TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 1

19 Ekim 2012 Cuma BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 10.05 BAŞKAN: Feyzullah KIYIKLIK (Kayseri) -----0----BAŞKAN – Sayın milletvekillerimiz, saygıdeğer konuğumuz Sayın Ceylan hoş geldiniz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hoş bulduk Sayın Başkanım. BAŞKAN – Ülkemizde demokrasiye müdahale eden tüm darbe ve muhtıralar ile demokrasiyi işlevsiz kılan diğer bütün girişim ve süreçlerin tüm boyutlarıyla araştırılmasıyla alakalı olarak Meclisimizde bulunan dört siyasi partimizin müşterek vermiş oldukları bir önergeyle Araştırma Komisyonu kurulmuştur. Bu Araştırma Komisyonumuz, ülkemizin içinde bulunduğu, geçmiş dönemlerdeki tüm darbe girişimleri ve o dönem tanıkları ve şahitleriyle bilgilenme ve araştırma olarak burada faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Bu doğrultuda sizleri de davet ettik, icabet ettiğiniz için tüm arkadaşlarım adına teşekkür ediyoruz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Estağfurullah. BAŞKAN – Buradaki çalışma usulümüz, öncelikle kendinizi, biyografinizi anlatarak ve eğer bir sunumunuz varsa yaşadığınız dönemlerle ilgili sunumuzu dinliyoruz, daha sonra da milletvekili arkadaşlarımızın soruları oluyor, o sorulara cevap vererek bir buçuk saatlik bir zaman dilimi içerisinde buradaki çalışmamızı tamamlıyoruz. Tekrar teşrifiniz için teşekkür eriyoruz. Söz sizde, buyurun efendim. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Efendim, Hasan Hüseyin Ceylan, 20’nci Dönem Ankara Milletvekiliyim. 1989-99 Refah Partisi Merkez Karar Yürütme Kurulu Üyesi ve Tanıtma Başkan Yardımcılığı olarak on bir yıl görev yaptım. 28 Şubat döneminde, arkadaşlarımın özellikle bilmesini ve altını çizmem gereken şey, bu uydurma, pespaye – altını çizerek söylüyorum- alçakça ve şerefsizce darbenin, 550 milletvekilinin içerisinde tek hapse giren milletvekiliyim. Sayın o dönemin başbakanı, başbakan olduğu için dosyası Anayasa Mahkemesine gönderildiğinde, Sayın Bakan Şevket Kazan Bey’in, Bakan olduğu için dosyası mahkemeye gönderildiğinde, milletvekili olarak sadece bendeniz o dönemde otuz sekiz ayrı davada, toplam yüz elli altı yıl hapisle yargılanarak, hepsinden beraat ettiğim için de “Ya hepsinden beraat ediyor” deyip uydurma –belgeleriyle göstereceğim- bir mahkemeyle, beş yılı geçmiş, zaman aşımı olmuş bir mahkemeyle İki DGM’de Başkan Nuh Mete Yüksel’in uygulamasıyla bir yıl hapse mahkûm oldum ve 5 ay 10 gün Çubuk cezaevinde yatmış bir milletvekiliyim. Onunla da kalmadı, hapse gireceğim belli olmadığı için ne olur ne olmaz diyerek Vural Savaş-Nuh Mete Yüksel paslaşmasıyla bu Mecliste, Mendereslerden sonra resmen İki Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin açtığı bir dava ile idamla iki buçuk yıl aralıksız yargılanan, çok uydurma olduğu için de kapatılan bir davanın da mağduruyum. Yani şu anda huzurlarınızda arkadaşlarımın, idamla yargılanmış bir milletvekili ve bir yıl hapse mahkûm edilip o dönemde 5 ay 10 gün hapiste yatmış bir milletvekili olarak bulunuyorum. Bu özelliklerimle, söyleyeceklerim TBMM’yi de çok ilgilendireceği için, Komisyonunuzu da yakından ilgilendireceği için çok önemsiyorum ve huzurunuzda da çok tarihî belgelerle olayın boyutlarını izah etme saadetinde buradayım. O yüzden bizi buraya davet ettiğiniz Başkanlığa, sayın milletvekillerime, değerli uzmanlara hususen başta teşekkürle başlıyorum. 28 Şubat, a’dan z’ye bir Süleyman Demirel senaryosudur. 28 Şubat, a’dan z’ye Süleyman Demirel koordinasyonudur. Prodüktörlüğünü de Süleyman Demirel yapmıştır, ana aktörlüğünü de Süleyman Demirel yapmıştır, onun alt birimleri Türk Silahlı Kuvvetlerinin cunta kanadını oluşturan, bugün çoğunluğu hapishanede soruşturma dolayısıyla bulunmakta olan generallerin –hapislerde olduğu için söyleme mecburiyetindeyim- dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Hava Kuvvetleri Komutanı İlhan Kılıç Paşa’nın –ki bendenizin televizyon konuşmalarından bir gün sonra tutuklanmışlardır- gösterdiğim televizyon belgelerinde, o belgeleri burada da göstereceğim. Orgeneral Çetin Doğanların, Orgeneral Çevik Birlerin ve benzerlerinin, şahsi olarak da bunlardan özel mağduriyetler almış birisiyim . Daha hiç 28 Şubat yokken, Yavuz Donat’ı çağırdığında Çevik Bir, “28 Şubat” kitabında sayfa numaralarıyla göreceksiniz ve bulacaksınız “Bu milletvekillerini derhâl Meclisten atmak gerekir ve hapse tıkmak gerekir, bunlar gibi düşünenleri de yaşatmamak gerekir.” demiştir. Benim ismim bizatihi Çevik Bir 28 Şubattan dört-beş ay önce ismimi vermiştir. Bunu şunun için söylüyorum, her şey planlı. Medya ayağıyla da bu planlamanın bütün senaryosu filme tabi tutulmuş ve halka gösterilmiştir. Bunun şimdi çok çarpıcı örneklerini vereceğim. Dönemin Hürriyeti’nin Refah Partisini takip eden arkadaşımız Turan Yılmaz da burada olduğu için herkesi elini vicdanına koyarak takdim etmek istiyorum. Nasıl bir 28 Şubat senaryosuydu? Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek bir yalandan bahsediyorum önce, şunu Başkanımıza takdim ediyorum, ben buradan göstereceğim –önce buradan göstereyim, sonra takdim edeyim- Türkiye’de 600 bin satan Hürriyet Gazetesi’nin manşeti “Yalan Rüzgarı” Sayın Başbakan’la Mısır, Libya, Nijerya seyahatinden dönmüşüz Afrika seyahatinde, tarih 10 Ekim Perşembe. Yani 9 Ekim Çarşamba günü basılan ve Türkiye’ye gece 12’den itibaren gönderilen gazeteyi gösteriyorum “Yalan Rüzgarı” “Erbakan, Esenboğa Havaalanı’nda ayağının tozuyla düzenlediği basın toplantısında, Afrika gezisi rezaletlerini kendi üslubunca çok büyük bir başarı gibi göstermeye çalıştı ve “İcraatın İçinden” programında yavuz hırsız misali gözümüze baka baka –alt başlıklarını söylüyorum- halkın gözüne baka baka şu yirmi yalanı söyledi.” deyip yirmi tane yalan sıralıyor. 10 Ekim !996 Perşembe. 28 Şubata daha pek çok var. Değerli milletvekillerim, Sayın Başkan, 9 Ekim akşamı Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Türkiye’nin hiçbir televizyonunda ve TRT kanalında veya TBMM kanalında, hiçbir yerde “İcraatın İçinden” programı yapmamış ve Esenboğa Havaalanı’nda da basın toplantısı hiç gerçekleştirmemiştir. Tanıtmadan Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak kayıtlara da geçtiği için, o dönem Aydın Doğan Bey’in bilgisine de Sayın Başbakan tarafından bildirildiği için bu manşet atılmıştır. O

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 2

tarihte Türkiye’nin millî maçı olduğu için yapılmayan bendenizin tarafından ve şu anda bir komisyon başkanı olan, Millî Eğitim Komisyonu Başkanı olan Sayın Prof. Dr. Nabi Avcı Bey’le birlikte istişaremizde “Maçı izlesin millet, bu programı izleyemezler.” diyerek ertelediğimiz bir programa, sanki yapmışız gibi Türkiye’nin en büyük gazetesi “Yalan Rüzgarı, Erbakan’ın Yalanları” diyerek manşetler hâlinde, iç sayfada da devam ederek yazmıştır. Bu, bu kadar üzmedi Necmettin Erbakan Hocamızı ve bizleri. Bütün köşe yazarları, Turan Yavuz Bey burada olduğu için kendi gazetesini elini vicdanına koyarak “Bu yalanı nasıl yaptık?” diye sormalarını da istiyorum. Emin Çölaşan “Helal sana Necmettin Bey, bu yalanları nasıl söyledin?” diyor. Ya böyle bir konuşma yok, uzun bir makale yazıyor, köşe yazısı bununla ilgili. Hoca hiç konuşmadı, hiç görüşünü bildirmedi. Ne anlattı? Hiçbir şey yok. Bekir Coşkun “Romalı Hacıyla Romalı Hoca” Erbakan Hoca üzerine o programda yaptığı konuşmanın yalanlarını siparişle de yazdıkları için öyle de bir konuşma yok. İstanbul merkezli sipariş, Ankara merkezle değil. Sedat Ergin “Hocanın Büyük Ayıbı” Buyurun, Ankara temsilcisi o tarihte Sedat Bey. O kadar ciddi bir gazetecinin düştüğü pozisyona bakın. Ertuğrul Özkök “Hoca Kendisini Akıllı Sanıyor” Oktay Ekşi ve Ertuğrul Özkök’ün yazısı. Bütün köşe yazıları olmayan bir basın toplantısının, olmayan bir “İcraatın İçinden” programının konuşulması gerçekleşmeyen bir programın köşe yazılarına kadar hepsi a’dan z’ye yalan olarak icra edilmiştir. Sebebini söylüyorum, biraz sonra bütün belgeleriyle açıklayacağım. 28 Şubatta askerler, isimlerini de veriyorum, şu anda en az yüz tane manşetiyle Orgeneral Erol Özkasnak, savcılık belgesinde de dosya numarasıyla takdim edeceğim, Fatih Çekirge’ye en az 8 Temmuz, Erbakan’ın Başbakanlığından 18 Haziran istifasına kadar geçen süre içerisinde iki yüz tane manşet vermiştir. Emirle yazılan manşetler Sabah gazetesinde, hepsini göstereceğim, her gün manşet olmuştur. Askerin emriyle yazılan manşetlerdir. Arkadaşımızı buraya gelip “Ben gazeteciliğimi yaptım.” demiştir. A’dan z’ye yalan olduğunu da kendisinden hareketle bu Hürriyet’i gösterdiğim gibi Sabah’ı göstererek ispat edeceğim size. Dünyada, böyle bir yalanın olmadığı, o tarihin Meclisindeki en suhuletli insan olduğu rahmetli İsmail Cem tarafından da itiraf edilen Sayın Abdullah Gül, şimdiki cumhurbaşkanımız, 1 Mart gensoru önergesinde Meclis kürsüsüne çıkmış “Dünyada böyle bir yalan olmamıştır, gerçekleşmemiştir. Hadi anladık köşe yazarları buna nasıl hiç konuşulmayan şeyi, evde televizyonda izlemediler mi?” diyerek Ertuğrul Özkök merkezli talimatla köşe yazarları da yazılarını yazmıştır. Bir gün sonra, Sayın Başbakan’ın Aydın Bey’le görüşmesi, bendenizin ve Abdullah Gül Bey’in –o tarihte Genel Başkan Yardımcımız, benimle aynı pozisyonda bulunan Sayın Cumhurbaşkanımız- Ertuğrul Özkök’le bendenizle görüştüm, bana söylediğini burada söyleyerek tarihe not düşmek istiyorum. “Ya olmayan bir konuşmayı nasıl yazdınız? Olmayan bir şeyi köşe yazarlarına nasıl yazdırdınız?” deyince, cevabı lütfen dikkatle kayda geçin “Biz, Hoca’nın ne konuşacağını zaten biliyorduk.” Ben, kendim gazeteci kökenliyim, Türkiye’de 128 bin net satışa ulaşmış İslam dergisinin altı yıl genel yayın yönetmenliğini yapmış ve Meclise girdiğinde on altı tane eseri yayınlanmış, bir eseri Londra Üniversitesi’nden ödül almış, diğer eseri Suudi Arabistan King Abdulaziz Üniversitesinde ders kitabı olarak okutulan bir insanım. Böyle bir insanı nasıl hedeflediklerini de göstereceğim size, ibretlik. Bir başka Sabah gazetesinde manşet, daha 30 Ağustos “Karadayı’dan Humeyni Dersi” “İran’daki kuvvet komutanları ve generaller, Humeyni hareketinin irticanın ta kedisi oldukların fark ettiklerinde iş işten geçmişti. Bize kuvvet komutanları Çubuk’ta yaptığımız toplantıda bunu anlattı” diyor. Kim? Her zaman ki gibi Sabah’ın tüm asker manşetlerini atan Fatih Çekirge. Beyler, hepinize soruyorum, elinizi vicdanınıza koyarak, bu tarih 1996 30 Ağustosu. İran devrimi –Farsça tabiriyle- 22 behmen 1979’da olmuştur, yani şubat 1979’da her şey bitmiştir. Humeyni, Air France’dan inmiş merdivenlerinden uçağın, Azadi Meydan’ında konuşmasını yapmıştır, tarih 79. Yani, Şah ve generallerine ait ortada hiçbir tablo yok. 79 yılında Sayın Karadayı Paşa kaç yaşındaydı ve rütbesi neydi? Yarbaylıkta olma ihtimali var. Bir yarbay o tarihte 85-90’larda olan İranlı Kuvvet Komutanlarından, Hava Kuvvetleri Komutanı, Kara kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, generallerle Çubuk’ta nasıl görüşmüştür? Çoğunluğu ölmüş adamların. Görüştülerse, şimdi Fatih Çekirge’ye de soruyorum, Karadayı Paşa’ya da soruyorum, bu generaller kimlerdi Çubuk’ta? Çubuk’a elin şahı, generali nereden gelsin, adamlar Paris’ e bile ulaşamadan gittiler, Cezayir de zaten perişan oldu. A’dan z’ye düzmece bir şeyin, daha 1 Eylül’de, Erbakan Hoca’nın Başbakanlığı alışının elli yedinci gününde atılan gazete manşetinden bahsediyorum. Neymiş? kurbağa metaforu… Biz onlardan öğrendik, kazanın içerisine düşmüş olan kurbağa, alttan ateşin yandığını hissetmez, bir saat sonra haşlanır kalır. Biz, asla haşlanmayacağız, kurbağa metaforunu iyi biliriz. Bu, aynen biraz sonra göstereceğim manşetten yine Sabah gazetesinden Fatih Çekirge’nin verdiği gibi “473 gizli Kur’an Kursunun Korkunç Yemini” Hürriyet’te de aynısı yayınlandı, Milliyet’te de yayınlandı. Bu korkunç yeminde “Kur’an kursu öğrencilerinin bütün Atatürkçüleri kıtır kıtır testereyle kesecekleri, bütün büstleri kıracakları ve denize atacakları beyan edilmiştir” diyor. Ya, bu Kur’an kursu yemini, İlhami Soysal’ın tam 57 yıl önce yazdığı ve daha sonra da yalan olduğunu kendisinin de itiraf etmiş olduğu korkunç bir yalandı. Yine aynı şeyi asker merkezli ve o dönemin MİT merkezli bir yapılanmasında Kur’an kursu yalanları hangi tarihten itibaren yapılıyor? Yine daha 28 Şubat gelmeden yapılan eylemlerden bahsediyor. Yine, çok çarpıcı, resmî bir belgeden ilk kez görecek bunu heyeti umumiye. Nuh Mete Yüksel’in fezlekesi, Meclise benimle ilgili olarak gönderdiği fezleke. Milletvekili olmuşum, 95, 25 Aralığının akşamı milletvekili olduk, 1 Ocak, yılbaşından itibaren Mecliste toplantılar başladı, 2 Ocakta yemin törenimiz var. 7 Ocakta savcılığa çağırıldım, altı gün sonra. 96’nın 7 Ocağından bahsediyorum. Çağıran Nuh Mete Yüksel, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi 2 Nolu Başkanı. “Senin ‘Ayasofya İhaneti’ isimli kitabını toplattırıyoruz. Yayınevinin adresini bulamadık, yayınevi ve Kızılay’dakileri aldık.” Daha ilk baskısı, bir hafta olmuş kitap çıkalı. Bütün kitaplarımı toplattırdılar. Burada resmî belgesi, kitabın toplanma kararı. İtiraz ettim, o gün itiraz ettim, bana tebliğ yapıldığı gün itirazda bulundum. O itirazı Türkiye Büyük Millet Meclisi fezlekelerle ilgili komisyona altı sayfa olarak beyan ettim, o altı sayfayı da burada takdim edeceğim. Bir komisyon oluştu, toplattıran

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 3

mahkeme itiraz dilekçesini değerlendirmiyor, o gün öğrendim 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesine -iki tane devlet güvenlik mahkemesi var Ankara’da- Deniz Hâkim Albay Erman Başoğlu, Başkan Muammer Ünsoy, üye Yılmaz Çamlıbel, Katip üye Filiz Yılmaz –daha sonra çok üst mertebelere gelmiştir burada okuduğum bu şahıslar- itirazımın neticesinde: “Hasan Hüseyin Ceylan’ın ‘Ayasofya İhaneti’ isimli kitabında 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin toplatma kararını oluşturan hiçbir gerekçe yerine gelmediğinden toplatma kararının kaldırılarak anılan kitabın yayınının serbest bırakılmasına, yazarına olduğu gibi iade edilmesine dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu oy birliğiyle karar verilmiştir.” “Hiçbir suç yoktur.” diyor. Tarih 13 Şubat 1996 yılı. Resmî belgeyi okudum. Nasıl olduysa, 28 Şubat oldu, tanklar yürüdü Nuh Mete Yüksel’in aklı başına geldi, 1997’de benimle ilgili aynı şeyi topyekûn, oy birliğiyle, askerî üyenin de itirafıyla kaldırdığı şeyi Türkiye Büyük Millet Meclisine bir yıldan altı aya kadar hapisle ilgili olarak “Atatürk’e hakaret etmiştir, devletin bilmem nelerine hakaret etmiştir.” diyerek fezleke gönderdi, bu fezleke de ayrıca onaylandı, bendeniz de bundan oy birliğiyle takipsizlik kararı verilen, suç unsuru bulunmadı denilen şeyden yeniden yargılandım yine beraat ettim ama oyunu ve tezgahı göstermek açısından, Nuh Mete Yüksel’in ve ekiplerinin kendi içindeki düalizmlerini, plüralizmlerini anlatmak adına bunları beyan ediyorum. Resmî devlet belgelerinden aktarıyorum. Keza, Hürriyet’te –şimdi çok önemli bir şahit göstermiş olacağım size- 8 Haziran 1997 Pazar “Gaflete Öfke” Hürriyet. Konu, alt başlık. Diğer gazete “Hoca Vermiyor” diye yazdı, bir diğeri de “Erbakan Vermiyor” dedi. Üç gazetenin üçünde de manşet. “Gaflete Öfke, Erbakan Vermiyor, Hoca Vermiyor” ne vermiyor? Askerlere Başbakan Erbakan para vermiyor. 24 saatini Başbakanın yanında geçiren bir o dönemin MKYK’sı, Tanıtman Başkan Yardımcısı olarak A’dan Z’ye yalan olduğunu biliyorum. “Vermedi.” diyor. Haberi, Sedat Bey üzerinden yapılmış, altına alt başlık Çevik Bir çağırmış Hürriyet’ten arkadaşları, makamına çağırıyor “En büyük suçlu Şener.” diyor. Abdüllatif Şener, Maliye Bakanı. Erbakan vermedi ve suçlu da Abdüllatif Şener. Abdüllatif Şener bugünkü iktidarı şiddetle tenkit eden bir arkadaşımızdır. Bugünkü kimi mahkemelere bakış açısı ortadadır. Eğer aramızda CHP’li üye arkadaşlarım varsa hassaten rica ediyorum, Abdüllatif Şener’le lütfen görüşün. Çağırın buraya, bu yalanın bütün boyutlarını resmî Maliye Bakanlığı belgeleriyle sizlere anlatsın. 31 Aralığa kadar olan o tarihteki 447 trilyonluk bir harcama limitinin daha haziran ayında Başbakanın talimatı ve Maliye Bakanı Şener’in resmî yazısıyla “31 Aralığı beklemeden o kadar paranızın tamamını harcayabilirsiniz yani temmuzda biterse bu para, yeniden size veririz.” demişlerdir. Ama üç gün üst üste Türkiye’nin en büyük üç gazetesi Hürriyet, Milliyet, Sabah Hoca, “asker düşmanı” diye takdim edilerek, “Hoca para vermiyor.” demişlerdir. A’dan Z’ye yalan olduğunu hem Maliye Bakanlığı ispat etmiştir, bunun bir başka sebebi vardır, o tarihte Maliye Bakanı Abdüllatif Şener, dönemin şimdiki Grup Başkan Vekili İstanbul Defterdarı Nurettin Canikli Bey vasıtasıyla Hürriyet ve Sabah gazetesindeki vergi usulsüzlükleri ve kaçaklar dolayısıyla Hürriyet’e 8 trilyona yakın –eski parayla- bir ceza, Sabah’a 6 trilyona yakın bir ceza resmîdir, İstanbul Defterdarlığından alabilirsiniz, 28 Şubattan sonra değişen iktidarla da bu cezalar ortadan kaldırılmıştır ayrıca. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hürriyet’e ne kadar, Milliyet’e ne kadar demiştiniz? HASAN HÜSEYİN CEYLAN - Hürriyet’e 8 trilyona yakın bir para, resmî rakamı, İstanbul Defterdarı -o günküNurettin Canikli Bey’in resmî uygulamasından öğrenebiliriz. Şimdi, çok çarpıcı Sayın Başkan, hayatımda görmediğim, bu kadar olur diyebileceğiniz bir belgeyi gösteriyorum. Aynı tarihte Turan Bey de bilirler Hürriyet’te “Şok Mektup” Milliyet’te “Demirel’den Muhtıra” Sabah gazetesinde de “Demirel Mektubu” arkadaşlar 27 Şubat, 28 Şubattan bir gün önce- bendeniz Tanıtma Başkanıyım, Başbakanlık Konutuna –dikkat buyurun- Dinç Bilgin, Güngör Mengi, Necati Doğru, Zafer Mutlu, Mehmet Barlas, Fatih Çekirge, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar. Hepsinin resimleri var burada, buyurun. Birinci sayfada. Bu gazeteler gece ikiye kadar böyle değildi. Şimdi, Trabzon’a gidin, Artvin’e gidin, Şanlıurfa’ya gidin, Diyarbakır’a gidin bu gazetenin bu manşetini bulamazsınız. Bu gazete, bu manşetle sadece Ankara, İstanbul ve İzmir bölgelerinden çıkartılmıştır, eski gazete buralardaki tüm yerlerde sabahleyin saat beşlerde, altılarda sivil memurlar tarafından toplattırılmıştır. Bu Sabah gazetesini -Fatih Çekirge burada olsa yüzleşiriziçeride tam dört sayfa “Erbakan Hoca’nın Çılgın Projeleri” diye renkli dört sayfa İstanbul üçüncü havaalanı, İstanbul üçüncü boğaz köprüsü, HES’ler, Konya hızlı treni -Cevat Ayhan Bey zamanında ihalesi hazırlanan- Eskişehir hızlı trenleri, bütün projeksiyonlar harita üzerinden yapılmış bütün bu… Bakın sadece fotoğrafı kalmıştır, dikkat edin. “Dekopaj” dediğimiz, gazetecilik dilinde, olayın nasıl bir iğrenç bir asker emriyle değiştirildiğinin aleni manşetini gösteriyorum sizlere bu tam sayfada. Nitekim, köşe yazılarının devamı da yoktur. Fatih Çekirge “Hoca’nın Laiklik Anlayışı” Hasan Cemal “Hoca ve Faşist Laikler” Güngör Mengi “Hoca Nereye” “Erbakan’ın Kırk Delisi” Mehmet Barlas yani “Kırk deliyle bu kadar başarı sağladık.” diye anlattığı şeyler var, iç sayfaların hepsi kopartılmıştır, yoktur. Ne dört sayfa vardır, ne köşe yazıları vardır, ne bir şey vardır. Sadece resim kalmış, onu da utandılar herhâlde. İşte, buyurun, Zafer Mutlu, Mehmet Barlas, Dinç Bilgin, Güngör Mengi, Sözcü gazetesinin yazarı Necati Doğru Necmettin Erbakan’ı öve öve bitiremiyor, buyurun. Ama emir verilmiştir, gizli kalan boyutunu anlatıyorum. Gece, bir de Fatih Çekirge bendenizle -telefon kayıtlarında vardır- tam on yedi kez telefon görüşmesi yapmıştır, birden ikiye kadar. Uyutmamıştır beni. Benimle… Bak buradan açıkça beyan ediyorum, kayıtların hepsini alabilirsiniz, kendisini de çağırın yüzleşmeye hemen hazırım, zaten savcılıkta yüzleşeceğim. “Hasan Hüseyin bak, Ertuğrul Bey’le görüştüm Özkök’le, Demirel muhtıra vermiş, mektubu Hürriyet manşetten bildiriyor. Derya Sazak’la Fikret Bila’yla görüştüm Milliyet de manşetten bildiriyor. Kardeşim evet Erbakan Hoca’yla görüştük, herkes köşe yazılarını yazdı, bütün sayfalar Erbakan ve Refah Partisinin başarısıyla ilgili ama yani bunu da atlayamayız. Demirel’in mektubu var.” “Ya, Demirel’in mektubu yok.” “Git Allah aşkına, Erbakan Hoca’nın yanına git oradan haber ver.” Necmettin Erbakan’ın evinin kendi aile odasına Türkiye’de giren tek kişiydim bendeniz. O kadar yakındım. Onun yanından yine, ayrıca bir buçuğu, ikileri bulduğunda yeniden telefonla Hoca’nın yanından görüştük, Başbakanın yanından. Asla, yeminle, yalan olduğunu beyan ettik. Yalan olan Demirel mektubu manşetten bildirildi hep. Bunun sebebi de şuydu: Ertesi gün 28 Şubattı beyler, bu kadar açık. Askerler A’dan Z’ye emirlerini vererek, Çevik Bir ve Erol Özkasnak emir vererek bu gazetenin manşetini de, iç sayfalarını da değiştirmeyip, benim bildiğim sadece manşet değiştirilirdi, şimdi burada iç sayfalar yok edilmiştir ayrıca. Buyurun, bir belge daha veriyorum. Resimleri ile birlikte, insan utanır.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 4

Keza, o para vermiyor da Sabah gazetesinin manşeti “Oy avcılığına para var, askere yok” diye bildirilmiştir. Şimdi burada bulduğum diğer manşetlerden. “Erbakan vermiyor” diye -demin Sabah’ı gösterirken Hürriyet’i söylemiştimiğrenç bir başlık atılmıştır. Keza, “bunlar niçin böyle oluyor”un yine Guinness Rekorlar Kitabı’na girecek bir örneğini bütün gazeteci arkadaşlarıma, herkes vicdanından utanmasını zirveye çıkarsın diye örnek veriyorum. Bunu, Türkiye siyasi tarihinde gündeme getiren ilk insanım. Bu yalanlar nasıl oluştu? 20 Aralık - 30 Aralık arasında 10 gün Türkiye Müslüm Gündüz, Fadime Şahin’i karşıladı, 1 Ocak – 10 Ocak arasında Emire ve Cinci Ali’yi karşıladı ve tanklarda yürüdü 5 Ocakta. Şu, Arap aleminin 100 bin satan, bizdeki Alem dergisinin karşılığı olan Londra merkezli Seyideti dergisi. Bu dergi Mısır’ın, Cezair’in, Tunus’un, Libya’nın, Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, Kuveyt’in “krem dö krema” dediğimiz üst tabakasına hitap eden bir dergidir. Bu Hanımefendi de Mısır’ın 2’inci Ümmügülsüm’ü diye bilinen bir Hanımefendisidir. Kapak konusu dergilerin x dergicilik yaptığım için biliyorum- “…”( ) Boşanmanın kadına verdiği ve erkeğe verdiği azabın boşanmaya karşı hikayesini anlatan bir dergi sayısı. Boşanma, “talak” üzerine bir sayı yapmışlar. En sonda, Zeynep Gazali’den uzun bir ropörtaj almışlar, “Erkek kadınını boşuyorsa zulümdür” diye, bugün Türkiye’nin alkışla onayladığı bir ropörtaj var, muhteşem bir ropörtaj, Seyideti dergisi. Bu konuda, bununla ilgili tefsir profesörü Ed Doktor Ömer Fahri’den, -resimlerini herkesin görmesini istiyorum- Ed Doktor Halid Yasin’den, -hepsi doktor, aynı zaman da profesör manasına- İbrahim Taalu’ndan Ed Doktor ve Hazım Taha’dan görüşlerini uzman olarak almışlar. Ama ne gariptir ki Seyideti’deki Ümmügülsüm bizim Sabah gazetesinde 300 bin, 320 bin satan Ekip gazetesinde, buyurun, ve hemen o tarihte yani Emire’den sonraki dönemde “Azgın şeyh…” Buyurun, bütün arkadaşlarımız görsün. Manşet “Azgın şeyh -ikinci Ümmügülsüm olarak- çok sayıda erkeğini İstanbul’da ağına düşürüp, maddi - manevi olarak bütün erkekleri mahvetti.” O Kadıköylü erkek burada, Sarıyerli erkek burada, Beykozlu burada, hepsi Arap bunların. Hepsine ad koymuşlar, birisinin adını Şevki koymuşlar Şevki Yılmaz’dan dolayı, birisini adını Hasan koymuşlar benden dolayı, birinin adını Halil İbrahim koymuşlar yine Halil İbrahim Çelik’ten dolayı, aman ya rabbi! Dünyada bu kadar yalan, kepaze, adilik ve şerefsizlik olmaz ve bu 320 bin adet sattı. O tarihte, Dinç Bilgin kendisi itiraf etti, benim canlı yayınıma katıldı: “Ya bize bir telefon geldi, ilahiyat fakültesinden önemli bir hoca telefon etti.” dedi. Neyle ilgili telefon etmiş, bu derginin arka kapağını getirmedim ben. Derginin arka kapağında Zeynep Gazali. Ben, 1983’de 28 gün Londra Üniversitesinde birlikte konferanslara katıldığım muhteşem, allame bir kadın. 80’e yakın kitabı var, müfessir, hafız. Enver Sedat döneminde 8 yıl hapis yatan bir kadın, hapisten çıktı geldiğinde. Fehmi Koru, bendeniz, hep birlikte Londra Üniversitesinde davetli olarak gittik konferansa, ben de kendisiyle birlikte 28 gün aynı otelde kaldık, çok yakinen tanıyorum. Hiç kız çocuğu yok. Hapishanede yapılan zulümden dolayı kısırlaştırılmış, yok edilmiş bir kadın. Kadın muhabir arkadaşlarıma da sesleniyorum “Allah aşkına.” Bu kadını arka tam sayfada “Kadıköylü Hamide kızını mayoyla denize girdiği için Kadıköy’de yakaladı, tam keserken Göztepe Karakolunun amirleri yakaladılar, keserken testereyi elinden aldılar, kızı kurtardılar.” Sabah gazetesinin Zafer Mutlu versiyonunu anlatıyorum size. Kadıköy’e ömründe hiç gelmemiştir Zeynep Gazali, ayrıca hiç kız çocuğu da yoktur. Çıplak denize girsin de testere ile kessin diye. Allahtan korkmanın bu kadar, utanmanın sınırlarının aşıldığı bir tablo sergilenmiştir, bu kadar yalan, bu kadar Guinness rekorlarına girecek uydurmalar 28 Şubatın senaryolarını oluşturmuştur ve de kapatmalarını oluşturmuştur. Beyler, keşke gelebilseydi burada bir milletvekili arkadaşımı şahit gösterecektim. Bendeniz milletvekili iken… Turan sen evimin basıldığını biliyorsun lojmandayken- Milletvekiliyim, Oran Sitesi’nde milletvekili lojmanları var, 3/33 de oturuyorum, sabah saat 3 buçukta, ismini veriyorum, Güvenlik Müdürü Hasan Hüseyin Bey diye benim adımı taşıyan bir Konyalı arkadaş, telsizle geldi, kapıya yumrukla vurarak… Ya milletvekiliyim, daha mahkeme yok, Refah Partisi’nin kapatması yok, hiçbir şey yok ortada. Seni almaya geliyorlar, telsizlerden dinledik. Ben, o saat, anemin de babamın da misafir olarak bulunduğu evden arka sırtımda bulunan İzmir Milletvekili İsmail Yılmaz’ın evine yerleştim, tarihi bir anımı anlatıyorum size. 10 kişi geldi bizim eve. Çocuklarım küçük, ilk okuldalar, en fazla orta okuldalar. Eve hışımla girmeler, Nuh Mete Yüksel’in emriyle evimde -milletvekiliyim, o tarihte milletvekili lojmanları var şimdi yok, lojmana giriş de yasak- arama yapılmıştır. “Gelenler silahsız idi” dedi hanımefendim ama bir ay sonra, bir hafta sonu, -bizim 22 Şubat 1998’de milletvekilliğimiz düşürüldü tarih veriyorum, 22 Şubat 98- 97 yılının Eylül ayının ortalarında, şimdiki Kırşehir Milletvekili, Başbakan Danışmanlarından Abdullah Çalışkan benim yan binamın sahipleri babası, arkadaşım. Beyler, evime Pursaklar Jandarma Karakolundan, hilafsız söylüyorum, tam 50 tane jandarma, ellerinde G-7’leri, silahlı olarak evimi kuşatmışlardır. Kız kardeşim ağlar, hanımım ağlar “Evi şey yapmaya geldiler, seni vuracaklar.” diye. Dışarıda bir yerdeyim, koşarak geldim. İçeride de, kapıda Nuh Mete Yüksel’in emriyle gelen 7 tane emniyetteki malum gözaltıları yapan birim var. Çok ağır hakaretler ettim hepsine, “Erkekseniz adımınızı atın, nerede aramanız. Üstelik ben milletvekiliyim, milletvekili evini arayamazsınız.” dedim. Daha milletvekilliğim düşmemiş. Arama da yok, “Haklısın efendim” dedi oradaki birisi, insafa geldi ama yanlışlıkla alt kat kız kardeşimin, ona girmişler, kız kardeşim felç geçirmek üzere. Kız çocuğum Muradiye okulunda okurken bir Milli Güvenlik dersine gelen öğretmen sürekli “baban idam edilecek, baban idam edilecek” diye idamla ilgili dava açılmadan söylemeye başlamıştır. Dikkatinizi çekerim aile dramına. Ben siyaseti bıraktım, 15 senedir hiçbir yerde gözükmüyorum, sebebi çocuklarım. Çocuklarımla ilgili çalışmayı, rehabilitasyonu o ihtilal dönemindeki meydana gelen arızaları gidermek adına yaptığım, çocuklarımın üzerindeki çalışmadan dolayı bu işleri bıraktım, aileme verdim kendimi çünkü ailem de elden gidiyordu fikir olarak, mantık olarak, akıl olarak, zekâ olarak. Daha ilersini söyleyeyim: Erbakan Hoca’nın sağ kolu olarak medyada biliniyorum. Şimdi, Sayın Kılıçdaroğlu’nun danışmanlığını yapmakta olan, konuşmalarını, metin yazılarını yapmakta olan, çok yakın tanıdığım Şükrü Karaca isimli arkadaşım var. O tarihte Tansu Çiller’in danışmanı. Tarihî bir belgeyi o da televizyonda söylediği için -benden aldığı bir bilgiyle söylemişti- söylüyorum sizlere, Başbakanı istiskal için öyle planlar yapmıştır ki askerler, Milli Güvenlik Kurulu kanadını oluşturan komutanlar ve onun altındakiler, aynen Tarık Güryay’ın Yassıada’da bir ere emir vererek demir

( ) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan dilde kelimeler ifade edildi. x

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 5

ranzanın ikinci katındaki Adnan Menderes’i aşağıya indirip “Gel lan buraya” deyip -Nazlı Ilıcak’ın kitabında da var diğerlerini…- Başbakanı çizgili pijamasıyla karnından yumruklatmadan nasıl zevk aldıysa Tarık Güryay, aynı olay Başbakanımızın başına bizatihi gelmiştir, Necmettin Erbakan’ın. 28 Şubattan önceki video kasetlerini RTÜK’ten istediğiniz zaman görürüsünüz, plan yapmışlardır, “Başbakanı dövme yerine nasıl istiskal ederiz, nasıl aşağılarız, nasıl tahkir ederiz” diyerek Millî Güvenlik Sekreterliğinin Diyanet İşleri Başkanlığının karşısındaki yeni binasının açılışına davet etmişlerdir Sayın Başbakanı. Başbakanı istiskal için planlar yapılmıştır. Mili Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin yeni binasının açılışında, 300 kadar uzman adı altında asker çocukların çalıştığı binada Başbakan Koruma Müdürü Hasan Beyle beraber ve yakın korumalarının yanında bulunduğu anda lacivert pardösüsüyle girerken yan cenahtaki kolonun yanından bir asker rütbe yok, görevli bir asker, çaycı veya bir başkası- hışımla gelerek -o ekran görüntülerini gözünüzün önüne getirinBaşbakan’a bütün hızıyla omuz vurmuş, sendelemiş, yere düşmekte olan Başbakanı Koruma Müdürü Hasan Bey ve yanındaki 2’nci koruması dünya kungfu şampiyonu Abdurrahman Akyüz tutarak Başbakanı yere 2,80 kapaklanmak… Kendi ifadeleri aynen böyle olmuştur, “Ya kurtardılar” demişlerdir. Bu kadar iğrenç tablolar sergilenmiştir. Aynı şekilde, Gölcük Donanma Komutanlığına Güven Erkaya tarafından davet edilen Başbakan -gazeteleri alacaksınız, üç ay devam etmiştir Hürriyet de, Sabah da, Milliyet de vardır, mahkemeye vermişlerdir- girerken bütün korumalarını dövme kararı almışlardır askerler. İsim veriyorum: Koruması, bir, Abdurrahman Akyüz, iki, Muzaffer Ulu, üç, Önder Karan ve diğerleri ve Hasan Bey’i -Hasan Bey’in şimdi soyadı aklıma gelmedi- dövmek üzere inanılmaz girişimlerdi bulunmuştur yaklaşık 50’ye yakın asker. Bütün gazetelerde geçti, “Kungfucu Sakarya grubu kaos meydana getirdi, Donanma Komutanlığını birbirine kattılar” diye. Adam dünya şampiyonu kardeşim, üçü de dünya şampiyonu, hepsi Yılmaz Hoca’nın talebeleri. Gelenlerin hepsini bu korumalar -yoksa kendileri perişan olacaklar- çok iyi dövdükleri için -bunu da bilerek kullanıyorum- güvenlik birimleri ve Donanma Komutanlığı tarafından hepsi mahkemeye verilmiştir, o çocuklar Hoca’nın korumalığını bırakarak yurt dışına çıkmışlardır, mahkeme düştükten sonra Türkiye’ye gelmişlerdir. Benzeri bir olayı Kayseri’den anlatıyorum, daha Şükrü Karatepe olayı yok. Kayseri’de beraber gittiğimiz Başbakanla birlikte, Abdullah Gül Bey Sayın Cumhurbaşkanımız, birlikte Kayseri’ye giriyoruz. 10 kişi karşılama yapıyor, çiçek verecekler, 5’i bu tarafta 5’i bu tarafta -hem Hürriyet de, hem Milliyet de, hem Sabah da manşetteler- hepsi siyah parke giymişler, siyah pantolon giymişler, siyaha yakın bir spor ayakkabı giymişler, bir de hacıların takmış olduğu berenin yani mavimsi bir berenin şöyle yatık şey yapmışlar “Hocam emrinizdeyiz.” diyerek karşılama yaptılar. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hocam, hacılar değil de, asker beresi diyelim. HASAN HÜSEYİN CEYLAN - Asker beresi diye tashih ediyorum. Beyler, Sayın Başkanım özellikle söylüyorum. Bu karşılayan arkadaşlar Türkiye’nin Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılanmış, bizzat Vural Savaş devreye girmiş, Anayasa Mahkemesi devreye girmiş “Bunlar derhâl hem atılacak hem anında işlem başlatılacak” diye. Sekizer yıl bu çocuklar hapse çarptırılmış ve infazı olarak da üç buçuk, dört yıl hapiste yatmışlardır. Tıpkı Sincan’da Kudüs resminin önünde 6 arkadaş Kudüs’ü anlatmak adına, ellerinde hiçbir şey yokken sadece mercimek tanesi gibi, intifadadaki gibi “Kahrol İsrail, kahrol İsrail!” dedikleri için Çevik Bir’in yazılı emriyle, o gün o çocuklar içeri attırılmış, bir aylık mahkeme neticesinde on sekiz yıl hapse mahkûm olmuş -hepsinin isimlerini kayıtlı olarak veririz heyete- on sekiz yılın infazı sekiz küsur yıl Ankara Merkez Cezaevi, Sincan Cezaevi ve Güdül Cezaevinde bu arkadaşların hepsi yatmıştır. Hepinizin dikkatlerinize ve vicdani ıttılaınıza arz ediyorum bu olayı. Bendeniz, burada önemli bir bölüme geliyorum medya-asker ayağıyla ilgili. İroni yaparak bugün Mustafa Balbay’a ben acıyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Acımayın canım, acımayın. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – İroni yapıyorum. Bakın, bunu bilerek kullanıyorum. Yanındaki Karamehmetlerin, sorumlu Tuncay Özkan’ı düşünüyorum. Çok net, altını çizerek buraya kayıtlara geçiriyorum. Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay, Fatih Çekirge’nin 28 Şubatta askerle ilgili görevlendirmelerde yaptığının onda birini yapmamıştır. Bugün Poyraz’da on sekiz yıl hapis cezası aldılarsa, Fatih Çekirgeler ve demin söylediğim yalanları ortaya koyanlar, Ertuğrul Özkök dahil, Fikret Bilallar, Zafer Mutlular, Sedat Erginler, hepsi kesinlikle yargılanmalıdır. Ben savcıya bu şekilde, belgeleriyle zaten ifadelerimi vereceğim. Orada da tanığım artı mağdurum. Yani Mustafa Balbay’ın günlükleri Fatih Çekirge’nin günlük tutmasına ihtiyaç duymamış, her gün manşet, her gün manşet ve hepsi korkutma manşeti, yönlendirme manşeti, yalan manşetleriyle beraber. Bunun bir tanesini yine burada bir arkadaş şahit olduğu için söylüyorum. Aydın Doğan Bey’den Necmettin Erbakan Hocama bir telefon geldi, ben yanındaydım. Bizim damat… Bu çok mahrem bir bilgi, ben size aktarıyorum şimdi. Mehmet Ali Yalçındağ’ın annesi Balgat’ta oturuyor, vefat etmiş, hanımefendi de “Ben Hamidiye Camisinde cenazemin kıldırılmasını istiyorum.” diye de vasiyet etmiş. Oğlu İstanbul’da , Mehmet Ali Yalçındağ’a bu vasiyeti iletmişler -Ankara’da bulunmuyor Mehmet Ali BeyMehmet Ali Yalçındağ Fikret Bila’ya söylemiş, Fikret Bila da hemen benim yanıma geldi Derya Sazakla beraber. “Ya, böyle bir şey var. Cenaze Mehmet Ali Bey’in öz annesinin cenazesi, cenaze kılınacak. “Hamidiye’de böyle bir vasiyet var, Hamidiye’de hiç cenaze kılınmadı o güne kadar. Dedim: “Sayın Başbakana takdim edelim, Cuma namazına kendileri de gelecekler, burada kılacağız.” “Hiç kılınmadı ama ilk başlangıç öyle olsun Hasan Hüseyin.” dedi. Döndü bana Sayın Başbakan İlahiyat Fakültesi mezunu olduğum için “Cenaze namazını da sen kıldır.” dedi. Şimdi, dikkat buyurun. Turan Bey konuyu çok iyi hatırlayacak. Dünyada bu kadar kepaze, bu kadar rezil bir şey hiç yaşanmamıştır. Ömrümdeki tek sarıklı fotoğrafım basına geçen o fotoğraftır beyler. Ben imamete geçtim, Mehmet Ali Yalçındağ Bey’in annesinin cenaze namazını kıldırdım. Aylar sonra Turan Bey benimle bir röportaj yaptığında konu sarıklıların tutuklanmasıyla ilgiliydi. Konuşmamda “Ya adam -çarşamba da tutuklamalar başlamıştı- evinden camiye, karşıda cami, arada on metre var, besmeleyi çekmiş, sarığını sarmış, camiye gidiyor. Yetmiş kat sevap var inancında. Bunu nasıl tutuklarsınız?” diye bir cümle sarf etmişim, Hürriyet’te manşete yakın yer bulmuş. Ama benim üç gazetede de fotoğrafım, o cenaze namazını yani Aydın Doğan Bey’in dünürünün yani Mehmet Ali Yalçındağ’ın anasının namazını kıldırdığım sarıklı, cübbeli fotoğrafım yayımlanmıştır böyle.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 6

Oysa Mehmet Ali Yalçındağ’ın ve Aydın Doğan Bey’in bizim o hareketimizden dolayı hem Başbakana hem bendenize teşekkür mektubunu hâlâ evimde saklarım. İğrençliğin geldiği boyutu size takdim için şahsım üzerinden örnekler veriyorum. 28 Şubat, 60 ihtilalinden daha feci bir ihtilaldi, 71 muhtırasından çok daha ağır kalıcı yıkımları olan bir ihtilaldi. 12 Eylül… Ben 12 Eylülde yazdığım bir yazıdan, Yenide Bir’in arkasında yazdığım bir yazıdan dolayı beş ay Mamak Cezaevinde yatmış birisiyim. Sıkıyönetim komutanlığı… Önce beraat etim. Sonra Sıkıyönetim Komutanlığı kurulup 12 Eylül olunca 18 Aralık 1980’de hapse girdim. 12 Eylül, 28 Şubatın yanında çok hafifti, bu kadar söylüyorum uygulamaları itibarıyla söylüyorum. Bunun temel nedenlerinden biri de ekonomiydi ama ekonomiye geçmezden önce yine bu yalanlardan, medyadan resmi Millî Güvenlik Kurulu belgeleriyle beraber sizlere takdim edeceğim. Hürriyet “Aynen imzaladı.”, 28 Şubatın manşeti; Sabah: “İmzaladı.”, hepsi o şekilde devam ediyor Milliyet’e kadar. Şimdi, geliyorum gazetelerin kendi boyutuna, “Aynen imzaladı.” dedi ya, aynı Hürriyet “Hoca direniyor.” Ya imzalamıştı, nasıl oluyor? “Hoca direniyor.”, tarih 3 Mart yani 28 Şubattan üç gün geçmiş “Hoca direniyor.” Bir gün önce basıldığına göre “İki gündür direniyor.” diyor. Cumhuriyet, hani imzalamıştı, “İmzalamayacağım.” diyor, ne zaman? 3 Mart. “İmzaladı.” diye “force” ettiniz. Niye “İmzalamayacağım.” diye Cumhuriyet manşet şey yapıyor. Hürriyet bir gün sonra, yine “Hoca direniyor.” Milliyet, Fikret Bila, “İmza gerilimi, Erbakan imzalamıyor, liderler turuna çıkıyor.” Devam ediyor, “Beşli çete 6 milyon imza topladı, kesinlikle imzalanmasını istiyor.“ salı gününe, devam ediyor dördüncü güne. Milliyet’ten yine 4 Martta “Refah bunalımı… MGK kararlarını Erbakan imzalamayınca kriz doruğa çıktı.” Devam ediyor, Sabah gazetesinin manşetinde: “Hoca’nın imzası” diyerek bir de imzalı bölüm var, onu da gösteriyorum burada, bulduğumda. Resmî Millî Güvenlik Kurulu belgeleri zatıalilerinize Başkanlık olarak gelmiştir. Şimdi, ben Hocama gelen her şeyi birer nüsha aldım, yazar olduğum için değerlendirmek adına kullanıyorum. İşte, tarihî belge, Necmettin Erbakan’ın imzalamış olduğu, Sabah gazetesinin manşetten verdiği şu bölüm: “Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, İsmail Hakkı Karadayı, Tansu Çiller, Turhan Tayan, Meral Akşener, Teoman Koman, Ahmet Çörekçi, Güvener Kaya ve Hikmet Köksal’dan oluşan beş asker, üç sivilden oluşan resmî imza”, ikinci sayfasının sonu, birinci sayfası da beş madde yani kapıda siz gazetecilere MGK kararlarından sonra ön duyuru olarak bildirilen bölüm. Şimdi, tarihî, bizzat bendenizin tanık olduğu ve İlhan Kılıç Paşa’nın da hapse girmesine vesile olan olayı anlatıyorum. Gece Sayın Başbakan on ikiyi beş geçe 28 Şubattan çıktı, bendenizi aradı: “Hasan Hüseyin derhâl eve gel.” On ikiyi on beş geçe ben Sayın Başbakanın evindeydim, Başbakan ve ben. “Yarın kozmik bir toplantı yapacağız.” “Hocam, siz bu ‘kozmik’ tarifini hiç kullanmazdınız.” dedim. “Yukarıda öğrettiler.” dedi. İfadesi bu gülerek, ironi yaptı. “Şunları, şunları, şunları çağır. “ Sayın Cumhurbaşkanımız da dâhil olmak üzere, bugünkü, Fehmi Adak Bey’den Oğuzhan Beye on dört kişilik çok tarihî –cumartesi günü on iki saat süren- bir toplantı yaptık. Toplantının daha birinci saati, saat on bir, on biri çeyrek geçe, on dört geçe civarında -kayıtları vardır- resmî askeri arabayla İlhan Kılıç Paşa mavi üniforması, Hava Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla partiye geliyor. Yukarıdan, ekrandan gördük bizim MKYK toplantısının dördüncü katında. Hocam iç hat telefonundan, Mehmet Karaman’ın özel kalem müdürünü aradı. “Paşa geldi, Millî Güvenlik Genel Sekreteri. Odaya al, çay, kahve içir.” dedi. Karşıladı, odaya aldı. Elinde sarı bir zarf, sarı zarf iki sayfadan oluşuyor. Erbakan Hocamın bizzat kendisinden aldığım, kendi arşivinde bulunan iki sayfa, orijinali var, buraya renkli fotokopisini… Orijinal ıslak imzalılarından bir tanesi bende var. Tek imza, şimdi göreceksiniz. “İlhan Kılıç, Hava Kuvvetleri Komutanı ve Millî güvenlik Kurulu Genel Sekreteri.” 18 Marttı tarihi. Bunu Başbakan Necmettin Erbakan’a imzalatmaya geldi, cumartesi sabah, on bir, on dört, on beş, resmi görüntülü. Biz orada zaten konuşuyoruz. “Kesinlikle imzalamayın Hocam.” kararı çıktı. Hocam “Çayını içsin, kahvesini içsin, otursun.” dedi, yanılmıyorsam bir saate yakın oturdu. Toplantının öğle tatilinde ara vereceğini düşündü. Hâlbuki biz heyet olarak, yukarıda hepimiz cemaatle namaz kıldık, programımızı devam ettirdik, aşağıya inmedik, haber gönderdi: “Toplantı bitmedi, toplantı bittikten sonra biz kendilerini ararız.” Toplantı devam ederken akşam beşle altı arasında yine resmî elbisesiyle geldi İlhan Kılıç Paşa. Kendileri Sincan’da yarın yazdığı zaman medya, televizyonlarda beni dinlemişlerdi zaten, ertesi gün de savcılık muamele yaparak birtakım bilgilerden sonra içeri aldılar. Akşam da imzalatamadı. Sarı zarflar geldi, imzalatmak için baskı kurmak adına geldi. Pazar günü Erbakan Hocam saat dokuzu beş geçe beni evine çağırdı, evinin alt salonunda konuşurken pazar sabahı Kuvvet Komutanı yine resmî üniformasıyla Profesör Doktor Necmettin Erbakan’ın Balgat’taki evine geldiler. İmzalatmak için geldi, makam aracıyla geldi. Bendeniz bu olayı bilfiil yaşayan birisiyim. Hoca görüşmedi, yine yan odada çayını, kahvesini içip gitti. Akşam yine geldi, etti dört. Pazartesi günü Başbakanlıkta olacak Başbakan. Başbakanla bütün görüntü kayıtlarını isterseniz, İlhan Kılıç Paşa’nın Başbakanlığa girdiğini, elindeki sarı zarfla veya çantayla girdiğini görürsünüz. Yine girdi, yine imzalamadı. İşte, Hürriyet’in “Önce imzaladı.”, diğerinin “Tıpış tıpış imzaladı.”, diğer birisinin “İşte imzaladı.” dediği olayda hâlâ imzalamama serüvenindeki yalanların boyutunu da anlatıyorum ama baskıyı da anlatıyorum. O gecelerden birinde –telefon kayıtlarında bulunur- hayatımın en çarpıcı ölüm tehdidini aldım, ilk kez burada açıklıyorum. Polatlı Topçu Okulundan bir albay Oran Sitesi 3/33 nolu lojmanında bulunurken gece iki ile üç arasında telefonum çaldı, lojmanın telefonu yani iç hat telefonu, Ankara numarası, cep telefonu değil. “Senin dilin çok uzadı, seni sallandıracağımız zamanı çok iyi biliyoruz. Bak, sallandırmazdan önce topun ağzını bilmem nerene getiririm ve topu ateşlerim.” 1992 yılında bu kayıtları buldukları zaman bu ifadeler çıkar. Bendenizi tanıyan arkadaşlar bilir. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Tarihleri bir daha söyler misiniz? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – 97 yılında. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – 97. HASAN HÜSEYİN CEYLAN –Evet. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Eğer biliyorsanız albayın ismini de söylerseniz, kayıtlara geçmesi açısından Hasan Bey. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Dedim ki: “Adını ver.” Benim ne kadar cesur, cesaretli olduğumu gazeteci arkadaşlar çok iyi bilir. O tarihte “Çevik Bir’in elini kırarım.” diyen bir insanım bendeniz. Manşetten bütün gazetelerin verdiği,

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 7

“Ceylan geliyor.” diyerek verdiği konuşmayı yapan insanım. “Bütün başörtülüler ve çarşaflıların tutuklanması gerekir.” dediğinde “Anam çarşaflı, eşim başörtülüdür, şimdi Kızılay’a iniyorum. Erkekse birisi gelsin,tutuklasın, onun elini nasıl kırıyorum!” diyen milletvekiliyim. Ben ismini vermeyen o zata “İsmini vermekten çekinecek kadar korkaksın, şerefsiz.“ dedim. Şimdi, Polatlı Topçu Okuluna geliyorum. Polatlı çok iyi bildiğim bir yer, ben doğma büyüme Ankaralıyım. Gece hanımım karşı çıktı, gece üçte Topçu Okulunun kapısının önünde oldum “O erkek çıksın da benimle görüşsün.” diye. Bendeniz böylesi bir tehdidi almış bir insanım. Çocuklarım, o tarihteki millî güvenlik dersine gelen askerlerden “Baban idam edilecek.” diye sürekli korkutulmuş bir insanım ve 550 milletvekilinin içerisinde de hapse atılan tek milletvekiliyim, artı 500 milletvekili arasında idamla yargılanmış ve iki buçuk yıl yargılaması sürmüş bir insanım. Şimdi “Ergenekon” diyen arkadaşlara sesleniyorum: Milletvekili olarak idamla yargılandığımda basından hiç kimse sahip çıkmamıştı, gülüyorlardı. Bütün senaryonun senaristi olan Süleyman Demirel bile dayanamadı, iki şeyde bu kadar komik… BAŞKAN – Çok pardon, bir şey soracağım: İdamla yargılandığınız dava, açılan bu Millî görüş davası mı? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Evet efendim. Birinci sıra Necmettin Erbakan, ikinci sıra Hasan Hüseyin Ceylan. BAŞKAN – O sırada Ahmet Tekdal milletvekili değil miydi? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Milletvekiliydi efendim, ben de milletvekiliydim, milletvekilliğimiz düşmemişti. BAŞKAN – Yani, hayır o da..:Yani siz tek değildiniz anlamında… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Necmettin Erbakan, Şevket Kazan… BAŞKAN – O yaklaşık 70 sanıklı bir davaydı diye hatırlıyorum. Değil mi? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Onu bu vesileyle de anlatmış olayım efendim. BAŞKAN – 33 Sanıklı bir dava. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Dikkat buyurun. BAŞKAN – Hayır, biz o davanın dosyasını istettik. O bizim gündemimize alacağımız hususlardan da… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Benim savunmaya… Bir tek savunmaya milletvekili bendenizim, diğerleri gitmemiştir. BAŞKAN – İnsicamınızı bozmamak adına… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tabii, doğrudur efendim. BAŞKAN – …sadece bir şey hatırlatmak adına yani… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tamam efendim. BAŞKAN – “Tek milletvekiliydim.” dediniz ama idamla yargılanan, o dönemde vardı. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hayır, şöyle: Diğerleri Şevket Kazan Bakan olduğu için gitmedi yargılamaya. BAŞKAN – Ha “gittin” anlamında… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Dosyası ayrıldı, başbakanlar ve bakanlar yargılanamıyorlar ya. BAŞKAN – Anladım. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Milletvekillikleri devam ettikleri için, bakanlıkları devam ettiği için. Necmettin Erbakan da başbakan olduğu için gitmedi, bendeniz gitmek durumunda kaldım. BAŞKAN – Anladım Hasan Bey, pardon, tamam. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Şimdi… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – “Yargılanan” dedi “dava açılan” değil. BAŞKAN – Fazla mı kaldırdı? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sayın Başkanım, o davada -dikkat buyurun… BAŞKAN – Fazla kaldırıldı. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Yani, 28 Şubatın boyutları açısından söylüyorum, MÜSİAD Genel Başkanı Erol Yarar. Şimdi, basın alkışlıyor “modernist fikirlerin sahibi bilmem ne…” filan işte her türlü toplantılara katılıyor… Çok alkışlayan… Bizim sosyete, magazin medyamız alkışlıyor, o arkadaşımız idamla yargılanmıştır. Suçu, sadece MÜSİAD başkanlığı, Erbakan’ın kurduğu bir derneğin başkanlığı diye. Yardımcısı Erol Yarar’da idamla yargılanmıştır. İkisi de birlikte yargılanmıştır. BAŞKAN – Erol Yarar, Ali Bayramoğlu. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Erol Yarar ve Ali Bayramoğlu, ikisi birlikte yargılanmıştır, bunu kayda yeniden geçirmek istiyorum. Yeniden konuya dönüyorum. İlhan Kılıç imzalatamamıştır ve İlhan Kılıç imzasıyla o belgeyi sizlere gösteriyorum, tek imzayla yayınlanmıştır. Daha sonra, bu imzalardan sonra daha tehlikeli gelişmeler oldu, şimdi sizlere onları beyan edeceğim. Bu işler sürerken Erzurum’da bir general paşa -tuğgeneral yanılmıyorsam… Evet, tuğgeneral- Özbek Paşa, en ağır hakaretlerle Başbakana hakaret etti. Başbakan, o tarihte Kâbe’de tavaf ediyor ve hac ifasını gerçekleştiriyor. Konuşması da çok ağır, “P”yle başlayan ve bir de hacca gidiyorsun, “Pis arabın” diyerek ifadesinin yer aldığı bir konuşma. Erbakan Hocam havaalanından döndü, havaalanında Sayın bugünkü Cumhurbaşkanımız da bendenizi karşıladı. Elimizde bir dosya, Osman Özbek Paşa’nın emekliye sevk edilmesiyle ilgili hazırlanmış muhteşem bir kanun, hukuki bir dosya. Sayın Başbakanımıza verdik, hiçbir açıklama yapmadı havaalanında, geldi “Ben bunu Sayın Cumhurbaşkanına arz edeyim.” dedi. Paşa’nın öfkesini, hazırlanan emeklilik yazılarıyla birlikte Demirel’e arz etti. Demirel o gün bütün Türkiye’ye gazetelerde manşet olan “Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır.” diyerek dünyanın en rezil manşetinin çekilmesine vesile olan açıklamasını yaptı “Paşa’nın öfkesi bir boşalmadır.” Affınıza sığınarak, bu tabirin nerelerde, nasıl kullanıldığını bilerek bu manşetler atıldı. Manşeti atan da yine Sabah’tan Fatih Çekirge. Diğer gazetelerin de deminden beri zikrettiğim isimleri. Devam ediyoruz, boşalma öfkesinden sonra Ertuğrul Özkök ve Sedat Ergin Hürriyette, arkadaşlarımız patronlarına iletsinler, komutanlarla görüştüler hep birlikte. İşte Hürriyet’in manşeti: “Komutanlar Sedat Ergin Bey’in manşet atması, Ertuğrul Özkök Bey’in değerlendirmesi üzerine… Şartıyla ve emirleriyle bundan daha da ağır sözler gelecek.” dedi

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 8

komutanlığa. Üçüncü gün… Paşa’nın sözünden sonra, Erbakan Hoca’nın Cumhurbaşkanıyla görüşmesinden sonra bu bir boşalmadır, daha sonra daha da ağırı gelecektir ve ayrıca Özbek Paşa’yı, nasıl oluyor da Tuğgenerali orgeneraller ziyarete gidiyor? Hepsi birden ziyaret ettiler. Komutanlardan Paşa’ya destek. “Pez” küfrüne Türk Silahlı Kuvvetleri topyekûn komutanlarıyla birlikte destek vermiştir, işte yüz karası. Yine bir başka gazetede Paşa’ya destek. Biz, bunu Sayın Başkanım -size bu belgenin gelip gelmediğini bilmiyorum- Aslan Polat, Erzurum Milletvekili; Kemalettin Göktaş, Trabzon Milletvekili; Millî Savunma Bakanı… Biz devrildik artık. İsmet Sezgin Başbakan Yardımcısı ve Millî Savunma Bakanı oldu. Dosya, münderecatıyla birlikte verilmiş Millî Savunma Bakanlığına. Ne yaptınız? Buyurun, sayı numarası, Meclisin resmî yazısı, Bakanlığın resmî yazısıyla birlikte İsmet Sezgin Bey hem Kemalettin Göktaş’a hem Aslan Polat’a vermiş olduğu cevapta sonuç: “Erzurum Jandarma Bölge eski Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek, ülkemizin güvenliğiyle ilgili somut meselelerin dile getirildiği özel bir sohbet sırasında siyasi amaçtan uzak olarak hissiyatını hazırlıksız olarak yaptığı vicahi bir konuşmada dile getirmiştir. Yapılan inceleme ve araştırmalarda bu konuşmanın siyasi amaçlı olmadığı ve hiçbir şekilde suç teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.” Buyurun size resmî belge, İsmet Sezgi imzasıyla. İşte imza, ıslak imza. Ya, siz yargıç mısınız, hâkim misiniz? Mahkemede yargılanıyor, nasıl suç değil diyorsunuz? Bu kadar ağır küfürler, bilmem neler. Böyle bir dönemden geçtik, 28 Şubat böyle bir dönemdi. Tabii daha önemli, şahsi yaşadığım şeylerden de örnek vereceğim. Yanılmıyorsam iki gün önce dinlediniz, Adil Serdar Saçan. Bir itirafta bulundu: ”Bana bu baskını dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz emretti.” dedi. Bizim dönemimizde olan şeyleri de söyleyeyim: 28 Şubattan sonra önce tek kişilik komutan gözüyle Yalım Erez’e görev verildi. Partisi yok, Genel Başkan değil, grubu yok. Bir kişiye, Hükûmet kurulması için, Süleyman Demirel tarafından, 28 Şubatın bir numaralı kahramanı tarafından görev verildi. İki gün sürdü, Mesut Yılmaz kendisine dedi ki: “Sen kuramazsın, ben kurarım. Hem sen nasıl kuracaksın?” “Görürsün sen!” Mesut Yılmaz 20 Haziranda görevi devraldı, Erbakan Hoca’nın istifasının üçüncü gününde devraldı. 7 – 8 Temmuzda da Hükûmet, kabine kurularak onaylandı. 28 Şubatın hiç basına geçmemiş olan bir bölümünü şimdi söylüyorum: Askerler, sadece Erbakan Hoca ve ekibini hapse atmakla niyetli değillerdi, belediye başkanlarını da hapse atmakla niyetlilerdi. Önce Şükrü Karatepe’yle başlattılar. Şükrü Karatepe, Kayseri DGM’de yargılandı ve takipsizlik kararı aldılar. Nasıl olduysa Vural Savaş’ın emriyle, Yargıtay Başsavcısının emriyle takipsizlik kararı alan dosya, bir ay sonra Ankara’ya istendi. Vural Savaş emriyle Ankara 2 No’lu DGM’de Nuh Mete Yüksel’in emrine verildi, kendisi de havaalanında gördüğü zaman, Şükrü Karatepe 2005 veya 2006’lı yıllarda havaalanında bir seyahate giderken gördüğünde “Ya böyle bir hukuksuzluk yaşandı, Vural Bey nasıl yaptınız bu hukuksuzluğu?” dediğinde “Ben, Refah Partisini kapattığımda canlı belgelere, yani haklı olmam gereken belgelere ihtiyacım vardı, sizi onun için hapse attırmak mecburiyetindeydim.” “Sizi hapse attırmak mecburiyetindeydim.” Vural Savaş’ın Şükrü Karatepe’ye yıllar sonraki itirafıdır bu iş. Şükrü Karatepe Ankara’da ceza aldı, düşürüldü. Arkasından bugünkü Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan yine uydurma, Millî Eğitim’in ve Talim Terbiye’nin onayından geçmiş, okunan bir şiirle hepimizin, bütün mitinglerde başlangıç şiiri olarak okuduğumuz, toplumu galeyana getirmek adına okuduğumuz şiirle hapse atıldılar. Daha mahkeme sürerken, hiç hapis kararı yokken Erol Çakır Çin’e davet edildi. Çin’de ondan önce Sayın Halil Ürün “dünyanın en başarılı belediye başkanlığı” sıfatını alan bir ödül almıştı. Tayyip Bey’e o ödül verilecekti o sene, Sayın Başbakanımıza. Giderken, havaalanında Çin devleti göndermiş uçak biletlerini. Heyetler, havaalanında. Atatürk Havaalanı’nda giderken Erol Çakır’ın emriyle “Hayır, Çin’e yapacağınız seyahatte faydalılık görmüyorum, kamu menfaati de görmüyorum. Hiçbirinizi göndermiyorum.” demiştir. Havaalanından çevrilerek gönderilmemişlerdir. Dönemin Bağcılar Belediye Başkanımızda çok yakinen bilir bu olayı. Arkasından Sayın Başbakan hapse atılmıştır Belediye Başkanlığından. Bilinmeyen bir şeyi söylüyorum şimdi: Abdullah Öcalan’ın teslim edildiği günün sabahı saat altı buçuk, yedide Melih Gökçek’in Dikmen Vadisi’ndeki evine Nuh Mete Yüksel emriyle emniyetçiler gelmiş, Melih Gökçek de tutuklanmıştır, içeri atılmıştır, gözaltına. Şimdi, hapishaneye atılmadığı için kimsenin hafızasında kalmadı bu iş. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Bizim hafızalarımızda… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tabii, basında kalmadığı için söylüyorum. Ve Melih Gökçek’in asla hapse giremeyeceğini Nuh Mete Yüksel bile beyan etmesine rağmen -Adil Serdar Saçan gibi ben de beyan ediyorum, şahitlerimle birlikte- : Nuh Mete Yüksel’i mahkemede dinler, Nuh Mete Yüksel’e Mesut Yılmaz ve dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen emir vererek Melih Gökçek’in tutuklanmasını sağlamıştır, emir verilerek tutuklanmıştır. Melih Gökçek biraz da farklı Belediye Başkanı olduğu için, Süleyman Demirel “Ya böyle suçtan insan sabahın köründe hapse mi atılır? Utanmıyor musunuz?” manasında bir cümle sarf ettiği için derin devlet Melih Gökçek’i o geceden itibaren bırakmıştır, bir gün kalmıştır. Bu silsile devam edecekti… BAŞKAN – Bir düzeltme yapmak istiyoruz hukuki manada. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tabii. BAŞKAN – “Tutuklama” değil de “gözaltına alma.” HASAN HÜSEYİN CEYLAN – “Gözaltı.” Tabii efendim, gözaltına alınmıştır. BAŞKAN – Zapta düzgün geçsin. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Demin, yine bir beyanınızda bir şey vardı, “Kayseri Devlet Güvenlik Mahkemesi de takipsizlik verilmiş bir karar.” dediniz. Kayseri’de Devlet Güvenlik Mahkemesi yok, orada muhtemelen savcılardan birisi takipsizlik kararı vermiş olabilir, belki size… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Mahkeme yani… İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Yani, evet. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – DGM yoksa mahkemedir. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Yani, çünkü zabıtlara geçiyor, biz onları düzeltme anlamında söylüyoruz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – O zaman sonucu “takipsizlik kararı alınan bir sonuç” diye tashih ediyorum.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 9

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Herhâlde savcılıklar veriyor, mahkemeler… İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Savcılık vermiş, onun üzerine tekrar Ankara’da işlem yapmış. Onu söylüyor. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet, mahkeme Kayseri’nin mahkemesi… BAŞKAN – Evet. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Şimdi, efendim. Bütün bunlar nasıl oluyor noktasında yeni bir bölüm açıyorum. Avni Özgürel Bey, yanılmıyorsam bir hafta önce, zatıalilerinize çok güzel açıklamalarda bulundu. Son cümlesi de şu idi takip ettiğimiz kadarıyla basında : “Bu işin aslı ne medya, ne asker, ne Cumhurbaşkanı. Havuz meselesiydi.” diye altını çizerek bir şey söyledi. O işin… Başbakanın yanındaki ana sorumlulardan biri olduğum için, bir numaralı sorumlu Fehmi Adak Bey hemen bir kaynak paketi oluşturmuştu, “Bedelsiz ithalat” diye Türkiye'nin tarihine bir kavram hediye etti “Bedelsiz ithalat” Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya, Danimarka… Hangi ülke olursa olsun oradaki bir Türk vatandaşı -ister bir yaşında olsun ister doksan yaşında olsun- 50 bin dolar Merkez Bankasına, Vakıfbank, Ziraat Bankası, Halkbank, bu dört bankadan birisine bir yıl vadesiz yatırırsa, ona üç yaşının geçmemek şartıyla, bütün üst arabalardan Mercedes’ten BMW’ye hepsini getirme hakkı verildi. Bir aileden 5 kişi var, 5’i de getirdi. Sebebi şu: 120 bin dolara satılan Mercedes’ler bu olaydan sonra Türkiye’de 60 bin dolara satılmaya başlandı, yarı yarıya düştü ve Türkiye süper kaliteli arabalar görmeye başladı: BMW’ler, Audi’ler, Ford’lar, şunlar, bunlar… O tarihte Türkiye’de iki ana damar var: Bir OYAK’ın oluşturduğu Renault, KOÇ Grubunun oluşturduğu Tofaş. Tofaş, Murat 124, Murat 131 -şu tek aynalı Murat 124’ler, ikinci ayna israf olduğu için kullanılmayan, elle düzeltilen Murat 124’ler- Şahin’ler, Doğan’lar, Kartal’lar, SLX’ler, X’ler, SL’ler ve benzerleri… Hiçbirinin kalorifer teşkilatı yok. Hiçbirisinin SBS’si, ABS’si yok. Renault Grubunda da aynı, Renault 12, Renault 14, TS’ler, TSW’ler, stationlar bilmem neler. Ben o görüşmeye şahit olanlardan birisiyim. Başbakan tehdit edilmiştir, “Siz, bizi iflasa sürüklüyorsunuz” demişlerdir. Hem OYAK kanadından hem TOFAŞ kanadından ve nitekim bir yıl içerisinde gelen bu arabalar, Murat 124’ün üretimini durdurmuştur, 131’in üretimini durdurmuştur, Kartal’ın durmuştur, Şahin’in durmuştur, Doğan’ın durmuştur. Öbür tarafta 12’lerin, Renault grubunun tamamı, ABS’si, SBS’si olmayan hepsi durdurulmuştur. İşte bu ekonomi girdisinde, Türk devleti, Türkiye Cumhuriyeti devleti 10 milyar 326 milyon dolar kaynak elde etmiştir. Sıfır’dan faizsiz, onu KOSGEB’lere verildiği için… O dönemde memura -Abdüllatif Şener Bey’in resmî kayıtları, tarihleriyle birlikte gösterir- temmuzun 8’inde Başbakan olmuştur, temmuz’un 9’unda yüzde 50 zam vermiştir, Başbakan. Ocak 1’de yüzde 50 bir zam daha vermiştir, tanklar yürümesine rağmen, 28 Şubat olmasına rağmen, nisana doğru yüzde 20 refah payı daha vermiştir. Toplamda yüzde yüz 120 gibi gözüken ama bileşikte yüzde 170 net zam almıştır, tüm memurlar, tüm işçiler. Polisler yüzde 300. Askerler yüzde 400. Dul, yetim, emekli ve Bağ-kur’lularda yüzde 500 zam almışlardır. Neden? İki kaynak paketinde yaklaşık 20 milyar dolara yakın para gelmiştir. Bunlardan birisi “havuz” meselesidir. Şimdi Ufuk Söylemez olsa da karşılıklı konuşsak televizyonda konuştuk. Vakıfbank’ın, Londra’da, New York’ta munzam karşılığında yaklaşık 5 milyar dolar parası var. Ziraat Bankasının 4 milyar dolar parası var. Halk Bankasının 5 milyar dolar parası var. Munzam karşılıklar resmî rakamlar. Sayın Başbakan dedi ki: “Türkiye, orada yüzde 1-2 de faizde duran bu paraların –Türkiye’de faiz yüzde 150 bileşik faiz yüzde 250, Dışbanklardan benzerlerinden iyi hatırlayacaksınız- getirilmesini emretti, Başbakan olarak. Fehim Adak’a bağlı Vakıfbank, Fehmi Gültekin Bey Genel Müdür. Kendisi konuşur mahkemeye 4 milyar dolar yurtdışındaki parayı getirdi ama ortağımızın bulunduğu Ufuk Söylemez’e bağlı bankalar yarısını ancak getirmişti. Biz, toplam 15-17 milyar dolar para gelecekken 10-11 milyar dolar munzam karşılıkları Türkiye’ye getirdik böylece. Havuz meselesinde de bunu gidermek adına çalışıldığı için, hiçbir bankaya devlet bankalarından kredi verilmeyeceği kararı çıktığı için, bankların hepsi birlikte, TOBB’la birlikte, TÜSİAD’la birlikte, TÜRK-İŞ’le birlikte, DİSK’le birlikte -en devrimci sendika dahil olmak üzere- hepsi beşli çeteyle beraber, çok ağır ithamlarla beyanda bulunmuşlardır. Refik Baydur ölmeden önce Necmettin Erbakan Hoca’dan adeta özür dilemiştir. “Ya ben bunu böyle değildi, mecburduk” demişlerdir. Herkes zaten “mecburduk” demiştir. Menderes’in idamında “Ben bir şey yapmadım, ben bir şey yapmadım” diyenler gibi, ben bir şey yapmadım diyenler, cenaze namazında, 2,5 milyon insanın cenaze namazı kıldığı, Başbakanın cenaze namazında, pişmanlık gözyaşlarını da dökenler de çok olmuştur. Hocanın yardımcısı olarak bizatihi yanında Türkiye tarihinde en çok bulunan ve onun metinlerini yazan konuşmalarını hazırlayan biri olarak bunları beyan etmek mecburiyetindeyim. Hazineden sorumlu Sayın Bakanımız o tarihte ne olmuştur, Mesut Yılmaz olayı? İşte 28 Şubat’ın neticesi de şu olmuştur. Ben Cumhurbaşkanlığında Başdanışman olan Sayın Ahmet Ertürk, eski TMSF başkanından, aldığım belgelerle size söyleyeceğim. 8 Mayıs 2012’de Ali Babacan Bey, 2001 krizinin faturasını 28 Şubat dönemindeki Anasol-D ve M’lerin bankalardaki kapatma olaylarının faturasını resmî rakam -Hazine Bakanlığından istedik- 251,6 milyar TL. Dolar kuruna o tarihte çevirdiğiniz zaman 180 milyar dolar TL ediyor. Sayın Hazine Bakanın, bütün ekonomi çevrelerinin ciddiyetiyle takip ettiği Hazine Bakanının resmî verisidir. 180 milyar dolar bu bir kalem. Artı, Ahmet Ertürk Bey’in TMSF kayıtlarındaki devletin bankaları olan o tarihteki Vakıfbank, Halkbank, Ziraat Bankası, Şekerbank’ın toplam görev zararı, bunların toplam resmî devlet bankalarının zararı 100 milyar dolar. 180’de bu 280 milyar dolar. -Resmî rakamları söylüyorum21 Şubat kriziyle, gayrisafi millî hâsıladaki yüzde 30 küçülme, rakamlar ortada. 250 milyarlık büyümeyi önlediği için, 250 milyar dolar daha ilave ediyorsunuz. Burada gazetelerde var, Kombassanın 15 trilyonuna el koyduk, Yimpaş’ın 10 trilyonuna el koyduk. Filan yeşil sermayenin şu kadarına el koyduk. Bunlar hiç hesaba dâhil değil ve en önemlisi ÇEAŞ Kepezin 2053 yılına kadar, bütün Antalya, bütün Adana, bütün Mersin elektriklerinin parayla tahsil edildiğini düşünün. Ankara Elektriğin yaklaşık 2-3 milyar dolar olduğunu düşündüğünüz zaman, o bölgedeki nüfusun 2053 yılına kadar en az 30 milyar dolar bir para girdisinin olacağı, Libananco davasında resmen tespit edilmiştir. Bunları topladığınız zaman 580 milyar dolar, 28 Şubat’ın resmî devlet verilerine göre zararı olmuştur. 580 milyar dolarla, “Sihirbaza bak sihirbaza” diyerek ceplerini dolmuşlardır.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 10

Dinç Bilgin ceketini sallayarak çıkmıştır ama onun maaşlı çalışanı Zafer Mutlu köşeyi dönmüştür, bu vesileyle. Gazete sahipleri olmuştur. 28 Şubatta Sabah gazetesinin bütün ekonomi, kredi, banka işlerini yürüten Kenan Bey isimli… Maliye Bakanlığının bir gizli vergi kaçakçılığı raporunu elime geçirdiğimde, Abdüllatif Şener verdiğinde, hemen Dinç Bilgin Fatih Çekirgeyi aramış, Fatih Çekirge beni aradı. “Patronum sizi davet ediyor, özel uçakla gideceğiz.” Esenboğa’dan beni özel uçağa bindirdiler, İstanbul’da muhteşem bir karşılama yaptılar. “O belge nedir?” dediler. Belgeyi ısrarla soran insan Kenan bilmem ne? 28 Şubattan sonra ANAP’ın Bursa milletvekili olan soyadını şuanda bilmiyorum. Kenan Sönmez… AHMET TOPTAŞ (Gaziantep) – Sönmez değil, o CHP’li milletvekili… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Milletvekili mi oldu Kenan Bey? Soyadı neyse bilmiyorum. Kenan Bey, Turan bilir. Bu arkadaş milletvekili yapılmıştır. O dönemde Dinç Bilgin’e banka kıyağı çekilmiştir ve devam etmiştir bu sinsileler. Ta ki AK PARTİ İktidarı gelene kadar, milletin iktidarı gelene kadar. Ben, Sayın Başbakan’a ve Komisyon Başkanımız Nimet Baş Hanımefendi’ye, yardımcısı Yaşar Beyefendi’ye, -benim 70’li yıllardan ağabeyim olur- kendilerine ve ali heyete hasetten teşekkür ediyorum bana bu fırsatı verdikleri için ve bu bilgileri aktardığım için bu vesileyle kendimle ilgili ve dönemle ilgili sormak istediğiniz her sualle de cevap vereceğimi beyan ederek şimdilik nokta koyuyorum efendim. Saygılar sunarım. NİMET BAŞ (İstanbul) – Çok teşekkür ediyoruz Sayın Ceylan. Öncelikle, Komisyonumuza geldiğiniz için, bu bilgileri paylaştığınız için, sunumunuzun başında bulunamadım ama genel olarak bütünlük içerisinde izlediğim de hemen hemen anlatılması gereken her şeyi anlattığınızı düşünüyoruz ama iki soru talebi var. Bunlardan birisi Yaşar Karayel Bey Komisyon Başkanı sıfatıyla buyurun. Daha sonra da Sayın Toptaş. BAŞKAN – Hasan Bey hoş geldiniz. Teşekkür ediyorum. Bu anlattıklarınızdan istifade ettik. Bir dönemin, 28 Şubat döneminde Türkiye’ye zarar veren darbe, postmodern darbe veya filli olmayan unsurları da farklı olan, hem medya, sermaye, sivil toplum tüm Türkiye’de yaşayan unsurlarla birlikte böyle bir süreç yaşandı, kimisi destek oldu, kimisi karşı durdu ama 28 Şubat neticeleriyle Türkiye’ye söylediğiniz tarzda da çok büyük bir ekonomik zarar verdi. Bütün bunlar olurken siz Sayın -merhum- Necmettin Erbakan Başbakanımızın o dönemki yapmış olduğu işler ve Türkiye’de cereyan eden işlerle alakalı olarak kendinize geriye doğru baktığınızda hem iktidar olarak hem de siz o dönemki parti yöneticileri olarak hiç yanlışız olmadı mı? Yani, bu yanlışlar olduysa bu tip yanlışlar neler oldu yani o yanlışlar sadece tek taraflı olarak burada belki siz yaşadıklarınızı anlattınız ama yani bir de devletin işleyiş çarkı var. Yani, rahatsız olanlar sizin nasıl gördüler? Gördükleri unsurlarda siz bu işe vesile oldunuz mu veya toplumu sizlerin konuşmaları, arkadaşlarınızın konuşmaları veya dışarıda cemiyette yaşayan insanların tutum ve davranışlarını koruma amaçlı yaptığınız işlerin bir hata olarak bir tarafları oldu mu? Bunları da bir değerlendirirseniz yani kayıtlara geçmesi açısından iyi olur diye düşünüyorum. Buyurun. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Şahsım ve o günkü Başbakanımız Necmettin Erbakan’ın da beyanı olduğu için söylüyorum. Siyasi tarihimdeki, kültürel tarihimdeki en büyük hatam gazetecilere çok güvenmem olmuştur. Bundan böyle asla güvenmeyeceğimi yeminle kendime karar verdim. On beş senedir de bunu uyguluyorum. Hiçbirine ne artık telefon veriyorum ne görüşme yapıyorum ne bir şey yapıyorum. Arkadaşlar çok iyi bilir o dönemde en üst bütün Ankara temsilcileri ve en tepedeki yazarlar, Refah Partisi tanıtma başkanlığının kapısında adeta kuyrukta beklerlerdi. Samimiyetle kendim de gazeteci olduğum için bilgi alış-verişinde bulunurduk. Ama bu kadar anlattığım yalanların oluşacağını dünyada aklıma getirmezdim. Bundan sonrada bu yalanların oluşabileceğini düşünerek asla güvenmeme kararı aldım. Bütün partilere ve parti tanıtma başkanlarına, genel başkan yardımcılarına ders olsun bu. En yakınınızdaki insan sizi arı gibi sokabilir. Buna karar verdim ve bunu uyguluyorum. Başbakanında itirafı bu olmuştur. Çünkü müftünün kızı kaçırıldığında müftü kız kaçırdı? Diye haber yapacak kadar olayları a dan z ye değiştirdiklerine bizzat şahit oldum. İkincisi, Sayın Başbakanımızın çok usuletli, suhuletli ve çok hilim sahibi bir yapısı vardı. Ben deniz öyle değildim mesela, ben daha hareketliydim. Genç arkadaşlarda çok hareketliydi. Biz, Osman Özbek Paşanın görevden alınmasını, direkt yapılmasını istemiştik, Sayın Başbakan, Cumhurbaşkanına arz ederek yapmak istiyordu. Çok kızmıştık. Bu heyette üç gün içinde ifade veren bir arkadaş, çağırdığınız bir arkadaş, “Erbakan böyle davransaydı, Türkiye’de kan gövdeyi götürürdü.” demiştir. Bugün geldiğim noktada Necmettin Erbakan’ın, o dönem olması gerekeni yaptığı kanaatine geldim. Eskiden böyle düşünmüyordum. Keşke mesela seçime gitseydik o zaman da diye düşünüyordum, bu 28 Şubattan sonra. Ama insanlar daha milletvekiliyken evimi 50 asker ve 50 G-7 ile basan askerlerin, bizlere neler yapacağını ve nelere muhatap kılacağını belki düşünmemiştik. O günkü usuletli, suhuletli tavrın sadece tank yürüyüşünde bile, koskoca Başbakan gidiyor, Demirel’in makamına çıkıyor, “Tanklar yürüdü.” diyor. Karadayı Paşa çağrılıyor, Karadayı Paşa’nın Başbakana söylediğini, bu görüşmeden yarım saat sonra ben deniz bulunduğum heyette takdim etmiştir, Sayın Başbakan. “Efendim, Yenikent bölgesinde bir askerî harekât var onun için tanklar yürütülmüştür.” dedi, Sayın Karadayı Paşa. O da gazetelerde yer almıştır, ertesi gün. Ama gelin görün ki Sabah iyi fotoğraf çektiği için, Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök Bey, telefon etmiş yeniden. “ Hürriyet’te çıkmadı, Hürriyet logosuyla. Yeniden tanklar yürüsün diyerek.” tanklar akşama doğru yeniden yürütülmüştür. Biz, Türk Silahlı Kuvvetlerinin cunta yapısındaki insanlarının bu kadar gayriciddî, bu kadar ahlak dışı, bu kadar usul, erkân ve hukuk dışı olabileceğini tahmin etmemiştik. Yassıada’da bile yer yer -Celal Bayar’ın, kayseri günlüğü kitabında ifade ettiği gibi- hukuki meseleler vardı. Ama 28 Şubatta hiç hukuk yoktu. Merve Kavakçının evini gece 9’da basacak kadar, hukuksuzluk vardı. Emirle basılmıştı. Hapse atarak hapiste de kadın koğuşunda kadınlar her şeyiyle hakaret için ayarlanmıştı. Bunu bilen birisi olarak söylüyorum. -Merve Kavakçı anlatırİki kızına okulda arkadaşları tarafından dövdürülme emriyle, iki kızı ilkokulda dövdürülmüştür. Televizyonlarda göstermiştir. Ağlar fotoğrafları göstermiştir. O yüzden bizim yapamadığımızı bu iktidarın yapmakta olduğunu görüyor ve Başbakan ve heyetine hasetten teşekkür etmek istiyorum. Ergenekon, Balyoz davaları ve benzeri davaların mutlaka sonuçlanması gerekir ama ben Başkanlığınızdan şunu rica ediyorum. Sayın Başkanım bu Araştırma Komisyonun, soruşturma

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 11

komisyonuna dönüştürülmesi teklifini veriyorum, Mecliste gündeme getirilmesi için. Sebebi şudur: Ben soruşturma komisyonlarında, başkanlıkta yaptım, yardımcılıkta yaptım, 17 Mayıs 1997 tarihinde Mesut Yılmaz’ın Başbakan olduğu güne kadar 56 tane DYP’li milletvekili istifa ettirilmiştir. Kamuoyu pek gündeme getirmedi ama maalesef bizim partiden de 16 tane milletvekili istifa etmiştir. Bu milletvekillerinin nasıl istifa ettirildiğini ben partim olarak biliyorum. TOKİ ihalelerinin nasıl istifa ettirilen milletvekillerine petrol ofislerinin verildiğini de bilenlerden birisiyim. Bunun için 56 milletvekili o tarafta, 16 milletvekili bu tarafta 73 milletvekili fiilen bu cunta hareketinin tesiriyle istifa ettirilmiştir. Soruşturma komisyonları milletvekillerine aittir. Milletvekilleri, yüce divanda yargılanabilirler, dolayısıyla bu kişilerin niçin istifa ettirildiğini ve bu kişilerin 17 mayıs tarihinden Anasol-D’nin bittiği 2002 seçimlerine kadar mal varlıklarının bütün bankalar boyutuyla irdelenmesini teklif ediyorum. Ben bildiklerimden dolayı ne korkunç zenginliğe erdiklerini, bizim milletvekiliyken fakir olup bizden sonra inanılmaz oteller sahibi olanları falan biliyorum, bahsetmeyeceğim. Araştırıldığında bunların mal varlıklarının 10’a katlandığı görülecektir. İlhami Erdil Paşa’nın iki dairesini elinden alan Türkiye Cumhuriyeti yargısı, Kenan Evren’in maalesef sadece Etiler’deki dokuz dairesine dokunmamış, takipsizlik kararı vermiştir. Buradakilerde ne dokuz daire ne elli daire çok fazla şeyleri göreceksiniz. Bunun için soruşturma komisyonuna bunun devamı olarak dönüştürülmesini de teklif ediyorum. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Hasan Bey bir de, bir basında sizin bir beyanınız var. Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi yönetmeliğinin imzalanmasıyla ilgili “O dönemdeki İktidarımızın en büyük hatalarından birisi olarak ayağımıza kendimiz kurşun sıktık.” diyorsunuz. Bu yönetmelik daha sonra… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – 01 Ocak 1997 galiba. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Evet, 05 Ocak. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – 05 Ocak, tankların yürüdüğü gün. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Evet, orada… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Niçin imzalandığı ortada. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Bu yönetmelik daha sonra Afet Kanunu’yla birlikte tamamı kaldırıldı yürürlükten. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Evet. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Yani, bu yönetmelikle Erbakan Hoca imzalayarak tabiri caizse yasamanın bir kısım yetkilerini de bu yönetmelikle askerlere ve yahut da bu yönetmeliğin uygulayıcılarına devretti. Hoca bunu nasıl imzaladı, niye imzaladı, böyle bir işin farkına mı varmadı iktidar? Bu kadar anlattıklarınız da çok yakınında birisi olarak, bu hatayı iktidara nasıl yaptırdınız veya niye yaptırdınız veya niye yaptırdınız? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Çok güzel ve çok derinlikli bir soru sordunuz. Bu imza tarihinden bir gün sonra, tankların yürümesinden bir gün sonraydı. Muhsin Yazıcıoğlu rahmetli arkadaşım, benim kapı komşumdu. 12 Eylül Mamak Cezaevinden de, ben 150 ülkücünün arasında kalan tek akıncıydım. Dolayısıyla o tarihte de tanışıyordum. Geldi, “Hasan Hüseyin çok ciddi bir hata yaptı Başbakan, çok tarihi bir hata yaptı, bir imza attı bu çok tehlikeli ilerde ihtilale sebebiyet verir.” dedi. Ben Muhsin Yazıcıoğlu Bey’i yanıma aldım ve Başbakanlıkta, şimdiki Başbakanımızın da kullandığı odanın yanında dikdörtgen, uzun, mahrem bir oda vardır. Başbakanların dinlence odasıdır, özel mahrem şeylerinin görüştüğü odadır. Oraya geçtik, Sayın Başbakana Afet Kanunu diye bilinen köylerle ilgili sıkıntılar, yıldırımlar, sel afetleri, benzeri afetlerle ilgili, fay kırıklıklarıyla ilgili şeyler ön dibacede yazılmış, yazılmış, yazılmış arkası ihtilale giden metinler. Sayın Başbakan’da -müsteşarından geçmiş, gelmiş okunmuş, hiç nasıl görülmediyse- “Ya ben böyle bir metni hatırlamıyorum.” dedi Sayın Başbakan, şahit olduğumu söylüyorum. “Nasıl olur Hocam?” dedi Muhsin Yazıcıoğlu Bey. Bu konuda çok dirayetliydi Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in BBP olarak, yedi milletvekiliyle çok ciddi katkıları -bu manada- olmuştur. Nitekim, tankların yürüdüğünden sonra ki bu görüşmesinden sonra bir demeç vermiştir basına. “Türkiye’de asla Nusayri iktidarının oluşmasına izin vermeyeceğiz.” demecini vermiştir. Bana göre bu demeç onu karlı dağların içinde, helikopterinin düşürülmesine neden olan bir olaydır. Aynı cümle o günün İslam dergisinde Profesör Doktor Mahmut Esad Coşan yazmıştır. “Nusayri iktidarının oluşumuna gitmek istiyorlar, Müslüman kitle buna asla izin vermez.” dediği için Türkiye’ye giriş yasağı konulmuştur Profesör Esad Coşan’a, yıllarca devam etmiştir. Ve Avustralya’da, yurt dışında bir köy yolunda -bendenize göre yüzde 100 cinayet ve suikast olan bir kaza yöntemiyle- suikaste kurban gitmiştir Profesör Doktor Esad Coşan da, aynı şekilde Muhsin Yazıcıoğlu da. Bu sualinizin uyarılar olarak, uyarı bölümünde Muhsin Bey’in yaptığını da hatırlatarak, Hocamın pişmanlığını da bu manada “Bunu nasıl yaptık!” dediğini de yaşayan birisi olarak beyan etmek istiyorum. YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Vekilim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hoş geldiniz Sayın Ceylan tekrar. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hoş bulduk efendim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Anlattıklarınızdan epeyce yararlandık. Tabii kendi yaşadıklarınızı ve kendi bakış açınızdan o dönemi çok ayrıntılı bir biçimde anlattınız. Hatta anlattığınızda kendi başınıza gelen kişisel şeyleri de anlattınız, çok üzüntü verici. Sizinle ilgili kısmı bir kenara bırakırsak, sizin düşünceleriniz yüzünden çocuklarınızın, ailenizin, küçük çocuklarınızın çektiği acıları da fark ettik, dinledik. Ve milletvekilliğini bırakmak zorunda kaldığınızı, çocuklarınızı gördüğü psikolojik travmadan kurtarmak için uğraştığınızı, hayatınızı onlara vakfettiğinizi söylediniz. Bunlar tabii Türkiye’de binlerce insanın yaşadığı şeyler, binlerce insandan birisi olarak bunları yaşamış olmanızdan üzüntü duyduğumu belirtmek isterim. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Teşekkür ederim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ancak 12 Mart döneminde, 12 Eylül döneminde ve bu dönemlerin işlediği süreçlerde hatta şimdi Türkiye’de binlerce insan, milyonlarca insan aynı travmaları, daha acısını, daha anlatılamaz biçimde olanlarını yaşamaktadırlar.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 12

HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Kesinlikle katılıyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani, biz toplum olarak kendimize yapılanları anlatmakta son derece başarılıyız. Sadece kendimize yapılanlardan şikayet etmekten son derece başarılıyız ama empati yaparak 12 Eylül döneminde, 12 Mart döneminde ve hala yaşadığımız süreçte, cezaevi kapıları önünde dört yırdır, beş yıldır hala suçunun ne olduğunu bilmeden yatan insanları. Örneğin daha üç gün önce çocuğu trafik kazası geçirmiş, kendisi jandarmanın arasında cenaze namazını kılmaya gelmiş ama ondan sonra tekrar jandarmaların arasında cezaevine gönderilmiş bir üniversite rektörünü de yaşadık, gördük. Daha çok kısa olduğu için şeyi söylüyorum. Yani, Türkiye’de bu travmaları binlerce insan yaşarken ve dediniz ki “Melih Gökçek, Mesut Yılmaz ve Rüştü Kazım Yücelen’in emriyle tekrar gözaltına alındı.” dediniz. Yani, Türkiye’de bu işler oluyor mu? Olmaya da devam ediyor mu? Olmaması için ortak bir caba göstermemiz gerekmiyor mu? Bu konuda herhangi bir çabanız oldu mu? Bir de toplum sadece insanların, kendi düşüncelerinde olan insanları mı var sayıyor? Başka insanlar bu toplumda yaşamıyor mu? Hiçbiri empati yapıp da bizim dışımızda da bu ülkede yaşan binler, milyonlar var. Bu milyonların kaygıları var mıydı? Bu milyonların “Biz aldık başımızı gidiyoruz, bizden olmayan patates dinindendir.” “Ya kanlı olacak, ya kansız olacak” denilirken… Yani, sadece bir kesim mi yaşıyor bu ülkede, başka insanlar yaşamıyor mu? Yani, başka insanların bu ülkede düşünce özgürlüğü, başka insanların kaygıları, başka insanların korkularının olup olmadığı konusunda hiç kaygı duymadınız mı? Yada onların yerine kendinizi koyduğunuz oldu mu hiç? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sayın Milletvekilim çok güzel sordunuz, hemen bizzat yaşadığımız için söyleyeyim. Şevki Yılmaz’ın babası öldüğünde, Türkiye’de 5 bin hafız yetiştiren Türkiye’nin en büyük alimlerinden birisiydi babası. İzmit ili eski adıyla Döngel ilçesi, şimdi Körfez ilçesinde çok büyük bir zattı. 100 binin üzerinde insan, cenaze namazına katıldı. Ve Şevki Yılmaz’ın babasının cenaze namazına Şevki Yılmaz’ı göndermediler. Bunu yaşanmış bir olay olarak arz ediyorum sizlere. Ama anlattığınız olayda Hilmi, onun dört günlük şeyinde, gündüz ziyaret, gece hapishane şeyini asla onaylamadığını beyan ediyorum. Bendeniz İslamcı bir yazar olarak taa 1978’den itibaren, Yeni Devir gazetesinde ilk yazılarımı yayınlamaya başladığım andan itibaren, Türkiye’de İsmail Beşikçi’yi hapishanede ilk ziyaret eden kişi benim. Türkiye’de Eşber Yağmurdereli’yi 1984 yılında Haymana Cezaevi’nde ziyaret eden ilk akıncı, ilk İslamcı kişiyim. Yemeklerini götüren, bir ihtiyacınız var mı diyen bir insanım. Keza, Marksist, Leninist tabanlı arkadaşlarım hapishane hayatlarında çok derin ilgiler kurmuş bir arkadaşınızım. Bunu Akın Birdal mesela, yakinen bilir. Bendeniz yargılanırken beni Can Dündar’la ziyarete gelmişlerdir. Sen misin Hasan Hüseyin Ceylan’a destek veren diyerek, benim DGM’de idamla yargılanmamın ilk gününde beni ziyarete geldikleri için, benden çıktıktan on beş dakika sonra yirmi küsur kurşunla öldürülmeye tam teşebbüsten, ölüme mahkum edilmiştir âdeta. Keza, o “Kanlı mı, kansız mı?” ifadesinde maalesef çok talihsiz, yanlış yerleştirilmiş , demin basın başlıklarından örnek verdim. Rahmetli Erbakan’ın en yakın gazeteci dostu bir numara Uğur Mumcu’ydu. Her hafta telefon eder ve “Hocam ben cuma namazı kılmıyorum ama cumayı bekleyeceğim, seninle mantı yiyeceğim.” derdi her cuma. Derya Sazaklar, Fikret Bilalar, Uğur Mumcular. Birlikte Teoman Eren’le mantı yerdik biz. Yanında o tarihte de bulunurdum, daha Refah Partisinin, 83’lü yıllardan bahsediyorum. Necmettin Erbakan ve arkadaşları Uğur Mumcu’nun, Ahmet Taner Kışlalı’nın, savcıların ve o silsilede taa İpekçi’den başlayarak devam eden silsiledeki bütün katliamları şiddetle kınamış, ailesinin yanında yer almışlardır. Hatta Uğur Dündar son basınla ilgili sıkıntıya düştüğünde, yazıları yazdırılmama noktasına geldiğinde Erbakan Hoca ölmeden önce kendisini aramıştır, bir ihtiyacın varsa yardımcı olayım demiştir. Sırf “İşte Hayatınız” programında yapmış olduğu başarılı programdan dolayı “Ben o programı hayat boyunca unutmam.” diyerek; kendisi de Internet’ten girdiğiniz zaman “Necmettin Erbakan’a vefa borcum var, ona da haksızlık yaptığım zamanlar oldu.” diyerek, özür dileyerek beyanda bulunmuştur. Biz, Refah Partisi dönemindeki arkadaşlarımız söylediğiniz manada acıyı dışımızdakilerle beraber hisseden ve bunları hapishane ziyaretleriyle tahakkuk ettiren insanlarız. Bunun altını çiziyorum. Bu vesileyle şunu söylüyorum. Özbek Paşa’nın altını çiziyorum görevden alacağım demişti Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan Hocama. Alınmadığında, bir daha gittiğinde de -bu vesileyle bir ironi yapmış olayım- bir başka arkadaşa demiştir ki “Tamam altını çizerek söylemiştiniz ne diyorsunuz.” deyince bu sefer de “O sözümün üstünü çizin.” demiştir. Celal Kazdağlı, Demirel “Dün dündür, bugün bugündür.” diye o dönemin başarılı gazetecisi kitap yazmıştır, ben kendisine bu manşeti ikinci baskıda değiştir “Demirel dün dündür, bugün bugündür ve Demirel her gündür başlığıyla yeni kitap kapağı yayınla.” demiş. Hasan Cemal’den Uluç Gürkan’lara kadar aklınıza kim gelirse Erbakan ve yanındaki bizlerle çok yakın ilişkileri olmuştur. Ama Türkiye’nin asker sorununda buraya gelen Hasan Cemal’in ifade ettiği gibi, mesela Gülay Göktürk’ler Hasan Cemal’ler, Cengiz Çandar’lar omurgalı davranmışlardır her dönemde. Gülay Göktürk’ü sekiz yıllık hapishane hayatında, maoculukta ziyaret edenlerden biriyim. Ayşe, soy ismini hatırlamadım Ayşe Hanım’ın. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Önal. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Efendim? FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Önal, Ayşe Önal. O da sekiz buçuk, dokuz yıl civarında yattı. Bunların hepsi fikir suçlularıdır. Fikir suçlularının hapse girmesine şiddetle karşıyım. Milletvekillerinin bu manada hapse atılmasına şiddetle karşıyım. Ama gelin görün ki bizim dönemimizde uygulanırken rahmetli Necati Çelik eğer ölmeseydi, hapse atılacaktı, Bakan olarak. Mahkemelerde var, öldükten sonra da tazminat üstüne tazminat ödediler Güven Erkaya’lara, bilmem kimlere. Ama tersini söyleyeyim, eğer bugün Güven Erkaya yaşamış olsaydı Erol Özkasnak ve Çevik Bir Paşa’yla beraber bugün Sincan F tipinde olacaklardı. Sincan’da tankları yürütenler Sincan cezaevindedirler. Bu kaderin cilvesidir, bunun altını da çizerek söylüyorum, üstünü çizmeden. Biz, bu pişmanlık değil, bu ilişkiyi kurduk. Özellikle Sosyalist kanatla, Marksist Leninist kanatla yıllarca 12 Eylül öncesi İslamcıları iki gazete okurdu biri Yeni Devir biri Cumhuriyet. Cumhuriyet, Hasan Cemal’in kitabında söylediği gibi A’dan Z’ye değişip Ergenekoncu olduğu için bizim Yeni Devir’de daha sonraları yine düzenin kimi 12 Eylül uygulamalarıyla kapatıldığı için yerine sonradan Yeni Şafak ortaya konmuştur. Bu ilişkileri hep yazarlar üzerinde devam etti. Çünkü bize bu gelenek Sezai Karakoç’tan, Cemil Meriç’ten…

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 13

Cemil Meriç her iki tarafın ortak okuduğu insandır. Nazım Hikmet her iki tarafın ortak okuduğu insandır. Her iki tarafın değer verdiği, şiirleriyle beslediği insandır. Bunları yaptık ama bugün 28 Şubatın meydana getirdiği kırılmayı bir itiraf olarak bütün arkadaşlarıma söylemek isterim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – İzin verir misiniz? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tabii, hemen cümlemi bitireyim siz şey yapın. Maalesef bugün, Türkiye’de üniversite gençliğimiz düşünmüyor, üniversite gençliğimiz okumuyor. Bu 28 Şubat’ın uzantısı bir durumdur, düşünen beyinler 12 Eylülde nasıl hapse tıkıldıysa… Ben Terzi FikrÎ ile bir hafta beraber yattım sonra Amasya’ya gönderildi. O ruhu bilen bir insanım. Oğlumun doktora tezi, Sultan Galiyev ve Sosyalist İslamcılık üzerine doktora tezi yaptı. Dolayısıyla, biz, bu medeniyetler iletişiminde çok farklı bir konumda olduk ama omurgasız davrananlar daha sonra ulusalcı kimliğe ve Ergenekoncu kimliğine bürünenler cephe değiştirdikleri için bugünkü tablolar ortaya çıkmıştır. Bunu da altını çizerek yeniden beyan ediyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Sayın Ceylan, çok iyi şeyler söylediniz. Cezaevlerini ziyaret ettiniz, cezaevlerinde birlikte kaldığınız insanları ve birbirinizin hassasiyetini çok iyi anladığınızı söylediniz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Kayıtlardadır Haymana Cezaevi… Adliyeye gittiğiniz zaman görürsünüz. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet. Biz o hassasiyetleri cezaevinde yatanlar olarak anladık. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Doğru. AHMET TOPTAŞ (Ankara) – Ama cezaevinde yatmayanların bu hassasiyetleri, aynı hassasiyeti taşıdığını düşünmüyorum. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben taşımaları gerektiğini düşünüyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Taşıdıklarını düşünmüyorsunuz ama değil mi? Şimdi, bir de birilerinin 28 Şubatta, o süreçte bir kesimi hiç dahli olmadığı işlere bulaştırarak birinin emriyle, birinin talimatıyla, birinin “Bilmem nereye geldi, ziyarete geldi.” sözü üzerine idamla yargılattığını söylediniz. Yani Akın Birdal’ın sizi ziyarete gelmiş olması nedeniyle… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Evet, vuruldu. O gün vuruldu. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet, vurulduğunu söylediniz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Yarım saat sonra. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani şimdi, bunları söylerken bir başkalarının manipülasyonuyla bir şeylerin olabileceğini, hâlen yaşanan süreçlerin içinde de bu tür manipülasyonlar olabileceğini düşünmüyor musunuz? Hemen dediniz ki “Cumhuriyet…” HASAN HÜSEYİN CEYLAN – O vuran şahıs hapishanede itiraf etmiştir bunları. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır hayır… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bilmem ne Türk tugaylarının başındaki şahıs… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet. Yani bir manipülasyon süreci yaşanıyor her dönemde yani. Dediniz ki biraz önce: “Cumhuriyet, ulusalcılar ve Ergenekoncu olduğu için…” Ben ulusalcıyım ama Ergenekoncu değilim. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sizi tebrik ediyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani ben, Ergenekonculuk diye bir şeyi de tanımıyorum. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sizi tebrik ediyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır, sizin tebrik etmenize gerek yok, ben tebrik almak için yapmıyorum bunu. Ben bu ülkenin bağımsızlığını savunan, bu ülkenin tam bağımsızlığını savunan, bu ülkede demokrasiyi, insan haklarını, herkes için demokrasi ve insan haklarını savunan bir insanım. Dolayısıyla, sizin için de, başkası için de, bugün, Ergenekon’dan yargıladıkları için de hukuku savunan bir insanım. Değilse yani “Bunlar Ergenekoncu, Cumhuriyet Ergenekoncu, o ulusalcı.” Aynı size yapıştırılan yaftaların aynısını yapıyor gibi olmuyor musunuz bunları söylerken? Haklarında kesinleşmiş mahkeme kararları mı var söylediğiniz insanların? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bu vesileyle… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Beş yıl boyunca cezaevinde tutuklu kalan insanlar… İzin verir misiniz? Dinleyin beni. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Buyurun Başkanım. BAŞKAN – Tamamlasın. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Beş yıl boyunca cezaevinde yatıp, hâlen tutuklu olarak yatıp neyle suçlandığını bilmeyen insanlar var bunların içerisinde. Yani insanların tamamını bir çuvalın içerisine koyup aynı şekilde niteleyerek bu süreci nasıl aşabiliriz biz? Böyle bir bakışla aşmamız mümkün mü? Yani amacımız, bu süreçlerin bir daha yaşanmaması için kendi kafa yapılarımızda da olumlu gelişmeler sağlamamız gerekiyor diye düşünüyorum ben. Buyurun. BAŞKAN – Tamamladınız sorularınızı, değil mi? AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Evet, tamamladım efendim. BAŞKAN – Tamam. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sayın Başkanım çok önemli bir konuya temas etti. Yanılmıyorsam cumadan sonra siz Merve Kavakçı Hanımefendi’yi dinleyeceksiniz. BAŞKAN – Evet. O yüzden biraz cevaplarınızı… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hemen bitiriyorum, bu son şeyim olacak. BAŞKAN – … çok kısa çünkü sizden hemen sonra bir konuğu daha alacağız. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Buraya bir hafta içerisinde gelen gazetecilerden birisi bir konuşma yaptı, hayatımda duyabileceğim en talihsiz konuşmaydı; dedi ki: Sayın Bülent Ecevit’in Merve Kavakçı’ya “Bu kadına haddini

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 14

bildirin.” davranışından sonraki o görüntülerde gözükürken, o korkunç tablonun ihtilali önlemek adına Sayın Bülent Ecevit tarafından gerçekleştirildiğini söyledi. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Evet, maalesef, aynen böyle söyledi. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben bu sözden dolayı utanıyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hüseyin Gülerce değil mi, yanlış hatırlamıyorsam? BAŞKAN – Evet. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben bu sözden dolayı bir Müslüman kültürü adamı olarak utanıyorum. Merve Kavakçı’dan o sözden dolayı yüzde 100 özür dilenmesi gerektiğini söylüyorum ve bunun kayıtlarda Merve Kavakçı’ya onun sözleriyle mutlaka sorulması gerektiğini söylüyorum. Merve Kavakçı’ya yapılan zulmün üzerinde bir ifadedir bu ve bunu kınıyorum. Kimi kınadığım da ortadadır. BAŞKAN – Feyzullah Kıyıklık Bey… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır. Benim söylediklerimi… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sizi teyit etmek adına söyledim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Ama şimdi yani, ben size başka bir soru sordum, siz Merve Kavakçı’ya getiriyorsunuz, Merve Kavakçı’ya soracağız zaten. Merve Kavakçı’ya yapılanı da hiçbirimiz tasvip etmiyoruz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – O konuşmayı yapan zatı düşündüğünüz zaman ne dediğimi anlamış ol diye… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dedim ki dostum… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Soruna cevap verdi aslında. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır efendim. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Herkes anladı Sayın Milletvekilim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hayır efendim. Yok öyle. Şimdi, beş yıldır suçunu bilmeden içeride tutuklu insanlar var diyorum. Bu insanlar hakkında Ergenekoncu yaftasını yapıştırırken aynı kafa yapısını sürdürüp sürdürmediğinizi düşünüyor musunuz diye soruyorum? Hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı yok. BAŞKAN – Evet, şimdi şöyle diyelim… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben Sayın Başbakanımızın da bu kafa yapısında olmadığını, ben kendimin de bu kafa yapısında, Feyzullah Bey’in de olmadığını biliyorum arkadaşlarımın … BAŞKAN – Sayın Toptaş sanıyorum, yani o konuya ilişkin “Bu kafa yapısında değiliz.” demek istiyor. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Beyefendiyi savcı ve yargıç zannetti de onun için öyle sordu herhâlde. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Olur mu efendim? Savcı ve yargıç gibi “Cumhuriyet ulusalcıları ve Ergenekoncu… Cumhuriyet ve ulusalcılar Ergenekoncuya döndürten sonra…” diye beyanda bulundu beyefendi. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Omurgasını kaybetmiş olanları dedim sadece. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Olur mu öyle şey? Yani… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tam tersi Hasan Cemal’in eski Cumhuriyet yönetmenliğini de övdüm. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hasan Cemal’i de biliyoruz biz. Mehmet Barlas’ı biliyoruz, Hasan Cemal’in nerelerden gelip nerelere gittiklerini… Bunları sizin anlatmanıza gerek yok ama ben bir yargı olarak, bu yargıda bulunmanızın sizin anlattıklarınızla çelişip çelişmediğini soruyorum. Yani hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı olmayan, beş yıldır suçunun ne olduğunu bilmeden içeride tutuklu yatan insanlarla ilgili Ergenekoncu yaftasını yapıştırırken diyorum, Cumhuriyet’e bu yaftayı yapıştırırken bir haksızlık etmiş olmuyor musunuz? Yani biz bu kafaları değiştirmemiz gerekmiyor mu diyorum? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Sayın Başkanım biz, Sayın Milletvekilinin sorusuna cevap verirken bütün kitleleri solcu, sağcı, ülkücü, hepsini göz önünde bulundurarak cevaplandırmaya çalıştım bu bir buçuk saat içerisinde. Şimdi, bakınız, tankların yürüdüğü gün İstanbul’da Kartal MHP İlçe Başkanı başörtüsüne destek verildiği için kaçırılmış ve öldürülmüştür, hâlâ katilleri bulunamamıştır. Bunu, MHP’li milletvekili arkadaşlarıma hassaten hediye ediyorum bu ifadeyi. Araştırsınlar yani 28 Şubatın bütün birimlere neler ulaştırdığını bilmeleri için söylüyorum. Devam ediyorum, affınıza sığınıyorum. Benim Bosna Hersek’te, Sayın Başbakanla gittiğim zaman Aliya İzzetbegoviç’le görüştüğümüzde orada bir komutan vardı, adı Albay Mustafa Kahramanyol idi; Bosna Hersek’te bizim kuvvetlerimizin, Türk kuvvetlerinin komutanı idi. Bu zatı, Mustafa Kahramanyol’u, 21 Haziran 1997 tarihinde, Erbakan Hocamın istifasından üç gün sonra, Başbakanın istifasından üç gün sonra, Yalım Erez’in kuramayacağı anlaşılıp Mesut Yılmaz’ın görevi aldığı gün, GATA Komutanı Profesör Doktor Tabip Tümgeneral Fahrettin Alparslan imzasıyla bir istihbarat raporu gönderildi Genelkurmay İkinci Başkanlığına ve İstihbarat Başkanlığına. Bu rapor dört maddeden oluşuyor. Bir: Eşi tesettürlü. İki: Evini değiştirdiğinde müstakil evinin fuel oilli kalorifer kazanını mahallesinin camisine hediye etti. Resmî istihbarat raporundan bahsediyorum size, raporun her şeyini söyleyeceğim. Profesör Doktor Tabip Tümgeneral Fahrettin Alparslan. Üç: Aslen Bosna Hersek doğumlu olduğu için Sırp düşmanıdır, bu manada o bölgede Sırplara karşı milliyetçilik yapmaktadır. Tam Sırp kafası. Devam ediyor “Milliyetçidir, bu manada, Bosna Hersek’e çok yardım etmektedir.” diyor. Ve de buraya geldi mi bilmiyorum bu sıralarda? Selim Kaptanoğlu, Albay, Alparslan Türkeş’in doktoru olan zatın ifadeleri üç-dört gündür televizyonlarda ve gazetelerde. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - 12 Eylül Alt Komisyonuna geldi Başkanım. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Alt komisyonuna geldi, evet. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – 12 Eylül Alt Komisyonunda ben de bulundum. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – O arkadaşla beraber Mevki Hastanesinde de o tarihlerinde görevli, Alparslan Türkeş’le de zaten 1983-84 yılında Mevki Hastanesinde görüşmüşlerdi. Dört madde. Bu arkadaş bu istihbarat raporuyla beraber dünya çapında “Gülhane Mastoid dektomi”si diye yeni bir buluş yapmasına rağmen, Anvers Üniversitesinden ödül

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 15

almasına rağmen, Belçika’da, ve diğer ödülleri olmasına rağmen bu istihbarat raporuyla ordudan atıldı. Ve ne oldu biliyor musunuz? Bakın, bizatihi ölmeden önce Tabip Tümgeneral Fahrettin Alparslan’ın kendi ifadesiyle -Emin Pazarcı’nın köşesinde de yazıldığı için söylüyorum- şimdi, bir ülkücü camiadan önemli bir isimden örnek veriyorum. Mustafa Kahramanyol’u odasına çağırır, İstanbul’daki muayenesine “Beni Genelkurmay İstihbarat Başkanımız Orgeneral Çetin Saner –şu Kızılay’daki yağlı kazık ifadesini kullanan zat, bugün hapiste olan zat, Sincan F tipinde- ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir yanına çağırdı. Hazırlanmış ifadeyi zorla imzalattı bu dört maddeyi, ben çok vicdan azabı çekiyorum.” Adam diyor ki “Allah’tan kork, benim hiç başörtülü eşim olmadı ki.” diyor ya. Başı açık eşi var yani “Bu kadar yalan olur.” diyor. “Elbette kazanımı camime vereceğim, nereye verecektim? Kimse kullanmaz ki onu, herkes doğal gaza dönüştü.” diyor, anlatıyor şeylerini… Bu konuşmadan birkaç gün sonra bu Profesör Tümgeneral intihar etmiştir Sayın Milletvekillim, vicdan azabından. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Tabii, bunları üzüntüyle karşılıyoruz. Bunlar hepimizin vicdanını sızlatan şeyler. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben bu acıyı duyarken çocuğu trafik kazasında ölmüş olanın evlat acısını da duyduğumu ifade ediyorum. BAŞKAN – Şimdi, Sayın Toptaş, ben bir araya gireyim. Çok zaman sorunumuz var. Sayın Ceylan diyor ki: “Evladı trafik kazasında ölmüş bir baba için de acı çekiyorum.” Bilmiyorum ama siz bu konuya ilişkin bir cevap verin ondan sonra sözü Feyzullah Kıyıklık’a vereyim. Buyurun. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bir cümle söyleyeceğim. Sayın Ceylan, bunlar hepimizi derinden üzen şeyler. BAŞKAN – Ortak acılarımız. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bu ortak acıları aşmak için, ortak akılla birbirimizi anlama yoluna gitmek yerine yeniden birbirimizi Ergenekoncu, ulusalcı, onlar şöyle yani yapmanın bir mantığı kaldı mı diyorum? Bir ikincisi, bakın, ben de bir hatırlatma yapayım size. Gümüşhane Baro Başkanı Ali Günday sırf laiklikten yana olduğu bilindiği için Adana’dan kalkıp gelen bir insan tarafından bürosunda şakır şakır vurulmuş bir insandır. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – O gün demeç verdim, şiddetle kınadım. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani bunları söylüyorum. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bizzat Gümüşhane Milletvekili, eski Diyanet İşleri Başkanımız Lütfi Doğan Hoca da üzüntülerini ailelerine bildirmişlerdir. Bakın, dikkatinizi çekerim. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bunu şunun için söylüyorum… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Biz bu ortak paydayı oluşturmak… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Bir insan başörtüsü taktığı için, eşi başörtüsü taktığı için elbette intihar etme noktasına getirilmesine hepimiz karşı olmalıyız. Ben karşıyım. Vicdanen de karşıyım. O gün de karşıyım, bugün de karşıyım. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Öldürülmelere de karşıyız. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Öldürülmelere… Ama düşünün ki… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Şerefli kurşun atmaların şerefsizliğine de karşıyız. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Örnekleri verirken… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bakın, net söylüyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Örnekleri verirken başka şeylerin de olduğunu bu ülkede, onlar açısından da ortak acılarımız bulunduğu konusunda bir kamuoyu oluşumuna da yardımcı olursak bu amaçladığımız şeylere biraz daha yakın ulaşabiliriz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Üstadım, sizi Sayın Başkanımın huzurunda şununla cevaplandırayım. Bunu Sayın Süleyman Demirel’e Başbakanımız söylemişti: “Susurluk’un hiçbir yerinde cenazesi cemevinden kaldırılan ciddi bir entelektüel emniyetçi Hüseyin Kocadağ, Alevi arkadaşımız. Bunu, onurlandırmak adına söylüyorum. İzmir’de pavyonlarda ve benzeri yerlerde çok iyi bilinen ve tanınan bir başka Fadime Şahin örneğinde olduğu gibi Gamze bilmem ne… Milletvekili bir aşiret reisi Sedat Bucak ve en az MİT istihbarat raporlarında otuz kadar isim değişikliği -12 Eylülden bu yana kullanılmış olan- Abdullah Çatlılar… AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Onun da cenazesi camiden kaldırıldı. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hepsi bir arada, bakın. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani biri Alevi cemevinden… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Şunu söylemek istiyorum: Silahlarıyla beraber hepsini kınamak adına şimdi söyleyeceğim. Sayın Başbakan o gün, Susurluk Komisyonunda, Cumhurbaşkanlığında yapılan toplantıda “Bu görüntülerin hiçbirinde ne bir tek Refah Partili vardır ne bizim tabanımızdan bir insan vardır.” dedi. Hatta bir ironiyle “Burada ne bir sakallı var ne bir saraklı var.” dedi 28 Şubatçılara cevap olsun diye ama bu olay bile Refah Partisini düşürmenin kanıtı oldu. Bu kadar söylüyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Hesap sormak isteyenlerden “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemini yapan milyonlarca insana da “Bunlar mum söndü oynuyor.” denildiğini hatırlıyorsunuz, değil mi? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Çok iyi hatırlıyorum. O Sayın Bakan, bendenizin otuz altı fezlekesini anında işleme koyan bakanımızdır. Bunu da söylüyorum ben size. BAŞKAN – Evet. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Teşekkür ediyorum. Şimdi, hiçbir bakanımız milletvekillerimizin fezlekesini işleme koymuyor, tebrik ediyorum. Adalet Bakanlarına. Eski dönemde Cemil Çiçek Beyefendi de koymamıştır, Meclis Başkanımız, Sadullah Bey de koymamıştır.

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 16

BAŞKAN – Buyurun Feyzullah Bey. Zaman sorununu… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ben, aslında bilinen şeylerin bizzat bu bizim hazırlayacağımız raporda bulunması için soruları soracağım. Yani sizin de, benim de bildiğim ama… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Kayda geçmesi için. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - Kayda geçmesi için. Çok önemli benim için çünkü. Hepimiz bunu yaşadık. Yani birebir yıllardır yaşadığımız olaylar. Sorularımdan birisi şu: Bu 28 Şubat öncesinde ve sürecinde Refah Partili, asker kökenli milletvekilleri hem korkutulmak hem de nerelere kadar geldiklerini, güçlerini göstermek için askeriyeye çağrıldılar. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Genelkurmay İstihbarat Birimine bağlı… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ve orada bu adamlara “Bizim ne olduğumuzu, nerelere kadar geldiğimizi bilesiniz. Ona göre de ayağınızı denk alasınız.” Ben öyle düşündüm tabii o dönem için ve ne kadar güçlü olduklarını, nelere… Ben ona katılmıyorum ama… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bizzat katılanın ismini vererek milletvekilinin ağzından aktaracağım şimdi sualinizi. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Onların ben de isimlerini biliyorum. Ramazan Toprak Bey, Albay Sıddık Altay Bey, Albay Hüseyin Arı Bey. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Evet efendim. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Özel bir sunum yapıldı. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Beyaz bir perdede özel bir sunum. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ve bu sunumda şunu gösterdiler: “Biz simülasyon ve asimilasyon diye iki konuyu nasıl hallediyoruz, görün.” Birisi “Olmayan bir şeyi nasıl var ediyoruz?” diğeri de “Var olan bir şeyi nasıl yok edebiliyoruz?” anlamına geliyordu. Bu olay tabii o dönemlerin gazetelerinde, televizyonlarında, ondan önceki dönemlerde de çünkü biz bu dönemleri hep yaşadık. Mesela ben, Sayın Erbakan’ın “İmam hatip okulları bizim arka bahçemizdir.” sözünü hiç duymadım, siz de yanında devamlı gezdiniz. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ömründe hiç kullanmadı. Hiçbir yerde konuşmadı. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ancak ben buradan başka bir şeye geleceğim Beyefendi. Efendime söyleyeyim “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?” sözünün nasıl olmayan şeyin var edildiğini, Sincan’daki tiyatro olayının halka nasıl lanse edildiğini, Kur’an kursundaki çocukların büyük Türk devletini nasıl yıkmak için yemin ettiklerini, şeriat devletinin nasıl kurulduğunu, milletvekillerimizden ve belediye başkanlarımızdan bir kısmının nasıl bu ülkeyi yok etmek için yarışa girdiklerini… Çünkü bütün gazetelerde, sağ ve solda olan bütün gazetelerde bunları yazdı. Yani bu aslında simülasyon ve asimilasyonda… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Fiilen uygulandı. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - Bu insanları, bu başarısından dolayı, kendilerini menfi yönde tebrik de etmek isteriz ve buna maalesef üç, beş Refahlı dışında hiç kimse de “Bu yalandır.” demedi. Üç, beş kişinin dediği yalanların hiçbirisi de zaten kabul edilmedi. Bu olay hakkında bildikleriniz nedir? Burada anlatılmasını istiyorum. Ondan sonra buna bağlı bir soru soracağım, onu da kayda geçmesi için soracağım ki bu şeyleri siz çok uzatabilirsiniz de. Başbakanın aleyhinde Diyarbakır’da açılan dava. Sizin, Tokat Milletvekilimizin, Denizli Milletvekilimizin, Kayseri Belediye Başkanımızın, Bingöl Belediye Başkanımızın… Bunlar bayağı büyük sıkıntılar çektiler. Diğerlerinin konuşmalarının herhangi bir yerdeki bu simülasyon ve asimilasyonla nasıl hallettiklerini de buna ekleyerek bu konuda -ben kayıtlara düşülmesini istiyorum- neler biliyorsunuz? BAŞKAN – Şimdi zaman… Bir şey söyleyeceğim. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ama bunlar benim için çok önemli, kusura bakmayın. BAŞKAN – Bir şey hatırlatmak istediğim için söylüyorum Sayın Kıyıklık. Sizin için önemli olan her husus Komisyonumuz için de önemli. Zaman hatırlatması açısından bağlantılı soracağınız soruyu da sorun. İkisini birlikte tamamlasın ve belli bir ara vermek durumundayız. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Bağlantılı olarak soracağım soru da şu: O dönemde, 28 Şubat öncesinde ve sonrasında maalesef bütün bu simülasyon ve asimilasyonları biz hiç kimseye, bizim dışımızdaki insanlara anlatamıyorduk, anlatma da imkânımız hiç yoktu. Ya alaya alınıyorduk ya da dalga geçiliyordu. Burada, ben aynı zamanda da o dönemin mağduru olan bir insan olarak da söylüyorum ve maalesef, sadece Kanal 7, isimlerini de veriyorum… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ahmet Hakan. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) - …Akit veya Vakit, Yeni Şafak ve Millî Gazete… Burada yazılanlar da nasıl olsa damgayla belli oldukları için hiç kimsenin itibar etmediği şeyler olarak görülüyordu. Bu kadar yalnızlaştırılmanızın… Hakikaten yalnızlaştırılmıştınız. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Çok ileri düzeyde yaşadık. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Efendim, yalnızlaştırılmanızın ve sağda ve solda bütün gazete ve televizyonların aynı simülasyon ve asimilasyonu çok güzel işlemesini… Bugün herkes 28 Şubata karşı. Ben onun için çok insanlara sadece gülüyorum. Çünkü karıncaya demişler ki: “Bununla mı söndüreceksin, bu suyu nereye götürüyorsun? Tarafımın belli olmasını istiyorum. Yani doğru tarafta mıyım, yanlış tarafta mıyım?” Siz o hikâyeyi biliyorsunuz. Hz. İbrahim’in ateşe atılmasında. Acaba niye hiç, karınca misali de olsa, tarafınızda hiç kimseyi bulamadınız? Sizin bu kadar yalnızlaştırılmanızda bir yerlerden idare edilen… Bu Sayın Ecevit tarafından olabilir, Sayın Süleyman Demirel tarafından olabilir veya paşalar tarafından. Ve 28 Şubatta Sayın rahmetli Erbakan’ın karşısında Sayın Ecevit, Sayın Yılmaz, Sayın Demirel bu darbenin nerelerindeydiler? Taraftarları da bunun neresindeydi? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Efendim, çok teşekkür ediyorum, bizzat yaşadığım iki ayrı sualin muhatabı olduğum konuları acıyla hatırlattığınız için. Önce şunu söyleyeyim: Söz konusu üç milletvekili, asker milletvekiliyle partiden ilgili milletvekili, sorumlu kişi bendenizdim zaten. Onlar her faaliyetlerini bir nevi rapor ediyorlardı. Bu toplantı Etimesgut tarafında iki kez yapıldı. Bir,

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 17

kozmik merkezde –yerini arkadaşlar söylemişlerdir zaten, basında çıkmıştır- biri de Harbiye’de bir odada yapılmıştır. Beyaz perdeye simülasyon ve asimilasyon yaptırılarak. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Kozmik merkez neresiydi? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Gizli bir merkez. Onu sayın albay milletvekillerimizden öğrenirsiniz nereler olduğunu. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hatta bir şarkıcının nasıl meşhur edildiğini de orada göstermişler. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – İşte, onu anlatacağım. Beyaz perdede elinde tahta sopayla söz konusu general,dikkat buyurun, “Konumuz simülasyon ve asimilasyon. Var olanı yok etme ve yok olanı var etme üzerine bir jeostratejik bir planlama yapıyoruz.” Yani Psikolojik Harp Dairesinin psikolojik raporları, Fadime Şahin’in, Emire’lerin. Elin esrarcı, eroinci adamı yıllarca Cinci Ali Hoca diye takdim edildi. Demin Arapça dergilerden bahsettim. Dünyada bu kadar yalan olmaz, Seyyide dergisinin her satırı yalan olan, 300 bin satan Dinç Bilgin grubunun gazetesinden örnekler verdim. Orada yürüyerek koşan bir şarkıcı var. Evet, ince, uzun favorili, bir blucin giymiş koşan bir şey… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Koşuyor ve şarkı söylüyor. BAŞKAN – Mirkelam. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Mirkelam’ın şarkısının ismini… “Ben sana” diye bir şarkı, İnternetten hemen gözüküyor. Mirkelam’ın koşarak, fotoğrafı uzun uzun müzik eşliğinde anlatılıyor ve ifade şu: “Yarın gazetelerde köşe yazarları dâhil bunlar en önemli haber olacak.” diyor. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – “Her gece ben” Sizi eksik bırakmayalım Hasan Hüseyin. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – “Her gece asker başımızda olacak.” manasınaydı bu işler. Bendeniz Güneri Cıvaoğlu’yla çok yakın ahbaplığı olan birisiyim. Hoca’yla görüşmelerinde çok özel şeyler yapmışımdır. Annesinin öldüğü gün bana haber vermiş, cenazesinin bütün işlerini bana yaptırmıştır. Bu kadar yakın olduğum bir insandan da bilahare teyit ittim. Güneri Cıvaoğlu’nun başlığı “Mirkelam” idi. O yazıyı İnternetten bulup görürsünüz. O askerlere anlatılan “Ertesi gün büyük yazarlar ve gazete manşetlerinde ‘Her gece ben’ şarkısı olacak.” denildiğinde, ertesi gün gazete haberlerinde Mirkelam ve “Her gece ben” vardı ve hiç satmayan –hâlbuki ondan önce çıkartılmış bir kaset- yani 10 bin bile satmamış olan kaset o ayın sonunda Güneri Cıvaoğlu’nun yazısı, Milliyet’in başlığı, diğerlerinin başlıklarından sonra -otuz günlük raporu, İnternette onun müzik şeyini çıkartandan öğrenebilirsiniz- 750 bin satmıştır ve Ali Kırca “Bir milyona uzanan ve sonu belli olmayan yarış” diye de müstakil bir yazı yapmıştır. Şimdi, bunu yaşadık milletvekillerimizle ve milletvekillerimizin istifa ettirilmesiyle ilgili çok yoğun baskılar görmüşlerdir. Bunu televizyonlarda anlatanlar da olmuşlardır ama daha önemlisi yalnızlaştırma adına, bundan sonra milletvekillerimiz yalnızlaştırılma… Her parti için söylüyorum, her parti arkadaşına sahip çıksın -Nimet Hanımefendi’nin dün bir arkadaşımızı uyardığı gibi burada “erkekçe” tabirini hiç kullanmıyorum Sayın Başkancesaretle sahip çıksın, omurgasıyla sahip çıksın. BAŞKAN – Evet, her şeyi takip etmişsiniz. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Çok iyi dersinizi çalışmışsınız Hasan Hüseyin Bey. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Sahip çıkmak değil de doğrunun yanında olmak. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – 17 Haziran akşamı Sayın Başbakan bendenizi çağırdı. Arkadaşlar haber getirdiler. Bir bakan –ismini vermeyeceğim burada, bilerek vermeyelim- Refah Partisinin çok etkili bir bakanı bir rapor veriyor Başbakanımıza. Daha sonra, ben bu raporu rahmetli Hayati Üstün Bey –bu camianın yakinen tanıdığı bir insan- ve ortağı Şeref Bey miydi? İsmini unuttum.- Biat möble’nin sahibi… YAŞAR KARAYEL (Kayseri) – Evet, Şerif. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – … Şerif Bey birlikte Genelkurmayda o gün bir ihaleye giriyorlar. Orada komutan birisiyle telefonla görüşüyor. “Derhâl bu üç kişiyi ihraç edeceksiniz.” diyor komutan. Benim adım geçtiği için o gecede Hayati Üstün rahmetli şehit olmazdan önce benim evimde kalmıştır Özelif sitesinde, tarihi bir olay. “Ya Hasan Hüseyin böyle böyle. Üst komutan, generallerden birisi böyle söyledi. Senin ismin geçti, partiden ihracınızı istedi adam. ‘İhraç etmezseniz partinizi kapatırız.’ dedi.” Bu haber bana verildiği gün, ertesi gün ben Başbakan tarafından şu karşıdaki bloğun üst katındaki Necmettin Erbakan Hoca’mızın Başbakanlık grup odasına çağırıldım. Hayatında Erbakan Hoca’nın nadir ağladığı…Hüngür hüngür ağlayarak “Bu istifan fevkalade önemlidir.” diyerek gönlümü aldı. Direndim “İstifa etmeyeceğim.” Bu partiyi kuran insanlara “Efendim siz hapisteydiniz, yasaklıydınız.” Bu partiyi bütün Türkiye’yi gezerek bendeniz 940 ilçenin hepsinde en az beşer kez konferans vermiş bu manada Demirel’in rekorunu egale etmiş bir insanım. Her ilçede damgam vardır, mitingim, konferansım vardır. Dedim: “Ben istifa etmem, bu hani ‘Hak davası.’ diyordunuz ya Hocam haktan kovulma gibi olur” diye de bir espri yaptım Hocama. Ağlayarak dedi ki: “Bu çok önemli, ağabeylerine haber gelmiş, istifa ederseniz ihraç etmek bizim itikadımızda. Yasaktır, yarın ahirette hesabı sorulur. Siz istifa edin.” dedi. Tarihi bir anekdot aktarıyorum. 18 Haziranın bütün gazetelerinde Erbakan Hoca’nın istifasının altında küçük resimlerle “Danışıklı İstifalar” diye üç istifadan haber verdiler. Turan’ın da haberiydi orada. Biri Şevki Yılmaz, biri Halil İbrahim Çelik. Yurt dışındaydılar, Türkiye’ye gelemiyorlardı onlar, idamla yargılanmaktan dolayı. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani Turan’ın cevap veremeyeceği bir noktada şunu söylüyorsunuz. Turan sizinle muhatap değil Sayın Ceylan burada. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben arkadaşım olduğu için bu esprileri yapıyorum. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Dışarıda yaparsınız. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Tabii. İstifaları bu manada gerçekleştirdik ama yüreğim hâlâ kan ağladı. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Ben soruma cevap istiyorum yani “Bu yalnızlaştırılanlar aynı zamanda bu olayın yanında mıydılar?” diyorum. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Biz bu hareketle beraber yalnızlaştırıldık. Çok net söylüyorum. Kitaplarda, “cam kıranlar” denildi, “çam devirenler” denildi. Oysa, Refah Partisinin en büyük oy deposu Hasan Hüseyin Ceylan’dı, Şevki

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 18

Yılmaz’dı, Halil İbrahim Çelik’ti. Her gittiğimiz yerden… Bendenizi Hocam Şırnak’a gönderdiğinde, bugün, BDP’nin yüzde 80’ler aldığı yerde bendeniz, bir aylık çalışmamla belediye başkanlığını sökerek, Haşim Haşimi’yle alarak gelen bir insanım. Bugünde Hakkari’de bir ay çalışayım, sökerek alır gelirim, böyle bir özelliğim vardı, bunu bütün Türkiye tanır. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Benim soruma cevap olmadı. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Cevap veriyorum Sayın Başkan… FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Şunun için söylüyorum: Benim… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Kendi camiamızda da yalnızlaştırıldık, kendi camiamızda da Merve Kavakçı gibi yalnızlaştırıldık, sahipsiz bırakıldık. BAŞKAN – Ne tür bir cevap söz konusu acaba? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ben, bugün, bu Komisyondan rica ediyorum: Bakın, bendeniz, 2000 yılında emekli olmam gerekirken askerlerin SGK’ya emir vermesiyle -Yaşar Okuyan’ın Bakanlığında- “Bunlar asla emekli olmasınlar!” diye uydurma bir -karar da değil, kanun yok, bunu da ilk defa söylüyorum. Meclisten yasa çıkmamış, kanunu yok, genelgesi yok, bir şeysi yok- askerî emirle SGK’ya, “Özlük haklarını alamasınlar!” diyerek, Hasan Hüseyin Ceylan, 1 Mayıs 2012 yılına kadar 1 lira emekli maaşı almamıştır. Çok tuhaf değil mi sizin için? Hiçbir gazetede de gündeme gelmemiştir. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – İş Mahkemesine başvurmadınız mı? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – İş Mahkemesine, Anayasa Mahkemesinin kararıyla milletvekilliği düşürülenler bu Mahkemeye başvuramaz diye bir genel kaide koydular. Öyle içtihatlar vardı ki Sayın Milletvekilim aklınız durur. BAŞKAN – Sayın Ceylan tamamlayabilir misiniz? Sayın Ceylan üç dakika içerisinde tamamlayabilir misiniz? HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Bendeniz 2002 yılından 2012 yılına kadar, on yıl, Sayın Başkan, bu Meclisten alacağım var. Emeklilik maaşımın toplamını bugün mahkeme kararıyla, -28 Şubat Mahkemesi bittiğinde müracaat edeceğim- 1 triyona yakın alacağım var. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Sayın Hasan Hüseyin Ceylan benim sorum şu, ben bir sormak istediğim… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Yalnızlaştırıldık Başkan onu söylüyorum. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Hayır şu… Beyefendi, benim bölgemde bir olaydan dolayı bir televizyonda ve gazetelerde çok yazılar çıktı. Birisi, benim bir inşaatımdan dolayı; birisi, bir cadde isminden dolayı; birisi, bir düğün salonundan dolayı. Benim inşaatım olan şey, yaptırdığımız Emniyet Müdürlüğü binasındaki -belediye yaptırıyor- tabii, oraya bir tabela asılıyor, o tabelada simülasyon ve asimilasyonla oradaki belediye başkanı imzamın karşılığında sahibi gibi halledilmiş ve oldu bu. Bütün gazetelere, bütün sağcı ve solcu gazetelere, televizyonların hepsine teker teker gittik ve hiçbirisi kabul etmedi. Ve daha sonra, Kaymakamımız işten atılacağını bildiği hâlde -ve hakikaten de hemen görevden de başka yere sürüldü- dedi ki: “Yahu, bu çok büyük bir ayıp, ben sizinle beraber çıkacağım.” dedi. Ve bir tek, -yine teşekkür ediyorum- Ahmet Hakan Bey’in o zamanki şeyine birlikte çıktık ve Kaymakam Bey… Çünkü kimseye… Millî Gazetede veya Yeni Şafakta, Vakitte çıkan olaylardan dolayı kimse bu işin böyle olmadığını kabul etmiyor, “Zaten kendi gazeteleri…” Diğerlerinin hiçbirisi de yanlarına bile yanaştırmadılar. Ben şunu söylüyorum: Bu kadar yalnızlaştırmadaki… Kaymakam çıktı dedi ki: “Olay şöyle şöyledir, orası Emniyet Müdürlüğüyle Belediyemizin yaptığı bir inşaatın kendisidir, fotoğraflarıyla. O cadde, şu tarihte verilmiştir. Şu şöyle olmuştur. Ben oranın mülki amiriyim.” dedi. Kaymakam hemen ödüllendirildi tabii, o başka bir şey. Ama bu kadar yalnızlaştırılma -bu bir tane olay- acaba 28 Şubat’ta bunun dışındaki herkes -ki Sayın Ecevit’te buna dâhil, Sayın Demirel’de dâhil, Yılmaz’da dâhil- o dönemin herkesi birlikte mi hazırladılar bu darbeyi diyorum? O yalnızlaştıranlar da dâhil. AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) – Yani herkese yetiyor mu bu? FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Benim için sadece sorunun sorulması önemli. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Eylül 1996 yılında, Fatih Çekirge’nin Sabah gazetesindeki manşeti, Mesut Yılmaz’la evinde, Gaziosmanpaşa’daki evinde burada gösterdim… BAŞKAN – Belki çok şey olacak ama… HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hemen cevabını vermiş oluyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - …üç dakika içinde tamamlar mısınız toplantıyı? Lütfen, kapatacağım. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Hayhay efendim. Mesut Yılmaz, daha Eylülün 10 15’i arasında “Bu Hükûmeti kansız bir şekilde biz deviririz!” demecini vermiş ve manşet olmuştur Fatih Çekirge’ye. O Sabah gazetesi yanımdadır ben heyeti aliyeye vereceğim, takdim edeceğim. Şimdi, gönüllü katılanlar olmuştur, yönlendirilenler olmuştur ama bunu tarihe not düşmek adına söylüyorum: Bizim kendi camiamız da güçten yana hemen dönebilen bir camia, itiraf ediyorum. İDRİS ŞAHİN (Çankırı) – Sonunda cevaplandırdı. FEYZULLAH KIYIKLIK (İstanbul) – Evet Beyefendi bana da lazım bazı şeyler. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Güçten yana dönebilen bir camiadır. Bu maalesef Muhsin Yazıcıoğlu ekibinde de böyle olmuştur, -yalnızlaştırılmıştır- bizde de öyle olmuştur. Bendenizin Refah tarihindeki konumunu ve yerini gazeteciler de çok iyi bilir, üstat denilen zatlar da iyi bilirdi. Bu yalnızlaştırılmayı Everest noktasında yaşamış bir insanım. Bu vesileyle beyan ediyorum. Efendim, bendeniz başlangıçta da beyan ettim, -zatıaliniz gelmemişti- Seyyide dergisindeki yalanların boyutu aslında 28 Şubat boyutudur, en ironiyle anlatılabilecek tablodur o. Ama hemen şunu söyleyeyim: Çok basit nedenlerde olmuştu. -kapanış cümlem bu olsun- Sürekli televizyonlarda benim kasetlerim gösteriliyor. İşte, savcılıktan fezleke geliyor, “Ergun Poyraz’dan alınan kasetle…” diyor. “Ergun Poyraz’dan alınan kasetle… Ergun Poyraz’dan alınan kasetle…” 36 tane davanın hepsinde Ergun Poyraz’dan alınan kasetle… 36 mahkememin; Konya, Çankırı, Kırşehir, Ağrı dâhil olmak üzerede de hepsinde de Çevik Bir’in kırmızı mühürlü “Bu mahkemeyi çok yakinen takip ediyoruz.” imzasıyla, bunu da not düşerek söylüyorum. Avukatım Yakup Erikel’de gözleriyle görmüştür, Hasan Celal Güzel de beyan etmiştir kendi davalarındaki

TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı Komisyon : Darbe(28 Şubat) Giriş :19.45

Tarih : 19.10.2012

Grup : Lale

Sayfa : 19

Çevik Bir imzalarını. Ergun Poyraz’ın, o tarihte hiçbirimiz bilmiyorduk JİTEM’den aylık maaş aldığını, bordrosunun Komisyona da gönderildiğini, savcılıkta da var olduğunu. Yıllarca Çetin Sanerler, iki Çetin; Çetin Doğan ve Çetin Saner. İki doğu; Doğu Aktulga ve Doğu Silahçıoğlu ve başlarında Erol Özkasnak, onların başında da Güven Erkaya olmak üzere sistemli bir cunta yapısıyla… Kenan Evren’e, Namık Kemal Zeybek gidiyor Marmaris’e , diyor ki: “Bunlar cuntadır, sizin sözünüzü dinler efendim.” Anlattı televizyonlarda. Kenan Evren Paşa diyor ki: “Onlar hiç kimseyi dinlemez. “ Böyle bir yapıdan geçtik. Size çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Ceylan, öncelikle Komisyon davetimizi kabul edip burada bulundunuz. Ve paylaştığınız tüm bilgiler için çok teşekkür ediyoruz. Eğer bu konuda kapsamlı bir hazırlığınız varsa -ki sunumlarınızdan bunu anlıyoruzKomisyonumuzu da tevdi ederseniz yararlanacağız. Tekrar teşekkür ediyorum, sağ olun. HASAN HÜSEYİN CEYLAN – Ne zaman isterseniz onları uzmanlarımıza ben takdim ederim.