Devleti’nin gerekli tedbirleri alamayışı, Trabzon şehrini Kazaklar açısından önemli bir saldırı ve yağ­ malama alanı haline getirmiştir. Bu meyanda Gazazlar Çarşısında yer alan bir kısım dükkânların, Rus-ı menhus olarak tabir edilen, Kazak­lar tarafından yapılan bir saldırıda yandığı ve sonra tamir edildiği belirtilmektedir. Buna ek olarak yine Aşağı Hisar’da Moloz Kapısı yakınlarındaki hanların yanmış olduğu anlaşıl­maktadır. Bu tahribatlara rağmen Trabzon ekonomisinin can damarı konumunda olan Aşağı Hisar’daki çarşılar bölgesinin terk edilmediğini, bölgede ticari faaliyetin devam ettirildiğine şahit olmaktayız. Bu kesim deniz kenarında olması, ithal ve ihraç faaliyetlerinin yürütülmesi açısından vazgeçilmez bir konuma sahipti. Kazak saldırılarından etkilenen böl­ gelerin sadece Aşağı Hisar olmayıp, şehir ekonomik hayatında önemli bir yere sahip olan deri işlemeciliğinin yapıldığı Debbağhane

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

79

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Mahallesinin de bu saldırılarda tahrip edildiği en azından zarar ziyan meydana geldiğini, bu mahallede Tavaşi Mehmed Ağa’nın bina ettiği mescide vakıf olan dükkânların Rus (Kazak) istilasında yandığı ve bu nedenle mescidin tamire muhtaç hale geldiği anlaşılıyor. 18. yüzyılda Trabzon ticaretindeki canlılığın bir göstergesi olarak Trabzon’daki çarşı-pazar ile hanların sayısında önemli artışlar olmuştur. Bu yüzyılda Trabzon’da değişik mekânlarda hizmet veren yaklaşık seksen farklı iş kolunda zanaat erbabı bulunmaktaydı. Trabzon’da hizmet veren hanlar arasında özellikle Semerciler çarşısında yer alan Yeni Han ile İskender Paşa vakfına ait olan Taş Han dışarıdan gelen tüccarların önemli bir kısmını ağırlamışlardır. 18. yüzyılda tüccar ve zanaat erbabının bulunduğu han sayısı otuzu geçmek­teydi. Yüzyıldaki ticari gelişmeler Trabzon’un önceki yüzyıllardaki fiziki yapısına çokça çarşı-pazaryeri, han iskele gibi yapıların eklen­mesiyle oldukça zenginleşerek Trabzon’u Osmanlı şehirleri arasında dikkate değer bir şehir haline getirmiştir. 18. yüzyıl sonlarında Karadeniz’in ulus­ lararası deniz taşımacılığı ve ticarete açılma­ sının sonucu olarak ortaya çıkan Trabzon’daki nüfus ve servet yoğunlaşması şehirdeki gelir getiren devlet binalarına yatırım yapılması, ye­ni eğitim ve dini kurumların inşası ve açılması sonucunu getirmiştir. 1820-21’de ihtiyaçları karşılamak maksadıyla Hükümet Konağı inşa edilmiş, birçok kereler onarıldıktan sonra 1841’de daha büyük ve çağdaş bir bina yapıl­mıştır. 2. İdari Yapı: 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethi ile Osmanlı Devleti’ne katılan Doğu Karadeniz bölgesi, Rum eyaletine tabi bir san­cak halinde teşkilatlandırılarak önemli bir Osmanlı sancağı olmuştur. Sancağın merkezi Trabzon

80

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

şehri olduğundan sancak bu adla anılmıştır. Trabzon sancağı 1514’de Erzincan Bayburt vilayetine, 1517 yılının sonlarında Anadolu eyaletine, 1520’de yeni kurulan “Vilâyet-i Rum-ı Hadis’e, 1535’te de Erzurum eyaletine bağlanmıştır. Trabzon sancağı, 1581 yılından itibaren Batum beylerbeyliğine bağlanmıştır. Bu tarihten XVII. asrın başlarına kadar Trabzon bir sancak olarak Batum beyler­beyliğine bağlı olarak gözükmektedir. Ancak bu dönemki arşiv belgelerinin bir kısmında Trabzon beylerbeyine hitap edilmesi beyler­beyliğin iki adla anıldığı izlenimini vermektedir. Beylerbeyilik 1650’lerden sonra sadece “Trabzon eyaleti” adıyla anılmıştır. 1653 ve 1669 yıllarında Trabzon eyaleti, Trabzon ve Batum sancaklarından oluşmak­taydı. 17. yüzyıl ortalarında Osmanlı Devleti’nde 34 beylerbeylik mevcut olup, Trabzon salyanesiz eyaletlerden bir idi. 18. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin yöne­ tim birimlerinden 28 eyaletten biri de Trabzon eyaletidir. 1701– 1702 yıllarında Trabzon ve Batum Trabzon eyaletinin paşa sancaklarını oluşturmaktadır. Gönye ise eyalete bağlı tek sancaktır, Batum sancağı daha sonraki yıllarda malikânelik olmuştur. 1717–1730 yıllan arasında paşa sancağı Trabzon olmak üzere Gönye, Batum ve Soğucak Kalası eyalete bağlı diğer sancaklardır. 18, yüzyılın ikinci yarısındaki kayıtlara göre ise Trabzon eyaletine bağlı Trabzon, Gönye ve Canik sancakları olup, bu sancaklar dâhilinde 22 kaza mevcuttu. 19. yüzyılda idari taksimatta bazı değişiklik­ ler olmuş, Trabzon vilayetinin sınırlan geniş­ lemiştir. 1860 yılında Trabzon vilayeti Trabzon merkez sancağı ile birlikte beş sancaktan oluşmaktadır. Sancaklar dâhilinde bulunan kazalardan Batum kazası 1877–78 OsmanlıRus savaşı sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile Ruslara bırakılmıştı. 1916 yılında Rus işgaline uğrayan Trabzon 1918 yılında geri alınmıştır.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

3. Nüfus Trabzon’un fethinden sonra tekfurun ailesine ve şehirlilere ne yapıldığı konusu hakkında kaynaklarda şu bilgiler mev­cuttur. Tursun Bey’e göre herhangi bir çarpışma olmadan tekfur aman dileyerek kaleyi teslim etmiş ve kendine yaraşır şekilde taltif edilmiştir. Ailesi ve ileri gelen şahsiyetler malları ile İstanbul’a gönderildikten sonra “Kal’a ve memleket biesriha zabt olunup sancakbeği ve kadılar ve dizdar ve hafaza’nasb olundı. Ve kefere-i karanım oğlanların ve kızların beğlik idüp, baki mallerin ve esbabların kendü ellerinde ibka idüp yerlerine mukarrer konuldı. Cizye-i şer’i ve rüsum-ı örfi rıbkasını rakabelerine muhkem kıldı. Andan sonra ba’zı üsârâyı ve eşkâl ü ahmâli merâkib-i bahriye tahmil idüp, derya yüzünden gemiler meşhun idüp İstanbul’a gönderildi.” Bir başka Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade “Padişah, kanun nice ede gelmiş idi her hisarun üzerinde, bu Durabuzuna dahi anun gibi etdiler.” kelimeleri ile Trabzon’un fethinden sonra geleneksel Osmanlı iskân politikasının izlendiğini belirterek şunları eklemektedir, “İçinde mesc­itler ve medrese olundı. Ehl-i İslamdan evler sürüb getürdiler. Bu kafirlerün hali kalan evlerini bu gelen Mü-

ORSAM

sülmanlara mülklüğe verdiler. Ve hisarı muhkem berkitdiler.” Osmanlı kaynaklarına ek olarak Trabzon fethinde Osmanlı ordusunda bulunan Mihailoviç fetihten sonra yapılanlar hakkında fazla bir tafsilat vermeden Tursun Bey’in verdiği bilgilerden şehirden kız ve erkek nüfus­tan bazılarının beylik olarak alınması hadis­esinden bahsetmektedir. Sphrantzes fetihten sonra özellikle hemen bütün ileri gelenlerin ve askeri sınıfa mensup olanların Trabzon’dan alınarak Edirne’de ikamete mecbur edildi­ğinden bahsetmektedir. Trabzon’un fethinden XVI. Asrın sonlarına kadar Trabzon sancağında büyük bir kısmı sürgün yoluyla olmak üzere hem dışa dönük, hem de içe dönük bir iskân siyaseti takip edil­ miştir. Bu arada önemli ölçüde kendiliğinden yerleşme de gerçekleşmiştir. Trabzon’un fethi­ ni ve fethin akabinde şehirde yapılanları bir şekilde eselerinde belirten tarihçiler fetihten sonra yaklaşık olarak 6000 kişi olan Trabzon nüfusunun en az üçte birinin çeşitli hizmet­ lerde kullanılmak üzere Trabzon’dan götürül­ düğünü yerlerine ise Türklerin getirildiğini belirtmektedirler. Osmanlı arşiv kaynakları da Trabzon’un fethinden sonra dışa dönük bir iskân hareketinin varlığını doğrulamaktadır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

81

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Dışa yönelik iskâna paralel olarak Trabzon sancağına sürgün yoluyla Müslüman Türkler in yerleştirildiğini de yine devrin tarihçileri belirt­ mektedirler. Fethin hemen sonrasında yerleş­tirilenlerin büyük kısmı sürgün yoluyla ve Fatih Sultan Mehmet tarafından Orta Anadolu şehir ve kasabalarından getirilmişlerdir. Fetihten yaklaşık olarak yüz yıl sonra iskân hareketleri neticesinde Müslüman Türk nüfus gayrimüslim nüfusu geçmiştir. Bu durum ihtidaların değil içe ve dışa yönelik yapılan iskânların bir neticesidir. Trabzon şehri, 1486 yılındaki nüfusuyla Anadolu’daki şehirler içinde önemli bir yere sahipti. 1520–1553 yılları arasında 7753 kişilik tahmini nüfusuyla Trabzon şehri, Bursa, Diyarbekir, Mardin, Ankara, Tokat, Antep, Kayseri, Urfa ve Amasya’dan sonra onuncu sırayı almaktadır. 1554–1582 yılları arasında ise tahrirleri bulunan Anadolu şehirleri içinde 6525 kişilik nüfusu ile on beşinci sırada bulun­ maktadır. Osmanlı fethinden önce 5 000 civarında bir nüfusa sahip olan Trabzon şehrinin, fetihten sonraki yaklaşık yüz elli yıllık bir süre zarfında 11.000 kişilik bir nüfusa kavuşmuş olması Türk idaresi altında şehirde önemli bir iktisadi ve sosyal canlanma olduğuna delil sayılabilir. 1774 yılında Rusya ile yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Karadeniz’in ulus­lararası ticarete ve deniz taşımacılığına açıl­ması Trabzon kenti ticaretinin artması sonu­cunu getirirken iç ve dış ticaretteki büyüme Trabzon’da önemli demografik değişimlere yol açmıştır. 1813’te Trabzon’a gelen bir İngiliz gezgini başta Türkler olmak üzere şehir nüfusunun on beş bin kadar olduğunu tahmin etmektedir. 1829’da yapılan Edirne Antlaşması’ndan sonra şehir nüfusu yeni imkânların ortaya çıkması ile komşu vilayetlerin halkını Trabzon’a çekmiştir. 1835’te şehir nüfusu iki katına çıkmış ve 25–30 bini bulmuştur. Bu nüfusun 5–6 bin kadarını Rum ve Ermeniler oluştu-

82

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

rurken geriye kalan nüfus büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Müslümanlardan oluşmaktaydı. Kırım Savaşı yıllarında Trabzon limanı Kırım ve doğudaki Osmanlı vilayetlerindeki Osmanlı ordularının başlıca ikmal merkezi haline gelmiş ve kentteki ticari faaliyetler doruğa ulaşmıştır. Bu şekilde çevre kasaba ve köylerden birçok insan Trabzon’a yerleşerek ticari hayatın gerektir­diği hizmetleri yapmaya başlamışlardır. Savaşın sona erdiği 1856 yılında şehrin nüfusu 70 bine yükselmişti. Trabzon ticaretinin 1850’li yıllardan sonra gerilemeye başlamasıyla birlik­te şehrin nüfusu da aynı oranında gerilemeye başlamıştır. Şehir nüfusu 1860’ta 55.700 e düşmüştür. Bu nüfusun 40.000’ini Türkler ve diğer Müslümanlar oluştururken geriye kalan nüfus da değişik etnik kökene sahip gayrimüs­limlerden oluşmaktaydı. Trabzon nüfusu Vital Cuinet’e göre 1891’de 35.000 civarında idi ve nüfusun çoğunluğunu yine Türkler oluştur­maktaydı. Kısacası 19. yüzyılda Trabzon nüfusunda iki ayrı demografik eğilim mevcut­tu. Nüfus büyüklüğündeki değişimler limanın ticaret hacmi ile doğrudan bağlantılıydı. Ticaretin yoğun olduğu yıllarda yeni imkânlar kasaba ve köy nüfusunu kente çekmiş, ticaret durgunlaştığında gelenler köylerine dönmüşlerdir. Ancak nüfustaki bu geriye dönüş hareketi genellikle kalifiye olmayan insanlar tarafından gerçekleştirilirken şehre gelen eğitim seviyesi daha yüksek gayrimüs­limler şehirde kalmışlardır. Bu durum yüzyılın sonuna doğru şehirdeki gayrimüslim nüfusun -Türklerden fazla olmamakla birlikte- artması sonucunu getirmiştir. C- Ekonomik Hayat A. Ticari, Dini ve Sosyal Müesseseler Evliya Çelebi’nin Trabzon’daki ticari binalar hakkında verdiği bilgiler ile on yedinci yüzyıl Trabzon kadı sicillerindeki çarşılar ile ilgili olarak yer alan bilgiler hemen hemen birbirleri ile örtüşmektedir. Evliya Çelebi,

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Trabzon’un çarşıları hakkında şu bilgileri vermektedir: “Çarşıların en seçkini, Mumhane kapısındaki taşra esnafınındır. Bunlar, kapının hizasında ve deniz kıyısında kat kat kalabalık dükkânlardır. Kâgir yapı Bedesteni vardır ki, içindeki tüccarlar zengin, eli açık, vakarlı ve muhteşem bezirgânlardır. Orta Hisar’da her esnaftan bu­lunur. Yetmiş seksen kadar dükkânlar vardır ki, Küçük Pazar derler.” Evliya Çelebi’nin Mum­hane kapısında olduğundan bahsettiği bu çarşı, sicil kayıtlarında “Suk-ı Sultani olarak ad verilmiş olan ve Aşağı Hisar’da yer alan çarşı­lar topluluğunun bir parçası olsa gerektir. Trabzon şehrinde ekonomik hayatın kalbi olarak, özellikle Aşağı Hisar kesiminin oldukça mühim bir yeri olduğu görülmektedir. Aşağı Hisarda “Suk-ı Sultani” ismi verilmek suretiyle anılan bu büyük çarşı bölgesinin değişik çar­şılardan mürekkep bir bütünün ismi olduğu anlaşılmaktadır. Bu bölgede hanlar, değişik meslek gruplarının isimlerini verdiği çarşılar, camiler ve önemli Osmanlı şehirlerinde mevcut olup, ticari hayatı etrafında şekillendiren bedesten yer almaktaydı. Aşağı Hisar bölgesindeki ticari birimler şunlardır: Sûk-ı Sultani’de Küçük Han adı ile bir han mevcut olup bu hanın yakınlarında şehirde kurulmuş olan vakıflardan Elhac Kasım Vakfına ait bir dükkân olduğunu anlamaktayız. Yine Sûk-ı Sultani’nin bir çarşılar bütünü olduğu yolundaki görüşümüzü destekleyen çarşıların isimleri de şunlardır: İçinde bir bab tuz mahzenini de ihtiva eden Abacılar Çarşısı, bünyesinde bir ekmek fırınının olduğu bildirilen Kazgancılar Çarşısı, bünyesinde iki bab boş saraç dükkânının olduğu bildirilen Saraç Çarşısı, Bakla­cılar Çarşısı, Attar Çarşısı, bünyesinde iki mahzen ve iki dükkân olduğu bildirilen Balık­çılar Çarşısı ve içinde mevcut birçok dükkândan birisinin Hatuniye Evkafına ait olduğu sicilde kaydedilmiş olan Gazazlar Çarşısı.

ORSAM

Merkezinde Bedestenin yer aldığı etrafında hanların, dükkânların bulunduğu, her sanat dalının ayrı bir dükkân sırasına sahip olup, hep­sinin bir pazarı yani çarşıyı meydana getirdi­ ğini gördüğümüz ve Osmanlı Devleti’nin gene­line yayılmış olan çarşı tipinin, Trabzon’da da mevcut olduğunu görmekteyiz. Böylece her meslek grubu kendisine has çarşıda faaliyet gösteriyordu. “Suk-ı Sultan”de olduğu bildi­rilen başlıca meslek grupları şunlardır: Bakkal taifesi, Derzi esnafı, Babuççiyan esnafı, Debbağ taifesi, Semerci taifesi, Eskici taifesi, Ek-mekçiyan, Kuyumcu esnafı ve Bedesten’de Dellal taifesidir. Bunların yanı sıra çarşılar bölgesinin denize yakın olan kesiminde bir Ta­hıl Bazarı vardı. Yine Suk-ı Sultani’de bir Ka-sabhane ve bünyesinde bir Börekçi Fırını ol­duğunu kayıtlardan anlıyoruz. Suk-ı Sulta­ni’de Arasta ve beraberinde dükkânlar mevcut olup Hatuniye İmareti Evkafı akarlarından olan Bezazistan’da keten füruhat olup, Bedestenin bir Ağası ve bunun yanında ayrıca bir Bedesten Kethüdası bulunmaktaydı. Trabzon şehrinin ekonomi hayatında önemli rol oynayan müesseselerden biride Ahiliktir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük bir payı olduğu kabul edilen Ahiler, bir esnaf birliği olarak Osmanlı siyasi otoritesinin yaygınlaşmasında da önemli bir yere sahipti. Ahi birlikleri Osmanlı Devleti’nin genişlemesine paralel olarak Anadolu şehir ve kasabalarında kısa sürede ticaret ve sanat hayatına hâkim duruma gelmişlerdir. XV. Yüzyıl ortalarından itibaren devlet kontrolüne giren ahi birlikleri seçimleri devlet tarafından onaylanan esnaf şeyhleri ve ahi babalar ve kethüdalarla yönetilmeye başlanmıştır. Kısaca izah edilen Osmanlı şehirleri esnaf teşkilatlanmasının fetihten sonra Trabzon’da da oluştuğu ve 17. yüzyıla gelindiğinde Trabzon şehrinde mevcut olduğu arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ahiler ve Ahi Babanın bu yüzyılda şehir ticari hayatının yanı sıra esnaflarla ilgili olsun veya olmasın toplum hayatının her alanında yer aldıkları görülmektedir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

83

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Evliya Çelebi Orta Hisar’da Küçük pazar ve yetmiş seksen kadar dükkân olduğuna dair bil­giler vermektedir. Döneme ait kadı sicil­ lerinde de Orta Hisar’da ticari faaliyetlerin olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Çölmekçi mahallesinin sahilinde küçük çapta da olsa donanma için gemilerin inşa edildiğini anla­ maktayız. Ancak bu yıllarda Trabzon şehrinde neccar ve demirci açığı olduğu görülmektedir. Nitekim Girit seferi sebebi ile Samsun’da inşa edilen bir kıta kalyon için Eyalet-i Trabzon’dan Samsun’a demirci ve neccar istenmesine ve istenen neccar ve demircinin yeteri kadar Trabzon’da bulunmaması sebebi ile etraf şehirlerden kiralanması için görevli olan Kapudan Abdi Ağa’nın şehir ahalisinden 160 kuruş alarak kiralama yoluna gittiği anlaşılmaktadır. Türk-İslam toplumunun önemli müess­ eselerinden olan camiler, mescitler ve tekkeler ile bunların varlıklarını uzun zamanlar devam ettirmeleri gayesiyle adlarına vakıflar tesis edildiği bilinmektedir. Zamanla kurulan bu tür müesseseler Trabzon şehrini hızla bir Türk-İslam kenti haline getirmiştir. Trabzon’da inşa edilen çok sayıdaki camii, mescit ve tekkelerden beraberinde bir vakıfla veya tek başına anılanları şunlardır: Monla Siyahi Mescidi, Ketani Mescidi, Debbağhane

84

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Camii, Orta Hisar Mahallesinde Derviş Ali Tekkesi, Kindinar Mescidi, Hoca Ali Mescidi, Cami-i Cedid - Sultan Mehmed Han Cami-i Atik’i veya Cami-i Kebiri, İskender Paşa Camii, Hacı Kasım Camii, Kule Camii, Erdoğdu Bey Camii Şerifi, Aşağı Hisar-Bazar Camii Şerifi, Sukonda Camii Şerifi, Mumhane önünde Elhac Osman Cami-i Şerifi, Tavaşi Mahmud Ağa Camii, Ayasofya Moloz Sahili Camii, Hatuniye Camii Şerifidir. Sicil kayıtlarına göre Hatuniye Camii Şerifi bir kül­liye özettiği göstermektedir. Camii ile birlikte medrese, dershaneler, sakil, aşhane, fırın, mek­tep, hamam ve bu birimlere ait suyolları bulunmaktadır. Ayrıca Camii Şerifin yanında Hatuniye Türbesi yer almaktadır. Evliya Çelebi de Trabzon sicillerinde verilen bu bilgi­leri desteklemekte ve Medrese’nin Hatuniye Camii’ne bitişik yüksek odalarla süslü güzel bir ilim evi olduğunu, hoca ve talebelerine aydan aya vakıf tarafından belirli bir miktar et ve mum parası verildiğini belirtiyor batı tarafında kubbeli, yüksek bir mektep olup, zengin ve fakir herkesin çocuklarının burada okuduğunu, yetimlere vakıf tarafından günde iki defa yemek verildiğini bildirmektedir. Evliya Çelebi, Hatuniye Türbesini büyük ziyaret yerleri arasında zikretmekte, türbedarları ve 90 kadar cüz okuyan olduğundan bahsetmektedir. 17.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

yüzyıl ortalarında Hatuniye türbesinin yevmi 2,5 akçe ile tayin edilmiş bir enamhevanı bulunmaktaydı. Buna rağmen külliyenin harap olduğu ve vakıf gelirlerinin yetersiz kaldığı zamanlarda önemli ölçüde sıkıntı çekildiği anlaşılmaktadır. Nitekim 1060/1650 yılına ait bir kayıtta Trab­ zon’daki Hatuniye Cami-i Şerifinin, medrese­ sinin, dershanelerinin, sakil ve aşhanesinin ve fırınının, mektebinin ve hamamının ve su yol­ arının ve diğer yerlerinin harabe hale geldiği ve tamire muhtaç olduğu görülerek Vali Mehmed Paşa tarafından tetkik edilip, harabe hali görülüp, vakfın mütevellisi olan İbrahim’den tamiri istenmiştir. Vakıf mütevellisi, zim­ metinde tamir için para olmadığını söyleyince vakfa bağlı cibayetlerden toplam 690 kuruş alınması ve tamir edilmesinin vali tarafından mütevelliye tembih edildiği görülmektedir. Sonraki yıllarda da Hatuniye Külliyesi’nin duru­ munun pekiyi olmadığı 1066/1655–56 tarihli bir başka kayıttan anlaşılmaktadır. Bu kayıta göre “Cami-i mezburun Şadırvanına ve Hama­mına kadimden cari olan suyollarının harabe olduğu bu sebeple su gelmeyip ziyade müzaya­ka çekildiği, suyollarının tamir ve termiminin lazım ve mühim olduğu” önemle vurgulanmak­tadır. Bu arada Trabzon’da içme suyu temininin önemli bir mesele olduğu görülmektedir. 1063/1652–3 tarihli bir kayda göre, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Camii’ine vakfettiği çeşmenin harap olması sebebiyle Orta Hisar halkının susuzluk çektiği ve bundan on yıl önce tamir edildiği bildirilmektedir. Yine 1066/1655–56 tarihli bir başka kayıtta da Sultan Mehmed Han’ın vakfettiği çeşmeden izinsiz su alınarak evlere akıtılmasından ahalinin zahmet çektiği ve çeşmelerin sularının tekrar akıtılması için evlere döşenen künklerin kırılması gerektiği bildirilmektedir. Bu kayıtlar özellikle Orta Hisar Mahallesinin su ihtiyacında umuma açık olan sokak çeşmelerinin büyük önem taşıdığını göstermektedir.

ORSAM

Osmanlı şehirlerinde insan hayatını ilgilendiren hemen her sahaya girmiş olan vakıfların, şehirlerin ve tabiatıyla Trabzon şehrinin de fiziki yapısı üzerinde etkisi olma­ması mümkün değildir. Fetihten 17. yüzyıl orta­larına kadar Trabzon’da teşkil edilmiş bir kısım vakıf isimleri şunlardır: imaret-i Hatuniye Vakfı, Tavaşi Mahmud Ağa Evkafı, Molla Hayri vakfı, Muhiddin Mahallesi Vakfı, Orta Hisar’da Fatih Sultan Mehmed Evkafı, yine Orta Hisar’da Hoca Ali Evkafı, Hoca Kasım Evkafı, Sinan Paşa Vakfı, Derviş Çelebi Vakfı, Hayred-din Bey Evkafı, Hacı Kasım Camii Evkafı, Gülsen Hatun Vakfı, Erdoğdu Bey Vakfı, Kule Camii Vakfı. Bu vakıflardan Trabzon şehri içerisinde ve çevresinde akarı en fazla olan vakfın Hatuniye Vakfı olduğu tespit edilmiştir. Osmanlı kentlerindeki birçok han ve ha­ mamların yanı sıra, esnaf çarşılarındaki dükkânların büyük kısmının, çoğunlukla da kimi çarşıların, tamamının vakıf yapıları olduğu bil­inmektedir. Misal olarak Ankara’daki 92 dükkândan oluşan Haffaflar Çarşusu, Çelebi Mehmed devri emirlerinden Bayezid Paşa’nın oğlu İsa Bey tarafından Bursa’daki medrese ve zaviyesine gelir sağlamak gayesiyle ve yine Tahtakale’den Atpazarına çıkan caddedeki Saraçlar Çarşusu, Fatih devri sadrazamların­ dan Mahmud Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Bu tür vakıf dükkânlar bir hayli fazladır. Trabzon şehrinde de vakıflara ait gelir getiren dükkân, han, hamam ve bedesten gibi akarların olduğunu ve bunlardan özellikle şehrin içinde olanların şehir ticaretinin merkezi durumunda olan Aşağı Hisar ve Orta Hisar kısımlarında yer aldığını görmekteyiz. Bu meyanda Trabzon’da mevcut vakıflardan en önemlisi olarak görülen İmaret-i Hatuniye Evkafının şehrin ticari hayatında önemli yer tuttuğunu görmekteyiz. Trabzon Bedesteni’nin Hatuniye İmareti evkafına dahil olması buna delil sayılabilir. Buna ek olarak hemen Bedesten’in kapısında aynı vakfa gelir getiren bir dükkân olduğunu, yine Aşa-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

85

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ğı Hisar’da yer alan Sûk-ı Sultaniyede çeşitli vakıflara ait kıra getiren dükkânların yanı sıra Gazazlar Çarşısında Hatuniye Evkafına ait aylık 5 akçe icarı olan bir dükkân olduğunu görmekteyiz. Hatuniye Evkafına ek olarak diğer isimleri ver­ilen vakıfların gelir getiren akarlarından bazı Örnekler verecek olursak Trabzon şehrinin Aşağı Hisar’dan sonra ikinci merkezi durumun­da olan Orta Hisar’da vakıfların akarlarına rastlıyoruz. Orta Hisar’daki Fatih Sultan Mehmed Camii çevresinin buradaki ticaret hayatının merkezini teşkil ettiğini görüyoruz. Bu meyanda Orta Hisar Camii yakınlarında Sultan Mehmed Han Evkafına ait vakfa gelir getiren bir dükkân olduğunu, yine Orta Hi­sar’daki ticaret hayatının önemine ve getirdiği gelirin miktarına binaen buradaki bir kısım dükkânların vakıflar arasında ihtilaf meydana getirdiği görülmektedir. Misal olarak Sultan Mehmed Han Vakfı ile Hoca Ali Vakfı arasında 7 bab dükkân üzerine anlaşmazlık çıktığı ve dava sonucunda dükkânların Hoca Ali vakfına ait olduğu anlaşılmıştır. Sosyal ve kültürel müesseselere örnek olarak İslam toplumunda önemli bir yeri olan hamamları da gösterebiliriz. Trabzon şehrindeki hamamlar vakıfların birer akarı olarak topluma hizmet vermekteydi. 17. yüzyıl orta­larında Trabzon şehrinde olan hamamlar şunlardır: Orta Hisar’da Fatih Sultan Mehmed Han Evkafından Kule Hamamı, İmaret-i Hatuniye Vakıf Hamamı, İmaret-i Hatuniye Vak­fına bağlı Çifte Hamam, İmaret-i Hatuniye mukatalarmdan Hamam-ı Cedid, Tavaşi Mahmud Ağa Vakfına bağlı Aşağı Hisar’da ismi belirtilmemiş bir hamam ve Kâfir Hamamı. Evliya Çelebi’nin Trabzon’a ait olarak verdiği bilgilere göre ise şehirde Aşağı Hisar yakın­larında Çifte Hamam, iç kalenin kuzeyinde Kule Hamamı denilen Hıristiyanlardan kalma bir hamam, Hatuniye Camii’nin yakınında İmaret Hamamı, Aşağı Hisar Hamamı ki bu Hamam Tavaşi Mahmud Ağa evkafına bağlı olan hamam olabilir, İskender Paşa Ha-

86

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

mamı, Kafir Hamamı, Tekfur Sarayı Hamamı gibi hamam­lar yer almaktadır. Trabzon şehrini zaman zaman etkileyen veba salgınlarından hamamların da zarar gördüğü ve yer yer fiyat indirimine yol açtığını görmekteyiz. Nitekim Trabzon şehrinde ve­ ba salgınının olduğu, bu salgından dolayı halkın “kurra ve nevahiye firar ettikleri”, bu sebeple hamamların boş kaldığı, Kule hamamcısı Elhac Muslu’nun şehir halkı yerine gelinceye kadar diğer hamamlarda olduğu üzere hamamın mukataasından 140 akçe düşürmeyi uygun gördüğü belirtilmektedir. Orta Hisar’daki Kule Hamamı’nın ve Tavaşi Mahmud Ağa Vakfına bağlı olan Aşağı Hisar’daki adı veril­meyen hamamın tamire muhtaç olduğu, 1066/1655–56 tarihli bir başka kayıttan anlaşıldığına göre de Hatuniye Camii’nin şadır­ vanına ve hamamına kadimden cari olan suyollarının harabe olduğu bu sebeple su gelme­ yip ziyade halkın büyük ölçüde sıkıntı çektiğini ve gerekli tamiratın mühim işlerden olduğu önemle vurgulanmaktadır. Trabzon’u, konumu itibariyle önemli bir yer haline getiren özelliklerden biri de deniz kıyı­ sında yer almasıdır. Tarih boyu denize yakın olan yerleşim yerleri bu avantajlarını bilhassa ulaşım açısından kullanmaktadırlar. Ağır materyallerin veya geniş hacimli yüklerin kara yolu yerine denizden taşınması elbette ki hem zaman, hem rahatlık, hem de mali açıdan daha isabetlidir. Bu nedenle Trabzon gibi deniz kıyısında bulunan yerler, ulaşımda önemli kavşak noktası haline gelirler. Karadeniz göz önüne alındığında Trabzon, Doğuya Kafkaslara ve Türkiye içlerine yapılacak ulaşımda tam bir kapı noktasındadır. Osmanlılar da Doğu ve Kafkaslara yapılan seferlerde Trabzon’un bu özelliğinden faydalanmışlardır. Karadeniz’in her bölgesinden buraya gemiler gelmekteydi Karadeniz’in kuzeybatı kesiminde olan liman­lardan ise daha çok asker ve zahire yüklü ge­ miler, Trabzon limanına

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ulaşıyorlardı. İmpa­ ratorluğun kuzeyindeki geniş steplerden elde edilen zahire Özellikle İsakçı, Kili, İsmail, İbrail ve Akkirman gibi iskelelerden Trabzon’un en büyük ve güvenilir olan Çömlekçi limanına naklediliyordu. Ancak limana gelen gemiler kıyı kesimin sığ ve bazı yerlerinin kayalık olmasın­dan dolayı rıhtıma tam yanaşamıyordu. Gemi­ ler açıkta demirledikten sonra yükleri karaya taşınmaktaydı. Karadeniz’in kuzeyinde Kırım Yarımadasından daha çok asker ve ticari emtia nakli yapılmaktaydı. Kuzey seferlerinde ise bu güzergâh tersine işlemekteydi. Doğu’dan ve Türkiye’nin içlerinden Trabzon’a gelen asker, bu kez Karadeniz’in kuzey taraflarına peksimet yüklü gemilerle nakledilmekteydi. Trabzon’dan bir diğer deniz ulaşımı da Sohum ve Faş taraf­larına yapılıyordu. Gemiler bu yolla Karade­niz’in kuzey-doğu kısmında olan Poti ve Odesa (Hoca Bey) Limanlarına nakiller yapmaktaydı. Karadeniz üzerinden Trabzon’a veya Trab­zon’dan hareketle denizden çeşitli yerlere ya­pılan ulaşım her zaman güvenli olmamaktaydı. Karadeniz’in çoğu zaman sisli ve fırtınalı ol­ması gemileri zor durumda bırakabiliyordu. Bu sebeple gemi kaptanları çoğunlukla Sinop ve Trabzon’dan bölgeyi bilen kılavuzlar alırlardı. D-17–19.Yüzyıllarda Trabzon’da Sosyal ve Ekonomik Hayat Osmanlı İmparatorluğu, 17 ve 18. yüzyıllar­ da uğradığı askeri kayıplara ve siyasal mese­ lelere rağmen ekonomik canlılığını ve birliğim korumasının en büyük nedeni Osmanlı Devleti’nin Karadeniz ticaretini kontrol etmesidir. 17. yüzyıl Osmanlı Devleti hakkında bilgiler veren Evliya Çelebi, İstanbul’da iki bin dükkânda çalışan sekiz bin kişinin Karadeniz ticaretiyle meşgul olduğunu belirtmektedir. Bu ticaretle uğraşanlar İstanbul’a Kuzey Anadolu, Kırım ve Eflak limanlarından topladıkları hububat, pi­rinç, tuz bal, donyağı, tereyağı ile deri ve post getirmekteydiler. Karadeniz ti-

ORSAM

caretini hem Müslüman hem de gayrimüslim fakat Müslümanların hâkim olduğu bir tüccar sınıfı kontrol etmekteydi. Osmanlı Devleti’ndeki böl­geler arası ve uluslararası ticaretin gelişmesinden Trabzon da payını almıştır. Trabzon Osmanlı fethinden önceki ve sonraki dönemde Avrupa ve Orta Asya arasındaki ticaret yolları üzerinde önemli bir geçiş noktası olmuştur. Trabzonlu tüccarlar ve gemi sahipleri İstanbul’a fındık, fasulye, bakır ve gemi direkleri gibi bölgesel ürünlerin yanı sıra, İran mallan ile Rus demirini de taşımaktaydı. Tüccarlar bu ticaretlerinden dönerlerken şehirlerine pamuklu kumaş, madeni eşya, kâğıt ve gıda maddeleriyle dönüyorlardı. 1774’de imzalanan Küçük Kaynarca Ant­ laşması ile Osmanlı İmparatorluğunun elinde bulundurduğu Karadeniz ticareti ve deniz taşımacılığı tekeli ortadan kalkmıştır. Antlaş­ma, Rus gemilerine Karadeniz’e çıkma hakkı ve aynı zamanda Rusya İmparatorluğu uyrukla­ rına tüm Osmanlı ülkelerinde hatta Tuna üzerinde ticaret yapma hakkı tanıyordu. Rus­ya’ya verilen ticari imtiyazlar kısa bir zaman sonra diğer Avrupa devletlerine de verilmiş, 1784’te Avusturya, 1799’da İngiltere ve 1802’de Fransa, Karadeniz sularını kullanma hakkını elde etmiştir. Osmanlı Devleti’nin Kara­deniz ticareti üzerindeki tekeli yitirmesi Os­manlı ekonomisini derinden etkilemiştir. Yeni ticaret ve deniz taşımacılığı düzeni Osmanlı tüccarlarının gelirinin büyük ölçüde azalması sonucunu getirirken, tüccar sınıfının bileşiminde de değişime sebep olmuştur. Takip eden birkaç on yıl içinde Müslümanlar ticaretteki üstünlüklerini Osmanlı Rum tüccarlarına terk etmek zorunda kalmışlardır. Bunda Rus Çarı ile Eflak ve Boğdan’ın Fenerli Beylerinin himayeci tutumları önemli bir paya sahipti. Rusların Karadeniz’in kuzeyini el geçirmesinden sonra Müslümanlar göç ve ya sürgün edilmek yoluyla bölgeden tecrit edilirken yerlerini Rum tüccar­lar almıştı. Karadeniz’in uluslararası ticarete açılması, Osmanlı-İran ticaret

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

87

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

yollan üzerinde de etkili olmuştur. İranlı tüccarlar, artık ker­vanlarına eşlik etmeyip, Tebriz veya Trabzon­‘daki Ermeniler aracılığıyla ticaretlerini yapmaya başlamışlar, İngilizlerce İstanbul’dan Trabzon’a ve Trabzon’dan Tebriz’e yapılan ticaretin, Rusya’nın Kafkaslar üzerinden yap­tığı ticaret karşısındaki rekabet gücü büyük ölçüde artmış, sonuçta İran’ın yaptığı ithalatın yönü değişmiş ve bu gelişmeler karşısında Rusya, Ermeni nüfusuyla, özellikle de Trabzon ve Tebriz’deki Ermeni tüccarların statüsüyle büyük ölçüde ilgilenmeye başlamıştır. Trabzon ticaretinin büyümesindeki en büyük etken İngiltere’nin ihraç ürünlerini doğu pazarlarına ulaştırmak için daha kısa bir yol bulma isteğidir. 1812–1820 yılları arasında önde gelen İngiliz yetkililer Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu eyaletlerinin yanı sıra kuzey İran’la ticareti genişletmek için İngiltere ve Trabzon arasında doğrudan ilişki kurulmasında ısrar etmişlerdir. 1829 yılında Rusya’yla İmza­ lanan Edirne Antlaşmasına kadar Osmanlı Devleti Çanakkale ve İstanbul Boğazlarındaki sıkı denetimi elinde tutması sebebiyle belirli hak ve öncelikleri kullanmaya devam etmiştir. Ancak bu antlaşma ile önce Rusya daha sonra da Avrupa devletlerinin Karadeniz’deki ticaret­leri ve denizcilik faaliyetleri önündeki engeller kalkmıştır.

88

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

1832 yılından evvel Avrupa ve İran arasında Karadeniz yoluyla yapılan ticaret büyük ölçüde Odesa-Suhumkale-Tiflis ve Erivan yoluyla yapılmakta ve bunda Rus Çarı’nın Güney Kafkasya’ya uyguladığı vergi muafiyeti büyük rol oynamaktaydı. Ancak Rus hükümetinin 1832 Ocak ayında muafiyetleri yerli tüccarları teşvik etmek ve bölgeye yapılan İngiliz Fransız ihracını sınırlama maksadıyla kaldırması üzer­ine tüccarların daha güneydeki TrabzonErzurum-Tebriz yolunu kullanmaları daha avantajlı hale gelmiştir. 1830’lu yıllarda buharlı gemi hatlarının kurulmasıyla Trabzon ticareti daha da hareketlenmiştir. 19. yüzyılın ikinci yansında Trabzon’un ticareti artış kaydet­ miştir. Bu artıştaki en büyük sebep Kırım Savaşıdır. Savaştan sonra buharlı gemi taşı­ macılığının gelişme göstermesi Trabzon ticare­ tinin büyümesi sonucunu getirmiştir. 1870’lerde iki büyük gelişme Trabzon’un ticaret hacmini olumsuz etkilemiştir. 1869’da açılan Süveyş Kanalı Avrupa ile Basra Körfezi arasındaki mesafeyi kısaltarak Hindistan’la bağlantıyı hızlandırmış ve sonuçta bir kısım Avrupa devletleri Trabzon yolu yerine güney rotasını tercih etmeye başlamışlardır. Buna ek olarak İkinci gelişme de Rusların bir müddettir devam ettirdiği Avrupa-İran transit ticaret yönünü kendi topraklarına çevirme çabasının Poti ve Tiflis arasındaki demiryolunun 1872 sonlarında tamamlanmasıyla doruğa varmasıydı.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

19. yüzyılın ikinci yarısında, Avrupalı güçler Osmanlı İmparatorluğu üzerinde siyasal ve ekonomik nüfuzlarını artırdıkça, Hıristiyan Osmanlı nüfusu üzerinde koruyucu bir rol benimsemişlerdir. Osmanlı İmparatorluğundaki bu genel durumun yansımaları Trabzon’da da açıkça görülmüştür. 1884 tarihli bir İngiliz belgesi, kentteki on dört büyük komisyon acen­tesinden üçünün İranlı, birinin İsviçreli geri kalanların Rum ve Ermeni olduklarını göste­rmektedir. Otuz üç ihracatçıdan üç Türk İstanbul’a gıda maddeleri, fındık ve tütün, Hochstrasse Şirketinin İsviçreli temsilcisi de benzer ürünleri Avrupa’ya ihraç ederken diğerleri gayrimüslim Osmanlı tüccarları idi. 63 büyük ithalatçı arasında da ayakkabıcılar’ ve terzilere ait iki yerel birlik dışında, Avrupa mal­lan ithalatıyla meşgul olan sadece on Türk tüc­car bulunmaktaydı. 19. yüzyılın son on yılına kadar, sigortacılık Trabzon’da gelişmemişti. 1894’te Trabzon’daki on dört sigorta şirketi temsilciliğinden iki İsviçreli ve bir İngiliz firmasını temsil eden Hochstrasse Şirketi ile kendi sigorta şirketinin temsilcisi olarak çalışan Osmanlı Bankası dışında, hepsinin sahibi gayrimüslim Osmanlılardı. Böy-

ORSAM

lelikle, Trabzon’un ekonomik hayata girmesinden kısa bir süre sonra bu sektör temelde gayrimüslim­lerin eline geçmiştir. Türk tüccar ve temsilciler Avrupalıların himayeciliği sonucunda bir kez daha önemli bir ekonomik fırsatın dışında bırakılmışlardır. Sigortacılık gibi çağdaş bankacılık da Trabzon’a yüzyılın sonlarında gelmiştir. İngiliz ve Fransız sermayesinin denetimindeki Osmanlı Bankası, Trabzon ve Samsun’da 1891 yılında şube açmıştır. Başlangıçta sarrafların mevduatı önce İstanbul’a daha sonra da Avrupa’ya transfer edeceği endişesi ile karşı çıktıkları banka daha sonra Trabzon’da tutunmayı başarmıştır. Yüzyılın sonlarında Ziraat Bankası da Trabzon’da bir şube açmış ancak iki banka arasında bir rekabet söz konusu olmamıştır. Osmanlı Bankası kendisini daha çok ticari faaliyetlerle sınırlamış bu şekilde daha çok kentteki Rum ve Ermeni tüccarların işini yürüten kurum şubesinde Ermeni ve Rumları istihdam etmiştir. Bu şekilde Trabzon’da Avrupa etkisi altında ticaretin gelişmesi gibi, ekonomik ve mali hizmetlerin gelişmesi de Türkler ve gayrimüslim gruplar arasındaki sosyoekonomik bölünmeyi derinleştirmiştir.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

89

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.12. İsrail Dış Politikası ve İsrail-Filistin Sorunu Doç. Dr. Özlem Tür

ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi



Merhaba arkadaşlar. Ben bugün size İsrail dış politikası ve Filistin sorununu anlatmaya çalışacağım. Öncelikle İsrail dış politikasının temelleriyle ilgili konuşacağım. Sonrasında Filistin meselesine değineceğim. İsrail dış politikası dendiği zaman çoğumuzun aklına sanırım savaş geliyor. İsrail sürekli savaş yapan ya da sınır ötesi operasyonlar gerçekleştiren bir ülke olarak aklımıza geliyor. İsrail’in tarihide aslında birçok yazara göre sanki bir savaşlar tarihi. İsrail’de neredeyse her 10 yılda bir çatışma mantığı ortaya çıkıyor. İsrail’in tarihi savaşlarla örülmüş bir resim gibi. Arap-İsrail meselesi ve Filistin sorunu, Ortadoğu’nun en önemli meselesi ve kalbi olarak görülüyordu. Ancak gitgide yerini başka meselelere bıraktığı bir süreçteyiz. İsrail dış politikasına baktığımızda aslında temelde “İsrail’in dış politikası var mıdır?” sorusuyla karşılaşıyoruz. Çünkü pek çok yazara göre aslında İsrail’in bir dış politikası yok, savunma ve güvenlik politikası var. Barışçıl bir demokrasi olarak, tarihsel sınırlarında kurulduğunu iddia eden İsrail, varlığını kabul etmeyen, düşmanlarla çevrili bir coğrafyada sürekli olarak bir varolma savaşı verdiğini düşünüyor. Tüm politikasını da düşman devletlerle kuşatılmışlık duygusuyla varolmaya çalışan bir ülkenin refleksleri olarak açıklıyor. İsrail’in bağımsızlık savaşı aslında halen devam ediyor. Uzun zaman yetersiz insan kaynakları, ısınırlı ve dar bir coğrafyaya sıkışmış olan İsrail Devleti, İsrail’de yaşayanlar için ve İsrail hükü-

90

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

meti için halen bir varoluş savaşı veriyor. Bu nedenle de güvenliği ve savunmayı dış politikasının en önemli parametresi olarak ortaya koyuyor. Her nekadar 1967 Savaşı sonrasında İsrail’in sınırları genişlese de, dar çerçeveden çıkıp daha savunulabilir sınırlara erişmiş olsa da bu seferde değişik güvenlik kaygıları (işgal edilmiş topraklarla ve içerideki Filistinlilerle ne yapılacağı meseleleri) gündeme geliyor. Bu nedenle İsrail dış politikasından bahsederken güvenlik ve savunma kavramlarını meselenin ortasına yerleştirmemiz gerekiyor. İsrail’in diğer devletlerle ilişkilerine bakacak olursak, ilk dikkati çeken “ABD ile özel ilişki”dir. Özellikle 1960’ların sonlarına doğru bu ilişki iyice güçlenmeye başlamıştır. Özellikle 2000’lerde bizim tartışmalarımızın en önemli ayağını, ABD ile özel ilişki nedeniyle İsrail’in bölgedeki konumunu düşünme meselesi oluşturuyor. Bölgesel ilişkilerine baktığımız zaman ise özellikle İran ve Irak’ı sınırlandırma meselesi önem arzediyor. Ancak bunun ötesinde İsrail, Arap Dünyası’yla olan ilişkilerinde, Arapların birleşik hareket etmesini sürekli engellemeye çalışıyor. Oluşabilecek tüm ittifakları ittifaklar oluşmadan engellemeye ve çok dar bir coğrafyada olduğu düşüncesinden hareketle de kendisine yapılabilecek herhangi bir saldırıyı her zaman karşı tarafın topraklarında, saldırı daha oluşmadan bertaraf etmeye çalışıyor. İsrail’in şimdiye kadar uyguladığı politikalara baktığımızda caydırıcılık perspektifinden yola çıkarak, her zaman sorunlar kendi toprağına taşınmadan karşı devletin toprağında ve zararı da onların yaşayacağı şekilde planlanmış bir savunma stratejisi izlediğini görüyoruz.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Peki, İsrail’de siyaseti kim yapar? Şuana kadar İsrail dış politikasında en önemli rolü başbakanın oynadığı görülür. Dış politika yapım sürecinde istihbarat elbette çok önemli. Sadece hükümete bağlı istihbarat birimleri değil askeri istihbaratta İsrail için çok önemli. Ancak temelde son sözü söyleyen her zaman başbakan. Bölgedeki başka ülkelerle paralel bir şekilde kamuoyu çok uzun zaman İsrail’de ve İsrail dış politikasında önemli bir rol oynamıyor. Ancak özellikle 1982 Lübnan İşgali sonrasında kamuoyu dış politikayı tartışılabilir hale getiriyor. Önceki süreçlerde dış politika gizlilik içinde, hükümetin siyasetinin bir devamı olarak ve bir varolma savaşı şeklinde algılanıyor ve güvenlik siyasetinin uzantısı olarak görülüyor. Bu halen bir dereceye kadar geçerli. İsrail dış politikasının temellerine baktığımızda neler söyleyebiliriz? En önemli karakterlerinden bir tanesi dediğim gibi güvenlik ve savunma stratejileri politikası. Bir başka önemli unsur aslında Yahudilik meselesi. İsrail kendisini dünyadaki tek Yahudi devleti olarak, dünyadaki tüm Yahudilerin koruyucusu olarak ortaya koyuyor. Söylendiğine göre “İsrail dünyadaki tek Yahudi devletidir. İnsanlık tarihinde 2000 yıldır bir yara olan Yahudi problemine çözüm olarak, bilinçli bir şekilde tekrar kurulmuştur”. Bunun altını çizmemdeki neden şu; İsrail Devleti bir tarfatan dünyadaki tüm Yahudilerin sözcüsü olduğunu söylerken,i dünyanın her yerinde olan Yahudilerden de İsrail Devleti’ne bir şekilde destek vermelerinin altını çiziyor. 1950’de İsrail Parlamentosu’ndan geçen “geri dönüş yasası” itibariyle de dünyanın herhangi bir yerindeki Yahudi, İsrail Devleti’ne gelebilir. “Aliya” dene bir süreçten geçtikten sonra İsrail vatandaşlığını alır. Bu nedenle İsrail dünyadaki tüm Yahudilerin sözcüsü olduğunun altını çizer. Genellikle Yahudi lobisinin çok fazla altı çizilir. Aslında bu genel olarak İsrail Devleti’nin az önce bahsettiğim yönüne hitap etmektedir.

ORSAM

Güç, güvenlik, savaş ve barış kavramları her zaman İsrail siyasetinin temelini oluşturmaktadır. İsrail, bölgede güvenliğini sağlamak adına kısa vadede attığı adımlarla birlikte orta ve uzun vadede yeni güvenliksizlikler yaratıyor. Bazı yazarlara göre İsrail, bölgesel güvenliği hep dikey ilişkiler bağlamında algılıyor. Yani dışlayıcı, devletler arası, askeri güce dayalı. Bu durumda bölgesel güvenliğin bir alternatifi olarak algılanabilecek daha yatay, katılımcı, çok taraflı anlaşmalara dayalı güvenliği dışlıyor. Bu nedenle ilişkilere vaktığımızda kısa vadede güvenliği sağlayabilmek için çok sert askeri yöntemlere dayalı, düşmanı daha eyleme geçmeden diğer topraklarda durdurmaya yönelik, dışlayıcı bir anlayış görüyoruz. Ancak bu tabi İsrail için orta ve uzun vadede yepyeni güvenlik sorunları yaratıyor ve aslında kendi isteğinin tam aksine bir dizi daha ciddi sorunla karşı karşıya kalıyor. İsrail kurulduğu yıllarda hep insan gücünden yoksun olduğunun, coğrafi derinliği olmadığının, stratejik derinliği olmadığına göre de tüm çatışmaların düşman topraklarda yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Mesela 1985’te FKÖ’nün Tunus’taki karargahını bombalaması, Hizbullah Liderini 1992’de öldürmesi. Bunlar nokta atışlarıyla birlikte eyleme geçmemiş operasyonları durdurmayı amaçlamaktadır. Peki, İsrail’in dış politikasına tarihsel bir bağlamda baktığımız zaman neler söyleyebiliriz? 1948’i temel alarak bir harita çıkarabiliriz. Çünkü 1948 öncesi söylenen düşünceler bugün hala İsrail dış politikasında dominant. Herşeyden önce Filistin toprakları daha sonra İsrail Devleti’ni kuracak olanlar tarafından, atalarından gelen hak olarak algılanıyor. Atalarının mezarlarının bulunduğu toprakların, torunlar ve çocuklar için meşru yerleşim alanı olduğu söyleniyor. 19. Y.y.’ın sonunda siyasi Siyonist hareketin başlamasıyla birlikte de ortaya konan ve sıkça tekrarlanan bir başka söylemde; “Aslında zaten Filistin’in kimsenin yaşamadığı, bataklıklarla örülü, ataların torun-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

91

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

larının dönmesini bekleyen bakir topraklar olduğu”. Ne de olsa daha sonra İsrail’İ kuracak olan elit için 19. Y.y. sonunda Filistin boştur ve halksızdır. Yahudilerde bir halktır ama yurtsuzdur. Bu nedenle “yurtsuz halka, halksız bir yurt” söylemi önplana çıkar ve bu bağlamda da “bölgede yaşayan Arapların aslında gerçek Filistinliler olmadığı, onların Arap olduğu ve gidebilecekleri pek çok devlet olduğu söylenmektedir. Buna karşın Yahudilerin gidebilecekleri başka bir yer yoktur ve bu nedenlerle Filistin toprakları onların hakkıdır.” Bu dönemde yazılanlara baktığımızda Filistin topraklarındaki mücadele iki hakkın mücadelesidir; Filistin’de yaşayanların hakları ve Yahudilerin atalarından geldiğini iddia ettikleri hakları. 1948 öncesi sürece baktığımızda bir taraftan Filistin’in boşluğu ve keşfedilmeye beklemesi teması önplana çıkmaktadır. Diğer taraftan da elbette İngiliz mandası altındaki Filistin topraklarında kurumsallaşma bağlamında önemli adımlar atılmıştır. Siyonist hareket burada 1920’lerin başından itibaren devleti kurmaya yönelik bir dizi önemli adım atmıştır. Siyonist hareketin kurumsallaşmasının karşısında, Arapların ve Filistinlilerin kurumsallaşamaması bu bağlamda önemli farkları da gündeme getirmiştir. Bu dönemle ilgili olara, İsrail Devleti’nin İngilizler tarafından yürütülen emperyalist bir proje olduğu söylenir. Ancak ben diğer söylemlerinde göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. 1948 Savaşı Filistin topraklarına dair pek çok şeyi değiştirmekte. Bu savaş İsrail için bir özgürlük savaşıdır. Devleti kurduğu savaştır ve İsrail’e göre halen bitmemiştir. Çünkü hala İsrail düşmanlarla çevrilidir, hala–İsrail’in dış politika algısına göre söylüyorum- Araplar İsrail’e saldırmaya hazırıdır. Bu savaş konuyu anlamak açısından çok önemli çünkü bugünkü barış tartışmalarına baktığımızda yine 1948 Savaşını konuşmaktayız. 1948’le beraber tarihlerin yazılımı bağlamında da iki farklı görüş ortaya çıkmaktadır. 1948 savaşı İsrailliler için bir özgürlük savaşı iken Araplar için bü-

92

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

yük bir yıkım, acı ve hayal kırıklığıdır. 1948 Savaşı’nı iki tarafın nasıl algıladığına baktığımızda yine birbiriyle çelişen/çatışan tarih yazılımları olduğunu görmekteyiz. Bu savaşta günümüze kadar devam eden mülteci problemi de ortaya çıkmıştır. 1948 sınırları İsrail için sorgulanamaz sınırlardır. Filistinliler ise bu sınırları bugün hala sorgulamaktadır. Görüşlerdeki bu farklılık bizi iki tarafın anlaşamayacağı yönünde bir karamsarlığa itmektedir. 1948-1967 arası İsrail’in dış politikasında önemli bir bölümdür. Bir taraftan İsrail, kendi içinde devlet kurma sürecinden geçiyor, bir taraftan dünyanın pek çok farklı yerinden gelen Yahudilerle bir İsrailli kimliği yaratıyor. Dış politika açısından ise ABD ile artan ilişkiler var. Genel kanı İsrail’in kurulduğu günden itibaren ABD ile yakın ilişkilere sahip olduğu yönünde. Halbuki bu doğru değil. İsrail Devleti kurulduktan sonra en önemli askeri anlaşmalarını Fransa ile yapıyor. 1960’ların başına kadar İsrail’in İngiltere ile yakın ilişkileri olmasına rağmen Fransa’yla askeri ilişkiler ön planda oluyor. Ancak 1962 yılında ABD’de Kennedy’nin başa gelmesiyle yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem Soğuk Savaş’ın içindeki değişikliklerle de açıklanabilir. ABD ve İsrail arasındaki bu “özel ilişki” 1962 yılından sonra ortaya çıkıyor. Silah akışı başlıyor, askeri yardımların altı çiziliyor. 1967 Savaşı Ortadoğu siyaseti için pek çok açıdan bir dönüm noktası. Bu savaş iki nedenle önemli. İlki, sınırlar. İsrail Devleti’nin sınırları neresidir? İleride kurulabilecek bir Filistin Devleti’nin sınırları neresidir? Bu sorunlar 1967 savaşıyla ortaya çıkıyor. İkinci mesele ise, Kudüs. 1967’de İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgaliyle birlikte Kudüs’ün ne olacağı tartışılıyor. Bunlara ek olarak söylenebilecek üçüncü mesele ise İsrail’in işgal ettiği topraklarla ne yapacağı. 1967’den sonra bazı yerleşimler başlamıştır. Ancak 1977’ye kadar İsrail içinde işgal edilmiş topraklarla ne yapılacağı konusunda bir konsensüs yoktur. Ancak bu tarihten sonra bu topraklar, İsrail’in stratejik derinliğini arttıran

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

olumlu bir gelişme olarak algılanmaya başlanmıştır. 1967-1977 yılları arasında bu toprakların geri verilmesi fikri dominantken, 1977’den sonra bu toprakların İsrail’in içinde tutulması yönünde güçlü adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu durum diğer taraftan İsrail’in iç tartışmalarını da gündeme getirmektedir. Çünkü İsrail eğer bir Yahudi Devleti ise buradaki Araplar ne olacak? Buradaki Araplar içeri alınırsa nasıl olacak? İsrail bir Yahudi Devleti midir? Yoksa demokratik bir devlet midir? Bu aşamadan sonra demokratik İsrail ve Yahudi İsrail kavramları birbirleriyle çatışmaya başlamıştır. İsrail bu tarihten sonra kendi içinde kimliğini nasıl tanımlayacağına tartışmaya başlamıştır. Bugünde hala bu topraklarla tam olarak ne yapılacağı konusunda ortak bir görüş yoktur. “İsrail Yahudi Devleti ise demokratik devlet değil midir?” sorusunu bugün hala en önemli sorulardan birisidir. 19671991 arası önemli bir dönemdir. Bu tarihte sağ partiler daha dominanttır. Bu baskınlık inde İsrail’in sınır ötesi operasyonları güçlenmiştir. Özellikle FKÖ ile farklı bir mücadele yoluna girilmiş ve bu bağlamda Lübnan iç savaşı ve Lübnan’la yaşanan işgaller önemli dönüm noktalarıdır. İsrail 1978’te Lübnan’ı işgal ediyor daha sonra 1982’de tekrar işgal ediyor. Bu işgaller elbette çok kanlı olayların yaşanmasına neden oluyor. 1982 sonrasında Lübnan’dan tamamen çekilmiyor ve Güney Lübnan’da bir güvenlik bölgesi oluşturuyor. 2000 yılına kadar da bu güvenlik bölgesi kalıyor. Tüm bunlar İsrail için bu işgallerin sorgulandığı bir dönemi getiriyor. 1982 Lübnan işgali, İsrail içinde büyük bir infiale neden oluyor. Özellikle sol gruplar, İsrail’in yaptığı işgallerin meşru olmadığını söyleyen önemli gösteriler yapıyorlar. Bu da bazıları için İsrail’in demokratik bir devlet olduğunu gösteriyor. Ancak kamuoyu hiçbir zaman dış politikada karar verecek aşamada olmuyor ve işgaller devam ediyor. Bu arada da çevresinden gelebilecek saldırıları daha saldırı gelmeden nokta atışıyla yok etmeye çalışıyor. Irak’ta

ORSAM

nükleer tesise yaptığı saldırı buna örnek olabilir. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte İsrail dış politikasında yeni bir önem açılıyor. Ancak İsrail bu yeni dönemden pek hoşlanmıyor. 1991-2001 arası iki nedenle önemli. İlki Filistin meselesinde ortaya çıkan barış havası. Bu dönemde taraflar birbirleriyle görüşüyor, birbirlerini dolaylı olarak tanıyor. Ancak küresel anlamda bu yıllar İsrail için o kadar da iyi yıllar değil. Çünkü İsrail’in ABD’nin gözündeki önemi azalıyor. ABD çok daha geniş bir coğrafyada gücünü arttırmaya çalışıyor ve artık İsrail’in o kadarda önemli olmadığı kanısına varıyor. Bu nedenle 11 Eylül 2001 önemli bir tarih oluyor. 11 Eylül’le birlikte İsrail yeniden ABD nezdinde kendi gücünü keşfediyor. Özellikle Bush yönetimiyle birlikte İsrail’in ABD siyasetindeki önemi bir anda artıyor. 1990’lar barış havasının hakim olduğu ama İsrail’in göreceli gücünün azaldığı bir dönemken 2000’ler barış havasının tamamen ortadan kalktığı ancak İsrail’in hem bölgede hem de küresel anlamda kendini çok güçlü hissettiği bir dönem oluyor. Bu dönemde yazılan makalelerde Bush’un dış politikasının Yahudiler tarafından ele geçirildiği söylenir. İddialara göre aslında Bush yönetimi 11 Eylül sonrası yaşadığı travmada kendisini tamamen Yahudi lobisinin eline teslim etmiştir ve tüm dış politika İsrail’in önceliklerine göre şekillenmiştir. Bunu bu derece savunmak çok zor ancak 11 Eylül sonrası İsrail kendisine yeni bir nefes alma alanı bulmuştur. 1990’larla beraber köşeye sıkışmış, kendisini zayıf hisseden İsrail için Türkiye ile ilişkiler çok önemli iken 2000’lerle birlikte kendisini ABD nezdinde de daha güçlü hisseden İsrail için Türkiye ile ilişkiler azalmıştır. 2003 Irak Savaşı’nın nedenlerine bakıldığında da bazı yazarlar Bush’un siyasetinin İsrail’in önceliklerine göre şekillendiğini söylüyorlar. Ancak 2000’lerin başından beri İsrail’in önceliği her zaman ve her zaman İran’dır. Bunda bugünde değişen bir şey yoktur. O dönemde ABD yetkilileri ve İsraillilerin yaptıkları görüşmelere baktığımızda

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

93

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Ortadoğu’da bir rejim değişikliği yapılacaksa önceliğin her zaman İran olduğu görülmektedir. İran, İsrail için her zaman bir numaralı tehdittir. Bu görüşmelerde de ön plana çıkan şey önce İran’ın “vurulması”, rejiminin değiştirilmesi sonrasında Irak’a müdahale edilmesi olmuştur. Bunun böyle olmayacağı anlaşıldıktan sonra da İsrail “Şuan Irak Savaşı’nı destekliyoruz. Çünkü bunun bir adım sonrası da İran olacaktır” der. Irak Savaşı sonrasında bildiğimiz gibi bölgede iki önemi gelişmeden bahsedebiliriz. Bunlardan biri bölgedeki geleneksel güçlerin ve Arap güçlerinin bölgede etkinliğinin azalması. Buna bağlı olarak bölgede etkin olmayan güçlerin etkinliğini artması. Ki bu durum çok ironiktir. İran’ın gücünün azalması beklenirken, İran’ın ve Türkiye’nin gücü artmıştır. Tabi bu savaş sonrası İsrail’inde Arap olmayan bir devlet olarak bölgedeki gücü artmıştır. Ve bu durum 2006 yılına kadar devam etmiştir. Irak Savaşı’yla ilgili ikinci önemli gelişme devlet dışı aktörlerin rolünün artmasıdır. Hamas ve Hizbullah’ın rolünün artması İsrail için yeni tehditleri gündeme getirmiştir. Özellikle 2006 yılındaki Lübnan Savaşı’nda da Hizbullah’ın gücünün azaltılması İsrail için önemli olmuştur. Ancak bu savaş yine tersine dönmüş ve kendi gücünün sorgulandığı bir dönemin kapılarını açmıştır. 2001’den 2006 yılına kadar İsrail’in, Filistin meselesindeki hayal kırıklıklarına rağmen ve barışın tamamen gündemden düşmesine rağmen kendini çok güçlü hissettiği bir süreçten bahsetmemiz mümkün. Bunun yansımaları İsrail’in politikalarında da görülebilir. Ancak 2006 Lübnan Savaşı’ndan sonra İsrail içinde pek çok şey değişmeye başlamıştır. Çünkü İsrail’in güvenlik stratejileri aslında yürümemektedir. Özellikle Hizbullah’ın Lübnan Savaşı’ndaki “başarısı”, en azından bir devlet dışı aktör tarafından İsrail’in gücünün sorgulanabilirliği, İsrail’in sınırlarını ve aşırı güç kullanımının ters tepip yeni sonuçlar meydana getirebileceği meselesini ortaya çıkarmıştır. 2006’dan beri İsrail kendini gitgide

94

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

daha güvensiz hissettiği bir dönemi yaşamaktadır. Bir taratan bunlar yaşanırken diğer taraftan gündemdeki birini maddenin İran olması devam ediyor. İsrail pek çok yazara göre 2006 Savaşı’nda bile İran’a Hizbullah üzerinden mesaj göndermeye çalışmıştır. Bu süreçte Arap Baharı İsrail için yepyeni güvenlik açmazları ortaya koydu. Çünkü ilk olarak “Araplar arasında acaba yeniden birleşik bir hareketlenme olabilir mi?” sorunun sorgulandığı bir süreçten geçiliyor. İkinci olarak bölgedeki öneminin gitgide daha azaldığını görüyor. Birinci meseleye geri dönersek İsrail’in birleşik Arap hareketini engellemek için attığı ve başardığı en önemli iki adım Mısır (Camp David Anlaşması, 1979) ve Ürdün’le (Barış Anlaşması, 1994) yaptığı anlaşmalardır. Şimdi “Mısır’daki değişimle birlikte yapılan anlaşma ne olacak? İsrail yine Arap Devleri arasında bir işgale mi uğrayacak” gibi kaygılar İsrail’in gündeminde İran’dan sonra gelen madde. İkinci mesele ise İsrail’in bölgedeki öneminin Arap Baharı’yla beraber azalması. Bu Filistin Meselesi’ni önemli bir şekilde etkiliyor. Çünkü Filistin Meselesi, Arap-İsrail barışının gelmesi şuan hiç kimsenin önceliği değil. Bölgeyle ilgili küresel aktörlerin siyasete bakıldığı zaman, bu derece önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemde Filistin meselesinin ön planda tutulması mümkün değil. Çünkü çok daha acil değişimler, çok daha acil dönüşümler ve belki çok daha acil çözüm bekleyen meseleler dururken on yıllardır devam eden ve aslında herkesin artık sıkıldığı Filistin Meselesi’ni bugün gündeme getirmek çok zor. Peki, bu mesele Filistin tarafından nasıl okunuyor? 2006 yılından beri Filistin’de yaşanan siyasi hareket içindeki bölünme çok önemli. Bu bölünme nedeniyle Filistin Meselesi’ne karşı Hamas ve Fetih’in ayrı olmaları, Gazze’nin ve Batı Şeria’nın neredeyse ayrılmış olmaları, birleşik hareketin ortaya çıkmasını engelleyen faktörler. Hamas ve El-Fetih’in son aylarda

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

geçici bir süreliğine de olsa anlaşmış olmalarına rağmen Filistinlilerde bu meselenin kimsenin gündeminde olmadığının farkında. Filistin Meselesi’nde çözüm bekleyen noktalara baktığımızda üç önemli faktör var. İlki mülteci meselesi (1948 yılından beri mevcut), ikincisi Kudüs’ün ne olacağı meselesi ve beklide en önemlisi sınırlar meselesi. Filistinliler için sınırlar açısından 1948 bile sorgulanmakta iken İsrail belki 1967 sınırlarından taviz verebilir. Ancak bu meselelerde anlaşma sağlanması çok zor. Zaten şuan Filistin tarafının ve İsrail tarafının öncelikleri tamamen birbirinden ayrışmıştır. İsrail için öncelik güvenliktir. “Terörist eylemler” devam ettiği sürece İsrail açısından barış görüşmesi mümkün değildir. Yani “Filistin tarafı önce güvenliği sağlamalıdır. Ondan sonra diğer meseleler konuşulabilir”. Filistinliler içinse öncelikli mesele sınırlar ve devlet kurma sürecidir. Filistin tarafının görüşmelerde söylediği şey “Önce Filistin Devleti’nin sınırları belirlenmelidir. Sonra güvenlik konuşulabilir”. Bu iki duruş birbirinden tamamen farklı olduğu için bugüne kadar yapılan tüm barış görüşmeleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bunun ötesinde son 1 senedir ne İsrail tarafında ne bölgedeki ülkeler bağlamında ne de barışın gelebilmesi için en önemli faktör ve güç olarak görülen ABD tarafında Filistin Meselesi önceliklidir. Bu nedenle çok yakın bir dönemde ne Filistin

ORSAM

Meselesi’nde bir çözüm görmek ne de bölgede genel olarak bir barışı görmek mümkün olacaktır. İsrail için önemli başka bir tartışma bölgedeki dönüşümlerin nasıl olacağı meselesidir. İsrail’in söylemlerine baktığımız zaman göreceğimiz; bölgedeki değişimler ve dönüşümler ancak demokrasiyle sonuçlanması üzerine bölgeye barışın geleceği üzerine kuruludur. İsrail hala demokratik barış teorinsin bölgede var olabileceğini, eğer bu ülkeler gerçek demokrasiye dönerlerse savaşın ortadan kalkacağını, İsrail’in gerçek bir demokrasi olarak diğer gerçek demokrasilerle savaşmadan sorunlarını çözebileceğini düşünmektedir. Ancak İsrail-Filistin meselesi bizim beklide demokratik barış teorisini tekrar özden geçirmemiz gereken yeni bir süreci ortaya çıkaracak. Arap ülkelerinde gerçek demokrasiler olması halinde Filistin Meselesi acaba barışçıl yollarla çözülebilecek mi? Bu derece farklı görüşlerin olduğu, gerek tarih yazılımları gerek öncelikleri bakımından iki tarafın bu kadar ayrıştığı bir dönemde demokrasilerin barışçıl çözümleri ön plana çıkaracağı yönündeki fikirler ne derece doğru olacaktır? İsrail şuan kendisine yeni alanlar oluşturmaya, güvenliğini sağlamak için yeni ittifaklar kurmaya çalışıyor. Ancak hiçbir zaman olmadığı kadarda kendisini köşeye sıkışmış hissediyor. Teşekkür ederim.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

95

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.13. Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları Doç. Dr. Harun Öztürkler ORSAM Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi



Harun Öztürkler: Herkese merhaba. Ben Doç. Dr. Harun Öztürkler. Afyon Kocatepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde öğretim üyesiyim. Aynı zamanda ORSAM Danışmanıyım. Bugün size “Ortadoğu Ekonomilerinin genel Yapıları”nı anlatacağım. Arap Baharını doğru değerlendirmek için bu ülkelerdeki politik yapı ile birlikte ekonomik yapıların da bilinmesi gerekmektedir. Ortadoğu ülkeleri ekonomik açıdan çoğu kez yalnızca enerji kaynakları rezervleri ve fiyatları söz konusu olduğunda gündeme gelmektedir. Oysa bu ülkelerin ekonomik yapı özelliklerinin bilinmesi hem enerji ile ilgili konuların hem de bu ülkelerin sosyal ve siyasal yapılarının daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Ekonomik Sistem Ekonomik yapı, kabaca üretimin nasıl organize edildiği, kaynakların nasıl dağıtıldığı, yaratılan hâsılanın toplumu oluşturan bireyler ve sınıflar arasında nasıl bölüştürüldüğünü ifade eden ekonomik sistem kavramından farklıdır. Aynı ekonomik sisteme sahip olan iki ülke birbirinden önemli ölçüde farklı ekonomik yapılara sahip olabilirler. Ekonomik yapıdan kastedilen çoğu kez ülkenin sahip olduğu kaynak çeşitliliği, bu kaynakların miktar ve niteliği ile teknoloji düzeyinin dayattığı ekonominin sektörel yapısıdır. Ortadoğu ülkeleri bir bütün olarak dünya enerji kaynaklarının hem sahip olunan rezervler, hem de üretimi

96

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ve dışsatımı bakımlarından merkezi öneme sahiptirler. Kaynak zenginliğinin ekonomik gelişmişlik düzeyinin temel belirleyicisi olduğunu ileri süren görüşler dikkate alınarak, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık olarak üçte ikisine ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık olarak 1/2’sine sahip olan bu bölgenin dünyanın en gelişmiş bölgeleri arasında bulunması gerektiği sonucuna varılır. Oysa bu ülkeleri gelişmekte olan ülkeler veya az gelişmiş ülkeler kategorilerine koyabiliriz. Burada önemle vurgulanmamız gereken bir nokta, Ortadoğu ülkelerinin tümünün doğal kaynak zenginliği yönünden birbirlerine benzemediğidir. Ekonomik yapı ve gelişme, doğal kaynak zenginliği yanında işgücünün miktar ve niteliğine de bağlıdır. Bu ülkeler bu yönden de birbirlerinden farklılaşmaktadır. Kabaca ekonomik yapıdan, bir ülkede bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin cari fiyatlarla parasal değerlerinin toplamı olarak tanımlanan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yaratılmasında tarım, sanayi ve hizmetler sektörlerinin paylarını kastetmekteyiz. Dünya Bankası Kalkınma Endeksi 2012 veri tabanından derlenen verilere göre, 1980 yılında Ortadoğu ülkelerinde tarım sektörünün GSYİH içerisindeki yaklaşık olarak yüzde 16 olan payı 2010 yılında yaklaşık olarak yüzde 11’dir. Tarım sektörünün gelişmiş ülkelerde yüzde 5’in altında olan payı ile kıyaslandığında, tarım sektörünün ekonomi içerisinde önemli bir paya sahip olmaya devam ettiği söylenebilir. Ancak kırsal alanlarda yaşayan nüfusun top

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

lam nüfusa oranı tarıma elverişli toprakların toplam alana oranına göre ve coğrafi ve iklim koşullarına göre ülkeden ülkeye büyük farklılık gözlenmektedir. 1980 ile 2010 verileri kıyaslandığında hizmetler sektörünün GSYİH içerisindeki payının hemen hemen değişmediği gözlemlenmektedir. Ortadoğu ülkelerinde hizmetler sektörünün GSYİH içerisindeki payı ortalama olarak 1980 yılında yüzde 47, 2010 yılında ise yüzde 48’dir. Hizmetler sektörü ekonomik kalkınmışlık düzeyine bağlı olarak GSYİH içerisindeki payı artan bir sektör olup, bu nedenle de türev bir sektör olarak adlandırılmaktadır. Sanayi sektörünün GSYİH içerisindeki payı 1980-2010 döneminde 4 puan yükselmiştir. Bu perspektiften bakıldığında son otuz yılda ekonominin sektörel yapısında radikal bir değişmenin ortaya çıkmadığı ileri sürülebilir. Ekonomik yapı ile ilgili bir başka gösterge, aynı zamanda ekonominin dışa açıklığının da bir göstergesi olan ihracat ve ithalatın GSYİH içerisindeki paylarıdır. İhracat ve ithalatın toplamı olarak tanımlanan dış ticaret hacminin GSYİH’ye oranı, o ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin ne kadarının dış ticarete konu olduğunun, böylece de ekonominin dışa açıklığının temel göstergesidir. Ortadoğu ülkeleri ile ilgili ilginç bir gelişme, ithalatın GSYİH içerisindeki payının incelenen dönem içerinde önemli ölçüde değişmemesidir. Bu pay, incelenen dönemde ortalama olarak yaklaşık yüzde 35’tir. İhracatın payı ise zaman içerisinde, petrol fiyatlarındaki dalgalanmaların da bir sonucu olarak, önemli bir değişkenlik göstermiştir. Yine de, mal ve hizmet ihracatının GSYİH içerisindeki payı zaman içerinde bir artma eğilimi göstermiş ve incelenen dönemin sonunda yaklaşık yüzde 35 düzeyine çıkmıştır. Buradan şu sonuca ulaşmak mümkündür: Dış ticaret hacminin GSYİH’ye oranı ortalama olarak yaklaşık yüzde 70 olan Or-

ORSAM

tadoğu ülkeleri bir bütün olarak dışa açık bir ekonomi olarak alınabilir ve ithalat ve ihracatın GSYİH oranları yaklaşık olarak eşit olduğundan, yine bir bütün olarak alındığında Ortadoğu ülkeleri dış ticaret dengesine sahiptir. Öte yandan, ithalat ve ihracatın hangi nitelikteki mal ve hizmetlerden oluştuğu ekonomik yapı ile ilgili bir başka önemli göstergedir. Örneğin, son on yıl içerisinde imalat sanayi ihracatı içerisinde ileri teknoloji ihracatının payı ortalama olarak yüzde 3’tür. Bu oranın gelişmiş ülkeler için yüzde 20’nin üzerinde olduğu göz önüne alındığında, Ortadoğu ülkelerinin imalat sanayilerinin ortalama olarak ne derece az gelişmiş bir yapıya sahip olduğu görülebilir. Bunun yanında, ihracatın büyük ölçüde petrol ve doğal gaz gibi doğal kaynaklardan ve ithalatın ise sanayi ürünlerinden oluştuğu dikkate alındığında bu ülkelerin ekonomik yapılarının üretim boyutuyla çeşitlenmemiş olduğu ve büyük ölçüde dışa bağımlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Böyle bir yapının sürdürülebilirliği ise, doğal kaynak arzının ve dolayısıyla rezervlerinin sürekliliğine ve fiyatlarının gelişimine bağlıdır. Rezervlerin sonlu oluşu tek başına yapıyı sürdürülebilir olmaktan çıkarırken, fiyatların gelişimi ulusal gelirde, devletlerin vatandaşlara vereceği hizmet ve niteliğinde önemli değişkenlikler yaratacaktır. Ekonomik gelişmişlik ve yapı ile ilgili bir başka önemli faktör nüfustur. Ortadoğu ülkeleri gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında çok daha genç bir nüfus yapısına sahiptir. Ekonomik gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesi olan yaşam süresi beklentisi son otuz yılda 58 yıldan 69 yıla yükselmesine kaşın, gelişmiş ülkelerdeki 79 yıl olan düzeyin önemli ölçüde gerisindedir. Buna rağmen, nüfusun yaklaşık üçte biri on beş yaşın altındadır. Bilindiği gibi, üretimin temel faktörleri emek, sermaye, doğal kaynaklar, girişimcilik ve beşeri sermeyedir. Böylesine genç bir nüfus Ortadoğu ülkeleri için önemli bir insan ser

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

97

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

mayesi potansiyelini ifade etmektedir. Ortadoğu ülkelerinin, dünya ortalamasının (yaklaşık olarak yüzde 1.2) üstünde, gelişmiş ülke ortalamasının(yaklaşık yüzde 0.7) ise daha da üstünde olan yaklaşık yüzde 1.7’lik nüfus artış hızı, kişi başına sermeye birikim hızını yavaşlatarak ekonomik kalkınmanın önünde bir engel teşkil etmektedir. Yüksek nüfus artış hızı her şeyden önce kişi başına ulusal gelirin yeterli bir hızda yükseltilmesini zorlaştırmaktadır. Arap Baharı Ocak 2011’de Tunus’ta başlayan ve tüm Ortadoğu’yu saran başkaldırılar, bölgenin yarım yüzyıllık durağan ve dünyadaki gelişmeler ile örtüşmeyen temel parametrelerini sonsuza dek değiştirdi. 21. yüzyılın bu ilk ve büyük başkaldırısının gerisindeki politik nedenleri, bu nedenlerin ne kadarının bölgenin kendi iç dinamikleri ile ilgili olduğunun ve ne kadarının bir büyük planın bir parçası olduğunun doğru bir biçimde değerlendirilebilmesi için daha uzunca bir zamana ihtiyacımız olduğu kesin. Arap Baharı’nın Temel Nedenleri Ortadoğu’daki başkaldırıların gerisinde yatan ve bölgedeki birçok ülke için ortak olan temel üç özelliğin yolsuzluk, kayırmacılık ve eşitsizlik olduğunu ileri sürebiliriz. Bu ülkelerdeki kentli yoksullar özellikle artan gıda

98

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

fiyatları sonucu sürekli yükselen hayat pahalılığından, buna karşın geçimlik düzeyde veya altında olan ve oldukça yavaş yükselen ücretlerden şikâyetçi iken, kırsal kesimde yaşayanlar topraksızlıktan ve yaşamlarını idame ettirmeye yetecek bir geliri elde edememekten şikâyetçiydiler. Bu şikâyetlerinin çözüm yolu olarak ise ülkelerindeki rejimlerin ve liderlerin değişmesini gördükleri için caddelere ve meydanlara çıktılar. Bu ülkelerin hükümetleri için bu yeni ve belli ölçüde şaşırtıcı bir durumdu. Bunun nedeni bu ülkelerin hükümetlerinin dünyanın diğer ülkelerinde düşünülmesi bile olanaksız bir sosyal devlet anlayışına sahip olmalarıydı. Bu sosyal devlet anlayışının özünü, bu ülkelerdeki hükümetlerin, çoğu kez ülkelerinin sahip olduğu doğal kaynakları, özellikle de petrol ve doğal gazı satarak, oluşturulan büyük servetin bir bölümünü yolsuz, kayırmacı ve demokratik olmayan yönetimlerinin devamı için rüşvet olarak vermeleri oluşturmaktadır. Bu durumu The Economist 10 Mart 2011 tarihli ve “Caddeye Para Saçmak” başlıklı yazıda, “vatandaşlarınınız sadakatine sahip değil iseniz, belki bir süreliğine kiralayabilirsiniz” diye yazarak yalın biçimde özetliyordu. Arap Baharı ve Dünya Enerji Piyasaları Ortadoğu’da gözlemlediğimiz gelişmeler yeni bir ekonomik ve politik yapı ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle, bu gelişmelerin dünya petrol ve enerji piyasaları üzerine etkilerini

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Şekil 1: En Yüksek Petrol Rezervlerine Sahip Yirmi Ülke (2010) 300.000.000.000,00 250.000.000.000,00 200.000.000.000,00 150.000.000.000,00 100.000.000.000,00 50.000.000.000,00

Sudan

Azerbeycan

Meksika

Brezilya

Cezayir

Angola

ABD

Çin

Katar

Kazakistan

Nijerya

Libya

Rusya

Venezuella

BAE

Kuveyt

Irak

İran

Kanada

S. Arabistan

0,00

 

Ortadoğu’daki olaylarn gelişimi göz önüne alndğnda potansiyel yeni adres gibi gözüken incelmek, özünde bu yeni yapının ortaya çı- rezervli ile ilk sırada yer almaktadır. Kanada Suudi Arabistan 264,600 milyar varil petrol rezervli ile ilk srada yer almaktadr. Kanada karacağı olası enerji politikasının etkilerini 175,000 milyar varil rezerv ile ikinci sırada yer 175,000 milyar varil rezerv ile ikinci srada yeralmaktadır. almaktadr. Nükleer Nükleer enerji enerji üretme üretme çabalar çabaları öngörmeye çalışmak anlamına gelmektedir. bat tarafndan nükleer silah geliştirme çabas olarak değerlendirilen ve hergeliştirme an bat ileçababir batı tarafından nükleer silah Dünya enerji piyasaları üzerindeki etkiler inçatşma riski olan İran 137,600 milyar varil ile üçüncü srada yer almaktadr. Geçen yl celenirken, üç dönemli bir analiz yapılması sı olarak değerlendirilen ve her an batı ile bir demokratik bir seçim yapmasna karşn 6 aydan çatışma uzun birriski zamanda ancak hükümet kurabilen, olan İran 137,600 milyar varil ile uygun olacaktır: İlki, devam eden olayların etnik, mezhep ve diğer birçok ekonomik, sosyal ve siyasal çatşmalarn yaşanmaya devam üçüncü sırada yer almaktadır. Geçen yıl deetkilerinin inceleneceği ve ne kadar süreceettiği ve bu nedenle de önemli belirsizlerin olduğu Irak 115,000 milyar varil ile dördüncü ğinin kesin olarak belli olmadığı dönemdir. mokratik bir seçim yapmasına karşın 6 aydan srada yer almaktadr. Şu anda bir iç savaşn yaşandğ ve batl güçlerin askeri müdahalede İkincisi, yeni bir yapının temel özelliklerinin uzun bir zamanda ancak hükümet kurabilen, bulunduğu Libya 47,000 milyar varil ile dokuzuncu en yüksek petrol rezervine sahip olan ortaya çıktığı durumda beklenen etkilerin in- etnik, mezhep ve diğer birçok ekonomik, sosyal adresleri ve siyasalolan çatışmaların devam ülkedir. Yine Ortadoğu’daki olaylarn potansiyel Katar veyaşanmaya Cezayir, 25,410 celeneceği dönemdir. Üçüncüsü ise, Ortadoettiği ve bu nedenle de önemli belirsizlerin milyar varil edilen ve 13,420 milyaroluşturulmuş varil ile, srasyla ğu da umut istikrarın ol- 12. ve 16. en yüksek petrol rezervine sahip Irak 115,000 milyar ile dördüncü ülkelerdir. (En yüksek petrol rezervlerineuzun sahip olduğu olan ülkelerin her birinin buvaril ülkelerin toplam duğu durumdaki etkilerin irdeleneceği sırada yer almaktadır. Şu anda bir iç savaşın rezervleri içindeki paylarnnarzbilinmesi bu ülkelerin petrol açsndan önemini daha iyi dönemdir. Petrol piyasasının yanını petrol yaşandığı ve batılı güçlerin askeri müdahaanlamamza olacaktr. Şekil 2 bu amaçla oluşturulmuştur.) kaynaklarınayardmc sahip ülkelerin petrol üretimleri lede bulunduğu Libya 47,000 milyar varil ile  belirlemektedir. Petrol üretim kapasitesinin dokuzuncu en yüksek petrol rezervine sahip temelini ise bu ülkelerin sahip oldukları pet- olan ülkedir. Yine Ortadoğu’daki olayların  rol rezervleri (sahip olunan üretim teknolojipotansiyel adresleri olan Katar ve Cezayir, si, rezervlerin nitelikleri v.b. veri iken) belir- 25,410 milyar varil ve 13,420 milyar varil ile,   lemektedir. Şekil 1 en yüksek petrol rezerv- sırasıyla 12. ve 16. en yüksek petrol rezervine  lerine sahip 20 ülkenin petrol rezervlerinin sahip ülkelerdir. (En yüksek petrol rezervledüzeyini göstermektedir. rine sahip olan ülkelerin her birinin bu ülke  lerin toplam rezervleri içindeki paylarının bi Ortadoğu’daki olayların gelişimi göz önüne linmesi bu ülkelerin petrol açısından önemini alındığında potansiyel yeni adres gibi gözüken daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Şekil  Suudi Arabistan 264,600 milyar varil petrol 2 bu amaçla oluşturulmuştur.)   ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

99

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Angola 1%

Kazakistan 2% Katar 2%

S. Arabistan 20%

Nijerya 3% Libya 4%

Çin 2%

Brezilya 1%

Sudan 1%

Cezayir 1%

Meksika 1%

ABD 1%

Azerbeycan 1%

Rusya 6% Kanada 13%

Venezuella 7%

BAE 7% Kuveyt 8%

İran 10% Irak 9%

Ekonomik, sosyal, siyasi ve güvenlik açıların- lirsizliğin hakim olacağı anlamına gelmekte-   dan potansiyel problemler karşılaşma ola- dir.potansiyel Belirsizlik, problemler düzeyine bağlı belli bir Ekonomik, sosyal, siyasi veilegüvenlik açlarndan ile olarak, karşlaşma sılığı olan ve İran’n İran’ınpaylar paylarıtoplam primiyüzde gerektirir. nedenle, yakın gelecekte olaslğ olanSuudi Suudi Arabistan Arabistan ve 30’dur.BuBu iki ülkeye Kuveyt, toplamıArap yüzde 30’dur. Bu iki ülkeye bu belirsizliğin petrol fiyatlarına artış olaBirleşik Emirlikleri (BAE), Libya, Kuveyt, Katar ve Cezayir’i eklediğimizde, en yüksekbirpetrol rezervlerine sahip ülkeler içindeki 50’yi aşmaktadr. piyasalarn Birleşik Arap Emirlikleri (BAE),paylar Libya,toplam Katar yüzde rak yansıyacağını ileri Enerji sürebiliriz. Petrol rediğer mal ve hizmetlerden ayran en önemli özelliği, arz miktar kadararzı arz belirlerken, güvenliğininfiili de arzı ve Cezayir’i eklediğimizde, en yüksek petrol zervleri potansiyel fiyat üzerinde etkili olmasdr. İktisatçlar enerji ürünleri dşndaki çok az ürün için arz rezervlerine sahip ülkeler içindeki payları petrol üretimi belirlemektedir. Üstelik petrol güvenliği En yüksekEnerji petrolpiyarezervlerine sahip 20 göreli ülke paylar toplam yüzde toplamı analizi yüzde yaparlar. 50’yi aşmaktadır. rezervlerinin büyüklüğü hem izlenen 50’yi aşandiğer yedi mal ülkenin ciddi sosyal, siyasal yüz de yüze oluşu, yakn salarını ve hizmetlerden ayıran ve engüvenlik üretimproblemi politikasıilehem rezervlerin nitelikgelecekte petrol piyasasnda hakim olacağ anlamnaüretimin gelmektedir. önemli özelliği, arz miktarıbelirsizliğin kadar arz güvenleri nedeniyle göreliBelirsizlik, büyüklüğünü düzeyine bağl olarak, belli bir primi gerektirir. Bu nedenle, yakn gelecekte bu belirsizliğin liğinin de fiyat üzerinde etkili olmasıdır. İkti- yansıtmayabilir. Şekil 3’den de görülebileceği petrol fiyatlarna bir artş olarak yansyacağn ileri sürebiliriz. rezervleri potansiyel satçılar enerji ürünleri dışındaki çok az ürün gibi, SuudiPetrol Arabistan günlük üretimarz düzeyi belirlerken, fiili arz petrol üretimi belirlemektedir. Üstelik petrol rezervlerinin göreli için arz güvenliği analizi yaparlar. En yüksek dikkate alındığında Rusya’nın gerisinde yer albüyüklüğü hem izlenen üretim politikas rezervlerinAmerika nitelikleri nedeniyle üretimin petrol rezervlerine sahip 20 ülke paylarıhem top-de maktadır. Birleşik Devletleri (ABD) göreli büyüklüğünü yanstmayabilir. Şekil 3’den de görülebileceği gibi, Suudi Arabistan lamı yüzde 50’yi aşan yedi ülkenin ciddi sos- rezerv büyüklüğü bakımından 14. sırada iken, günlük üretim alndğnda Rusya’nn gerisinde almaktadr. Amerika yal, siyasal ve düzeyi güvenlikdikkate problemi ile yüz yüze günlük üretim yer düzeyi bakımından 3. sırada Birleşik Devletleri (ABD) rezerv büyüklüğü bakmndan 14. srada iken, günlük üretim oluşu, yakın gelecekte petrol piyasasında be- yer almaktadır. düzeyi bakmndan 3. srada yer almaktadr.

100

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

12000

10000

8000

6000 Seri 1 4000

2000

0

Suudi Arabistan dünya petrol üretiminin yüzde 12.1’ini, İran, 5.3’ünü, BAE 3.3’ünü, Irak Suudi Arabistan dünya petrol üretiminin yüz- tekrarlanma olasılıklarını ortaya çıkarmakta3.1’ni, Kuveyt 3.1’ini, Cezayir 2.3’ünü, Libya 2.1’ini ve olaylarn hzlandğ en son ülke olan de 12.1’ini, İran, 5.3’ünü, BAE 3.3’ünü, Irak 1970’lipetrol yıllarda Petrol İhraç Eden30.5’ini Ülkeler Suriye 0.5’ini gerçekleştirmektedir. Ortadoğudır. dünya üretiminin yüzde 3.1’ni, Kuveyt 3.1’ini, Cezayir 2.3’ünü, Libya (OPEC-Kuruluş 1961) güdümlü belirgerçekleştirmektedir. Libya gibi Ortadoğu dşndaÖrgütü kalan ve iç karşklklarn yaşandğ ülkeler 2.1’ini ve olayların hızlandığı en son ülke olan fiyatlarını yukarı önemli çekmiş,siyasal 1980’li de dikkate alndğnda, dünya petrol üretimininsizlik üçte petrol birinden daha çoğunun Suriye 0.5’ini gerçekleştirmektedir. Ortadoğu yıllarda ise örgütün birlikte hareket etme belirsizliklerin olduğu bir bölgede gerçekleştirildiği gözlemlenmektedir. Üretim arz doğrudan dünya petrol üretiminin yüzde 30.5’ini ger- gücündeki zayıflama, alternatif kaynakların belirlediğinden, üretimdeki belirsizlik hem mevcut arz düzeyini etkileyerek cari fiyatlar çekleştirmektedir. Libya gibi Ortadoğu dışın- bulunması, petrol tüketiminde tasarruf edici düzeyinde etkili olmakta ve yukar doğru bir trend çerçevesinde dalgalanmalara yol açmakta, da kalan ve iç karışıklıkların yaşandığı ülkeler önlemler gibi nedenlerle petrol fiyatları aşağı hem de belirsizliğin uzun dönem prim gerektirmesi nedeniyle uzun dönem fiyatlar da hem de dikkate alındığında, dünya petrol üretidoğru ve göreli olarak istikrarlı bir eğilim gösyukar doğru eğimli hem de dalgal klmaktadr. Bu durum 1970’li ve 1980’li yllarda yaşanan minin üçte birinden daha çoğunun önemtermiştir. İçinde sürecin de süreçlerin tekrarlanma olaslklarn ortaya çkarmaktadr. 1970’li bulunduğumuz yllarda Petrol İhraç Eden li siyasal belirsizliklerin olduğu bir bölgede biçimde petrol fiyatlarını önce belirli Ülkeler Örgütü (OPEC-Kuruluş 1961) güdümlübenzer belirsizlik petrol fiyatlarn yukar çekmiş, gerçekleştirildiği gözlemlenmektedir. Üretim süre yukarı tırmandıracağı, daha sonra bu1980’li yllarda ise örgütün birlikte hareket etmebir gücündeki zayflama, alternatif kaynaklarn arzı doğrudan belirlediğinden, üretimdeki bulunmas, petrol tüketiminde tasarruf edici önlemler gibi nedenlerle petrol fiyatlar aşağ belirsizlik hem mevcut arz düzeyini etkileye- gün karmaşa içinde olan petrol üreticisi ülkedoğru göreli düzeyinde olarak istikrarl eğilimvegöstermiştir. bulunduğumuz de lerde daha İçinde demokratik ve istikrarlısürecin rejimlerin rek carivefiyatlar etkili bir olmakta benzer petrol fiyatlarn önce belirli yukarsonucu trmandracağ, daha sonrayeniden bugün kurulması petrol fiyatlarında yukarı biçimde doğru bir trend çerçevesinde dalga-bir süre karmaşa olan petrol ülkelerdeaşağı dahadoğru demokratik veortaya istikrarl rejimlerin bir trendi çıkaracağı ileri lanmalaraiçinde yol açmakta, hem üreticisi de belirsizliğin kurulmas sonucu petrol fiyatlarndanedeniyle yeniden aşağ doğru (Son bir trendi çkaracağ ileri sürülebilir. on yıl ortaya içerisinde dünya petrol uzun dönem prim gerektirmesi sürülebilir. (Son on yl içerisinde dünya petrol üretimi ve fiyatlarnn nasl bir seyir izlediğinin uzun dönem fiyatları da hem yukarı doğru üretimi ve fiyatlarının nasıl bir seyir izlediği  yararlı olacaktır. Şekil 4 bu gözlemlenmesi yararl olacaktr. Şekil bu amaçla ninhazrlanmştr.) gözlemlenmesi eğimli hem de dalgalı kılmaktadır. Bu4durum 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan süreçlerin

amaçla hazırlanmıştır.)

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

101

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

100 80 60

84,000 82,000

40

80,000

20

78,000 76,000 74,000

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007

Dünya Petrol Üretimi (Bin Varil/Gün) Petrol Fiyati (ABD Dolari/Varil)

2008

2009

 

Şekil 4’deki verilerden yola çkarak petrol üretiminin petrol fiyatna olan esnekliğini yaklaşk Şekil 4’deki verilerden çıkarak petrol petrolpetrol üretiminin 1/3’ünden daha büyük bir olarak 0.064 olarak yola hesapladk. Petrol üreüretiminin fiyatlarna duyarllğnn düşük timinin petrol fiyatına olan esnekliğini yakkısmını gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla bu olduğu ve petrol üretiminin fiyat dş faktörlerin büyük ölçüde belirlediği sonucuna laşık olarak Bu 0.064 olarak hesapladık. Petrol sürecin uzaması ve Suudi Arabistan, İran ve varabiliriz. faktörlerden bir tanesi hiç kuşkusuz OPEC’tir. Diğer faktörler, petrol üretim üretiminin petrol fiyatlarınaPetrol duyarlılığının diğer ülkelere de sıçraması hem kapasitesi ve teknolojisidir. üretimi rezervler ile snrldr. Ayrca, durumunda bu rezervlerin düşük olduğu da ve gelecek petrol üretiminin dışı petrolgerektiği üretimindeki ortaya çıkullanmnn kuşaklarnfiyat da gözetilmesi artk düşüş birçokhem ülkedetarafndan faktörlerin büyük ölçüde bir belirlediği sonukanders belirsizlik petrolbiçiminden fiyatlarını farkl yukarıolarak doğru benimsenmiştir. Herhangi maln piyasa arznn kitab analiz cuna faktörlerden bir tanesi çekecektir. Japonya’dakikorumak gelişmelerin nükleer petrolvarabiliriz. ihraç eden Bu ülkeler, petrol fiyatlar düştüğünde gelir düzeylerini için üretimi hiç kuşkusuz OPEC’tir. Diğer faktörler, güveni azaltması petrolün en azaltmayabilmekte, yükseldiğinde ise, petartanenerjiye fiyattanolanyararlanmak için üretimlerini rol üretim kapasitesi ve teknolojisidir. önemli alternatiflerinden potansiyel artrmayabilmektedirler. Bugün büyük Petrol bir siyasal ve sosyal karmaşann birinin yaşandğ bölge, üretimi ile sınırlıdır. bu re-üretiminin üretimini1/3’ünden azaltabileceğinden, fiyatları yukardarezervler da belirtildiği gibi Ayrıca, dünya petrol daha büyükpetrol bir ksmn zervlerin kullanımınınDolaysyla da gelecek kuşakların üzerindeve yukarı doğru bir baslıİran oluşturacaktır. gerçekleştirmektedir. bu sürecin uzamas Suudi Arabistan, ve diğer da gözetilmesi gerektiği artık birçok ülke taJaponya’nın yeniden imarı ve dünya ülkelere de sçramas durumunda hem petrol üretimindeki düşüş hem de ortaya ekonoçkan rafından benimsenmiştir. Herhangi bir malın misinin krizden çıkmasının yaratacağı ilave belirsizlik petrol fiyatlarn yukar doğru çekecektir. Japonya’daki gelişmelerin nükleer piyasa arzının kitabı analiz biçiminden enerji talebi de petrol fiyatlarını doğru enerjiye olan ders güveni azaltmas petrolün en önemli alternatiflerinden birininyukarı potansiyel farklı olarak petrol ihraç edenpetrol ülkeler, petrol üzerinde taşıyabilecektir. Bölgede İran’ın da yer alacaüretimini azaltabileceğinden, fiyatlar yukar doğru bir basl oluşturacaktr. fiyatları düştüğünde gelir düzeylerini koru- ğı büyük bir savaş, dünya ekonomisini Japonya’nn yeniden imar ve dünya ekonomisinin krizdençaplı çkmasnn yaratacağ ilave enerji talebiiçin de üretimi petrol fiyatlarn yukar doğruyükseltaşyabilecektir. İran’n da bir yerküresel alacağ krizi büyükde mak azaltmayabilmekte, olumsuzBölgede etkileyerek, yeni çapl birise, savaş, dünya ekonomisini olumsuz etkileyerek, yeni bir kriziküresel de tetikleyebilir. diğinde artan fiyattan yararlanmak için tetikleyebilir. Buküresel durumda enerji taleBu durumda artırmayabilmektedirler. küresel enerji talebindeki Bugün azalma, petrol fiyatlar üzerinde aşağ doğru bir bask üretimlerini bindeki azalma, petrol fiyatları üzerinde aşağı oluşturacaktr. Ortaya çkacak riskin fiyatlandrlacağ da göz önüne alndğnda, bu bölgede büyük bir siyasal ve sosyal karmaşanın yaşan- doğru bir baskı oluşturacaktır. Ortaya çıkacak dığı bölge, yukarıda da belirtildiği gibi dünya riskin fiyatlandırılacağı da göz önüne alındı

102

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ğında, bu bölgede yeniden uzun dönemli istikrar oluşuncaya dek, dünya düşük ve azalan petrol fiyatları beklememelidir. Sonuç • Bu yılın başında Tunus’ta başlayan, Mısır ve Libya ile devam eden, Suriye ve diğer ülkelere de sıçraması olası olan gelişmeler bölgenin durağan yapısını çatırdatırken, anti demokratik ve totaliter rejimlerin yerine daha demokratik rejimlerin yolunu açmış gibi gözükmektedir. Adı geçen bölge dünya petrol rezervleri ve üretiminde dünyanın en önemli bölgesi olma özelliğine sahiptir. Bu nedenle bu olayların bölgedeki diğer ülkelere yayılması, hem petrol üretimini azaltarak hem de yaratacağı küresel

ORSAM

belirsizlik sonucu petrol fiyatlarını yukarı doğru taşıyacaktır. • Japonya’daki nükleer tesislerde deprem sonucu ortaya çıkan durumun nükleer enerjiye güveni azaltması da, alternatif bir kaynağın potansiyel üretimini azaltarak petrol fiyatlarının yukarı doğru bir eğilim göstermesine neden olacaktır. • Küresel ekonominin krizden çıkması da petrol fiyatlarını yükseltici etki gösterecektir. • Kısaca belirtmek gerekirse, bu bölgede yeniden uzun dönemli istikrar oluşuncaya dek, dünya düşük ve azalan petrol fiyatları beklememelidir.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

103

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.14. Türk Dünyası’na Genel Bakış Dr. Ermanno Visintainer

Vox Populi Düşünce ve Araştırma Kurumu Başkanı



Türk Dünyası Türkiye Cumhuriyeti eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirelin tanımıyla Adriyatik Denizinden Büyük Çin Duvarına kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Fakat Siberyanın kuzey-doğu bölgelerini geçerek bu tanımın ötesinde olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Gerçek şu ki Osmanlı’nın Balkanlardaki egemen olduğu topraklardan geçerek, Türkçe konuşan ülkeler Türkiye Cumhuriyeti, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan’dır. Aslında dünyada Türkçe konuşan halklar bundan çok daha fazla sayıdadır. Moldovadaki Gagavuzlardan başlayarak, Rusya Federasyonundaki Başkirler, Çuvaşlar, Teleütlere kadar Tatarlar, Şorlar, Hakaslar, Tuvanlar ve geniş Siberyada Yakutlar sadece temel bazı halklardır. Daha sonra KaraçayBalkar, Nogay, Kafkasyada Kumikler, İranda Azeriler, Çinde Uygurlar, Moğolistanda Kazaklar ve Tuvanlar diğer bazı halklardır. Türk dünyasını basit olarak iki gruba bölebiliriz: Müslüman Türk Dünyası, Müslüman Olmayan Türk Dünyası Müslüman Türk Dünyası Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asyayı kapsar. Müslüman olmayan Türk dünyası ise Hristiyan olan Gagavuzlar ve Çuvaşlar dışında, genellikle Budist ve Şamanisttir. Bu dünyanın içinde öne çıkan üç ülke Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistandır. İtalyan Çalışma Merkezi “Vox Populi” ve düşünce kuruluşu “Il Nodo di Gordio” özellikle bu üç

104

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ülke ile ilgilidir ve her ikisi de bazı kitaplar yayınlamışlardır. İlk kitap: “Porte d’Eurasia Il Grande Gioco a vent’anni dalla caduta del Muro di Berlino”,”Porte d’Eurasia - Il Grande Gioco a vent’anni dalla caduta del Muro di Berlino”, “Avrasya Kapıları- Berlin Duvarı’nın Yıkılışından Yirmi Yıl Sonra Büyük Oyun. Berlin Duvarının yıkılışından 20 yıl sonra uluslararası ilişkilerdeki temel değişiklikleri ve onu takiben Sovyetler Birliği’nin yıkılışını ortaya koyan bir kitap, Ahmed Yassawi, Sciamano, sufi e letterato kazako. Ahmed Yassawi, Şaman, Sufi ve Kazak Edebi Adam. İlk Kitap Ahmet Yesevi’nin hayatı, edebi eserleri ve Türk dünyasına mesajları hakkındadır. La profondità strategica turca nel pensiero di Ahmet Davutoğlu, Ahmet Davutoğlunun düşüncesinde Stratejik Derinlik. Bu kitap iş çevresi gazetecileri, akademisyenler, jeopolitik ve askeri çalışmalarda İtaltan ve dış kaynaklı bir ortak çalışmanın ürünüdür. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davıdoğlunun Stratejik Derinlik kitabının çalışması ile başlayarak Türkiyenin Uluslararası ilişkilerindeki diplomasisi, dış politikası ve Akdeniz, Balkanlar ve Orta Asyadaki ticaret ilişkileri hakkında derin bir analiz sunar. Orta Asya ile ilgili son kitap ise: L’Aquila nel sole. Leadership e carisma da Kül Tegin a Nursultan Nazarbayev, Güneşteki Şahin. Kül Tiginden Nursultan Nazarbayeve Liderlik ve Karizma. Yüzyıllar boyunca yorulmaksızın bir gezi. L’Aquilanel Soleun Ani İfadesi, “Vox Populi” Araştırma Merkezinin Sekizinci Monografisi. Bozkırlar boyunca, büyük liderler ve savaşçılar arasında, fakat aynı

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

zamanda da Kazakistanın geçmişini yazan ve bu geniş Orta Asya ülkesinin geleceğini belirleyen mistikler ve kahramanlar arasında bir gezi. Okuyucuyu yeniden dahil eden ve Orta Asyanın kalbinin derinliklerinde eleştirel bir rota. Bu son kitapla ilgili Türkçeye çevrilmiş bir bölümün sentezi: Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Misyonu 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden ve geçen yıl 20. yıl dönemini kutlayan Kazakistan için, bu çok boyutlu bir önem taşımaktadır. Bu bağımsızlıkları bir yandan Kağanlık döneminde, Çongarlarla başlayıp çar dönemine ve daha sonra Sovyet dönemine kadar süren asırlık boyunduruğun sonunu temsil eder. Öte yandan ülkeyi, o zamana kadar izlemiş oldukları bölgesel destek pozisyonundan, başka ülkeye zorla olan bağlılık zırhından, kendi jeopolitik pozisyonunda boğulmaktan ve otomatik olarak Avrasya senaryoya proje edilmekten kurtarmıştır. Bölgesinin can damarı ve Turanın medeniyetinin beşiğinde olan Kazakistan, Makinder terminolojiye göre, coğrafik olarak Avrasya’nın

ORSAM

merkezi, dolaysıyla da dünyanın merkezidir. Bu hassas değişim döneminde, Nazarbayev’in rolü özgün ve değişilemezdir ve özellikle çok anlamlıdır. Nazarbayev’in ülkesinin Sovyet hâkimiyetinden bağımsızlığını kazanmasındaki görevi ile Ablai Hanın Çongarlara karşı bağımsızlıklarını kazanmasında uyguladığı görev hem kendiliğinden olan hem anında yapılmış hareketlerdir. Bağımsızlık bildirgesinden birkaç gün öncesinde Nazarbayev yeni cumhuriyetin cumhurbaşkanı olarak seçildi. 1992de yeni ulusal bayrağını seçtiler ve Kazakistan Birleşik Milletlere üye oldu. 1994’de yasal seçmeler yapıldı ve cumhurbaşkanın Ulusal Birlik Partisi seçimi kazandı. Sonraki yılda da anayasa onaylandı. Cumhurbaşkanın popülerliği, 2004 Aralık 4 seçiminde, Kazak halkın %91,15 oyuyla açık bir şekilde görüldü. Böyle devam ederken, 3 Nisan 2011’de, Astana’daki parlamentoya Nazarbayev’in cumhurbaşkanlık dönemini 2020’ye kadar uzatma referandumu sunuldu. Fakat bu “Başkanlık hayatı”aynı Nazarbayev’in tanımladığı tercih seçimleri: demokraside tarihi ders” teklifi ret ederek hemen bir ay sonra

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

105

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

seçmenlerin kararına sundu. Bu davranışını halk çok takdir edip, oy birliğiyle cumhurbaşkanlarını desteklediler. O günden sonra, Kazakistan dünyanın 4. büyük nükleer ve füze deneme cephanesi olan Semipalatinsk-i kapatarak uluslararası arenada barış ve küresel güvenliği güçlendirmeğe amaçlı çok sembolik bir davranış yapmak istedi. Makalemizin başlık seçimi de filozof, siyasi bilimci, sosyolog ve çağdaş Rusya akımın kurucusu olan Alexander Dugin’den esinlenmiştir. Kendisi Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e olan saygısını “ Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Misyonu” isimli kitabında yazdı. Bu kitabi Kazakistan cumhurbaşkanını analize etmek ve yorumlamak için çok uygun ve ilham olacak bir model oluyor. Kitap semptomatik başlıklı 3 ana bölümden oluşuyor. İlki: “Nursultan Nazarbayev’in Avrasya Zamanı”. İkincisi: “Sovyet Sonrası Alanların Yeni Federasyonda Bütünleşmesi”. Üçüncüsü: “Astana-Moskova Bozulamaz Anlaşma”. Bunların dışında da çoklu kutuplaşma ve güvenlik sorunlardan Avrasya otarşi konulara kadar uzayan ilginç başlıklar var. Kitaptan önemli bir alıntı: Kazakistan ve Kazakistan cumhurbaşkanı, Nursultan Nazarbayev …… Sovyet sonrası Avrasya bütünleşmenin özünü temsil ediyorlar. Kazakistan sadece Bağımsız Devletler Topluluğunun bir üye ülkesi değil, aksine bütünleşmenin jeopolitik vektörü, ileriki Avrasya Birliğinin motorudur. Bu projenin gerçekleşmesinde Nursultan Nazarbayev’in rolü gerçekten önceliklidir. Onun amacı yeni bir Avrasya kurmaktır; benzersiz büyük alan, yenidünya modeline açık: çok kutuplu, dengeli, demokratik, plüralist, barışsever ve refah. 90ların başındaki Sovyet imparatorluğun ani çöküşü bizim “yeni” çağ illüzyonumuzun başlangıcı olmuştur. “Tarihin Sonu” diyen Francis Fukuyama, meşhur makalesinde senteze illüzyonundan bahseder.

106

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Bu “çağın sonu” görüşüne muhaliflerin farklı devlet, toplum, iktisat ve kültür “ modelleri” karşı çıktı. Dolaysıyla dünya barışı hayâlın farkına varan veya en azından üniversal modelin zaferi “küreselleşme kehaneti”. Ekonomide serbest piyasaya ve siyasette demokrasiye dayalı “Batı”, kısaca, neyin tanımlaması olabilir. Bu yüzden Sovyet sonrası dünyanın çağdaşlaştırma ve demokratikleşme sorunları kaçınılmaz olarak meydana geldi. Özellikle, Sovyet sonrası Doğu Slovakça konuşan Avrupa, Kafkas ve Orta Asya ülkeleri yeni devlet kurma süreçlerinde zorluklar yaşadı ve halen de yaşamaktadır. Coğrafyanın dörtte birini kapsayan ve insan, dil, kültür, gelenek ve din açıdan kozmopolit olan bu bölgede her şey zordur. Üstelik çoğu kısmında da Avrupa kültürü ve onun toplumsal ve siyasi modeli tanınmamaktadır. Geniş bir bölge her zaman dünya jeopolitikte önemlidir. McKinder gibi, klasik jeopolitikçilerin dedikleri gibi dünya - adanın “kalbi”. Sovyet dönemin sona ermesiyle birlikte, Orta Asya eski Sovyet cumhuriyetleri istekileri bağımsızlığı, birçok yönden hazırlıksızken yakaladılar. İlk olarak, “yapısal” iç nedenler. Bunların içinde Batı – modeli demokrasi kurmak için gereken sosyal substratin olmaması. Birden bağımsızlıklarını kazanan Sovyet cumhuriyetleri, yeniden, 20 sene sonrasında karmaşık kültürel ve etnik mozaklarla karşılaştılar. Rejim zorlu güçle etnik grupların, dinlerin, dillerin ve kültürlerin dayanışmasını sağlamıştı. Fakat bugün Kazakistan diğer eski Sovyet devletlerden tamamen farklı görüntü çizmektedir. Avrupa ve Asya arasında bulunan, dünyanın en büyük topraklı ülkelerden biri olan-2,7 milyon kilometre kare- ve 15 milyon nüfuslu Kazakistan, Rusya ile uzun bir sınırları, diğer yanda da Kafkas ve Çin le sınır geliyor. Güneyinde de eski Sovyet orta Asya ülkelerden Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Hazar denizle sınırları var.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Son yirmi yıldaki petrol endüstrinin gelişmesi ekonominin süreklilikle büyümesini sağladı. 2000-2007 senesinde, GSYH (Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla) her senede ortalama yüzde 9 arttı. Petrol gelirleri de hala GSYH’nin yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Ancak, sadece ekonomik büyümesi diğer eski Sovyet Orta Asya ülkelerinden Kazakistan’ın farklı bir kader izlediğini gösteremez. Kazakistan’ın iç istikrarı ve büyüyen endüstriler gelişimleri de farkı gösterir. Öte yandan bu “servetleri”, özellikle petrolü, çatışma ve gerginliklere de neden oldu. Ne yazık ki bu petrol laneti başka yerlerde de ortaya çıkmıştır. Kafkas’tan Afganistan’a ve Çin’deki Doğu Türkistan Xinjiang gibi dünyanın en kritik bölgelerinden bazılarının hemen yanında bulunan Kazakistan da son derece karmaşık etnik kültürel mozaiği oluşturdu. Kazakistan, aslında, 140 ayrı etnik gruptan oluşmaktadır. Çoğunluk Kazaklar nüfusun yüzde 60ını, ikinci büyük etnik grubu olan, genelde kuzey ve eski başkenti Almatı’nda yerleşmiş Ruslar yüzde 22-25 oranını ve diğer etnik grupları Ukrayna, Özbek, Uygar, Tacik, Alman ve Koreler Kazakistan nüfusunu oluşturmaktadır. Alman ve Kore vatandaşları 1930-40larda Stalin tarafından yerleştirilmişlerdir. Çoğunluğun dini inancı İslam ve bunun dışında da Şia, Hristiyan –çoğunlukla Ortodoks ama Katolik ve Protestan- , Budist ve diğer inançlar vardır. Bütün bu önerilere Nazarbayev’in tepkisi Avrasya kilit noktasında yansıyor. İlk olarak, Nazarbayev İslami şeytanlaştırılmasına ve “tek liberal düşünce” ve “ tektanrıcılık benzersizliği” savunan karşıtlardan korkan geleneksel bir inanç olduğu gösterilmesine karşı çıktı. Asılsız bir damga “İslami tehditti” hikâyeyi ret etti. Pietrangelo Buttafuoco da 11 Eylül Sonrası İslam ve Batı ilişkisi hakkındaki makalesinde de bunun üzerine odaklandı. Ancak, aynı zamanda, Nazarbayev radikalizm ve dini köktenciliği Kazak kültürüne yabancı olduğunu vurgulayarak kınadı.

ORSAM

Cumhurbaşkanı, Kazakistan’da geleneksel Hanefi İslami köklü sufizm gelenekleriyle birleştiğini söylüyor. Sufizmde, Nazarbayev geleneksel İslam ve kazak kültürünü bağlayan belirgin elemanı yakalıyor. Bugün Kazakistan sadece siyasi istikrarı değil ekonomik ve sosyal gelişim büyümesini de sağlamayı başardı. Bir yıllık gelişim süresi, Kazakistan’ın çağdaş bir devlet kurma süreçte ne kadar üstün seviyeye ulaştığını gösteriyor. İstikrarı garantilemenin yanı sıra, Astana’daki yöneticileri, yeniden dirilen komşusu, Rusya ile olan mükemmel ilişkisini bozmadan ve bunun da Kazakistan’ın Washington ve Pekin ile aynı iyi ilişkiler kurmasına engel olmadan, hassas konu olan bölgenin jeopolitik senaryoya yöneldi. Bu durumları Kazakistan’ı sürekli metamorfoz olan bölgede istikrar ve dengenin iyi bir örnek yapıyor. Dolaysıyla da, Astana zaman zaman bölgesel çatışmalarda, özellikle, yakın zamandaki Kırgızistan ve Özbekistan arasındaki geriliminde, önemli bir ara bulucu rolü üstelenmiştir. Aynı zamanda serbest ticari alanı da teşvik etmektedir. Bu başarısının sebepleri de 1991den, bağımsızlıklarını kazandıklarında ve cumhurbaşkanları Nursultan Nazarbayev’in aydınlanmış öncülüğünde aranmalıdır. Bu anlamda, biz diyebiliriz ki, o büyük bozkır ruhunun ilk örnek modelini inşa etmiş ve büyüleyici bir milletin genç ve hızlı gelişimiyle bunu göstermiştir. Nursultan Nazarbayev’in bu gelişimdeki rolü benzersiz ve yeri doldurulamazdır. Sovyet sonrası ilk yıllardan başlayarak, Kazakistan’ın yeni yönetimi farklılıkları harmonice edebilecek ve bütün etnik grupları bir “halk ”in parçası olmalarını sağlayacak ulusal bir kimlik kurmağa odaklanarak dayatılmış etnik millilikten kaçınmayı başarmıştır. Anayasada, yeni oluşan demokratik ve parlamento kurumlarını ortak bir yönetimle uzlaştırarak etnikler arasındaki siyasi bölünmesinden kaçınmayı başarmıştır. Kırgızistan’da ise bu etnik bölünme sorunu büyük bir sorun ol-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

107

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

duğunu görüyoruz. Nazarbayev “Kazakistan Ulusal Birlik Doktrin”-de, hoşgörü ve uyum ilkeleri üzerine dayanan, farklı etnik grupların ve dinlerin bir arada yaşama politikasını desteklemiş, 2009 de da yeniletip netleştirmiş bu doktrinini 2010’da AGIT OSCE başkanına atandığında birkaç durumlarda yayınlamıştır. Bir sonraki önemli ve iddialı hedef ise bu ülke için önemli bir sembolik anlam taşıyan Batı-Doğu arasındaki kavşak olmaktır. Bu başkanlık döneminde, eski Sovyet, İslam ülkesi olan Kazakistan’ın elde ettiği başka bir ilk ise OSCE deki 56 üye ülkelerin başta olmak ve liderliği üstlenmektir. Ulusal Birlik Doktrini, Kazak kimliğin özü herhangi bir etnik grubun değil herkesin bir ulusal toplumun parçası olmak olduğunu savunur. Farklı kültürler, diller ve bölgelerin insanları “farklığın içinde birlik” sloganı altında bir halk oldular. Bütün bu sürecin lideri, Nazarbayev kendini gelenekçi olarak göstermiştir: dini ve milli ruhu koruyarak sosyal modernleşme ve laik bir toplumun yaratıcı. Diğer kültür ve dinlerle olan diyalog ve onlara açık olması eski bozkır imparatorlukların hoşgörülü karakterini yansıtıyor. Onun için Avrasya düzeydeki Nursultan Nazarbayev’in görevi de herkesin gözü önündedir. Uluslararası topluma vuran ekonomik krize rağmen, Kazakistan tarihinde de her zaman olduğu gibi güven ve kararlılıkla hareket ediyor. Birçok gözlemcilerin dünyanın jeo-ekonomik ve jeopolitik merkezi doğuya doğru kaymakta olduğuna ve son yüz yılda altın çağını yaşamış Anglofon üstünlüğün çökmeye doğru bocaladığına giderek katılıyor ve çoktan yeni makro güçlerini doğran çok kutupluluğa yol veriyor. Jeopolitik gerekirciliğin yanı sıra yeni ipek yolunu yaratmayı

108

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

amaçlayan Avrasya’daki görevdeşlik hareketler ve dürtüleri dikkate alınınca, uluslararası alanda çoktan itibar edinmiş bölgesel güçlerin veya devletler toplulukların potansiyel rolü minimize edilemez. Orta Asya, bozkırların eski imparatorlarına ait orta hat ve jeo-stratejik rolünü devam etmeğe mukadder görünüyor. Ancak bugün zengin doğal enerji kaynaklarıyla daha çok jeo-ekonomik önemi taşıyor. Yükselen yeni makro güçler: Çin ve Hindistan. Ve Orta Asya’da ise bir başka yükselen yeni gücün mükemmellik ülkesi Kazakistan olduğunu “küresel sorumluluk paradim” politikası izleyen Kazakistan sözleriyle İtalya’daki Kazakistan Büyükelçi ifade etti. Eğer, bu yüzden, Nursultan Nazarbayev’in Avrasya görevi ise, eğer bir de eurasist değilse, emin bir gerçek olduğu söylenebilir. Onun küresel görevi değil, uzak kutupluluğun bir geleceğe proje edilen dilek ama gerçek bir olasım. Çok kutupluluğun jeoekonomi gerekircilik üzerine giderek belirgin ve etkili bir gerçekliğin olduğu uluslararası senaryoda, eğer Hindistan, 3,3 milyon kilometre kare toprağıyla dünyanın 7.büyük ülkesi ise, Kazakistan, 2,7 milyon kilometre kare ile dünyanın 9. büyük yer ve kesinlikle daha alt bir statüde olmamalı. Sonuç olarak, eğer, büyük iç pazarını da dikkate alırsak, yükselen yeni bir makro güç olması ve enerji kaynağı da olan Kazakistan daha düşük güç statüde gölgede bırakılmamalı. Avrasya Ekonomik Toplumun (EvrAzEs) motoru, çok etnik grupların ve çok dinlerin bir arada olduğu Kazak modelin başka Asya ve Batı ülkelerde gerçekten geçirilebilir ve bu da cumhurbaşkanın küresel kehanetinin yerine getirilmiş olacaktir.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.15. Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Politikası Brifingi Ali Rıza Akıncı

Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Dairesi, IKAD İkinci Katip



Osmanlı diplomasi geleneğinin mirasçısı olan Dışişleri Bakanlığı, tarihsel süreçte değişik isimler taşımakla birlikte, 1523 yılında kurulmuştur. II. Mahmut döneminde “Reis-ül Küttaplık” Hariciye Nazırlığı’na dönüştürülmüştür (1835). 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından sonra kurulan ilk Meclis Hükümeti’nin “Hariciye Vekaleti” de 2 Mayıs 1920’de teşkil edilmiştir. İlk Hariciye Vekili Bekir Sami (Kunduh) Bey’dir. Misyonumuz • Bölgemizde ve dünyada barışçıl, adil ve kalkınmaya imkân tanıyan bir ortamın kalıcı şekilde tesisi ve güçlendirilmesi, • Her türlü toplumsal yaşamın temelini oluşturan insan haklarının ve demokratik değerlerin savunulması ve ileriye götürülmesi, • İnsanlığın kültürel mirasının, çevrenin ve yerkürenin doğal yaşam alanlarının korunması, • Uluslararası hukukun ve ona olan saygının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi. Temel Görev Alanlarımız • Diplomatik ilişkilerin yürütülmesi ve koordinasyonu. • Konsolosluk hizmet ve himayesinin sağlanması. • Kamu diplomasisi faaliyetlerinin yürütülmesi. • Dış ekonomik, ticari ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi.

Teşkilat Yapısı Merkez teşkilatı • Bakan, Bakan Yardımcısı ve müsteşar • Müsteşar yardımcılıkları • Ana hizmet birimleri • Danışma ve denetim birimleri • Yardımcı hizmet birimleri • İrtibat Büroları Yurtdışı teşkilatı • Büyükelçilikler • Daimi temsilcilikler • Başkonsolosluklar • Fahri başkonsolosluklar • Fahri konsolosluklar Ana Hizmet Birimleri • Siyaset Planlama • İkili Siyasi İşler • Avrupa Birliği • Uluslararası Güvenlik İşleri • Çok Taraflı Siyasi İşler • Küresel ve İnsani Konular • Çatışmayı Önleme ve Kriz Yönetimi • Çok Taraflı Ekonomik İşler • İkili Ekonomik İşler • Uluslararası Hukuk • Antlaşmalar • Konsolosluk • Araştırma ve Güvenlik İşleri • Enformasyon • Yurtdışı Tanıtım ve Kültürel İlişkiler • Protokol

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

109

ORSAM



Stratejik Araştrmalar Merkezi ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ



Dş Politika Danşma Kurulu

Yardımcı Hizmet • Strateji Geliştirme Başkanlığı  Teftiş KuruluBirimleri • Diplomasi Akademisi • Hukuk Müşavirliği  Strateji Geliştirme Başkanlğ  Stratejik Araştrmalar Merkezi • Diplomatik Arşiv • Tercüme Yurtdışı Teşkilatımız  Dairesi Dş Politika Danşma Kurulu Hukuk Müşavirliği • İnsan Kaynakları • Bakanlığımız, uluslararası ilişkilerin geniş Teftiş Kurulu Yurtdş Teşkilatmz • İdari ve Mali İşler leyen kapsamı ve dış politikada alınan yeni Teknolojileri Strateji Geliştirme Başkanlğ •  Bilişim inisiyatiflerle çok çeşitli alanlarda Bakanlğmz, uluslararas ilişkilerin genişleyen kapsam vebirlikte, dş politikada alnan yeni ve coğrafyalarda yeni sorumluluklar üstleinisiyatiflerle birlikte, çok çeşitli alanlarda ve coğrafyalarda yeni sorumluluklar  Hukuk Müşavirliği Danışma ve Denetim Birimleri niyor. üstleniyor. Yurtdş Teşkilatmz • Stratejik Araştırmalar Merkezi • Buna paralel olarak Bakanlığımızın dış teş Buna paralel olarak Bakanlğmzn dş teşkilat dada sonson 2020 yl içerisindeki üçüncü ve • Dış Politika Danışma Kurulu kilatı üçüncü  Bakanlğmz, uluslararas ilişkilerin genişleyen kapsam ve yıl dş içerisindeki politikada alnan yeni ve en büyük genişleme sürecinden • Teftiş Kurulu en büyük genişleme sürecinden geçiyor. inisiyatiflerle birlikte, çokgeçiyor. çeşitli alanlarda ve coğrafyalarda yeni sorumluluklar üstleniyor.

Dş Temsilcilikler Dış Temsilcilikler

 Buna paralel olarak Bakanlğmzn dş teşkilat da son 20 yl içerisindeki üçüncü ve en büyük genişleme sürecinden geçiyor.

Dş Temsilcilikler

Dş temsilcilikler aşağdaki ana kriterlere göre alt grup altnda kümelendiriliyor; Dıştemsilcilikler aşağıdaki ana kriterlere altı eğitim, grup altında Ülkedeki yaşam koşullar (iklim, göre uzaklk, sağlk,kümelendiriliyor; temel ihtiyaçlara erişim • Ülkedeki yaşam koşulları (iklim, uzaklık, eğitim, sağlık, temel ihtiyaçlara erişim imkanları imkanlar vb.) aşağdaki ana kriterlere göre alt grup altnda kümelendiriliyor; Dş temsilcilikler vb.)  güvenlik Ülkedeki yaşam koşullar (iklim, eğitim, sağlk, temel Ülkedeki güvenlik durumu (asayiş, savaş, iç savaş, terör eylemleri vb.)ihtiyaçlara erişim •  Ülkedeki durumu (asayiş, savaş, içuzaklk, savaş, terör eylemleri vb.) imkanlar vb.)

Personel Yapısı  Ülkedeki güvenlik durumu (asayiş, savaş, iç savaş, terör eylemleri vb.)

Personel Yaps • • • •

110

PersonelBakanlğ Yaps  Dşişleri personeli alt ana kadro grubundan oluşmaktadr. Dışişleri Bakanlığı personeli altı ana kadro • Danışmanlar (21) Dşişleri Bakanlğ personeli alt ana kadro grubundan oluşmaktadr.  Meslek Memurlar (1171)  grubundan oluşmaktadır. • Mütercim ve diğer merkez memurları ile  Meslek Memurlar (1171)  Meslek Memurları (1171) merkez sözleşmeli personel (852)  Konsolosluk ve İhtisas Memurlar (821) Konsolosluk ve İhtisas Memurları (821) • Yurtdışında görevli sözleşmeli personel  Konsolosluk ve İhtisas Memurlar (821) Hukuk müşavirleri (15) (2558)

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012



Danşmanlar (21)



Mütercim ve diğer merkez memurlar ile merkez sözleşmeli personel (852)



ORTADOĞU ve AVRASYApersonel YAZ OKULU/ TRABZON 2012 Yurtdşnda görevli sözleşmeli (2558)

ORSAM

Merkezde ve Dş Temsilciklerde İş Akş • Bakanlık Kriz Merkezi ve Operasyon KoMerkezde ve Dış Temsilciklerde İş Akışı ordinasyon Merkezi oluşturuldu. Merkezdeki İş Akışı; Merkezdeki İş Akş; • Merkez birimlerimizin, dünyanın hemen • Konsolosluk Çağrı Merkezi devreye sokul Merkez birimlerimizin, dünyann hemen her bölgesindeki gelişmeleri yakndan takip du. her bölgesindeki gelişmeleri yakından taetmesi, temsilciliklerden gelen bilgileri süratle değerlendirmesi ve gerekli talimatlar kip etmesi, temsilciliklerden gelen bilgileri • Bir hafta içerisinde 24.091 kişinin dş teşkilata zamanlca göndermesi gerekiyor. Libya’dan tahliye edilmesi sağlandı. süratle değerlendirmesi ve gerekli talimat Dş ilişkilerde, gecikmeli ya da yanlş alnan kararlar, çoğu zaman telafisi mümkün 10.513 ları dış teşkilata zamanlıca göndermesi ge- • Havayoluyla Bu risk, sadece • taşyor. Denizyoluyla milli çkarlarmzla 8.364 rekiyor. olmayan olumsuz sonuçlar doğurma riski ilgili değil, yurtdşnda yaşayan vatandaşlarnzn hak, huzur ve güvenlikleri • Dış ilişkilerde, gecikmeli ya da yanlış alı- • Firmalarca havayoluyla 4.098 ile de ilgili olabiliyor. nan kararlar, çoğu zaman telafisi mümkün olmayan sonuçlar  olumsuz Bu nedenle, Merkez doğurma teşkilatnda,riski Dış Temsilciklerde İş Akışı; taşıyor. Bu risk, sadece milli çıkarlarımızla • Dış temsilciliklerde işin hacmi ve niteliği,  Mesai mefhumu olmadan çalşmaya hazrlkl olunmas, temsilciliğin türüne ve hangi ülkede olduilgili değil, yurtdışında yaşayan vatandaşğuna göre farklılık gösterir. larınızın hak,huzur ve güvenlikleri ile de alnmas, Ksa zamanda önemli kararlarn • Ancak her dış temsilcilikte yerine getiilgili olabiliyor.  Alnan kararlarn süratle hayata geçirilmesi, rilmesi gereken ortak bazı görevler var• Bu nedenle, Merkez teşkilatında, gerekiyor. dır: • Mesai mefhumu olmadan çalışmaya • Ev sahibi ülke/kuruluş yetkilileri, dihazırlıklı olunması, Bir Örnek… Libya Tahliye Operasyonu ğer ülkelerin diplomatları, düşünce ve • Kısa zamanda önemli kararların alın Libya’daki iç karşklk ve çatşmalarn yoğunlaşmas üzerine; medya kuruluşları ile sürekli iletişim ması, içinde olmak, • Alınan kararların süratle hayata geçiril 20 Şubat gecesi Dşişleri Bakanmzn başkanlğnda olağanüstü bir zirve yapld. • Muhataplarınızla çeşitli konularda gömesi,  Zirvede, ilgili kurum ve kuruluşlarn da en üst rüş düzeyde temsil edilmesi sağland. alış verişinde bulunmak. gerekiyor. • Derlenen bilgileri Ankara’ya ve diğer ilgili temsilciliklere değerlendirme şekBir Örnek… Libya Tahliye Operasyonu linde iletmek. • Libya’daki iç karışıklık ve çatışmaların • Kamu diplomasisi faaliyetleri yürütyoğunlaşması üzerine; mek. • 20 Şubat gecesi Dışişleri Bakanımızın baş• Diplomatların görevleri mesai saatleri dıkanlığında olağanüstü bir zirve yapıldı. şında da devam eder. Milli gün resepsiyon• Zirvede, ilgili kurum ve kuruluşların da en larına ve benzeri resmi davetlere iştirak üst düzeyde temsil edilmesi sağlandı. edilmesi temel vazifelerdendir. • Zirve sonucunda, sayısı 25 bini bulan vatandaşlarımızın en kısa sürede tahliye edil- • Dış temsilciliklerin en yoğun mesaisi ise Türkiye’den üst düzey ziyaretler (Cumhurmesi kararı alındı. başkanı, Başbakan, Bakanlar) yapıldığında • Aynı gün içerisinde, 24 saat esasına göre yaşanır. görev yapan;

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

111

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

• Cumhurbaşkanı ve Başbakan düzeyindeki ziyaretlerde, iki ülke arasındaki ilişkiler ve ortak önem taşıyan uluslararası konular tüm boyutlarıyla ele alınır. • Heyetlerde çok sayıda üst düzey bürokrat ve danışman da bulunur. • Heyetlere, işadamı grupları ve gazeteciler de refakat eder. • Bu ziyaretlerin hazırlık aşaması da çok önemlidir. Bu kapsamda; • Ziyaret sırasında imzalanacak anlaşmalara son şekli verilir. • Ziyaretin öncelikli gündem maddeleri tespit edilir. Ziyaret dosyası hazırlanır. • En az iki şehri kapsayacak şekilde, kapsamlı ziyaret programları oluşturulur. • Heyet başkanı için • Heyet başkanının eşi için • Heyete refakat eden işadamı ve gazeteciler için • Konuk heyetin ağırlanması ve güveliği ile ilgili olarak ev sahibi ülke protokol görevlileri ile detaylı çalışmalar ve planlamalar yapılır. • Üst düzey ziyaret programları çerçevesinde, heyet başkanının, diğer resmi temaslarının yanı sıra, • Ülkede mukim vatandaş temsilcilileriyle, • Türk işadamları ve firma temsilcileriyle, • Düşünce ve medya kuruluşlarının temsilcileriyle, biraraya gelmesi sağlanır. • İş Konseyi toplantıları tertip edilir. Ziyaret sonrası: • Ziyaret sonrasında, heyet başkanı ve diğer heyet üyeleri tarafından gerçekleştirilen görüşmelerin tutanakları hazırlanır. • Ziyarette üzerinde uzlaşılan konulara ilişkin izleme çizelgesi oluşturulur. • Ziyarete ilişkin genel değerlendirme ile birlikte, tutanaklar merkeze iletilir.

112

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Meslek Olarak Diplomatlık Diplomatlığın Ana Bileşenleri; • Dünyadaki ve ülkenizdeki gelişmeleri sürekli takip etmek. • Bilgilerinizi taze tutmak ve kendinizi her alanda sürekli geliştirmek. • Ülkenizden, kültürünüzden ve yakınlarınızdan uzakta yaşamayı kabullenmek. • Zor şartlar altında ve hatta yaşam riski bulunan bölgelerde çalışmaya her zaman hazırlıklı olmak. • Farklı ülkelere, kültürlere ve yaşam şartlarına çabuk adapte olabilmek. • İnsanlarla sağlıklı iletişim kurabilme yeteneğine sahip olmak. • Muhataplarınızın güvenini asla zedelememek. • Düşünerek konuşmak ve hareket etmek. Yurtdışında sadece kendi şahsınızı değil, devletinizi temsil ettiğinizi unutmamak. Yurtdışı Atama Sistemi • Olağan görev süreleri; • Merkez teşkilatında en az iki yıl, • Yurtdışı teşkilatında dört yıl. • Bir Türk diplomatın meslek hayatının yaklaşık 2/3’ü yurtdışında geçiyor. • Her diplomat, meslek yaşantısının belirli bir bölümünde, mahrumiyet bölgelerinde görev yapmak zorunda. Protokol ve Protokol Kuralları • Protokol, devlet törenlerinde, diplomatik ilişkilerde, resmi ilişkilerde ve sosyal hayatta uyulması gereken kurallar manzumesidir. • Terbiye, saygı, nezaket ve zarafet olgularının içerdiği öğeler, protokol uygulamalarına yön verir ve anlam kazandırır. • Protokolün en fazla önem ve öncelik taşıdığı alan diplomasidir. Protokol, diplomasi süreçlerinin yüzyıllardır ayrılmaz bir parçasıdır. • Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet protokolünü düzenleme sorumluluğu 1927 yılından beri Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğü’ndedir.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

• Protokol kuralları, sadece dış ilişkilerimizde değil, Bakanlık içi ilişkilerde de her zaman gözetilir. • Bakanlık memurları, ast ve üstleriyle ilişkilerinde saygıyı ve işbirliğini her zaman ön planda tutar. Hitap şekillerini ve protokol kurallarını öncelikle öğrenir ve içselleştirir. Bir Diplomat Ne Yapar? • Uluslararası ilişkiler alanındaki gelişmeleri takip ve analiz eder. Dış politikanın oluşturulmasına yönelik gerekli girdileri sağlar. • Devleti adına tasarrufta bulunur ve devletinin iradesini açıklar (temsil görevi). Bunun bir gereği olarak, diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanır. • Dış politikanın icrasında ilk elden görev, yetki ve sorumluluk üstlenir. Hükümeti adına müzakereler/görüşmeler yapar veya bunlara iştirak eder. • Tarihin akışına tanıklık eder ve hatta bu akışın içinde bizzat yer alır veya onu yönlendirme imkanını yakalar. Ama aynı zamanda; • Nikâh kıyar, • Hapishane ziyaretleri gerçekleştirir, • Noterlik, “askerlik şubesi başkanlığı” ve “nüfus müdürlüğü” yapar. Bakanlığımızdan Neler Beklenebilir? Mali Haklar; • Yurtdışı Görevler Bağlamında Önemli Mali Haklar • Görev yapılan ülkeye göre 4000 ilâ 5000 ABD Doları başlangıç maaşı (üçüncü kâtip için) • Çocuklar için eğitim yardımı (yurtdışı eğitim masraflarının %50’si) • Türkiye’ye gidiş-geliş masraflarına katkı (sıla bileti) • Teşvik ödeneği (mahrumiyet bölgelerinde görev yapanlar için) • Olağanüstü durumlarla (savaş, hastalık, kaza vb.) bağlantılı tazminat hakları

ORSAM

Genç Bir Diplomat Bakanlığımızdan Neler Bekleyebilir? • Türkiye’yi yurtdışında temsil etmenin ayrıcalığı. • Meslekte ilerlemenin liyakate dayalı olduğu dinamik bir kurumda, diplomasi alanında sağlam ve sürekliliği olan bir kariyer. • Diplomasi Akademisi’nde kaliteli, prestijli ve sürekli hizmet içi eğitim. Yurtdışında lisansüstü eğitim programlarına ve kurslara katılım. • Dünyanın hemen her bölgesinde görev yapma imkanı ve kısa sürede kazanılacak diplomasi deneyimi. • Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza hizmet etmenin tatmin ve mutluluğu. • Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışı temsilciliklerinde ve merkez teşkilatında genç yaşta idarecilik deneyimi. Uzmanlaşma; • Yeniden yapılanma çerçevesinde, coğrafi bölge/ülke ve diğer meslekî alanlarda uzmanlaşmasına büyük önem veriyoruz. • Genç diplomatlarımızı yabancı dil öğrenimi konusunda teşvik ediyoruz. • Her yıl yaklaşık 30 genç diplomatı yurtdışı lisansüstü eğitime gönderiyoruz. Nasıl Diplomat Olabilirim? Meslek Memuru Olmak İçin Başvuru Koşulları; • 35 yaşını doldurmamış olmak, • Uluslararası ilişkiler, hukuk, siyaset bilimi ve kamu yönetimi, iktisat, işletme, maliye, finans, tarih, sosyoloji, halkla ilişkiler ve tanıtım ve psikoloji, bölümleri ile bu bölümlerden herhangi birinin müfredatında yer alan derslerin en az % 80’ine sahip olan diğer bölümlerden mezun olmak, veya, Üniversitelerin sosyal bilimler alanında ya da mühendislik fakültelerinde en az dört yıllık lisans eğitimi yapmış olup, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, hukuk ve iktisat alanlarında lisansüstü eğitim yapmış bulunmak,

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

113

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

• Sınav duyurusunda ilan edilen KPSS puan taban puanını aşmış olmak ve bu puanla, sınava katılım için belirlenen kontenjan içine girmeye hak kazanmak gerekir. Meslek Memurluğu Giriş Sınavı; I. aşama: Çoktan seçmeli sınav • Uluslararası ilişkiler politikası ve teorisi • Uluslararası kamu hukuku • Siyasi tarih • Anayasa hukuku ve siyasal sistemler, idare hukuku, medeni hukuk • Uluslararası iktisat, mikro-makro iktisat, Türkiye ekonomisi • Mesleki İngilizce • Genel kültür II. aşama: Yazılı Sınav • Yabancı dilde kompozisyon (İngilizce, Fransızca veya Almanca) • Türkçe kompozisyon • Türkçeden yabancı dile ve yabancı dilden Türkçeye çeviri • Sınava Fransızca veya Almancadan girenler için, ayrıca, - İngilizce kompozisyon - Türkçeden İngilizceye çeviri III. aşama: Mülakat • Güncel dış politika ve uluslararası konular bağlamında, adayın muhakeme, kavrayış, genel kültür, Türkçe ve yabancı dile ifade yeteneği, genel davranış, tepki ve temsil nitelikleri açısından değerlendirilmesi. Not: 2011 yılında istenen KPSS puan türleri: KPSS-36, KPSS-21 ve KPSS-108 Konsolosluk ve İhtisas Memuru Kimdir? • Konsolosluk ve İhtisas Memurları, aşağıdaki alanlarda görev, yetki ve sorumluluk üstlenen ve temsil görevi icra eden memurlardır: • konsolosluk hizmetleri, • ekonomik ve kültürel işler, • kamu diplomasisi,

114

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

• • • • •

ulusal mevzuatla bağlantılı hukuki işler, protokol, kançılarya idaresi, Personel, idari ve mali işler, elektronik konsolosluk ve bilişim hizmetleri, • özel uzmanlık bilgisi gerektiren ihtisas alanları (silahsızlanma, enerji, su, çevre vb.) • Konsolosluk ve İhtisas Memurları, yurtdışı teşkilatına sürekli görevle atandıklarında, konsolosluk işlemlerinde imzaya yetkilidir. Konsolosluk ve İhtisas Memuru Başvuru Koşulları; • 35 yaşını doldurmamış olmak, • Dört yıllık herhangi bir fakülte mezunu olmak, NOT: Bakanlık, işlev alanlarındaki uzmanlaşma ihtiyacını dikkate alarak sadece belirli fakültelerin veya bölümlerin mezunlarının başvurabileceği konsolosluk ve ihtisas memurluğu adaylık sınavları da açabilir. • Gerek görülmesi halinde, sınava iştirak için mesleki ön tecrübe şartı da aranabilir. • Belirli fakültelerin veya bölümlerin mezunlarının başvurabileceği veya mesleki ön tecrübe şartı aranan sınavlar sonucunda Bakanlığa alınan memurların, merkez ve yurtdışı teşkilatında uzmanlık dalları ile bağlantılı olarak görevlendirilmeleri esastır. Konsolosluk ve İhtisas Memuru Giriş Sınavı; KPSS şartı: Son sınavda (2011) istenen KPSS puanları; • İngilizce, Almanca veya Fransızcadan girenlerden KPSS-108 ve 6 • Çince, Japonca, Rusça, Arapça, Farsça, Yunancadan girenlerden KPSS-3 ----------------------------------------------------------------------Sınavın Aşamaları: Birinci aşama: Yazılı Sınav

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

• Türkçe kompozisyon veya alan bilgisi • Yabancı dilde kompozisyon (Bakanlıkça ilan edilecek yabancı diller) • Türkçeden yabancı dile ve yabancı dilden Türkçeye çeviri

veya dosya notu hazırlamak ve sunmak, • Ulusal ve uluslararası yayınları takip ederek, Bakanlığın kurumsal gelişimine katkıda bulunacak önerilerde bulunmak ve projeler üretmektir.

İkinci aşama: Mülakat • Adayın muhakeme, kavrayış, genel kültür, Türkçe ve yabancı dile ifade yeteneği, genel davranış, tepki ve temsil nitelikleri açısından değerlendirilmesi.

ŞARTLAR • 35 yaşını doldurmamış olmak, • KPDS’den en az 70 veya KPSS’den en az 42 İngilizce doğru yapmak • Uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, kamu yönetimi, iktisat, işletme ve hukuk fakültelerinden veya Bakanlıkça ihtiyaç duyulan ve sınav duyurusunda ilan edilen bölümler ile bu bölümlerden herhangi birinin müfredatında yer alan derslerin en az % 70’ine sahip olan diğer bölümlerden mezun olmak

ORSAM

Yeni Bir Kariyer memurluğu; Dışişleri Uzmanlığı • Dışişleri Uzmanlığı kadrosuna ilişkin yönetmelik 25 Nisan 2012 tarihinde yayınlandı. • Dışişleri uzmanları Bakanlık merkez teşkilatında görev yapacak. • Dışişleri uzmanlarının başlıca görevleri, • Özel bir bilgi birikimi ve ihtisas gerek- SINAV tiren konularda kapsamlı politika üre- • Meslek Memurluğu ve KİM sınavlarına benzer şekilde yazılı ve mülakat aşamaları tilmesine matuf olarak yazı, rapor, bilgi  Messlek Memuurluğu ve KİM K snavllarna benzzer şekilde yazl ve mülakat aşam malar Bakanlığımız Sınavlarında Üniversitelerin Başarı Durumu Bakanlğmz Snaavlarnda Üniversitele Ü erin Başar Durumu

Kariyerr Aşamalarr BÜYÜKEELÇİ / DAİMİ TEMSİLCİ / ORSAM ORTADOĞU BAKANLIK MÜSTEŞARI –M MÜSTEŞAR YAR RDIMCISI / GEN NEL MÜDÜR YAZ OKULU 2012 ELLÇİ‐MÜSTEŞAR / BİRİNCİ MÜSSTEŞAR / BİRİNCİ SINIF BAŞKO ONSOLOS GENEL MÜDÜR YRD. / MÜSTAKİL DA AİRE BAŞKANI

115

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

r Aşamalarr Kariyer Kariyer Aşamaları BÜYÜKEELÇİ / DAİMİ TEMSİLCİ / BAKANLIK MÜSTEŞARI –M MÜSTEŞAR YAR RDIMCISI / GEN NEL MÜDÜR ELLÇİ‐MÜSTEŞAR / BİRİNCİ MÜSSTEŞAR / BİRİNCİ SINIF BAŞKO ONSOLOS GENEL MÜDÜR YRD. / MÜSTAKİL DA AİRE BAŞKANI

BAŞKO ONSOLOS / BÜYÜKELÇİLİK‐‐DAİMİ TEMSİLLCİLİK MÜSTEŞAARI DAİRE BAŞŞKANI B BÜYÜKELÇİLİK  –DAİMİ TEMSİLCİLİK MÜSTEŞŞARI / BAŞKONSOLOS YRD. ŞU UBE MÜDÜRÜ BAŞKÂTİP P / KONSOLOS İKİNCİ KÂTİP / MUAV VİN KONSOLOS ÜÇÜNCÜ KA ATİP / MUAVİN N KONSOLOS ATAŞE

116

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.16. Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın Geleceği Numan Hazar E. Büyükelçi



1. EİT’in Kuruluşu ve Gelişimi Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) üye devletler arasında ekonomik entegrasyonun yanı sıra teknik ve kültürel işbirliğini de desteklemek için kurulmuştur. Başlangıçta İran, Pakistan ve Türkiye 1964 yılında ‘Kalkınma için Bölgesel İşbirliği (RCD) teşkilatını oluşturmuşlardır. Gerçekten de RCD bazı ekonomik, teknik ve kültürel projeler gerçekleştirmiştir. Soğuk Savaş boyunca iki kutuplu dönemde bu ülkelerin liderleri, ekonomik gelişmenin teminatı ve yaşam standartlarının yükseltilmesi çabalarına katkı sağlamak için tarihsel, kültürel, coğrafi ve dini bağların üye ülkeler arasında yakın işbirliği kurmaya yeterli olduğuna inanmıştır. Bu plan genel olarak Batı ve özellikle de ABD tarafından stratejik bakımdan önemli bir bölgede Sovyet nüfuzunu engellemek için desteklenmiştir. Buna rağmen İran’daki İslam Devrimi’nden sonra 1979’da teşkilatın tüm faaliyetleri askıya alınmıştır. Uluslararası bir teşkilat olan RCD 1980 yılında dağılmıştır. 1985 yılında bölgesel işbirliğinin ve entegrasyonun öneminin farkında olan Teşkilatın kurucuları, RCD’yi tekrar aktifleştirmeye karar vermişler ancak teşkilatın ismini Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) olarak değiştirmişlerdir. Bu yeni organizasyon, üç kurucu üyenin dışişleri bakanlarının İslamabad’da bir olağanüstü toplantı sırasında İzmir Antlaşması’nın aslına ek olarak Değişiklik Protokolü’nü im-

zaladıkları 1990 yılında etkin hale gelmiştir. 1992’de Orta Asya Cumhuriyetlerinin (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan) yanı sıra Afganistan ve Azerbaycan da Teşkilata katılmışlardır. Böylece 10 üyeli bir teşkilat olan EİT, uluslararası tanınırlık ve saygınlık kazanmıştır.1 Tarihsel gelişim süreciyle ilgili bu girişin ardından, üye ülkelerin liderlerini böyle bir kuruluş oluşturmaya yönelten teşkilatın temel avantajları üzerinde durmak istiyorum. 2. EİT’in Temel Avantajları EİT ülkeleri coğrafi anlamda çok büyük bir alanı kaplar. Söz konusu coğrafi alan yedi milyon kilometre karelik bitişik bölgedir. Toplamda 350 milyonluk önemli bir nüfusa sahiptir. Bu nüfus büyük çoğunlukla Müslümanlardan oluşmaktadır. EİT bölgesi İran Körfezi, Hint Körfezi, Karadeniz ve Akdeniz’e erişimi ile stratejik olarak dünyanın önemli bir bölgesinde yer almaktadır. Üye ülkeler arasında çok yakın kültürel etkileşim ve benzerlikler vardır. Tarihsel bağlar ayrıca kayda değerdir. Dilbilimsel olarak farklılık gösterenlerde dahi binlerce ortak kelime vardır. Yaşayan Türk tarihçilerin duayeni Profesör Halil İnalcık’ın belirttiği gibi tarihsel araştırmalar, Türkiye, İran ve Pakistan arasın-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

117

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

daki kültürel ilişkinin, Araplar ve Türkler arasındaki kültürel ilişkiden daha yakın ve daha güçlü olduğu gerçeğini doğrulamaktadır.2 Açıkçası EİT’in tüm üye ülkelerini göz önüne aldığımızda bu gerçek daha da belirginleşmektedir.

sağlayacak pozitif ekonomik çeşitliliğe sahiptirler.

Diğer taraftan Amerikan siyaset bilimcisi Prof. Samuel P. Huntington, ünlü uygarlıklar çatışması tezini açıklarken bölgesel ekonomik kuruluşlardan uygarlıkların ulus-devlete karşı güçlenmesinin bir göstergesi olarak bahsetmekte ve ekonomik bütünleşmenin önkoşulunun kültürel yakınlık olduğunu iddia etmektedir. Pek çok değişik örnek arasında EİT’den ayrıntılı biçimde bahsetmektedir. ‘’Bu çabaların başarısının büyük ölçüde, ilgili devletlerin kültürel homojenliğine bağlı olduğu’’ gerçeğinin altını çizer.3 Kişisel olarak onun değişik bakış noktalarından oldukça eleştirilen teziyle aynı görüşü paylaşmamama rağmen, sadece EİT’in kültürel yakınlığa dayalı bir kuruluşu temsil ettiğinin tanınması açısından bundan bahsetmiş bulunmaktayım.

Pek çok üye ülkede özellikle ülkeyi boydan boya geçen demir yolu ağları ve otoyollar aracılığıyla ulaşım bağlantıları mevcuttur. Tüm bunlar gösteriyor ki teşkilatın başarısı için çok büyük bir potansiyel vardır. Öte yandan, piyasa ekonomisine ve ihracatın büyümesine dayanan kalkınma modelini benimsemeye olan küresel eğilim, EİT üyesi devletleri ekonomilerini liberalleştirmeye daha fazla dikkat etmeye ve ülkelerindeki özel sektöre gün geçtikçe önemi daha da artan roller yüklemeye sevk etmiştir.4

EİT üyesi ülkeler enerji ve doğal kaynaklar açısından zengindirler. Ekonomik ve sosyal kalkınmaya dayalı, gelişen bir geleceğe katkı

118

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Rusya, Çin ve Avrupa Birliği gibi büyük güçlere coğrafi yakınlık ise bir başka önemli özelliktir.

Ayrıca şunu da eklemeliyim ki EİT siyasi bir kuruluş değil, temel olarak üye devletler arasında yakın ekonomik ve teknik işbirliği ile entegrasyonu gerçekleştirmeyi hedefleyen teknik bir organizasyondur. Aslında en başından beri Teşkilat pek çok önemli projeyi beraberinde getirmiş ve tamamlamıştır.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

3. EİT’in Kurumsal Yapısı EİT’nin merkezi İran-Tahran’da bulunur. Teşkilat’ın temel organları şu şekildedir:5 1- Zirve Toplantıları: Devlet ya da hükümet başkanları, her iki yılda bir veya üye ülkeler tarafından gerekli görülürse daha sık olmak üzere Zirve Toplantıları düzenlerler. Bu toplantılar en yüksek seviyede danışmanlık ve genel rehberlik fırsatı sunmaktadır. 2- Bakanlar Konseyi: Teşkilatın en yüksek politika, karar alma ve yürütme organıdır. Üye ülkelerin dışişleri bakanları yılda bir kez veya gerekli görüldüğünde (olağanüstü toplantılar) yapılan toplantılara katılırlar. 3- Daimi Temsilciler Konseyi: Konsey, Tahran’da ikamet eden EİT’ye bağlı üye ülkelerin büyükelçilerinden ve İran’ın Dışişleri Bakanlığından sorumlu bir genel müdürden oluşur. Bakanlar Konseyi adına politikaların yürütülmesinden, üye devletlerin kararlarının gerektiği konuların açık ve kesin bir biçimde ifade edilmesinden ve Bakanlar Konseyi kararlarının yürütülmesiyle ilgili konularda uygun adımların atılmasından sorumludur. 4- Bölgesel Planlama Konseyi: Bu organ Planlama Teşkilatının başkanlarından ve/ veya benzeri karşılık gelen otoritenin temsilcilerinden oluşur. BPK, geçmiş programların gözden geçirilmesi ve elde edilen sonuçların Bakanlar Konseyine sunulmak üzere değerlendirilmesi ile birlikte eylem programlarının geliştirilmesi için Bakanlar Konseyinin yıllık toplantısı öncesinde yılda en az bir kez toplanır. 5- Sekretarya: Sekretarya’ya Genel Sekreter başkanlık eder. Sekretarya ayrıca 3 Genel Sekreter Vekili ve Teşkilatın ihtiyaç duyabileceği benzeri personelden oluşur. Sekretaryanın

ORSAM

görevi EİT faaliyetlerinin uygulanmasını başlatmak, koordinasyonunu sağlamak, süreci izlemek ve Teşkilatın toplantıları için gerekli hizmetleri sunmaktır. 6- Özel Ajanslar ve Bölgesel Kurumlar: İşbirliğinin belli alanlarında rol alırlar. Ajansların ve kuruluşların sayısı, doğası ve amaçları Bakanlar Konseyi tarafından belirlenir. Özel Ajanslar; Kültür Enstitüsü, Bilim Vakfı ve Eğitim Enstitüsü’nü kapsar. Ayrıca EİT Gemicilik Şirketi, Ticaret ve Sanayi Odası (Türkiye bu kuruluşun merkezinin dünyanın en önemli finans merkezlerinden biri olan İstanbul’da olması için öneride bulunmuştur), Ticaret ve Kalkınma Bankası, Reasürans Şirketi, Danışmanlık ve Mühendislik Şirketi vb. gibi pek çok bölgesel kuruluş vardır. EİT’de uzman araştırmalarını yürütmek için yedi komite vardır. Bu komiteler raporlarını Bölgesel Planlama Konseyi’ne sunarlar. Raporlar kabul edilirse Bakanlar Konseyi’ne sunulur. Bu komiteler şunlardır: Ekonomi ve Ticaret Komitesi, Ulaştırma ve Haberleşme Komitesi, Tarım Komitesi, Bilim Eğitim ve Kültür Komitesi, Enerji Komitesi, Halkla İlişkilerle İlgili Altyapı Komitesi (Sağlık ve Çevre Komitesi) ve Uyuşturucu ile Mücadele Komitesi. EİT, ekonomik işbirliğini ve entegrasyonu teşvik etmek için çeşitli anlaşmalar yapmıştır. Gümrük Vergilerinin Azaltılmasını Amaçlayan EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA): 2003 yılında kabul edilmiştir. Afganistan, İran, Pakistan, Tacikistan ve Türkiye bu anlaşmayı imzalamışlardır. Transit Taşıma Çerçeve Anlaşması: Bu anlaşmaya göre bir Transit Koordinasyon Konseyi kurulmuştur. Konsey’in dört komitesi vardır: Sigorta Komitesi, Demiryolları Komitesi, Karayolları Komitesi ve Hukuk Komitesi.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

119

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Ayrıca EİT tarafından hazırlanan çok çeşitli anlaşmalar vardır. Örneğin; Yatırımların Teşvik Edilmesi ve Korunması, Kooperatif Sektörler arasında İşbirliği, EİT Kaçakçılık ve Gümrük Suçları Veri Bankasının Kurulması, EİT Reasürans Şirketi, Üye Devletlerin İşadamları ve Tüccarları İçin Vize Verilmesinin Kolaylaştırılması Anlaşması, 2006’da faaliyete geçen EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası (merkezi Türkiye-İstanbul’da bulunmaktadır.) vb. Yeni Bir EİT İçin Arayışlar: Akil Adamlar Grubu’nun Çalışmaları EİT’in amaçlarına ve hedeflerine ulaşmada yavaş ilerlediği düşüncesiyle, Bakanlar Konseyi 2003 yılında üye devletler arasından Genel Sekreter ve Bakanlar Konseyi ile işbirliği içinde özel yetki ile öneriler sunması için bir Akil Adamlar Grubu (AAG) kurulmasına karar vermiştir. AAG, EİT’in diğer ekonomik kuruluşların deneyimlerini ve BM Milenyum (Binyıl) Kalkınma Hedeflerinin önceliklerini göz önüne alarak sonraki on yıl için bir vizyon stratejisine sahip olması gerektiğini kararlaştırmıştır.

120

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

AAG, çeşitli EİT projelerinin işleyiş durumunu yakından denetlemek için iki Bakanlar Konseyi Toplantısı arasında bir Üst Düzey Görevliler Toplantısı yapılmasını önermiştir. Ayrıca, üye devletlerin EİT faaliyetlerindeki rollerini canlandırmak için üye devletlerin dışişleri bakanlıklarındaki ve diğer bakanlıklarda/teşkilatlardaki EİT odak noktalarının güçlendirilmesi gerekliliğinden bahsetmiştir. Üye devletler aynı zamanda EİT Daimi Temsilcilerine yardımcı olmak amacıyla Tahran’da ilgili hizmetlerde EİT konularında uzmanlaşmış görevli(ler) göndermeleri için de teşvik edilmektedirler. AAG raporu ayrıca İzmir Antlaşması’nda belirtilen karar alma sürecinin Antlaşma’da tanımlandığı şekilde sürdürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Ne var ki bu maddeye bağlı kalarak, üye devletler hayati olmayan konularda salt çoğunluğa dayanarak karar almaya teşvik edilmiş olabilirler (İzmir Antlaşması’na göre kararlar oy birliği ilkesine dayanılarak alınır.) Teşkilat tarafından atılan başka bir önemli adım ise 1 Ekim 2005’te Kazakistan’da üye devletlerin Dışişleri Bakanları tarafından As-

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

tana’daki toplantılarında kabul ettikleri EİT 2015 Vizyon Belgesi’dir.6 Bu belgede Dışişleri Bakanları dünyadaki hızlı sosyal, ekonomik, politik ve teknolojik gelişmelerin; küreselleşme sürecinin zorluklarını ve fırsatlarını ve önümüzdeki yıllarda genel ve ortak yaklaşımlar aracılığıyla uygun bir şekilde hedeflenmesi gereken beklentileri göz önüne alarak, bir EİT Vizyonu kabul etmeyi umduğunu ilan etmiştir. Buna ek olarak sosyal, ekonomik, hukuki ve idari reformların yürütülmesi ve verimli işleyen bir piyasanın sağlanması için EİT çerçevesi içinde sürdürülen ve yoğunlaştırılan çabalara ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır. EİT 2015 Vizyon Belgesi’nde, Dışişleri Bakanları şu hususları kabul etmişlerdir: - Önceden kabul edilmiş EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA) kapsamında EİT üyesi devletler arasında 2015 yılına kadar gümrük vergilerinin azaltılması ve tarife benzeri ve tarife dışı engellerin kaldırılmasının taahhüt edilmesi, - Hükümetler arası diyalog ve çeşitli alanlarda teknik işbirliği programlarının tanınması, - Özel sektöre daha aktif ve önemli roller ayrılması, - Özelleştirme sürecinin ve yapısal reformların teşvikinin yanı sıra ekonomik büyümenin hızlandırılmasında ve finanse edilmesinde EİT bölgesindeki finansal kuruluşların ve bankaların rollerinin öneminin yinelenmesi, - EİT bölgesindeki yatırımların; özellikle de öncelikli ticaret, ulaştırma ve enerji alanlarındaki yatırımların desteklenmesi,

ORSAM

- Bölgesel ekonomik büyüme ve işbirliğinin desteklenmesinde ulaştırma ve haberleşme altyapısının önemi, - Daha iyi üretim değişimi ve elektrik ticareti modellerine erişmek için EİT bölgesinde 2015’e kadar elektrik güç sistemleri bağlantılarının kurulmasının ve tüm bölgenin enerji ihtiyacını karşılaması ve uluslararası piyasalara erişmek için satış noktası sağlanması amacıyla petrol ve doğalgaz boru hatları ağlarının gelişiminin kolaylaştırılmasının taahhüt edilmesi, - Üye devletlerin finans ve para politikalarının uyumlaştırılması, - Ekonomi ve proje araştırmalarının önemi, - Üye ülkelerin sanayi gelişimlerinin temposunu hızlandırmak, - Doğrudan yabancı yatırımların desteklenmesi ve ilgi çekmesi için politikaların ve stratejilerin benimsenmesi, - Tarım ve çevre alanlarında işbirliği, - EİT halklarının sosyal, eğitim ve sağlık standartlarını geliştirmek ve insan kaynaklarının geliştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması, - Uyuşturucu kontrolü, organize suçlar ve ilgili konularda önlemler, - EİT bölgesinde turizmin desteklenmesi. EİT 2015 Vizyonu ayrıca EİT’in ilgili uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla ve finansal kuruluşlarla ilişkilerin güçlendirilmesini planlayarak, EİT’in ortak görüş ve çıkarlarını geliştirmek ve projelendirmek için ilgili uluslararası forumlarda oynaması gereken rolün önemini vurgulamıştır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

121

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Bugüne kadar EİT yadsınamaz ölçüde önemli bir gelişme gerçekleştirmiştir. Ne var ki günümüz dünyasında, EİT’in önemli paylara sahip olabileceği alanlarda daha fazla işbirliği yürütebilecek üye devletlerin yüksek potansiyeli dikkate alındığında, tatmin edici bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Şu an küreselleşme süreci nedeniyle dünya çapında etkileşimler oldukça karmaşıktır ve gelişmekte olanlar da dâhil olmak üzere bazı ülkeler bundan oldukça faydalanırken, bazı ülkeler kaybedenlerden olmuşlar ya da bu durumdan yeterince faydalanamamışlardır. Şüphesiz EİT daha iyisini yapabilir. Teşkilatın daha aktif olması tüm üye ülkelerin çıkarlarına hizmet edecektir. Buna rağmen bir dinamizm eksikliği olduğu görülmektedir. EİT Genel Sekreteri Yahya Maroofi, ECO Chronicle dergisinin ilk sayısında yer alan röportajında diğer konulara ek olarak şu hususların altını çizmiştir:7 “Teşkilatın karşılaştığı tüm zorluklara rağmen bölgesel bir teşkilatı yirmi yılı aşkın bir süredir yürüttüğümüzü göz önüne alarak, ben kişisel olarak Teşkilatın bugünkü gelişiminden ve durumundan memnunum. Bununla birlikte halklarımızın beklentilerine ulaşamadık. Bu bölge, etkileri bölge halkına daha iyi bir gelecek vaat eden daha elle tutulur gelişmeleri hak ediyor. Şu yadsınamaz bir gerçek ki, bölgedeki on ülkeden oluşan EİT üyeleri tarih boyunca birbirleriyle her zaman iyi kültürel ve ticari ilişkilere sahip oldular ve bugün de hâlâ zengin minerallerin ve endüstri kaynaklarının ve bölge içinde birbirlerinin taleplerini ve ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılabilinecek potansiyellerin tadını çıkarıyorlar. Buna ek olarak, bu bölge geçmişte bilim ve teknolojinin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuştur. İnsan ve hammadde kaynakları bakımından bölgedeki büyük potansiyel üye devletlerin karşılıklı çıkarları için kullanılmalıdır. Son olarak, ortak kaderimize ulaşmak için EİT platformu aracılığıyla çabalarımızı sürdürmeliyiz.”

122

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Gördüğümüz gibi, işbirliği ve entegrasyon yolunda EİT’in önerdiği fırsatlardan yararlanmak için üye devletler adına çok büyük bir potansiyel vardır. Bu olumlu zemine karşın, EİT 2015 Vizyonu’nda yüceltilen hedeflere ulaşmak için güçlü bir siyasi iradeye ihtiyaç duyulduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Nitekim, 23 Aralık 2010’da İstanbul’da düzenlenen 11. EİT Zirve Toplantısı sırasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Zirve Başkanı Abdullah Gül, EİT 2015 Vizyonu’nun kısa bir süre içerisinde ayrıntılı bir çalışmasını/araştırmasını yapmak üzere üye devletlerin uzmanlarından oluşan bir Akil Adamlar Grubu’nun kurulacağını duyurmuştur. Cumhurbaşkanı Gül söz konusu açıklamasında, üye devletlerin ticaret ve yatırımdan ulaştırma ve haberleşmeye, enerji ve çevreden tarım ve endüstriye kadar çok geniş bir alanda işbirliğini güçlendirmek için 2015 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere kesin hedefler koydukları gerçeğine işaret ederek, EİT Ticaret Anlaşması’nın (ECOTA) uygulamaya girmesinin üye devletlere ekonomik entegrasyona doğru kritik bir barajı aşmalarında yardımcı olacağını söylemiştir. EİT 2015 Vizyonu Belgesi’nin amaçlarından biri de EİT bölgesi içindeki ticaretin payının, (üye devletlerin toplam ticareti içerisinde) 2005’teki yüzde 6’lık düzeyinden 2015’e kadar yüzde 20 düzeyine çıkartılması olmuştur. Ancak söz konusu oran 2010’da sadece yüzde 1’lik çok küçük bir artış göstererek bölge içindeki oranının yüzde 7’de kaldığı gözlemlenmiştir. Cumhurbaşkanı Gül ayrıca şunları eklemiştir: “Bu nedenle, yüzde 7’lik bölge içi ticaretin hepimiz için bir başarısızlık olduğunu itiraf etmeliyiz. Eğer bir karşılaştırma yapacak olursak, Avrupa Birliği ülkelerinin kendi aralarındaki ticaretin payı, AB’nin toplam ticaret

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

hacminin yüzde 65’ine denk gelmektedir. Bu bakımdan kaydedilen düşük performans, tüm üye devletler tarafından ECOTA’nın imzalanmasını ve uygulanmasını mutlak bir gereklilik olduğunu sergilemektedir.” Cumhurbaşkanı Gül, EİT’in değişen küresel koşullara uyum göstermesi ve EİT 2015 Vizyonu’nun daha verimli uygulanması ve olası düzeltmelerin yapılması düşüncesiyle kapsamlı bir çalışma yürütmek için bir Akil Adamlar Grubu’nun kurulması teklifinin kabul görmesi nedeniyle memnuniyetini ifade etmiştir. Aslında, Zirve Toplantısından sonra ortaya çıkan İstanbul Bildirgesi, Akil Adamlar Grubu’nun (AAG) görevlerinden şu ifadelerle söz ederek kendilerine verilen yetkiyi tanımlar: …Hükümet/Devlet Başkanları, “Türkiye’nin EİT 2015 Vizyonu’nu kapsayan, Teşkilatın işlerini inceleyerek gözden geçiren, Teşkilatın dinamizmini, verimliliğini ve görünürlülüğünü pekiştirmek ve Bakanlar Konseyi’ne sunulmak üzere öneriler hazırlamak amacıyla bir Akil Adamlar Grubu’nun kurulması teklifini memnuniyetle karşılamıştır.” Diğer bir deyişle, EİT üyesi devletlerin liderleri siyasi iradelerini en yüksek seviyede göstermişler ve ilerleme kaydetmek için Akil Adamlar Grubu’nun önerileri üzerinde durmuşlardır. Şu üç kelimenin altını çizmek istiyorum: EİT’in dinamizmini, verimliliğini ve görünürlüğü pekiştirmek. 2011 yılında üye devletler Akil Adamlar Grubu’na (AAG) temsilcilerini atamışlardır. AAG’nin seçkin üyeleri, çok değerli uluslararası veya diplomatik tecrübelere sahip nitelikli şahsiyetlerdir.

ORSAM

Türkiye’nin Dönem Başkanı olarak yaptığı davet üzerine 25-26 Temmuz 2011 tarihinde Ankara’da ilk AAG Toplantısı yapılmıştır. Açılış toplantısı İstanbul Zirvesi’nde verilen yetkilerin ışığında, AAG üyeleri arasında ön hazırlık niteliğinde bir görüş alış verişini mümkün kılmıştır. Ayrıca Genel Sekreter Maaroofi tanıtıcı bir sunuş yapmıştır. Bu toplantıda sonraki toplantıların programları üzerinde anlaşmaya varılmıştır. 3-4 Ekim 2011 tarihlerinde Tahran’da düzenlenen İkinci Toplantıda, AAG Çalışma Programını kabul etmiştir. Toplantı boyunca AAG son yirmi yıl zarfında Teşkilatın değişik sektörlerdeki hedefleri ve amaçları bakımından genel performansını gözden geçirmiş ve değerlendirmiştir. Ayrıca, EİT’in şimdiki, geçmiş ve gelecek başkanlarından oluşan bir Üçlü Başkanlık mekanizmasının (Troyka) kurulması gerekliliğinin altı çizilerek Teşkilatın genel performansını değerlendirmek ve denetlemek için bir izleme mekanizması oluşturulması görüşü dile getirilmiştir. Buna ek olarak AAG diğer uluslararası kuruluşların tecrübelerinden yararlanılması konusunda anlaşmıştır. Aynı zamanda koordinasyon ve izleme kararları, Sekretarya ve üye devletler arasındaki iletişimin verimliliği ve EİT toplantılarında üye devletlerin katılım düzeyinin artırılması ile ilgili konular tartışılmıştır. Sektörel stratejiler, program ve eylem planları, kurumsal kapasite analizi, öngörülen plan ve faaliyetlerin uygulanması için uygun mali kaynakların yeterliliğinin göz önünde bulundurulması, ve daha iyi bir işleyiş amacıyla EİT bölgesel kuruluş/uzman kurumları ve performanslarına ilişkin temel belgelerin incelenmesinin yanı sıra EİT’in tüm temel ve düzenleyici belgelerini incelemek de AAG’nin çalışma kapsamında yer almaktadır. Üçüncü AAG Toplantısı 22-24 Kasım 2011’de Tahran’da yapılmıştır. Bu toplantıda Sekretarya, Teşkilatın mevcut personel alımı ve uygu-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

123

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

lamaları üzerinde ayrıntılı bir sunuş yapmıştır. Sekretarya ayrıca mevcut Teşkilat Şeması ve önerdiği gözen geçirilmiş Teşkilat Şeması üzerindeki görüşlerini bildirmiştir. Sekretaryanın bilgilendirmesini katılımcıların detaylı görüş alışverişi takip etmiştir. AAG üyeleri ayrıca karar alma mekanizmasını gözden geçirmiş ve zaman zaman kararları ve dolayısıyla Teşkilatın işleyişini engelleyen bu konu için çözümleri incelemişlerdir. Bu toplantılar sırasında AAG bazı kararlara da ulaşmıştır. Bu aşamada çalışmalar gizli olduğu için kararlar açıklanamamaktadır. Sonuç AAG bu yıl boyunca çalışmaya ve Teşkilatın verimliliğinin, dinamizminin ve görünürlülüğünün pekiştirilmesini hedefleyen önerilerini kapsayan raporunu hazırlamaya devam ede-

124

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

cektir. Rapor AAG tarafından EİT Zirve Toplantısı öncesi Bakanlar Konseyi’ne teslim edilecektir. Bakanlar Konseyi Toplantısı’nın ve Zirve Toplantısı’nın Haziran 2012’de, bu tarih mümkün olmazsa yılın daha sonraki aylarda Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılması planlanmaktadır. Önümüzdeki aylarda AAG’nin çalışması ve sonuçlara ulaşması için yoğun bir çalışma programı olacaktır. Bununla birlikte, daha iyi işleyen bir teşkilat için gerekli tüm önlemleri uygulamak amacıyla her şeyin üye devletlerin siyasi iradesine bağlı olduğu gerçeği vurgulanmalıdır. Ancak her zaman şu gerçeği aklımızda bulundurmalıyız ki EİT gelecekte verimli, dinamik ve görünür bir teşkilat olarak işlerlik gösterebildiğinde şüphesiz bu durum münhasıran tüm üye devletlerin çıkarılarına hizmet edecektir.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

SONNOTLAR 1 2 3 4 5 6 7

Elaheh Koolaee ve Hormoz Davarpanah, The Economic Cooperation Organization (ECO) Achievements and Prospects, Tahran, Tahran Üniversitesi, 2010, ss. 2-8. Halil İnalcık, Rönesans Avrupası Türkiye’nin Batı Medeniyetiyle Özdeşleşme Süreci, Türkiye İş Bankası Yayınları, Istanbul 2011, s. 351. Samuel P. Huntington, The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order, Simon and Schuster UK Ltd, London, 1996, ss.133-134. Koolaee ve Davarpanah, op.cit. s. 1. Economic Cooperation Organization Treaty of Izmir ECO Vision 2015, Tahran 2009. Economic Cooperation Organization Treaty of Izmir ECO Vision 2015, Tahran 2009, ss.21-32. ECO Chronicle August-September 2001, Issue 1, Tahran, ss.12-13.



ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

125

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

1.17. İran’ın İç ve Dış Politikası Pınar Arıkan

ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslar arası İlişkiler Bölümü



126

Merhaba arkadaşlar. Ben Pınar Arıkan. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Araştırma Görevlisi ve doktora öğrencisiyim. Bugün size İran’ı tanıtıp, siyasal sistemini ve dış politikasını anlatmaya çalışacağım. İran coğrafyası Hazar Denizi ve Basra Körfezi arasında uzanıyor. Hem dağlık hem de çölleri içeren bir coğrafya. İran coğrafyasında bugüne kadar pek çok devlet kurulmuş. İran tarihini İslam öncesi ve İslam sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. İslam öncesi en parlak dönemler; M.Ö. 550’li yıllarda Büyük Kuroş (Cyrus) tarafından kurulan ve M.Ö. 330 yılında Büyük İskender tarafında yıkılan Pers (Ahemeniş) İmparatorluğu ve M.S. 2. yüzyılda kurulan Sasani İmparatorluğu. Sasaniler’in 7.YY’da İslam orduları tarafından yıkılmasıyla İslam sonrası dönem başlıyor. Bu dönemin en büyük devleti 15011722 arası hüküm süren Safevi Hanedanlığı. Bu devletin önemi; İran’ı Şiileştirmesi, siyasi birliğinin kurulması ve bugünkü sınırlarının aşağı-yukarı çizilmesidir. Safeviler’den sonra çeşitli küçük hanedanlıklar kurulmuştur. 1794’te Aga Muhammed Han Kaçar hanedanlığını kurdu. 1924’te ise 1979 İran İslam Devrimi’ne kadar hüküm sürecek Pehlevi hanedanlığı kuruluyor. Bu coğrafyadaki süreklilik, pek çok kavmin buradan geçmiş olması ve göç yollarının üzerinde olması çok fazla etnik grubun beraber yaşamasını doğurmuştur. İran’ın bugünkü etnik dağılımına bakacak olursak İran’ın kuzeyinde ve kuzeybatısında Azeri ve Kürt, batısında Arap, merkezinde ve güneyinde Fars, güney doğusunda Beluci, kuzey doğusunda Türkmen gruplar bulunmaktadır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Modern İran siyasi tarihini ise 19. Y.y.’ın sonlarından başlatmak mümkündür. İran’da modernleşmenin iki ayağı var. 1. Devlet eliyle, devletin gücünün artırılmasına yönelik bazı reformların gerçekleştirilmesidir. 2. Ticaret, eğitim gibi nedenlerle dış dünya ile sürekli ilişki halinde olan entelektüellerin öncülük ettiği, düşünce hareketleri ve siyasal gelişmelerdir. Bu dönemde yaşanan Tütün Boykotu önemli bir olay. Yabancılara verilen imtiyazlar çerçevesinde 1890 yılının Mart ayında bütün İran’da tütünün işlenmesi, satın alınması ve pazarlanması bir İngiliz vatandaşının (Major Talbot) tekeline verildi. Necef ’te yaşayan Büyük Ayetullah Şirazi’nin tütün içilmesini yasaklayan bir fetva vermesi ile protestolar şiddetlendi. Pazar, entelektüeller, ulema ve halk işbirliği ile imtiyaz iptal edildi. Bu durum İran’daki ilk örgütlü milliyetçi halk hareketi olarak tarihe geçti. Bu dönemde yaşanan ikinci önemli olay Anayasa Devrimi (1960). İran’da tarihten bu yana üç önemli sınıftan bahsedebiliriz. Birinci grup Pazar esnafı, ikinci grup entelektüeller, üçüncü grup ise din adamları sınıfı. Bu üç sınıfın ilk defa anayasa hareketinde birlikte olduğunu görüyoruz. Modern fikirlerin ülkeye nüfuzu, bölgede başlayan anayasa hareketleri ve ekonomik kriz yol açtı. Pazar, entelektüeller ve ulemanın öncülüğünde başladı. Talepleri Kacar Şahı Muzafferiddin tarafından yerine getirilmeyen pazar esnafının Tahran’ı

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

terk etmesi ticari hayatı ve hukuki işleri felce uğrattı. Kanlı çatışmalar başladı. 5 Ağustos 1906’da Kurucu Milli Meclis toplandı. 6 Ekim 1906’da ilk defa toplanan Milli Meclis, kendi görev ve yetkilerini düzenleyen bir Anayasa hazırladı ve Şah tarafından imzalandı. Bu sırada Şah’ın ölmesiyle iktidar değişikliği oldu. Yani Şah Muhammed Ali, otoriter anlayışla Meclis’le mücadeleye girişti. Haziran 1908’de Rus Albay Liakhoff yönetimindeki Kazak Tugayı Meclis’i topa tuttu ve meşrutiyetçileri tutukladı. Ülke karışıklığa sürüklendi. Tebriz’de kurulan Anayasa Ordusu İsfahan’da Bahtiyari aşireti liderleri ile işbirliği yaparak Tahran üzerine yürüdü; 13 Temmuz 1909’da şehri ele geçirdi. İktidar boşluğunda Kazak subayı olan Rıza Pehlevi yönetimi ele geçirdi. Rıza Şah Dönemi (1924 - 1941) Bu dönem İran’ın tam anlamıyla modernleşme ve merkezileşme dönemidir. İran’da ulus devlet inşası bu dönemde başlamıştır. Rıza Pehlevi, iktidara gelirken ulema sınıfının desteğini almıştır. Ancak ilk önce modernleşme çabalarına engel olarak gördüğü ulemanın toplumdaki ve siyasetteki gücünü azaltmaya çalıştı. Medrese öğrencilerinin zorunlu askere alınması, medeni kanunun değiştirilmesi, kadınlara oy hakkı verilmesi, seküler okullar ve mahkemeler kurulması Rıza Şah’a tepkiler oluşmasına neden olmuştur. Ancak 1941 yılında İngiltere ve Rusya’nın İran’ı işgaliyle birlikte Rıza Şah’ın tahttan indirilmesi ve oğlu Muhammed Rıza Pehlevi’nin tahta geçirilmesinden sonra bu uygulamaların hemen hepsi geriye döndürüldü. Muhammed Rıza Şah Dönemi (1941 - 1979) Muhammed Rıza Şah’ta babası gibi modernleşmeci ve merkezi iktidar kurma yanlısı bir yönetim benimsiyor. Başlarda iktidarını sağlamlaştırmak için ulema ile işbirliği yoluna

ORSAM

gitmesine rağmen ilerleyen dönemlerde bu işbirliği krize dönüşüyor. Bu dönemde iki önemli olay var. Birisi petrollerin millileştirilmesi yasasının çıkarılması (1951). Bu hareket “Petrol geliri İran halkınındır. Yabancı güçlerden petrol üzerindeki imtiyazlar alınmalıdır” düşünceleriyle başlamıştır. Sonucunda İran’da ülkenin doğal kaynaklarının devlet ve millet tarafından kullanılması ve emperyalist güçlerin ülke dışına çıkarılması amaçlarıyla yükselen bir milliyetçi hareket başladı. Bu yasayı çıkaran Başbakan Nusaddık’ın CIA desteki bir darbeyle 1953 yılında başbakanlıktan indirilmesi İran içerisinde Batı karşıtı ve anti-emperyalist düşüncelerin köklü bir şekilde yayılmasına neden oldu. İkinci olay Ak Devrim (1963) olayıdır. Bu da Şah’ın modernleşme fikirleri çerçevesinde bir takım reformlar yapma isteği sonucu oluşmuştur. Ulema ile baştaki anlaşmayı bozan gelişme toprak reformudur. Dini vakıfların elindeki toprakların alınıp halka dağıtılması siyaseti ve kadınlara seçme-seçilme hakkı verilmesi muhafazakar din adamları tarafından kabul edilemeyecek gelişmelerdir. 1960’lara gelindiğinde Şah ile din adamları sınıfı arasında bir takım sorunlar doğmaya başlamıştır. 1960’larda İran Devrimi’nin Lideri Humeyni ilk defa siyasi bir aktör olarak meydanlara çıkmıştır. Humeyni yaptığı konuşmalarda Şah’ı İslam’ı ve anayasayı korumadığını söyleyerek suçlamıştır. Bunun sonucunda Şah, Humeyni’yi sürgüne göndermiştir. Ve Humeyni, 1979 Devrimi’ne kadar sürgünde yaşamıştır. 1979’da Şah’ın baskıcı politikalarına olan eleştiriler arttı ve protestolar bastırılamaz hale geldi. Askerlerin doğrudan halka ateş açtığı ve yüzlerce kişinin öldüğü meydan protestoları yaşandı. Bu protestolara bastıramayan Şah, 15 Ocak 1979’da İran’ı terk ediyor. İran’ı terk etmesiyle karışıklığın yatışacağını ve ülkesine geri döneceğini umuyor. Ancak durum böyle gelişmiyor. Bu sırada sürgün hayatını Paris’te sürdüren Humeyni, 1 Şubat 1979’da İran’a geliyor ve 11 Şubat 1979’da İslam Devrimi’nin zaferi ilan

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

127

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

edildi. Böyleci Pehlevi yönetimi ve Şahlık İran sisteminden tamamen silinmiş oluyor. Devrime neden olan gelişmelere bakacak olursak; öncelikle Şah’ın izlediği hızlı kalkınma planlarını ele almalıyız. Şah, hızlı bir sanayileşme süreci izliyor. Bu durumda şehirleşme giderek artıyor. Kırsaldan kente göçler meydana geliyor. Ancak kentlerde aradığını bulamayan halk hoşnutsuzluk içine giriyor. Şah’ın, ulema karşıtı izlediği politikalarda halkın muhafazakar kesimi tarafından tepki çekiyor. Hızlı sanayileşme İran’ın üç önemli sınıfından biri olan Pazar esnafı sınıfının tepkisine yol açıyor. Çünkü bu süreçte ekonomideki payları azalıyor. Bu sınıf geleneksel yöntemlerle ticaret yapan güçlü bir sınıf. Pazar esnafının da Şah’tan desteğini çekmesi İran’da ticari ve hukuki hayatı neredeyse durduracak gelişmelere yol açıyor. Şah, her ne kadar modernleşme hareketleri izlese de kesinlikle demokratik bir bakış açısına sahip olduğunu söyleyemeyiz. Aksine kendisine muhalefet eden tüm grupları baskı ve şiddet yoluyla, gizli polislerini kullanarak hapse attırmış ve öldürmüştür. Bu baskıcı tutumda halk arasında Şah’a karşı çok

128

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

büyük tepkiler oluşmasına neden olmuştur. Tüm bu nedenler bir araya geldiğinde 1979 İslam Devrimi’nin halk tarafından, örgütlü bir halk hareketi olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Devrime katılan gruplar: 1. Din adamları 2. Radikal İslamcılar 3. Liberaller 4. Milliyetçiler 5. Solcu gruplar Ancak devrimin gerçekleşmesinden sonra kurulacak yeni sistemin niteliği meselesi bu gruplar arasında güç mücadelesinin ortaya çıkmasına ve birçoğunun siyaset sahnesinin dışına atılmasıyla sonuçlanan çekişmelere neden oldu. Devrime giden süreçte sırasında Humeyni kendisine bağlı öğrencilerden bir Devrim Konseyi kurmuştu. Devrim Konseyi, devrim sonrasında da anayasa kabul edilip cumhurbaşkanı seçilene ve meclis (İran parlamentosu) toplanana kadar en yüksek siyasi ve idari makam olarak varlığını sürdürdü.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Devrim sırasında Humeyni tarafından 4 Şubat’ta İran Özgürlük Hareketi lideri mühendis Mehdi Bazergan’ın Başbakanlığa atanmasıyla bir Geçici Hükümet oluşturuldu. Geçici hükümet, yeni anayasayı hazırlayacak olan Kurucu Meclis’in seçilmesinden sorumluydu. Bu seçimler sırasında devrimde yer alan farklı gruplar arasındaki mücadele ilk defa su yüzüne çıktı. 30 ve 31 Mart 1979 tarihlerinde yapılan referandumda halka, yeni kurulacak rejimin İslam Cumhuriyeti olmasını isteyip istemedikleri soruldu. Halk % 98,2 çoğunlukla İslam Cumhuriyeti’ni kabul etti. 1 Nisan 1979’da devletin şekli İslam Cumhuriyeti olarak ilan edildi. Kurucu Meclis’in hazırladığı anayasa taslağının son şekli 2-3 Aralık 1979’da halkoyuna sunuldu ve oylamaya katılanların %98’inin oyuyla kabul edildi. Peki, bu anayasayla devrimden sonra İran’da nasıl bir siyasal sistem kuruldu? Sistemin en önemli kurumunun 1979 İran Devrimi’nden sonra oluşturulan anayasada Velayet-i Fakih olduğunu söyleyebiliriz. Bu kurumu anlamak için Şii öğretinin siyasete nasıl baktığını bilmemiz gerekir. İranlılar Şiiliğin 12 İmam mezhebine mensuplar. Bu da peygamberden sonra hilafetin Hz. Ali’ye geçtiği ve onun ölümünden sonra da kendi soyundan gelen 12 İmam’ın tüm İslam topluluğu üzerinde adil ve doğru yöneticiler olduğunu kabullenişleri anlamına geliyor. Ancak 12. İmam Mehdi’nin ölmediğine ve galvete gittiğine inanıyorlar. Onlara göre Galvete giden Mehdi gelecekte geri gelecek ve İslam toplumunun idaresini tekrar üstlenecektir. Şiiliğin siyasetle ilgisi burada şekilleniyor. Çünkü nihai otoritenin 12. İmam Mehdi’ye ait olduğunu gören Şiiler, onun geri gelişine kadar hiçbir siyasi otoritenin adil ve doğru bir yönetimi tesis edemeyeceğini düşünüyorlar. Çünkü onlara göre tüm otoriteler insana dayalı ve ilahi otoriteyle alakaları yok. Ancak Humeyni bu öğretide ciddi bir yenilik yapıyor. Entelektüel kişiliğini kullanarak yeni kurulan rejimin temel unsuru kabul edildi ve Humeyni ilk Velayet-i Fakih teorisini or-

ORSAM

taya atıyor. Bu teoriye göre İmam Mehdi’nin geri dönüşüne kadar din adamlarının hiçbir şey yapmadan, adil olmayan yöneticilerin yönetimine tabi olması doğru değil. Bu nedenle dini konularda en iyi ve doğru bilgiye sahip din adamlarının, İslam toplumunu aktif şekilde idare etmesi gerekiyor. İslam Cumhuriyeti’nin şeklinin halk tarafından kabul edilmesinden sonra da Velayet-i Fakih’te İslam Cumhuriyeti’nin en önemli kurumu olarak anayasaya giriyor. Humeyni, ilk rehber olarak İran İslam Cumhuriyeti’nin lideri oluyor. Velayet-i Fakih’in yetkileri çok geniş. Tüm sistem üzerinde son sözü söyleyen nihai otorite aslında. Rehber, fetva açıklamak için gerekli ilmi yeteneğe sahip adil, takva sahibi, sahih siyasi ve sosyal görüşe ve yöneticilik yeteneğine sahip müçtehidler arasından seçilir. Rehber’in görevleri; 1. Devletin genel siyasetini belirleme, 2. Yasama-yürütme-yargı organları arasındaki ilişkileri düzenleme, 3. Silahlı Kuvvetler’e başkomutanlık etme, 4. Savaş, barış ve seferberlik ilanı, 5. Koruyucular Şurası üyeleri, Yargı organı başkanı ve Radyo-Televizyon Kurumu Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızlar Ordusu Başkomutanı, düzenli ordu ve güvenlik güçlerinin yüksek dereceli komutanlarının makamlarına tayini, azli ve istifalarını kabul etme, 6. Normal yollardan çözülmeyen problemleri Düzenin Yararını Teşhis Heyeti aracılığı ile çözme, 7. Af ilanı, 8. Rehber, idarenin işleyişine nezaret etmek üzere kamu kurumlarında kendi temsilcilerini bulundurmaktadır. 9. Rehberin özel danışmanları vardır ve yetkilerini Yüksek Rehberlik Makamı Bürosu aracılığı ile kullanır. 10. Rehber’e bağlı olan Özel Ulema Mahkemesi bulunmaktadır. Bu mahkemenin

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

129

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

görevi medreselerde eğitim gören öğrencilerin ve din adamlarının faaliyetlerini ve işledikleri suçları soruşturmaktır. Devrimden sonra kurulan sistemin diğer önemli kurumu Koruyucular Şurası. Korucuyular Şurası 12 üyeden oluşuyor. 6’sı doğrudan atanıyor, 6’sı ise meclis tarafından seçiliyor. Şuranın temel görevi, İslami Şura Meclisi’nin çıkardığı kanunların İslam ahkamı ile uyumlu olup olmadığını denetlemek. Diğer önemli görevi ise ülkede yapılan tüm seçimlere nezaret etmek. Adayların İslam’a ve rejime olan bağlılıklarını denetler ve adayların seçime katılmalarının uygunluğuna karar verir. Üçüncü önemli kurum; Uzmanlar Şurası. Uzmanlar Şurası 86 kişiden oluşup, 8 yılda bir doğrudan halkın oylarıyla seçiliyor. Din adamlarından oluşuyor. Bu şuranın en önemli görevi rehber’i seçmek ve belli koşullar oluştuğunda görevden almak. İlk Uzmanlar Şurası’nın 3 Ağustos 1979’da kuruluyor. Kuruluş amacı anayasa taslağını incelemekti. Anayasanın kabulünden sonra dağıtıldı. 1982 Kasım’ında yapılan seçimlerden sonra Şura ikinci defa toplandı. Diğer bir kurum İslami Şura Meclisi, yasama organıdır. Yasama gücü, halkın seçtiği temsilcilerden oluşan İslami Şura Meclisi aracılığı ile kullanılır. Meclis, doğrudan ve gizli oyla seçilir. 290 temsilciden oluşur. Her dört yılda bir seçilir. İslam’a ve Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla her sorun için kanun koyabilir. Bu konudaki denetim yetkisi Koruyucular Şurasına aittir. Güvenoyu, soru sorma ve gensoru yöneltme yoluyla yürütme ve yürütmenin icraatları üzerinde gözetim ve denetim hakkına sahiptir. Diğer kurum Cumhurbaşkanı, yürütme organı. Dört yıl için ve doğrudan halkoyu ile seçilir. Devletin Rehber’den sonra en yüksek resmi makamıdır. Bir cumhurbaşkanı üst üste sa-

130

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

dece iki defa seçilebilir; yeniden seçilebilmesi için aradan başka bir dönemin geçmesi gerekir. Cumhurbaşkanı adayında aranan özellikler: İran asıllı, İran vatandaşı, Caferi mezhebi mensubu olması ve İslam Cumhuriyeti’nin temel prensiplerine inanması gerekmektedir. Cumhurbaşkanı hem İslami Şura Meclisi’ne karşı hem de Rehber’e karşı sorumludur. İran’da yargı gücü İslami ölçülere uygun olarak kurulmaları gereken adli mahkemeler aracılığı ile kullanılır. Rehber, adil, yargı konularına vakıf, tedbirli ve idareci bir müçtehidi beş yıl süre ile Yüksek Yargı Erki Başkanı olarak tayin eder. İran yargı sisteminde: • Mahkemelerde savcı bulunmuyor. Hâkim, hem savcılık hem de hâkimlik görevini yerine getiriyor. • Hâkim karar verirken davanın hükmünü önce kanunlarda bulmak için uğraşıyor. Bulamadığı takdirde ise geçerli İslami kaynaklara veya fetvalara dayanarak olay ile ilgili hüküm veriyor. Danışma Kurulları 1. Düzenin Yararını Teşhis Heyeti: İslami Şura Meclisi ile Koruyucular Şurası arasındaki anlaşmazlıkları çözmek üzere kurulmuştur. 2. Yüksek Güvenlik Konseyi: Milli çıkarları sağlamak, İslam devrimini ve toprak bütünlüğünü korumak amacı ile Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanana konsey. Dış politika ilkeleri anayasada belirlenmiştir. Anayasa şöyle diyor; “İran Devleti dış politikada her türlü tahakküm ve tahakküm altına girmenin reddeder. Bu İslam Devrimi’nin anti-emperyalist söyleminin ürünü olan bir ilkedir. Bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün korunması diğer bir dış politika ilkesidir.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

İran İslam Cumhuriyeti’nin dünyadaki bütün Müslümanların haklarını savunması, savaş yanlısı olmayan devletlerle karşılıklı barışçı ilişkiler kurması, ülkenin doğal kaynakları, iktisat, kültür, ordu ve diğer alanları üzerinde yabancı tahakkümüne yol açan her türlü anlaşmanın yasak olması ve başka milletlerin iç işlerine karışmamakla birlikte ezilenlerin ezenlere karşı hak mücadelesinin yeryüzünün her noktasında desteklenmesi de diğer dış politika ilkelerindendir. Dış politika yapımında etkili olan aktörler; • • • • •

Dışişleri Bakanlığı Yüksek Güvenlik Konseyi Cumhurbaşkanı Meclis Rehber

Şimdi 1979 İran Devrimi sonrası siyasi gelişmelere bakalım. 1979 sonrasını incelerken ilk döneme Humeyni Dönemi (1979-1989) diyebiliriz. Humeyni dönemi ikiye ayrılabilir: 1979 – 1981 yılları arasındaki ılımlı dönem. Ilımlıdan kastımız ülkede devrimde rol oynamış farklı grupların yönetimde biraz daha söz sahibi olabildikleri, kendi isteklerini ifade edebildikleri ve özellikle din adamları sınıfına karşı arklı düşünceleri dile getirebildikleri bir dönemdir. Anayasanın yapılması, devletin niteliğinin belirlenmesi, devletin nasıl yönetileceğinin tartışılması bu dönemde gerçekleşiyor. Ancak 1981 – 1989 yılları arasında din adamları ülkede tartışmasız otoritelerini sağlıyorlar. Özellikle solcu, liberal ve milliyetçi grupları siyaset sahnesinin dışına itiyorlar. Humeyni Dönemi’nde devrimci gruplar arasında yönetime dair iki eğilim olduğunu görüyoruz. Birisi elitist eğilim, diğeri halkçı eğilim. Elitist eğilim daha çok muhafazakar ve geleneksel sağ olarak adlandırılan bir gurubu temsil ediyor. Onlara göre nihai egemenlik Allah’a ait olduğundan ve dini esasları en iyi bilen kişiler ulema olduğundan, kutsal yasaları uygulamakla tek yetkili sınıf din adamla-

ORSAM

rıdır. Bu grup ülkede tartışmasız din adamlarının iktidarını savunmaktadır. Soysal ve kültürel alanda şeriatın katı yorumunu isterler. Ekonomik alanda ise mülkiyetin kutsallığını savunmaktalar. Bu nedenle serbest ekonomi politikalarının uygulanması gerektiğini, devletçi politikalardan uzak durulması gerektiğini söylerler. Halkçı eğilim ise İslam Devleti’nin temelinin vatandaşlar ile devlet arasındaki sözleşmeye dayandığını savunur. Buna göre vatandaşlar egemenlik haklarını yasalara göre yapılan seçimlerle seçilmişlere devrediyorlar. Seçilmişler din adamları olabilir. Önemli olan kişilerin vatandaşlar tarafından seçilmesidir. Bu ruba radikallerde deniyor. Anayasal cumhuriyet vurgusu yapıyorlar. Bir anlamda yani kurulan sistemin halka dayalı meşruiyetini güçlendirmeye çalışan bir grup. Bu grup için İslam Devleti ülkenin zenginliğini halk arasında eşit olarak dağıtmalı. Parasız eğitim ve sağlık hizmeti istemekteler. Sosyal ve kültürel alanda ise biraz daha ılımlı bir bakış açıları var. Katı Şeriat yolunu istemiyorlar. Humeyni Döneminin dış politikasına baktığımızda bağımsızlık, bağlantısızlık, antiemperyalizm gibi kilit kelimeleri görebiliriz. Dönem Soğuk Savaş Dönemi; Doğu ve Batı olmak üzere iki büyük blok var. İslam Devrimi’ni yapanlar hem Doğu’yu hem de Batı’yı “şeytan” olarak adlandırmaktalar. İslam Cumhuriyeti’nin örnek siyasi modeliyle ne Doğu’nun ne de Batı’nın baskısı altına girmeyeceğini, izolasyon halinde yaşayacağını ifade ediyorlar. 1981-1989 yılları arasında ise yine anti-emperyalizm, yalnızcılık ve devrim ihracı söyleminin son derece güçlü olduğu görülüyor. Devrim ihracı İran’ın bölgede ve dünyada tehdit olarak algılanmasını da beraberinde getirmektedir. Buna göre nasıl İran’daki devrim Müslüman halk tarafından gerçekleştirildiyse ve ideal düzen kurulduysa diğer Müslümanlarında dünyadaki baskıcı yönetimlere karşı

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

131

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ayaklanması ve kendi devrimlerini yapması fikri pompalanıyor. Humeyni Dönemi’nde dış politikada iki akımdan bahsetmek mümkün. Devrimci idealistler ve devrimci realistler. Devrimci idealistler; (Ayetullah Montazeri’nin liderliğinde genç ulemanın bir kısmı ve radikal İslamcı gençler) uluslararası alanda yalnızlığı ve izolasyonu fazilet olarak görüyorlar. İzolasyon “baskıcı ve ahlaksız rejimlerin hakim olduğu bir yerde bulunmaktan üstündür”. İdealistler “millete” dayalı yaklaşımları reddedip, “ümmetçi” bir bakışa sahip ve İslam öncesi İran kültürünü İslami olmadığı için gözardı ediyorlar. Devrimci realistler ise; (Beheşti, Nabavi ve Recai) “üçüncü” dünya ile ve “bağlantısızlar”la ilişkilerin geliştirilmesini savunuyorlardı. Süper güçlere karşılar ancak mutlak izolasyona da karşılar. Devrimin çıkarını gözeten pragmatist politika yanlısıydılar. Realistler “İranlı” kimliğine daha fazla sahip çıkıyorlardı. 1980-1989 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşı’nın hem iç politikada hem de dış politikada ciddi etkileri oluyor. İlk yıllarda daha ümmetçi bir dış politika anlayışı benimsenmişti. İdealistler daha etkiliydi. Ancak İran-Irak Savaşı, İran’ın Müslüman bir ülkeye karşı savaşıyor olmasıyla birlikte milli çıkarlara daha fazla önem verilmesini ve milliyetçilik vurgusunun daha fazla yapılmasını beraberinde getirmiştir. Böyle olunca izolasyona karşı olan grubun dış politikadaki etkisi biraz daha artmış oldu. Ancak bu savaş iç politikada da İslam Devrimi’nin yerleşmesini ve ilk yıllarda belirlenen ilkelerin 1989 yılına kadar uygulanabilmesine sebep oldu. Ülkede en önemli şey ülke savunması haline geldi ve bu durum muhalefeti bastırdı. 1989 yılında Humeyni’nin vefatıyla beraber yeni rehberin kim olacağına dair büyük bir sorun baş gösterdi. Rafsanjani o dönemde çok önemli bir siyasi kişilik. Rafsanjani’nin müdahalesiyle bugünkü rehber Hamaney aday olarak gösterildi. Uzmanlar Şurası’nında kabu-

132

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

lüyle yeni rehber Hamaney oldu. Hamaney’in seçilmesi Velayet-i Fakih kurumunun ne kadar siyasi bir grup olduğunu bize gösterdi. Çünkü Hamaney’in seçilebilmesi için anayasa değişikliği yapıldı ve rehberin sahip olması gereken dini özelliklerde bazı azaltmalar oldu. Aynı zamanda Hamaney, Ayetullah olmadığı için bu seçim için bir gecede bu unvan ona verildi. Bundan sonraki dönemleri cumhurbaşkanlarına göre adlandıracağım. Çünkü cumhurbaşkanları Hamaney’in rehberliği altında farklı siyasi akımları arkalarına alarak iktidara geldiler. İlki Rafsanjani Dönemi (1989-1997). Bu dönemin en önemli özelliği yeniden yapılanma dönemi olması. Bu şu anlama geliyor; savaştan, ekonomisiyle altyapısıyla tamamen bitik bir halde çıkmış İran’ın yeniden yapılandırılması, ekonomik ve siyasi kalkınmanın sağlanması amacıyla siyaset izlenen bir dönem. Rafsanjani Dönemi’nde farklı siyasi gruplar mevcut. Bu gruplar; • Geleneksel sağ (osulgarayan-principalists): Velayet-i Fakih’i sistemde her şeyin üstünde tutan grup. Geleneksel İslam hukukunu savundular. Ekonomik alanda devlet müdahalesinin olmadığı serbest pazar ekonomisini savunmaya devam ettiler. Sosyal ve kültürel alanda kültürel saldırı söylemini benimseyerek Batı’nın İran toplumu üzerindeki kültürel etkisine karşı savaşılması gerektiğini savundular. • Modern sağ (Kargozarane SazendegiYeniden Yapılanmanın Uygulayıcıları): 1996 yılında geleneksel sağ içerisinden Rafsanjani’nin önderliğinde ayrılan grup. Çoğunlukla teknokratlardan oluşuyordu. Amaçları Rafsanjani’nin başlattığı savaş sonrası yeniden yapılanma çalışmalarının devamını ve İran’ın ekonomik ve siyasal kalkınmasını sağlamaktı. Anahtar kelimeleri ekonomik ve siyasal kalkınma (towse’eh) idi.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

• Radikaller: Ruhaniyat’tan ayrılan Militan Din adamları Heyeti (Majma’e-ye Rouhaniyoun-e Mobarez), İslam Devrimi Mücahidleri (Mojahedin-e Enqelab-e Eslami), Birliği Güçlendirme Ofisi (Daftar-e Tahkim-e Vahdat) gibi örgütlerden oluşur. İslam hukukunun dinamik yorumunu savundular. Güçlü, merkezi ve zenginliği halka yeniden dağıtan bir devlet istediler. Ancak ekonomik ve sosyal-kültürel politikalarda sergiledikleri liberal duruşları ile Rafsanjani öncesi radikal düşünceden ayrıldılar. Bu grubu geleneksel sağdan ve muhafazakarlardan ayıran temel fark: velayet-i fakih’in mutlak yorumunu değil entesabi yani (Kutsal-halkçı) yorumunu savunmaları. (Buna göre mutlak velayet-i fakih mutlak güce ve despotizme yol açabilir. Buna karşın İran rejiminin dini yani kutsal meşruiyeti olduğu kadar halkı dayana meşruiyeti de vardır ve ikisi birlikte gözetilmelidir.) Sosyal ve kültürel görüşlerinde ise özgürlükçü. Rafsanjani Dönemi dış politikasında pragmatizmi, statükoculuğu ve batıya açılım söylemlerini görüyoruz. Pragmatizm, devrimci söylemden uzaklaşılmadan izolasyondan vazgeçilmesi, yani dış dünya ile pragmatik ilişkilerin kurulması anlamına geliyor. Statükoculuk, devrim ihracı söyleminin etkisinin azalması ve yerine mevcut durumu kabul ederek diğer devletlerle pragmatik ilişkiler geliştirme düşüncesidir. Batıya açılımda bu ikisinin beraberinde gelen bir durumdur. 1997 yılına geldiğimizde Khatami’nin (19972005) Cumhurbaşkanı olduğunu görüyoruz. Bu dönemin en önemli özelliği ülkede siyasal sistemi reforme etmek isteyen halkın bir takım taleplerle Khatami’ye destek vermesi ve reform hareketinin oluşması. Bu hareketin amacı ülkede sivil toplumun yaratılması, ifade özgürlüğü, hukuk devleti ve şeffaf yönetimin tesis edilmesi. Sosyal ve kültürel alanda

ORSAM

özgürleşmenin yaşandığı, gazetelerin üzerindeki denetimlerin gevşetilerek pek çok yayının söz söylemesine fırsat verildiği, güvenlik kurumlarındaki sertlik yanlısı unsurlara karşı mücadeleye girişildiği dönem. İran’da rejimin yapısı ile ilgili entelektüel tartışmaların zirveye oturduğu dönem. Ancak bu reformlar rejimin yerleşik unsurlarının sert tepkisiyle karşılaşıyor. Khatami’nin otoritesini zayıflatan olaylar yaşanıyor. Sisteme muhalefet eden aydın, gazeteci, siyasetçi bir çok kişinin arka arkaya karanlık güçler tarafından öldürülmesi (Zincir Cinayetler, Kasım 1998), Salaam Gazetesi’nin kapanmasıyla başlayan protestolar günlerce sürmesi, şiddetle bastırılması ve pek çok öğrencinin tutuklanması (Öğrenci Olayları, 8 Temmuz 1999) buna örnek verilebilir. Başka bir olayda iki sene boyunca meclisten geçiremediği yasa taslağıdır. Bu yasa taslağıyla Khatami seçim yasasında reform yapmak istemektedir. Amaç cumhurbaşkanının yetkilerini güçlendirmektedir. Ancak başarısız olmuştur. Bu olaylar İran halkında reform umutlarının azalmasına neden olur. Khatami Dönemi dış politikasına bakacak olursak, İslamcı/ideolojik olarak tanımlanan çıkarlar ve hedefler değil ulusal çıkarlar belirleyici olmaya başlamıştır. Dış dünya ile çatışmacı söylemin terk edilerek işbirlikçi ve diyaloga açık politikaların geliştirilmesi ve benimsenmesi süreci yaşanmıştır. 2005 yılına gelindiğinde Ahmedinajad’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle İran’da yeni bir dönem başlıyor. Bu dönemin neo-radikal egemenliğindeki bir dönem olduğu söylenebilir. Neo-radikaller hem muhafazakarlara hem de reformculara karşı politika üretiyorlar. Ülkede yeniden İslamileştirme sözkonusu. Dönemin bir başka özelliği Devrim Muhafızları’nın ülke siyasetinde artan önemi. Ahmedinajad Dönemi’nde ekonomiye bakacak olursak, özelleştirme, sübvansiyonların kesilmesi siyaseti görülebilir. Ancak yüzeyde bunlar olur-

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

133

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ken diğer taraftan neo-radikallerin popülist söylemiyle birlikte petrol gelirinin bizzat devlet eliyle nakit olarak halka dağıtıldığını, yani aslında bu sübvansiyonun devam ettiğini görmek mümkün. 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile Ahmedinajad ikinci defa Cumhurbşkanı seçilmiştir. Bu seçimlerde reformcular, Ahmedinajad’ın güvenlik yanlısı sert politikalarına karşı tekrar örgütlü bir hareket başlattılar ve kendi adaylarıyla Cumhurbaşkanlığı seçimine girdiler. Ancak burada sistemin muhafazakar unsurlarıyla beraber, Devrim Muhafızları’nında katıldığı reformculara karşı ciddi bir hareket görülmekte. Reformcu adayların seçilmemesinden sonra halkta reform isteyen seçimde protestolar başladı. Çünkü seçimlerde yolsuzluk yapıldığına inanıyorlardı. Adil ve şeffaf seçimler için gösteriler yapıldı. Ancak bu gösteriler çok kanlı ve şiddetli şekilde bastı-

134

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

rıldı. Baskılar reform hareketinin liderlerinin ev hapsine atılmasına kadar vardı. Ve siyasette söz söyleyemez hale geldiler. Ahmedinajad Dönemi’nde iç politikada yaşanan İslamileştirme dış politikaya Devrimci retoriğin yeniden yükselmesi ve güvenlik paranoyası olarak yansıdı. Bunda ABD’nin hem Afganistan’da hem de Irak’ta varlık göstermesi ve bölgedeki diğer gelişmeler, İran’ın nükleer silah elde etmesinden şüphelenen Batılı ülkelerin İran üzerinde uyguladıkları baskıcı politikalar etkili olmuştur. Durum bu olunca Batı’yla tekrar çatışma içine girilmiş oldu. Batı’tla karşı karşıya gelen İran, devrimci retoriğe geri dönüp üçüncü dünyada ezilen halkların yanında olma siyaseti izlemeye başladı. 2013’te Ahmedinajad’ın Cumhurbaşkanlığı Dönemi sona erecek. Bizde İran çalışan kişiler olarak İran’da bundan sonraki dönemin dinamiklerinin ne olacağını bekliyoruz. Teşekkür ederim.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.18. Yeni Ortadoğu ve Küresel Güçler Doç. Dr. Tarık Oğuzlu

ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü



Herkese merhaba. Birçoğunuz gibi bende Trabzon’a ilk kez geliyorum. 8 senedir Bilkent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştım. Bu sene Şubat ayında Uluslararası Antalya Üniversitesi’ne geçtim. Eğitim dili İngilizce olacak üniversitede Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanlığı yapacağım. Çalışma alanlarım; Türk dış politikası, AB, NATO, son zamanlarda Ortadoğu. Bugün sizlere büyük güçlerin yeni Ortadoğu’ya ilişkin bakış açılarını anlatmaya çalışacağım. Aslında tarihsel bir geçmiş var. “Yeni Ortadoğu” dendiği zaman son 3-4 senelik zaman dilimini kastetmiyoruz. Bazı insanlar bu kavramı 1990’dan günümüze olarak alıyor bazıları 2001’i başlangıç olarak alıyorlar. Büyük güçler denince akla gelen il güç ABD. Ortadoğu’ya ilişkin gelişmelerin şekillenmesinde, Ortadoğu’daki olayların anlaşılmasında, bu coğrafyadaki ülkelerin birbirlerine bakış açılarının şekillenmesinde, ABD’nin bölgeye olan bakış açısının diğer tüm büyük güçlerden daha önemli olduğu söylenebilir. Bunun yanında AB denilen bir oluşumda var. AB içerisinde Fransa’nın başını çektiği Akdenizli ülkeler grubu var. Onların Ortadoğu algılamasıyla Almanların yada İskandinav Ülkelerin Ortadoğu algılaması birbirinden farklı. Diğer büyük güç; Rusya. Rusya’nın da bölgeye ilişkin olarak Soğuk Savaş ve sonrası dönemde farklı çıkarları var. Son zamanlardaki moda büyük güç ise Çin. Çin’inde özellikle Ortadoğu’ya ilişkin politikaları artık uluslararası yayınların konusu olmaya başladı.

ABD’nin bölgede belli başlı stratejik çıkarları nelerdir? İsrail’in bağımsızlığının ve topraksal egemenliğinin garanti altına alınması temel amaç. Diğer bir amaç bölgede mümkünse demokrasiyle yönetilen, yüzü Batıya dönük rejimlerin oluşması. Ortadoğu bölgesindeki doğal kaynakların Batılı pazarlara sorunsuz bir şekilde ulaşımı ve mümkünse ucuz bir şekilde ulaşılması ABD’nin vazgeçilmez amacı. Son önemli amaç ise diğer büyük güçlerin Ortadoğu bölgesine ilişiğinin engellenmesi. ABD’nin bölgeden kaynaklanan petrole bağımlılığı %20-%25 oranında. Ancak AB’nin bölgedeki petrole olan bağımlılığı %70 oranında. Çin, bölgedeki petrole günden güne daha fazla bağımlı hale geliyor. Rusya’nın dolaylı şekilde çıkarları var. Ortadoğu’daki petrol dünya piyasalarına ne kadar az pompalanırsa Rusya’nın elindeki petrolün fiyatı o kadar yükselecektir. Bu stratejik amaçlar Soğuk Savaş sırasında, Soğuk Savaş sonrasında ve 11 Eylül sonrasında farklı şekillerde cereyan etti. Soğuk Savaş zamanında kabaca söyleyecek olursak SSCB’nin çevreleme politikasının bir unsuru olarak bu bölgede Batılı devletlerle işbirliği yapabilecek ülkelerin desteklenmesi temek amaçtı. Mısır’daki otoriter rejim desteklendi, yerine göre Irak yerine göre İran desteklendi. Suudi Arabistan, ABD’nin yakın bir stratejik ortağı olarak ortaya çıktı. Soğuk Savaş döneminde Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’daki jandarması yada Truva atı şeklinde algılandı. 1955 senesinde CENTO (Central Treaty Organization - Merkezi Antlaşma Teşkilatı) kuruldu. CENTO’nun amacı, Irak,

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

135

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

İran, Pakistan ve Türkiye’yi bir araya getirmek ve SSCB’nin bölgeye erişimini engellemekti. Diğer büyük güçlerin bölgeye erişimini engelleme kafa yapısı hiç değişmedi. Soğuk Savaş zamanında hedef SSCB iken şuan hem Rusya Federasyonu hem de Çin hedef. AB üzerinde de ABD’nin en büyük kozu Ortadoğu’daki petroldür. ABD, “Ben Basra Körfezi’nde ne kadar etkiliysem, benim 5. Filom Bahreyn’de ne kadar süre durursa sen benimle iyi geçinmek zorundasın” der Avrupalılara. ABD tüm büyük güçler arasında İsrail-Filistin sorununun halledilmesinde etkili ve yetkili olabilecek tek güç İsrailliler, AB ülkelerinin bu soruna dahil olmalarını kesinlikle istemiyorlar. AB ülkelerinin daha Arap yanlısı olduklarını düşünüyorlar. Antisemitizm netice itibariyle AB’yi oluşturan ülkelerde çıkmış bir düşünce yapısı. Dolayısıyla İsrailliler, Avrupalılardan çok çekmişler ve bu nedenle onlara çok güvenmiyorlar. Tek bağlandıkları unsur ABD. ABD ve İsrail arasındaki ilişkilerin doğasında da çok önemli değişiklikler yaşanmaya başladı. Soğuk Savaş zamanında iki ülke arasında sorunsuz bir ilişki olduğu söylenebilir. İsraillilerin nükleer silah elde etmesinde Amerikalıların yapmış olduğu teknolojik yardım -ki zamanında Fransızlarda bu süreçte rol oynadılar- çok önemli bir etkiydi. Amerikalılar, İsrail’in nükleer silah sahibi olmasını asla bir problem olarak görmediler. George W. Bush zamanında Amerika ve İsrail arasındaki ilişkiler tarihinin en iyi noktasında seyretti. Hiçbir Amerikan Başkanı George W. Bush kadar İsrail yanlısı bir politika izlememişti. 11 Eylül saldırılarının ortaya çıkardığı, radikal İslami unsurlara karşı, ABD’nin kendini savunma refleksi, İsrail’in savunma refleksiyle birebir örtüştüğü için ve George W. Bush dini referanslarla hareket eden bir adam olduğu için, Arap-İsrail sorununda İsrail’in tarafı tutulmuştur. Ancak Barack Obama’yla beraber -2008’in sonu 2009’un başı- Amerika’nın da İsrail’e bakışında ciddi sorgulamalar başladı. Mesela şuan mevcut İsrail hükümeti Barack

136

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Obama’dan haz etmez. Obama’nın İsrail’e karşı mesafeli olduğunu ve Arapları daha fazla kayırdığını söylerler. Obama’nın iktidara geldiğinde amacı; George W. Bush’un bölgede yerle bir ettiği ABD pozitif algısını iyileştirmekti. Hatırlarsanız Obama Kahire ve Ankara konuşmalarında Müslüman Dünyasına çiçekler attı. “Sizlerle tekrar köprüler kuracağız. Sizleri tekrar kazanacağız” tarzında söylemleri odlu ve İsrail’in politikalarına daha eleştirel yaklaşan bir başkan profili çizdi. İsrail-Arap Barış Görüşmeleri’nde ise İsrail’in yerleşimcilik politikasını eleştirme yönünde ciddi baskı kurdu. Son yıllarda ABD’de İsrail politikaları çok fazla eleştirilmeye başlandı. Amerikan dış politikasının İsrail dış politikasına desteklenmemesi gerektiğinin, İsrail’in çıkarına olan her şeyin otomatik olarak ABD’nin çıkarına olmayacağının altı çiziliyor. Gerçi Arap Baharı’ndan sonra yani 2011’in başından günümüze kadar geçen 1,5 senelik zaman zarfında Obama eski eleştirel tutumundan geri atmaya başladı. Şuan Obama’nın eskisi kadar anti-İsrail bir tutum sergilediğini söylemek mümkün değil. Bunun sebebi; İsrail Arap Baharı’ndan en olumsuz etkilenen ülkelerden birisi. Herkeste “İsrail’i çevreleyen Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler iktidarları yönetime gelirlerse ne olacak?” korkusu var. Dolayısıyla şuan İsrail kendini yalnız hissediyor. Amerika’da bundan çekiniyor. Amerika “Müslüman Kardeşler zihniyetindeki insanlar iktidara gelsinler ve ABD’nin bölgesel politikalarını sorgulamaya başlasınlar” istemiyor. Onların isteği Arap Ülkelerinin İsrail’le iyi geçinmesi. Dolayısıyla böyle bir yakınlaşma yaşanmakta. ABD penceresinden bölgeye baktığımızda Soğuk Savaş’ın bitimini takip eden ilk 10 yılda en önemli stratejik amaç “çifte çevreleme” idi. Bir yandan Irak bir yandan İran hem bölgesel hem de uluslararası sistemin dışına itilmeye çalışıldı. Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam’ın bir şekilde iktidardan uzaklaştırılması adına

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Irak üzerine konulan askeri ve ekonomik ambargolar bu noktada önemli. İran’daki molla rejimine karşın Amerikalıların zaten sahip oldukları içgüdüsel düşmanlıkta ortada. Yani Soğuk Savaş sonrası Amerika’nın en öneli amacı; bölgede Irak’ın ve İran’ın olabildiğince minimize edilmesi ve bununla paralel bir şekilde bölgede ABD ile iyi ilişkiler içerisinde olabilecek ülkelerin aralarındaki işbirliğini güçlendirilmesi (Örnek olarak Türkiye-İsrail stratejik yakınlaşması). Bu dönem Türkiye-İsrail ilişkilerinin “balayı” olarak nitelendirilebilir. Askeri alanda, ekonomik alanda birçok anlaşma imzalandı. Yani stratejik anlamda Türkiye ve İsrail’in birbirine yaklaşmasını Amerika destekledi. ABD’nin Ortadoğu bölgesine ilişkin dış politikasında diğer bir devamlılık unsuru, monarşik rejimlerin iç yapılarında taşıdıkları antidemokratik özelliklere rağmen desteklenmesi. ABD dış politikasında yapılan en önemli tartışmalardan birisi; “ABD dış politikasını idealler mi çıkarlar mı şekillendirsin?” hakkında olmuştur ve olmaktadır. Reelpolitik perspektiften olaya bakanlar; “Başka ülkelerin içişleri bizi ilgilendirmez, ne halleri varsa görsünler. Önemli olan onlarla kurulacak kısa, orta ve uzun vadeli stratejik çıkar ortaklıklarıdır. Eğer bu çıkar ortaklıklarını kurabiliyorsak monarşi olup olmaması fark etmez” der. Bir kısım dış politika yapıcıları reelpolitik felsefeye çok fazla prim verirler. Diğer tarafta ideapolitik perspektiften bakan kişilerde var. Onlar “ABD’nin temsil ettiği değer var. Biz demokrasinin beşiğiyiz. İçişlerimizde demokrasi uyguluyorsak, dış işlerimizde de demokrasiyle yönetilen ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmeliyiz ve başka ülkeleri bize benzemeye zorlamalıyız. Bu bizim kendimize olan borcumuzdur” der. Mesela George W. Bush’un partisi (Cumhuriyetçi Parti) daha realist perspektifte dış politika yapar. Demokratlar ise daha moralpolitik perspektiften bakarlar ve demokrasiyi dış politikanın odak noktasına koyarlar. Türkiye-ABD ilişkilerinin en iyi olduğu zamanlar genellikle ABD’de

ORSAM

Cumhuriyetçi bir başkanın olduğu zamanlardır. Demokratlar iktidara geldiğinde biz ABD ile hep sorun yaşamışızdır. Ancak George W. Bush ve Barack Obama bu kalıpların dışına çıkan iki başkandır. George W. Bush, Cumhuriyetçi olmasına rağmen ABD dış politikasının merkezine demokrasiyi koyan bir başkandır. Demokrasiyi bir güvenlik aracı olarak görmektedir. Afganistan’a ve Irak’a girilmesi ve bölgedeki demokratik oluşumlara alttan alta destek vermesi buna örnek gösterilebilir. Obama ise demokrat olmasına rağmen, George W. Bush’un bu politikasının ABD’ye kardan ziyade zarar getirdiğini gördüğü için bu politikadan çark etmiştir. Şuanda Obama gelmiş geçmiş demokrat başkanlar arasında beklide en gerçekçi, en reel politik dış politika anlayışına sahip olan ABD başkanıdır. Türkiye açısından bakacak olursak, ABD ile ilişkilerimizin en kötü olduğu dönem 2001’den 2008’in sonuna kadar iktidarda olan George W. Bush dönemidir. Konu George W. Bush’a gelmişken “yeni muhafazakar okulu”ndan da kısaca bahsetmek istiyorum. 2000’li yıllarda bu adamlar ABD dış politikasının şekillenmesinde çok etkili oldular. Bu grup “ABD’nin demokrasi ihraç etmesi, gerektiğinde zor kullanarak, hem ABD’nin değerliyle örtüşmektedir hem de ABD’nin güvenlik çıkarına olan bir şeydir” der. Ayrıca yeni muhafazakarlar ABD’nin NATO içindeki üyeliği, diğer uluslararası örgütler içindeki üyeliğine tepkisel yaklaşmışlardır. Çünkü onlara göre ABD’nin bu üyelikleri hareket alanını kısıtlamaktadır. Onlara göre, “ABD tarihinin en güçlü noktasındadır. Dünyadaki askeri harcamaların neredeyse yarısından fazlasını tek başına yapmakta. Hiçbir koalisyona be hiçbir ülkeye muhtaç değil. Dolayısıyla istediği zaman istediği ülkede istediği rejimi tek başına iktidara getirebilir. Dolayısıyla biz NATO’yu peşimizden sürüklemeyelim. AB ülkelerini kazanmak için uğraşmayalım. Bunlar bizi yavaşlatır.” tarzında bir düşünce yapıları vardır. Uluslar arası hukuka bakışta yeni muhafazakarların düşüncesinden

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

137

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

etkilenmiştir. “Uluslararası hukuk başkaları için vardır. ABD istediği zaman –eğer çıkarına ise- uluslar arası hukuku göz ardı edebilir. Bunu yapabilme lüksü vardır.” Bu düşünce Amerika’ya ne AB ülkeleriyle olan ilişkilerinde ne Rusya Federasyonu’yla olan ilişkilerinde ne Uzakdoğu Asya ile olan ilişkilerinde ne de Ortadoğu’yla olan ilişkilerinde fayda sağlamadı. Aksine herkes ABD’den yaka silkti. ABD’ye, küresel şerif kimliği, her sorunu çivi gibi gören sopalı adam kimliği algısı çok çektirdi. Dolayısıyla Obama bu düşünceden çark etmeye çalışmaktdır. Şuan AB ülkelerine yakınlaşmaya çalışan, NATO’yu önemseyen, AB ülkelerinden gelebilecek hem maddi hem de meşruiyet anlamında gelecek desteğe önem veren bir Obama var. Cumhuriyetçilerin bir sloganı vardır; “Gerektiğinde tek taraflı ama zorda kalırsak çok taraflı”. Demokratlar ise tam tersini söylerler; “Olabiliyorsa çok taraflı ama zorda kalırsak tek taraflı”. Bush ve Obama arasında başka bir fark daha var. Bush ve yakın çalışma ekibi ABD’nin zirvede olan bir güç olduğunu düşünegelmişlerdir. Dolayısıyla kendine aşırı güvenen ve başkalarına nizam vermeye çalışan bir ABD vardır. Obama ise birçok kişini hem fikir olduğu görüşe göre ABD’nin göreceli olarak düşüşte olduğuna inanan bir başkandır. Bu nedenle Obama kendisini geri plana çekmektedir; “Arkadan liderlik yapma”. Bush zamanında ABD’nin Ortadoğu politikası “küresel hakimiyet” idi. Obama’nın dış politika tezi ise “kıyısal dengeleme”dir. Kıyısal dengeleme stratejisi şudur; ABD için önemli olan birkaç coğrafya vardır. Bunlar; Avrupa, Uzakdoğu Asya ve Ortadoğu coğrafyasıdır. Diğer alanlarda ABD’nin uzun dönemli askeri birliklerinin olmasına gerek yoktur. Bu ülkelerde de çok fazla asker bulundurmaktan ziyade coğrafyadaki kilit ülkelerle yakın askeri stratejik ilişkiler geliştirmek önemlidir. Bu bölgelerde ortaya çıkabilecek anti-Amerikancı oluşumlara bu bölgelerdeki Amerikan yanlısı devletlere dertsek vererek karşı durmak gerekir. Bu da

138

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

olmuyorsa son kertede silahlı bir müdahalede bulunulmalıdır. Yani sorumluluğu paylaşmaya dayanan bir stratejidir. ABD her konuda “Ben yaparım” edasıyla atlamalıdır. Bunun iki sebebi vardır. Biri Amerika’nın ekonomisinin buna izin vermemesi. İkincisi ise Irak ve Afganistan’ın kötü birer örnek olması. Şuan ki ABD yönetiminin dış politika algısını şekillendiren en önemli varsayımlardan bir tanesi, Amerika’nın içindeki sorunları halletmesi. Öncelikli amaçları iç sorunları çözmek, ekonomik krizden kurtulmak. Mesela Çin’in donanma filosu her geçen gün artarken Amerika’nın filosunun 10 sene içerisinde yaklaşık %10-15 arasında azalması öngörülüyor. Obama’yı daha pragmatik, daha gerçekçi, daha mütevazi, daha çok taraflı davranmaya sevkeden beklide en önemli bölgesel olay, Arap Baharı. Arap Baharı, ABD’nin bölgesel politikalarını yeniden tanımlamasını mecbur kıldı. Çünkü “İstikrar mı, güvenlik mi?” sorusu daha zor bir şekilde cevaplanır hale geldi. Yani ABD bölgede, demokrasi pahasına istikrar mı istiyor yoksa istikrar pahasına demokrasi mi istiyor? Bu soru çok zor cevaplanır bir soru olmaya başladı. Bir de Amerikalılar zamana ve mekana göre değişen tepkiler vermeye başladırlar. Örneğin; Mısır. Müslüman Kardeşler’in şuan bulundukları yere gelmelerine ABD uzun süre olumlu bir tepki vermedi. Ancak Mübarek sonrası iktidara gelen Yüksek Askeri Konsey, İsrail’le Mısır arasındaki anlaşmalara uymaya karar verdikten sonra ABD destek vermeye başladı. Belki de Erdoğan liderler arasında Mısır’daki uyanışı destekleyen ilk liderdir. Libya konusunda da ABD başlangıçta çok fazla inisiyatif almak istemedi. Fransa ve İngiltere’nin liderliğini yaptı bir askeri güç oluşturuldu sonra bu güç NATO’ya devredildi. Gerçi ABD’nin askeri desteği olmasa idi NATO’da askeri bir başarı elde edilemezdi. Ancak burada referans yapılan nokta şudur; inisiyatif almaktan çekinen bir Amerika var. Mevcut ABD yönetimi penceresinden bakarsak, kuru kuruya demokrasiyi desteklemek

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

artık bir amaç değildir. Bu durum 2006-2007 yılından beri böyle. O tarihte Filistin’de seçimler yapıldı. HAMAS seçimleri kazanarak iktidara geldi ve hükümeti kurdu. O dönemde Amerika’da George W. Bush hükümeti iktidarda idi ve Amerika’da alarm zilleri çalmaya başladı. “Biz demokrasiyi destekliyoruz ama anti-Amerikancı olan, bizim dünya görüşümüze yakın olmayan rejimlerin ortaya çıkma riski de var. Biz bu riski almalı mıyız?” diye soruldu ve konsensüs “buna gerek olmadığı” tarzındaydı. Bunun en somut örneği Amerika’nın bölgedeki monarşilerle (örneğin Suudi Arabistan) olan ilişkisidir. Suudi Arabistan’la ABD arasındaki ilişkiler Arap Baharı’nın başlangıcında biraz gerginleşti ancak şuan 60 milyar dolarlık bir silah anlaşması imzalanacak duruma geldi. Ya da Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki Sünni monarşiye vermiş olduğu desteğe Amerika bir şekilde göz yumdu. Aynı zamanda Ürdün’de de monarşik yönetim var. Ürdün’de demokratikleşme olursa ve Mısır’dakine ilave olarak Müslüman Kardeşler iktidara gelirse, Amerika bundan fayda mı görecek? Büyük ihtimalle hayır. Çünkü Müslüman Kardeşler’in zihniyeti, kendi ülkelerindeki monarşik rejimlerin İsrail’le yaptıkları anlaşmaları reddetmek. Dolayısıyla böyle bir tutarsız bakış açısı var. Obama ve Arap Baharı’yla beraber Amerika’nın Ortadoğu politikasında ortaya çıkmaya başlayan iki yeni oluşum daha var. Biri Türk-Amerikan ilişkilerindeki gelişmeler. Diğeri ise İran-Amerika ilişkileri arasındaki gelişmeler. Önce Türkiye-ABD ilişkilerine bakalım. Şuan itibariyle Ankara ve Washington arasındaki ilişkiler beklide tarihinin en iyi noktalarından birisinde. Şuanda sanki George W. Bush zamanındaki gerginlikler, krizler yaşanmamışçasına ABD ile bir balayı yaşıyoruz. Amerikalıların, PKK ile olan mücadelemize verdikleri destek Kıbrıs Sorunu’na verdikleri destek, AB entegrasyon sürecinde verdikleri destek, Türkiye’nin bir ilham kaynağı olarak

ORSAM

bölgedeki demokratik çabalara örnek gösterilmesine verdikleri destek hiç olmadığı kadar önemli olmaya başladı. Amerika’nın askeri varlığını Irak’tan çekmeye başlamasından sonra Türkiye’ye olan destek daha da arttı. Çünkü Amerikalılar; bende buradan gidersem, özellikle Irak’ın kuzeyindeki göreceli istikrar durumu ne olacak? Bunun devamını kim sağlayacak?”. diye düşünüyorlar. Bunun devamını Türkiye ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi arasındaki yakın stratejik ve ekonomik ilişkiler sağlayacak. Bu yönde bir Amerikan politikası var. Türkiye şuan Amerikalıların gözdesi olan bir ülke konumunda. Dikkat ederseniz genelde Türkler, ülkelerinin bir model/ilham kaynağı olarak ortaya çıkmasına karşı gelir. İçimizde bu konuyu çözebilmiş değiliz. Bu konuda Türkiye’de iki grup vardır; sosyal muhafazakar çevre ve republican security. Republican security çevre Türkiye’nin model olarak lanse edilmesinden hoşlanmaz. Çünkü Türkiye’nin modelliğinden kastedilen çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu daha modern yüzlü bir İslami algılamanın oldu ülke imajı. Ama model ülke dendiği zaman İslami kelimesi Türkiye’nin sıfatları arasında ön plandadır. Ama bu İslamilikten kastedilen şudur; yumuşak İslam, bebek yüzlü İslamiyet. Burada dinden ziyade bir kültüre vurgu yapılmaktadır. Türkiye’de yaşanan İslam kültürel bir İslam’dır. Asla siyasi bir İslam değildir. Model ülke lafına çok fazla angaje olanlar bunun böyle olduğuna inanırlar. Siyasi İslam; İslamizm’dir. Devleti ele geçirerek, çeşitli araçlarla yukarıdan aşağı şekilde toplumu Müslümanlaştırmaktır. Kimisi Erbakan çizgisi siyasi İslam olarak tanımlar kimisi Türkiye’de siyasi İslam’ın olmadığını söyler. Dolayısıyla Türkiye’deki İslamiyet Amerikalıların görmek istediği İslamiyet’tir. Batılı değerlerle haşır neşir, tüketim toplumu hedefleyen bir İslam’dır. Neden Türkiye bu anlamda önemseniyor? Çünkü Türkiye’nin karşısında alternatif olarak bölgede ortaya çıkan farklı bir İslami yapılanma vardır. Daha radikal, daha “-izm”e

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

139

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

odaklı, El-Kaide’ye sempatiyle bakan bir İslam anlayışı. Amerika bölgede böyle bir İslamiyet görmek istemiyor. Bunun da panzehiri olarak Türkiye’yi önemsiyor. Türkiye’nin AB entegrasyon süreci çerçevesi içerisinde her geçen gün biraz daha demokratikleşmesi önemlidir. Yüzü Batıya dönük kaldığı müddetçe Türkiye, Amerikalılar tarafından veya Türkiye’yi model ülke olarak görenler tarafından önemsenir ve değerli bulunur. Türkiye bugün itibariyle AB’ye “Senden bıktım. Üyelik falan istemiyorum” derse Türkiye’ye ilişkin bu algılamalar tamamıyla yerle bir olur.ABD, NATO’yu ve AB’yi önemseyen, zenginleşmeyi ve kalkınmayı öncelikli amaç olarak tanımlayan ve ülke içerisinde mümkünse siyasi ve diğer yapılsa sorunlarını daha fazla liberalleşmeyle çözmeye çalışan bir Türkiye görmek ister. Yani Türkiye Amerikalıların gözünde, 11 Eylül sonrasında ve özellikle Arap Baharı’ndan sonra, bölgenin yükselen yıldızıdır. İran ise tam tersi bir istikamette seyreder. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra İran’ın nükleer silah

140

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

elde etme yönündeki çabalarının arttığına inanılmakta. Çünkü İranlıların “Irak’ın elinde bir şey yoktu, adamlar gelip kafasına vurdu.” Yönünde bir hesap yaptığı düşünülüyor. Ayrıca İran, Arap Baharı’nın bütün ülkelerden fazla kendi çıkarına olduğuna inanıyor. İran İslami Devrimi’nin, Arap Baharı’nın prototipi olduğu düşünülüyor. İran’a göre asıl demokratikleşme orada başladı. Halk ayaklandı, monarşi devrildi ve meşruiyetini halktan alan bir sistem geldi. Ayrıca Amerika’da İran’ın bölgede Şii eksenli bir dış politika takip ettiği, fay hatlarının çizilmesine, kutuplaşmalara destek veren bir dış politika takip ettiği, İsrail’in bölgedeki varlığına daha eleştirel tutum takınan bir politika takip ettiği yönünde güçlü bir algılama var. Bunu tetikleyen bir unsurda İsrail’in İran’a bakışıdır. İsrailliler, İran’ı duyunca Filistin sorununu, mültecileri, Suriye’yle Golan tepelerinin mülkiyetinden kaynaklanan sorunları, Güney Lübnan’daki olayları, Hizbullah’ı arka plana itiyor ve her şeyi unutuyorlar.



ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

1.19. Türkiye’nin Kafkasya Politikası Dr. Mitat Çelikpala

Kadir Has Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Başkanı



GİRİŞ Gürcü birliklerinin 7–8 Ağustos 2008’de “istikrar ve düzeni hâkim kılmak ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmek” amacıyla Güney Osetya’ya yönelik kapsamlı bir askeri operasyona kalkışması Kafkasya’da, Rusya ile Gürcistan arasında var olan anlaşmazlığı çatışmaya dönüştürdü. Rusya’nın Güney Osetya’daki gelişmelere müdahale etmenin ötesine geçerek Gürcistan’a müdahalesiyle bir tür mini savaşa dönüşen durum, neredeyse tüm dünya tarafından ilk önce bölgesel bir Rus-Gürcü savaşı, sonrasında da özellikle Medvedev’in Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıyan kararnameyi imzalamasıyla Rusya ile Batı dünyası (özellikle ABD) arasındaki bir tür yeni “Soğuk Savaş”ın başladığı/yacağı şeklinde değerlendirildi. Gerçi Rusya, Gürcistan’ın Abhazya ya da Güney Osetya’yı kontrol altına almak adına atacağı adımlara sert bir tepki vereceğini defalarca belirtmiş, iki tarafın ilişkileri Mikhael Saakaşvili’nin iktidara gelişinden bu güne karşılıklı atışmalar ve sertleşen söylemler nedeniyle düzeltilemez bir noktaya taşınmıştı. Yine de iki tarafın çekişmesi, 2004 yazından bu yana bir takım karşılıklı ufak tefek güç gösterisi dışında, sertleşen söylemler ve diplomatik kınamalar düzeyinde kalmaktaydı. Belki de bu nedenle Gürcistan’ın attığı askeri adım ve sonrasında Rusya’nın tepkisinin boyutu/ oransızlığı yine de şaşkınlıkla karşılandı. Şaşkınlığa küresel bir savaşa dönüşme potansiyeline sahip (en azından Soğuk Savaş bağlamın-

da) yeni bir bölgesel savaş korkusunun eklendiği de belirtilmelidir. Zira bölgedeki diğer “dondurulmuş anlaşmazlıkların” kaderi, son gelişmelerden çıkacak sonuçlardan doğrudan etkilenecektir. Sorunun çözümünün küresel zeminde hangi pazarlıklar, kısıtlamalar ve gelişmeler bağlamında olacağı ve ne türde bir sonla karşılaşılacağı henüz belirsizdir. AĞUSTOS 2008’DE YAŞANANLAR 7–8 Ağustos gece yarısı Gürcü birlikleri “Anayasal düzeni” tesis etmek amacıyla Güney Osetya’ya girdi. Gürcü kuvvetleri kısa sürede başkent Tskhinval ve çevresinin kontrolünü ele geçirdiler. Rus birliklerinin de neredeyse eş zamanlı biçimde Güney Osetya’da girişilen “soykırım” harekâtını engellemek iddiasıyla Roki tünelini geçerek Osetya’ya girmesi ve Gürcü birliklerine müdahale etmesiyle gelişmeler bir tür “savaş”a dönüştü. Savaş Rusya’nın askeri gücü karşısında Gürcistan’ın çekilmek zorunda kalması nedeniyle hızla Gürcistan topraklarına yayıldı ve Rus birliklerinin Zugdidi ve Gori gibi Gürcü şehirlerini işgal ederek Tiflis’e 40 kilometre yaklaşmaları üzerine uluslararası bir kriz halini aldı. İki tarafın topyekûn bir savaşın sınırına gelmesine yol açan silahlı çatışmalar, AB’yi temsilen dönem başkanı Fransa’nın araya girmesiyle imzalanan ateşkes anlaşması neticesinde yatıştırıldı. Tam ve doğru rakamlara henüz sahip olunmasa yüzlerce kişinin öldüğü ve 100 binin üzerinde kişinin de evini terk etmek zorunda

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

141

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

kaldığı iddia edilmektedir. Rusya’nın yürüttüğü askeri operasyon sadece Güney Osetya topraklarıyla sınırlı kalmamış, Gürcistan topraklarına da yayılmış, eş zamanlı olarak Abhaz kuvvetlerinin giriştiği operasyonlar nedeniyle bu bölgeye de yansımıştır. Çatışmaların bitiği tarih itibarıyla Abhazya ve Güney Osetya’nın eski Sovyetler Birliği dönemi sınırlarını yeniden tesis ettikleri görülmektedir. Gürcü şehirleri Gori ve Zugdidi ile Poti limanı da ateşkes ve çekilme kararına rağmen uzun süre Rus kontrolü altında tutulmuştur. Bu türde bir çatışma, bu boyutta olmasa da neredeyse ilkbahardan itibaren açıkça beklenmekteydi. Temmuz ayında Ortak Barış Gücü’nde görev yapan 4 Gürcü askerin Güney Osetya yönetimi tarafından gözaltına alınması sonrasında gerginleşen ilişkiler çatışmanın başlayacağının işaretlerini vermekteydi (ICG Report, No.195, 2008: 3–4). Rus uçaklarının Gürcü hava sahasında uçuşa başlaması ve takiben tarafların çatışma bölgesi olarak tanımlanan hatta silahlanmayı, anlaşmalara aykırı biçimde hızlandırması dikkat çekmekteydi. Silahlı çatışmaların Ağustos başından itibaren arttığı ve Osetlerin evlerini boşaltarak Rusya’ya (Kuzey Osetya’ya) kaçmak zorunda bırakıldıkları gözlemlenmekteydi. Savaşın başladığı 7 Ağustos günü yaşanan çatışmalardan sonra özellikle Amerikalı yetkililerin sakin olunması ve herhangi bir askeri harekâta girişilmemesi yönündeki çağrılarına rağmen Gürcü birliklerinin başkent Tskhinvali’ye yönelik ağır topçu ateşiyle başlayan harekâtı kısa sürede bütün alanın Gürcülerce kontrolüyle sonuçlandı (The New York Times, 12 Ağustos 2008). Gürcü operasyonuyla neredeyse eş zamanlı olarak başlayan Rus karşı harekâtı sonunda Gürcü kuvvetleri aynı gün ilk önce Tskhinvali’yi sonrasında da 11 Ağustos itibarıyla Güney Osetya topraklarını tamamını terk etmek zorunda kaldılar (ICG Report, No.195, 2008: 2).

142

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Abhaz birliklerinin de eş zamanlı olarak başlattığı harekât, Gürcü kuvvetlerinin 2006’dan itibaren kontrol altında tuttukları Yukarı Kodor bölgesini terk etmek zorunda kalmasıyla sonuçlandı. Gelişmelerin bundan sonraki seyri ise Rusya’nın uluslararası toplumca daha sert bir eleştiriye yol açan Gürcistan operasyonunu içermektedir. Rus güçleri bir yandan Osetya ve Abhazya üzerinden karadan, diğer taraftan da gemiler vasıtasıyla denizden Gürcü topraklarına girdiler. Hava bombardımanıyla kullanılamaz hale getirilen hava alanları ve diğer bir takım askeri tesislerin yanı sıra Güney Osetya sınırındaki Gori, Karadeniz kıyısındaki Poti (ve Poti limanı) ve Abhazya sınırındaki Zugdidi Rus kuvvetlerince işgal edildi. Rus güçlerinin ülkeyi birbirine bağlayan demiryolu ağının can damarı konumundaki demiryolu köprüsünü havaya uçurmalarıyla da Tiflis’in ülkenin batısıyla olan bağı kopartıldı. 12 Ağustos’ta AB Dönem Başkanı sıfatıyla Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin girişimleri sonucunda taraflara önerilen 6 maddelik ateşkes anlaşmasının 15–16 Ağustos’ta Abhaz ve Oset liderlerin yanı sıra Rus ve Gürcü liderlerince imzalanmasıyla çatışmalar tam olarak durmasa da azaldı. 6 maddelik ateşkes anlaşmasının süreci normalleştirerek bölgenin istikrarlı bir geleceğe taşınmasını sağlayacak asıl anlaşmalara zemin hazırlaması beklenmekteydi. Ateşkes anlaşması kuvvet kullanılmasına son verilmesini, bütün askeri eylemlerin durdurulması, insani yardımlara imkân tanınmasını, Gürcü birliklerinin eski mevzilerine dönmesini, Rus birliklerinin çatışma başlamadan öncesi konuşlanma yerlerine çekilmesi ile Güney Osetya ve Abhazya’nın müstakbel statüsü konusunda uluslararası görüşmeler yapılmasını öngörmekteydi (ICG Report, No.195, 2008: 32–35). Uluslararası toplumun öncelikli beklentisi ateşkes anlaşmasının uygulanarak Rusya’nın

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

çatışma öncesi konumuna çekilmesi, çatışmaların bir daha yaşanmaması ve bölgedeki sorunlara uluslararası toplumun katılımıyla herkesin kabulleneceği bir çözüm bulunması olarak belirginleşmişti. Fakat Rusya’nın bu yaklaşımı benimsemediği gelişmelerin hızlı seyri sonunda açıkça görüldü. Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’den Başbakan Vladimir Putin’e, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’dan BM’deki temsilcisi Büyükelçi Vitali Çurkin’e tüm Rus yetkililer imzaladıkları anlaşmanın son maddesine aykırı biçimde Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerinin tartışma/pazarlık konusu olamayacağı, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün gündemin dışında bir konu olduğu açıklamalarını yapmaya başladılar. Bu süreçte Medvedev’in, Abhaz lider Sergey Bagapş ve Oset Lider Eduard Kokoiti ile de sık sık görüşmesi söz konusudur. Takiben süreç Abhazya ve Güney Osetya parlamentolarının, bağımsızlıklarının resmen tanınması için Rusya’ya 21 Ağustos’ta yeniden bir çağrı yapmalarıyla farklı bir zemine taşındı. Son gelişmeler dikkate alındığında bu çağrının cevap bulması beklenmekteydi. Nitekim bu çağrı dikkate alındı ve daha öncede defalarca yapılan başvurulardan farklı olarak, süreç bu defa hızlı bir biçimde sonuçlandı. Bu başvuruları görüşmek amacıyla yaz tatilini keserek toplanan Rus parlamenterler, Abhaz ve Oset liderlerin de katıldıkları toplantılarda Gürcistan’ı ağır biçimde eleştirdiler. Sonuçta Rus parlamentosunun üst kanadı Federasyon Konseyi 130–0, alt kanadı Devlet Duması da 447–0 evet oyuyla Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarının desteklenmesi tavsiye kararını aldı. Devlet Başkanı Medvedev’de nerdeyse hiç beklemeden, hemen ertesi gün, 26 Ağustos’ta bu tavsiye kararını dikkate alarak Rusya Federasyonu’nun bu bölgelerin bağımsızlıklarını tanıdığını belirten kararnameyi imzalayarak yürürlüğe soktu.

ORSAM

Bağımsız gözlemecilerin hiç biri Medvedev’in bu yönde bir adım atmasını beklemiyordu. Genel beklenti Medvedev’in bu tavsiye kararını, Batılılar ve Gürcistan’la yürütülecek müzakerelerde bir koz olarak elinde tutacağı yönündeydi. Her ne kadar, dışişleri bakanından başbakana tüm Rus yetkililer bu yönde adım atacaklarını defalarca belirtseler de uluslararası alanda, Rusya’nın hareket alanını daraltacağına inanılan bu adımın atılması beklenmiyordu. Şimdi gerek bölgesel gerekse küresel anlamda önemli siyasi ve hukuki bir takım değişiklikler olabileceği tartışılmakta ve beklenmekte. Taraflar Cenevre’de başlatılan görüşmeler bağlamında aylık toplantılarla bölgenin geleceğini değerlendiriyorlar. Sürecin nasıl sonuçlanacağı ise belirsizliklerle dolu bir geleceği karşımıza çıkarmaktadır. GELİŞMELERİN KÜRESEL VE BÖLGESEL YANSIMALARI Rusya Federasyonu’nun Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanımasıyla Kafkaslardaki durum beklenilmeyen ve çözümlenmesi zor uluslararası bir soruna dönüşmüştür. İlk aşamada, Kafkasların siyasi haritasının değiştiği belirtilmelidir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün bir daha tesis edilemeyeceği iddia edilmektedir. Kafkaslardaki güvensizlik ortamının bir derece daha ileri gittiği belirtilebilir. Anlaşmazlığın taraflarının siyasi bir birlik içerisinde bir araya gelmesi artık çok da mümkün gözükmemektedir. Aynı zamanda Dağlık Karabağ gibi diğer etnik sorunlarda da ne gibi gelişmeler yaşanacağı konusunda çok sayıda soru işareti bulunmaktadır. ABD ve AB yetkilileri her ortamda Rusya’yı geri adım atmaya çağırırken, Rusya da kendi cephesini genişletmeye ve güçlendirmeye çalışmaktadır. Bir yandan AB üyesi büyük devletlerle ikili ilişkiler değerlendirilmeye çalışılırken, diğer yandan Rusya’nın etkili olduğuna inanılan diğer siyasi kurumlar kullanılmaya çalışılmaktadır. Nitekim 28

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

143

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Ağustos’ta Duşanbe’de toplanan Şanghay işbirliği Örgütü’nün yıllık zirvesi de Rusya’nın bu yöndeki girişimlerine sahne oldu. Çin ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerinin, kendi özel sorunlarını da dikkate alarak Rusya’ya yeşil ışık yakmadıkları görülse de oyunun uluslararası düzlemde boyut kazanmaya başladığı değerlendirebilir. Rusya’nın bu alanda henüz bir takım kazanımlar elde edemediği görülse de siyasi gelişme ve pazarlıkların ne türde bir seyir izleyeceği belirsizdir. Gelişmelerin siyasi boyutu ise tahmin edilmeyen bir hız ve düzeyde ilerlemektedir. Rusya’ya yöneltilen başvurulan askeri gücün oransızlığı bağlamında eleştiriler, Rusya’nın aldığı beklenilmeyen tanıma kararıyla yönünü değiştirerek söylem bağlamında daha da sertleşmiştir. Uluslararası toplumun siyasi kınama mesaj ve çağrıları, Rusya’nın tanıma kararında geri adım atması beklentisiyle gündemi meşgul etmektedir. Rusya’nın bu beklentileri ciddiye almayan tavrı ise gündemi yeni “Soğuk Savaş” tartışmalarının kaplamasına neden olmaktadır. Meselenin özü Gürcistan ve toprak bütünlüğü merkezli olmaktan çıkarak uluslararası çekişme/mücadele merkezine doğru hızla kaymaktadır. Nitekim ABD Gürcistan’la ilişkilerini imzalanan çeşitli işbirliği ve ortaklık anlaşmalarıyla geliştirirken RF’de Abhazya ve Güney Osetya ile yakın, üst düzey ve geri dönülmesi zor bir takım adımlar atarak yakın ilişkiler kurmaktadır. Başta ABD olmak üzere bazı Batılı aktörler ile özellikle eski Varşova Paktı, yeni AB-NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin Rusya’nın G8’den çıkartılması, BM’de baskı altına alınması, 2014 Soçi Kış Olimpiyatlarının boykot edilmesi, NATO ile ilişkilerinin askıya alınması ve DTÖ üyeliğinin belirsiz bir tarihe atılması benzeri yaptırım çağrılarında bulunmuştur. Rusya’nın uluslararası alanda izole edilmesi anlamını taşıyan bu türde adımların istenilen bir sonuç yaratıp yaratmayacağı ise

144

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

kuşkuludur. Kısa vadede yapılan Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği sürecinin yeni bir takım adımlarla hızlandırılması gibi tartışmalar ise gündemi işgal etmektedir (yeni kurulan NATO-Gürcistan Komitesi örneği gibi yeni girişimler bu yaklaşımın sonucu olarak görülmektedir). Bu adımların Rusya’yı rahatsız edeceği ve kışkırtacağı iddia edilebilir. Bu çerçevede Almanya, Fransa ve hata İngiltere gibi bazı AB üyesi Eski Avrupa ülkelerinin ise Rusya’ya yaptırımlar meselesini daha farklı ve “soğukkanlı” biçiminde ele alma eğiliminde oldukları görülmektedir. NATO içinde de, adı geçen AB üyelerine Türkiye’nin de eklenebileceği bir takım ülkelerin Rusya’ya karşı daha yapıcı ve akılcı/yapıcı bir yaklaşım geliştirilmesi fikrini benimsedikleri görülmektedir. Yine de denge sağlanması adına Batılı müttefiklerin uluslararası alanda Rusya’ya yönelik bir takım yaptırımları dile getirmesi beklenebilir. Bu adımların uygulanabilirliği ya da Rusya üzerindeki etkinliği tartışmalı olsa da bir takım sonuçlar yaratacağı söylenebilir. Nitekim Rus Maliye Bakanı Aleksey Kudrin çatışmanın yaşandığı bir haftalık sürede Rusya’dan kaçan yabancı sermaye miktarının 7 milyar ABD doları olduğunu ve bunun 2008 yılının tamamı için yaratacağı özel etkinin Rus Merkez Bankasınca 30–40 milyar dolar civarında olacağının tahmin edildiğini açıkladı (The Moscow Times, 18 Ağustos 2008). Bu durum Rusya’nın diğer alanlarda karşı karşıya kalabileceği yaptırımlarla daha da çarpıcı bir düzeye taşınabilir. Fakat bunun küresel ticaret ve ekonomiye bir takım kısa, orta ve uzun vadeli yansımaları olacağı da akılda tutulmalıdır. Küresel kriz ve yarattığı sonuçlar şimdilik bu yaptırım ve çekişme havasında bir sessizliğin doğmasına neden olmuştur. Amerikan Başkanlık seçimleri, ,iktidar değişikliği ve yeni yönetimin Rusya tavrının ne olacağı gelişmeleri en azından bahar aylarına kadar dondurmuş gözükmektedir.

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Diğer yandan Rusya’nın iç politik yapısına bakıldığında iktidar ile muhalefet arasında bir yaklaşım farklılığı olmadığı, kamuoyunun da sürecin yürütülme şeklini onayladığı görülmektedir. Toplumun Rusya’nın eski dönemi hatırlatırcasına uluslararası alanda eski saygın konumuna döndüğüne inandığı ve bu yaklaşımı desteklediği görülmektedir. Putin/Medvedev iktidarının eskisinden daha güçlü olduğu iddia edilebilir. Kriz sonrası ortamın ağır etkisine rağmen RF’nin bölgedeki aktörlerle ilişkilerini sıkılaştırdığı, bölgede askeri varlık tesis ettiği görülmektedir.

durum bölgedeki Rus askeri varlığının meşrulaştırılması şeklinde değerlendirilmelidir. Başka bir deyişle, ateşkes çatışmaları sonlandırsa da Gürcistan’ın ve dolayısıyla Kafkasya’nın zorlu bir yakın gelecekle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir. Rusya’nın gösterdiği tepki ABD ve AB başta olma üzere Batı dünyasınca orantısız görülse de Rusya şimdilik kaydıyla Kafkaslarda daha sağlam bir askeri/ siyasi zemin edinmiştir. Taraflar arasında başlaması beklenen siyasi görüşmelerin şekli ve geleceği ise şimdilik belirsizdir.

Gelişmelerin Gürcistan üzerindeki kısa vadeli etkilerinin daha rahatsız edici olduğu görülmektedir. Gürcistan’da son yıllarda büyük çabalarla kurulan altyapı yıkılmış, yeniden kurulan ordunun saygınlık ve kendine olan güveni büyük zarar görmüş, ulusal moral da darmadağın bir hale gelmiştir. Aralarında Türkiye’nin desteği ile modernize edilen Vaziani ve Marneuli üslerinin de bulunduğu bir takım askeri tesisler ile ticari önemi haiz Poti limanı ağır bir hasara uğramıştır. Çok sayıda köprü ve bağlantının bombalanması neticesinde kara ve demiryolu ağı zorlukla kullanılır hale gelirken, enerji nakil hatlarında büyük sıkıntılar söz konusudur. Bu ekonomik anlamda sadece Gürcistan’ı değil, başta Türkiye olmak üzere tüm komşu ülke ve bölgeleri doğrudan etkileyen bir durumdur. BTC petrol boru hattı çalışamaz duruma gelirken, BTK doğal gaz boru hattından da doğal gaz akışı güvenlik nedeniyle durdurulmuştur. Ermenistan’ın ticari bağlantıları kilitlenirken, Azerbaycan’ın gelirleri sekteye uğramış durumdadır. Gürcistan’da ve de dolayısıyla Kafkasya ve hatta Orta Asya’da yeni yatırımlara girişmek artık daha risklidir.

Gelişmelerin Batı dünyası üzerinde bıraktığı izler de dikkate alınmalıdır. Batı dünyasının üzerinde durduğu temel sorular “Rusya’nın küresel bir kutup mu olacağı, yeni bir Soğuk Savaş başlatıp başlatamayacağı” gibi noktalar çevresinde gelişmektedir. AB ülkeleri Rusya ile enerji merkezli olan ilişkilerini daha dikkatle ele almak zorunda olduklarının farkına bir kere daha vardılar. ABD’nin Transatlantik güvenlik algısının Rusya’yı merkeze alan bir biçimde yeniden şekillendirileceğinin sinyalleri ise yapılan açıklamalarda kendisini göstermektedir. Rusya’yı sınırlandıracak D8, NATO, DTÖ gibi yapıların Batılı aktörlerce kontrol edildiği akla getirildiğinde işbirliği ve cezalandırma senaryoları iç içe geçmiş biçimlerde karşımıza çıkacaktır. Dünyanın karşı karşıya kaldığı uluslararası terörizm, başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarının yayılması ya da iklim değişikliği ve açlık gibi bir takım temel küresel sorunlara Rusyasız yanıt bulunup bulunamayacağı da dikkate alınması gereken bir boyuttur. Bu bağlamda AB ve NATO dâhil olmak üzere Batı dünyasının aktörleri ve kurumlarında bir takım politika farklılıkları ve ayrılıkları gündeme gelebilir. Rusya’nın da kutup yaratmak yerine küresel oyuncu olmak adına girişeceği ittifaklar sistemde köklü bir takım dönüşümler yaratabilir.

Diğer yandan Rus barış gücünün süresiz biçimde anlaşmazlık bölgelerinde bulunarak devriye gezmesinin önü, ateşkes anlaşmasında da bu konuya yer verilerek açılmıştır. Bu

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

145

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Bu küresel ve bölgesel değişikliklerden ve oluşan/oluşacak düzenden doğrudan doğruya etkilenen/etkilenecek aktörlerin başında kuşkusuz Türkiye gelmektedir. İlk aşamada Türk ekonomisinin ve ticari ilişkilerinin baskı altına alındığı görülmektedir. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya’ya çıkışı Gürcistan’daki koşullar nedeniyle felç olmuş durumdadır. Eskiye dönmek için dahi ciddi bir takım alt yapı yatırımları gerekmektedir. Gürcistan’ın eski konumuna dönüp dönemeyeceği bilinmemektedir. Diğer taraftan ticari anlamda Rusya ile yürütülen işbirliği de yeniden masaya konmak zorundadır. Bu konular enerji başlığı dahil olmak üzere aşağıda ele alınmaktadır. Siyasi açıdan bakıldığında da Türkiye’nin neredeyse son 15 yılda kurduğu Gürcistan merkezli Kafkasya politikasını gözden geçirilmesi gerektiği görülmektedir. Bölgedeki çatışmalara bakış, Abhazya ve Osetya ile bağlantılar, Ermenistan’la ilişkiler ve diğer bazı siyasi meseleler yeni bir bakış açısıyla ele alınmak zorundadır. Kuşkusuz bu yaklaşımın hem ABABD ile ilişkilere hem de Rusya ile ilişkilere yansımaları olacaktır. Nitekim Türkiye’nin bölgesel girişimlerine başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerden gelen eleştiriler, Montrö ile Boğazlar ve Karadeniz’in geçiş ve seyir güvenliği konusunda Rusya’dan gelen eleştiriler, Ermenistan’la atılan adımlara Azerbaycan’dan ve iç kamuoyundan gelen eleştiriler oyunun ne kadar zorlu ve çok bilinmeyenli olduğunun işaretleridir. GELİŞMELERİN TÜRKİYE’YE YANSIMALAR: Türkiye gerek bir bölge ülkesi olarak konumu ve Rusya ile ilişkileri gerekse Batı dünyası ve onun kurumlarının tarihsel bir ortağı/müttefiki olarak gelişmelerden doğrudan doğruya etkilenmektedir. Son dönemde iç sorunlarla boğuşan Türkiye’nin bu süreçteki rolü ya da konumu üzerinde durulması gereken bir

146

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

başlık olarak dikkat çekmektedir. Başbakan Erdoğan’ın Akdeniz İçin Birlik zirvesinde yaptığı konuşmada vurguladığı “Türkiye’nin çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke” algısının Kafkasya’daki sorunların çözümüne etkisi ve katkısının düzeyi değerlendirilmelidir. Benzer biçimde Temmuz 2008’de ilk defa yapılan Büyükelçiler Zirvesinde de Türkiye’nin içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller yüklendiğinin/yüklenmesi gerektiğinin vurgulanması önemlidir. Tarafları normalleşme zemini yaratmaya davet eden Türkiye, “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” önerisi çerçevesinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın öncelikle Moskova ve Tiflis’e yaptığı ziyaretlerle gelişmeleri önemsediğini göstermiştir. Bu türde bir ittifakın ekonomik ve ticari ilişkiler merkezli şekillendirilerek bölge barış ve istikrarına katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Diğer taraftan bu girişimle neler elde edilmesi hedeflendiği, ne türde bir yapılanmaya gidileceği ve bu karmaşık ortamda sürecin nasıl yürütüleceği meseleleri henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu çerçevede bu ilk girişimlerin yaratacağı/yarattığı etkinin Türkiye’ye yansımaları başlangıçta ve hatta henüz ne yazık ki dikkatle değerlendirilmemiştir. Platformun siyasi etkinliği olan ve üzerinde uzlaşılmış bir yapılanmaya dönüştürülmesi süreci Aralık 2008 ve Ocak 2009’da yapılan görüşmeler ve değerlendirmelerle tamamlanmaya çalışılmaktadır. Tahmin edilebileceği üzere Platform’un kurularak barış ve istikrar üreten bir yapıya dönüşebilmesi bölge ülkelerinin yapıcı yaklaşımlarına ve birbirlerini algılamalarına bağlıdır. Türkiye’nin Kafkasya’da, bölgesel bir takım sorunların tarafı olduğu da akla getirildiğinde sorunların çözümü süreci Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle TürkiyeErmenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Karabağ ve Abhazya/Güney Osetya (RusyaGürcistan) sorunları Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sorunlardır. Platformun bu meselelerin çözümünde rol oynayacak bir çerçevede olması zorunluluktur. Kafkaslardaki sorunların çözümünde Türkiye’nin konum ve yaklaşımı önemlidir. Bilindiği üzere Avrupa’daki sorunların çözümü ve AB/NATO genişlemelerinde Türkiye net biçimde Batı dünyasının yanında yer almıştır. Türkiye Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ülkelerin de başındaydı. Fakat diğer yandan Karadeniz ve havzasında meydana gelen gelişme ve tartışmalarda, Montrö gibi temel bir takım anlaşmaların muhafazası ve kendi çıkarlarının korunması adına zaman zaman Batı dünyasıyla ters düşmekten de çekinmedi. Dönem dönem Türkiye’nin, özellikle ABD tarafından Rusya ile ittifak içinde hareket etmekle eleştirildiği durumlar dahi söz konusu oldu. Türkiye’nin Rusya ile artan düzeydeki ticari ilişkileri, bunların stratejik boyutta siyasi ve askeri ittifak ilişkilerine dönüşebileceği tartışmaları ise Türk iç/dış politikasının gündemini uzun süre meşgul etti. Gelinen noktada Kafkasya’nın konumu ve Türkiye’nin buradaki tavrı Avrupa ve diğer bölgelerden önemli bir farklılık göstermektedir. Türkiye bir Kafkas ülkesidir. Bu konumuyla Türkiye’nin Kafkasya’da takındığı ya da takınacağı tavrın, Türk-Rus ve Türk-ABD/Batı ilişkileri üzerinde doğrudan etkileri olacaktır. Nitekim özellikle ABD’nin Türkiye’nin tek taraflı biçimde attığı istikrar platformu açılımından rahatsızlık duyduğunun sinyalleri alınmıştır. Türkiye’nin müttefiki/parçası olduğu ülkeler/yapılar ile müzakere etmeden, Kafkasya’da ABD ve AB dışında bir takım adımlar atmaya çalışması olarak değerlendirilen bu durum çatışmaların sona ermediği, masaya oturma aşamasına daha ulaşılamadığı bir zeminde Türkiye’nin farklı bir vizyonu olup olmadığı tartışmalarına yol açmıştır. Eş

ORSAM

zamanlı olarak İran cumhurbaşkanının gezisi, dışişleri bakanının üst üste yaptığı Tahran ziyaretleri ve Enerji bakanının anlaşma imzalamak amacıyla yürüttüğü görüşmeler de Amerikan yönetimince son gelişmelerle ilişkilendirilmiştir. Sonrasında Türkiye’nin gerek AB gerekse ABD nezdinde yaptığı görüşmeler, Platformun AGİT prensipleri çerçevesinde şekillendirilmesi olumlu bir hava yaratsa da gelişmelerin, en azından başlangıçta TürkABD ve Türk-NATO ilişkilerine olumsuz yansımaları olmuştur. Atılan adımların Türkiye ile bölge ülkeleri ilişkilerine de yansımaları söz konusudur. Bu yansımalar, Türkiye’nin sınır konumu bağlamında, aynen güney sınırlarımızda olduğu gibi, uzun soluklu yıkıcı ya da doğru yaklaşımlar sonucunda yapıcı etkiler biçiminde Türkiye’nin önüne çıkma potansiyeli taşımaktadır. Nitekim Türkiye-Ermenistan yakınlaşmasının Azerbaycan kamuoyunca dikkatle takip edilmesi bunun işaretlerindendir. Bu gelişmelerin iç politik etkileri de akılda tutulmalıdır. Türkiye’de yaşayan Kafkas kökenli nüfusun talep ve eleştirilerinin yanı sıra ideolojik bakış açılarına bağlı olarak iç politik etkileri de söz konusudur. Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi ve Gürcü dernekleri gibi diyaspora örgütlenmelerinin hızla tepki verdiği, protesto gösterileri ve imza kampanyaları düzenlediği görülmektedir. Muhalefet de açılımı dikkatle takip ettiği ve atılan adımları değerlendirmektedir. Diğer taraftan Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi ve tarafların yıkıcı bir savaşın sonucu olarak yaratacakları uzlaşmaz zemin Türkiye’nin KEİ, BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü etkilemesinin ötesinde Karadeniz merkezli giriştiği BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Yıllarca süren ince ayrıntılarla adeta tırnakla kuyu

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

147

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

kazarcasına şekillendirilen bölgesel projelerin zarar görmesi Türkiye’nin istemeyeceği gelişmeler/sonuçlar olacaktır.

getirdiği sermaye miktarı Türkiye’yi Gürcistan’daki en büyük doğrudan yabancı yatırıma sahip ülke konumuna taşımıştır.

Hatırlanacağı üzere 1990’ların ortalarına dek Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarında herhangi bir yer edinemeyen Gürcistan, Ermenistan’la bir türlü geliştirilemeyen ilişkiler, İran’ın uluslararası alandan yalıtılması ve Rusya ile yaşanan rekabet gibi nedenlerle, bu tarihten itibaren Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik politikalarının merkezine oturdu. Türkiye BTC ve BTK petrol ve doğalgaz boru hatları gibi enerji projelerinin yanı sıra Bakü-Tiflis-Kars demiryolu gibi ulaşım projelerinin merkezine de Gürcistan’ı oturttu. Saakaşvili’nin iktidara gelişini takip eden dönemde ABD ile birlikte Gürcistan’ın bir aciz, düşkün devlet (failed state) olmasının önüne geçecek sivil, askeri, sosyal ya da ekonomik birçok projede etkin rol yüklendi. Bu yatırımlar ve girişimlerin yarattığı en temel sonuç ekonomik ve ticari anlamda Türkiye’nin Gürcistan için asli ortak olmasıdır.

Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, Türkiye Gürcistan aracılığıyla Kafkasya ve Orta Asya’nın tamamına ulaşması hedeflenen önemli bir ağ oluşturmaktadır. Son gelişmelerin en az Gürcistan’a verdiği zarar kadar Türkiye’ye ve Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya politikalarına zarar verdiği/vereceği iddia edilebilir. Ekonomik anlamda karşılaşılacak sıkıntıların ötesinde Türkiye’nin neredeyse son on yılda büyük çabalarla, zaman zaman görünmeyen biçimde oluşturduğu alt yapı ve politik çizgi/vizyon büyük zarar görmüştür. Türkiye’nin Azerbaycan ve Orta Asya ile olan bağının kopma, güvenilir bir hat oluşturma politikasının çökmesi ihtimali bulunmaktadır. Bu Türkiye’yi aktif olmaya bölgesel anlamda yeni politikalar üretmeye zorlayan temel faktördür. Gürcistan’ın yeniden ,nşası zorunluluğu, yardım programı bağlamında sağlanan uluslar arası destek ve Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ise umut veren noktalar olarak dikkat çekmektedir.

Gürcistan eski Sovyet devletleri içerisinde ekonomik ve ticari alanda Türkiye’nin Rusya’nın önüne geçebildiği ilk ve tek ülkedir. Gürcistan-Türkiye ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 940 milyon dolara ulaşmıştır. Bu rakam Gürcistan’ın toplam ticaret hacminin %20’si’ne tekabül etmektedir. Türkiye’nin 5 yıllık hedefi 3 milyar dolar seviyesine ulaşmaktır. Türkiye’nin Gürcistan’daki müteahhitlik hizmetleri de 750 milyon dolar seviyesindedir. Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’ya çıkış kapısı olarak görülen Sarp sınır kapısından geçen araç sayısı yılın ilk 5 ayında 25 bini (geçen sene 18 bin) bulmuştur. Bu rakamlar Türkiye çapında büyük bir figür olarak görülmese de sembolik/siyasi anlamda birçok şeyi ifade etmektedir. Kafkaslar çapında önemli rakamlardır ve Türkiye’nin bölgesel etkinliğini göstermesi açısından da ciddiye alınmalıdır. Diğer yandan Türk yatırımcıların

148

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Türkiye için istikrarsız ve iç savaşa sürüklenmiş bir Gürcistan, toprak bütünlüğü sağlanamamış bir Gürcistan’dan daha büyük bir tehdittir. Gürcistan merkezli bir istikrarsızlık ve düzensizlik Türkiye’yi farklı alternatiflere zorlamaktadır. Bu alternatiflerin çok da çeşitli olmadığı da aşikârdır. İran’la ilişkilerin geliştirilerek çeşitlendirilmesi ABD ve bir dereceye kadar İran’ın politik tercih ve yaklaşımlarıyla ciddi bir biçimde sınırlandırılmaktadır. Geriye kalan alternatif ise Ermenistan olarak belirginleşmektedir. Ermenistan’la var olan sıkıntılı ilişkileri aşma yönünde, gizli ve dolaylı yürütülen görüşmelerin hızlandırılması ve Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunların çözümü yönünde sürecin ilerletilmesi beklenilebilir. Diyaspora ile birlikte Ermenistan’ın Rusya ile ilişkileri ise bu sürecin en temel sınırlandırıcısıdır. Azerbaycan

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

yaklaşımı da bu bağlamda bir diğer önemli parametre olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgesel sorunlara yaklaşım bağlamında dikkate alınması gereken bir diğer nokta bağımsızlıklarını ilan eden Abhazya ve Güney Osetya’nın gelecekteki durumları ve Türkiye’nin buna yaklaşımlarıdır. Bu yapılarla ilişki kurularak uluslararası toplumun, Batı dünyasının birer parçası olmaları teşvik edilmelidir. Özellikle Abhazya gerek stratejik konumu, gerekse Türkiye’de yaşamlarını sürdüren Abhaz diyasporası bağlamında Türkiye açısından göz ardı edilmemesi, yok sayılmaması gereken bir unsur olduğu aşikârdır. Türkiye’nin burada atacağı adımların herkesin faydasına olacağı hem Gürcistan’a hem de müttefiklere rahatlıkla anlatılabilir. Bu yönde bir altyapı ve politika çalışması derhal yapılmalıdır. Gelişmeleri değerlendirirken Türkiye’nin dikkate almak zorunda olduğu bir diğer önemli başlık ise Türk-Rus ilişkileridir. Türk-Rus ilişkiler 1990’ların ortalarından itibaren imzalanan anlaşmalar neticesinde 2001 itibarıyla “Çok Boyutlu Stratejik Ortaklık” düzeyine ulaşmıştır. Sorunları kenara bırakarak işbirliği alanlarına öncelik vermek, bir nevi bardağın dolu tarafını görmek prensibiyle şekillenen ilişkiler özellikle ekonomik ve ticari ilişkiler ayakları üzerine kurulmuştur. Türkiye ile Rusya ticaret hacmi 2007 yılı itibarıyla 28 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 2008 ilk altı ayında ulaşılan düzey 19,9 milyar dolar seviyesidir ve yılsonu hedefi 38 milyar dolardır. Avrupa’nı ekonomik devi Almanya’nın Rusya ile ticaret hacminin bu hedef seviyesinde olduğu akla getirildiğinde rakamın büyüklüğü daha iyi analiz edilecektir. Türkiye’nin Rusya’da yüklendiği müteahhitlik hizmetleri de 25-30 milyar dolar seviyesindedir ki bu rakam Türkiye’nin yurtdışında yüklendiği işlerin toplamının %22’sidir. Turizm gelirleri de unutulmaması gereken bir başlık olarak dikkate alınmalıdır.

ORSAM

Türkiye bu bağlamda bölgedeki girişimlerini şekillendirirken ve politika yürütürken Rusya ile olan bağlarını ve Rusya’nın çıkar algılamalarını da dikkate almak durumundadır. Platform girişimi için Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilk önce Moskova’ya gitmesi, Ermenistan’ı sürece dâhil etmek için Rusya’nın arabuluculuğuna başvurması, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın Rus meslektaşıyla istişarelerde bulunması gibi sayısı artırılabilecek örnekler Türkiye’nin bunun farkında olduğunun işaretleridir. Bu durumun Türkiye’nin ABD-AB ile iliklerinde bir takım sıkıntıları doğurma potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye’nin müttefiki unsurları rahatsız etmeden, çıkarlarını dikkate alan adımlar atması gerekmektedir. Bu bağlamda en öncelikli sıkıntı Karadeniz merkezli yürütülen ekonomik, siyasi ve askeri girişimlerin geleceği konusunda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin KEİ eldeki bir kurumsal yapılanma olarak sürece dâhil edilememiştir. Karadeniz’e giriş yapan ABD gemileri bağlamında da Montrö’nün ihlal edilip edilmeyeceği, geleceğinin ne olacağı tartışmaları yeniden yapılmaya başlamıştır. Sonuç olarak Saakaşvili’nin kendisini, Gürcistan’ı ve Türkiye ile birlikte müttefiklerini zorlu bir sürecin içine soktuğu görülmektedir. Çok bilinmeyenli birkaç denklemi bünyesinde barındıran pazarlıklar farklı bir Gürcistan ve farklı bir Kafkasya yaratacaktır. AB ve ABD’nin etkin bir rol yükleneceği bu süreçte, Abhaz ve Osetlerin yanı sıra Gürcülerin nasıl bir konumda olacakları soru işaretleriyle dolu bir süreçtir. Türkiye ise bu süreçte masada mutlaka yer bulmak durumundadır. Zira Türkiye’nin bölgesel çıkarları, savunulması en yakın müttefikleri de dâhil olmak üzere, hiç kimseye bırakılamayacak kadar hayatidir. Siyasi karar alıcılara güncel, sağlam ve yapıcı alternatiflerin sunulması, karar alıcıların hızlı ve doğru hareket etmesi kadar büyük önem taşımaktadır.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

149

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

ÖZGEÇMİŞLER Recep Kızılcık Trabzon Valisi Sayın Dr. Recep Kızılcık 21.04.1967 Tekirdağ ili, Malkara İlçesi, Sağlamtaş Beldesi doğumludur. 1985 – 1989 İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi Lisans, 19891999 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde Yüksek Lisans ve Doktora yapmış, 1990-1993 yılları arasında Zonguldak Kaymakam Adayı olarak atanmış, 992-1993 yılları arasında dil eğitimi için İngiltere’de bulunmuştur. 19931995 yılları arasında Pehlivanköy/Kırklareli Kaymakamlığı, 1995-1997 yılları arasında Kürtün/Gümüşhane Kaymakamlığı, 1997-1999 yılları arasında Kahta/Adıyaman Kaymakamlığı, 1999-2002 yılları arasında İçişleri Bakanlığı Şube Müdürü, Daire Başkanı olarak görev yaptıktan sonra, 2003 yılında Kanunlar ve Kararlar Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmış, bu görev sırasında “İyi Düzenleme Direktörü” olarak AB ve OECD ile yapılan çalışmaları koordine etmiştir. 05.03.2007 - 23.06.2009 tarihleri arasında Batman Valiliği yapmış olup, 11.06.2009 tarihli ve 2009/15064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Trabzon Valiliği görevine getirilmiştir. 26.06.2009 tarihinde Trabzon Valiliği görevine başlamıştır. Çok iyi derecede İngilizce bilen Trabzon Valisi Sayın Dr. Recep Kızılcık, evli ve iki çocuk babasıdır. Prof.Dr.Abdülkadir ÇEVİK Prof. Dr. Abdülkadir Çevik Mardin’de doğdu, 1974 yılında tıp fakültesinden mezuniyeti sonrası, aynı yıl psikiyatri kliniğinde asistanlık görevine başladı. Prof. Dr. Vamık Volkan ve birçok değerli hocadan bireysel ve grup psikoterapileri ile psikoanalitik psikoterapi eğitimi aldı. 1978 yılında psikiyatri uzmanı oldu. 1980’de ABD’ne giderek iki yıl süre ile Virginia Üniversitesi Psikiyatri Kliniği, Çocuk ve Aile Psikiyatrisi ve Psikanaliz bölümlerinde çalıştı. Bu sırada Prof. Volkan tarafından yeni kurulmuş olan Uluslararası Politik Psikoloji Derneği’ne üye olarak Prof. Dr. Vamık Volkan’dan bu konuda eğitim aldı. 1992’de tekrar ABD’ne giderek Prof. Volkan ile üç ay boyunca politik psikoloji kapsamında çalışmalar yaptı ve Virginia Üniversitesi’nde “Sovyetler’in Çöküşünden Sonra Türkiye: Psikopolitik Bir Değerlendirme” konulu konferans verdi.”Avrupa’da Irkçılığın Psikolojisi” ile ilgili, çalışma grubunda aktif görev alarak bu konuda hazırlanan monografa katkı sağladı. 1985’te doçent ve 1992 yılında profesör oldu. 1992-1997 yılları arasında Başbakanlık danışmanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu’nda görev yaptı. Aynı süre içinde Başbakanlığa bağlı olarak Türk Politik Psikoloji Merkezi’ni kurdu ve bu kurumun Başkanlığını yürüttü. Bu merkezde büyük grupların psikolojisi, terör ve terörizm psikolojisi ile ilgili çalışmaları oldu. 1987’den bu yana Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda Psikosomatik ve Psikonevroz Ünitesi’nin Başkanlığı yanı sıra 2003 yılından bu yana Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürmektedir. Prof. Dr. Abdülkadir Çevik’in psikiyatri ile ilgili kitap, makale ve araştırmaları dışında politik psikoloji alanında Politik Psikoloji monografisi, politik psikoloji ile ilgili çeviri kitabı, Sovyetler’de Etnik Gelişim ve Yeni Etnik Yapılanma monografisi ve İngiltere’de basılan Violence or Dialogue adlı kitabın içinde “Globalization and Identity” isimli bir bölümü bulunmaktadır. Tıp dergilerinde yayın-

150

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

lanan makaleleri yanı sıra Türk Yurdu, Avrasya Dosyası, Hukuki Perspektifler Dergisi, Polis Dergisi, Akademik Ortadoğu Dergisi gibi dergilerde psikopolitik analizler içeren makaleleri yayınlanmış, çok sayıda röportaj vermiş ve çeşitli televizyon programlarına katılmıştır. Prof. Dr. Abdülkadir Çevik yurt içinde ve yurt dışında değişik kurumlarda ve üniversitelerde güvenlik, terör, küreselleşme, göç, kimlik ve toplumsal analiz konularında konferanslar vermektedir. 2002 yılından bu yana Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü’nde politik psikoloji yüksek lisans dersleri vermektedir. Bunun yanı sıra Dışişleri Akademisi ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda da politik psikoloji ve terörizm konularında dersler vermiştir. Prof. Dr. Abdülkadir Çevik 2006 yılında kurulan Politik Psikoloji Derneği’nin kurucusu ve Başkanıdır. Aynı zamanda Türkiye Grup Psikoterapileri Derneği’nin Başkanlığını da yürütmektedir. 2010 yılında Amerikan Psikanalistler Koleji onursal üyeliğine seçilmiştir. Ayrıca 2011 yılında Ankara Üniversitesi’nde kurulan Politik Psikoloji ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Müdürlüğünü yürütmektedir. 2007 Eylül ayında basılan Politik Psikoloji adlı kitabının 2010 yılında dördüncü baskısı yapılmıştır. Prof. Dr. Abdülkadir Çevik 1978 yılından beri evli olup bir kız ve bir erkek olmak üzere iki çocuk babasıdır. Oytun Orhan 1999 yılında Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Ortadoğu Araştırmaları Masası’nda uzman olarak çalışmaya başlayan Oytun Orhan, 2009 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. Orhan, 2009 yılından bu yana da Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM)’nde araştırmacı olarak görevine devam etmektedir. Esas olarak Suriye ve Lübnan konularında çalışan Orhan’ın aynı zamanda İsrail-Filistin, Irak, Ortadoğu ve Türkiye’nin Ortadoğu politikası konularında da çalışmaları yer almaktadır. Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Orhan, yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde “Kimliğin Suriye’nin Bölgesel Politikalarına Etkisi (1946-2000)” başlıklı tezi vererek tamamlamıştır. Orhan, halen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora eğitimine devam etmektedir. Doç. Dr. Süleyman Erkan 1958 yılında Trabzonda doğdum. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdikten sonra, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünde yüksek lisans yaptım. Ondokuzmayıs Üniversitei Sosyal Bilimler Enstitüsün’den, “Kırım,Kafkasya ve Doğu Anadolu Göçleri” konulu tez çalışması ile doktora ünvanı aldım. 1994 yılından beri KTÜ/ İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü,Siyasi Tarih Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Pontus Sorunu,Kafkasya ve İranla ilgili akademik makale çalışmalarım bulunmaktadır. Tuğba Evrim Maden Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Hidrojeoloji Mühendisliği bölümünde tamamlayan Maden, yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi, Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde “Kıbrıs Adasında Su Sorunu” başlıklı tezi vererek

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

151

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

tamamlamıştır. Doktora derecesini “ AB Su Çerçeve Direktifi ve Meriç Nehri” başlıklı tezi ile 2010 yılında Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden almıştır. 2001-2004 yılları arasında sırasıyla Hacettepe Üniversitesi, Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde ve 2004-2010 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2010 Aralık ayından itibaren Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM)- Su Araştırmalar Programında “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev yapmaktadır. Temel olarak Orta Doğu ekseninde su politikaları ile sınıraşan sular ve AB Su Çerçeve Direktifi ve uygulama havzaları konularında çalışan Maden aynı zamanda özel olarak İran ve Irak’ta su kaynakları yönetimi, çevre politikaları, hidroloji ve yeraltı suları konusunda da çalışmalar yapmaktadır. Osman Göksel Osman Z. GÖKSEL, 1981 yılında İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun olmuş, 1994 yılında ODTÜ - SLV Münih Kaynak Mühendisliği eğitimi almıştır. 1983 yılında dizayn mühendisi olarak iş hayatına başlamış ve çeşitli yurtiçi ve yurtdışı enerji projelerinde görev almıştır. 2004 yılından itibaren BTC Projesi’nin Direktörlüğü, 2006 yılından itibaren BOTAŞ Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini sürdürmektedir. Prof. Dr. Kenan İnan 1961 Ankara doğumluyum. 1984 yılında Ankara Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldum. 1985-86 yıllarında öğretmenlik yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığının yurtdışı yüksek lisans ve doktora sınavını kazanarak Oxford şehrinde dil eğitimi aldım. Manchester Üniversitesinde yüksek lisans (1989) ve doktora (1993) öğrenimini tamamladım. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümünü 1994 yılında kurdum. Bundan sonra 1994 -1997 ve 2003 – 2005 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanlığı, 2004 – 2005 yıllarında Karadeniz Teknik Üniversitesi Genel Sekreter Vekilliği, 2005–2010 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanlığı görevlerinde bulundum. Halen Karadeniz Teknik Üniversitesi, Karadeniz Araştırmaları Enstitü Müdürlüğü görevini yürütmekteyim. Akademik çalışmalarım Osmanlı tarihçiliği ve Trabzon mahkeme kayıtları üzerine devam etmektedir. Özlem Tür Dr. Özlem Tür Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Doçent Doktordur. Temel uzmanlık alanı Ortadoğu’nun siyasi-ekonomisi, Arap-İsrail İlişkileri ve Türkiye-Ortadoğu ilişkileridir. (Özellikle Suriye, İsrail ve Lübnan). Dr. Tür’ün Turkey - Challenges of Continuity and Change (Routledge, 2005, Meliha Altunışık ile birlikte), “Civil Society in the Middle East and the Mediterranean” (CIVICUS; 2008 Mahi Khallaf ile birlikte), “Turkish-Syrian Relations in the 2000s – Where are we Going?” (UNISCI 2010), Political Economy of Turkey’s Relations with the Middle East (Turkish Studies, 2011) and “Turkey and Israel in the 2000s (Israel Studies’ten çıkacak). Dr. Tür Brandeis Üniversitesi’nde İsrail Çalışmaları Schusterman Üyesi, St. Andrew Üniversitesi’nde Suriye Çalışmaları Merkezi Üyesi, ve aynı zamanda Ortadoğu Etutleri’nin Baş Editörü’dür.

152

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Harun Öztürkler Ekonomi doktora derecesini 2002 yılında The American University’den aldı. Afyon Kocatepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Öztürkler, ORSAM Ortadoğu ekonomileri danışmanlığı görevini yürütmektedir. Ortadoğu Analiz dergisinde Ortadoğu ülkelerinin ekonomik yapıları ile ilgili yazılar yazmaktadır. Öztürkler, makro iktisat ve uygulamalı iktisat alanlarında çalışmalar yapmaktadır. Bu alanlarda yazılmış iki adet ortak yazarlı kitabı ve yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır. Öztürkler, İktisat ve Toplum Dergisi yayın kurulu üyeliği yapmakta ve bu dergide yazılar yazmaktadır. Öztürkler, Türkiye Ekonomi Kurumu ve İstihdam Araştırmaları Derneği üyeliği görevlerini sürdürmektedir. Numan Hazar Büyükelçi (E) 1945 yılında Tarsus’ta doğmuştur. 1966 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Diplomasi ve Dış Münasebetler Bölümü’nden mezun olmuştur. 1967 yılında Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladıktan sonra yurt dışında çeşitli diplomatik görevlerde bulunmuştur: Ottawa, Kanada’da İkinci Kâtip; Lefkoşa, Kıbrıs’ta Başkâtip; iki dönem (yedi yıl) süresince Washington D.C., ABD’de Müsteşar ve Birinci Müsteşar; Yeni Delhi, Hindistan’da Misyon Şefi Yardımcısı; Bonn, Federal Almanya’da Elçi-Müsteşar; ve Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Özel Kaleminde Özel Kalem Müdürü olarak görev almasının yanı sıra, Dışişleri Bakanlığında Siyaset Planlama, Kültürel İlişkiler , Avrupa Konseyi Dairelerinde çalışmış, Afrika, Doğu Asya ve Pasifik/İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Müdürü görevinde bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen, Lagos, Nijerya’da Büyükelçi, Strasbourg’daki Avrupa Konseyi’nde Büyükelçi/Daimi Temsilci, ve sonrasında da Paris’teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı UNESCO’da Büyükelçi/ Daimi Temsilci olarak görev yapmıştır. Millî Savunma Bakanı’na Büyükelçi/Dış Politika Danışmanı olarak atanmış ve iki yıl hizmet verdikten sonra, Dışişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanı olarak görevlendirilmiştir. 2010 yılında emekli olduktan sonra 2011 yılında Türkiye tarafından, merkezi Tahran’da bulunan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’ nın (ECO) yeniden yapılandırılması ile görevli Akil Adamlar Grubu (Eminent Persons Group) (EPG) Türkiye Temsilcisi olarak görevlendirilmiş ve 10 üyeden oluşan (Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ) Akil Adamlar Grubu’nun geçen yıl Tahran’da yapılan toplantısında tüm Grubun ( EPG) Başkanı seçilmiştir. Halen bu görevini sürdürmektedir. Farklı uluslararası konularda Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerindeki çeşitli makalelerinin yanı sıra, Türkçe olarak kaleme aldığı “Küreselleşme Sürecinde Afrika ve Türkiye -Afrika İlişkileri” ile “Uluslararası Politika ve Uygarlıklar” adındaki iki kitabın da yazarıdır. Fransızca, Almanca ve İngilizce dillerini konuşmaktadır. Pınar Arıkan Pınar Arıkan ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünden 2003 yılında mezun oldu. 2004 yılından itibaren aynı bölümde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. 2006

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

153

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

yılında “İran İslam Cumhuriyeti’nde Cumhuriyetçilik Karşısında İslamcılık Tartışması” teziyle ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünden Yüksek Lisans derecesini aldı. 2010’da bir yıl süreyle Tahran Üniversitesi Hukuk ve Siyaset Bilimi Fakültesi’nde misafir araştırmacı olarak bulundu. İran’ın toplumsal yapısı, devlet sistemi, siyaset düşüncesi, iç siyasetinin dinamikleri ve siyasal gruplar, dış politikası ve Orta Doğu ülkeleriyle ilişkileri başlıca ilgi alanlarıdır ve bu konularda yayımlanmış yazıları bulunmaktadır. İngilizce ve Farsça bilen Arıkan, halen ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünde “İran İslam Cumhuriyeti’nde Milliyetçilik” konulu doktora tezini hazırlamaktadır.

154

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

2-7 Temmuz 2012, Trabzon

Yönetsel Özet Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) tarafından Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) ve Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümünün işbirliğiyle 2-7 Temmuz 2012 tarihlerinde Trabzon’da anılan üniversitenin kampüsünde gerçekleştirilen Yaz Okuluna yurtiçi ve yurtdışından toplam 60 konuşmacı ve 106 öğrenci katılmıştır. Yaz Okulu hakkında genel bilgileri, irtibat adreslerini ve Taslak Programı içeren bir rehbere aşağıdaki linkten ulaşılabilmektedir.

http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/2012630_katilimciogrenci.pdf

Program küçük değişikliklerle başarılı bir şekilde uygulanmış, konuşmacıların her birine sunuşta bulunabilme imkanı verilmesi bakımından bazı günler paralel oturumlar şeklinde düzenlenmiştir. Programın son bölümünde Batum’da gerçekleştirilmesi öngörülen kapanış oturumu 6 Temmuz 2012 Cuma akşamı Trabzon’da KTÜ Sosyal tesislerinde gerçekleştirilmiş, Batum’a ise gezi amacıyla gidilmiştir.

Yaz Okuluna kayıt yaptıran öğrencilerin isimlerine ve hangi üniversitelerin hangi bölümlerinde öğrenim gördüklerine ilişkin bilgilere aşağıdaki linkten ulaşılabilmektedir. http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3580

1

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

155

ORSAM

Açılış Töreni

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Yaz Okulunun 2 Temmuz 2012 sabahı yapılan açılış törenindeki konuşmasında SAM Başkan Vekili Doç. Dr. Mesut Özcan kamu diplomasisi uygulamalarına verilen önem çerçevesinde yaz okulu projesine Bakanlığımızın muhtelif birimlerinden konuşmacılar gönderilmek suretiyle katkı sağlandığını ifade etmiştir. Törende ayrıca ORSAM Başkanı Dr. Hasan Bolatkan, KTÜ Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Hayati Aktaş, Trabzon Belediye Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, TBMM İdare Amiri Mustafa Kabakçı ile Trabzon Valisi Dr. Recep Kızılcık birer konuşma yapmışlardır.

Gündüz Programları Uluslararası gündemdeki güncel konularının ekli program çerçevesinde uzmanlarca ele alındığı ve öğrencilerin sorularının yanıtlandığı gündüz oturumları büyük ilgi görmüştür.

Yukarıda KTÜ Kütür Merkezi salonlarındaki derslerden, aşağıda ise Kongre Merkezi ile İdari Bilimler Fakültesi salonlarındaki derslerden görüntüler yer almaktadır. 2

156

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Geziler

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Yaz Okulu Programının 4 Temmuz 2012 günü öğleden önceki bölümü Trabzon’daki tarihi mekanlardan Ayasofya Müzesi ile Atatürk Köşkü’nü kapsayan bir geziye ayrılmıştır.

7 Temmuz 2012 Cumartesi günü ise sınır kapılarından pasaport gerekmeksizin, sadece nüfus cüzdanı ibraz edilerek geçilebilen Gürcistan’ın Batum kentine karayoluyla günübirlik bir gezi düzenlenmiştir.

Karadeniz Mutfağında Molalar

Yaz Okulu süresince katılımcılar Trabzon’un ünlü mekanlarında yerel lezzetlerle buluşma imkanına da sahip olmuşlardır.

Kapanış Töreni

Kapanış Töreni 6 Temmuz 2012 Cuma akşamı KTÜ Sosyal Tesislerinde geniş bir katılımla gerçekleştirilmiştir.

5 ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

157

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Kapanış Töreninde AKP İstanbul Milletvekili, KEİPA Türk Grubu Başkanı ve TBMM Dışişleri Komisyonu Üyesi Dr. İsmail Safi bir konuşma yaparak hem proje ortaklarını, hem de katılımcıları tebrik etmiştir.Törende ayrıca Karadeniz Halk oyunlarından örnekler de sunulmuştur.

Son olarak da ORSAM yetkilileri tarafından katılımcılara sertifikaları verilmiştir.

Saygı ile sunulur.

158

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

6

stratejik ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012 stratejik araştırmalar araştırmalar merkezi merkezi ULUSLARARASI İLİŞKİLER

T.C. Dışişleri Bakanlığı

T.C. Dışişleri Bakanlığı

THE BLACK SEA INTERNATIONAL

ORSAM

BÖLÜM BAŞKANLIĞI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜM BAŞKANLIĞI

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

159

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

2. Ders Programı 2 Temmuz 2012, PAZARTESİ 10:00 – 12:00 AKM Hasan Saka Oditoryumu

Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Açılış Konuşmaları Hasan Kanbolat, ORSAM Başkanı Melek Acer, Trabzon Belediyesi Gençlik Merkezi Başkan V. Doç. Dr. Mesut Özcan, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Vekili Prof. Dr. Bülent Aras, Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi Başkanı Prof. Dr. Hayati Aktaş, KTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Dr. Orhan Fevzi Gümrükçüoğlu, Trabzon Belediye Başkanı Mustafa Kabakçı, Milletvekili, TBMM İdare Amiri Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Valisi Onur Konuğu Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı*1

12:30 – 14:00 Öğle Yemeği 14:00 – 15:00 Karadeniz AKM Dr. Recep Kızılcık, Trabzon Valisi Hasan Saka Oditoryumu 15:00 – 16:30 Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ortadoğu ile AKM İlişkilere Genel Bir Bakış Hasan Saka Oditoryumu Prof. Dr. Cezmi Eraslan, Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı 16.30 – 16.45 Ara 16:45 – 17:45 Türkiye’nin Orta Asya Politikası ve Bölgedeki Değişim Süreci AKM Özgür Şahin, Dışişleri Bakanlığı Kafkasya ve Orta Asya Genel Hasan Saka Oditoryumu Müdür Yardımcılığı, KOAY Şube Müdürü 17:45 – 18:00

Ara

18:00 – 19:30 Türkiye-Kırgızistan İlişkileri AKM Doç. Dr. Yaşar Sarı, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Hasan Saka Oditoryumu 19:30 – 21:00 Akşam Yemeği 21:30 Akşam Sohbetleri: Türkiye – Özbekistan İlişkileri Ulfat Kadyrov, Özbekistan’ın Ankara Büyükelçisi * Teyit beklenmektedir.

160

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

İslam Karimov, Özbekistan’ın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

3 Temmuz 2012, SALI 09:30 – 10:45 AKM Reşit Tarakçıoğlu Amfisi

İşgal Sonrası Irak’ta Siyasi Yapı Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen, ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi

09:30 – 10:45 Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan İlişkileri ve Bölgesel AKM Güvenlik Hasan Saka Oditoryumu Dr. Elhan Mehdiyev, Peace and Conflict Resolution Center Direktörü 10:45 – 11:00 Ara 11:00 – 12:15 Türkiye-İran İlişkileri ve Geleceği AKM Prof. Dr. Mohammad Arafat, KTÜ, Uluslararası İlişkiler Hasan Saka Oditoryumu Bölümü Türkiye-Irak İlişkileri (1923-1979) Dr. Hamid Mohammed Taha, Bölgesel Çalışmalar Merkezi, Musul Üniversitesi Türkiye-Irak İlişkileri (1979-2001) Dr. Abdullah Fadhil Abdullah, Bölgesel Çalışmalar Merkezi, Musul Üniversitesi Türkiye-Irak İlişkileri (2003-2012) Dr. Luqman O. Mahmood, Bölgesel Çalışmalar Merkezi, Musul Üniversitesi Ortadoğu’da Kara Para Aklama Yöntemleri Nidhal Mohammed Abdullah, Bölgesel Çalışmalar Merkezi, Musul Üniversitesi 12:15 – 12:20 Ara 12:20 – 13:00 Türk Dünyası’nda Kültürel Diploması AKM Doç. Dr. Fırat Purtaş, TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Refik Tarıkçıoğlu Amfisi 13:00 – 14:00 Öğle Yemeği 14:00 – 15:30 Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye AKM Doç. Dr. Hasan Ali Karasar, Bilkent Üniversitesi Öğretim Refik Tarıkçıoğlu Ampisi Üyesi, Black Sea International Koordinatörü 14:00 – 15:30 Gelişimi AKM Hasan Saka Oditoryumu

Uluslararası Sularda Deniz Haydutluğunun Tarihsel Doç. Dr. Ersan Başar, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Deniz Bilimleri Fakültesi

15:30 – 15:45

Ara

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

161

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

15:45 – 16:45 Politik Psikoloji’nin Uluslararası İlişkilerde Önemi AKM Prof. Dr. Abdülkadir Çevik, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Refik Tarıkçıoğlu Ampisi 16:45 – 17:00

Ara

17:00 – 18:00 Geçmişten Günümüze Irak Türkleri ve Gelecekleri AKM Prof. Dr. Mahir Nakip, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Hasan Saka Oditoryumu Bilimler Fakültesi 18:00 – 18:15

Ara

18:10-19:15 Türkiye’nin Afrika Açılımı AKM Mustafa Kemalettin Eruygur, Dışişleri Bakanlığı Afrika Genel Hasan Saka Oditoryumu Müdür Yardımcılığı, AFBY Daire Başkanı 19:30 – 21:00

Akşam Yemeği

21:30 Akşam Sohbetleri: Türkiye-Kırgızistan İlişkileri ve Bağımsızlık Sonrası Kırgızistan Ermek İbraimov, Kırgızistan’ın Ankara Büyükelçisi Jıldız Uzakova, Kırgızistan’ın Ankara Büyükelçiliği Müsteşarı

162

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

4 Temmuz 2012, ÇARŞAMBA 09:30 – 10:45 AKM Refik Tarıkçıoğlu Ampisi

Suriye’de Değişim ve Türkiye Oytun Orhan, ORSAM Uzmanı, Ortadoğu

09:30 – 10:45 Tarihsel Süreçte İran Dış Politikası AKM Doç. Dr. Süleyman Erkan, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Hasan Saka Oditoryumu Uluslararası İlişkiler Bölümü 10:45 – 11:00

Ara

11:00 – 12:15 AKM Refik Tarıkçıoğlu Ampisi

Ortadoğu’da Su Sorunu Dr. Tuğba Evrim Maden, ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı

11:00 – 12:15 Karadeniz’de Uyuşmazlık Alanları AKM Yrd. Doç. Dr. Yalçın Sarıkaya, Giresun Üniversitesi Karadeniz Hasan Saka Oditoryumu Stratejik Araştırma ve Uygulama Merkezi (KARASAM) Müdürü 12:30 – 14:00 Öğle Yemeği 14:00 – 15:30 AKM Refik Tarıkçıoğlu Ampisi

Avrasya ve Ortadoğu’da Enerji Oyunu Osman Göksel, BOTAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, BTC ve NABUCCO Koordinatörü

14:00 – 14:45 AKM Hasan Saka Oditoryumu

Karadeniz’in Sosyal ve İktisadi Tarihi Prof. Dr. Kenan İnan, Karadeniz Teknik Üniversitesi Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Müdürü

14:45 – 15.30 AKM Hasan Saka Oditoryumu

Türkiye-Güney Kafkasya İlişkileri Doç. Dr. Coşkun Topal, Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

15:30 – 15:45 Ara 15:45 – 16:45 Arap Baharı Sonrası Ortadoğu’dan Türkiye’ye Bakış AKM Prof. Dr. İbrahim Allaf, Musul Üniversitesi Bölgesel Hasan Saka Oditoryumu Araştırmalar Merkezi Başkanı 17:00 – 18:30 AKM Hasan Saka Oditoryumu

Lübnan’da Siyasal, Toplumsal Yapı ve Dış Politika Muhammed Nurettin, Lübnan Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı

19:30 – 21:00 Akşam Yemeği 22:00 Serbest Zaman

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

163

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

5 Tmmuz 2012, PERŞEMBE 09:30 – 10:45 Türkiye’nin Ortadoğu Politikası OTKKM Ahmet Başar Şen, Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Genel Müdür Fahri Kuran Salonu Yardımcılığı, OAGY Daire Başkanı 10:45 – 11:00

Ara

11:00 – 12:15 OTKKM Fahri Kuran Salonu

İsrail Dış Politikası ve İsrail-Filistin Sorunu Doç. Dr. Özlem Tür, ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

12:30 – 14:00 Öğle Yemeği 14:00 – 15:00 OTKKM Fahri Kuran Salonu

Türkiye’nin Irak Politikası, Efe Ceylan, Dışişleri Bakanlığı Irak Genel Müdür Yardımcılığı, IRGY Şube Müdürü

15:00 – 15:15 Ara 15:15 – 16:15 Ortadoğu Ekonomilerinin Genel Yapıları OTKKM Doç. Dr. Harun Öztürkler, ORSAM Danışmanı, Afyon Nihat Turan / Seminer 1 Kocatepe Üniversitesi 16:30 – 17:30 İkinci Putin Döneminde Rusya’da Siyasal Yapı ve Dış OTKKM Politika Nihat Turan / Seminer 2 Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov), ORSAM Danışmanı, Türk Tarih Kurumu 17:30 – 17:45 Ara 17:45 – 18:45 Karadeniz’in Jeopolitiği OTKKM Prof. Dr. Hikmet Öksüz, Karadeniz Teknik Üniversitesi Nihat Turan / Seminer 1 Edebiyat Fakültesi Dekanı 17:45 – 18:45 OTKKM Nihat Turan / Seminer 2

Türkiye’nin İsrail Algısı Yrd. Doç. Dr. Faruk Ekmekçi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

19:30 – 21:00 Akşam Yemeği 21:30 Akşam Sohbetleri: Türk Dünyası’na Genel Bakış, Dr. Ermanno Visintainer, Vox Populi Düşünce ve Araştırma Kurumu Başkanı (İtalya)

164

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

6 Temmuz 2012, CUMA 09:30 – 10:45 Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Politikası Brifingi OTKKM Ali Rıza Akıncı, Dışişleri Bakanlığı İnsan Kaynakları Dairesi, Fahri Kuran Salonu IKAD İkinci Katip 10:45 – 11:00

Ara

11:00 – 12:15 Uluslararası Kalkınma İşbirliği ve Türkiye OTKKM Dr. Mustafa Şahin, Kalkınma Bakanlığı, Kalkınma Araştırmaları Fahri Kuran Salonu Merkezi Başkanı 12:30 – 14:00 Öğle Yemeği 14:00 - 15:00 ECO ve Türkiye-Afrika İlişkileri OTKKM E. Büyükelçi Numan Hazar Nihat Turan / Seminer 1 15:00 – 15:15

Ara

15:15 – 15:45 İran’ın Türkiye ve Ortadoğu Politikası OTKKM Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Nihat Turan / Seminer 2 Uluslararası İlişkiler Bölümü 15:45 – 16:15 İran’ın İç ve Dış Politikası OTKKM Pınar Arıkan, ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Nihat Turan / Seminer 2 Bölümü 16:15 – 16:30 Ara 16:30 – 17:30 Arap Baharı’nın Körfez’deki Yansımaları OTKKM Doç. Dr. Veysel Ayhan, IMPR Başkanı, Abant İzzet Baysal Nihat Turan / Seminer 1 Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü 16:30 – 17:30 Yeni Ortadoğu ve Küresel Güçler OTKKM Doç. Dr. Tarık Oğuzlu, ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Nihat Turan / Seminer 2 Uluslararası Antalya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü 17:30 – 17.45

Ara

17:45 – 18:45 OTKKM Turan / Seminer 1

ABD Dış Politikasında Ortadoğu Prof. Dr. Ersel Aydınlı, Bilkent Üniversitesi Uluslararası Nihat İlişkiler Bölümü, Fullbright Komisyonu Başkanı

17:45 – 18:45 Ortadoğu’da İslami Hareketler ve Mezhepsel Dinamikler OTKKM Doç. Dr. Mehmet Şahin, ORSAM Danışmanı, Gazi Üni. Nihat Turan / Seminer 2 Uluslararası İlişkiler Bölümü 19:30 – 21:00 Akşam Yemeği 21:30 Akşam Sohbetleri: Türk Dünyası’nda Yeni Kurumlar E. Büyükelçi Halil Akıncı, Türk Konseyi Genel Sekreteri

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

165

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

7 Temmuz 2012, CUMARTESİ 09:00 – 12:00

Batum Gezisi

12:30 – 14:00

Batum’da Öğle Yemeği

14:00 – 16:00

Batum Üniversitesi’nde Ders: Türkiye-Gürcistan İlişkileri, Gürcistan Milli Eğitim Bakanı*1 Prof. Dr. Aliosh Bakuridze, Batum Şota Rustaveli Devlet Üniversitesi Rektörü

16:00 – 16:30 Ara 16:30 – 17:15

Gazeteci Gözüyle Türk Dış Politikasına Bakış Zeynep Gürcanlı, Hürriyet Ankara Temsilcisi

17:15 – 17.30 Ara 17:30 – 18:30

Türkiye’nin Kafkasya Politikası Doç. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı 19:30 Batum’da Akşam Yemeği Akşam Sohbetleri: Küresel Gelişmeler Işığında Ortadoğu ve Avrasya’da Değişimin Değerlendirilmesi Dr. Hasan Canpolat, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, Kapanış Konuşması Engin Arıkan, Batum Başkonsolosu* Dr. İsmail Safi, Milletvekili, KEİPA Türk Grubu Başkanı, Dışişleri Komisyonu Üyesi

*

166

Teyit beklenmektedir.

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

3. Katılımcıların Listesi Ahmet Bayar Ali Kansu Ali Safa Sarısoy Aydın Aksakal Bahar Çelebi Belma Bekircan Erhan Kölemen Betül Güçlü Büşra Korkmaz Cem Vargün Cengiz Akkaya Ceren Civak Eda Reis Elanur Akdağ Enes Kücet Enes Şahin Fulya Özlem Çamur Gamze Eren Gözde Şahin Gülhan Beker Güven Aytaş Hasret Şahin Hazinadar Hasan Hız Hülya Yıldızoğlu Hüseyin Özalp İsmail Çelik Mehmet Şahin Merve Bekar Murat Aydemir Murat Can Bayraktar Nagihan Pulatoğlu Naslihan Uyanık Nimet Tüzüner Nur Yalçınkaya Osman Durğut Ömer Faruk Kocatepe Rabia Kalfaoğlu Seda Şenyurt Sedanur Soylu Sedef Eylemer Selahattin Tunçbilek Selin Topaloğlu Semra Cebeci Sühal Şemşit Süleyman Dumanoğlu

Dumlupınar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Ankara Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Ankara Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı KTÜ Uluslararası İlişkiler Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Harita Mühendisliği KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler İstanbul Üniversitesi Gazetecilik KTÜ Uluslararası İlişkiler Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler KTÜ Tarih KTÜ Tarih KTÜ Uluslararası İlişkiler Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Dokuz Eylül Üniversitesi AB Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Dokuz Eylül Üniversitesi AB KTÜ Tarih

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

167

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Tanju Güneş Tarık Solmaz Uğur Altuntaş Ümmühan Güneş Yılmaz Yavcık Çiğdem Arslan Kemal Erdem Melike Gülser Özlem Baş Tuğba Karslı Yunus Gezgen İlkay Taş Derya Gencer Mehmet Cemal Öztürk Tekin Aycan Taşcı Özgür Öztürk Oğuz Alp Başoğulları Eda Aksoy Fatih Şener Magdalena Kirchner Serap Yazgan Alparslan Askar Tuğba Sarı Havva Çoban Eyüp Karaca Yunus Emre Zengin Kübra Öztürk Nagehan Pulatoğlu Abdulkadir Ertuğ Özge Delen Ezgi Malkoç Mehmet Genççelep Alpaslan Pata Ünal Taflan Zeynep Cansu Erkuloğlu Halil İbrahim Yeyin Hüseyin Kerem Öner Kader K. Çınar Kadir Sancak Kevser Yılmaz Koray Narmanlıoğlu Kübra Altın Kübra Eren Mehtap Yılmaz Merve Uzunoğlu Mesut Yılmaz Metin Çelik Miray Aktuğ Muhammed Fatih Günlü

168

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Osmangazi Üniversitesi Fizik İstanbul Üniversitesi Gazetecilik İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma Görevlisi Ahi Evran Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Erciyes Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi – ERUSAM Osmangazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler Kültür Dershaneleri Heidelberg Üniversitesi Siyaset Bilimi KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Uluslararası İlişkiler KTÜ Tarih Avrasya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Avrasya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Gümüşhane Üniversitesi Öğretim Üyesi Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Atatürk Üniversitesi İktisat Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ufuk Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler KTÜ Kamu Yönetimi KTÜ Uluslararası İlişkiler Ahi Evran Uluslararası İlişkiler Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ege Üniversitesi İktisat Ahi Evran Kamu Yönetimi

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

Muhammed Murat Arslan Turgut Özal Üni Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Mustafa Dağ Erciyes Üni Stratejik Araştırmalar Merkezi - ERUSAM Mustafa Pektaş Süleyman Demirel Üniversitesi Maden Mühendisliği Nail Elhan ODTÜ Uluslararası İlişkiler Naz Tuğtekin Yeditepe Üniversitesi Tarih Nazlı Akyüz İstanbul Aydın Üni. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Nazly W. Omer Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Neslihan Uyanık KTÜ Uluslararası İlişkiler Pelinsu İnceli İzmir Ekonomi Üni. Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği Rana Hatice Hamurcu Atılım Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Refik Işık Yakındoğu Üniversitesi İktisat Safiye Üçkardeşler Anadolu Üniversitesi Sosyoloji Samet Ekmekçi ODTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Seda Nur Soylu KTÜ Uluslararası İlişkiler Serhat Kıtay İstanbul Arel Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Serkan Artan Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Süleyman Gök Selçuk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Taha Enes Ulusoy İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Tolga Güneş Shaanxi Normal Üniversitesi Çin Dili ve Edebiyatı Tuğba Peker Maltepe Üniversitesi Uluslararası ilişkiler ve Avrupa Birliği Tuğçe Yiğitarslan Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yunus Emre Benli Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yunus Emre Deli Marmara Üniversitesi Halkla İlişkiler Yunus Tuğberk Sanalp Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Yusuf Göksu Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Zekeriya Ercelep Dumlupınar Üni. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Alper Tunga Özkeskin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Berivan Sevna Yılmaz Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Ghulam Sakhi Bahramiyan Ankara University Faculty of Political Sciences Çiğdem Arslan KTÜ Uluslararası İlişkiler Çiğdem Kapan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Furkan Bıçakçı Başkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Merthan Kuzeyli Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Murat Ketenci İTÜ Jeoloji Mühendisliği Natig Samadov Qafqaz Ünivesitesi Avrupa Çalışmaları Nurlan Abdullayev Qafqaz Ünivesitesi Avrupa Çalışmaları Özlem Öztürk KTÜ Uluslararası İlişkiler Salim Kufacı Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Süheyla Balamir Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Talha Gezer Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Uğur Gül Emel Sapmaz Yunus Ersoy Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Can Deveci Erciyes Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi - ERUSAM Canan Demirci Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Gökhan Bingül Afyon Kocatepe Üniversitesi Tarih İbrahim Taşkıran Cihan Bilgin KTÜ Uluslararası İlişkiler Kübra Çolakoğlu KTÜ Uluslararası İlişkiler

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

169

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Cihan Karaman KTÜ Uluslararası İlişkiler Hasan Gündüz KTÜ Uluslararası İlişkiler Didem Yıldırım KTÜ Uluslararası İlişkiler M. Murtaza Kohistani KTÜ Uluslararası İlişkiler Enver Tütel KTÜ Uluslararası İlişkiler Hüseyin Cevahir KTÜ Uluslararası İlişkiler Çetin Bingöl KTÜ Uluslararası İlişkiler İrem Nur Ataman KTÜ Uluslararası İlişkiler Ebru Birinci KTÜ Uluslararası İlişkiler Merve Çepni KTÜ Uluslararası İlişkiler Muammer Tosun Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Salih Battalbaş Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Melek Acer Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Hasan Ali Günaydın Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Meryem Çelenk Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Okan Uzunosmanoğlu Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Saniye Adanur Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Muhammed Aydın Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Gülben Vural Trabzon Belediyesi Gençlik Meclisi Furkan Güldemir Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Evren Tuç Atatürk Üniversitesi İngiliz Kültürü ve Edebiyatı Mehmet Sait Taşkıran Bahar Yalçın Ankara Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Asiye Bilgin Abdullah Sayın Kafkas Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ali Aliraqi Musul Üniversitesi Belemir Birinci KTÜ Uluslararası İlişkiler Cihan Karaman KTÜ Uluslararası İlişkiler Merthan Kuzey Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler

170

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

ORSAM

AKADEMİK KADRO Hasan Kanbolat Prof. Dr. Hayati Aktaş Doç. Dr. Hasan Ali Karasar Doç. Dr. Tarık Oğuzlu Doç. Dr. Harun Öztürkler Doç. Dr. Mehmet Şahin Doç. Dr. Özlem Tür Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) Habib Hürmüzlü Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya Doç. Dr. Canat Mominkulov Dr. Abdullah Alshamri Dr. Neslihan Kevser Çevik Elmira Cheremisova Dr. Didem Danış Dr. Jale Nur Ece Dr. Yaşar Sarı Dr. Süreyya Yiğit Av. Aslıhan Erbaş Açıkel Pınar Arıkan Volkan Çakır Bilgay Duman Noyan Gürel Selen Tonkuş Oytun Orhan Sercan Doğan Nebahat Tanriverdi Uğur Çil Leyla Melike Koçgündüz Ufuk Döngel Göknil Erbaş Aslı Değirmenci Jubjana Vila Mavjuda Akramova

ORSAM Başkanı ORSAM Trabzon Temsilcisi, KTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Uluslararası Antalya Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu Ekonomileri - Afyon Kocatepe Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ODTÜ ORSAM Danışmanı, Avrasya ORSAM Danışmanı, Ortadoğu ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Ahi Evran Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ORSAM Uzmanı, Avrasya, El Farabi Kazak Milli Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ORSAM Riyad Temsilcisi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu ORSAM Ortadoğu Danışmanı, St. Petersburg Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü ORSAM Danışmanı, Deniz Emniyeti ve Güvenliği ORSAM Danışmanı, Avrasya - ORSAM Bişkek Temsilcisi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniv. Ögretim Üyesi ORSAM Danışmanı, Avrasya ORSAM Danışmanı, Enerji - Deniz Hukuku ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü ORSAM Danışmanı, Afrika - ORSAM Antananarivo (Madagaskar) Temsilcisi ORSAM Uzmanı, Ortadoğu ORSAM İzmir Temsilcisi ORSAM Erbil (Irak) Temsilcisi ORSAM Uzmanı, Ortadoğu ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu ORSAM, Ortadoğu ORSAM, Ortadoğu & Projeler ORSAM, Ortadoğu ORSAM, Karadeniz ORSAM, Ortadoğu ORSAM, Ortadoğu ORSAM, Ortadoğu

ORSAM Su Araştırmaları Programı Dr. Tuğba Evrim Maden Dr. Seyfi Kılıç Kamil Erdem Güler Çağlayan Arslan

ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı ORSAM Su Araştırmaları Programı ORSAM Su Araştırmaları Programı

ORSAM DANIŞMA KURULU Dr. İsmet Abdülmecid Prof. Dr. Hayati Aktaş Prof. Dr. Ramazan Daurov Prof. Dr. Vitaly Naumkin Dr. Abdullah Alshamri Hasan Alsancak Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık Prof. Dr. Ahat Andican Prof. Dr. Dorayd A. Noori Prof. Dr. Tayyar Arı Prof. Dr. Ali Arslan Büyükelçi Shaban Murati Başar Ay Hediye Levent Prof. Dr. Mustafa Aydın Doç. Dr. Ersel Aydınlı Yaşar Yakış Patrick Seale Prof. Dr. Hüseyin Bağcı Prof. Aftab Kamal Pasha Itır Bağdadi Prof. Dr. İdris Bal Yrd. Doç. Dr. Ersan Başar Dr. Sami Al Taqi Kemal Beyatlı Barbaros Binicioğlu Safarov Sayfullo Sadullaevich

Irak Danıştayı Eski Başkanı ORSAM Trabzon Temsilcisi, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü, Direktör Yardımcısı Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü Direktörü ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ORSAM Riyad Temsilcisi BP & BTC Türkiye, Enerji Güvenligi Direktörü ODTÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Devlet Eski Bakanı, İstanbul Üniversitesi Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Yardımcısı Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü Arnavutluk Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Türkiye Tekstil Sanayii İşveren Sendikası Genel Sekreteri Gazeteci (Suriye) Kadir Has Üniversitesi Rektörü Bilkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı & Fulbright Genel Sekreteri Büyükelçi, Dışişleri Eski Bakanı Ortadoğu ve Suriye Uzmanı ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Hindistan Batı Asya Araştırmaları Merkezi Başkanı İzmir Ekonomi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği Bölümü TBMM 24. Dönem Milletvekili Karadeniz Teknik Üniversitesi, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Bölüm Başkanı Orient Research Center Başkanı Irak Türkmen Basın Konseyi Başkanı Ortadoğu Danışmanı Tacikistan Cumhurbaşkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

171

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM

Prof. Dr. Ali Birinci Doç. Dr. Mustafa Budak Dr. Hasan Canpolat E. Hava Orgeral Ergin Celasin Volkan Çakır Doç. Dr. Mitat Çelikpala Çetiner Çetin Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya Dr. Didem Danış Prof. Dr. Volkan Ediger Prof. Dr. Cezmi Eraslan Prof. Dr. Çağrı Erhan Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen Dr. Amer Hasan Fayyadh Dr. Farhan Ahmad Nizami Av. Aslıhan Erbaş Açıkel Cevat Gök Mete Göknel Osman Göksel Timur Göksel Prof. Dr. Muhamad Al Hamdani Numan Hazar Habib Hürmüzlü Doç. Dr. Pınar İpek Dr. Tuğrul İsmail Prof. Dr. Alexandr Koleşnikov Dr. İlyas Kamalov Doç. Dr. Hasan Ali Karasar Doç. Dr. Şenol Kantarcı Selçuk Karaçay Doç. Dr. Nilüfer Karacasulu İsmet Karalar Prof. Dr. M. Lütfullah Karaman Yrd. Doç. Dr. Şaban Kardaş Doç Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli Prof. Dr. Aleksandr Knyazev Prof. Dr. Erol Kurubaş Prof. Dr. Talip Küçükcan Arslan Kaya Dr. Hicran Kazancı İzzettin Kerküklü Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu Av. Tuncay Kılıç Dr. Max Georg Meier Prof. Dr. Mosa Aziz Al Mosawa Prof. Dr. Mahir Nakip Doç. Dr. Tarık Oğuzlu Prof. Dr. Çınar Özen Murat Özçelik Muhammed Nurettin Doç. Dr. Harun Öztürkler Dr. Bahadır Pehlivantürk Prof. Dr. Victor Panin Doç. Dr. Fırat Purtaş Prof. Dr. Suphi Saatçi Dr. Yaşar Sarı Ersan Sarıkaya Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya Doç. Dr. İbrahim Sirkeci Dr. Aleksandr Sotnichenko Zaher Sultan Dr. Irina Svistunova Doç. Dr. Mehmet Şahin Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin Mehmet Şüküroğlu Doç. Dr. Oktay Tanrısever Prof. Dr. Erol Taymaz Prof. Dr. Sabri Tekir Dr. Gönül Tol Doç. Dr. Özlem Tür M. Ragıp Vural Dr. Ermanno Visintainer Dr. Umut Uzer Prof. Dr. Vatanyar Yagya Dr. Süreyya Yiğit Osman Göksel

172

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

Polis Akademisi Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı 23. Hava Kuvvetleri Komutanı ORSAM Danışmanı, Afrika Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Gazeteci (Orta Doğu) YÖK Başkanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Ankara Üniversitesi, Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Bağdat Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Oxford Üniversitesi İslami Çalışmalar Merkezi Yöneticisi ORSAM Danışmanı, Enerji - Deniz Hukuku Irak El Fırat TV Türkiye Müdürü BOTAŞ Eski Genel Müdürü BTC ve NABUCCO Koordinatörü Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Emekli Büyükelçi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Diplomat ORSAM Avrasya Danışmanı ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Vodofone Genel Müdür Yardımcısı Dokuz Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Edremit Belediye Başkanı Danışmanı Fatih Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Çukurova Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Rus-Slav Üniversitesi (Bişkek) Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü KPMG ,Yeminli Mali Müşavir Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Kerkük Vakfı Başkanı Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Edremit Belediye Başkanı Hanns Seidel Vakfı Proje Müdürü (Bişkek) Bağdat Üniversitesi Rektörü Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Uluslararası Antalya Üniversitesi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Pyatigorsk Üniversitesi (Pyatigorsk, Rusya Federasyonu) Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Kerkük Vakfı Genel Sekreteri ORSAM Danışmanı, Avrasya - ORSAM Bişkek Temsilcisi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniv. Ögretim Üyesi Türkmeneli TV (Kerkük,Irak) ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü Regent’s College (Londra, Birleşik Krallık) St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Lübnan Türk Cemiyeti Başkanı Rusya Strateji Araştırmaları Merkezi, Türkiye-Ortadoğu Araştırmaları Masası Uzmanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı,Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Enerji Uzmanı ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü ODTÜ, Kuzey Kıbrıs Kampusü Rektör Yardımcısı İzmir Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Middle East Institute Türkiye Çalışmaları Direktörü ORSAM Ortadoğu Danışmanı, ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü 2023 Dergisi Yayın Koordinatörü Vox Populi Direktörü (Roma,İtalya) İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri St. Petersburg Şehir Parlamentosu Milletvekili, St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) ORSAM Avrasya Danışmanı BTC ve NABUCCO Koordinatörü

ORTADOĞU ve AVRASYA YAZ OKULU/ TRABZON 2012

Prof. Dr. Ali Birinci Doç. Dr. Mustafa Budak Dr. Hasan Canpolat E. Hava Orgeral Ergin Celasin Volkan Çakır Doç. Dr. Mitat Çelikpala Çetiner Çetin Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya Dr. Didem Danış Prof. Dr. Volkan Ediger Prof. Dr. Cezmi Eraslan Prof. Dr. Çağrı Erhan Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen Dr. Amer Hasan Fayyadh Dr. Farhan Ahmad Nizami Av. Aslıhan Erbaş Açıkel Cevat Gök Mete Göknel Osman Göksel Timur Göksel Prof. Dr. Muhamad Al Hamdani Numan Hazar Habib Hürmüzlü Doç. Dr. Pınar İpek Dr. Tuğrul İsmail Prof. Dr. Alexandr Koleşnikov Dr. İlyas Kamalov Doç. Dr. Hasan Ali Karasar Doç. Dr. Şenol Kantarcı Selçuk Karaçay Doç. Dr. Nilüfer Karacasulu İsmet Karalar Prof. Dr. M. Lütfullah Karaman Yrd. Doç. Dr. Şaban Kardaş Doç Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli Prof. Dr. Aleksandr Knyazev Prof. Dr. Erol Kurubaş Prof. Dr. Talip Küçükcan Arslan Kaya Dr. Hicran Kazancı İzzettin Kerküklü Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu Av. Tuncay Kılıç Dr. Max Georg Meier Prof. Dr. Mosa Aziz Al Mosawa Prof. Dr. Mahir Nakip Doç. Dr. Tarık Oğuzlu Prof. Dr. Çınar Özen Murat Özçelik Muhammed Nurettin Doç. Dr. Harun Öztürkler Dr. Bahadır Pehlivantürk Prof. Dr. Victor Panin Doç. Dr. Fırat Purtaş Prof. Dr. Suphi Saatçi Dr. Yaşar Sarı Ersan Sarıkaya Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya Doç. Dr. İbrahim Sirkeci Dr. Aleksandr Sotnichenko Zaher Sultan Dr. Irina Svistunova Doç. Dr. Mehmet Şahin Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin Mehmet Şüküroğlu Doç. Dr. Oktay Tanrısever Prof. Dr. Erol Taymaz Prof. Dr. Sabri Tekir Dr. Gönül Tol Doç. Dr. Özlem Tür M. Ragıp Vural Dr. Ermanno Visintainer Dr. Umut Uzer Prof. Dr. Vatanyar Yagya Dr. Süreyya Yiğit Osman Göksel

ORSAM

Polis Akademisi Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı 23. Hava Kuvvetleri Komutanı ORSAM Danışmanı, Afrika Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Gazeteci (Orta Doğu) YÖK Başkanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Ankara Üniversitesi, Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Bağdat Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Oxford Üniversitesi İslami Çalışmalar Merkezi Yöneticisi ORSAM Danışmanı, Enerji - Deniz Hukuku Irak El Fırat TV Türkiye Müdürü BOTAŞ Eski Genel Müdürü BTC ve NABUCCO Koordinatörü Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Emekli Büyükelçi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Diplomat ORSAM Avrasya Danışmanı ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Vodofone Genel Müdür Yardımcısı Dokuz Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Edremit Belediye Başkanı Danışmanı Fatih Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Çukurova Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Rus-Slav Üniversitesi (Bişkek) Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü KPMG ,Yeminli Mali Müşavir Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi Kerkük Vakfı Başkanı Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Edremit Belediye Başkanı Hanns Seidel Vakfı Proje Müdürü (Bişkek) Bağdat Üniversitesi Rektörü Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - Uluslararası Antalya Üniversitesi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Pyatigorsk Üniversitesi (Pyatigorsk, Rusya Federasyonu) Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Kerkük Vakfı Genel Sekreteri ORSAM Danışmanı, Avrasya - ORSAM Bişkek Temsilcisi, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniv. Ögretim Üyesi Türkmeneli TV (Kerkük,Irak) ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü Regent’s College (Londra, Birleşik Krallık) St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Lübnan Türk Cemiyeti Başkanı Rusya Strateji Araştırmaları Merkezi, Türkiye-Ortadoğu Araştırmaları Masası Uzmanı ORSAM Ortadoğu Danışmanı,Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Enerji Uzmanı ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü ODTÜ, Kuzey Kıbrıs Kampusü Rektör Yardımcısı İzmir Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Middle East Institute Türkiye Çalışmaları Direktörü ORSAM Ortadoğu Danışmanı, ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü 2023 Dergisi Yayın Koordinatörü Vox Populi Direktörü (Roma,İtalya) İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri St. Petersburg Şehir Parlamentosu Milletvekili, St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) ORSAM Avrasya Danışmanı BTC ve NABUCCO Koordinatörü

ORSAM ORTADOĞU YAZ OKULU 2012

173

ORSAM Mithatpaşa Caddesi 46/6 Kızılay-ANKARA Tel: 0 (312) 430 26 09 Fax: 0 (312) 430 39 48 www.orsam.org.tr, [email protected]