TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ

TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ - PANEL --------------------------------------------------------------------------------...
Author: Ilhami Özgür
2 downloads 0 Views 705KB Size
TMMOB HARİTA VE KADASTRO MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ

- PANEL --------------------------------------------------------------------------------1/100.000 ÖLÇEKLİ ÇEVRE DÜZENİ PLANLARININ TRAKYA’YA BASKISI ve SAROS KÖRFEZİ’NİN TURİZM ALANI İLAN EDİLMESİ --------------------------------------------------------------------------------Panel Yürütücüsü Mehmet Ali CANDAŞ TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

Konuşmacılar Mücella YAPICI TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri

Dinçer METE TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şube 2. Başkanı Ahmet ATALIK TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı

--------------------------------------------------------------------------------Tarih :13 Temmuz 2007, Cuma Saat : 14.00-18.00 Yer : Kültür Sarayı Toplantı Salonu Keşan/Edirne

--------------------------------------------------------------------------------Aralık /2007 İstanbul

Yayın Adı ISBN Genel Baskı Yayımlayan İletişim

Baskı

: 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planlarının Trakya’ya Baskısı ve Saros Körfezi’nin Turizm Alanı İlan Edilmesi : 978-9944-89-455-5 : Aralık 2007, 1000 Adet : TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi : TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 19 Mayıs Mh. Samanyolu Sk. No: 116/1 D:2 Onur Apt. Şişli / İstanbul Tel: 0212.232 89 89 (3 hat), Faks:0212.232 94 28 www.hkmo.org.tr; e-posta: [email protected] : Yapım Tanıtım Basım Yayın Ltd. Şti., İstanbul

Kaynak gösterilerek yapılacak kısa alıntılar dışında, yayımcının yazılı izni olmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Önsöz 1/100 000 ölçekli çevre düzeni planlarının Trakya’ya Baskısı ve Saros Körfezinin Turizm Alanı ilan edilmesi konulu etkinliğimizi Temmuz ayında Keşan’da gerçekleştirdik. Keşan’daki meslektaşlarımızın isteğiyle gerçekleştirdiğimiz etkinlik, bölge halkının ne kadar tedirgin olduğunun da göstergesiydi. Egemenlerin kendi çıkarları doğrultusunda hazırladıkları planlarla, ellerinde biriktirdiği sermayeye yeni yatırım yapacak bölgeler ararken, “Halk bu planların neresinde” sorusunu sorduruyor bizlere. İstanbul için hazırlanan 1/100 000 ölçekli Çevre Düzeni Planlarına, TMMOB’ye bağlı HKMO ve yedi Oda, dava açarak yürütmeyi durdurma kararı almışken, Trakya insanının tedirginliği niye? Panel, izleyemeyenler için yararlı bir kaynak olabileceği yaklaşımıyla yayın haline getirilmiştir. Yayında emeği geçen herkese teşekkür ederiz. Saygılarımızla TMMOB HKMO İstanbul Şubesi 19. Dönem Yönetim Kurulu

1

2

CELALETTİN BİLGİN (HKMO Keşan Temsilcisi)- Sayın Kaymakamım, TMMOB’nin değerli temsilcileri, sevgili konuklar, değerli meslektaşlarımız; Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ve Keşan Temsilciliğimizin katkılarıyla düzenlenen “1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planlarının Trakya’ya Baskısı ve Saros Körfezi’nin Turizm Alanı İlan Edilmesi” konulu panelimize hoş geldiniz der, saygılarımı sunarım. Panele geçmeden önce Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşları adına, şehitlerimiz adına bir dakikalık saygı duruşu ve ardından İstiklal Marşı’nı okumaya davet ediyorum sizleri. (Saygı duruşu - İstiklal Marşı) Panelimizi yürütmek üzere, İstanbul Şube Başkanımız Mehmet Ali Candaş beyi davet ediyorum. MEHMET ALİ CANDAŞ (Panel Yöneticisi - TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı)- Teşekkür ediyorum. Sayın Kaymakamım, TMMOB’nin değerli üyeleri ve yöneticileri, değerli Keşan Temsilcimiz; sizleri Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Öncelikle Temsilcimize teşekkür etmek istiyorum, Böylesi bir istemi oldu. “1/100.000 ölçekli çevre düzeni planlarının Trakya’ya baskısı ve Saros Körfezi’nin turizm alanı ilan edilmesi” konusunda bir panel düzenlenmesi konusunda bir talebi geldi bize. Bu paneli değerlendirdik ve gerçekleştirmeye karar verdik. Kararımızın ne kadar doğru olduğunu şu anda salona baktığımda anlıyorum. Gerçekten mutlu olduk. Bu arada Keşan Kaymakamımız Abdülkadir Karataş Bey aramızda. Bugünle ilgili sanıyorum söyleyecekleri vardır. Öncelikle kendisine bir söz vermek istiyorum. Buyurun Kaymakam Bey. ABDÜLKADİR KARATAŞ (Keşan Kaymakamı)- Öncelikle hoş geldiniz. Çok önemli bir mevzuda böyle bir düzenlemede aranızda olduğum için ve böyle bir düzenleme yapan özellikle Harita ve Kadastro Mühendisleri Odasına çok teşekkür ediyorum. Bildiğiniz üzere, az önce Sayın Başkanın da ifade ettiği gibi, Saros Körfezi 2006 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile turizm alanı ilan edildi. Tabii, Saros’un bizim için çok büyük özellikleri var, öncelikleri var; ülkemiz için, ilimiz için, ilçemiz için. Aynı zamanda Saros’un Ege Denizi’nin bir parçası olması, özellikle yaz ve kış turizmine açık olması, buranın planlama açısından da, 3

kadastro açısından da, mühendislik hizmetleri açısından da çok daha önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Keşan ilçemiz de aslında çok önemli. Saros’ tan önce Keşan’ı çok iyi anlamamız gerekli. Çünkü Keşan Edirne’den İzmir’e giden anayol üzerinde, iki saatlik bir bağlantı yoluyla İstanbul’a ulaşılabilen, İzmit’e yakın bir konumdadır, Yunanistan’a çok yakın 30 kilometrelik bir mesafede; yani “Avrupa’ya açılan bir pencere” desek pek yanlış olmaz. Böyle bir pencereden baktığımız zaman, öncelikle dışarıyı çok iyi görmemiz lazım. Bu görünüşü de önceden teknik hazırlıklarını çok iyi yapıp, planlamalarını iyi yapıp, zamanında iyi tedbir almak lazım. Marmara Denizi’nin başından geçenleri hep beraber yaşadık. İstanbul ordusu Marmara’yı nasıl çökertti, nasıl kötü bir duruma getirdi? İç gölümüzdeki ve çevresindeki çarpık yapılaşmanın bugün geri dönüşü olmayan, çok ciddi sorunlar açtığını gördük. Şimdi bu sorunlara önce tedbir almak, planlamaları iyi yapmak, mühendislerimizin bir araya gelip 1/100.000’liklerin hazırlanışında bütün olasılıkları göz önünde tutmak gerekiyor. Buna benzer olarak 1/25.000’likler yapılacak. Bununla ilgili şu anda planlamalar devam ediyor. Böyle bir süreçte böyle bir toplantının olması çok daha önemli, çünkü herkes eteğindeki taşı döksün istedik. Sayın Başkan, biz de daha önce burada iki ayrı toplantı yaptık. Bu toplantılarımızda da hep bu mevzuları konuştuk; tarımı nasıl planlayacağız, turizme nasıl yön vereceğiz, sanaiye hangi kapsam içerisinde yer vereceğiz. Burada da yapacağımız, bir noktada bu sektörleri bozmadan, incitmeden yönünü, yolunu açmaktır. Hem turizmi tarıma, hem tarımı sanayiye bulaştırmadan, adamakıllı güçlü bir proje ile bu planlamaların üstesinden gelmek istiyoruz. O açıdan bu tür toplantılar bizim için çok önem taşıyor. Bir taraftan bölgemiz için çok önemli olan, gelir kaynaklarımızın temelini oluşturan tarımı iyi bir safhada tutmak, bir taraftan da gelişen turizme pencereyi açmak istiyoruz. Çünkü Saros Körfezi bugün 144 çeşit balığı, 168 çeşit yeraltı bitkisi, denizcilik açısından özelikle yüzme ve dalgıçlar için çok önem taşıyan temiz ve berrak suyu, 1600 metreye varan derinliği dikkate alındığı zaman, Saros’un önemi çok daha önemli. Bizim kendi ülke hudutlarımız dahilinde Keşan ilçesinin 75 kilometreye yakın bir sınırı var. Bu sınırı biz elimizden geldiği kadar korumaya çalışsak da, düzensiz planlamaların önüne geçmek için bu planların emredici hükümlerinin çok iyi yerine oturtulması lazım. Şimdiden bu planların 50 yıl sonrasını, 100 yıl sonrasını iyi kestirip, nerelere neyi yapacağız, nerelere neyi koyacağız, neyi konuşlandıracağız hesaplamamız gerekiyor. O açıdan 1/25.000’likler İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Orman Bakanlığı ile müştereken, üçlü protokolle şu anda yapım aşaması içerisinde. Böyle bir toplantının Harita ve Kadastro Mühendisleri Odasınca ilçemizde yapılmasının planlamasını duyduğum zaman, ben de cidden çok sevindim. Geç geldiğim için sizlerden özür diliyorum. İnanıyorum ki, burada da biraz sonra 4

konuşmacı arkadaşlarımız bize yeni birtakım doneler vereceklerdir. Yeni birtakım verilerle bizi aydınlatacaklardır. Bu açıdan bu etkinliği şu aşamada çok önemsiyoruz. Çünkü şu anda hem bir taraftan bölge turizm alanı ilan edildiği için planlarımız yapılıyor, bir taraftan da 1/25000’lik planlar Büyükşehir Belediyesinde çalakalem gidiyor. İşte burada bize düşen görev, kadastroyu iyi bilen, mühendisliği iyi bilen, yöremizi iyi tanıyan arkadaşlarımızın bu yöndeki görüşlerinin bizi aydınlatmasıdır. Sizden istirhamım, bu toplantının sonucunda bize bu yapılan çalışmanın bir özetini ya CD ortamında, ya da rapor halinde verirseniz, biz de bu etkinliği yetkili makamlara ileterek bir sonuca ulaşabileceğimiz kanaatindeyim. Bu paneli düzenleyen başta Harita ve Kadastro Mühendisleri Odamız Edirne Temsilciliğine, İstanbul Şube Başkanlığımıza ve bizim bölgemizi, ilçemizi temsil eden kardeşlerimize, Harita ve Kadastro Müdürümüze çok teşekkür ediyorum. Sizlere de bu sıcakta, böyle önemli bir mevzuda işinizi bırakıp buraya kadar koşup geldiğiniz için, hem ilçemiz adına, hem halkımız adına şükranlarımı sunuyorum. Hayırlı ve uğurlu olsun. PANEL YÖNETİCİSİ- Teşekkür ediyoruz. Umarım, planlamacılar da Kaymakam beyin anlattığı şekilde olayları değerlendirir, dengeli bir plan ortaya koyarlar. Ben, aslında vakti de iyi kullanmak istiyorum. Mücella Yapıcı, Türk Mühendis Mimarlar Birliği Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri. Buyurun Mücella hanım. Dinçer Mete, TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi İkinci Başkanı. Buyurun Dinçer Bey. Ahmet Atalık TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı. Buyurun Ahmet Bey. Hoş geldiniz. Öncelikle sözü Dinçer Mete’ye vermek istiyorum, çünkü kendisi bilhassa Trakya’daki planlamaları uzun süre takip eden bir arkadaşımız. Trakya’da nasıl bir planlama yapılıyor, Trakya bu planlarla nereye gidiyor, Trakya halkı bu 5

planlarla acaba barışık yaşayabilecek mi, bu konularda kendisinin bize anlatacakları var. Buyurun Dinçer Bey. DİNÇER METE (TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şube İkinci Başkanı)- Merhaba. Ben de hem selamlıyorum.

Kaymakamımızı,

hem

katılımcıları,

hepinizi

saygıyla

Başkan tanıttı, Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkan Vekiliyim şu an. Ama 1994 -1996 döneminde -Trakya’da Makine Mühendisleri Odası Edirne Şubesinin kuruluş dönemiydi- Edirne Şubesinin kuruluşuna katıldım. Kuruluş döneminin yönetim sekreteriydim. 1994’den 2005 yılına kadar da en son 2005 yılında yaptığımız dört tane Trakya’yı Sanayileştirme ve Çevre Sempozyumunun, bir tane de Trakya’da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumunun sekreteriydim, bir tanesinin de yürütme kurulu üyesiydim. Ama 1994’den beri, “Trakya’da ne oluyor, Trakya ne yapmaya çalışıyor?” sürecini içinden biri olarak izledim. Onun dışında, evet, aynı zamanda Trakyalıyım, Kırklarelili bir kişiyim, aynı zamanda bu toprağın insanıyım. Panelin konusu, “1/100000 Çevre Planının Trakya’ya Etkileri ve Saros.” Saros kısmı üzerinde, “Planlamanın kendisi Saros üzerinde böyle olmalı” gibi bir söz söyleme yetkisini kendimde görmüyorum. Baştan bunu belirteyim; ama bunun ne savunularak ele alınması gerektiği üzerine bir şeyler söyleyebileceğimi düşünüyorum. Daha doğrusu, yaşadığımız süreci, bunun da nasıl yapılması gerektiğini açığa çıkardığını düşünüyorum. İstanbul Çevre Yönetim Planının Trakya üzerindeki etkisi deyince, hemen şöyle başlamak gerekir: Trakya’da bir gerilim olduğunu hepimiz biliyoruz. “Çevre Düzeni Planlaması yapıldı, ne oldu? Ergene Çevre Düzeni Planı var; bu neden Trakya dışına verildi?” ve benzeri şeyler var. Buradaki problemimiz nerden geliyor, gerilim nereden çıkıyor? Ne güzel, 1/100000’liğin yanı sıra, daha somut planlar, 1/25000’likler yapılıyor; ama öbür taraftan da mühendislik odaları da içinde olmak üzere çok da fazla insan bunlardan kaybediyor. Ne oluyor da böyle oluyor? En kötü planlama bile plansızlıktan iyidir. Peki, bu plansızlıktan iyi olmasına rağmen, “Ne kaygıları var?” noktasında, birazcık hem tarihsel süreç olarak bakacağım, hem eksiklerimizi söylemeye çalışacağım, hem de çok genel İstanbul üzerine birkaç söz söyleyeceğim; ama İstanbul üzerine “genel felsefe içinde”yi Mücella’ya bırakacağım. Çok genel bir tabloyla başlamak istiyorum. İstanbul Türkiye’nin gözbebeği. Her açıdan bakıldığı zaman, bazıları için Türkiye’nin gelir ya da giderlerinde %25-%30 mertebesinde büyüklüğe sahip; sadece toprak dışında. Toprak için 6

söylenemez, ama diğer bütün ekonomik büyüklükler, nüfus ve benzeri şeyler için söylenebilecek şeyler bunlar. Nüfusa 70 milyon diyorsanız, İstanbul’da plana göre 10 milyon, günlük yaşama göre 15 milyon kişi yaşadığı söyleniyor. Yani İstanbul Türkiye’nin göz bebeği, ama aynı zamanda İstanbul yönüne büyük bir yoğunlaşma var; bunu da görüyoruz. İstanbul Çevre Düzeni Planı yapıldığı zaman bir çözümü vardı; İstanbul desantralize edilecekti. Uluslararası politikalar ve benzeri kısımları bir yana bırakarak söylüyorum. “Küreselleşme bugün ne yapmaya çalışıyor, küreselleşme kapsamında İstanbul açısından roller neler, İstanbul içerisinde neler oluyor?” kısmını bir yere bırakıyorum; ama İstanbul var. İstanbul kabına sığabilecek durumda değil. İstanbul için Çevre Düzeni Planında çıkan sonuç şunu söylüyor: “Ey insanlar; İstanbul 16 milyon kişiyi geçemez. 16 milyon kişiyi geçerse İstanbul, ekolojik dengeler, sistem çöker. İstanbul’da ne yaparsanız yapın 16 milyon kişiyi geçmeyeceksiniz. Geçerseniz, İstanbul’u çürütürsünüz, çözersiniz.” Bu kendilerinin saptadığı bir değer. Birincisi bu, elimizde bir parametre olarak dursun. Bu parametreye bağlı olarak da, “Şu an nüfus 10 milyon” diyor 2000 sayımlarına bağlı olarak. Arada ne var; 6 milyon. 6 Milyonun 2 milyonu Anadolu yakasına, Sabiha Gökçen Havaalanı çevresine, geriye kalan 4 milyonu da İstanbul’un Avrupa yakasına, yani Trakya’ya yerleştirilecek. İstanbul’un Avrupa Yakası’nda 4 milyona yer bulunacak; İstanbul’un problemi bu. Rakamlar şunu söylüyor: İstanbul’a yılda 1 milyon kişi geliyor; ama İstanbul’a 1 milyon kişi gelirken 500,000 kişi de çıkıyor, yani 500.000 İstanbul’a her sene göç oluyor. İstanbul net olarak 500.000 göç almasına rağmen, çıkan 500.000 kişi İstanbul’dan tekrar geldiği yere, topraklarına dönmüyor, Marmara Bölgesine dağılıyor. 500.000 kişinin de, gelen göçün de tekrar dağıldığı yer Marmara Bölgesi, bütün Marmara Bölgesi. Mesela, hemen söylenebilecek olan yerlerden birisi Bursa’dır. Bursa şu an kendisini Türkiye’nin 4. büyük şehri olarak ifade ediyor. Ben, örtülü hedefinin 3. büyük şehir olduğunu biliyorum. Kendilerinin söylediği bir şey olduğu için bunu söyleyebiliyorum. Göç alan yerlerden biri Bursa ve Marmara Bölgesi bu göçü bugünkü politikalar sürdüğü ölçüde yaşayacak. Çevre Düzeni Planına baktığımız zaman, 2006 Haziranında toplantıya çağrıldığımızda İstanbul Çevre Düzeni Planı tanıtılacak. Tanıtılırken, biz gittik, plan anlatıldı. Biz dedik ki, ”Arkadaşlar, bu plan bu yükü nasıl çözmeyi hedefliyor? Doğuya çıkacak, doğu kısmına; Bilecik, İzmit, Düzce, Bolu’ya kadar. Batı dediğiniz şey sınır, daha öncesi değil; yani sınırdan doğuya kadar planlama gerekiyor. İstanbul’u çözerken de ancak buna bağlı olarak çözeriz. Küreselleşme kapsamında İstanbul’a çizilen rolle birlikte İstanbul için bir de şu söyleniyor arkadaşlar: ”Sanayiyi İstanbul dışına çıkarın.” Tablo bu. İstanbul’un Çevre Düzeni Planının temel problemleri, çözüm aradığı şeyler bu. Nasıl varıldığı kısmında, planı ayrıntılı olarak “İstanbul Çevre Düzeni Planının 7

Trakya Üzerinde Baskısı” kısmında konuşuruz. Nerelerde ne çözümler üretiyor; belki ikinci turda biraz daha fazla üzerinde dururuz, ama İstanbul bu problemi çözmek zorunda diye söylüyoruz. Çevre düzeni planları dediğimiz şeyler, il bazında yapılacak olan bir çevre düzeni planı İstanbul için yeterli değil. İstanbul bir bölge planı yapacak, bunu da İMP yapacak. İMP, İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi. Bu biçimde bir tabloyla karşılaşıyor ve yürüyen olay, gerilimin kaynağı da bu planlamanın, Planlama Merkezinin ve planın kendi hedeflerinin Trakya hedefleri ile ne kadar uyumlu ya da çelişkili olduğu. Genel olarak bu İstanbul Planının amaçları, genel hedefleri noktasında bunu söyledikten sonra 1994 yılına gideceğim. 1994 yılı, Makine Mühendisleri Odası Edirne Şubesinin kurulduğu yıl. 1994’e başlamadan önce de şunu söyleyeyim: 1977 Çerkezköy olayı vardı, Çerkezköy Programı ve Sanayi Bölgesi. İstanbul her zaman planlanması gereken bir yer, her zaman göç oluyor. 1960’lı yıllarda İzmit, yani Kocaeli’nin, Bilecik’in planlamaları var, 1977’de Çerkezköy var. 1980’den sonra bir tufan başladı. 1980’den sonra bu tufan kendiliğinden, kendi iç dinamikleri, kapitalizmin kendi kuralları içerisinde çalışan bir mekanizmayken, biz 1994 yılında Trakya’da dedik ki -bu doğrudan amaç maddesinden alınmıştır- “Bizim problemimiz var, çarpık sanayileşme var, tarımsal alanlarının tahribi var, çarpık kentleşme var, nüfus artışı ve göçü var, çevrenin kirletilmesi var. Bu beş tane problemle Trakya uğraşmalı.” Bu beş tane problemi çözmek için -bu, amaç maddesinden, doğrudan alınmıştır, şimdi bakarak söylenmiş bir şey değil- bu beş tane problemle uğraşılmalı.” 1995 yılında -1994 yılı sonunda yine bir seçim olmuştu- ilk sempozyumu yaptık. Bütün sempozyum bildirgeleri, sonuç bildirgeleri ve benzeri hepsi elimizde var. Gerekirse dönüp bakarız. Bunlar için zamanınızı almayacağım, ama özet olarak vurgu yapabileceğimiz noktaları ya da ana fikirlerini ortaya koyacağım. Biz bu sempozyumlara başladığımız zaman yine dedik ki, ”Arkadaşlar; Trakya’nın neresinde ne var, bunu bilmeliyiz.” Keşanlılar da hatırlayacaklardır, 1994’lü yıllardan başlayan o süreçte Trakya’da üç tane il var, yıldızı parlayan da üç tane ilçe vardı; Çorlu, Lüleburgaz, Keşan. Hatta “Bunlar acaba il olur mu?” tartışmalarının ve yarışmalarının başladığı dönem. Trakya göçü almaya başlıyor, Trakya’da değişme var, sanayinin gelmesi ve çevre kirlenmesi var. Buna bağlı olarak da Trakya’ya ilişkin her türlü veriyi toplamalıydık. 1995 yılında yapılan sempozyumda çıkan tek sonuç vardı; Trakya kurtulursa, Trakya’nın geleceğine ilişkin olarak bir şey söylenebilirse, bunun tek çözümü vardır; Trakya’ya bir tane bölgesel plan yapmak. Trakya Bölge Planı olmalıdır.” Birinci sempozyumun genel talebi buydu.

8

Bölgesel planı nasıl yaparız? Türkiye’nin 90’lı yıllardaki durumunu göz önüne alın; o sırada plan yok, tam anlamıyla bir plan yok, herkesin tuttuğunun elinde kaldığı bir süreç yaşanıyor. “Bölgesel plan yapılmalıdır” dedik. Bölgesel plan tabii ki sadece bizden çıkmadı. Ben burada hemen destekleyen kuruluşları söyleyeyim: Dağılımı Trakya’nın tümüne mal olan bir problem için, burada sanayi dernekleri, TÜBİTAK, fabrikalar, valiliklerin tümü, illerimizin belediye başkanları, ticaret ve sanayi odaları. Trakya’nın şansı, hem bu problemin etrafında birleşebilecek olan merkezi Hükümetin yapılarıyla, hem yerel yönetimlerde, hem meslek odalarında, hem gönüllü kuruluşlarında bunun etrafında birleşebilecek bir potansiyeli, ortamı yaratmasıydı. Sene 1995 te Bölgesel plan talebi çıktı,. 1997’de Kırklareli için ikinci sempozyumu yaptık. Kırklareli’nin anlamı neydi? O dönemde bütün umut şuydu: “Sanayi gelecek.” Peki, gelecek sanayi organize sanayi bölgeleriyle gelsin. Türkiye’de sanayinin gelmesi için yaratılan çözüm, organize sanayi bölgeleriydi. O sırada Kırklareli Organize Sanayi Bölgesinin tam açılma dönemi, ikinci sempozyumun temel problemi organize sanayi bölgeleriydi. Organize sanayi bölgeleri nedir, nasıl yapılır, nelere çözüm getirir, nelere çözüm getirmez? Yalnız, o dönemde organize sanayi bölgeleri konusundaki saptamalardan biri de şuydu: Trakya’daki her yerleşim birimi sadece üç tane büyük il ve ilçe değil- Trakya’da ne kadar küçük ilçe varsa, hatta Trakya’daki belde düzeyindeki yerler de dahil, bulundukları bölgeyi organize sanayi yapmanın peşindedir. Herkes imar planlarını yapıyor, sanayi alanlarını tanımlıyor ve benzeri hazırlıklarını sürdürüyor. Trakya’nın kurulu organize sanayi bölgelerine gidiyoruz. Bu organize sanayi bölgeleri noktasında, o dönemde envanter toplarken gözüken şeylerden biri şuydu: Trakya’da organize sanayi bölgesi planlaması adı altında dahi, sanayi açılmaya çalışılan yerler, planlanan yerler o kadar fazla ki, buralara sanayinin dolması bile belirli bir zaman alır. Bir başka saptama ise Kırklareli’nde bütün bu destekleyen kuruluşlar sanayi açma çalışması etrafında bir örgüt yaratıyordu. Örgüt kısmına en son, sempozyumun sonuç bildirgesinde bir daha döneceğim. Örgüt derken de, Trakya’nın geleceğini ele alan, bu geleceğin içerisinde olan ve geleceğini planlayan bir mekanizmayı kastediyorum. Bütün hepsinde söylediğim gibi, merkezi idareyi, meslek odalarını, belediyeleri kapsayan bir mekanizma yaratılabilirdi. O süreç içerisinde aynı zamanda 1997’de Hükümet değişimi de var. Tekirdağ’dan milletvekili olan ağabeyimiz Çevre Bakanı da olunca, orada da bir şans doğdu. Çevre Bakanlığının da katılmasıyla birlikte biz bu sefer “Trakya’da bu bölgesel plan nasıl yapılır?” noktasını kurcalamaya başladık. 1999’da Edirne’de Trakya Üniversitesi ile Çevre Bakanlığı arasında 1/100000 çevre düzeni planı yapılması için protokol, 3.Sempozyum açılış oturumunda imzalandı. 1999’da artık Trakya’da Çevre Düzeni Planı yapılacaktı. Çevre 9

düzeni planı yapılacak derken, Türkiye’deki çevre düzeni planının tabi olduğu maddeler şunu söyler: “Çevre düzeni planı il bazında yapılır, yani il bazında yapılacak olan planlardır.” Fakat Trakya’nın kendisi, hem bu havza planlaması yaklaşımı, hem Trakya’nın kendi içerisindeki iç içe geçmişliği ve özellikleri nedeniyle, “Trakya’yı tek başına il bazında planlamak mümkün değil, üç il birden planlanmalıdır” diyoruz. Biz bunu talep olarak ortaya koymuşken, birden çevre düzeni planının üç ili kapsayacak şekilde, Ergene Havzası Planı olarak yapılacağı söylendi. Bu ilk başta gerçekten hem o aşağıdan gelen bir talebin kabul edilmesi anlamında büyük bir sevinç yaratmıştı, hem de gerçekten bir problem çözümüne yol açacaktı. Bunu özellikle belirtiyorum. Daha sonra bunun bölgesel kalkınma ajansları ile bağlantısını kurarak bir şey söylemeye çalışacağım. Ergene Havzası, Trakya topraklarının sanırım %60’ını kapsıyor. Su havzası yönetimi noktasında diğer arkadaşlar benden daha bilgili, onlar oranları ve benzerlerini söylerler; ama su havzasıyla Trakya’nın idari yapılanması birebir çakışan şeyler değil. Ergene Havzası Trakya topraklarının %60’ını kapsıyor. Ergene Havzası Çevre Düzeni Planı olsa bile, bu %60’ı planlayan bir havza planı olmadı. Trakya’ya ilişkin olarak çıkan sonuç şu: Bölgesel plan niteliğinde bir plan yapılmaya başlandı. İmzalandığı tarih 1999. Şimdi 2007’deyiz. Plan yapılmaya başlarken, bölgesel özellikli bir plan yapıldığı da vurgulandı ve bu görev Trakya Üniversitesine verildi. Trakya Üniversitesi de bu planın hazırlanması için gerçekten komik bir bütçe ayırdı. Bugünkü bütçeyle karşılaştırma şansımız var. Ergene Havzası Çevre Yönetimi Planı yapılma bütçesi 50 milyar YTL’ dir, Bugün 1/25000’liklerin yapılma bütçesi 2,600.000 dolardır. 100.000 dolarını TRAKAB verir, 500.000 dolarını Bakanlık verir, 2.000.000 dolarını da her ne hikmetse İstanbul Büyükşehir Belediyesi verir bütçenin. Güzel, 50 milyar YTL bütçe ile Trakya Üniversitesi bu işe başladı. O dönemde biz Trakya Üniversitesine Makine Mühendisleri Odası olarak eleştiri yaptık. “Ey Trakya Üniversitesi, yanlış yapıyorsun! Nerede yanlış yapıyorsun? Eğer koskoca bir bölgeyi, oradaki yaşayan insanların geleceğini, hayatını planlıyorsanız, bu plana örgütlenme sürecinde insanları katmalısınız. Siz bunu sadece teknik bir sorun olarak görüyorsunuz. Proje yöneticisi var, ilgili uzmanlık dallarından mühendisler katılıyor. Bu işi kendi içinizde planlıyorsunuz. Bunu yaparsanız, bu planın geleceğini riske atarsınız” dedik. Hatta o arada yine de işe de çok fazla çomak sokmayalım diye, “Sanayileşme ve Çevre Sempozyumu yapmayacağız artık” dedik. Bir Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu yaparak, sürecin örgütlenmesi ve planın bütün belgelerinin açıklanmasını talep ettik. Biz bunu başaramadık. 2004’te plan onaylandı. 2004’te plan onaylandıktan sonra, tekrar harekete geçtik ve 4. Sempozyumu örgütledik. Bu arada, yine ilginçtir, 2. Sempozyumda “Trakya’ya bir tane örgüt gerekir” fikrini ortaya atmıştık. Bu düşünceyle ilk başta “Su 10

Birliği” adı altında bir birlik kuruldu. Ama daha sonra “Trakya Kalkınma Birliği” diye, 300 valinin katıldığı bir tane örgüt ortaya çıktı. Bütün bu süreçte harcadığımız 10 yıllık bir süre söz konusudur. Bizim iki talebimiz var; İlki “Geleceği planlamak lazım, bir plan lazım” ikincisi ise “Bu planı hazırlayacak, yürütecek, örgütleyecek ve bütün ilişkileri çözecek bir tane örgüt lazım”. TRAKAP bu düşünceler ışığında kuruldu ve bir tane plan ortaya çıktı. Bizim hikayemiz 2004 yılında böyle başladı. 2005 yılında Edirne’de bir sempozyum yaptık. Bu sempozyumda talebimiz şuydu: “Ey Trakya Üniversitesi, yaptığın planı, katılım noktasında planın içeriğini aktarmak noktasında zaafların var” ayrıca belediyelere yönelikte taleplerimiz oldu Fakat plan yapıldıktan sonra şununla karşılaşmaya başladık: Bölgesel, nitelikli bir plan var ama bu planlama sürecinde bizim belediyelerimizin ve hatta kamu kuruluşlarımızın bir kısmı para istediler. Trakya Üniversitesinden arkadaşlar ya da planı yapan öğretim üyeleri olsa o süreci sizlere anlatırlardı. Belediyeler işin dışında duruyor ve gerçekten sadece aşağıdan yukarıya bir biçimde zorlukla yapılıyor bütün bunlar. Bu zorluklara rağmen Trakya Üniversitesinin o noktada zaafı var. Trakya Üniversitesine, “Gel, bu zaafı aşalım” dedik. 2005’in sonunda vardığımız yer burasıydı. Belediyeler bu sürecin içerisinde plana karşı. “Bu plan bizim gelişmemizi engelliyor” demeye başlamışlardı. Çünkü planın kısıtları vardı ve dışlanarak, planı eleştirel temelde muhtemelen uygulamaya almak; hayata geçmesi noktasında, ne yapılır noktasında, nasıl delinir noktasında problemler çıkmaya başlamıştı. Öbür taraftan plan böyle gidiyor; ama Trakya’da birtakım şeylerin değişmesi lazım. Ne yapılıyor? Plan notları gelmeye başladı Çevre Bakanlığından sürekli, planın kendisini, özelliklerinin tümünü delecek plan notları çıkmaya başladı. Rize Çimento Fabrikaları, çeşitli yerlerdeki sanayi kuruluşlarının izinleri ve benzeri şeyler, plan notları ile delinmeye başladı. Plan notları ile delinmeler başlarken, birden İstanbul Çevre Düzeni Planı yapılmaya başlandı. İstanbul Çevre Düzeni Planı ile birlikte de Trakya’nın o dönemki kapsamda planlanması, bu planın kendisinin revize edilmesi gündeme geldi. Yine bilgi olsun diye söylüyorum; ilk başta bu tartışmalara başlarken, Trakya’da yapılmış bir 1/100000’lik Çevre Düzeni Planı var. “Yahu, 1/250000’lik plan yapın” diyorlar. 1/250000’lik planı neden yapacağız; 1/100000’likleri var bunun. Bu fikrin kendisinin çok akılcı olmadığı görüldü. 1/250000’lik bir plan yapılacak, ama ne olacak? Bu terk edildi. Daha sonra “1/25000’likleri yapalım” denildi. “1/25000’likleri yapalım” derken de söylenen, “1/100000’likleri baştan revize edelim, sonra da bu revizyona bağlı olarak da 1/25000’likleri yapalım” idi. Biz, Trakya Üniversitesinin yaptığı plan için, “Siz bunu insanlara anlatmadınız, nasıl bir çerçeve çiziyorsunuz söyleyemediniz” dedik. Mesela, hiç kimse o planda Keşan’a gelip, “Keşan, ben 11

bu planda senin geleceğini böyle planlıyorum -o plan kendi içerisinde 2020 yılını hedef alıyor- 2020 yılında senin nüfusunu minimum 45.000, maksimum 60.000 görüyorum. Buna bağlı olarak birtakım değerler buluyorum. Konut alanları böyle olacak, Enez ve benzeri böyle olacak” demedi. Turizmin dışında, mesela buradaki büyük olanaklardan biri yine rüzgar enerjisidir. Bu enerji potansiyel olarak duruyor. Keşan’da yaptığımız toplantıda “Bunları yapalım ve planı kamusal bir belgeye dönüştürelim” dedik. Plana ilişkin olarak, kamusal belgeye ve Saros Körfezi’ne ilişkin olarak da söyleyebileceğim iki tane temel konudan biri bu. Bir, ne olacağını insanların bilmesini sağlamak, süreci örgütletmek, o planın kendisini kamusal bir belgeye dönüştürmek. Kamusal belge ne demek; arkasında insanların neden durduğunu, onun neden öyle olduğunu bildiği ve bu bilgiye sahip olduğu, bu bilginin sadece üç-beş kişinin bilgisi dahilinde kalmamasının sağladığı bir genel belge. Bir, planlama sürecinin kendisindeki temel ölçütlerden biri, kamusal bir belgeye danışmasını sağlamaktır; iki, planın kendisini uygulamak içindir. Planın kendisi eğer raflarda kalacaksa, planların hiçbiri uygulanmayacaksa, bunların hiçbir anlamı yoktur. Üç; İlgili tüm kesimlerin, örgütlü tüm kesimlerin ve halkın kendisinin sürece katılmasını sağlamaktır. Saros’un içersinde de, Keşan’a ilişkin olarak da böyle bir planlama süreci sağlanabilirse, bu işin kendisi bir anlam taşır ve sonuçlarına varılır. Trakya’ya ilişkin olarak 1994’ten başlayıp -bu özet kısmına geçmeden önce şunu da toparlayayım- birden şununla karşılaştık: İstanbul 1/25000’leri yapacak. 1/25000’leri yapacakken dedik ki, “Arkadaşlar, biz sizin Trakya’ya ilişkin olarak yapmaya çalıştığınız şeyin ne olduğunu biliyoruz; sanayiyi Trakya’ya götürmeye çalışıyorsunuz. Göreceksiniz, biz bunun karşısına çıkacağız. Bunu yapamazsınız.” Onlar -benim yüzüme söylenen bir şeydir“İstanbul için bazı şeyleri ne yazık ki feda edeceğiz” dediler. O toplantıda şunu söylemiştim: “Trakya dediğiniz önemsiz bir yer değil. Trakya halkı bu konuda kendi bilgisine, bilincine sahip ve örgütlenerek karşınıza çıkar.” Ondan sonraki süreçte, 2007’ye geldiğimizde bu 1/25000’liklere ilişkin anlaşmalar yapıldı. 1/25000’liklerle beraber İMP Trakya’daki sır perdesini terk etti. İMP dedi ki, “Ben, Trakya’da 100 tane toplantı yapacağım.” Keşan toplantısı da, Edirne toplantısı da, bütün bu toplantılar o plana bağlı olarak yapılan toplantılardır. Ama şimdi mantık olarak baktığınızda, “ Trakya, Ergene Havzası Çevre Yönetimi Planı korumacı bir plandır. Biz bunun her türlüsüne saygılıyız. Çok güzel bir plan yapmışsınız...” falan filan. MÜCELLA YAPICI- Elimde 1/25000 raporum var. DİNÇER METE- “Biz bu planı bozmayacağız, biz bu plana saygılıyız, ama 1/25000’likleri yapacağız ve revizyonları yapacağız.” İyi, güzel, revizyonları yapacaksanız da… 12

MÜCELLA YAPICI- Pardon, bu ne zamanki bilgi? DİNÇER METE- Trakya’da şu an bütün toplantılarda bunu söylüyorlar. MÜCELLA YAPICI- Halen bunu mu diyorlar? DİNÇER METE- Evet, “Bizim Ergene Havzası Çevre Düzeni Planı ile ilgili problemimiz yoktur. Bu planın ana ilkelerine sadığız. 1/25000 planlarını yapacağız” diyorlar. Şimdi yapılan şey şu: Tek tek, “Ne yapacaksınız, nasıl bir Keşan istiyorsunuz?” diye muhakkak sormuşlardır. Ben, Kırklareli’ne sorduklarını biliyorum. Kırklareli nüfusu 40.000 kişidir. Kırklareli’ne söyledikleri şudur: “300.000 kişilik bir Kırklareli’ni hayal ediyor musunuz?” Keşan için kaç kişilik bir projeksiyonda bulundular o toplantıda, kaç kişi çıktı, bilmiyorum; ama yapılmaya çalışılan şey, Trakya’nın kendisinde bu sanayileşme ve planlama eğilimleri üst üste getirerek, İstanbul’un problemlerine de çözüm bulmayı sağlamak ve aynı zamanda bu planların 1/25000’liklerini de iş olarak yapmaktır. 100 tane toplantıda, her bir yerde bu halkın taleplerini almayı ve bu plana sadık kalacaklarını söyleyip, böyle bir çerçevede yeni bir plan etki ettirmeye çalışıyorlar. Ne yapmak gerekir? Bu plana sadık kalırlarsa ve 1/25000’likleri yaparlarsa karşı çıkmak mı gerekir; hayır. Ne kadar güzel, yapsınlar. Edirne’nin sonuç bildirgesinde yazan şeylerden biri de budur. 13 Martta Edirne’de bütün herkesin katıldığı, herkesin düzenleyicisi olduğu herkes derken, odalar, Üniversite, Valilik, Ticaret ve Sanayi Odası, bunların tümünün katıldığı- bir toplantıda, yine İMP’nin kendisi dahil hepsinin katıldığı bir toplantıda şunu tartıştık: Evet, 1/25000’likleri, teknik bir plansa bu, bu işin teknik boyutunu aşmak adına yapın. Bunun teknik boyutu neyse zaten birilerine ihale edilecek. Bu bir şirket olarak İMP ile de yapılabilir, dört mühendisle de yapılabilir. Eğer planın teknik kısmını yapmaksa, ne kadar güzel, yapın; ama amaç bu değilse o zaman durum başka. Bizim kendi geleceğimize ilişkin olarak, 1990’larla beraber başlayan -bunu da sadece Makine Mühendisleri Odası başladı diye söylemiyorum- o 4. Sempozyuma ilişkin, Trakya’daki, şurada sayılan toplantıların hepsi bu işin köşe taşlarıdır. Panel ve benzerlerini katmıyorum. Trakya’nın kendisinin aşağıdan yukarıya kendi geleceğine sahip çıkarak, “Ben Trakya’da şu koşullarda yaşamak istiyorum” dediği bir noktaydı. Türkiye’de ilk defa, hem aşağıdan yukarıya olması anlamında, hem bir havza planı olması anlamında, hem de korumacı olması anlamında önemlidir. Trakya’da tarım toprakları var. Zaten Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı arkadaşım tarım topraklarının çevre düzeni planı üzerindeki ilişkilerini gösterecek. Trakya’nın %75 tarım toprağı var. Küresel ısınma diyoruz, susuzluk diyoruz. Bunlarla ilişkileri de muhakkak anlatacak. Onun için, tekrar 13

olmasın diye girmeyeceğim bu konulara. Ama Korumacı olması anlamında bir; Trakya’nın tarım toprakları korunacak. Korumacı mı; evet, korumacı olacak. Bunu bir makine mühendisi olarak, sanayide çalışan bir makine mühendisi olarak söylüyorum. İki, su; ama ne yazık ki Trakya’nın suyu bitti, Var dediğiniz su yok. Yeraltı suları ne yazık ki kirlenmeye başladı. Üç, Ergene Nehri’ni zaten görüyoruz. Ergene Nehri sivilleştirildi. Hem suyumuz bitti, hem çevre kirliliği var; ama Ergene Nehri aynı zamanda bizim tarımımızdır. Bu üçünü çözmeyi, bu üçünü bütün tartışmaların ve bütün planlamaların tartışılabilir olmasından çıkaran, dışında tutan her şeyi buna tabi kıldığın bir biçime getirebilirsin. 2020 yılında Keşan kaç kişi olacak? 2020 dediğiniz 13 sene sonrası. Avrupa Birliğine o dönemlerde girmiş olacağız. Çevre Düzeni Planı bu dönemi planlıyordu; ama ne olacağımızı bildiğimiz bir süreci yaşayabilirsek, biz bunu başarabiliriz. Trakya bu anlamıyla da tek bir örnek. Ergene Havzası Çevre Yönetim Planı korumacı bir plandır; ekolojik dengeleri gözetir, korur. Kendi içerisinde eksiklikleri vardır, giderilmesi gerekir. Ben bunu Trakya Üniversitesinden Keşan’da yaptığımız başka bir toplantıda istemiştim, tekrar talep ediyorum. Evet, kendi yaptığınız Çevre Yönetim Planının, yani Trakya Üniversitesinin yaptığı Çevre Yönetim Planının buraya ilişkin olarak çizdiği gelecek nedir? Bunu bilebilir duruma gelmemiz gerekiyor. Son bir şey, onu üç tane ille bağlamıştım, “Trakya’da üç ili birden kabul edin ne olur” diye. Bu da sonradan çıktı. Bölgesel kalkınma ajansları var. Türkiye 26–27 taneye bölündü ya, ama 26–27 taneden bir tanesi üç il bir arada olarak, Trakya. Bölgesel kalkınma ajanslarının bir parçası olarak çevre düzeni planı buna da hizmet eder. Yapacağınız şey şudur: Kendi bölgenizi küresel sermayeye açmak için, rekabette onu üstün kılmak için elinizden gelen her şeyi yapın. Trakya’nın Korunma Planının tam tersine, biz burada bir hayatı örgütlemeye çalışırken, o konuda rekabetçi olacak her şeyi yapın, alanlarınızı açın ve kendinizi, “Buraya insanların yatırım yapmasını sağlayın” felsefesine adayın. Bölgesel kalkınma ajansları ile bizim kaderimiz üst üste çakışınca da böyle olumlu bir ortam ortaya çıktı. Şu an kritik bir eşikteyiz Trakya olarak. Ya hakikaten şimdiye kadar var olan bütün birikimimize sahip çıkarak yürüyeceğiz ve geleceği planlayacağız ya da bu saldırının tahakkümü altında kalacağız. Ben şuna inanıyorum: Trakya bunun altından kalkar. Teşekkür ediyorum. PANEL YÖNETİCİSİ- Biz teşekkür ediyoruz. Şimdi, İstanbul Metropoliten Planlama Merkezinde çalışan, şu anda kamuda çalışan bir arkadaşımızı, ziraat mühendisi bir arkadaşımızı, planlamada çalışan 14

bir arkadaşımızı, bilhassa tarım arazilerinin korunarak planların nasıl hazırlanacağı konusunda konuşma yapmak üzere davet ediyorum. Birinci bölümde Trakya’da nasıl bir planlama düşünülüyor, düşünüldü, planlama ilkelerinin ne olması gerektiği, nasıl yapıldığı konusunda bir sunum dinledik. Buyurun Sayın Atalık. AHMET ATALIK (TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı)- Hepinize iyi günler diliyorum arkadaşlar. Ben, aynı zamanda bir devlet memuruyum ve meslek odaları kapsamında da şube başkanı olarak seçilmiş bir insanım. İstanbul Metropoliten Yönetimine de, Metropoliten Planlama Merkezi yöneticilerine de, çalıştığım Büyükşehir Belediyesi İmar Müdürlüğüne de, Şehir Planlama Müdürlüğüne de şunu söylemiştim: “Benim seçilmiş bir kişiliğim de var; beni kontrol mühendisi yapmayın pişman olabilirsiniz” demiştim. “Yok, bilakis çok daha iyi olur” dediler. “Peki, siz bilirsiniz” dedim. Gerçi şu vicdan azabıyla da baş başa kaldım: Devlet memurusunuz, bir iş yapıyorsunuz, maaş alıyorsunuz ve aynı zamanda o yaptığınız işi delil olarak kullanarak dava açıyorsunuz. İstanbul 1/100000’lik Planına dava açtık. Ben bu planın kontrol mühendisi değilim, 25000’liğin kontrol mühendisiyim. Dava açtık ve o davadaki bazı kısımları size aktaracağım ki, buraların planlanmasında göz önünde bulundurulması gereken noktalar buradan zaten çıkacak. Bu planlamanın baş yürütücüsü Sayın Kadir Topbaş’ın bir numaralı danışmanı Hüseyin Kaptan, belki birçoğunuzun arkadaşıdır. Belki de biliyorsunuzdur planı, bilmeyenler için birkaç önemli noktasını aktarıyorum. Kısaca, geçmişten günümüze birçok düzensizlik nedeniyle, sağlıksız bir kent, plansız bir kent ortaya çıktı. Bu kapsamda da, “Ormanlar, yeraltı kaynakları, tarım toprakları, su havzaları işgal edildi, tahrip edildi, jeolojik sakıncalı alanlara yerleşildi” diye güzel bir tabirle başlıyor bu çalışma. Şimdi böyle bir tabiri gördüğünüzde, çalışmanın gerisinin de iyi olması gerektiğini düşünüyorsunuz otomatikman. Ama şunları da söyleyeyim: Orada birtakım insanlar, genç arkadaşlarımız ve birtakım hocalarımız çalışıyorlar ve birçoğu iyi yönde iş üretiyorlar; ama ortaya çıkan çevre düzeni planında o çalışmalar pek göz önüne alınmıyor, göz önüne alınmadan yapılıyor. Devlete bazı görevler yüklemiş Anayasa; toprağın verimli olarak korunması ve işletilmesi gibi. Bakıyoruz plana, hemen Şile- Ağva’nın altında fındıklık araziler ve mera arazisi üzerinde üniversite ve teknoloji geliştirme parkı kurguladılar. Yine Anayasamız, çayır ve meraların korunması, amaç dışı kullanılmaması, tahribinin önlenmesi, aynı zamanda tarım arazilerinin de korunmasını devlete yüklüyor. Toprak Koruma Yasası çıktı geçen sene. Hukukçuları da var; bunları 15

sunuyor kendilerine. “Mutlak tarım arazileri, dikili tarım arazileri korunmalı” diyor, ama teknoloji geliştirme parkını ve üniversiteyi bunlara rağmen fındıklık araziler ve mera arazisi üzerine kurma cesareti gösteriyor. Orada çalışan birçok hocamızdan da, “Biz en iyisini yaparız, biz en güzelini yaparız, bundan daha mükemmelini kimse yapamaz” sözlerini de bizzat orada kendi kulaklarımla duydum. İstanbul’un sol tarafına bakalım. Orada bir Değirmenköy sulama göleti var. Toprak sulama göletlerinin hemen hemen en büyüklerinden bir tanesi. Hemen onun kenarında, Tekirdağ sınırında lojistik bölge yerleştirildi. Bu sulama sahasının da içerisine giriyordu, “Yahu, sulama sahasının bari içerisine sokmayın, dışında kalsın” demişler. Biz demedik; çünkü biz bu lojistik alana da itiraz ettik, çünkü mutlak tarım arazilerinin üzerine planlanmış bir saha ve çalışma alanları -E5 boyunca, o kareli gördüğünüz konan yerlerde- yine mutlak tarım arazileri üzerinde. Silivri civarına bakarsak, Silivri civarında da yine hastane ve üniversitelerin – ki, İstanbul’daki hastanelerin dışarı çıkartılması gibi bir proje de var- yine mutlak tarım arazileri üzerinde kurulu olduğunu görüyoruz. İstanbul’u tarım arazisi açısından düşünürsek de arkadaşlar, bu mutlak tarım arazileri tüm araziler içerisinde o kadar az bir yer tutuyor ki, bu planlamaların da hepsi onların üstünde. Yine Değirmenköy göletinin üst kısımlarına baktığımızda, üniversite, hastanelerin o alanlarda, su toplama havzalarında yerleştiğini görüyoruz. Bu İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi için, demin, “Bir şirket” denilir gibi oldu arkadaşlarım tarafından; ama şirket değil orası, kamu kurumu da değil. Belediye Başkanının Başdanışmanına, “Böyle bir yer oluşturun, orada çalıştırın” demesiyle kurulmuş bir yer. Ne kamu kurumu, ne tam bir şirket, hukuki durumu belli değil. 8 oda dava açtık, bir sorumlusu da hukuki durumu yönünde davalarda. MÜCELLA YAPICI- Taşeron şirket. Onu -yanıltmayalım da- ben anlatırım. AHMET ATALIK- Bir taşın içersinde kurulmuş proje merkezi. MÜCELLA YAPICI - Evet, taşeron; ama şirket. AHMET ATALIK- “Su havzalarını koruyacağız” dediler. Su havzaları içerisinde de günün popüler söylemi, ekolojik tarım ve turizm alanı. Su havzasının içerisine turizm koysa tepki çekecek; ama önüne bir ekolojik tarım koyarak, arkasına turizm alanını ekleyerek, su havzalarını da böyle değerlendirme yoluna gitmiş vaziyetteler. 16

Yine Küçükçekmece Gölü’nün hemen üstüne bakalım. Biraz önce Dinçer arkadaşım “Korumacı bir plan, koruyacağız, söz veriyoruz” demişti. Doğal Hayatı Koruma Derneği, İstanbul Eczacılık’ın Herbaryumu, Fauna ve Flora International’ın ortak çalışmasında ekolojik yönden korunması gereken 10 önemli alan içerisinde bir alanı, Sazlıdere Barajı ile Küçükçekmece arasında kalan o sarı bölgeyi, konut alanı yapmış durumdalar. Yine Büyükşehir Belediye Yasası var, “Anayasa, Toprak Yasası bizi ilgilendirmez” diyebilirler ya da Mera Yasası da meraların korunmasını gerektirir, zorunlu kılar. Ama kendi tabii oldukları Büyükşehir Belediye Yasası da tarım alanlarının, çevrenin, su havzalarının korunması görevini belediyeye yüklemiştir. İstanbul’un nüfusuna 12 milyon diyorlar. 15 milyon aslında giren çıkanla birlikte ve önümüzdeki süreçte de 22 milyona ulaşacağı kendi projeksiyonlarında tahmin ediliyor. Şimdi Türkiye’ye baktığımızda -oradan sizin Trakya’ya geleceğiz- 70 ya da biraz üzerinde, 70–73 milyon arası. Ki, en son açıklanan rakamlarda- 68 milyon bir nüfusa sahibiz ve nüfusumuzun her 6 kişisinden biri İstanbul’da yaşıyor. Bir kısım insanlar gelirken, yarısı kadar insanlar İstanbul’u terk ediyorlar. İstanbul bir kargaşa yumağı ve İstanbul’un çevresinde olmak da artık tehlikeli bir hal almaya başladı. Düzce’den Trakya dahil tüm alanı bu İstanbul Metropoliten Planlama Merkezi planlamaya çalışıyor. Marmara Denizi’nin altındaki illeri de dahil, Marmara’nın tamamının planını yapmaya çalışıyor. Çünkü herkes İstanbul’a geliyor ve oradan dağıtıma tabi tutulacak. Kaldı ki, Anayasamızın 166. Maddesi var; o da kabaca der ki, “Tarımın ve sanayinin ülke genelinde dengeli yayılması gerekiyor.” İnsanların ülke genelinde dengeli dağıtılmasını öngören bir madde; fakat bunu başaramıyor o Anayasa Maddesi. Çünkü izlenen tarım politikaları ortadadır. 1980- 2004 yılları arasında tarımdan bir milyon kişi koparken, 2004- 2005 yılları arasında 1,4 milyon kişi sadece bir yılda koptu. Hızlı bir kopuş söz konusudur. Çiftçisellik alanının güzel bir çalışması var; her 50 saniyede bir çiftçi iflas ediyor. İflas eden çiftçi orada artık kalamıyor, bir umutla büyük şehirlere doğru yola çıkıyor. Son 5 yılda da kabaca tarımdan 1,8 milyon kişi ayrılmış. Ayrılmadı aslında, tarım politikaları neticesinde kovuldu. Şehir planlamacısı arkadaşlar, Mimar Sinan Üniversitesinde her yıl etkinlikler yapıyorlar. 4-5 yıl önceki kent çeperlerinin planlanmasıydı. Gelen nüfusun gecekondulaşmasına yetişemeden, sadece onların bulundukları yeri revize etmek şeklinde bir planlama yapılabiliyor ne yazık ki. Çünkü tüm Anadolu İstanbul’a doğru hareket ediyor. Biz de böyleyken -Avrupa Birliğine girmeye çalışıyoruz ya- Avrupa Birliğinin kırsalı nasıl? İstatistiklere baktığımızda bugün nüfusumuzun %33’ü kırsal alanda yaşıyor. 2007 yılı başında Avrupa Biriliğine girmiş Romanya’da kırsal 17

alanda yaşayan nüfus %46, Portekiz’de %45; Yunanistan, Polonya ve Finlandiya’da %38; Macaristan’da %35 halk kırsalda yaşıyor, İsviçre ve İtalya’da %33, bizimle aynı. Fransa ve İspanya’da biraz düşüyor; %23. Kırsal alanlara önem veriyor ve halkını orada tutmak için gerekli düzenlemeleri, yardımları yapıyor. Bizde de tam tersi, kovuluyor. Kovulanlar kentlere, büyük kentlere doğru yola çıkıyor. Trakya kapsamına kırsal alanda yaşayanlara bakacak olursak, en düşük olan Tekirdağ’da %37 halk kırsal kesimde yaşıyor. Bu Kırklareli’nde %42, Edirne’de %43. Eğer Trakya’da bir plan yapılacaksa -ki yapıldı, tekrar yapılacak- bu durumun göz önüne alınarak yapılması gerekiyor. Yine tanık olduğum bir olayı söyleyeyim size. Mart ayında İstanbul’da yapılmış olan bir toplantıda, İstanbul Metropoliten Planlama Merkezinden bir arkadaşımız, bu yaptıkları planın güzel yönlerini anlatmak üzere gelmişti. Şöyle bir tabir kullandı: “Trakya’nın planları çok tarım ağırlıklı, çok koruyucu bir plan. İstanbul’un durumunu hiç düşünmeden yapılmış bir plan.” Gerisinin yorumunu siz nasıl yaparsanız yapın! Göçe dayalı oluşan kentler sağlıksız kentler. İstanbul bunu yaşıyor, kavruluyor şu anda. Neden sağlıksız kentler oluyorlar? Bilim Teknik dergisinde de yayınlanmıştı, sanırım eylül ya da ekim ayında. Mimarların web sitelerinde okumuştum ben o makaleyi. Eğer bir kentte yeterli yeşil alanlarını bırakmazsanız, havalandırma koridorlarını koymazsanız - siz daha iyi bilirsiniz o kısımları, ben fazla bilmiyorum- yani kent gibi bir kent yapmazsanız, gündüzleri kırsalına göre 10C, geceleri 6 0C daha sıcak oluyor. İstanbul’un Sultanbeyli bölgesinin termal görüntüleri var uydudan çekilmiş, üzeri kıpkırmızı arkadaşlar. Neden? Her yer beton, güneş ışıklarını emiyor, geceleri özellikle tekrar geriye bırakıyor. Damları yok, beton kaliteleri güzel değil ve tam sıcak bir kent oluşturmak için ne gerekiyorsa her şeyi yapmışlar. Bulunduğum birçok toplantıda, İstanbul Metropoliten Merkezinde -artık girmiyorum o toplantılara da- “İstanbul Planında 2B’leri nasıl planlayabiliriz, nasıl aşabiliriz?” gibi konular ele alındı. Ormandan birçok kişi getirildi, “Bize yol gösterin, buraları nasıl planlayacağız?” diye. Ama bir türlü bir şeye kanaat getiremediler ve 2B diye bıraktılar. Yine şehir plancıları arkadaşlardan öğrendiğime göre, bu planda 2B diye bırakılmazmış. Onu da yaptılar. Halbuki küresel ısınma diyoruz, havaların sıcaklığını görüyoruz ki, o da tartışmalı bir kavram, küresel ısınma ya da dünyanın normal döngüsü. Ama gerçek olan şu: Bir ısınma mevcut. Sera gazları doğal olarak da atmosfere dahil oluyorlar ve bunların artması dünyanın sıcaklaşmasına neden oluyor. Bunların yutak alanları, bunları atmosferden çekerek, kendisine bağlayarak, daha yaşanabilir sıcaklık oluşturan mekanizmalar nereler? Ormanlar, meralar ve tarım arazileri ve onları biz hızla yok ediyoruz. Bakın, dediğim gibi, planlamalarda dikkat 18

edilmezse, işte İstanbul’un durumu. Bu, 12 Temmuz, iki gün önceki verileri. Hâlâ barajın doluluk oranları -günsel gösterim bu- düşüyor. Yağan yağmurun barajlara hiçbir faydası olmuyor; çünkü artık su toplama havzası kalmamış, her taraf beton, toprağın içerisine sızamıyor. Ormanlar, meralar suları filtre edip su kaynaklarını zenginleştiren mekanizmalardır. Bunlar -Acar Kent’in üzerine kurulması gibi- yok edildiğinden dolayı, herhalde bizim İstanbul’daki yağan yağmurların tek etkisi, barajın üzerine düştüğünde kaç litre faydası oluyorsa ya da ona gelen derenin üzerine düşerse o kadar. MÜCELLA YAPICI– Dere varsa. AHMET ATALIK- O da temiz dere kaldıysa tabii. Ama havzaları kalmadığından, işgal edildiğinden, artık bizim barajlarımızın su seviyesi yağmur yağsa da düşüyor. İSKİ’nin web sitesinden sürekli izliyorum. Yine yıllara göre baktığımızda, Mayıs 2006’ya göre, Mayıs 2007 nerdeyse yarısından daha az. Yine 10 yıllık veriye baktığımızda, 1998 de çok kurak bir yıldı, ama 2007 neredeyse onun 1/3’ü kadar doluluk oranları vardı barajların. Planlarınıza sahip çıkıp dikkat etmezseniz, siz de bu sorunları yaşayacaksınız. Bu da Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğünün kuraklık haritası. Burada Marmara Bölgesine, Trakya’ya, İstanbul civarına baktığımızda -yeşil yerler bir nebze nemli, kuraklıktan az etkilenen yerler, kahverengi ve çeşitli tonları da kuraklığım şiddetini gösteren renkler- kurak bir bölge üzerinde de bulunduğumuzu görüyoruz. Kuraklığı aşabilmemiz için su kaynaklarına ve onları besleyen mekanizmaların korunmasına ihtiyacımız var. İstanbul bunu yapmadı. Trakya’nın suyunu almaya çalışıyor. Düzce, Melen’ in suyunu almaya çalışıyor ve nüfusunu da buralara yaymaya çalışıyor. Onun suyunu alacaksın, sanayini oralara atacaksın –ki, Çorlu’dan 300 metreler civarına düştü yeraltı suları- hem kaynaklarını kendine yönelteceksin, hem de nüfus ve sanayiyi etrafa yayacaksın. Burada gözünüzü açmanız gerekiyor. Ben, İstanbul’da üzerime düşen görevi yapıp, “Yürütmeyi durdurma kararı çıktığını” söylüyorum. İstanbul Metropoliten Planlama hemen revizyonlara başladılar. Çok büyük değişiklikler yapıyorlarmış. Bana da gülerek söyledikleri, “Çok şaşıracaksınız” oldu. İyi, şaşıralım. Sizlere tavsiyem, ormanınıza, toprağınıza, meranıza ve suyunuza bu kısaca anlattıklarım çerçevesinde sahip çıkmanız. Koruyucu planınızdan ödün vermemeniz gerekiyor. Teşekkür ederim. PANEL YÖNETİCİSİ- Biz teşekkür ediyoruz. Bu planlama sürecinde, İstanbul’da da yapılan 100000’liklere, İstanbul’da yapılan 100000’liklerin bilhassa Trakya, Bursa, Sakarya, Kocaeli üzerindeki baskıları konusunda Türk Mimar Mühendisleri Odaları bileşenleri olarak dava 19

açıldı. Dava süreçlerinin nasıl başladığı, nasıl ilerlediği, bu süreçlerin nasıl takip edilmesi gerektiği konusunda Mücella hanım şimdi bizlere bilgi verecek. Buyurun Mücella Hanım. MÜCELLA YAPICI (TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri)- Merhaba arkadaşlar. Şu anda belki de en önemli görevlerimden biri, TMMOB İstanbul Kent Sempozyumu Sekreteri ve Yürütme Kurulu Üyesiyim. Arkadaşlarımız da Yürütme Kurulu üyesi. Onun için, biraz daha olaylara tepeden bakma hakkına da sahibiz diye düşünüyorum. Dikkat ettiniz mi hepimizin konuşmalarına; bir kentten, bir kişi olarak bahsediyoruz. İstanbul diye bir şey var, çok kötü bir şey İstanbul; oraya buraya saldırıyor, suyunu bitiyor, harcıyor, gidiyor Trakya’ya ya da Kocaeli’ne. Aslında şöyle bir düşünse, bu bir kent, bu bir yaşam alanı ve dünyanın belki de ilk metropoliten yerleşmelerinden biri. 2700 yıllık bilinen tarihi var ve sadece bize ait de değil, bir dünya mirası. Ben, doğma büyüme, yedi sülale İstanbulluyum; ama kendime İstanbul diyemiyorum, buraya da İstanbul diyemiyorum. Bu gördüğümüz amorf şey İstanbul değil ya da İstanbul’un verdiği kararlar değil bunlar. Burada esas yok edilen, gerçekten Türkiye’deki bütün doğal, tarihi, kültürel, her türlü emek değeri gibi kaybedilen, çok önemli, dünyanın en eski ve en değerli kentlerinden biri; İstanbul o, burada konuştuğumuz şey. Dilimizi de düzeltmek lazım; çünkü kavramlar çok önemli. Biz kavramlar dolayısıyla şartlanıyoruz ve konuşmalarımız aslında tam da yeni kentsel politikaların ya da ekonomik politikaların istediği gibi. Kentleri birbirine yarıştırarak, kentlerin birbirine karşı geçişimlerini kapatarak tam da yapılmak istendiği gibi, birbirlerine karşı bazen gardını almak, bazen de idareleri -esas olarak kamu idarelerini- bu konuda diğer kentin fırsatlarından yararlanmak için kendi doğal alanlarından, kaynaklarından, varlıklarından ödün vermeye götürmek. Arkadaşlarımız konuşurken birkaç konuya takıldım. Detayları aşağı yukarı verdiler, aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum. Trakya Planı yapılmışken, bir havza planı, koruma planı varken, İstanbul için yıllardır yapılan 1/50000. Aslında metropoliten alan planının ölçeği 1/50000’dir ve o da il ölçeğidir. Belediye denetiminde olduğu için İstanbul metropoliten alan planları –ki, doğrusu da budur- bir, metropoliten alandaki bütün hizmetleri, nüfusu, geleceği gördüğünüz plandır ve belediye sınırları içinde yapılır. Bu safha başlamadan çok alelacele Belediyeler Kanununda yapılan bir değişiklikle, belediye sınırları ile il sınırları çakıştırıldı ve İstanbul 1/100000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı her türlü denetimden kaçırıldığı gibi, İstanbul İl Genel Meclisinin de denetiminden kaçırıldı. İki: İstanbul’un plan 20

yapma yetkisinde olan asıl kuruluş İstanbul Büyükşehir Belediyesidir. Neden öyledir; 1/100000 -ben bu arada bizim davanın başlangıç sürecini de anlatmış oluyorum- Çevre düzeni planı yapma yetkisi verilmiştir. Çevre Bakanlığı bir şekilde hepimizin de, “Allah Allah, ne oldu?” dediğimiz bir şekilde, Belediye Başkanlığına 1/100000 çevre planı yapma yetkisini devretmiştir, sözleşme yapılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çevre Bakanlığı adına İstanbul’un çevre planını yapmakla görevlendirilmiştir. O arada, o görev verildiğinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu işi üç tane üniversiteyi çağırarak -sanıyorum Mimar Sinan, Yıldız Teknik Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesibunlara bir görev vermiştir. Aslında çevre düzeni derken, çevreyi daha koruyacak, çevre değerlerinin gelişme ile arasındaki dengeyi bulacak gibi kavramlar aklınıza geliyor. Ama bizim İstanbul Çevre Düzeni Planı, sizin Trakya Çevre Düzeni Planından farklı olarak –ki, sizin üzerinize gelinme nedeni budur- yeni dünya düzeninin kentsel ekonomiden anladığı, bir kentin yeniden ekmeğini nereden kazanacağı konusundaki yeni dünyanın oluşumuna bakarak, yeni bir işlev yüklenmesidir. En önemli nedeni budur ve bu işlev gerçekten çok tartışılması gereken, sadece Marmara Bölgesinde Trakya ile İstanbul’un değil; bütün Türkiye’nin oturup birlikte tartışması gereken ve esas olarak Türkiye’nin kalkınma politikasına bağlı olarak tartışılması gereken bir durumdur. Gerçekten 1980’lere ya da 1990’lara kadar bu böyle olmuştur. Devlet Planlama Teşkilatı ülkenin stratejik kalkınma planlarını yapar biliyorsunuz; 1. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı gibi. Ama 8. Beş yıllık Kalkınma Planı ile 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı artık ülke çapında bölgeler arası eşitsizliği gözeten, varlıkların dönüşümünü, korunmasını sağlayan; hani “Tasada bir, kıvançta bir, bölünmez bir bütünüz” diye güzel bir lafı vardı Cumhuriyet kurucularının; onu sağlayacak; Türkiye’deki üretilen her şeyin hakça paylaşılmasını sağlamak için, istihdamı planlamak için esas yapılacak, şu anda çevre düzeni planlarına yüklenen kurum, Devlet Planlama Teşkilatıdır. Devlet Planlama Teşkilatı iğdiş edilmiştir, Devlet Planlama Teşkilatının görevleri ortada kalmıştır ve bu görevlerin üstlenileceği bir idare, bir merkez lazımdır. Bugün İMP esas olarak Marmara Bölgesi’ndeki DPT’nin işlevini yüklenmiştir. Bu işlev, şu anda ortaya çıkmayan, ama İstanbul’un 1/25000 ölçekli planlarının hazırlanmasıdır -bakın 50000’i atlıyorum- Bu çok önemli. Halbuki çevre düzeni planı başka bir şeydir, arsa planı başka bir şeydir. Kente dair kararları verirken siz özellikle 1/50000 ölçekli bir plan verirsiniz, o ölçekteki kararları tartışırsınız. Niçin tartışırsınız? Çünkü bizim planlama hukukumuza göre 1/50000 planlar askıya çıkar. O askı süresinde bir ay onu incelersiniz. İtirazınız varsa yapılır. Sonra 50000’li uygulama yapamazsınız, bu 21

çok önemli. 25000’leri, 5000’leri yaparsınız. Aradan bir şey atlandı farkında mısınız; 50000 atlandı. Alelacele 25000’ler yapılıyor. Nedir bu acele, niye normal süreç devam ettirilmiyor, niye bu planları İMP diye bir kurum yapıyor, hiç düşündünüz mü arkadaşlar? 1 Şubatta Bölge Kalkınma Ajansları Kanunu yürürlüğe girdi. Bölge Kalkınma Ajansları Kanunu yürürlüğe girmeden önce -aslında bizim kamu kurumunda çalışan hocalarımız, müdürlerimizin hepsi bu süreci çok iyi bilir- OECD’ye bu görev verildi. OECD iki sene Türkiye’de çalıştı. En son toplantısına bizi de çağırdılar hasbelkader. Hiç unutmuyorum, İspanyol bir başkanı vardı, oturduk, İstanbul’da daha çevre düzeni planı el altından verilmiş, ama bu kararlar yok, konuşuluyor. Sanayi Odası falan var. “Artık İstanbul’da imalata yönelik sanayi dahi olmayacak” dediler. İstanbul’a gelen göçün önlenmesi, yok desantralizasyon politikaları, yok İstanbul’un kendini ferahlatmak için Trakya üzerine baskısı falan değil bu. Bu cümleyi böyle kurmayalım, bu başka bir şey. Bu Türkiye’nin ekonomik politikalarının dışa bağımlılığının bize yansımaları. Bu yansıma zannetmeyin ki sadece şu anda olmakta, bu yansıma 1950’lerden beri, hatta bütün sanayinin Doğu Marmara’ya yüklenme kararından beri vardır. Yoksa Cumhuriyet Türkiye’sinde demiryolları hamleleri dediğiniz şeyler, demiryollarına bağlı limanlar, bugün teker teker satılan İskenderun’u, Mersin’i kurmazdık. Bunlar, sanayinin Anadolu coğrafyasında dengeli dağılmasına yönelik kararlardı. Ama 1950’lerden sonra gerçekten hızlı ve ithal ikameci bir sanayi ve sanayicinin kısa sürede kar etmesi, nakliyata, pazara çabuk ulaşması adına, devlet oturup çok önemli bir karar aldı. Bu da aradaki ulaşım hizmetlerinin azaltılması ve pazara çabuk açılması adına -çünkü kıyı sever sanayi, sanayici- bütün sanayinin alınıp, çok önemli bir coğrafya olan İstanbul’a ve Marmara’ya yüklenme kararıdır. O karardan sonra zaten göçler, gecekondu -her şey buna bağlı- Marmara’ya yüklenmiştir. Artık önce üreten, sonra bunu pazarlayan sanayi sistemi, endüstri sistemi dünya yüzünden kalkmıştır. Yani Fordizm dediğimiz sanayi sistemi artık dünya yüzünde yoktur. Artık Keynesyen politikalar dediğimiz refah politikaları yoktur. Şimdi artık sanayi ucuz işgücüdür, yani maliyeti çok düşürmek, kârı maksimize etmek üzere örgütlenmektedir ve çok esnektir. Bugün Çin’in durumunu düşünün; bizim bütün yerli üreticilerimiz artık gidip Çin’de fabrika açıyorlar. Yani bizim düşünceye biraz farklı yerden de bakmamız lazım. İşgücünün ucuzluğu üzerinden istediği yere gidip gelmektedir sanayici. Hatta General Motors şunu bile yapabilmektedir: Büyük bir geminin montajını taşıyarak, nerede işgücü ucuzsa orada yapmaktadır. İstanbul’da yaşama maliyetleri inanılmaz yüksek arkadaşlar ve artık İstanbul’daki sosyal problemler, sosyal ayrışma, yoksulluk, sistemin devamını tehdit eder ölçüye varmıştır. Sanayi çekildiği zaman, ama sanayi değdim de şu: Sizin aklınıza eski, fabrikaya bağlı sanayi gelmesin, çünkü yeni sanayi mekanla olan ilişkisini 22

kopartmıştır. Bizim koca koca fabrikalar yok artık, ancak montajını yapabileceği bir takım alanlarda sanayi var. Esas iş, o informal alanlarda yüklediği, yani göçle gelen o nüfusun yüklendiği yaşam alanlarında, ev içinde, atölyelerde, imalathanelerde sürdürülmektedir, küçük küçük fabrikalarda fason olarak sürdürülmektedir. Mesela Adapazarı şu anda depremden sonra kalkınmasını, tekstil sanayinin yan işgücünü; yani fason işgücünü kendine çekerek yapmaya çalışıyor. İnanılmaz ucuz fiyatlarla iş yapıyorlar. Bir başka kölelik sistemi var. Şimdi hal böyle olunca düşünün, dedik ki, arkadaşlarım söyledi, “Türkiye’de üretilen her şeyin %55, ya da %45’i İstanbul’da üretiliyor, ya da pazarlanıyor, tüketiliyor.” AHMET ATALIK- O kapsamda bir şey söyleyeyim arkadaşlar, hem de sen bir su iç Mücella abla. Yine İMP’ deki toplantıda, “İstanbul tarım kenti değildir” denildi arkadaşlar. Ben şunu dedim: “Türkiye’de ‘tarım kenti’ diye bir kent yok zaten, tarım arazileri vardır; adam gibi kullanırsan üretimde kullanırsın, kullanmazsan üzerini ot bürür.” Ama şu son dönem verileri göstermiştir ki, İstanbul, Türkiye’deki 50 tane ilin tarımsal üretiminden daha fazla üretime sahip. MÜCELLA YAPICI- İstanbul dediğimiz zaman, başka bir şehir. Bu İstanbul denilen yer, bu ülkenin midesi, beyni, aklı, fikri, ahlaksızlık odağı, mafyasının merkezi, kara para aklama merkezi. Bu açıdan düşündüğünüz zaman, esas etkileri bu. Türkiye coğrafyası üzerinde de burada yoğunlaşmanın etkisi var. Her neyse. Şu anda İstanbul’un dünya sermayesi için en önemli özelliği, içine biriktirdiği nüfusla birlikte çok önemli bir tüketim merkezi olması. Dünyadaki kentleri babalarının hayrına yarıştırmıyorlar. OECD toplantısında sorduğumuz zaman, “İmalat, İstanbul’un dışına çıkacak, özellikle tekstil” denildiği zaman -bakın buradan da buraya geliyorum; fason tekstil- İstanbul Sanayi Odası ayağa kalktı. “Siz, tekstil sanayini batırıyor musunuz, ne yapıyorsunuz?” dedi. Çünkü bütün yan üretim dalları İstanbul’da. İstanbul’dan bir düğme alacak, onu alacak, bunu alacak. “Hayır” dediler, Ben bunu hatırlattım. İstanbul’da bugün eğer isyan çıkmıyorsa ve yoksulluk çok görünür değilse bazı sebepleri vardır. Şu anda sokakta yatanlar başladı arkadaşlar. Eskiden bizim evsizimiz yoktu ve çok hayret ediyorlardı Türkiye’ye. Buraya gelen Kanada gibi çok gelişmiş ülkelerin insanları, “Nasıl hallettiniz, sokakta yatanınız yok?” diyorlardı. Artık sokakta yatanımız var. Ne yazık ki var, kadınlar da var, artık gece donanımız da var sokakta. Eğer bunlar artmıyorsa, işte o ev içindeki imalat, yani tekstilin, oyuncağın, ayakkabıcılığın dağıttığı işler yüzündendir. Bunu İstanbul’dan çektiğinizde, isyan! Bakın, sanayi, İstanbul’u kirletiyor, İstanbul artık sanayi istemiyor diye kalkmıyor sanayi İstanbul’dan. Kirleteceği kadar kirletmiş, bitmiş. Sanayi, İstanbul’dan Türkiye sanayisizleştirildiği için kalkıyor. Şimdi 23

ben soruyorum: O zaman sanayi ağınız buraya gelecek. Buraya gelecek sanayi de, sizin bildiğiniz sanayi değil. Buraya gelecek sanayi, ya ilik bilmem ne işi için ya da yeni bir sanayi çıkıp gelecek. Bize yapmak istedikleri, bizi ikna etmek istedikleri “Kültür Endüstrileri” dir. Bakın, “endüstri” deniyor artık kültüre ve yaratıcı endüstri var. Ben çok güldüm yaratıcı endüstri gelince. Keşan’a gelir gelmez şuradaki bir sokağınızda kocaman tabela vardı, çok hoştu. “Havai fişek LTD” bilmem ne. Düğünlere havai fişek yapıyor adam. Bunlar kültür endüstrileri artık, yaratıcı endüstriler. İstanbul’da otel yapacaksın, beş yıldızlı oteller. Ha, şu gördüğünüz etaplar, bu ekolojik tarım da farklı bir şey. Bugün 25000 ölçekli bir planı Ahmet sunamaz, ben de size tam sunmayı doğru bulmuyorum. Çünkü bizim de kamu yükümlülüğümüz var, spekülasyonlar da olabilir. Çok alenileştirmeden bir plan kararlarını konuşmak çok da doğru değildir; ama temel ilkelerini konuşuyoruz. O üniversiteler ve hastaneler, kamu üniversite ve hastaneleri değil. Onlar İstanbul için önerilen ve Trakya için devam ettirilecek olan sağlık turizmi, sağlık endüstrisi. Bakın, sanayiler bunlar: Sağlık endüstrisi. Nedir sağlık endüstrisi? Amerika’daki Özal’ların gittiği büyük hastanelerin, Houston Hastanesinin gelip burada bir merkezinin olduğu, ama esas olarak orada dışarıdan gelecek zengin insanlara ya da Türkiye’deki insanlara, orada yer süpürmeden tutun, doktorluğundan tutun -o da yabancı doktorlar- otelcilik hizmetlerinin verileceği bir merkez. Tabipler Birliği ayağa kalktı. Babasının hayrına gelmiyor Meclise bugün Yabancı Hekim Çalıştırma Yasası. Niye geliyor; çünkü artık sanayi yok. Ben onu diyorum, “Keşke gelse de, Trakya’ya gelse.” Yok, bitti. O kadar korkmayın. Başka ne bitti; tarım bitti. O da üst politikalara dayanarak bitti. Şimdi sorun şudur bütün kentler için: Tarım oralarda tamamen bittiği için, Diyarbakır’da, Mardin’de Elazığ’da orada kimse kimseye havai fişek satamaz, trafik sıkışıklığında su satamaz, otobüste bilet satamaz. Aklınıza gelen başka ne var? Kadınlar incik boncuk yapıp, gidip de Ortaköy Pazarında pazarlayamaz, otellerde garson olamaz, fuhuş sektöründe çalışamaz. Bunlar yeni sektörlerdir. Artık dünyanın kültür endüstrisi veya turizm endüstrisi dediği şeyden para kazanacak bir bölge burası. Artık bu konunun konuşulabileceği; Bush, İstanbul’a geldiği zaman “Alternatif enerji merkezlerini nereye koyabiliriz canım?” diye sorabileceği, “Ben, Kilyos’ ta özel bir liman istiyorum; çünkü Türkiye’nin borunu Karadeniz’in orada işleyip, dünyaya hidrojeni buradan satacağım hayatım, Kilyos’ a da bir liman koyalım” diyebileceği bir grupla yapılır planlar artık. Üniversiteler mahkemeye giderken bunun içinde safiyane yer aldılar diyelim. Çünkü çok paralar dönüyor. Üniversiteler, hocalarımız bir 100000 ölçekli 24

planda analiz çalışmalarını yaptılar. Zaten bizim dava nedenimizden biri de üniversite. Affedersiniz, şimdi çok sinirliyim. Bu arada da kötü konuşuyorum. Hani, “Boby, Boby’ e buyurmuş, Boby’ de kuyruğuna buyurmuş” diye çok güzel bir laf vardır. Çevre Bakanlığı veriyor 100000 plan yapma işini Belediyeye. Belediyenin plan yapma kurumları var, her şeyi var; o da BİMTAŞ’ a ihale ediyor işi. Açıyoruz BİMTAŞ’ı, “BİMTAŞ’ da Belediyenin şirketi mi?” diye. Açın, bimtas.com.tr’ yi, orada görürsünüz. Bakın, “com” ticari bir şeydir, “org”’u kurumlara verirsin, “gov” devletindir, “edu” üniversitedir, “com” ticaridir. bimtas.com.tr’ ye girerseniz, orada işlerine bakın, ihaleleri var. Şakır şakır, çok güzel Haydarpaşa’yı veriyorlar Almanlara, bilmem neyi Çalık Grubuna. İstanbul’a kızıp durmayın. Esas İstanbul’a gelin, gelin de kurtarın. Onun için, İstanbul, Trakya’ ya bir şey yapmıyor, bizim hepimize birileri bir şey yapıyor. Bu bir şeyleri de parça parça bölgelerde yapıyorlar. Ama biz kendi bölgelerimize bakmaktan, yan bölgeye bakmadığımız ve bütün belgelere tüpten bakmadığımız için, bir araya gelip “Yahu bize ne yapıyorsunuz?” diyemiyoruz. Anlatabildi mi derdimi? Bugün Trakya için üretilecek 25000’leri şuraya koyun, İstanbul için üretileni koyun, unutmayın. Doğu var, İzmit, Adapazarı o taraf. Onu da koyun, arkadan Bursa vesaire de gelsin. Onu da yan yana koyun bakalım. Eskiden bilirdik; çünkü Devlet Planlama Teşkilatının strateji raporları vardı; yok şimdi. Ancak bu büyük resmi okumak zorundayız ki, “Arkadaşlar biz nereye gidelim?” diyebilelim. Devlet Kalkınma Ajansları yoluyla rekabet ortamı yaratmaya çalışıyor. Dedi ya, “Birbirinizle rekabet edeceksiniz, birbirinizle yarışacaksınız, rekabetçi olacaksınız.” Tamam, artık rekabetçi olduk. Ben İstanbul’um, sen de Trakya’sın. Benimle neyle yarışabilirsin ağabey sen? ( ! ) Adam seni yarıştıracak. Sen yarışırken benimle, o senin bana kaç yumruk atacağını, nereme atacağını, hangi gözüme vuracağını; o arada ikimizin gözü de kapatılırken, o esas malı nereden götüreceğini çok iyi biliyor. Çok çok iyi biliyor. Nasıl? Bir, ben, İstanbul’u kültür kenti yapacağım; ama İstanbul’u bir transit, lojistik bir transit geçiş merkezi yapacağım. Çünkü ben, ucuz işgücünü askıya yolladım, Çin’de de yarım sterlin için kavga ediliyormuş. Manchester’dan gelip anlattılar. 100 poundluk bir Nike ayakkabıdan adam bizi örnek veriyor. Sorduk, “Ağabey, kültürü biz nasıl yiyeceğiz? Hani kültür endüstrisinden geçecek ya İstanbul, ne yiyeceğiz ?” Hadi biz mimarlar yaşadık, çünkü AKM’ yi yık, bir daha yap; şeyi yık, bir daha yap, her tarafı kültür merkezi yap. Bütün tarihi bölgelerini yık, müze kent yap. Şuraya şu gökdeleni dik, buraya bu 25

gökdeleni dik. İnşaatçılara iş var gibi görünüyor, sakın öyle zannetmeyin, Şu anda İstanbul’da 7000 tane yabancı mimar ve mühendis çalışıyor ve bütün büyük mimarlar, meşhur mimarlar altında Amerikan ortak var. Hatırlıyorsunuz zaten, bütün büyük yarışmalara dışarıdan mimarlar çağırılıyor. Mimarlık öğrencileri çoklukta, burada da çocuklarınız falan varsa söyleyin, Foster’ den tutun da Zaha Halid’ e kadar bugün İstanbul’da ofisleri var; onlar geliyor. Biz nereye gideceğiz; ihtiyaç varsa bizi alacak. Arnavutluk’ a gidiyor bizimkiler; çünkü zavallı Arnavutluk açtı bütün sahillerini, “Gelin buraya, turizm alanı” diye. Hintliler çok ucuz bir şekilde bizim Anadolu şantiyelerimize gidiyor. Yani dünya yüzünde bir başka çevre düzeni planı var, bir başka istihdam düzeni planı var, bir başka tarım planı var. Patatesi kim yetiştirecek, nerede yetiştirecek, nerde tarım toprağı tutulacak? Ha, bu kim, Amerika mı, başka şirketler mi; bilmiyorum. Bizim alanımız otomotiv şirketlerine açılmış ve turizm şirketlerine açılmış bir alan arkadaşlar. Saros Körfezi de bunun bir bağlantısı. Sami Ofer’ in Galataport’ u. Haydarpaşa, yani Türkiye’nin en önemli limanı, lojistiği olan liman, bu lanet olası 100000 ölçekli planda hocalarımızın, “Eğer Haydarpaşa Limanı kaldırılırsa, Türkiye ekonomisi müthiş tehlikeye girer” demesine rağmen kaldırılıyor. Çünkü oradan mal ihraç ediliyor, Haydarpaşa Limanına ne yapılıyor; kruvazeye liman yapılıyor. Kruvazeye liman ne; o da bir turizm, gemi turizmi, o kocaman gemilerin turizmi. Bunun dünya patronu kim; Ofer. Kıyı Kanunu demiştim ve siz turizm alanı ilan ettiğiniz kıyılarımıza -çünkü korumacı kanunlarımızı dışarı atmak lazım- “kruvazeye liman” derseniz şu planlarda, “Ya, şurayı kruvazeye liman yapalım -port diyorlar ona- şurayı da port yapalım, şurayı da turizm alanı” derseniz; Sami Ofer -gemileri var hızlı giden- hem gemilerini gezdiriyor, hem de o kıyıların arkasına istediği her şeyi yapıyor. Kıyıda yapılmayacak şeyler vardır, değil mi? Eğer siz orayı port ilan ederseniz; hastane, özel okul, plast konut, alışveriş merkezi, banka, aklınıza ne gelirse oraya inşa ediyorsunuz. Yani Saros’un orada, bir başka, küçük kapalı alan dediğimiz dünya alanı yaratılıyor. Niye Saros? Neden Saros olmasın? ! Önce ulaşım aksları gelişti. Dünya transit şeyini nereden getiriyor? Kuzeyden geldi. Kuzey Anadolu yolu bekliyor. Şimdi üçüncü köprü vasıtasıyla Trakya’ya geçecek. Geçerken Kilyos’ dan hidrojen, bilmem ne, Allah ne verdiyse toplayacak, Trakya’yı alacak, geçecek. Oraya neler veriliyor, biliyor musunuz? Yaratıcı endüstri dediğiniz, kültür endüstrisi dediğiniz nereden parlayacak? Sinema endüstrisi genişleyecek. Kuzey kıyılarına Hollywood tarzı film atölyeleri götürecekler. Sanayi bu hale gelecek, oralar öyle gidecek. Arada ekolojik alanlar. Üniversiteler bilgi satan özel üniversiteler olacak artık. Onlar gelecek ve üçüncü köprü, Çanakkale köprüsü, İzmit köprüsü ile bu bölge bir bütün olarak değerlendirilecek. Hele bunu görmezsek, hakikaten kendi bölgemizde bu olanlara direnmezsek, olacak olan budur. Bu gizli değildir. Ben bunları 26

siyaseten de söylemiyorum. Bunların her biri 15 gün sonra, 23 Temmuzdan sonra hepinizin raporlarda okuyacağınız kararlardır. İstanbul’un desantralizasyonu adına, tek bölge kalkınma ajansı olması adına, Tekirdağ, İstanbul sınırına katılacaktır. Öbür tarafta Çerkezköy, İstanbul’a katılacak, Gebze, İstanbul’a katılacak. Bütün o limanlar Tekirdağ’a taşınıyor, oradan kaldırılıyor. Tekirdağ’a taşınabilmesi için Marmara Ereğli’sinin İstanbul il sınırında olması lazım. Marmara Ereğli’si İstanbul sınırına alınacak. Gebze ve Dilovası, İstanbul sınırlarına alınacak. Ama bu hiç bir şey ifade etmeyecek arkadaşlar, çünkü bu bölge baştan aşağı o 25 milyon nüfusu massetmek zorunda kalacak. Arkadaşlarım çok söyledi, İstanbul’dan bu sanayisizleştirme politikası yüzünden işsiz kalan nüfus nasıl Mersin’e gittiyse şimdi de Trakya’ya gelecek. Onun için de artık Trakya’da İstanbul’dan kaçacak nüfusu massetmek için birtakım iş alanları önerilecek. Bunlar nasıl sanayiler olur, tekstilciler mücadeleleri yürütür mü; bilmiyorum. Ama 23 Temmuzdan sonra, bölge kalkınma ajanslarının yarışmacılık kurallarına bağlı olarak bir kanun daha gelecek: Esnek asgari ücret. Siz, bölgeler birbirleriyle asgari ücret üzerinden yarışacaksınız. O zaman belki bazı kirletici sanayileri, siz ister istemez, işsizlik yüzünden ve aç kalmamak için kendinize, bölgenize alacaksınız. Esas görülmesi gereken, niye İMP yapıyor? Bir devlet, bir kamu kurumunda çalışan insanların ne de olsa bir hakkı var, imzalatamaz, şu olamaz; kuralları vardır. Devlet memuruna bir şeyi ancak yazılı emredebilirsiniz. Ama özel bir ticari alan yaratıp, burada da çok çok paralar verdiğiniz zaman bu işleyişi değiştirebilirsiniz. Hocalar analizleri yaptılar, bıraktılar işi. “Senteze biz karışmadık, biz analizleri yaptık” diyorlar. “Hocam, sentezi kim yaptı?” dedik. Faili meçhuldür. 100000 çıktıktan sonra hocaların hiçbiri bu plana imza atmadı. “Bunu biz yapmadık; çünkü biz analiz çalışması için para aldık, sentez için para almadık” dediler. “Peki, bu planı kim yaptı?” diye sorduk. “Vallahi bilmiyoruz” dediler. Kimse imzalamadı koskoca 100000 ölçekli planı. Dört kişi imzaladı, Hüseyin Kaptan var burada. O imzalayan dört kişinin de 100000 planı imzalama yetkisi yok. Çünkü teknik yeterlikleri yok. Hüseyin Kaptan hiç imzalayamaz; çünkü o da bir şirket olduğu için onay mevki olamaz. Mimarlık ve şehir planlamacılığı yasalarına göre, bir yere şirket adına imza atıyorsanız o şirketin ortağı olmanız gerekir. Halbuki Hüseyin Kaptan ortak da değil. Hatta bir de harita mühendisi hocamız var içinde ve bu 1/100000 plan bir günde ortalıktan kaçırılarak geçti. Plan geçtiği gün de, aynı gün 25000’lik için numara alındı ve biliniyordu, üçüncü köprü biliniyordu; üstüne çizilmedi. Bakın, hem üçüncü köprü, hem Marmaray raylı geçit, şu anda bir de karayolu tüp geçidi yapılıyor. Bu niye yapılıyor? Bazı dünya sektörleri gerçekten artık ekonomiyi belirliyorlar. 27

İstanbul ve Trakya hem ciddi bir pazar olarak örgütleniyor, hem de üzerinden geçilip gidilen bir bölge. Onlar da şöyle diyorlar: “Avrupa’nın kentlerinden de sanayi bu yüksek teknoloji yüzünden çıktı. Orada üretilmediği için ancak araştırması, planlaması, geliştirmesi yapılıyor.” İnanılmaz bir işsizlik var İngiltere’de mesela. Çünkü fabrikalar alındı, üretim yerleri Çin’de. Orada ancak genel müdür seviyesinde insanlar var. Korkunç bir işsizlik var. Bu sefer Avrupa’daki uzman kadronun, yani mühendis kadrosunun da dönüp buralarda çalışması isteniyor. Onlar da, “Aynı şeyi biz de yapıyoruz” diyorlar. Artık insanlar müzelerde, restoranlarda, turistik alanlarda hizmetçilik yaparak, şunu bunu yaparak para kazanacak. 25000’likde var. Biz de hangi bölgede hangi ekolojik otu ne kadar dikeceğiz, o ekolojik alanlarda birer otel, motel yapacağız; oraya turistler gelecek, biz de onlara fasulye satacağız. Biz mimarlar bir şeyler yapacağız, ziraatçılar gidecek. Filmlerde de öyle. Mesela, “Beyaz Gelincik” var: Kadın ziraat mühendisi, pamukla uğraşmayı bıraktı, bir ekolojik bahçede uğraşıyor; diziler bile var yani. İsterseniz, ideolojik olarak bunun hazırlandığını gösteririz. Biz, hem yapım sürecine, hem Ahmet’in anlattıklarına dava açtık ve “Bu konuda suç ortağı olmak istemiyoruz” dedik. Dava ettik de ne oldu? Bu davayı kazanacağız; ama onlar şimdi yeni bir plan hazırlıyorlar ve İMP’ yi bölge kalkınma ajanslarının Marmara kısmı için tek durak ofis yapmayı düşünüyorlar. Mesele bu. O “com” dan da başka bir şey oldu, onun adı yok daha. “gov” da değil, “com” da değil, “org” da değil, bir başka şey çıkıyor; çünkü artık bölgelerde bu tek durak ofislerine yabancı bir yatırımcı gelir. PANEL YÖNETİCİSİ- ÇUŞ mesela. MÜCELLA YAPICI- ÇUŞ başka; o, “çokuluslu şirket.” ÇUŞ geldi mi? Ben, başımıza gelenlerden bir örnek vereyim. Dubai Şeyhi, İstanbul’a geldi. Gelmeden önce, mayısta, Büyükşehir Belediyesine bir mektup yazdı. . “Ben, Yedikule’yi istiyorum, İEET arazisini lütfen bana verin, Galataport’ u istiyorum, Küçükçekmece’deki kumsalı istiyorum. Bunları lütfen anlaşana kadar gizli tutalım” diye. Onun da belgesi var elimizde, varsa burada Hükümetten dinleyen biri, merak ediyorsa verelim; atmıyorum. Ondan sonra bir baktık, bunlar tıkır tıkır geliyorlar. Önce İETT’yle başlandı, verildi. Dava ettik. Dava edince, biliyorsunuz, adam pay’ ini yatırmadı, korktu. Halbuki adama diyemiyorlar ki -ben söyleyeceğim neredeyse- “Yahu, boş ver, 2000 yıl sürüyor bunların davaları. Sen yap binayı. Sen binayı yaptıktan sonra, biz ancak yürütme kararı alırız. Bunlar yıkmaya kalkar, o da 2000 sene sürer.” Nedense adam vermedi parayı. Şimdi tek durak ofis olunca ne olacak? Tek durak ofisleri, bölge kalkınma ajansları, bazı koruma kanunlarından muaf. Hani tahkim yasaları vardı ya, kendi iç şeylerini orada kurduramıyorsun, geliyorsun, “Ben, Dubai kulesi yapacağım burayı” 28

diyorsun. Orada Belediye Başkanı var, Vali var, sivil toplum örgütleri var. Sivil toplum örgütü dediğimiz de herhalde Mimarlar Odası ile Harita Mühendisleri Odası değil; TÜSİAD, Ticaret Odası gibi örgütler var. Bu da bir şirket; yani devlete bağlı bir mekanizma değil. Özel bir yönetim kurulu var, maaşları var, sözleşmeli elemanları var. Yabancı sermaye şirketleri gibi orada, 15 gün içinde siz bu yatırıma karar vermek zorundasınız; şirket öyle, hatta bütün kararlara katılacaksınız. Bu tek durak ofislerinin plan yapma yetkisi de olacak ve bu 26 olacak. Ama OECD, 26 istemiyor. 21 diye çıkmıştı, o zaman bazı şeyler birleştirilecek. Buradan atmayayım, tamamen spekülasyon yapıyorum açıkçası, ister misiniz, Marmara tek kalkınma bölgesi ajansı olsun da bütün bu kararları versin. Acaba bütün bu hazırlıklar oraya doğru mudur; o kadarına benim aklım yetmez. Ama sadece bu değil. Bugün İzmit Köprüsü, Çanakkale Köprüsü, Saros; yani mesele şudur: Kıyılarımızı satarak, kentlerimizi satarak, hizmet satarak turizmden para kazanacağız. Fena mı; zevkli bir şey. Roman kültürü var, bir şeyler yaparız herhalde. Vaziyet vahimdir arkadaşlar, kimse evine de dönemeyecek. İstihdam da çok zor duruma gelecek. Bilemiyorum, görünen budur. 25000 ölçekli planda da sizin Trakya’nın, bizim buradaki desantralizasyonu muz; buradaki sanayi nüfusunun -sanayi alanlarının değilburada kalan işsiz nüfusun geleceği alanlar ve iş alanları lazım. Bu sanayi ne olur; onu siz daha iyi bilirsiniz, o ortaya çıkmadı daha. İkincisi, burada dünya sermayesinin en çok para kazandığı mal taşımacığıdır. Onun için biz zaten limanları satıyoruz, bize kâr getirecek, para kazandıracak her türlü değeri satmakla yükümlü bir Başbakanımız olduğu için. Öyle dedi; “Ben, ülkemi adeta satmakla mükellefim” dedi. Şimdi şirketler 100 liralık bir Nike’ ın yarım lirasını Çin’deki işçiye verirken, 3 sterlinini Çin Hükümetine bırakıyor. Bunu bizi ikna etmek için anlattılar. “Sesinizi çıkartmayın, oturun, bu faydalı bir şeydir” dediler. 7 poundu nakliyeye veriyor. Bu nakliye bedeli çok fazla binmeye başlamış, onun için ara limanlar ve entegre taşımacılık çok önemli. Bir de artı TRESEKA projeleri falan var. Mesela Mersin Limanı, Singapur’dan gelen mallar için çok önemli bir liman. Biz, bunların hepsini, Allah’a şükür, sattık. Bizim işimiz, alışveriş merkezleri kurarak, araştırma merkezleri, Ar-Ge’ ler, teknoloji alanları kurarak; bir miktar becerebilirsek çünkü akıllıymışız, gen varmış bizde- üniversitelerimizi işlevlendirip eğitimi satarak, daha doğrusu, onların sattığı eğitime hizmet sunarak, onların satacağı sağlığa hizmet sunarak, onların mallarını taşırken -limanları sattığımız için- o limanlarda yük taşıyıcıları olarak ekmek kazanmak. Benim okuduğum budur. Umarım birileri çıkar, bu genel tabloyu okur da bu soruyu sorar. Biz de sanayiyi nereye koyacağımıza, hammadde şuradaysa, turizmi nerede yapacağımıza, limanı nereye koyacağımıza ve nasıl yaşayacağımıza gerçekten 29

kendimiz karar verebiliriz. Bu kararı verene kadar hepimizin boynunun borcudur, tek bir toprak parçasını kaybetmemek. Bakın, her şeyi geri alabiliriz; zor olur, ama alabiliriz. Ne olmuş satmış demiryollarını; Cumhuriyet döneminde almış. Haydarpaşa’nın borcunu 1984’de bitirmiş. Şimdi yine satacağız; olsun, alırız. Ama toprağı kaybedersek, onu doğadan geri alamayız. Galiba biraz konumun da dışına çıktım, kusura bakmayın. Ülkemize biçilen henüz bilmediğimiz rolün şemsiyesi altına girip, kentlere biçilen rolün dağıtımında Türkiye’de gerçek rekabet şansı olan İstanbul, -çünkü her şey orada toplanıldığı için çok yanlış bir kararla- dünyanın en önemli tarihi kentlerinden biri olma şansını kaybettiğinde, bu kalabalıktan, bu kargaşadan, bu usulsüzlükten, bu her yeri istediğiniz gibi imara açmaktan, istediğiniz yere her şeyi yapmaktan doğan kargaşadan yaratılan sinerjiden para kazanmaya çalışıyoruz. Ama esas olarak İstanbul, Türkiye’nin bu fırsatçı, yarışmacı düzende koşturacağı tek at gibi, yani bir beygir gibi açıkçası. Çünkü başka iline koşturamıyor, başka ilinde bu kadar çok pazarlanacak şey yok. Onun için Türkiye ekonomisi şu anda sıcak para sağlamak için İstanbul’u satmakla meşgul. İstanbul’un da değerlerini sattığı için aç kalan nüfusu -burası da güzelburaya gelecek, ben de geleceğim. Ben de Edirne’ye taşınacağım. Çünkü ben İstanbul’da yaşayamıyorum artık. Kiralar yüksek, ulaşım tıkandı, para ödeyemiyorum. Doğma büyüme İstanbulluyum; ama ben ancak mimarlık yaparak aldığım parayla Edirne’de geçinirim. SALONDAN- Ne iş yapacaksınız? MÜCELLA YAPICI- Bulacağım bir şey. Nasıl olsa buraya gelmeyecek mi sizin alışveriş merkezleri? Yok, yok; emekli maaşıyla yaşayacağım. Silivri falan böyle olacak. Evet, ne olacağız; gideceğiz, bir yerde görev bulacağız, tıkılıp oturacağız, İstanbul’da yaşayamayacağız. Neyse, ben çok uzattım, özür dilerim. Yalnız diyorum ki, dilimizi düzeltelim. Onların bizi getirmek istediği yarışmacı dilini kullanmayalım. “Her zaman bölge planlarını bölgeler arasındaki dengeyi gözeten ve ülkenin bütününü tümden kalkındıracak, kalkınma ve büyümeyi karıştırmayan, KDV yaratmayan, inşaat, yol, gelişme diye yutturulmayacak bir başka planlama anlayışına geçelim” diye bir dua ediyorum. Belki bir duyan olur. PANEL YÖNETİCİSİ- Teşekkür ederiz. Arkadaşlar, 15 dakika çay molası verelim. (Ara) 30

PANEL YÖNETİCİSİ- Değerli arkadaşlar; panelimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Panelistleri dinledik, kendilerine teşekkür ediyoruz. İstanbul, ülkemiz ve bilhassa Trakya üzerindeki planlama konusunda bilgiler verdiler. Fakat Mücella hanımın konuşmasının sonuna doğru, “Kendi alanımı da aştım” diyerek kapattığı noktadan bir-iki söz de ben söylemek istiyorum. Bu ülkede 1924 yılında Köy Kanunu hazırlandı. 87. Maddesine göre, imar planı dışında köylerden yabancılara mülk satılamıyordu; fakat o madde kaldırıldı. 1934’de hazırlanan Tapu Kanununun 35. Maddesi kaldırıldı. Yabancılara artık köylerden de tarım arazileri satılabiliyor. Yani biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hangi arazileri satın alabiliyorsak, yabancı gerçek kişiler de o arazileri satın alabiliyor. Ancak, bu arazilerin miktarı il yüzölçümünün %0,5’ini geçemeyecek şekilde. Biz, Oda olarak çalışma yaptık. Örneğin Muğla’da, Muğla İlinin 300 metre dışında, imarlı alanın dışındaki alanı kaplıyor bu %0,05’lik sınır. Çünkü dağ, dere, orman hepsi bunun içerisinde. Daha sonra yine o desen içerisinde Bakanlar Kurulu kararıyla, yabancılara 30 hektara kadar bu satışın arttırılabileceği yazdırıldı; fakat Anayasa Mahkemesine açılan dava sonucunda bu iptal edildi. Şu anda 2,5 hektar satış kararı duruyor. Ancak, bunun özünde, yabancı gerçek kişilerin gelip ülkemizde kurdukları ticari şirketler Türk Ticaret Kanununa göre, Türk ticaret şirketleri olarak adlandırılıyor. Bunların ülkemizden satın almış olduğu taşınmaz mallar aynen Türk şirketlerinin almış olduğu taşınmaz mallar olarak değerlendiriliyor ve bunların %0.5’ lik sınırlamada, hiçbir yerde kısıtlamaları yok. Örneğin en son Riva’da, Osmanlı Ataekil İnşaat Şirketi diye bir şirket 980.000 metrekare yer aldı. Bu şirketin hissedarlarına baktığımızda, tamamı İngilizler. Başbakanımız şöyle bir laf etmişti, aslında onu hatırlamakta yarar var; “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.” Biz onu o zaman anlayamamıştık. Aslında bugün Avrupa Birliği ülkelerinde, bilhassa Latin Amerika’da, ülke insanlarının ürettikleri tarımsal ve hayvansal sanayi ürünleri pazarlanıyor; ancak bizim Başbakanımız hakkı olmayan bir şekilde ülke topraklarını pazarlamakla kendisini mükellef hissetti veya onun kulağına o söylemlerle deklare edildi. Bunu tabii söylüyoruz; çünkü “Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanıyım” diyor. Bugün Ortadoğu’da yaşananlar, işte komşumuz Irak’ta belli. Orada her gün yüzlerce insan canından, malından oluyor. Maalesef orada süreç devam ediyor. Ülkemizde nükleer santral kurulması için alınan kararlar var. Bunları da biz kesinlikle planlamanın dışında tutamayız. Sinop’ta, Akkuyu’da. Aslında Avrupa’da bugün sökülen nükleer santrallerin sadece bir yere taşınması, imha edilmesi onların kuruluş masrafından daha fazla. Ancak, o santrallerin oradan 31

sökülüp, ülkemize getirilip, nükleer santral başlığı altında kurulması isteniyor şu anda. Daha doğrusu, nükleer çöplük olarak ülkemiz seçilmiş ki bunlardan bir tanesi de Sinop. Bunun karşılığında da biz bedel ödeyeceğiz kendilerine. Tahkim Yasasını kabul ettik uluslararası düzeyde. O insanlar artık ülkemizde bizim kanunlarımıza göre yargılanmayacaklar. Uluslararası, kendi tayin ettikleri hakemlerle yargılanacaklar maalesef. Bizim birinci kısımda anlatmış olduğumuz, panelist arkadaşlarımızın anlattığı konular aslında küresel sermayenin planlaması olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, biz, Almanya’dan Bavyera Eyaleti Kırsal Kalkınma Dairesi Başkanını getirttik. Yıldız Üniversitesi ile Odamızın ortaklaşa etkinlikleri oldu; planlamayı anlattılar. Almanya’da şu anda sanayinin yanında tarım hâlâ korunuyor. İstanbul örneği verildi. İstanbul 54 tane ilden daha fazla düzeyde tarım arazisine sahip; ama maalesef, bir tarımsal çalışma yok, tarımsal ürün o araziden alınmıyor. “Ne zaman imar gelecek, ne zaman imar rantından o insanlar yararlanacak?” diye bekleme halinde. Almanya, tarım ekonomisini şu anda sübvanse ediyor; çünkü çok önemli. Bonn Üniversitesi Şehircilik Kürsüsü Başkanı Prof. Dr. Eric Weiss geldi. Bizim şu anda hiç bir sınırlama getirilmeksizin açılan alışveriş merkezleri, Almanya’da veya Avrupa Birliği ülkelerinde o yöre halkının referandumuyla belirleniyor. O yöre halkının bakkalıyla, onların verecek olduğu oylarla belirleniyor. Bizim bakkal amcamız vardı. Gidersiniz, paranız yoktur; şekerinizi, pirincinizi, ekmeğinizi, çayınızı, bulgurunuzu alıp çıkarsınız oradan. Hatta ulaşım paranız yoktur, o kişiden o gün 10 lira, 20 lira da para alırsınız ay sonunda ödemek üzere. Ancak, Carrefour’ dan içeri girdiğinizde bir çiklet alıp çıkamazsınız. Ya cebinizde nakdiniz olacak ya da kredi kartınızda krediniz olacak; onunla çıkabilirsiniz. Bizim varolan kültürümüzü, maalesef, bu küresel sermaye, bu dalga elimizden aldı götürüyor. Danimarka’nın, Hollanda’nın o üçüncü sınıf et ve süt ürünleri şu anda bizim o büyük alışveriş merkezlerinde satılıyor. Et ve Balık Kurumu özelleştirildi, TELEKOM, PETKİM, bir sürü kurum özelleştirildi, bu özelleştirme projesi devam ediyor. Şu anda bir seçim dönemine giriyoruz. Ben isterdim ki, bir siyasi partinin lideri veya tabanından gelen biri, “Anayasanın 47. Maddesine göre yapılan bu haksız özelleştirmeleri biz devleştireceğiz” diyebilsin. Ama bırakın onu, yabancı mühendis, mimar ve şehir plancılarının bu ülkede çalıştırılması için alelacele Meclisten yasa çıkartıldı. Dava açıldı ve şu anda yürütmeyi durdurma alındı. Kentsel Dönüşüm Yasa Tasarısı bu anlatılan planlama ölçeğinde, İstanbul’un birçok bölgesinde kentsel dönüşüm adı altında acele kamulaştırmalarla o insanlar o bölgelerden gönderilecek. Avrupa Birliği standartlarına baktığımızda, bizim tarım nüfusumuzun %10-%12’lere çekilmesi gerekiyor. 32

Bu insanlar nereye gidecek, biz nereye gideceğiz? Bunların soruların cevaplarını yine oturup bizlerin bulması lazım. MÜCELLA YAPICI- Gitmemeleri lazım. PANEL YÖNETİCİSİ- Gitmemeleri lazım. Ama o insanlara da orada tarım yapabileceği sulu araziyi veya su toplulaştırmayı yapacak olan bizleriz. Planlamasını da yine yapacak olan bizleriz. Sabrınız için teşekkür ediyorum. Şimdi panelist arkadaşlarımıza sorularınızı yöneltebilirsiniz. Genel sorunuz varsa genel soru veya özel olarak da sorabilirsiniz. Evet, söz şimdi sizin. RECEP KIRANLI (Harita Kadastro Mühendisi)- 30 yıldır burada emniyet amiriyim. İlk Ergene Havzası nedeniyle bu plan ortaya çıktı. Ergene Havzası nedeniyle bu planlama 1994’lerde konuşulmaya başlandı. Trakya Üniversitesi bu projeyi üstlenmek istedi. Çalışmalarını yaptı, bilgiler topladı. Sonra bu Çevre Düzeni Planı ile birleşti. 1994- 2007; 13 sene olmuş. Sonuç: Şu anda elde ne var; hiç bir şey yok. Sadece bir envanter, o da ne kadar sağlıklı?! 1/100000’lik de envanter yapılmış; “Şurada şu var, burada bu var, şurası şöyle” şeklinde bir leke şeklinde düşünceler var. Tamam da her şeyi durdurdu Trakya’da bu 100000’lik çevre düzeni. Üç ilde okullar bile yapılamaz durumda. Aslında bakılırsa plan notlarına, bir okul için 20.000 metrekare inşaat alanı istiyor. Bereket, belediyeler uymuyor bu planlamaya. Belediyeler mevcut imar planlarını devam ettiriyor. Köylerde ahır ruhsatı verilemiyor şu anda. Sayın Valimiz geçen gün toplantıda dedi ki, “Ben, ahır ruhsatı dahi veremiyorum.” Hayvancılık yapılması teşvik ediliyor insanlara ki köy içinde hayvancılık yapılıyor. O insanlar çocuklarıyla –bakın, kene meselesi var Türkiye’de, insanlar ölüyor- köy içinde hayvancılık yapıyor. Gidin, şimdi Trakya’nın bütün köylerinde hayvancılık köy içinde, şehirde yapılıyor. Köyün dışına çıkarılması düşünülüyor. Çevre Düzeni Planı ona da engel. O planlamayı da engelliyor. 500 metre dışarıya çıkılacak yasası çıktı, hiç kimse planlama yapmıyor. Toplanmış bir grup, hayvancılık yapacaklar, dilekçe veriyorlar devletin ilgili organlarına; cevap alamıyorlar. Ne yapacak bu insanlar? 10- 13 yıl bu beklenmiş. 2004’de onaylanmış. 2007 Çevre Düzeni Planı, üç sene. 25000’likler, iki sene, o da itirazlar olacak, bilmem ne, üç sene de o; altı sene. Üç sene de 5000’likler beklenir, dokuz sene. Eh, durdurdunuz her şeyi! Bakın, ben, Saros ve çevresinden o tanımı getiriyorum. Türkiye’de belki ilk ben söyleyeceğim onları, “sahil köyleri” tanımı getiriyorum. Köyle sahil köyünü ayırmamız lazım. 33

MÜCELLA YAPICI- Var o tanım zaten. RECEP KIRANLI- Ama mülki bölünmede yok; köy diye geçiyor. MÜCELLA YAPICI- Köy. RECEP KIRANLI- Yönetmeliklerde de köy. Artık sahil köyü tanımı yok. Şehircilikte de yok, İmar Kanununda da yok, imar yönetmeliklerinde de yok. Ama sahil köyü niçin kaldırılmıştır? Yönetmeliklerde hangi tanım kullanılmaktadır? MÜCELLA YAPICI- Kıyı yerleşkesi diye geçer. RECEP KIRANLI- Evet, yerleşik olarak sahil köyleri farklı bir yapı içerisindedir. İmar Kanununun şu an bir yönetmeliği var. 57 ve 58. Maddeler ne diyor; “Köyde yerleşik alanda yerleşecek kişiler köy nüfusuna kayıtlı olacak, köyde iştigal edecek; ancak, ruhsata tabi değillerdir” diyor. O da deprem açısından ayrı bir tartışma. Bu insanların yapacağı konutlar deprem yönünden hiç irdelenmeyecek; ruhsat yok, ruhsatlı sayılacak. İşte Tapu Kadastro Müdürümüz burada, “Cins değişikliği” deniliyor. Köy muhtarından nüfus kağıdını alıp köyde iştigal ettiğini, ikametgahını belirledi mi, kadastro cins değişikliğini bina olarak yapıyor mecburen. MÜCELLA YAPICI- Su havzalarını için çıkardılar onu. RECEP KIRANLI- Hayır, bütün köylerde geçerli bu. MEHMET ALİ CANDAŞ- Mera, yayla, kışla, orman, arazilerin hepsinde. RECEP KIRANLI- Yönetmelik maddesi söylüyorum. Bayındırlık Bakanı Koray Aydın zamanında çıktı. Köy nüfusuna kayıtlı olmayan kişi ne yapacak? Siz, İstanbul’dan kalktınız geldiniz. MÜCELLA YAPICI- Ben şehre geleceğim. RECEP KIRANLI- Şehre gelirseniz imar planına uyacaksınız. Olur ya köye gelirsiniz, siz ruhsat alamazsınız. Çünkü Çevre Düzeni Planı diyor ki… Bakın, Edirne’de bu uygulanıyor, zabıt tutuluyor orada. MÜCELLA YAPICI- Ruhsat alamazsın zaten. RECEP KIRANLI- Alabilirsiniz, İmar Yönetmeliği buna caiz. MÜCELLA YAPICI- Tamam da, o köy sizin çevre düzeni planınızda sizin tarım alanınızı tahrip edecek sınırlardaysa... 34

RECEP KIRANLI- Yok. Mücella hanım, yerleşik alandan bahsediyorum ben; yeni alandan bahsetmiyorum. MÜCELLA YAPICI- O zaman? RECEP KIRANLI- Yani dışarıdan kişiye de ruhsat vermiyorlar şu anda ve zabıt tutuyorlar. MÜCELLA YAPICI- Peki, planlarının yapılması gerekmiyor mu? PANEL YÖNETİCİSİ- Köy yerleşik alanları plansız, her şeyi veriyorlar. RECEP KIRANLI- Köy yerleşik alanının plan mecburiyeti yok. Bu ayrı bir olaydır. Ben, esasen Çevre Düzenleme Planından şunu bekliyordum: Dinçer beye anlattım biraz evvel, Trakya’da belediyelerin planlı alanları var, beldelerin var, sahillerin planları var, SİT alanları var. Ahmet Bey de biliyor, bunlar artık oturdu. Yeni plan için alan olarak neresi kalıyor? Meralar belli, meralar sınırlandırıldı; ormanlar belli. Tarım dışı belirlenmemiş araziler var. Tarım arazisi sınıflandırılırsa, -eskiden birinci, ikinci sınıflara bölünüyordu- bu alanlar belirlenecek, bunların da tarım dışı kalanlarına ileride ne düşünüyoruz? Yapılacak plan buydu. MÜCELLA YAPICI- Buydu, ama şimdi değil. RECEP KIRANLI- Beklenen bu. Bakın, benim çizdiğim çok basit gözüküyor. Yıllarca sürecek bir olay değil ki bu. Siz, buradaki belediyeyi, beldeyi, köyü, sivil toplum örgütlerini alırsınız, şuradaki alan, tarım dışı alan belirlidir. Dersiniz ki, “O alana gelecekte şunu yapacağız.” Üst planlar olur, bunu da önerirsiniz; plan olur biter. Bu kaç sene sürecek? Bu plan, plan olmaktan çıkacak. Taşocağı ruhsatı almış arkadaş. İşletemiyor, istihdam yaratamıyor. Köyün birinde çeltik fabrikası yapacak, ben müracaat ettirdim. “Tarımsal faaliyettir” diye kabul edilmiyor çeltik fabrikası. Tarım yapısı değil... MÜCELLA YAPICI- Raporda yazıyor, çeltik önlenmeye çalışılıyor. RECEP KIRANLI- Olur mu! Buranın geçim kaynağı o. MÜCELLA YAPICI- Çeltik istemiyorlar, benden duymuş olmayın. RECEP KIRANLI- Bu insanlara ne yaptıracaksınız? Biz mühendisiz, bizler doğru çözümler bulmak zorundayız. İnşaat olacak, fabrika olacak, tarım olacak, insanlar istihdam edilecek. Bunu başarmak zorundayız, Trakya’da da başarmak zorundayız. TEMA’ ya gittim ben, TEMA Başkanıyla iki kere görüşmem oldu, buradaki organize sanayi davasını takip ediyordum. Belediye Başkanı da yanımızda; dedi ki, “Başkan, seninle anlaşalım, kandıralım 35

belediyeleri, Trakya’daki fabrikaları sökelim.” Bu laf çok kolay, güzel bir laf. Ama insanları neyle meşgul edeceğiz, neyle karınlarını doyuracağız? Almanya’da Dortmund’da, şehir içinde sanayi var; ama kirlilik yaratmıyormuş, hiç kimse zarar görmüyormuş. Hatta fabrikanın bahçesinde çocuklar oynuyormuş. Niye biz bunu yapamıyoruz? Biz hep kendi tarafımızdan düşünüyoruz. MÜCELLA YAPICI- Ama biliyorsunuz, Dortmund boşaldı, kentsel dönüşüm yaptı. RECEP KIRANLI- Olabilir, neyse. Trakya’da sanayi de olacak bana göre, ama nerede olacak; Ahmet bey belirleyecek tarım dışı arazileri, o arazilere yönlendirilecek. Bir de organize sanayi. Bence artık belediyelerden şu yetki alınmalı: Belediyeler orta sanayi gibi sanayi alanları belirlememeli. Organize sanayiler belirlenmeli, organize sanayilere sanayi yapılmalı. Nedenini söyleyeyim: Biz, Ahmet beyle çok eskiden tanışıyoruz. Adam fabrika yapacak, 20 dönüm yer alıyor, yapacağı fabrika 1.000 metrekare. 20.000 metrekareyi tarım dışına çıkartıyor. 1.000 metrekare yapıyor, gerisi boş ve düzensiz bir saha. Ama organize sanayiler öyle değil. 250 metre çevresinde yeşil kuşak bırakmak zorundasınız, bütün gayri sıhhi müesseseler yasalarına uymak zorundasınız, kontrol ve denetim var. Arkadaşım söyledi, niçin hemen Trakya’da organize sanayi bölgelerini hazırlamıyoruz? Tarım dışı alanlarını belirleyelim. Keşan’da belirlediğimiz bir yer vardı, “mera” diye, dava devam ediyor. O davayı kaybetmemizin nedeni ne? Devlet Su İşlerindeki bir mühendis arkadaşın yanlış bir rapor tutmasından dolayı dava kaybettik. Nedir rapor? Boztepe Göletini, “içme suyu göleti” diye yazmış ve “Koruma alanı var bunun etrafında, sanayi de bunun içine giriyor” demiş. 2001 Yılında müracaat ettik. Devlet Su İşleri itiraf etti, “Biz bu raporu sehven yazmışız” diye; ama davayı kaybettik. Şimdiye kadar organize sanayi kurulacaktı, olacaktı. “Efendim, meradır.” Evet, doğru; ama mera, üçüncü sınıf arazi. Şimdi meradan yapmak mı iyi; onu tartışabiliriz, ben burada onu savunacağım, geçin. Keşan Belediyesi ve beldeleri -şurada yakın beldeleri var- çevre yolarını 20 kilometre sağlı sollu imara açtı. 10 milyon metrekare araziyi imara açıyor belediye. Hem birinci sınıf, ikinci sınıf arazi, Ahmet bey biliyor, Belediye açınca bir şey diyemiyorlar. Belediye, “İhtiyacım var” diyor, açıyor. 10 milyon metrekare! Meradan aldığımız arazi üçüncü ve dördüncü sınıf arazi, 1,5 milyon metrekare. TEMA’ dan Hayrettin Karaca’ya gittim bu hesabı sordum. “10 milyonu mu tercih edersiniz, 1,5 milyonu mu?” “1.5” dedi. “O zaman niye dava açtınız?” dedim. “Belediye, ‘Orada da sanayi yapmayacağım’ diye bize teminat versin” dedi. “Verir, gelin isteyin” dedim; onu da yapmadılar. İş büyüdü, kaldı. 36

Çarpık sanayi aldı başını gidiyor. Belediyelerin açtığı sanayi alanlarında ne yapılıyor, biliyor musunuz; adam, gıda üretecek, yanında tuğla fabrikası. Bizim oralar öyle, gelin bakın. Mandıra, un, çeltik, ortasında tuğla fabrikası; çünkü engelleyecek bir şey yok. Belediye engelleyemiyor ki onu. Adam geliyor, müracaat ediyor, alıyor ruhsatını, tuğlayı yapıyor. Nasıl bir planlamadır, nasıl bir düzensizliktir ki, hem birinci sınıf, ikinci sınıf araziler gidiyor, hem çarpık sanayi geliyor, hem de alanı da memnun etmiyor, oraya gideni de memnun etmiyor; insanları da memnun etmiyor. Bu plan da yetişmezse ne olacak? Trakya’da şu anda işsizlik had safhada. Çorlu’ya gidiliyor, Çerkezköy’e gidiliyor, buranın insanı bile oralara gidiyor. Burada üç tane tekstil var, onlar da... MÜCELLA YAPICI- Gelmeye başladı mı? RECEP KIRANLI- Var, önceden var. Onlar fason üretim yapıyor. Zararsız, hiç bir zararı yok. Bizim çocuklarımız çalışıyor, en azından 1.200- 2.000 kişi. Bize dışarıdan gelen para o, onun dışında sanayi yok. SALONDAN- Konfeksiyon anlamında mı? RECEP KIRANLI- Konfeksiyon anlamında. MÜCELLA YAPICI- Bu sefer, İstanbul’da da o var, onu da istemiyorlar. RECEP KIRANLI- Saros’a bakarsak, Saros’ da da artık -Ahmet bey biliyorSİT kuşağı var. Planlanacak alan yok. Saros Planlama Bölgesi falan, bunlar hikaye. Zaten şimdi turizm bölgesi ilan edildi, çevre düzeninden çıktı. Yetki onlara geçti ve biliyor musunuz, şu an takır takır plan çiziyorlar. Çevre düzenini hiç ilgilendirmiyor, planı da onaylıyor. MÜCELLA YAPICI- Ben onu anlatmaya çalışıyorum ya. Bütün kurtarılmış planlar üzerinde.... RECEP KIRANLI- Bakın, ne oldu; “Plan yapacağız” diye şurada birkaç kişi tesis yapacaktı; yapamıyor. Hayvancılık yapmak isteyenler yapamıyor. Notta ne yazıyor, biliyor musunuz; “Hayvancılık alanı 500 metrekareden fazla olamaz.” MÜCELLA YAPICI- Hayda!!! RECEP KIRANLI- Evet, Şimdi bu notları kimden alıyor. Bakın, ben, Trakya’nın tarihini azıcık dinledim. Enez’de tarihte 300.000 büyükbaş hayvan varmış. Bakın, tarihte bir hayvancılık alanıymış Enez’deki araziler. 300.000 baş! Şimdi hayvancılık için önemli bir ortam var, mekan var… 37

MÜCELLA YAPICI- Yahu kardeşim, sana, “Hayvancılık yap” diyen kim! Yapmayacaksın. Anlatamadım ben derdimi. Sen hala tutturmuşun, “Hayvancılık yapacağım” diye. Süpermarkete gideceksin, orada paket içinde Hollanda eti alacaksın. RECEP KIRANLI- Bir dakika. O panel notlarını kim yazıyor, o kadar notları kim yazıyor ? MÜCELLA YAPICI- Onlar işte, öyle yazığı için, İstanbul, ben… PANEL YÖNETİCİSİ- Şimdi kafası karıştı. RECEP KIRANLI- Siz buradan gidip orada konuşmuyor musunuz, bu plan notlarını hiç mi dile getirmiyorsunuz? MÜCELLA YAPICI- Ben sana bir şey söyleyeyim mi: Bir plan notu yapıldı İstanbul’da. Dün çok sinirliydim, biliyorlar. İstanbul Metropol sahası alanında bütün yerleşme alanlarını düşünün. Ne kadar yeşil alan, park, okul bahçesi, cami alanı, aklınıza gelen her parsel, tamamının altına otopark yapılacak. Bir an düşünün İstanbul’u. Bakın, “İstanbul’un bütün yerleşim alanları otopark yapılacak” dediğimiz anda… Bir tane ev var; hemen o arada herkes kredi kullanmaya başladı. Reklamlara bakın! Bakkal kredi kullanmamaya yemin etmiş olmasa -çünkü ben artık öyle isyan ediyorum- benim cebimde olmayan, hiçbir zaman kazanamayacağım parayı, kendi ürettiklerini bana tükettirmek için kredi kartına sattırıyorlar. Araba alırım. Şimdi diyorsun ki sen, “Tarım toprağı.” İstanbul’da şu anda %90 nem var. Ahmet anlattı. Mesele sıcaklık da değil. Su yok, En sonunda çözümü bulduk; dedi ki bizim akılsız Belediye Başkanımız, “Çatıları yeşil yapacağız.” PANEL YÖNETİCİSİ- Ne kadar akıllı! MÜCELLA YAPICI- Yağmur geliyormuş İstanbul’a kadar, çatıya ağaç koyacakmış. Peki, suya ne yapacak; kova koyacak. İstanbul çatılarına kovaları koyacağız, yağmur yağacak, kovaları boşaltacağız, kovaları Belediye toplayacak, gidecek barajlara boşaltacak. RECEP KIRANLI- Siz şaka yapıyorsunuz. MÜCELLA YAPICI- Ama böyle; şaka yapmıyorum. Ben demiyorum, Belediye Başkanı diyor. Bakın, gazetelerden yollayayım. “Yağmur bulutu İstanbul’a kadar geliyor, suyu bırakmıyor; onun için çatıları yeşil yapacağız” dedi. Niye su bitiyor zannediyorsunuz? Siz de o zaman yapacaksınız tarım alanınızı çatınızda, buğday yetiştirin, ne yapıyorsanız yapın. Yalnız hayvancılık yapmayacaksınız, hayvancılık istenmiyor. Hayvancılık için dünyada belki bir başka ülke görevlendirildi. Koyunlar Hollanda’da yetişecek, inekler İngiltere’de yetişecek. 38

RECEP KIRANLI- Ama ben sizin bu fikrinize katılmıyorum. MÜCELLA YAPICI- Böyle ama. Tabii ben de katılmıyorum; ama böyle. RECEP KIRANLI- Abdüllatif Şener geldiğinde bu binada dedi ki, “Avrupa Birliğinin ilk uygulamalarında Trakya’da hayvancılık ön planda. Bizim ilk yapacağımız hayvancılıkla ilgili çalışmalar.” MÜCELLA YAPICI- Yalan söylüyorlar. Ben size burada.... PANEL YÖNETİCİSİ- Pardon, plana yansımış şekli nasıl? 500 metrekareden fazla ahır yaptırmıyorsunuz. MÜCELLA YAPICI- Bu niye böyle? MEHMET ALİ CANDAŞ- Bunun arkasında yatan şey… RECEP KIRANLI- Bizimkiler yaşıyor yalnız, öyle düşünüyor. PANEL YÖNETİCİSİ- Onun arkasında bir yönlendirme var, onun arkasında bir politika var. Bunu görmemiz lazım. AHMET ATALIK- Bir cümle söyleyebilir miyim? RECEP KIRANLI- Bu kadar olur mu? AHMET ATALIK- Şunu söyleyeyim: İki taraf da haklı aslında. PANEL YÖNETİCİSİdüşüncelerimiz yok.

Biz

temiz

kalmışız

aslında,

bizim

öyle

AHMET ATALIK- Hayvancılık konusunda iki taraf da haklı da, şu fark var arkadaşlar: Mücella abla, “Onu senden isteyen kim?” diyor. Recep bey, “Abdüllatif Şener böyle dedi” diyor. Evet, öyle olacak da onu biz üretmeyeceğiz, o bize satacak. Bu deli dana hastalığını hatırlayın: Tarım ve Köy İşleri Komisyonunda Ahmet Ertürk var, AKP Aydın Milletvekili. O şiddetle katıldığı konuşmada, deli dana hastalığı haritaları tamamlanmak üzere, bu tamamlandığında hayvan ithalatına başlayacağını söylüyor Tarım Bakanı. Tarım ve Köy İşleri Komisyonu Sözcüsü, “Kesinlikle hayvan ithalatı yok” diyor. Aynı Hükümetin aynı partiden milletvekili; biri sözcü, biri Bakan. Hayvancılık yapacağız ama onların hayvanlarını alarak yapacağız. Bizim TİGEM’ lerimiz var damızlık da üreten. Onları ne yaptık? En büyük örneği Dalaman’ dır. Turizm gelişme bölgesi mi, turizm sahası mı, tam adı neyse, turizm bölgesi ilan ettiler. O üretim yapan, bitkisel ve hayvansal üretim materyali üretip çevresine ve Türkiye’nin yarısına dağıtan yerleri “depo kent”, “golf kent”, “sağlık kent” gibi kentlerle, adı kent olan yapılaşmalara açacaklar. Evet, size bir şey ürettirecek, ama kendi sattığı hayvanı. Kendi üreticisine de 39

hayvan sattıracak. Sonuçta Türkiye’ye ne yaptırılırsa yaptırılsın kaymağını kendisi yiyecek. Sanayiden bahsedildi. Sanayide benim şu dikkatimi çekiyor: “Dortmund’da temizmiş, hiç bir zararı dokunmuyormuş” dediniz ya Recep bey Avrupa, çevreye birazcık fazla önem veren bir topluluk. Yaşadığı çevreye önem veriyor. Yaşadığı çevreye zarar verecek ya da zarar vermemesi için pahalı arıtma tesisi kurması gereken yatırımları bizim gibi üçüncü dünya ülkelerine gönderiyor. Biz de onları, “Yabancı sermaye yatırımı” diyerek havada paklıyoruz, çimento fabrikaları gibi. Kendisi, kendi çevresine çok önem veriyor; ama Tuna Nehri’ne verdiği pislik yüzünden 75 metrenin altında Karadeniz’de hayat kalmadı. Mücella abla da oraya tesisleri koyup, hidrojeni ürettirip, üçüncü köprü yoluyla da, tabii onun teknolojisi bizde olursa… MÜCELLA YAPICI- Niye topu Mücella ablaya attınız; göreceksiniz. AHMET ATALIK- Siz anlattınız da onun için diyorum. MÜCELLA YAPICI- Göreceksiniz diyorum. AHMET ATALIK- Borun da %80’i bizde, ama işleme teknolojisi bizde olmadığından hiçbir hayrı olmuyor. MÜCELLA YAPICI- Şekerim, Bush niye geldi zannediyorsun? Bitti o iş. 23 Temmuzdan sonra göreceksiniz. Burada, yerinde işlenecek. Şu anda 25000 ölçekli planı alabilsem, İstanbul’un üç fırsatı var. Birincisi, kültür kenti olması ve çok garip bir şekilde 9. IMF Toplantısının İstanbul’da yapılıyor olması. Pardon, Kültür Başkenti 2010. İkincisi, alternatif enerji politikalarının lobi merkezi olması, üretim merkezi olması. Nükleer değil bu herhalde, rüzgar da değil; hidrojen. Hidrojen lobileri çalışıp duruyor. Üçüncüsü de, bölgesel kalkınma ajansları. Bakın, bütün fırsatı yazıyor; bunlar rapordan: “İstanbul’da kentsel gelişimimiz turizm, ulaşım, enerji, denizcik, sanayi ve hizmetler sektöründeki ulusal stratejiler arasındaki şeyler…” diyor. Bize de söylediği, bakın şurada: “İstanbul’daki işgücü havuzunun, sanayinin desantralizasyonu ya da üretim dışı kalması durumunda yapısal krize girilmemesi ve işsizliğin önlenmesi için proaktif çerçeve programları…” En sonunda, stratejilere bakın; bu taraftan sizin Trakya’ya geliyor. Yani diyor ki, “Ben buna geçtiğim zaman, İstanbul’da işsiz kalacak alanların yerini önceden hazırlamam lazım.” Bu doğru bir politika, bu eleştirilemez. Aldığı kararı eleştirirsiniz. Yöntem doğrudur. Siz, “Ben bu ülkeyi bu şekilde pazarlayacağım” diyorsanız, buysa hedefiniz -ben teknik bir insan olarak konuşuyorum- hedefinizi böyle koyduysanız; yaptığınız her şey doğrudur. Kimse eleştiremez, çok da akıllıdır. “İstanbul’da sadece lojistiği, turizmi, kültürü koyacağım” diyorum ve işsizliği biliyorum -çünkü 40

söylüyor bilim- üretim dışında kalacak alanları biliyorum, kentsel dönüşüm projeleriyle İstanbul’daki nüfusu değiştiriyorum, yabancı, yerli, ama sosyal farklı bir elit getiriyorum. Çünkü diyorum ki, “İstanbul’un bazı bölgelerinde artık yaşanmayacak.” Duymuyor musunuz yıkımları falan? Bunlar bir yere gidecek. O zaman benim bunlara yer aramam lazım. En yakın yer neresi; bu tarafta Trakya, öbür tarafta Kocaeli, Sakarya. O zaman onların planlarına ben müdahale edebilmeliyim. Çünkü ben buradan ne yollayacağımı biliyorum, Trakya bilmiyor ki! Siz ancak kendi planınızı yaparsınız. Siz hayvancılık yapmak istiyor olabilirsiniz; ama “Bizim yollayacağımız insanlar hayvancılık yapmayacak” diyorlar. Anlatabiliyor muyum derdimi? RECEP KIRANLI- O planlara bizim müdahale hakkımız var. MÜCELLA YAPICI- Hah, benim dediğim de şu ki; var tabii. Teşekkür ederim. Ben de diyorum ki, sevgili kardeşler, böyle ayrı gayrı, benim planım, onun planı değil, hepimizin başına çorap örecek bir ya da örmeyecek bir yerleşme... RECEP KIRANLI- Ya da biz onu kendimize göre planlayacağız, gelenler bize uyacak. MÜCELLA YAPICI- Şimdi şunu diyebilmeli Düzce halkı: “Bana bak İstanbul’un sevgili Belediye Başkanı ya da kim bu kararı alıyorsa; sen oradaki gökdelenleri ya da otomotiv sektörlerini yapıyorsun. Ama bunların bize zararı olacak!” Çünkü arkadaşlar yapılan yolların ve ulaşım kararlarının haddi hesabı yok. Siz de teknik insansınız, bir şey söyleyeceğim; kimin aklına gelir, henüz İstanbul’un bir ulaşım mastır planı yok. Nasıl çevre düzeni planı var peki, neden yok; üçüncü köprü işlenmemiş. Marmaray diye herkes ayağa kalktı. Şu an 12 Haziranda ihalesi yapılan, Boğaz’ın altına yapılan bir de karayolu konuldu. Bunları derli toplu gösteren bir belge yok. Onlarda var, bizde yok, Onlarda var, onlar biliyor nereye ne yapacaklarını, bizde yok. Biz, “Olsa olsa” metoduna göre çıkarıyoruz. Bizde yok, onlarda var. O zaman bizim yapacağımız iş, bu resmi okumaya çalışmak. Mesela bence, sizin Trakya Çevre Planından çok, İstanbul’un Çevre Düzeni Planına dava açmanız lazım. Anlatabiliyor muyum? Böyle şey olur mu? Demin anlattığım tüm İstanbul’da suyu toprağı buluşturmayan, su havzalarını yok eden, suyu bitiren imar rantı kararlarına, Düzcelilerin dava açması lazım. Çünkü ben, sonunda onun suyunu alacağım, onunki de bitecek. Onun için bu bütünlüklü bir şekilde, mesela burada, bizim üç çevre düzeni planını birden -sadece Trakya değil, Kocaeli’ni de alıp, batı, doğu, İstanbul- hep birlikte tartışıp, oradan belki kendimize bir yol bulabilmemiz lazım. PANEL YÖNETİCİSİ- Evet, buyurun. 41

DİNÇER METE- İki tane farklı konu var. Birisi küreselleşme politikaları; yani küreselleşmede genel olarak gelişmiş ülkeler ne yapıyorlar; bizim gibi ülkelerin yanında yatıyorlar. Buradaki işsizlik problemi, sanayinin çekilmesi, tarımla ilişkileri, Avrupa Birliği dayatmaları ve benzeri, bunlara karşı nasıl bir politika geliştirmek gerekir? Ülke politikası ne olmalı? Burada çok açıkça şöyle bir riski taşıyoruz: Üretimin en ucuz, en rekabet edebilir alanlara taşınması olayın içine gidiyor gördüğünüz gibi, keza sanayinin aktarılması... MÜCELLA YAPICI- Nükleer atıklar var. DİNÇER METE- Tarımın düşürülmesi ve benzeri gibi şeylerin küreselleştirme politikası var. Şöyle bir farklılık da var: Küreselleşme politikasına rağmen, ülke içerisinde farklı farklı il veya bölge üzerinde geliştirilen politikalar da var. İlişkili ve çelişkili. Şöyle bir şey de denemez: Küreselleşme politikasına karşı çıkmak için ne yapmak gerekir; Türkiye’nin kendisi bir planlamaya gidecek merkez düzeyde. Aslında planlama noktasındaki karar problemlerden biri şu: Türkiye’nin planı var mı ki, bir sanayi stratejisi var mı ki, bir tarım politikası var mı ki bölgesel plana gitsin? Bunlar olmadan da, ülke planı olmadan, bölge planı olmadan, bu ikisi olmadan, geniş ölçekli planları olmadan çevre düzeni planı yapılamaz bile. Sonuç olarak girdi sağlayacağı şeyler olacak ki, bu şiddette planları v.b. gibi şeyleri olacak ki, buradan bir şeyler üretsin. Ama Trakya’daki farklılık şu; ben, bunu sadece başlık olarak koymadım. Trakya’nın şöyle bir şansı vardı: 1994’de, İstanbul, Trakya’ya yanaşırken, Trakya şunu söyledi: “İstanbul günün birinde bunu anlayacak, uyanacak, şu anki denetimsiz gelişimini denetimli hale getirecek.” 1994’de biz bunu çok açıkça görmüştük. MÜCELLA YAPICI- Niye söylemediniz? DİNÇER METE- Çok açıkça gördüğümüz zaman da dedik ki, “Ey Trakya, kendi şansını nasıl çıkartırsın? Çıkmazın tek yolu var.” Bölgesel plan ihtiyacı buradan çıkmıştır. Ama bölgesel plan derken -ben başka yerlerde, sempozyumlarda da bunu söyledim- 4.Sempozyumun Sonuç Bildirgesinde de çok açıkça yazıyor: Türkiye’de planlama deneyimi var mı? Çok açıkça söylüyorum; bütün plancılar dahil, planlama yönünden planlamayı bilen kimse yok. MÜCELLA YAPICI- Yapmayın canım o kadar. DİNÇER METE- Bölge planı... MÜCELLA YAPICI- Devlet Planlama Teşkilatı dünyada yoktur. DİNÇER METE- Bölge planı yapan bir tane insan, bir tane bölge planı yok. MÜCELLA YAPICI- Ah, duymasın kimse, şikayet ederim. 42

DİNÇER METE- Yok. Aşağıdan kalkıp, özellikle katılımla beraber yapılmış bir bölge planı var mı; bu da yok. MÜCELLA YAPICI- Katılım dediğin ne yavrum? DİNÇER METE- Aşağıdan örgütlenmiş... MÜCELLA YAPICI- Yönetişim. DİNÇER METE- Hayır, yönetişim falan değil. Trakya Çevre Planının Keşan’a ilişkin projeksiyonlarını bilen var mı? Buradaki insanlar mühendis, sıradan insanlar da değil. RECEP KIRANLI- Çok az bilgi var. DİNÇER METE- Burada şöyle bir saçmalık var: Bu plan benim bilgisayarımda yüklü. Plan mantığı şu: Haritalarını göstereyim, haritaların üzerinden 10 yıl, 18 yıl haritaların işlenmiş hali var; ama Çevre Bakanlığı diyor ki, “Biz protokol yaptık, planı dağıtamayız.” Arkadaşlar, plan ne için yapılır; plan yürütmek için yapılır. MÜCELLA YAPICI- Pardon, İMP mi diyor? DİNÇER METE- İMP değil, Trakya Üniversitesi. MÜCELLA YAPICI- Üniversite, tamam. DİNÇER METE- Plan ne için yapılır; uygulamak için yapılır. Uygulamak için de planı birilerinin bilmesi lazım. RECEP KIRANLI- Zaten ilan da edilmedi. DİNÇER METE- İlan edilip edilmemesi noktasında da birtakım boşluklar var. RECEP KIRANLI- İlanı yok. MÜCELLA YAPICI- O kadar değil arkadaşlar; yapmayın. RECEP KIRANLI- Evet, ilanı yok. MÜCELLA YAPICI- Spekülasyon aracı olarak kullanılmasını önlemek zorundasınız plancı olarak. DİNÇER METE- Peki, diyelim ki spekülasyon, bu planı hâlâ niye askıya çıkarılmadı? MÜCELLA YAPICI- Askıya çıkmadı mı? 43

DİNÇER METE- Çıkmadı. Bakın, plan derken, planlama derken kastettiğimiz ne? RECEP KIRANLI- Dava açılsa iptal olur. DİNÇER METE- Biz şunu bilmiyoruz: Hep beraber planlı bir yaşamı bilmiyoruz. Bilmediğimiz planlı yaşamı öğrenmenin ve yolunu açmanın araçlarını genişletemezsek, hâlâ bekler duruma geleceğiz. Şimdi beklediğimiz ne? Şimdi beklediğimiz şu: İstanbullular gelecek, planı yapacaklar, bize hap diye verecekler. Bu hapın içerisinde çok emin olun ki dünyadaki sanayisizleşme eğilimi v.b. bunlar eğilim olarak var, ama öbür taraftan şurası da çok açık bir gerçek, İstanbul’da, İstanbul’un içerisindeki küçük sanayi, sadece büyük sanayi değil dışına çıkacak, küçük sanayi de var. MÜCELLA YAPICI- Hepsi. İmalatı da çıkartacak. DİNÇER METE- Bunlar imalatın tümü için yer arıyorlar. İmalat dediğiniz şey, bugünden yarına yok olacak bir şey değil. MÜCELLA YAPICI- Büyük sanayi yok, sen hiç merak etme. DİNÇER METE- Bunların hepsinin, bu imalat sanayii, tekstili, konfeksiyonu, demir-çeliği, bunların ne kadarı varsa; bunların hepsinin geleceği alan belirli. Nüfus olarak da belirli ve iki tane yeri vardır: Kocaeli, Adapazarı, Düzce ve Trakya. Başka bir yeri yakmıyor. Öbür taraftan... MÜCELLA YAPICI- Gelip gelemeyeceği konusunda bu kadar net olmayın arkadaşlar. Ben, başka bir yere geleyim. Bu sanayi yok edilecek -gerçi ben kökten gideceğim çünkü inşaat sanayine bağlı bu- ama tekstil gibi, dünya piyasalarında sizin yarışabileceğiniz, kendinize kaynak yaratabileceğiniz bazı sektörler yok ediliyor. DİNÇER METE- Buraya ilişkin olarak da yapmamız gerekenler, Planlama dediğimiz zaten bu. Buraya ilişkin olarak da yapmamız -planlamadığımız şey de bu- gereken şu: “Ey arkadaşlar, biz bu sanayiyi şurada yapabilir ve ayakta tutabiliriz” deyip, bunu planlamamız gerekiyor. Başka türlü çıkışı yok bunun. MÜCELLA YAPICI- Çünkü esas olarak, eğer siz ekonominizi madenciliğe, sanayiye ve kentsel ranta dayandırıyorsanız; bazı gruplara, hangi alanın nasıl değerleneceği konusunda önceden bilgi verirler ve gider orada arsa kapatırlar. Onun için, arkadaşlardan ve Harita Müdürlüğünden benim ricam şu: Türkiye’deki en demokratik iş, tapu kayıtlarının açılması olur. Emin olun ki, Trakya’da ciddi bir mülkiyet dönüşümü yaşanıyordur. İstanbul’da inanılmaz 44

arsa kapatılıyor, yer alınıyor, ucuza arsalar kapatılıyor; çünkü artık Türkiye ekonomisi arazi rantına dayandırılıyor. DİNÇER METE- Bu konuda Üniversiteye bir sürü eleştiri götürdük “Bu plana ilişkin şunları, şunları yapmalıdır” diye. 2005’de de Edirne’de yaptığımız en son sempozyum bu eleştirileri içeren bir sempozyumdur; ama ben buna rağmen o sürecin kendisinin Trakya için farklı olduğunu düşünüyorum. O işe başlarken Trakya’da herhangi bir fabrikaya Çevre Müdürlüğünün herhangi bir personeli giremiyordu. Kirliliği üreten bir fabrikaya Çevre Müdürlüğünün personeli giremiyordu. Edirne Çevre Müdürlüğü, bir çevre müdürü, bir personelden müteşekkildi. Kırklareli’nde çevre müdürü yoktu. Tekirdağ’da, Çorlu’dan dolayı, yani Çorlu’daki sanayinin yoğunlaşmasından ve Çerkezköy’den dolayı bir çevre müdürü vardı. Zaten çevre müdürü de o çevreye müdahil olduğu süreçte bu noktadaydı. Bu çalışma, “Ergene Nehri temizlensin” diye başlayan çalışma, kendi içerisinde hızla, “Ergene Nehri’nin temizliği tek başına yetmez, bunun yine planlanması gerekir” noktasına döndü. Ama buna rağmen Ergene Nehri için fon ayırmak, Ergene Nehri’nin temizliği için gerçekten ciddi bir kaynağı yaratmak gerekiyor. Bu kaynak ancak ve ancak 2007 yılında gündeme geldi. Şimdi, TRAKAP, “Ergene Nehri’ni biz ihale ettik, bunları temizlemeye başlayacağız” diyor. Anlatmaya çalıştığım şey aslında şu: Sürece müdahil olmadığınız ölçüde ve örgütlü olarak müdahil olmadığınız ölçüde ne planlamanın kendisi hayata geçecek. Sonuç bildirgelerinde şunu yazıyor bizimkiler “Türkiye’de yapılmış bir sürü plan var hayata geçmeyen, mesela Antalya Çevre Düzenleme Planı var, Bölge Planı var…” MÜCELLA YAPICI- İşine gelmediği için geçmiyor kardeşim.. DİNÇER METE- Bunun hayata geçirilmesini sağlayacak olan bizleriz. Sadece yetkili makamlara bırakıyorsak, ya geçer, ya geçmez; ya uygulanır, ya uygulanmaz. Uygulanmasını sağlayabilecek olan şey, oradaki insanların kendi geleceğini kendi eline alması için örgütlenmesi ve sürece müdahil olmasıdır. Oldu, olmadı; belki bir 10 sene daha bekleriz. Gerçi şöyle bir şey var: İstanbul Çevre Düzeni Planıyla birlikte bir şey şöyle geliyor: Canı yandığı için, bizi buralara itmeye başladığı anda planlayacak. O zaman onun planı genel olarak emperyalizmin Türkiye’yi planlaması gibi, İstanbul’un kirliliğini buraya atmayı planlamak olacak. MÜCELLA YAPICI- “İstanbul, İstanbul” deme diyorum yine, diyorsun kardeşim. İstanbul’un ne suçu, günahı var? Başka bir şey de, “İMP’nin Planı” de. “İstanbul’un Planı” deme. DİNÇER METE- İMP’nin planı olsun. Ama buna karşı çıkmanın tek yolu, gerçekten hem planlı bir yaşama geçmeyi öğrenmek, sanayi dahil planlamayı 45

öğrenmek; ama aynı zamanda bu süreci örgütlemek için yeni bir deney geliştirmek. Ben, bunun kendisinin önemli olacağını düşünüyorum. PANEL YÖNETİCİSİ- Teşekkür ederim. Evet, arkadaşlar; başka sorusu olan var mı? MÜCELLA YAPICI- Biz o kadar çok konuştuk ki.... AHMET ATALIK- Yoruldular. MÜCELLA YAPICI- Yoruldular tabii. PANEL YÖNETİCİSİ- Peki, soru yok sanıyorum. Ben, Temsilcimize teşekkür ediyorum. Gerçekten bu talebi yerinde bir talepmiş. Yalnız panelist arkadaşlarımız buradayken, biz buradayken, Edirne’nin bir talebi var. “Mücella hanım çok yoruluyor, ama biz ona şimdi Edirne’den bir yer bakarız, yer de buluruz ona” dediler. DİNÇER METE- Nüfusunu alsın gelsin. PANEL YÖNETİCİSİ- Bir şey daha söylediler bana; ”Oradaki mimarların hepsini göndeririz, yeter ki Mücella hanım gelsin” dediler. Arkadaşlar; çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten çok güzel bir ortamda İstanbul’daki planlamanın buraya etkilerini görüştük. Aslında bu gerçekten küresel bir etkileşim, aynen bugün yaşadığımız iklim değişikliğinde olduğu gibi. Bunun her tarafta etkisini yaşıyoruz. Ancak, şunu söyleyeyim: Bu planlama kararını verenler ve sufle gerisindeki insanlar buralarda çeltik ekimini de yasaklarlar, buralarda hayvancılığı da yasaklarlar, burada yarın küçük sanayi sitelerini de yasaklarlar. Öyle bir sürece girildi. Bu emperyalizmin bir yayılması. Şu anda ülkemize Çin mallarının girip ülkemizi istila ettiği gibi, o insanlar da bize gerekli tüketim maddelerini hazırlıyorlar, steril olarak poşetlerde sunuyorlar, bize sadece onu o büyük alışveriş merkezlerinden almak kalıyor. Bizim hiçbir şey üretmemiz gerekmiyor, burada gördüğümüz şekliyle. Peki, çok teşekkür ediyoruz. Bir başka etkinlikte buluşmak üzere, hoşça kalın.

46