OFFPRINT

YERLEŞİM SİSTEMLERİ VE MEKÂN ANALİZİ AYRIBASIM / OFFPRINT Tematik Arkeoloji Serisi 1 YERLEŞİM SİSTEMLERİ VE MEKÂN ANALİZİ Yayına Hazırlayanlar Ö...
Author: Soner Yalman
9 downloads 0 Views 320KB Size
YERLEŞİM SİSTEMLERİ VE MEKÂN ANALİZİ

AYRIBASIM / OFFPRINT

Tematik Arkeoloji Serisi 1

YERLEŞİM SİSTEMLERİ VE MEKÂN ANALİZİ

Yayına Hazırlayanlar

Özlem Çevik Burçin Erdoğu

Tematik Arkeoloji Serisi 1

Yerleşim Sistemleri ve Mekân Analizi Yayına Hazırlayanlar

Özlem Çevik Burçin Erdoğu

© 2014 Ege Yayınları ISBN 978-605-4701-35-3 Yayıncı Sertifika No: 14641

Baskı

Dijital Düşler Basım San. ve Tic. A.Ş. Seyrantepe M. Nato C. Çınarlı S. No.: 17 Kağıthane-İstanbul Tel: +90 (212) 279 64 44 Kültür Bakanlığı Setrifika No: 12922

Yapım ve Dağıtım

Zero Prod. Ltd. Abdullah Sokak, No. 17 Taksim 3443 İstanbul - Türkiye Tel: +90 (212) 244 75 21 (3 hat) Faks: +90 (212) 244 32 09 E.posta: [email protected] www.zerobooksonline.com

İçindekiler Giriş ................................................................................................................................................................................................................................................................... 1

I. Yerleşim Sistemleri Burçin ERDOĞU Türkiye Arkeolojisi’nde Yerleşim Sistemleri: Sorun ve Yöntemler ........................................................................................................... 5 Fulya DEDEOĞLU Yukarı Menderes Havzası Bölgesel Yerleşim Analizi: Erken Tunç Çağı’nda Sosyo-Ekonomik Örgütlenmedeki Değişim ve Dönüşüm Süreçleri .................................................................................................................................................. 19 Nejat YÜCEL – Burçin ERDOĞU İç Anadolu Bölgesi Tuz Gölü Çevresi’nde Sit Alanları Dışında Saptanan Buluntuların Yorumlanması ve Tarihöncesi Dönemlerde Arazi Kullanımı .................................................................................................................... 43 Elif KOPARAL Grek Polisi İmgesi ve Değişen Gerçekler: Klazomenai Örneği ................................................................................................................ 57 Belgin AKSOY İznik/Yenişehir Havzalarında Yerleşim Dağılımları: Küçük Ölçekli Gözlemler ve Büyük Ölçekli Yorumlar ..................................................................................................................................... 81 Ahmet GÖRMÜŞ Yüzey Araştırmaları Işığında Yukarı Kızılırmak Havzası Yerleşim Dokusu .............................................................................. 91

II. Mekân Analizleri Özlem ÇEVIK Türkiye Arkeolojisi’nde Mekân Analizi: Sorun ve Yöntemler ............................................................................................................... 109 Güneş DURU – Mihriban ÖZBAŞARAN Mekân, Bağlam ve Arkeolog ................................................................................................................................................................................................ 123 Nurcan KAYACAN Aşıklı Obsidyen İşçiliği ve Yerleşme Analizi .......................................................................................................................................................... 137

VI

İçindekiler

Çiler ALTINBILEK-ALGÜL Aşıklı Höyük’te Değişen Kazı Metodolojisinin Mekân Analizleri Üzerindeki Sonuçları ............................................ 145 Rana ÖZBAL Hane Arkeolojisinde Haneyi Tanımlamanın Zorlukları ............................................................................................................................ 157 Eşref ABAY Kazı Verileri Işığında Arkeolojik Mekân Analizleri, Beycesultan Örneği ................................................................................. 175 Çiğdem ATAKUMAN Neolitik Süreci Yeniden Tanımlamak: Güneydoğu Anadolu Neolitiği’nde Mekân Kurgusu ve Sosyal İlişkiler ........................................................................................ 191 Adnan BAYSAL Bir Fenomen Olarak Neolitik .............................................................................................................................................................................................. 217 A. Tuba ÖKSE Mekân ve İşlev Analizine Bir Örnek: Salat Tepe Tunç Çağı Yerleşimi ........................................................................................ 239 Yaşar Erkan ERSOY Klazomenai’da Tunç Çağı’ndan Arkaik Dönem Sonuna Kadar Yerleşim Düzenleri ve Değişimleri: Siyasi, Sosyal ve Çevresel Etkiler .................................................................................................................................................................................... 257 Özlem ÇEVIK İskân Düzeni ve Konut Döngüsüne İlişkin Etnografik Bir Model: Van-Ayanis Köyü .................................................... 281

Önsöz Bu kitapta derlenen makalelerin büyük bir bölümünü, Trakya Üniversitesi’nde 1-2 Şubat 2013 tarihinde düzenlenen Yerleşim Sistemleri ve Mekân Analizi başlıklı mini sempozyumda sunulan bildiriler oluşturmaktadır. Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük, bu sempozyumun organize edilmesinden bir kitaba dönüştürülmesine dek uzanan süreçte bizi destekleyerek her zaman yanımızda yer almıştır. Kendisine burada içtenlikle teşekkür ediyoruz. Kuşkusuz bölüm asistanlarımız Filiz Divarcı ile Osman Vuruşkan ve yüksek lisans /lisans öğrencilerimiz Gökhan M. Çoban, Emrah Güney, Gence Kılıç, Ecenur Gökçe, Özge Ellialtı, Coşkun Sivil, Kemal Sevindik, Ezgi Buğra Akar, Çağla Ergin ve Atanur E. Şahsi’nin, coşku ve desteği, bu sempozyumun düzenlenmesine ve kitabının yayınlanmasına hız katmıştır. Her birine teşekkür ederiz. Özlem Çevik – Burçin Erdoğu 17.12.2013, Edirne

Yerleşim Sistemleri ve Mekân Analizi, TAS 1 (2014) 123–136

Mekân, Bağlam ve Arkeolog Güneş DURU – Mihriban ÖZBAŞARAN

Abstract Context reveals the role that objects, events, and/or spaces play within a given conjecture or a conjectural sequence. Archaeological excavations allow us to investigate the preserved contexts of the past. Archaeology, unfortunately, does not have the chance to examine the objects, spaces, or phenomena by leaving them intact; in order to reach deeper layers, the current finds and structures need to be removed. During the process, archaeologists who undertake the excavation, specialists who analyze and interpret the excavated material, scholars who share the results with their colleagues all become a part of the context. All those who play an active role within the chain of events that unfold from the moment an object is found are the people who hold the key to unlock the context. For this reason, especially since 1960s, archaeology in the Western world has questioned not just the context of excavation but also that of the discipline, developing new approaches and methodologies. This is because the better we understand the context of a find, the deeper and more thoroughly we begin to understand the people, the community, the behaviours, the beliefs, the environment, the climate and other dynamics that have collaborated in the formation of that particular find. A space and/or a settlement is a place where a two-way relationship between people and objects develop and where a contextual sequence emerges as a result. Space is an important component of context. In order to recreate the context that the archaeologist destroys through the excavation, all the components of space must be recorded as meticulously as possible. This allows us, in the post-excavation process, to analyze the spaces and the objects found within those spaces. Results of such analyses provide the opportunity to understand the social organization and the reasons for spatial differentiation within a settlement. This essay focuses on the relation between the archaeologist and the space and context, the obstacles of the “Contextual Archaeology” in Turkey, as well as the reasons for the existence those obstacles. The last section of the essay introduces the new excavation methodology and approaches at Aşıklı Höyük that differ from the past methodologies.

124

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

1. Arkeolog, Geçmiş Topluluklar ve Mekân Bağlam nesnelerin, mekânların ya da olayların belirli bir durum veya durum dizisi içindeki rolünü ifade eder. Arkeolojik kazılar geçmişe ilişkin korunagelmiş bağlamın kazılarak/ayrıştırılarak incelenmesine olanak verir. Arkeolojinin her nesneyi, mekânı ya da olguyu yerinde bırakarak incelemek gibi bir şansı ne yazık ki yoktur. Çünkü daha derindeki tabakalara ulaşmak için mevcut yapılar ve buluntuları kaldırmak gerekir. Bu aşamada kazıyı yapan arkeolog, kazıdan çıkan buluntuları analiz eden, değerlendiren uzman ve diğer meslektaşlarıyla paylaşmak amacıyla bu bulunanları yayınlayan arkeologlar bağlamın bir parçası haline gelirler. Buluntunun bulunduğu andan itibaren gelişen olaylar zincirinde aktif yeri olan arkeologlar bağlamın anahtarını elinde tutan kişilerdir. Bu nedenle Batı dünyasında arkeoloji özellikle 1960’lardan itibaren sadece buluntularınkini değil kendi bağlamını da sorgulamış, sorgulamanın sonucunda disiplin yeni yaklaşım ve metodolojiler kazanmıştır. Çünkü bir buluntunun bağlamını ne kadar iyi anlarsak o buluntuyu var eden insan, toplum, davranış, çevre, iklim, inanç ve diğer dinamikleri de derinlemesine anlamaya başlarız. Mekân ve/veya yerleşme insan ve nesneler arasında cereyan eden iki yönlü ilişkinin geliştiği, bağlam dizisinin oluştuğu/oluşturulduğu yerlerdir. Mekân bağlamın önemli bir diğer bileşenidir. Arkeoloğun kazı sırasında bozduğu bağlamı yeniden kurması için mekânın tüm bileşenlerinin en iyi şekilde kaydedilmesi gereklidir. Böylece kazı sonrası süreçte mekânları ve mekânlar içinde bulduklarımızı analiz edebiliriz. Bu analizler neticesinde yerleşmede süren sosyal örgütlenmeyi, mekânsal farklılaşmaların nedenlerini anlama fırsatı bulabiliriz. Mekân Analizi, geçmiş toplulukların yaşam biçimleri, gündelik hayat pratiklerini ve toplumsal örgütlenmelerini yeniden anlamak ve canlandırmak için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Arkeoloji biliminin mekân analizlerini uygulama süreci özellikle 1950’lerin sonu ile birlikte tarihöncesi toplulukların sosyal organizasyonunu anlamak adına Chang’ın (1968) mimari kalıntılarla “ev sakinlerini” ilişkilendirdiği çalışmalarla başlar. Bu ve benzeri çalışmalar öncesinde arkeoloji, mekânın nasıl yapılandırıldığıyla değil, hangi amaçlar için kullanıldığıyla ilgilidir. Fakat mimari kalıntılar o mekânı vareden, içinde barınan birey ya da toplulukların izlerini taşırlar. Bu nedenle mimari kalıntıları fiziki bir unsur olmaktan çıkaran ve insanla ilişkilendiren bu yeni bakış açısı arkeoloji adına önemli bir adımdır. 1960’ların Yeni Arkeoloji rüzgarı ile birlikte, topluluğu oluşturan en küçük sosyal birimin ne olduğu, nasıl adlandırılacağı yerleşme arkeolojisi üzerine yoğunlaşan bir çok arkeoloğun temel sorularından biri olmaya başlamıştır. Arkeoloji disiplini bu yaklaşımı disiplin içindeki arayış neticesinde keşfetmemiştir. Sosyoloji ve antropoloji üzerine çalışan araştırmacıların bu konulara ilişkin çalışma ve görüşleri hâlihazırda mevcuttur (Levi Strauss 1982; Bourdieu 1973). Binford’ın “kültürel dinamiklerin kuralları” adını verdiği çalışmasında etnoarkeolojik araştırmalarda saptanan mekân kullanımının geçmişte yaşamış/arkeolojik topluluklarınkiyle benzerliklerinden yola çıkan çalışması önemli bir eşik olmuştu (Binford 1967; 1968). Binford’ın bu konuda yayınladığı “Söğüt Dumanı ve Köpek Kuyruğu1: Avcı-toplayıcıların Yerleşme Sistemleri 1 Yaşlı bir Eskimo’ya hayatı nasıl tanımlarsın diye sorulduğunda cevabı; “Kamp kurduğumuzda yaktığımız söğütlerin

etrafı kaplayan dumanı, göçtüğümüzde ise tek gördüğümüz kızakların önünde koşturan köpeklerin sallanan kuyruğudur, Eskimo yaşamı her birinin yarısıdır” olmuştur (Binford 1980: 4).

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

125

ve Arkeolojik Yerleşme Formasyonu” isimli sansasyonel çalışmasında yaşamakta olan farklı avcı toplayıcı grupların yerleşme içi aktiviteleri sonucu oluşan atık birikimini incelemiş ve bulduğu sonuçları doğrudan analoji yoluyla arkeolojik topluluklara uyarlamıştır (Binford 1980). Yeni Arkeoloji trendi, Susan Kent (1983), Nicholas David (1971), Carol Kramer (1979) gibi araştırmacıların etnoarkeolojik topluluklar üzerinde sürdürmekte oldukları çalışmalarda Binford’ın yaklaşımlarını kullanmaya yöneltmiş, yaklaşım dünyanın dört bir yanında uygulanma/sınanma imkânı bulmuştur. Flannery’in Orta Amerika köy topluluklarına ilişkin yaptığı çalışmalar mekân analizlerine yeni bir boyut kazandırmış, sadece ev tabanları analizleri değil, kültürel evrim, ekoloji ve çevresel faktörlerin etkin rolleri de sistemli bir şekilde bu tür çalışmalara dahil edilmeye başlanmıştır (Flannery ve Winter 1976). Sonuç olarak Yeni Arkeoloji’nin yerleşme içi ilişkileri anlama seferberliği batı dünyasında ana amacın arkeolojik buluntuların bağlamını ortaya çıkarmak olduğuna ilişkin farkındalığın oluşmasına neden olmuştu. Mekân analizleri, ister istemez arkeologları, mekân sakinlerini giderek daha fazla anlamaya da yöneltti. Donald Bender’in (1967), American Anthropology’de yayınladığı “A Refinement of the Concept of Household: Families, Co-Residence and Domestic Functions” isimli makale, mekânları oluşturan dinamikler üzerine yazılmış en kapsamlı araştırmalardan biri olmuştu. Bender göreceli bir zaman aralığında ortak bir çatı altında yaşamlarını süren sakinlerin yaygın olarak aile ile eş anlamlı olarak ele alınmasına karşın, aynı hane içinde, “co-residence” olarak adlandırılan ortak yaşamların da olabileceğini, farklı üretim faaliyetleri ya da belirli başka nedenlerin tek bir çatı altında yaşayabileceklerini, bunların bir tür “görev merkezli konut birimleri” olarak da ele alınabileceğinin altını çizmişti (Bender 1967). Wilk ve Rathje (1982) ise arkeoloji için yeni olan bu olgunun yaygınlaşmasını sağlayan isimler oldular. Hane halklarını ya da yerleşme sakinlerini anlamaya, arkeolojik bulguların yorumlanmasına aracılık eden bir diğer yöntem etnoarkeolojidir. Aslında kökleri yüz yıldan daha eski olan bu aracın tanımı ilk kez 1900’de Jesse Fewkes tarafından yapılmıştı. Fewkes Amerikan Yerlileri’nin göç trendlerini anlamaya çalışıyordu. Çalışması, yaşayan yerli topluluklar ve tarihöncesi ataları arasındaki bağlantıları saptamaktı. Donald Thomson (1939), ise “mevsimlik değişimlerin insan yaşamındaki etkileri” isimli çalışmasında bu terimi ilk kez “bilimsel” anlamıyla kullanıyordu. Çalışması Avustralya Yerlileri’nin kurak ve nemli arazileri yerleşme anlayışlarını nasıl adapte ettikleri üzerineydi. Yine de bu alandaki ilk kapsamlı çalışmaların Patty Jo Watson ve Maxim Kleindienst (1957) tarafından başlatıldığı söylenebilir. Bu araştırmacıların 1950’lerin sonunda İran’da yaptığı sistemli çalışmalar etnoarkeolojinin, arkeolojinin alt disiplinlerden biri olmasını sağlar. Watson’ın başını çektiği etnoarkeoloji çalışmaları Deboer ve Lathrap’ın (1979) Amazonlarda, Susan Kent’in (1993) Kalahari Çölleri’nde, Kramer’in (1982) İran’da yaptığı araştırmalar sadece etnoarkeolojinin yaygınlaşmasına değil, aynı zamanda arkeoloji tarafından ihmal edilen mekân sakinlerinin öneminin de altını çiziyordu. Yeni Arkeoloji rüzgârından etkilenen bir başka araştırmacı Ian Hodder’dı. Roma Dönemi yerleşmelerinin arasındaki ilişkiler üzerine yaptığı çalışmasında yerleşme analizlerine yeni bir boyut getirmişti. Hodder’ın Hassall’la birlikte yazdığı “The Non-Random Spacing of RomanoBritish Walled Towns” makalesi bir anlamda yerleşme seçimlerinin nedenleri üzerinde duruyordu (Hodder ve Hassall 1971). Hodder’ın bir sonraki çalışması olan ve Clive Orton’la birlikte yazdığı “Spatial Analysis: Archaeology New-Studies” isimli kitap, yerleşme ve mekân analizlerinde kullanılacak istatistiki yaklaşımlara ilişkin anahtar kitaplardan biri olmuştu (Hodder ve Orton

126

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

1976). Aslında Hodder ve Orton, ilk kez Clark ve Evans’ın kullandığı “The Nearest Neighbor Statics: Yakın Komşuluk İstatistiği” analizlerini çeşitlendirmiş ve bu alanda kullanılabilecek yeni yaklaşımlar üzerinde durmuştu. Özetle, 1980’lerin ortalarına gelindiğinde mekân analizleri, istatistik, bağlam, hane halkları, etnoarkeoloji gibi yeni araştırma alanları dünyanın farklı yerlerinde Amerikalı ve İngiliz arkeologlar tarafından yoğun olarak kullanılıyordu. Yeni Arkeoloji’nin sonu kendisinin var ettiği yöntem ve yaklaşımlardan elde edilen sonuçlarla geliyordu. Çünkü Yeni Arkeoloji’nin toplulukları ve davranış biçimlerinden yola çıkarak yaptığı evrensel çıkarımları çoğu zaman yanlış okumalara neden olmaktaydı. Dahası ev içlerinde süren yaşamı belirli şablonlara oturtma eğilimi, toplumdaki çeşitliliğin anlaşılmasına tam anlamıyla yardımcı olmuyordu. Arkeolojik yorumlar istatistik tablolarının sınırlarına hapsolmuştu ve arkeoloji giderek sosyal bilimlerden uzaklaşıyordu. Ian Hodder, Sudan’da yaptığı etnoarkeoloji çalışmalarında insan davranışlarının çeşitliliğinin materyal kültürdeki farklılaşmayı nasıl toplumsal cinsiyet, çıkar çatışmaları, güç dengeleri ve benzeri nedenlerle ilişkili olduğunu anlamıştı. Hodder, çalışması sonunda geçmiş toplulukların istatistiki genellemelerle değil farklı bireysel hikâyelerin bir araya getirilmesiyle anlaşılabileceğini söylüyordu (Hodder 1982). Özetle tek bir yerleşme içindeki farklı bireysel hikâyelerin izini sürmek araştırmacıya yerleşmeye ilişkin gerçekliğe yaklaşmasına olanak verebilirdi. Binford ve arkadaşları her ne kadar Hodder’ın bu görüşlerine karşı çıksa da belki de Hodder “Middle Range Theory”2 de sözü edilen aracılığı diğerlerinden daha doğru bir biçimde icra ediyordu. Çünkü Hodder sadece arkeolojik veri ve antropolojik bilgiden değil, insanı inceleyen diğer sosyal bilim alanlarındaki çalışmaları da konuya dâhil ediyordu. Yine de 1960-1990 yılları arasında Yeni Arkeoloji, insan, materyal kültür ve mekân ilişkisindeki çok yönlü etkileşimin anlaşılmasında epeyce etkili olmuştu. Hodder ve arkadaşlarının başını çektiği “Post Süreçsel Arkeoloji” yaklaşımı yerleşme ve mekân analizlerinde sadece istatistiki veri ve genellemelerin değil bireysel biyografilerin de son derece önemli olduğunu göstermeye başladı. Örneğin önceleri mekân sakinlerine toplumsal cinsiyetçi çerçeveden bakan arkeoloji yerini kadın, erkek ve çocukların sosyal örgütlenmedeki rollerini anlamaya bıraktı. Yerleşme ve mekân analizleri yoluyla, Coğrafi Bilgi Sistemleri’nin (GIS) de dahil olmasıyla, arkeologlar çeşitli simülasyon ve modellerle farklı ihtimaller üzerinde durabiliyor, yerleşme sakinlerine ilişkin benzerlik ve farklılıklardan yola çıkarak geçmişte yaşayan topluluklara ilişkin daha nitelikli sonuçlara ulaşabiliyorlar. Nitekim, Bayesian istatistiği, mikromorfoloji, izotop, DNA, toprak kimyası ve benzeri analizlerin yardımıyla mekân analizleri farklı bir boyut kazanmıştır.

Mekân ve Bağlam Arkeoloji, mimarı kalıntıları çoğunlukla tabakaların ayrıştırılması için kullanır. Elbette maddi kültür öğeleri de bu amaç için en çok kullanılan araçlardan biridir. Ancak mimari –çoğunlukla– materyal kültür öğelerini içinde ya da üzerinde barındıran, hareket edemeyen, taşınamaz 2 Middle Range Theory: Arkeolog, arkeolojik data ile antropolojik bilgiyi bir araya getiren kişidir. Bu nedenle bu terim

“Aracılık Kuramı ya da Ara Bağlayıcı Kuram” şeklinde çevrilebilir.

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

127

öğelerden oluşur. Bu nedenle mimari kalıntılar arkeologların arkeolojik dolguları izleyebilmesine olanak sağlar. Mimarinin sunduğu bu kolaylık arkeologların bu konuda “uzman” oldukları ön kabulünü beraberinde getirir. Çünkü mimari metrik, fiziki öğelerden oluşur ve geçmişin gözle görülür en net kalıntılarıdır. Arkeologlar mimariye hâkim olduklarını düşünseler de, mekânı içindeki sakinlerle ilişkilendirmezler. Sorun arkeolojik bilgi üretiminde kaynak olarak temelde mimari ve içinde barındırdığı materyal kültür öğelerinin alınmasındadır. Mimari adeta içinde kültürel olayların sahnelendiği bir tür dekor olarak görülür. Bir başka deyişle içinde farklı bireysel davranışların barınmış olabileceği ihtimali üzerinde durulmaz. Mekân sakinleri çoğunlukla geçmişte yaşamış robotlar(mış) gibi görülür; birey odaklı yaklaşım ayrıntı olarak kabul görür. Oysa esas olan, mekânı oluşturan tüm dinamikleri birlikte inceleyebilmek, birbirini oluşturan değişkenlerin bağlamsal ilişkilerini ve oluşum sıralamalarını anlamaktır. İnsan, mekân, yapı öğeleri, buluntular, atıklar arasındaki ilişkilerin birarada incelenmesi belirli bir anlayış ve analizle mümkün olabilir. Araştırma ekiplerinin belirli bir sorunsal çerçevesinde oluşturulmaması, içinde farklı uzmanlık alanlarını barındırmaması, yetişmiş eleman sıkıntısı ve ekonomik zorluklar elbette belirleyicidir. Ancak temel neden arkeolojinin materyal kültür öncelikli bakış açısıdır. Arkeolojik bilgi üretimi ve yorum, materyal kültür öğelerinin tekelindedir. Ne var ki, temelleri 1960’larda atılan, mimari öğeler ve konut tabanlarında ortaya çıkarılan buluntulardan yola çıkarak, prehistorik toplulukların sosyo-ekonomik ve demografik karakteristiğini anlamaya yönelik ilk sistemli çalışmalar, günümüzde halen kullanılmaktadır. İnsan ve mekân etkileşiminin üzerine çalışan araştırmacılar mekân ve yerleşmeyi oluşturan dinamikler üzerinde durarak mimari kalıntıların metrik anlamlarının ötesine geçilmesini sağladılar. Flannery (1972; 2002), yuvarlak barınaklardan dikdörtgen planlı konutlara geçiş sürecinin hane halkı ve akrabalık ilişkileri açısından belirgin bir değişimi yansıttığı sonucuna varmıştır. Flannery’ye göre yuvarlak planlı binalardan oluşan yapı grupları ataerkil, poligamiye dayalı bir sosyal yapıyı işaret etmektedir. Dikdörtgen planlı yapıların ortaya çıkmasıyla birlikte monogamiye dayalı çekirdek aileler, çok odalı yapılarla birlikte ise genişlemiş aile grupları ortaya çıkmıştır (Flannery 2002: 421). Bryd da (1994; 2005) benzer bir yaklaşımla, hem yuvarlak yapıların hem de dikdörtgen planlı yapıların çekirdek ailelerle ilişkili olduğu görüşündedir. Bina büyüklüklerinde görülen değişiklikler ve çok odalı yapı gruplarının ise soy gruplarıyla ilişkili olduğunu savunur. Byrd’ın modelinde ise tek odalı evler çekirdek aileler, çok odalı ya da daha büyük evler ise geniş aileler ile ilişkilendirmiştir (Byrd 1994). Hane halklarının kendi bağımsız üretim birimlerini oluşturması nüfus artışını tetiklemiş, ailelerin ekonomik özerklikleri arttıkça yerleşmedeki diğer hane halklarıyla ortaya çıkan rekabet, kıskançlık ve anlaşmazlıklar yerleşmelerin birçoğunda görülen merkezi/ kamusal binaların ortaya çıkışına neden olmuştu (Byrd 1994: 643-658). İnşa amaçları tam olarak bu olmasa da kamusal yapıların anlamları zaman içinde dönüşmüş, bu yapılar toplumsal anlaşmazlıkları ya da kaynak kullanımını dengeleme rolünü üstlenmişlerdir. Kuijt (2000), Geç PPNB dönemi ile birlikte bina yoğunluklarında görülen artışa paralel olarak bina içlerindeki bölümlemelerin de artmasını, hane halklarının mahremiyeti ve besin kaynaklarını saklama kaygısıyla ilişkilendirmektedir. Artan nüfus yerleşme içinde belirgin bir stres yaratmış, bu stres ortamı belirgin, kişiselleştirilmiş alanları ortaya çıkarmıştır.

128

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

Konu üzerine çalışan bir başka araştırmacı Cutting (2003), Orta Anadolu ve Göller Bölgesi Neolitik ve Kalkolitik yerleşmeleri üzerine yaptığı çalışmada mimari farklılıklardan yola çıkarak yerleşme dokusu ve onu oluşturan sosyal dinamikler üzerinde durmuştur. Cutting, her ne kadar hane halkı kavramını çalışmasının merkezine oturtmamış olsa da, bina içi öğelerden yola çıkarak yerleşme dokusu ve yerleşmeler arasındaki farklılıklara dikkat çekmiştir. Ancak çalışmasında yerleşmelerdeki farklı sosyal birimlerin özelliklerini, birbirleriyle olan iletişimlerini tam anlamıyla ortaya koyamamıştır (Cutting 2005). Nüfus hareketleri, yerleşme biçimleri, hane halkları ve göçmen davranışları üzerine birçok araştırma yapan Tunçdilek, hane halkı ve sosyal organizasyon üzerine de birçok tanımlama yapmıştır; “yerleşim çekirdeği”nin büyüyen/büyüyecek olan köyün niteliğinin en önemli belirleyicisi olduğunu söylemektedir. Yerleşim çekirdeği en küçük birimi, aileyi oluşturur. Ardından gelen sistem yerleşme çekirdeği etrafına konumlanmış, bir kaç ev ve onları içinde barındıran kan bağı ya da “diğerlerinin” katılımıyla (göçer gruplar) oluşan ikinci basamak “yerleşim grupları”dır. Yerleşim gruplarının sayısı arttıkça mahalleler ortaya çıkar. Yerleşme bu sistem çerçevesinde giderek büyür. Aralarında karşılıklı yardımlaşma ve açık bir etkileşim bağı olan bu sistem, Anadolu’daki birçok köyde görülmektedir (Tunçdilek 1974: 53-55). Burada örneklediğimiz tüm bu yaklaşımlar arkeoloji dışındaki diğer disiplinlerden beslenir. İnsan, konut, kültür, çevre ilişkileri üzerine birçok çalışması bulunan, aslen bir mimar olan Rapoport (1990), mimari ve psikolojik unsurların bütününden meydana getirilmiş çevreyi bir sözsüz iletişim kanalı olarak niteler. Bu iletişimin ev, eşyalandırma, dekorasyon ve diğer fiziksel öğeler yoluyla “uygun” sosyal davranışı ve bireysel kimliği ve buna bağlı olarak da gücü belirginleştiğini söyler. Giddens’in mekânın sosyal davranış ve sosyal sistemlerin materyalize olmuş hali olarak tanımı (Giddens 1984), Bourdieu’nun habitus kavramı, benzer bir etkileşimin altını çizer (Bourdieu 1990). Ev içlerinde yaşananları izlenebilir kılan etken, mekân sakinleridir. Mekânlar, içinde kendi kimliğini, geçmişten getirdiği alışkanlıkları ve öğeleri ile bu sakinlere ait kalıntıları içerirler. Bourdieu’ya göre mekânlar, hikâyelerin ve anlamların asıldığı kancalardır (Bourdieu 1977: 87-94). Bourdieu’nun ev ve ev içindeki alan ve objelerin nasıl kullanıldığına dair verdiği örnek, mekân-insan davranışı arasındaki karşılıklı etkileşime vurgu yapar. Yeni doğan bir çocuk mekân içinde olup bitenleri zaman içerisindeki deneyimleriyle anlamaya başlar. Mekân içinde hareket ederken evin “erkek” ve “dişi”, “aydınlık” ve “karanlık” taraflarını algılar (Bourdieu 1977: 90). Bu düzenlenmiş öğrenme biçimi ile yaşı ilerleyen çocuk, mekân için oluşturulmuş/oluşmuş anlama göre davranışlarını düzenler. Böylece mekânlar ve insanlar ortaklaşa bir biyografi oluştururlar. Bu biyografinin çeşitliliğinin anlaşılması yerleşmede süren gündelik yaşamın çeşitliliğini, yani sosyal organizasyonunun belirleyicilerini anlamak açısından önemlidir. Bourdieu, Giddens gibi arkeoloji dışında çalışan araştırmacıların yaklaşımlarını arkeolojiye uyarlayan Hodder, “Domestication of Europe” kitabında domus/agrios terimlerini kullanarak “ev içi” ve “ev dışı”nın kavramsal olarak farklılığını ortaya koyar (Hodder 1990). Yapısalcıların sıklıkla başvurduğu “dikotomi”nin belirleyiciliği üzerinde duran Hodder, çiğ/pişmiş, erkek/kadın ve iç/dış gibi kültürel sınıflandırmaların dâhil olduğu ikili karşıtlıkların bağlı olduğu sistemi, Avrupa Neolitik topluluklarında örneklemiştir. Watkins benzer bir ifadeyle, Güneybatı Asya’daki

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

129

ilk Neolitik topluluklarda görülen sembolik belirleyicilerin çoğalma olgusunun domestik mekân ayrımının belirginleşmesini tetiklediğinin altını çizer (Watkins 2004: 105). Özetle bir mekânda bulduklarımızı oluşturan farklı sebepler vardır. Mekânın düzeni ve iç öğeleri, temel ihtiyaçlara cevap verecek şekilde oluşturulur. Tabanlar, bina içi bölümlendirmeler, seki, ocak, platform, silo vb. farklı yapı elemanları bina içinde yaşayan insanların gündelik yaşantılarına dair verileri üzerinde barındırır. Buna karşın bu öğelerin konumları, taban ve duvar sıvasının rengi, dokusu, taban altı gömütler, ihtiyaçların ötesinde, binada yaşayan insanların davranış biçimleri, inanç ve gelenekleri hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar. Örneğin Hindistan’da kırsal bir yerleşme olan Rajasthan’da yapılan bir etnoarkeolojik çalışmada, yılın belirli zamanlarında ve doğum, ölüm, evlilik gibi özel günlerde konut tabanlarının farklı renk ve kalitede sıvandığı belirtilmektedir (Boivin 2000: 367). Tarihöncesinde mekân sakinlerinin gerek ilişkileri gerekse rolleri açısından günümüzde olduğu biçimiyle keskin hatlarıyla takip edilmesi güçtür. Değişken rolleri –beslenme, üretim, cinsellik vb.– onları tek bir tanım çerçevesine oturtmayı güçleştirir. Bu nedenle yukarıda da söylediğimiz gibi hane halklarının sadece en küçük yapı birimi olan “çekirdek aile” bağlamı içinde ele alınması sakıncalıdır. Hane halkları, kaynak paylaşımı, üretim, iş gücü paylaşımı, üretim ve değiş-tokuş stratejileri, cinsellik, evlilik, akrabalık, mülkiyet, miras ya da hak aktarımı, inanç gibi farklı sosyal örüntülerin öznesidir.

2. Türkiye’de Arkeoloji ve Bağlam(ı) Bağlam, en küçük birimin herhangi bir hiyerarşisi olmaksızın içinde bulunduğu mekân ya da dolguyla ve diğer birimlerle olan ilişkisinin detaylı olarak tanımlanmasıyla varolabilir. Yorumlayıcı/yorumlamacı (interpretative) bir arkeoloji için bağlamın daha kazı sırasında sağlıklı bir şekilde tanımlanmış olması gerekir. Uzmanlar bağlama ilişkin sorularının cevaplarını kazıcıların tuttuğu kayıtlar içinde bulmalı, sonuçlarını/geri bildirimlerini yine aynı kayıt sistemine girebilmelidir. Dataya ilişkin analiz sonuçlarının ön değerlendirilmesi, veri tabanında benzeri olguların araştırılması, uzmanlarla tartışılması, yayın taraması yapılması, sonuca ilişkin yorumlamalar, sonuçların yayınlanması ve geri bildirim ve eleştirilerin beklenmesi arkeoloğun bağlamla olan ilişkisinin sorumluluklarıdır. Bağlamı oluşturan tüm öğeleri bulundukları konum ve özellikleriyle doğru belgelemek, kısa ve yüzeysel yorumlar yerine, içinde kanıt barındıran nitelikli bilgilerin üretilmesine ve paylaşılmasına olanak verir. Nesneler kendi gerçek hikâyelerini ancak bu şekilde en doğru biçimde anlatabilirler. Bu nedenle mekân ve yerleşme analizleri “Contextual/Bağlamsal Arkeoloji” olmaksızın sağlıklı olarak yapılamaz. Türkiye’de arkeoloji eğitiminde buluntuların bağlamının önemli olduğu, kazı metodolojisinin hayati önem taşıyan bu anlayışa göre belirlenmesinin gerekliliği çoğunlukla ihmal edilmektedir. Arkeolojinin olmazsa olmazı olan “bağlam” daha çok kuramsal arkeoloji ile ilişkilendirilmekte, bu nedenle kuramsal arkeolojiden uzak durmayı tercih edenler tarafından “buluntular” bütüncül bir çerçevede ele alınmamaktadır. Türkiye’de günümüzde uygulanan kazı yöntemleri, içinde belirli bir bağlam barındırsa da gerçek anlamıyla Bağlamsal Arkeoloji anlayışının ortaya çıktığı tarihin öncesinde dizayn edilmiştir.

130

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

Bu yöntemlerde zamanla belirli değişiklikler yapılmış olmasına karşın, bu yöntemlerin neredeyse hiç biri bağlamın doğru çalışacağı türden yöntemler değildir.

Bağlama Karşı İyi Kazı Yapmak Türkiye arkeolojisi bağlam yerine “iyi kazı yapmak” geleneğinin etkisi altındadır. Bu anlayış Türkiye’deki ana akım arkeoloji algısının merkezinde durur. Kazı alanı dikkat çekici buluntulara sahipse tüm beklentiler karşılanmış olur. Kazıların final fotoğraflarında özenle yaratılmaya çalışılan estetik algının ardında aynı olgunun var ettiği kaygı hâkimdir. Ortaya çıkan imge iyi kazı, vasat kazı, kötü kazının göstergesidir. Bu estetik algıyı yaratan arkeoloğun kendisidir. Elinde tuttuğu malanın yorumlama gücünden çok, estetik kaygısı ön plandadır. Bu nedenle iyi arkeolog olmak, iyi kazı yapmak anlamına gelmektedir. İyi belgelemek ve iyi yorumlamak ikincil plandadır. Bu nedenle de kazının dondurulmuş estetik görüntüsü, kazının hangi detayda belgelendiği ve incelendiğini gösteren makale ve kitaplardan çoğu zaman daha önemlidir. Bu yüzden yerleşme ve mekân analizi “iyi kazı yapma, hızlı sonuca gitme ve estetik imgenin ortaya çıkarılması” anlayışıyla oluşturulan filtrelere takılmaktadır. Türkiye’de uygulanan kazı metodolojisi büyük ölçüde eski Alman kazılarından alınmış, bazı ekleme ve çıkarmalarla da bugünkü biçimini almıştır. Bu yöntemlerin pratikte uygulanmaya başlaması Cumhuriyet’in erken yıllarında başlar. Yaygınlaşması ise 1950’lerin sonunda kalkınma hamlesiyle birlikte inşa edilmeye başlanan barajların neden olduğu kurtarma kazılarıdır. Bu dönemde sadece kurtarma amacıyla yapılan kazılar değil, belirli bir sorunsal dâhilinde başlayan kazılar da olmuş ancak neredeyse tamamında benzer yöntemler uygulanmıştır. Bir başka deyişle her hangi bir tahribat ya da su altında kalma riski taşımayan yerleşmeler de kurtarma kazısı anlayışı ve süratiyle kazılmıştır. Bu anlayış günümüzde halen sürmektedir. 1950’lerin sonunda başlayan kazı seferberliğinin elbette olumlu yanları da vardır. Uzun süren kazı sezonları arkeologların kazma becerilerini geliştirmesi ve kazılara ilişkin sonuçların hızlı olarak paylaşılmasına neden olmuştur.3 Öğrencilerin kazı ekiplerinde yer alarak sahada gelişen bir arkeoloji kuşağının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kazı ekipleri farklı uzmanlık alanlarından ekip üyeleriyle genişletilmiş ve daha nitelikli bir hale gelmiş ve disiplinler arası çalışmanın temelleri atılmışsa da bu durum kazı metodolojilerinin çeşitlenmesine neden olamamıştır. Hemen tüm yerleşmeler dönem ve büyüklük gözetilmeksizin aynı yöntemle kazılmıştır. Dahası gelişmeye başlayan uzmanlık alanlarının katkısı iyi kazı yapmaya odaklanan arkeologlar tarafından tam olarak değerlendirilememiştir. Günümüzde halen görülen kazıcılar ve uzmanlar, arazi ve atölye arasındaki hiyerarşik ilişkinin temelleri bu anlayış nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bir başka sorun, bu dönemde nitelikli ve tanı koyucu (diagnostik) malzemelerin seçilerek örnekleme yapılması, hayvan ve bitki kalıntılarının büyük ölçüde gözardı edilmesidir. Kazılarda ana odaklar mimari, çanak çömlek ve prestijli buluntular olmuştur. Arkeobotani, arkeozooloji ve benzeri, arkeolojinin en temel branşlarında çalışan uzmanların halen sayıca az olmalarının nedeni yine bu anlayışla ilişkilidir. 3 Anadolu’nun bilinmezliğine dokunan her yeni mala darbesinin Batı dünyasında yarattığı ilgi, Türkiyeli arkeologları

“dünya standartlarında” çalıştıklarına inandırmıştı. Oysa aynı yıllar Batıda arkeolojinin kendi varoluş bağlamını sorguladığı yıllardır.

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

131

Geniş alanlarda, özverili ve hummalı bir şekilde sürdürülen çalışmalar, sadece arkeologları değil, ilgili herkesi etkilemiş, arkeolog imajı ağırlıklı olarak bu dönem çalışmalarıyla şekillenmişti. Kazılarda öğrenci olarak çalışanlar daha sonra genel müdürlük ve müzelerde görev almaya başlamıştır (Duru 2003). Kazı bütçelerine karar verenler ve araştırma raporlarını okuyanlar öğrencilik yıllarında tanıştıkları geleneğin algısıyla kazıları değerlendirmişlerdir. Kazı raporlarında her birimizin yazmaya alışık olduğumuz “kaç metrekare” kazıldığı ifadeleri, büyük ölçüde bu dönemde oluşan geleneğin sonucudur. Günümüzde kazılar, ister kurtarma kazısı olsun, ister olmasın, büyük ölçüde aynı yaklaşım ve hızla sürdürülmektedir. Kazı ekipleri “kervan yolda düzülür” mantığıyla oluşturulmakta, projeler bağlamı besleyecek, yerleşme ve mekân analizlerine imkân verecek şekilde tasarlanmamaktadır.

Kuram Fobisi Türkiye’de arkeoloji, ağırlıklı olarak Kültür Tarihçi bir yaklaşımın esaretindedir. Batıda üzerine birçok yeni yaklaşım inşa edilen bu anlayış, Anadolu Arkeolojisi’nde halen tazeliğini korumaktadır. Kuramsal arkeolojinin materyal kültür azlığı çeken Anglo-Amerikan dünyadan çıktığını, Anadolu gibi çok kültürlü bir coğrafyada, nesnelerin kurama ihtiyaç duymadan kendi hikâyelerini anlatabileceği yönünde bir inanç hâkimdir. Bu nedenle 1960’larda Yeni Arkeoloji ile birlikte arkeolojide yaşanan değişimler pek fazla itibar görmemiştir. Doğu Avrupa’da bu konulara eğilen Kantman ve Dinçol gibi araştırmacıların (1969) değişen arkeolojiye yönelik çabaları yok sayılmıştır. Dahası 1990’ların başında Post Süreçsel Arkeoloji’nin en önemli ismi Ian Hodder’ın Çatalhöyük’te çalışmaya başlaması bile kuramsal arkeolojiye ilişkin bir ilgi geliştirmemiş; aksine kazının ilk yıllarında Hodder’ın çalışmalarına şüpheyle yaklaşılmıştır.4 2003 yılında Arkeoloji, Niye? Nasıl? Ne için? isimli bir toplantı gerçekleştiren ve buradaki tartışmaları kitaplaştıran Erdur ve Duru (2003), arkeolojinin içinde bulunduğu kuramdan uzak kalmayı tercih eden ortamının koşul ve olasılıklarını ortaya koymuş, ancak bu çalışma ana akım arkeologlarca bir tehdit unsuru olarak görülmüştür. Kuramın geri planda kalmasının bir diğer nedeni de dünyada kültür kuramında yaşanan kırılma dönemlerinin Türkiye’de her seferinde askeri darbe dönemleriyle eşleşmesidir. Arkeoloji kuramının beslendiği diğer sosyal bilim alanlarının üretkenliği darbecilerin “düşünceyle” olan sorunlu ilişkileri nedeniyle kesintiye uğramıştır. Ders içerikleri YÖK tarafından belirlenmiş, akademik özgürlük uzunca bir süre askıya alınmıştır. Bugün halen üniversiteler için benzer problemler devam etmektedir. Ancak bu durum yine de kuram fobisinin baskın nedenlerinden biri değildir. Yaygın arkeoloji anlayışının değişen arkeoloji anlayışlarına ilgisizliği arkeoloji eğitiminin de güncellenmeden alışılagelen biçimiyle sürdürülmesine neden olmuştur. Yeni yetişen genç arkeologlar ancak meraklılarsa “iyi kazı yapma geleneği” dışında, başka arkeolojilerin de olabileceğinin 4 Çatalhöyük’te yerleşme ve mekân analizlerine ilişkin “Süreçsel” yaklaşımlarla sürdürülen ve detaylı bir inceleme

sürecine odaklanan mikro ölçekli kazılar, yavaşlığı öne sürülerek Türkiyeli arkeologlar tarafından eleştirilmiş, bu eleştiriler sonucu da Bakanlık ve önemli akademisyenlerden oluşan bir grup kazının ilk yıllarında, Çatalhöyük’ü yerinde ziyaret ederek, Hodder’dan bilgi almışlardır. Kuşkusuz ziyarete gidenler için Mellaart’ın duvar resimleri ve figürünleri Hodder’ın Çatalhöyük’te üzerinde durduğu bireysel hikâyelerden ve yerleşme içi sosyal organizasyondan çok daha önemlidir. Nitekim son yıllarda dahi Çatalhöyük’ü ziyaret eden eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Ian Hodder’dan daha hızlı kazmalarını istemiştir.

132

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

farkına varabilmektedir. Ancak akademik hiyerarşi içinde, mevcut sistemi değiştirmeye güçleri yetmez, bir çoğu bu süreçte asimile olur ve sistemin birer unsuru haline gelirler. Yerleşme ve mekân analizleri için kullanılan GIS’e (Coğrafi Bilgi Sistemleri) ilişkin bir ders verilmemekte, öğrenciler bu önemli çalışma alanında çalışmak için teşvik edilmemektedir.

Mikro İktidar Kaygısı Bağlamsal arkeolojinin önündeki bir diğer engel, dolaylı da olsa akademik çıkarlardır. Günümüzde kazılar çoğunlukla belirli bir sorunsala yönelik değil, arkeoloğun akademik varlığını sürdürebilmesi amacıyla yapılmaktadır. Bilimsel üretim ağırlıklı olarak hakemli olmayan kazı raporları üzerinden yapılır (Duru 2013a). Bu nedenle çoğu arkeolog, doktora sonrası kendi kazısı ve yüzey araştırmasını alma gayesindedir. Arkeolog özgürlük alanı olarak inşa ettiği kazı alanını zamanla içselleştirir. Kazıların bağlamından çok, arkeoloğun mikro iktidar dünyasının başkenti haline gelen kazı evinin bağlamı önem kazanır. Bu nedenle araştırmacılardan çok kazıcılardan oluşan aceleyle oluşturulmuş ekiplerle yola koyulurlar. Buraya kadar bağlam üzerinde durmamızın nedeni, bağlamın arkeolojinin en önemli öğelerinden biri olmasıdır. Mekân analizi, ancak bağlamsal arkeoloji kapsamında sağlıklı çalışabilecek bir araçtır. Arkeolojik bilginin ancak bağlamı kurulmuş verilerle oluşturulabileceğine ilişkin bir farkındalık gelişmeden Türkiye’nin mekân ve yerleşme analizlerine ilişkin iyi bir karnesi olduğu söylenemez. Bu nedenle, bu kitapta yer alan bir dizi çalışma, sadece mevcut koşullarda Türkiye’de yapılan olumlu çalışmalara örnek olması açısından değil, belirli bir farkındalık yaratarak gelecekte yapılacak çalışmalara kaynaklık etmesi bakımından da son derece önemlidir. Bu bağlamda aşağıdaki örnek, ilk dönem kazılarında konvansiyonel olarak kazılan ancak arkeolojik bilgi üretimi ve yorumlamaya ilişkin yaşadığımız sorunlar nedeniyle yeni dönem kazılarında tamamıyla farklı bir yöntemle yeniden tasarladığımız Aşıklı Höyük’teki araştırmalara ilişkindir.

3. Aşıklı Örneği Kuram ile kazı metodolojisinin iki farklı konu ya da bağımsız işleyen iki ayrı alan olmadığı, tam tersi kuramların veri toplamada, verilerin kuramları oluşturmada birlikte çalıştıkları, birbirlerini belirleyip yönlendirdikleri konusunda bir uygulama örneği olarak Aşıklı Höyük’teki çalışmalarımız örnek verilebilir. Akeramik Neolitik Aşıklı’da kazı ve araştırmaların başlaması, Türkiye’deki pek çok tarihöncesi yerleşmenin kaderi gibi, bölgenin sulama ihtiyaçları nedeniyle yapılmış bir barajın etki alanı içinde kalması sonucudur. 1989 yılındaki ilk sezonunda, kazıların başlamasını, kazı başkanı Prof. Dr. Ufuk Esin şöyle anlatmaktadır: “....Son yıllarda Melendiz Su’yun bir kolunu teşkil ettiği Uluırmak üzerinde yapılmış olan Mamasın baraj gölünün su düzleminin yükseltilmesi kararlaştırılmıştır. Baraj gölünün seviyesi yükseldiğinde Aşıklı Höyüğün 1109.22 m. kodunun altında kalan kısımları su ile kaplanacaktır. Bu yüzden 1989 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üye ve yardımcılarından oluşan bir ekiple kurtarma kazıları başlatılmıştır...” (Esin ve Harmankaya 1992: 4).

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

133

Bu durumda hedef, mümkün olduğunca geniş alanlarda çalışmak, yöntem ise kurtarma kazısı yöntemi olarak belirlenmiştir. Geleneksel olarak 10x10 m’lik gridlere oturtulan açma boyutları, yerleşmeyi geniş alanlarda ortaya çıkarabilmek amacıyla kazı ekibinin deneyimi de göz önünde tutularak, 10x20 m ye çıkartılmıştır. Nitekim, 2004 yılında ilk dönem araştırmalar tamamlandığında Aşıklı’da kazılan alan, höyüğün %12’sidir (Özbaşaran 2011: 27), ki bu oran Aşıklı’yı Güneybatı Asya Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem yerleşmeleri arasında en geniş açılmış yerleşmeler listesinin üst sıralarına oturtur. Kurtarmaya yönelik belirlenen kazı stratejisi, özellikle yerleşme dokusunun anlaşılmasına ve ilk yerleşik toplulukların yerleşme bütününde mekânsal organizasyonuna dair muazzam veriler sağlamıştır. Anadolu Platosu’ndaki kazılmış diğer Neolitik yerleşmelerde (henüz) bulunmamış ‘konut ve kamusal alan’ organizasyonu (MÖ 8.bin yıl), daha ilk iki sezonda kendini göstermiştir. Dahası, dönem itibariyle “anahtar yerleşmeler” geleneksel yaklaşımıyla uzun yıllar Çatalhöyük’e odaklanan bakış açısı, kendisinden bin yıl önceye tarihlenen ilk yerleşik ve tarım topluluklarının bölgede varlığı ile değişmiş ve neolitikleşme süreci yeniden ele alınmaya başlamıştır. 2000’li yılların başında Mamasın Baraj Gölü su seviyesinde yapılan değişiklikler ile Aşıklı’nın -tehdit halen kalkmamış olmakla birlikte- tahrip olmayacağı anlaşılmıştır. Bu yeni durum, ilk dönem araştırmalarında alınan genel sonuçlarla birlikte, yeni araştırma soruları, yeni yaklaşım ve kazı metodolojisine doğru farklı bir yolda ilerlememizin önünü açmıştır (Özbaşaran 2011). Kurtarma kazısından sorunsala yönelik araştırma kazısına dönüşüm, ayrıntılı sorular bağlamında, kazı ve belgeleme yönteminin sorgulanarak yenilenmesini getirmiştir. Araştırma sorularımız, temelde Aşıklı topluluğunun bin yılı aşkın iskanı sürecindeki değişimlere, bu değişimlerin mimari, teknoloji, beslenme gibi büyük ve genel sorular kapsamının yanı sıra, göçerlikten yerleşik yaşama geçmeye karar vermiş bir topluluğun, yabanıl hayattan kısmen koparak, yeni bir toplumsal örgütlenme içinde kendisini nasıl yeniden ürettiğine odaklanmıştır. İnsan-mekân ve topluluk-yerleşme bağlamında (Duru 2013b), bireyden ve en küçük yapısal birimden, topluluğa ve yerleşmenin geneline kadar bu karşılıklı ilişkinin, bireyleri, topluluğu, topluluk yapısını ve maddesel kültürü nasıl varettiği ya da dönüştürdüğü sorusu, kazı sisteminin de aynı şekilde en küçük birim temel alınarak yeniden kurulması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda yenilenen kazı sistemine, yeni uzmanlık alanları, analizler ve projeye yeni uzmanlar dâhil edilmiştir. İkinci dönem araştırmalarıyla yenilenen sistemin özünde bağlamsal arkeoloji anlayışı yatar. Kazı ve belgeleme yöntemi, kısmen Anglo-Amerikan dünyasında single context recording (Barker 1993: 168-170), kısmen Paleolitik kazı yöntemi olarak bilinen yöntemle benzeşmektedir. Ancak yeni uygulamaya konan sistemin, herhangi bir kazı ve belgeleme sisteminin Aşıklı’ya adaptasyonu olmadığı belirtilmelidir. Sistem değişikliği, eski kazı sistemi ile çalışmış, avantajlarını ve dezavantajlarını Aşıklı özelinde uygulamalı olarak deneyimlemiş yazarlar tarafından önerilmiştir. Amaç, her ayrıntının (birimin) mümkün olduğunca etraflı ancak nesnel olarak tanımlanması, diğer birimlerle, buluntu ya da arkeolojik malzeme ile ilişki ya da ilişkisizliğini ortaya koyacak biçimde belgelenmesidir. Buna göre, en küçük toplama birimi, ‘birim/unit’dir; birim, farklı renk ya da doku özelliğine sahip bir alan olabileceği gibi, bir bina tabanının üstündeki dolgu ya da bir çukur dolgusunun -tek seferde doldurulmuş bile olsa- arkeologlar tarafından bir kaç defada suni olarak bölümlenerek kazıldığı ve toplandığı toplama birimi de olabilir. Kazıdaki gelişmeye göre

134

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

birimler genişleyebilir, birleşebilir ya da daha ayrıntılı küçük birimlere ayrılır; ancak her defasında her birim ayrı ayrı belgelenir. Her yapı öğesi (feature), bina (building) ya da açık alan/mekân (space) çok sayıda ve çeşitte birimden oluşur. Bağımsız belgelenen ve numaralandırılan birimler, yatayda olduğu gibi, dikey ilişkilerin (stratigrafik) de belli şemalarla değerlendirilme kolaylığını sağlar. Birim ölçeğinde çalışma, doğal olarak örneklemede, kuru ve sulu elek (yüzdürme) işlemlerinde de yürütülmektedir. Her birimden istisnasız yüzdürme amaçlı örnekleme yapılmaktadır (30 litre). Yüzdürme sonrasında kuruyan malzeme 4, 2 ve 1 mm boyutunda eleklerde elenmekte, öncelikli olduğuna karar verilen örnekler dışındakilerin 4 mm’lik elekte kalan iri malzemesi ayıklanarak, kemik, obsidyen, bitki, kabuk, vb. gibi alt gruplar oluşturulmaktadır. Ayrılan ve sayılan örnekler, toplandıkları mekâna/kontekste göre elek ya da elle toplama yoluyla bulunan malzeme ile birlikte çalışılmak üzere ilgili uzmana teslim edilir. Yöntemin işlerliği, önemi ve kazandırdıkları mekân dağılım analizleri için tartışmasızdır (yöntemin uygulanması ve sonuçlarına dair bkz. bu kitapta Kayacan, N. ve Algül, Ç.). Kazı metodolojisindeki bir başka temel değişiklik, herhangi bir alanın ya da binanın, içindeki atık, doldurma ya da in situ dolgu, buluntu ve malzemesiyle bütünlüklü ve bağlamsal değerlendirilmesini sağlamak üzere söz konusu mekânın tümüyle kazılmasını sağlayan sisteme geçilmiş olmasıdır. Açma sisteminin bertaraf edilmesi anlamına gelen bu durum, mevcut kazı alanlarının eski açma sistemi içinde kalması nedeniyle varolan kesitlerin stratigrafik çözümlemelerde doğrulama/kontrol amaçlı kullanılmaya devam etmesini sağlamıştır. Mekânsal dağılım analizleri yalnızca gözle görülebilir ya da örnekleme yoluyla toplanan malzemenin çizim, fotoğraf, ölçü, notlar ve yorumlar gibi belgelenmesiyle değil, fen bilimsel analiz örneklemelerinin de mümkün mertebe devreye sokulmasıyla gerçekleştirilmektedir. Herhangi bir açık alanda aktivite tabanı olarak yorumlanan bir düzlemde yapılan mikromorfolojik ve toprak kimyası gibi analizler, söz konusu alandaki yoğunlukları ve bunun neden kaynaklandığıyla ilgili önemli bilgiler vermektedir. Örneklendirirsek, titiz bir gözlem ve ardından içinden alınan toprak örneğinin yüzdürme sonuçları, MÖ 9. binyıla tarihlenen, toprağa yarı gömük kerpiç binalardan birinin tabanı üzerinde bulduğumuz ters kapatılmış (?) bir sepetin muhteviyatı ile ilgili olumlu sonuç vermemiştir. Sepet ve dolgusu yanık olmadığı için yüzdürme ve hafif çökelti kalıntılarında herhangi bir bulguya rastlanmamış, ancak buna karşılık, fitolit analizleri sepetin yanmamış emmer buğdayları ile dolu olabileceğine dair veriler sağlamıştır. Türkiye’deki tarihöncesi arkeolojisine görece yeni giren fitolit analizleri gibi, toprak kimyası, jeokimyasal analizler, mikromorfoloji analizleri, atıklar, doğal birikim, tezek kalıntısı gibi kazı sırasında gözlemlenmesi mümkün olmayanların saptanmasını mümkün kılmaktadır. Yukarıda anahatlarıyla özetlenen kazma, toplama ve belgeleme sistemi, arkeozooloji, arkeobotanik, yontma taş alet işçiliği vb. uzmanlık alanları dâhil, araştırma soruları kapsamında arkeolojik malzemenin mümkün olduğunca bulunduğu yere, yani dağılımına göre, her malzemenin diğeriyle ilişkilendirilebileceği bir çalışma sistemi getirmiştir. Sistem, bağlamsal ve bütüncül değerlendirmeye, yapı öğesindeki, binadaki, açık alandaki, kısacası mekândaki yaşamın ayrıntılarıyla yeniden kurulabilmesine, yorumlanabilmesine kapı aralamaktadır. Birim ölçeğinde kurulan sistemin arazide zahmetli ve kimi zaman usandırıcı ayrıntıda ilerlemesi, araştırma sorularımızın büyük resmin ötesinde topluluğun sosyal yapısını ve davranışlarını

Mekân, Bağlam ve Arkeolog

135

anlamaya yönelik olmasından kaynaklanmaktadır. Aşıklı topluluğunun yeni bir yaşam biçimini (kalabalık topluluklar halinde yerleşik yaşam) benimseme aşamasında bir ‘geçiş’ topluluğu olması, temel zorluklardan birisidir. İlk yerleştikleri dönemden başlayarak kolektif yaşam tarzını benimsemiş ve bunu bin yıl boyunca sürdürmüş olmaları, birey/bireylerin toplumsal kurallar doğrultusunda hareket etmelerini getirmiştir. Kalabalık bir grubun/grupların (?) birarada yaşamasını sağlayan bu ortak yaşamın hane halkı ölçeğinde örgütlenmeye geçişi ve sonrasında bireyselleşmeye götürecek süreç, bin yıllık iskânın en son aşamalarında görülür. Öte yandan ekonomik ve teknolojik açıdan yavaş ve ağır ilerleyen dönüşümün maddesel kültüre yansıması aşamalı, kimi zaman belirsizdir. Bu bağlamda, alışkanlıklar, farklı davranışlar, inançlar ve yenilikler boyutunda her aşama için mümkün olduğunca en ince ayrıntısına kadar ele alınan günlük yaşam, topluluk-yerleşme ölçeğinden zaman içinde birey-mekân ölçeğine dönüşen yapının kaçınılmaz olarak yeni bir kazı ve belgeleme metodolojisiyle araştırılmasını gerektirmiştir. Mekânsal dağılım analizleri bu araştırma anlayışının aracıdır.

Kaynakça Barker, P. 1993. Techniques of Archaeological Excavation. B.T.Batsford Ltd. London. Bender, D.R. 1967. “A Refinement of the Concept of Household: Families, Co-residence, and Domestic Functions”, American Anthropologist Vol. 69 (5): 493-504. Binford, L.R. 1967. “Smudge pits and hide smoking: the use of analogy in archaeological reasoning”, American, Antiquity 32/1: 1-12. Binford, L.R. 1968. “Post-Pleistocene Adaptations”, L.R. Binford ve S.R. Binford (eds.), New Perspectives in Archaeology, Chicago, Aldine: 313-342. Binford, L.R. 1980. “Willow Smoke and Dogs’ Tails: Hunter-Gatherer Settlement Systems and Archaeological Site Formation”, American Antiquity 45/ 1: 4-20. Boivin, N. 2000. “Life Rhythms and Floor Sequences: Excavating Time in Rural Rajasthan and Neolithic Çatalhöyük”, World Archaeology 31: 367-388. Bourdieu, P. 1973. “The Berber House” Mary Douglas (ed.), Rules and Meanings: The Anthropology of Everyday Knowledge, Penguin, Harmondsworth: 98-110. Bourdieu, P. 1977. Outline of a Theory of Practice. Cambridge, Cambridge University Press. Bourdieu, P. 1990. The Logic of Practice. Stanford University Press. Byrd, B.F. 1994. “Public and Private, Domestic and Corporate: the Emergence of the Southwest Asian village”, American Antiquity 49: 639-666. Byrd, B.F. 2000. “Households in Transition: Neolithic Social Organization within Southwest Asia”, I. Kuijt (ed.), Life in Neolithic Farming Communities: Social Organization, Identity and Differentiation, New York, Kluwer Academic and Plenum: 63-98.  Chang, K.C. 1968. Settlement Archaeology, National Press Books. Cutting, M.V.  2003. “The Use of Spatial Analysis to Study Prehistoric Settlement Architecture”, Oxford Journal of Archaeology 22: 1-21. Cutting, M.V. 2005. The Neolithic and Early Chalcolithic Farmers of Central and Southwest Anatolia: Household, Community and the Changing Use of Space, Oxford Archaeopress. David, N. 1971. “On the lifespan of pottery, type frequencies and archaeological inference”, American Antiquity 37 (1): 141-42.  DeBoer, W. ve D.W. Lathrap 1979. “The Making and Breaking of Shipibo Conibo Ceramics”, C. Kramer (ed.), Ethnoarchaeology: Implications of Ethnography for Archaeology, Columbia: 132-138. Dinçol, A. ve S. Kantman (eds.) 1969. Analitik Arkeoloji. İstanbul, Edebiyat Fakültesi Basımevi. Duru, G.  2003. “Anadolu Arkeolojisi’nde Metrik ve Normatif Yaklaşımlar”, O. Erdur ve G. Duru (eds.), Arkeoloji: Niye?, Nasıl?, Ne İçin? Ege Yayınları: 193-199.

136

Güneş Duru – Mihriban Özbaşaran

Duru, G. 2013a. “Disipline Edilmiş Bir Disiplin Olarak Arkeoloji”, O. Erdur ve G. Duru (eds.), Arkeoloji: Niye?, Nasıl?, Ne İçin? Ege Yayınları. Duru, G. 2013b. Tarihöncesinde İnsan-Mekan, Topluluk-Yerleşme İlişkisi: MÖ 9. Bin Sonu-7. Bin Başı, Aşıklı ve Akarçay Tepe, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul. Erdur, O. ve G. Duru 2003. Arkeoloji: Niye?, Nasıl?, Ne İçin?, İstanbul, Ege Yayınları. Esin, U. ve S. Harmankaya 1992. “Aşıklı Höyük: Akeramik Neolitik Evre’de Yeni Bir Kültür Modeli”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi 54/55: 2-12. Flannery, K.V. 1972. ‘’The Origins of the Village as a Settlement Type in Mesoamerica and the Near East: A Comparative Study”, P.J. Ucko, R. Tringham ve G.W. Dimbleby (eds.), Man, Settlement and Urbanism, London, Duckworth: 23-53. Flannery, K.V. 2002. “The Origins of the Village Revisited: From Nuclear to Extended Households”, American Antiquity 67: 417-433. Flannery, K. ve M. Winter 1976. “Analyzing household activities”, K. Flannery (ed.), The Early Mesoamerican Village, New York: 34-47.  Giddens, A. 1984. The Constitution of Society. Cambridge, Polity. Hodder, I. 1982. Symbols in action. Ethnoarchaeological studies of material culture. Cambridge, Cambridge University Press. Hodder, I. 1990. The Domestication of Europe: Structure and Contingency in Neolithic Societies, Oxford, Blackwell. Hodder, I. ve M. Hassall 1971. “The Non-Random Spacing of Romano-British Walled Towns”, Man, Vol. 6, No. 3 (Sep. 1971): 391-407. Hodder, I. ve C. Orton 1976. Spatial analysis in archaeology, Cambridge, Cambridge University Press.  Kent, S. 1983. “The Differentiation of Navajo Culture, Behavior and, Material Culture: a Comparative Study in Culture Change”, Ethnology 22 (1): 81-91. Kent, S. 1993. “Sharing in an Egalitarian Kalahari Community”, Man, Vol. 28, No. 3: 479-514. Kramer, C. 1979. “Introduction”, C. Kramer (ed.), Ethnoarchaeology: implications of ethnography for archaeology. New York, Columbia University Press: 1-20. Kramer, C. 1982. Village Archaeology Rural Iran in Archaeological Perspective, New York, Academic Press. Kuijt, I. 2000. “People and Space in Early Agricultural Villages: Exploring Daily Lives, Community Size and Architecture, the Late Pre-Pottery Neolithic”, Journal of Anthropological Archaeology 19: 75-102. Levi Strauss, C. 1982. The Way of the Masks, Seattle, University of Washington Press. Özbaşaran, M. 2011. “Aşıklı 2010”, Anatolia Antiqua XIX: 27-37. Rapoport, R. 1990.  The Meaning of the Built Environment: A Nonverbal Communication Approach, Tucson, University of Arizona Press. Thomson, D. 1939. “The Seasonal factor in human culture. Illustrated from the life of contemporary nomadic group”, Proceeding of Prehistoric Society 5: 209-221. Tunçdilek, N. 1974. “Types of rural settlement and their characteristics”. P. Benedict, E. Tümertekin ve F. Mensur (eds.), Turkey: Geographic and Social Perspectives, Leiden, Brill: 48-70. Watkins, T. 2004. “Architecture and ‘theatres of memory’ in the Neolithic of southwest Asia”, E. De Marrais, C. Gosden ve C. Renfrew (eds.), Rethinking Materiality: the Engagement of Mind with the Material World, McDonald Institute for Archaeological Research, Cambridge: 97-106. Watson, P.J. ve M.R. Kleindienst 1957. “Review of Man’s Role in Changing the Face of the Earth”, American Antiquity 23: 88–89. Wilk, R.R. ve W.L. Rathje 1982. ”Household Archaeology”. American Behavioral Scientist 25: 617-639.