ut

TOPRAK, T ARlM VE

NÜFUS

M. Kemal Çakman*

ıp-

~u-

ty, orın

1a-

ain the tuule

TOPRAK ÜZERINDE NÜFUS BASKlSI, KIRDAN KENTE GÖÇ GEREGI, ÇIFTÇI BAŞINA DÜŞEN TOPRAGIN YETERSIZLIGI, BUNLARIN ETKILEŞIMLERI VE BAZI EKONOMIK VE EKOLOJIK tMLEMLERI ÜZERINE

ilişkili

Türkiye'nin birbiriyle birçok sosyal, ekonomik ve ekolojik· sorunu vardır. Bunların bence en önemli olanlarından birkaçını bu yazıda ele alıp, araların­ daki etkileşimiere de dikkat çekerek, özet bir değerlendirme yapmak istiyorum. Sözkonusu problemlerin birbirleriyle olan etkileşimlerinden kaynaklanan sorunlar da için bu yazının yapısı karmaşık ve karışık olabilir. Bu nedenle çok kabaca olsa da, daha başlangıçta bu sorunları sıralamak gereğini duydum: bulunduğu

1) Türkiye'nin hızlı nüfus artış sorunu ve de nüfusun toprak ve ekoloji üzerinde artan baskısına ilişkin sorunları vardır.

2) Nüfus artış hızıyla organik bağı olan ve birbiriyle yakından ilişkili üç sorun vardır. (i) Ekolojik sorunlar ve özellikle orman-kıyıını ve erozyon sorunları ... (ii) Çiftçi ailesi başına düşen ortalama toprak büyüklüğünün fazlasıyla küçük olması ve bu nedenle Türk çiftçisinin emek-veriminin, dolayısıyla gelirinin düşük olması. (iii) Çiftçi başına düşen toprak büyüklüğünün yetersizliği ve hızlı nüfus artışı, ekonomik gelişim ve endüstriyelleşme süreci içinde tarım sektöründeki nüfusun toplam nüfusa oranının seküler bir düşme eğilimi göstermesi gereği ile birlikte mütalaa edilirse; "kırdan kente göç" olgusunun mikyası ve bu göçten (artı ayrıca kentsel nüfustaki artıştan) kaynaklanacak istihdam talebinin karşılanıp karşılanamıyacağına ilişkin matematiksel iktisadi bir problemin varlığı bütün ciddiyetiyle açığa çıkacaktır. Endüstri sektöründe olsun, servis sektöründe olsun bir kişinin daha istihdamı için gerekli ortalama yatırım miktarı aşağı-yukarı bellidir. Nüfus artış hızı, artı, tarım sektöründeki nüfusun toplam nüfusa oranının azalması gereğinin getireceği ekstra istihdam talebinin karşılanması için ihtiyaç duyulan yıllık yatırım miktarı, giderek karşılanamaz büyüklüklere varma eğilimindedir. *Doç., Dr. Gazi Üniv, IIBF., Iktisat Bölümü ÖÇ)retim Üyesi Ekonomik Yaklaşım, Cilt 7, Sayı 22, Sonbahar 1996

24

M. Kemal Çokman İşte

bunlar birbirleriyle eklemleşen ve çok temel bir boyuta sarkan ve giderek de çözümü güçleşen bir iktisadi sosyolojik ve ekolojik sorunlar yumağı yaratmaktadır. bütçe açıklarını büyütmekte; büyüyen bütçe açıkları iç borç yükünü arttırmakta; artan borç yükü bütçe üzerinde giderek artan bir yük oluşturmakta; bu yükün neticesinde, devlet bir yandan finansal açıdan şişerken, diğer yandan cari ve yatırım harcamaları açısından giderek küçülmektedir. Oysa, birinci ve de ikinci maddeyle ilişkili sorunların çözümü için hem tasaruf oranının ve toplam yatırımların hem de kamunun alt yapı yatırımlarının önemli oranda ve idame eHirilebilir bir şekilde arttırılması gerekmektedir. Yatırımlara yöneltilebilecek fonların varlığı ve mikyasının birinci maddeyle ilişkisi vardır, çünkü çevresel sorunların çözümüne (özellikle hava ve su kirliğinin azaltılmasına) ilişkin harcamalar, öncelikle "kirlilik önleyen teknoloji" ve sabit sermaye yatırımları içerir. İkinci maddeyle de yakın ilişkisi vardır, çünkü kırdan-kente göç, kentsel alt yapı yatırım­ ları için giderek daha büyük harcamalar yapmak zorunluluğu yaratmaktadır. Oysa bu maddede kabaca özetiediğimiz faktörlerin bileşimi ve etkileri bu yatırım harcamaları için ihtiyaç duyulan fonların türetilmesini, engellemektedir. 3) Vergi

kaçakçılığı

dürüst bir sanayileşme politikasına sahip değildir. Hiçbir zaman da olamamıştır. İhracata yönelik sanayileşme stratejisi gibisinden bir politika gütmeye Özal döneminde kalkışılmış fakat bunun gerekleri gerektiği gibi yerine getirilememiştir. Tutarlı bir sanayileşme politikası acilen geliştirilmeli ve uygulamaya konmalıdır. 4) Türkiye

doğru

5) Türkiye'nin ekonomik-sorunlarla eklemleşen kültürel ve sosyo-psikolojik bazı sorunları vardır. Yukarıdaki maddelerde işaret edilen sorunların yarattığı baskı ve bu sorunların çözülememesi neticesinde kişi başına düşen milli gelirin 2.000-2.500 dolar gibi bir düzeyde takılıp kalmasında simgeleneo göreli-fukaralık olgusu ve de giderek bozulan bir gelir-dağılımı, önemli büyüklükte bir kitleyi ekonomik açıdan zorlamakta ve psikolojik açıdan ezmektedir. Bu eziklik ve çaresizlik duygusundan kaynaklanan bir tepki ile, "kimlik arama" adı altında bir dizi malfunctional, çözüm-değil-sorun yaratan ve sorunlara sorun katan türden bazı kültürel ve sosyo-pisikolojik yönelimler ortaya çıkmaktadır ki; bunların büyük bir kısmı bireyleri, sorgulayıcı, arayışçı, yaratıcı ve üretici fonksiyonları açısından geriye doğru götürmek anlamında "gerici" etkilere sahiptir. Bu gayya kuyusu bir alandır: Bu alana müteallik faktörler ve etkileşimler, yukarıdaki dört maddede özetleneo "materyalist", iktisadi ve ekolojik faktörler arasındaki etkileşimiere kıyasla daha kompleks, daha karışıktır. Bir yerden başlamak gerekiyordu. Başladık. Kabaca özetledik. Bu yazıda, yukarıda sı­ ralanan maddelerden sadece ilk ikisi üzerinde duracağız ve bu maddelerin kapsamına giren toprak, tarım, toprak dağılımı, nüfus artış hızı, toprak üzerinde nüfus baskısı, tarım işlet­ mesi başına düşen toprak miktarının yetersizliği, erozyon, mer' a kıyım ı ve arınan sorunu gibi faktörlere ve bunların birbirleriyle olan bazı etkileşimlerine değineceğiz .

.

Ama şuna hemen dikkat çekmek istiyorum: yukarıdaki beş madde içinde özetiediğim olgu ve faktörler arasında çok girift ilişkiler vardır ve bu ilişkilere işaret etmeye kalktığım

EKONOMIK Y AKLAŞIM ~ü-

\.Ü/Ü-

m cil i alt

·ı

~k-

25

takdirde çalışmamız, ister istemez karışık ve "dağınık" bir hüviyete bürünecektir: Çünkü bu ilişki ve etkileşimler karmakarışık bir yumak gibi birbiri içine geçmiş düğüm-düğüm olmuş bir görünüm arzetmektedirler. Öte yandan, aradaki ilişkilere işaret etmekten kaçı­ nırsak söylediklcrimiz, basit, kaba veya "obvious" (aşikar) yani, herkesin bildiği şeylerin tekrar edilmesi şeklinde nitelendirilebilecek bir hüviyete bürünebilecektir: Burada değini­ len her bir faktör, tek başına ele alındığında, herkesin bilincinde olduğunu sandığı faktörlerdir; fakat bunbr hep bir arada (lıolistik bir biçimde) mütalaa edildikleri takdirde ortaya çıkacak "resim" ve imleınler bambaşkadır. Bu hususa dikkat çektikten ve bu "apologya"yı ta başta yaptıktan sonra devam edelim ...

:ısı

1a)

rir. mıd­

ıti-

0-

zal ar-

la;ö-

tanı,

Jir. ıda

tü~n,

lave ler

sı­

·en etnu

m ım ı

1. NÜFUS ARTlŞ HIZI VE BAZI/MLEMLERi 1950 ve l960'1arda yıllık %3 düzeylerine kadar yükselmiş olan nüfus artış hızı, kentleş­ me ve endüstrileşmeye paralel olarak beklenildiği ölçüde dü~ınedi: 1980-90 arasında, nüfus, yılda ortalama % 2.2 oranında arttı ı. 1990-95 yıllarında bile % 2.0 civarında scyretti 2. Türkiye oranında kentleşmiş olan ülkelerde nüfus artış lıızı ortalaması (tarihsel olarak ta, çağdaş olarak ta) Türkiye'dekinin istatistiki açıdan anlamlı derecede altındadır. Türkiye'deki kentleşmenin gerçek bir kentleşme olmaması; kentlerin çevresinde kırsal özelliklerin önemli bir bir kısmını bünyesinde barındırınaya devam eden gecekonduların oluşması; bu gecekondulaşmış ve köyleşmiş kent-varoşlarında kadınların eğitim düzeyinin ve statüsünün kırdakin­ den farklı olmaması; "islam" söyleminin bu tür varoşlarda giderek yaygınlaşması; bu istatistiki farklılığın başlıca nedenleri arasında sayılabilir. Ayrıca, yasalara aykırı olsa da çocuk istihdamının yaygın olması, gecekondu gençlerinin iwortacılık gibi marjinal ekonomik faaliyetlerde bulunmasının olağan olması ve bu yollarla elde edilen gelirlerin aile bütçesine öneın­ Ii katkılarda bulunması nedeniyle gecekondu ailelerinin çok çocuk yapmaya devam etmek için mantıklı ekonomik nedenleri de vardır. Söz konusu istatistiki farklılığın nedenleri arasında, bu da sayılabilir. Bu durum, gelecek için iyimser olmayı güç kılmaktadır. Çünkü nüfus artış hızının kentleşme oranındaki artışa paralel olarak beklenen ölçüde düşmemesi ile, yukarıda değinilen faktörler arasındaki ilişki bir tür kısır döngü yaratmaktadır: Gerek nüfus artış hızının yüksek olmasından kaynaklanan kırsal-itim kaynaklı göç olgusu, gerek yazının başlangıcında özetlediğim diğer faktörlerle eklemleşen sosyal ve iktisadi sorunlar, bir yandan kişi başına düşen gelir, okullaşma oranları ve ortalama eğitim düzey ve benzeri kalkınma ölçeklerindeki ilerlemeyi kısıtlamaktadır. Diğer yandan ise kişi-başına-düşen gelir, ortalama eğitim düzeyi, kızların okuilaşma oranı ve kadınların işgücüne katılma oranı ve ortalama eğitim düzeyleri gibi kalkınma ölçeklerinde Türkiye'nin arzu edildiği kadar hızla ilcrleycnıcıncsi, nüfus artış oranının yeterince hızlı düşmemesinde önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü kalkınmanın tavsaması, kırsal-itim kaynaklı göçü ve kent varoşlarının kırsaliaşma ve lumpcnlcşme olgularını beterleştirmektc ve kadınların eğitim ve meslek sahibi olma olasılığının artmadığı bir ortamın kent varoşlarında oluşmasına yol açmaktadır. Bu olgular ise nüfus artış hızının yüksek kalmasına neden olan faktörlerdendir ve fasit-daire böylece tamamlanmış olur.

26

M. Kemal Çokman

Bu şartlar altında, kentleşme oranı ve nüfus artış oranı arasındaki global-tarihsel regresyon çizgisinin dışına düşülmesi şaşılacak bir şey değildir. Eğer Türkiye, bugün 5.000 ve hele Yunanistan veya Kore'de olduğu gibi 10.000 dolarlık kişi-başına Milli Gelir düzeyine varabiimiş olsaydı, kuşkusuz, nüfus artış hızını düşüren diğer sosyal kültürel ve ekonomik boyutlarda da benzer bir gelişme göstermiş olur ve nüfus artış hızı buna uygun olarak %1.0 -%1.5 civarına şimdiden inmiş olurdu. 1970 ortalarında, 12 Eylül'ün hazırlayıcısı MC hükümetleri döneminde (ironiktir) hem sağda hem solda pek moda olan bir söylem vardı: Denirdi ki, Türkiye değil 45 milyonu 70 milyonu da 100 milyonu da besleyebilir. O zamanın MC hükümetleri Başbakanı Süleyman Demirel (1995'te bu konuda tamamen fikir değiştirmiş olmakla birlikte) bu söylemin savunucularındandı. "Büyük" Türkiye edebiyatı yaparken sadece kişi başına düşen milli gelir açısından büyük değil, aynı zamanda nüfus açısından da büyük bir Türkiye kastederdi. Gariptir, birbiriyle vuruşan sağ ve sol uçların militanları da bu fikri paylaşırlardı. Hatta hemfikir olabildikleri nadir konulardan biriydi bu. Uçtakilerin söylemlerine göre Batı güçlü bir Türkiye' den korkmaktaydı ve nitekim Batılı bazı kuruluşların Türkiye' de nüfus planlamasını salık vermelerinin ardında, Türkiye'nin güçlenınesini önleme çabası yatıyordu. Sanki, salt nüfus kalabalığıyla bir ülke güçlü olabilirmiş gibi! Sanki Bangladeş veya Pakistan, sözgelimi Kanada veya İsveç'in sekiz on katı nüfuslarıyla onlardan daha güçlü olabilmişler gibi! Acıdır, aynı söylemin ideologları bugün bile aynı tezi savunmaktan kaçınmamakta­ dır. Örneğin, Prof. Nevzat Yalçıntaş Hollanda'daki nüfus yoğunluğu ile Türkiye'yi karşı­ lastırabilmekte ve buna dayanarak Türkiye'nin "underpopulated" olduğunu iddia edebilmektedir. Oysa, Türkiye, Doğu Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz Bölgelerindeki dağ silsiteleri ile ve İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki geniş kurak ve kıraç alanları ile, nüfus yoğunluğu açısından Hollanda'yla veya Belçika'yla değil, olsa olsa ABD'nin Kayalık Dağlarının batısında kalan alanı ile karşılaştırılabilir. Böyle bir karşı­ laştırma ise Türkiye'deki nüfus yoğunluğunun sözü edilen alandaki nufüs yoğunluğuna kı­ yasla, daha şimdiden üç kat olduğunu ortaya koyacaktır. Türkiye'nin nufüsu 100 milyona dayandığında söz konusu katsayı beş olacaktır. Gerçek şudur ki, Türkiye coğrafi ve iklimsel çeşitliliğe sahip olmakla birlikte, topagrafisi ve toprak kalitesi 3 ve özellikle su kaynakları açılarından zengin bir ülke değildir. Su kaynakları açısından bir ülkenin "zengin" addedilmesi için senede kişi başına 10.000 metre küp su kaynağına sahipolması gerekmektedir: Türkiye'de ise bu rakam, bugün sadece 2.400 metreküp civarındadır. İşaret etmek gerekir ki, Türkiye, 1950 yılında bu ölçekte "orta-ha11i" veya "orta-zengin" bir ülke iken, bugün, nüfusun yaklaşık üç katına çıkması sonucu, "fakir" ülke durumuna düşmüştür. Söz konusu kıstas "geliştirilmiş" değil "var olan toplam (potansiyel) su kaynağı" üzerinden hesaplandığına göre, Türkiye, nüfusu bundan otuz-kırk sene sonra 120 milyona yaklaşırken, su kaynakları ne denli geliştirilirse geliştiril­ sin ve ne denli randımanlı kullanılırsa kullanılsın, bu konuda ciddi sorunlarla karşılaşma­ ya mahkum görünmektedir. Bu bağlamdaki sorun, Türkiye'nin güneyindeki iki komşusunun bumeyanda ciddi problemleri bulunması ve daha bugünden Suriye'nin bölgedeki kıt su kaynaklarının paylaşılması konusunda Türkiye üzerinde (PKK terörizmini des'eklemek dahil) baskılar uygulamaya kalkması örneğinde olduğu gibi uluslararası boyutlara

Jn

·sve

27

EKONOMIK YAKLAŞIM da sahiptir. Bu sorunların zamanla konu, Türkiye'nin yakın gelecekteki

ciddileşmesi kaçınılmaz güvenliği

görünmektedir.

Dolayısıyla

ile de ilintisiz değildir.

ne

ik

.o m

70 an u-

lir ·an)If ıa-

ki, m, ler ta~~­

ilağ

a:sa ş ı­

kı-

na

Nüfusun toprak üzerindeki baskısına ve Türkiye'nin topografik özelliklerinin de rol oynadığı erozyon sorununa bu yazının 3. nolu alt başlığı içinde değineceğiz. Burada şunu söylemekle yetinelim: Su kaynaklan örneğinde olduğu gibi, yenilenebiten ve yenilenerneyen tüm tabii kaynaklar üzerinde nüfus baskısının olumsuz etkileri göz ardı edilemez. Hele Anadolu gibi bronz devrinden beri yoğun iskana sahne olmuş olan ve üst toprak (top-soil) örtüsü açı­ sından çok yıpranmış olan bir alan söz konusu ise ... Bu bağlamda Prof. Nevzat Yalçıntaş gibi düşünenleri düzeltmek gerekir. Türkiye'nin Hollanda ve Belçika ile kıyaslanabilecek arazileri elbette vardır: Örneğin Bursa ve Antalya Ovaları ve Çukurova. Ama bu alanlardaki nüfus yoğunluğu da Türkiye'de en az Hollanda'daki kadardır. Tutup ta Güneydoğusu ile, Doğusu ile, dağlık ve tarıma elverişsiz, erozyona son derece açık topugrafisi ile Türkiye'nin arazisini ve nüfusun araziye oranını Hollanda ile mukayese etmek ve buna dayanarak Türkiye "underpopulated" iddiasında bulunmak, düpedüz cehalettir. Türkiye'nin ciddi bir nüfus sorunu vardır ve bu sorun gerek erozyon, gerek ekolojik dengeler, gerek çiftçi başına düşen arazi büyüklüğünün yetersizliği ve dolayısıyla tarım sektöründe emeğin verimsizliği ve işsizlik açılarından, ileride, giderek daha ciddi boyutlara ulaşa­ caktır. Şimdi, nüfus; toprak; erozyon; mer' a ve orman-kıyımı; tarım sektöründe emek verimliliği; Türk çiftçisinin sahip olduğu ortalama toprak büyüklüğünün yetersizliği; kırdan kente göç; gelişme süreci içinde, kırsal kesimdeki nüfusun azalması gereği ile hızlı nüfusartışının kombinasyonundan kaynaklanan istihdam sorunu gibi etmenler arasındaki etkileşimleri ve bunların bazı imiemierini incelemeye çalışacağız.

2. NÜFUS, TARlM VE TOPRAK ÜZERINE 2.1. Nüfusun Toprak Üzerine Bask1s1 ve Türk Tanmmda Çiftçi Ailesi Başma Düşen Arazinin Yetersizliği

aSu et:ce

ABD ile Türkiye'yi karşılatırmak çoğu ahvelde abestir. Aradaki farklar her açıdan onca büyüktür ki, böyle bir karşılaştırmanın genelde pek bir anlamı olmaz. Şimdi bu doğrunun bir istisnasını göreceğiz:

)[-

lU-

an 0-

·ila-

iki

ABD'de hektar başına elde edilen ürün miktarı, Türkiye'ye kıyasla hububatta4 2.2 kat (4.74/2. 11 ton/h), buğdayda 1.3, kök bitkilerinde ise 1.5 kattır (35.6/23.5 ton/h) 5. Oysa Amerikalı çiftçinin ortalama geliri, Türk çiftçisinin ortalama gelirine kıyasla yaklaşık 30 kat daha fazladır: Türkiye' de tarım sektöründe istihdam edilen kişi başına düşen gelir 650-700 $ civarında iken bu rakam ABD'de yaklaşık 22.000$'dır6. Toprağın verimi arasındaki katsayı, görüldüğü üzere, gelirdeki katsayının çok küçük bir kısmını açıklamaktadır. Söz konusu kı­ yaslama katsayıları sırasıyla 1.5 ve 30 ise, gelirde %I 900'1ük (20 katlık) bir fark neyle açıkla­ nabilir? Eğitim düzeyi, gübre, İyileştirilmiş tohum, ilaçlama vesaire gibi girdiler ve bunların kullanımına ait teknik bilgi ve benzeri faktörlerle açıklanamaz, çünkü bunların tümünün bir-

28

M. Kemal Çokman

den kompozit etkisi, dönüm ba~ına ürün rakamına yansır: Yani, toprak verimindeki %50'lik fark bu faktörlerin tümünü birden içerir ve bunların hepsinin toplam etkisini yansıtır. Geriye kalan çarpı-20'lik fark ise tek ve tek bir faktörden kaynaklanmaktadır. Amerikalı çiftçinin üzerinde çalıştığı toprağın ortalama büyüklüğü, Türk çiftçisinin üzerinde çalı~tığı ortalama toprak büyüklüğünün 20 katı kadardır. Bunun başka bir açıklaması yoktur: Çünkü ürün miktarı, hektar başına verim ile çiftçi başına düşen hektar' ın çarpımına eşittir. Veya gelir cinsinden if(l.de edilirse; GELİR= (birim fıyat) (hektar başına ürün) (çiftçibaşına hektar)

= ($/ton) (ton/h) (h/çiftçi) =$/Çiftçi

TABLO 1 ARAZI BÜYÜKLÜGÜ, IŞLETME SAYI SI VE ORTALAMA IŞLETME ARAZISI GENIŞLIGI 1952 İ~ Ietme

1970

İ~letme

İ~lenen

Ortalama

İ~letme

Büyüklüğü

Sayısı

Arazi

İ~letme

Sayısı

(Dekar)

(%)

(%)

Arazisi (Dekar)

1-20 2ı-5o

51- ıoo 101-200 201-500 500+ TOPLAM

30,6 30,5 19,9 13,3 4,2 ı ,5 100,0

4,3 ı4,3

20,7 19,3 16,6 24,8 100,0

ı' ı

3,5 7,2 14,5 30,2 127,0 7,7

(%) 45,4 25,2 16,2 8,5 3,6 ı' ı

100,0

1980 1-20 21-50 51-100 101-200 201-500 500+ 1 TOPLAM

28

4

33

16

21 12 5

21 23 24 12

100

ıoo

İşlenen

Ortalama

Arazi

İşletme

(%)

Arazisi (Dekar)

7,3 13,8 18,7 19,5 18,5 22,2 100,0

1,0

3,4 7,3 13,8 28,8 123,0 5,9

1990

1 3 7 13 28 93 6

35 32 18 lO 4 100

6 17 19 21 20 17 100

ı

3 7 13 27 109 6

Kaynak: 1952 ve 1970 verileri, Tarım Sayımları, DIE.'den derlcnmiştir. 1980 ve 1990 verileri ise, Ülke Tarım Politikaları ve Ticareti: Ülke Raporu OECD, Ankara, 1994, Tablo S'tcn alınmıştır.

29

EKONOMIK YAKLAŞlM ı

an

'lik ı ye ü-

ma ikin-

Bu, aritmetik bir gerçektir ve tartışılacak bir yanı yoktur, ve şuna işaret etmektedir: Eğer Türkiye'deki her 20 çiftçi ailesinin I9'u göç etse ve toprakları geri kalanlara dağıtılsa, yani Türk nüfusunun Amerika'daki gibi sadece %2.2'si çiftçilik yapıyor olsa7 , cet. par., (yani teknik girdiler, teknik bilgi, vs. aynı kaldığı varsayılırsa bile) Türk çiftçisinin ortalama geliri şimdikinin 20 katı olurdu. Başka bir deyimle Türk çiftçisinin sahip olduğu ortalama toprak büyüklüğü yetersizdir, fazlasıyla küçüktür. Üstelik tarım işletmelerinin çoğu ufalanmıştır; bölük pörçüktür. Tablo I'de görüldüğü üzere, ortalama Türk tarım işletmesi sadece 6 hektar (60 dönüm) arazi ile çalışmaktadır. Bu; ser' atarımı veya taze-çiçek yetiştiriciliği işletmeleri için iyi, hatta büyük bir alansa da, başka ürünler için, hele hububat için kesinlikle yetersiz bir büyüklüktür. Tablo I Türkiye' deki çiftçilerin topraklarının büyüklük dağılımını vermektedir: Tablo I' in konumuza ilişkin daha özet bir biçimi

aşağıda sunulmuştur:

TABLO ll ARAZI BÜYÜKLÜGÜ VE DAGILIMI ÖZETTABLO {1952, 1970, 1980, 1990) Yıl

ta 1952 1970 1980 1990

İşletme

İşletme

İşlenen

Büyüklüğü

Sayısı

(Dekar)

(%)

Arazi (%)

l-100 101+ 1-100 101+ 1-100 101+ 1-100 101+

%81 %19 %87 %13 %82 %18 %85 %15

%39 %61 %40 %60 %41 %59 %42 %58

KaynakTABLO I' deki verilerden özctlcnerck

tarafımızdan hazırlanmıştır.

Bu tabloya göre, 1990 yılı itibariyle, 100 dekar (ı O h.)'dan büyük işletmeler, toplam işlet­ me sayısının o/o 15'i kadardır. Bugün Türkiye' de yaklaşık 3.9 milyon çiftçi ailesi (tarım işlet­ mesi) olduğuna göre sadece 590.000 çiftçi ailesinin 1O hektar veya daha çok toprağı vardır ve bunların ortalama büyüklüğü 27 hektar kadardır 8 . Bu topraklar, işlenen toplam arazi alanının yaklaşık %58'ini kapsamaktadır. Bu rakamlar, tedirler: ıın

gelişmiş Batı

ülkeleriyle

karşılaştırınca

ilginç

bazı

noktalara

işaret

etmek-

(i) 3.5 milyon çiftçi ailesi yerine 700.000 çiftçi ailesi olsa, ve toprak dağılıını Tablo I' deki altı işletme büyüklüğü kategorisinin üst üçündeki gibi dağılsa, ortalama Türk tarım işletmesi

30

M. Kemal Çokman

büyüklüğü yaklaşık 35 hektar olurdu. Bu da Fransa, İspanya, İngiltere, gibi ülkelerdeki orta-

lama tarım işletmesi katı küçüktür.

büyüklüğüne

benzer bir büyüklüktür. ABD'deki ortalama

rakamın

ise 4

(ii)Ama asıl önemli kıyaslamalı istatistik şudur: 1980 verilerine göre Türkiye' de ortalama işletme arazisi büyüklüğü 6.5 hektardı. Bu rakam 1995 yılında fazla değişmemiştir. 3.5 milyon çiftçi ailesi yerine 700.000 çiftçi ailesine sahip bir Türkiye'de ortalama işletme arazisi büyüklüğünün 35 hektar olması demek, ortalama çiftçi ailesinin en. az 5 kat araziye sahip olması demektir (35/6.5 = 5.38). Bu da ceteris paribus 5 kat büyük gelir sahibi olmaları demektir. Üstelik, bu zihnl egzersizi bir adım daha ileri götürüp; bu durumda cet. par. varsayımının gerçekçi olmadığı düşünülmelidir. Çünkü 5 kat büyük arazi ile çalışan ve 5 kat daha zengin olan çiftçinin toprak (ve emek) verimini arttıran gübre, İyileştirilmiş tohum, ilaçlama v.s. gibi girdileri daha çok ve daha bilimsel kullanacağı kesindir. Bu durumda hektar başına verim de, Batı standartlarına doğru yükselecek ve önemli ölçüde artacaktır. Bu koşulların, hektar başına verimin %20 artmasını sağladığını varsaysak (ki, bu muhafazakar bir rakamdır) 5 kat daha fazla toprakla çalışan ortalama çiftçi ailesinin geliri 5 değil 6 kat artmış olur. bu; şu anda kırsal kesimde kişi başına 650 dolariyıl olan gelirin 3,600 dolara çıkması demektir. Ortalama çiftçi ailesini 5 kişi olarak düşünsck; bu, çiftçi ailesi başına yaklaşık 20,000 dolar'lık bir gelir demektir. Yani Batı standardı ... (iii) 3.5 milyon çiftçi ailesinin 700.000'e inmesi demek yaklaşık her beş çiftçi ailesinden birinin endüstri ve hizmet sektörüne transferi demektir. Başka bir deyimle, cet. par., bu durum oluşmuş olsaydı Türkiye'de tarımsal nüfusun toplam nüfusa oranı %10 civarına inmiş olurdu. Oysa Türkiye'de bu oran haJa %40-%42 arasındadır. Bu, bizzatihi, tarım işletmeleri­ nin ortalama büyüklüğünün yetersiz olmaya devam etmesine ve dolayısıyla tarımda emek verimliliğinin onca düşük olmasına neden olmaktadır. Her hal-ü karda,

eğer

Türkiye

endüstrileşme

sürecini tamamlayacak ise, global bir yasa ve endüstrileşme ile birlikte sürecini yaşamak zorundadır.

niteliğinde oları tarımsal-nüfus/toplam-nüfus oranının gelişim

%1 O ve hatta daha düşük oraniara doğru

düşme

I 994 yılı itibariyle, Türkiye'de tarım sektöründe istihdam edilen kişi başına düşen toprak 2.3 hektar iken bu rakam ABD'de 72.3 hektardı 9 . Yukarıda da işaret edildiği üzere bu emek verimini doğrudan etkilemektedir. Örneğin 1980 yılı verilerine göre, tarımda çalışan kişi başına düşen ürün "buğday birimi" cinsinden, ABD'de 285 metrik ton iken, Fransa'da 101, Yunanistan'da 25.8, Türkiye'de 12.7 metrik ton idi 10 . Aradaki farkın çok cüzi bir kıs­ mının

hektar ba~ına verimden kaynaklandığına; tüm modern girdilerin ve teknik bilgilerin kuHanımından kaynaklanan verim artı~ının, doğrudan doğruya hektar b~ına dü~en ürün istatistiğine yansıdığına; dolayısıyla, emek-verimliliklerinde ülkelerarası farkların asıl büyük kısmının çiftçi başına düşüne toprak büyüklüğü ile belirlendiğine yukarıda işaret etmiştim.

Bunu vurgulamak için tekrar ediyorum: çünkü bu, genellikle göz ardı edilen bir noktadır. Türk çiftçisinin Batıya kıyasla daha düşük gelir elde etmesinin en önemli nedeninin, çağdaş girdi ve tekniklerin burada yeterince kullanılmamasına bağlı olduğu

---------------------------------......

31

EKONOMIK Y AKLAŞIM

-:ın

ta:4

sanısı yaygındır.

Oysa, bu doğru değildir. Tarım sektörünün tamamı için bu katsayıların göreli katkısını ABD, Fransa, Yunanistan, İspanya ve Türkiye için karşılaştırmalı olarak hesapladık. Sonuçta, karşımıza aşağıdaki çarpıcı Tablo çıktı (Tablo III).

na ilisi JIk-

TABLO lll TARIMDA EMEK VERIMI (EV); TOPRAK VERIMI (TV) VE ÇALIŞAN BAŞINA DÜŞEN TOPRAK BÜYÜKLÜKLERI (çbt) (Türkiye, Fransa, İspanya, Yunanistan, ve ABD Kıyaslaması)

ÜLKE

~ı-

m

ar .at

Türkiye Fransa

n-

İspanya

a-

Yunanistan

ık

ABD

(i) Katma

(ii)

(iii)

Tarım

Tarımda

Değer

Arazisi

Çalışan

(milyon$)

(!QO()

(milyon

23,609(+) 37,337 20,295 12,014 195,480(:t:)

h.)

27 535 19439 19 656 3 494 187 776

(iv)

(v)

(vi)

(ç)

EV*

TV*

çbt*

kjşi)

~

.i$Lbl.

~

2 012 31 561 14 537 12 974 75 272

857 921 ı 033 3 438 ı 041

2.34 16.4 14.1 3.77 72.3

ı ı

733 183 ı 369 926 2 597

ı

ı

Emek Verimi (EV)= tanında çalışan başına katına değer: ($/kişi) Toprak Yerimi (TV)= hektar başına katma değer:($/ h) Çiftçi başına düşen ortalama toprak büyüklüğü çbt =(h 1 kişi) dir. EV= (çbt. TV)

uıiş

ne-

sa te

Notlar:(*) EV= (i) 1 (iii); TV= (i)l(ii); çbt= (ii)/(iii) (+) Türkiye'nin Katma Değer verisi 1993'te TL aşırı değerlenmiş olduğundan abartılı addedilebilir. 1994 kurları kullanıldığında Türkiye'nin katma değer rakamı, EV'si ve TV'si çok daha düşük çıkacaktır. (:;t:) ABD Tarım sektörü Katma Değer rakamı IBRD raporunda (nedense) verilmemişti. Bu veriyi, The Council of Economic advisers, Econoınic Report of the Prcsident, Washington D.C. 1995, Statistical Appendix'ten aldık. Kaynaklar:

Tarımda Katına Değer

kamları kullanıldı

('95

verileri, World Development Report, IBRD, ı 995. Tüm ülkeler için ı 993 rason veriler). Tarını Arazisi ve Tarımda çalışanlar verileri, FAO, Country

baskısındaki

p-

e:.ı­

la s~iıa sı

ı

e

Tablo III'ü düzenlerken, elmalarla armutları toplamış durumuna düşmernek için, verim istatistiklerini hesaplamada ürünü metrik ton olarak veren diziler yerine tarım sektöründeki katma değeri dolar cinsinden veren dizileri kullanmayı yeğledik. Bu daha sağlıklı sonuçlar verir diye düşündük, Bu şekilde bulduğumuz sektör genelinde emek verimi (EV)- burada tarımda çalışan başına düşen katma değer- ve sektör genelinde toprak verimi (TV)burada, hektar başına düşen katma değer- rakamlarını double check etmek için, yine UN ve FAO istatistiklerini kullanarak, tarımda çalışan başına düşen toprak mikta~ını da hesapiayıp dizeledik.

)z

J~u

Tablo lll'teki verilerin çarpıcı olmalarına rağmen rakam kalabalığına dönüştüklerini düşündüğümüz için, aşağıdaki Tablo IV'te bu verileri kolayca anlaşılır bir biçime dönüştür-

( '

--

.

!

32

M. Kemal Çokman

katma değer (EV), çalışan başına düşen toprak bü(çbt) ve sektör genelinde hektarbaşına katına değer (TV) verilerini, Tablodaki ülkelerin Türkiye verilerinin birer katsayısı olarak yazdık. Böylece, bu bölümde ısrarla üzerinde durduğumuz temel bir noktayı -yani, Türkiye ile gelişmiş Batı ülkeleri arasındaki tarımda çalışan kişi başına düşen gelir farklılığının en önemli kısmının Yunanistan istisnası haricinde) çalışan başına düşen toprak mikyasının fazlasıyla küçük olmasından kaynaklandığı­ na dair saptamayı- verilerle göstermiş bulunuyoruz.

dük.

Tarımda çalışan kişi başına düşen

yüklüğü

TABLO IV SEÇILMI~ DÖRT BATI ÜLKESINDEKI EV, ÇBT ve TV DEGERLERININ TÜRKIYE'DEKILERIN KATSAYISI OLARAK IFADESI

ÜLKE Türkiye Fransa İspanya

Yunanistan ABD

EV

ÇBT

Katsayısı

Katsayısı

TV Katsayısı

ı

15.7 7.2 6.5 37.4

Kaynak: Tablo III' deki verilerden

7.0 6.0 1.6 30.9

2.24 1.20 4.01 1.2 ı

hesaplanmıştır.

Tablo IV' deki özet, aıniyane tabiriyle şunu söylemektedir: Türkiye, gelişmiş Batı ülkelerinin kullandığı oranlarda ve benzer modern teknolojik girdiler kullansa da, bu girdilerin kullanım düzeyi ve bunları kullananların teknik bilgi donanıını (olacak iş değil ama) ABD'deki tarım işletmelerindeki gibi olsa bile, Türk çiftçisinin miniskül topraklar üzerinde çalışmaya mahkum edilme durumu sürdüğü müddetçe, çiftçinin refaha kavuşturulması mümkün değildir. Tablodaki rakamların dile getirdiği (gerçi tercüme etmeye gerek yok ama) şudur: Bırakınız ABD'i, Fransa kıyaslaması bile şu gerçeği göstermektedir: Bugün Türk çiftçisi ı 00 kazanıyorsa Fransız I 570 kazanınaktadır ve Türk çiftçisi toprak verimini Fransa'daki çiftçininkine ulaştırsa, 100 yerine 224 kazanacak; ama bu durumda dahi, aradaki refah farkı yaklaşık yedi-kat olacaktır. ABD kıyaslaması ise daha bile çarpıcıdır: Türkiye'deki toprak verimi ABD'dekine eşitlense, ABD'de tarımda çalışanın yarattığı katına değer, Türkiye' de çalışanın yarattığı katına değerin, yine de 31 katı olacaktır. Bu katsayı yalnız ve yalnız çalışan başına düşen tarım arazisinin büyi.jklüğü ile açıklanabilir. Üstelik, Tablo lll'teki veri dizisi 1993'e aittir. 1993 ortalaması olarak TL'nin dolar karşısında yaklaşık %20-%25 aşırı değerlendirilmiş olduğu ve de 1993'ün Türkiye'de bir "bolluk yılı" olduğu düşünülürse, bu tablolardaki katsayıların Türkiye açı­ sından daha da olumsuz olduğu söylenebilir. Kaldı



ki, Türkiye' de bir de tarım işletmelerinin bölünmüş olma sorunu vardır. I 990 yı­ itibariyle, toplam tarım işletmelerinin ancak o/o ı 5'i tek parçadan, %29'u iki veya üç par-

1

l

33

EKONOMIK YAKLAŞIM

çadan ve %66'si ise 4 veya daha çok parçadan müteşekkildir. 6 veya daha çok parçadan müteşekkil araziye sahip tarım işletmelerinin toplam içindeki payları %34 kadardır 1 1• Dolayısıyla tarım işletmelerinin ortalama büyüklükleri ve tarımda çalışan başına düşen toprak, Türkiye'de gelişmiş Batı ülkelerine kıyasla yetersiz büyüklükte olmakla kalmayıp, üstelik bu toprak bir de parçalanmış durumdadır. Dahası, bir yandan yüksek nüfus artışı bir yandan da çiftçi çocuklarının yüksek-düzeyde-eğitim-olanakları ile cihazlandırılıp çiftçilikten başka meslekler edinme olasılığının düşük olması nedeniyle, tarım işletmelerindeki parçalanma ve ufalanma sürüp gitmektedir. Tarımsal işletmelerdeki bu ufalanma ancak iki şekilde engellenebilir: (I)

Kırsal

kesimde nüfus

artış hızının düşmesi

(2) Çiftçi ailelerinin, biri hariç tüm diğer çocuklarını, çiftçilik dışında bir meslek edinecek şekilde cihazlandırabilmeleri için, yüksek düzeyde eğitim görmelerini sağlamaları. Aksi taktirde tarım işletmelerinde ufalma ve dağılma devam : ~ .,-,k ve ancak dağılımın en dibindekilerin geçinememe durumuna düşerek, çaresizlikten lı..1;ıı ....;ı ve kırsal kesimi terk edip kente göçmeleri yoluyla durulabilecektir 12. Oysa, söylemeye gerek yok, bu bir çözüm değildir ve çaresiz, eğitimsiz, donanımsız kitlelerin kente göçü şeklinde tezahür ettiği için problemin çözümü babında değil problemin parçası babında karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda önerilen iki çözüm elbette, cet. par., "ütopik"tir; şimdiki (veri) durumda gerçek dışıdır. Önerilen çözümlerin hayata geçmesi, vurgulamak gerekir ki, çiftçi ailelerinin zenginleşmesi ile mümkündür. Oysa çiftçi ailelerinin zenginleşmesi, yaşam standartları­ nın yükselmesi, çocuklarının biri hariç diğerlerine başka meslekler kazandıracak eğitimi sağlamaları, en son analizde, üzerinde çalıştıkları toprakların mikyasının büyümesi ile mümkündür. Yoksa hektar-başına verim artışları, bundan sonra, ancak marjinal olarak "zenginliğe" katkıda bulunabilir. Bunu yukarıda gördük. Bu böyle olduğuna göre, ve de Yunanistan'ı veya Orta Asya ülkelerini istila edip, oradaki insanları kılıçtan geçirip, topraklarını kendi vatandaşlarımıza dağıtmak gibi veya nüfusumuzun "artık" kısmını "Yeni Dünya"ya rahatça ihraç etmek gibi çözümler de söz konusu olamıyacağına göre, toprağa bağlı kalacak çiftçi ailelerinin işledikleri toprakların ortalama büyüklüğünün, iki, üç ve daha sonra beş katına çıkması için, bugün toprağa bağlı olan her beş çiftçiden ikisinin, üçünün, zamanla dördünün, kırsal alandan kopup kente, tarım sektöründen çıkıp endüstri ve hizmet sektörlerine intikalleri gerekmektedir. Oysa bu acı bir reçetedir: Bu kadar insanı, hele toprağa bağlı gelenekler ve değerlerle yoğrulmuşlarken, acısız bir biçimde topraktan koparmak nasıl mümkün olabilir? Bu pek mümkün görünmemektedir. Kaldı ki, mümkün olsa bile, bunun imiemiediği kente-göç'ün altından, zaten şimdi bile problemlere garkolmuş kentler nasıl kalkabilirler?

Konuya ilişkin fasit daire, birbiri içine geçmiş ikilemleri ile, işte bu biçimde ortaya konabilir. Resim karanlıktır. Kırdan kente göçün daha da hızlanarak sürmesi gereğine işaret etmektedir. Bu güne dek oluşmuş göç oranı ve hızının fevkinde bir hız söz konusudur. Bugüne kadar oluşmuş olan göçün yarattığı problemierin ağırlığı ve yoğunluğu göz önüne

34

M. Kemal Çokman

alınırsa bu analizden memektedir.

çıkartılacak

"rcsim"c pembe gözlüklcrle bakabilmek mümkün görün-

Özetlemek gerekirse, Türk tarımında toprak üzerinde nüfus baskısı olduğu; tarım sektöründen kentlere ve diğer sektörlere göçün devam etmesi ve kırsal kesimde tarımla uğraşan çiftçi ailesi başına düşen toprak büyüklüğünün artmasının gerektiği söylenebilir. Bu altbölüme Amerika ile kıyaslama yapmanın genelde abes olduğunu söyleyerek başlamıştık. Avrupa' da tarımdaki işletme ölçekleri elbette ABD' deki kadar büyük değildir. Örneğin Fransa, İspanya ve İngiltere'deki ortalama tarım işletmesi büyüklüğü ABD'dekinden yaklaşık 4-5 kat daha küçüktür. Fakat bu demektir ki bu ülkelerdeki tarım işletmesi ölçekleri bile (ortalama olarak) Türkiye'dekilerine kıyasla 5 kat daha büyüktür, ve Avrupa'nın ABD'e kıyasla göreli küçük tarım işletmesi ölçütlerine ulaşmak için bile Türkiye'deki tarımsal nüfusun 4-5 kat azalması gerekmektedir. Başka bir deyimle bugün kırsal alanda yaşayan ve tarımla iştigal eden yaklaşık 30 milyonluk nüfusun ilk etapta 15 milyona, zamanla da 6 milyona doğru inmesi gerekmektedir. Bu ve bunun içerdiği sorunlar ciddidir, yığışmaktadır ve zamanla daha da büyüyecektir. Kentlerin altyapı sorunları bugün bile ciddi bir biçimde büyümüştür. Gelişim ve endüstrilcşmc süreci içinde sürmesi ve hatta hızlanması gereken kırdan-kente göç olgusu, süregiden hızlı nüfus artışı ilc de besienirken bu sorunlar ne boyutlara erişecektir? Bırakınız vergi-reformuııu, var olan vergi yasalarını bile uygulamaktan kısa vadeli politik hesaplarla kaçınanlarca yönetilegelmiş olan bu devlet, bu sounları çözmeye yarayacak yatırımları yapmak için gerekli fonları nereden bulacaktır? Bulaınayacaktır. Devleti yönetenler, sağlıklı bir kamu-ınaliyesi ihdas etmek için hiçbir girişimde bulunmamaya devam edecek ve daha çok iç ve/veya dış borçlanınaya yöneleceklerdir. Aldıkları borçlar ise, bu sorunları çözmek için kesinlikle yetersiz kalacak; ama öte yandan, var olan borç sorununu ve buna bağlı olarak ağırlaşan sosyal ekonomik ve politik problemleri yepyeni tepe noktalarına taşıyacaktır. Şimdi

bu olgular bütününün belirli bir imiemi üzerinde daha etraflıca durmak istiyorum.

2.2. TARIMDAN DiGER SEKTÖRLERE VE KIRDAN KENTE DEVAM ETMESi GEREKEN GÖÇ'ÜN BAZI iMLEMLERi Yukarıda alt-başlık altında ileri sürülen argüman, tarihsel olarak bütün gelişmiş ülkelerde endüstrileşme ve gelişme ile atbaşı gitmiş olan bir sürecin Türkiye' de de yinelenmesi gereğinin ifadesinden başka bir şey değildir. Endüstrileşme ve kalkınma süreci içinde tüm ülkelerde toplam aktif nüfus içinde tarım ile uğraşan nüfusun giderek azaldığı; endüstrileşmiş ve/veya endüstrileşmc-ötesine erişmiş (post-industrial) toplumlarda bu oranın, çoğu ahvalde %5'in altına indiği gözlenmiştir. Söz konusu oran ABD'de %2; İsviçre'de %3.4, isveç'te %3.3., Danimarka'da %3.9, İngiltere'de %U~. Belçika'da %1.5 civarında­ dır. Fransa'da daha yüksektir: %4.3 civarındaı 3 . Endüstrilcşınc süreci içinde tüm azgeliş­ miş ülkeler benzer bir deneyimden geçmişler ve geçmektedirler. Türkiye'de ise bu oran haHi %45 civarındadır 14 . Bu oranın birkaç nesil içinde %1 O'a indirilmesi demek, nüfusun sabit kalma varsayımı altında bile, yaklaşık 25 milyon insanın kırdan kente güç etmesi de-

EKONOMIK Y AKLAŞIM

j-

tn

t-

k. ın

krı

lll

cl~­

:1-

r, le ta

:n nı

v1lll

)-

k:

35

mektir. Söz konusu gelişimin iki-üç nesil içinde gerçekleştiğini ve bu zaman zarfında Türkiye'nin nüfusunun iki katına çıktığını varsayarsak, iki üç nesil zarfında 50 milyona yakın birinci-veya-ikinci-nesil kırsal-kökenli insanın, kırdan kente göçü ve tarım sektöründen diğer sektörlere transferi söz konusudur. Demografik piramidin niteliği ve işgücüne katılma oranı hakkında bazı basitleştirici varsayımlar yaptığımııda ortaya çıkan rakam şudur: Eğer gelecek 50 yıl içinde Türkiye gerçekten endüstrileşecek ise ve bu zaman zarfında tarımsal alanlarda yaşayan ve tarım sektöründe istihdam edilen nüfusun toplam işgücüne oranı %1 O'a inecekse, söz konusu 50 yıl içinde Türkiye' nin nüfusunun I 20 milyona çıkacağı varsayımı altında en az 40 milyon yeni iş sahası açılması gerekmektedir. Bunlar ürkütücü rakamlardır. Endüstri sektöründe marjinal işçinin istihdam edilmesi için gerekli ortalama yatırım miktarının bugün bile 60,000 dolar karşılığı TL civarında olduğu düşünülürse, bu transformasyonun bugünkü nüfus artış oranları ile gerçekleştirilmesinin çok güç olduğu­ kavranabilir. Kaldı ki, Türkiye nüfusunun 120 milyona, 50 değil 35-40 yıl içinde ulaşması da olasıdır. O taktirde sorunsal, o denli daha çetin ve ciddidir. Köyleşen kentler ve gecekondu olgusu; kişi-başına düşen milli gelir artış hızlarında ve kadınların eğitim ve istihdam düzeylerinde arzulanan gelişmelerin umulan hızda gerçekleşmemesi; "İslam" ve "din" söyleminin köy-nitelikli kent-varoşlarında giderek büyük taraftar topluyor olması ve benzeri sosyal, kültürel ve iktisadi faktörler, yukarıda yaptığımız zihinsel egzersize baz alı­ nan düşük nüfus artış oranı tahmininin yerine yüksek cstimenin kullanılmasının daha gerçekçi olabileceğine işaret etmektedir. Ama eğer öyleyse, Türkiye'nin endüstrileşme sürecini, sektörel nüfus dağılımı ölçütüne yansıyacak bir biçimde tamamiayabilmesi bu süre zarfında mümkün görünmemektedir. Fakat eğer bu süreç, tüm boyutlarıyla gelecek iki nesil içinde tamamlanamazsa, daha sonra tamamlanma olasılığı giderek azalacaktır. Argümanın closure'ını şöyle

i1.

~-

le t-

n, le

n n

verelim: 50 yıl sonrasının 120 milyonluk Türkiye'sinde eğer nüfusun %30'u haHi tarım sektöründe çalışanlardan ve onların bağımlılarından müteşekkil olsa, o zaman kırsal kesimde 40 milyon insan yaşıyor olacaktır. Oysa bugün kırsal kesimde 24.6 milyon yaşamaktadır ve buna rağmen Türk çiftçisinin sahip olduğu toprağın ortalama büyüklüğü Amerikalı çiftçinin ortalamasına kıyasla 30, Avrupalı çiftçinin ortalamasına kıyasla 3-5 kat daha küçüktür. O zaman ise, daha bile küçük olacaktır. Ve bu sözkonusu 40-50 yıllık bir zaman kesiti içinde, kırsal kesimin kente 30-40 milyon insan ihraç etmiş olmasına rağmen böyle olacaktır. .. Biz bu tabloya bakınca karamsar olmaktan kaçınamıyoruz. İvedi ve neredeyse mucizevi bazı gelişmeler gerçekleştirilemez ise, bu rakam ve dinamiklerin işaret ettiği netice, Türkiye'nin 1960'lı yıllarda umulduğu gibi endüstrileşıncsi, Batılılaşması, kişi başına düşen milli gelirinde, eğitim düzeyinde ve diğer kalkınına ölçütlerinde gelişmiş ülkeleri yakalaması değil de, Türkiye'nin Doğululaşması, ve hatta Pakİstanlaşması olasılığının giderek artabileceğine işaret etmektedir kanısındayız. Bu süreç içinde Türkiye sadeec kendi halkı için değil, çevre ülkeler için de arzulanmaz bazı politik yapılar da oluşturabilir; ve hatta, Yunanistan' ın son yirmi yıldır haksız yere tekrarlayıp durduğu "tehlike kuzeyde değil doğudadır" tezi hakkında "uzun vadede hiç te haksız değillcrıniş" dedirtccek türden yapılan­ malar ve olgular bile ortaya çıkabilir.

36

M. Kemal Çokman

Neden bunca kötümser yazıyorum? Sanırım, kötümserlik için fazlasıyla yeterli bazı rakamlara, olgulara ve projeksiyonlam ve bunların arasındaki çok yönlü etkileşimiere bu altbaşlık altında değindim. Gerçekçi bir karamsarlık için bunlar yeterli değilse, bütün bunların, aşağıdaki alt-başlık altında (hakkını vermeyerek, çok kısa ve kabaca da olsa) değine­ ceğimiz çevresel ve ekolojik sorunlarımızia ve erozyon ve orman-kıyıını ile eklemleşen boyutlarını da hep-bir-arada düşünmenizi istiyorum.

3. TÜRKIYE'NIN EKOLOJIK VE ÇEVRESEL SORUNLARINA ÇOK KISA BIR BAKlŞ Türkiye' nin, hem azgelişmişlik çerçevesi içinde hızlı ve çevre sorunlarına karşı duyarsız bir endüstrileşme sürecinden hem de hızlı nüfus artışından kaynaklanan ciddi çevresel ekolojik sorunları vardır ve bu sorunlar giderek büyüme istidadındadır. İzmit

ve İzmir körfezleri dünyanın en kirli tuzlusuları arasında yer alır. İstanbul'un Anadolu ve Rumeli yakalarındaki kıyı şeridinde de kirlenme had safhadadır. İstanbul çevresindeki suların daha da ciddi boyutlarda kirlenmesini ancak derin ve yüksek-debili İstanbul Boğazı önlemektedir. Endüstrileşmenin yoğunca olduğu Çukurova, Bursa Ovası, Ankara ve İzmit, İzmir ve Eskişehir gibi kentlerin civarındaki çaylar, gerek endüstriyel atıklar gerekse antılmadan salınıvermiş insan dışkıları ile rekor derecede kirlidirler. Ortalama Türk insanı, ortalma bir Kuzeybatı Avrupalı'nın tükettiği enerjinin onbeşte birini ve ortalama bir Yunan'lının tükettiğinin dörtte birini tüketirken; Kuzeybatı Avrupa ülkelerinde ve Yunanistan'da kişi başına düşen özel otomobil sayısı Türkiye'dekine kıyasla, sıra­ sıyla, 8 ve 4 kat daha fazla iken bile, Türkiye'de ciddi hava kirliliği sorunları da vardır. Üretilen kirliliğin mikyasının endüstriyel üretimle pozitif korelasyon içinde olduğu düşünülürse, tablonun ciddiyeti daha açık bir biçimde anlaşılır. Türkiye'de kişi başına düşen endüstriyel üretim ve tüketimin Kuzeybatı Avrupa standartlarına büğün çıkması demek, Türkiye'nin gerçekleştirdiği endüstriyel üretimi yaklaşık oniki kat arttırması demektir 15 • Eğer sözkonusu kişi-başına-düşen tüketim standardına 50 yıl sonra varacağı­ nız varsayılsa, bu arada nüfus iki kat artmış olacağı için, endüstriyel üretimimizin, oniki değil, yirmidört kat arttırılması gerekecektir. Oysa, Türkiye, bugünkü üretimini gerçekleş­ tirirken bile onca çevresel kirlilik üretmiştir ki, 1980'li yılların ikinci yarısında yayınlanan Avrupa kaynaklı bir rapor, Türkiye'nin çevre-kirliliği bağlamında Avrupa standartlarını tutturması için yapması gereken yatırım miktarını 17 milyar dolar olarak vermiştir. Rakamlarda bir çelişki yoktur. Üretilen endüstriyel atık (ve dolayısıyla potansiyel kirlilik) endüstriyel üretim ile bire bir korelasyonda iken, Avrupa' nın yaklaşık 12 kat büyük kişi başına endüstriyel üretimine rağmen Türkiye' den temiz bir çevreye sahip olduğunu ima eden bu rakamlar, bir çelişkiye değil, çevre kirliliğini önleyecek yatırımların, endüstriyel gelişme hızının da üstünde bir hızla artması gerektiğine işaret etmektedir. Oysa Türkiye, bu tür yatırımları kamu sektöründe yapacak ve de özel sektörde yapılmasını sağlayacak

nan ı ra, altmla~ın eeşe n

37

EKONOMIK Y AKLAŞIM cinsten bir yönetime son 40 cağa pek benzememektedir.

yıldır

sahip

Burada özetle vurgulamak istediğim ve ciddiyeti üç temel faktöre bağlıdır: (1)

Kişi başına düşen

~esel

nA!Vrenbul

kara r ge-

birikelesıra-

ı l l

düdüde-

ması

:ağı­

miki kleş­

anan ı tut-

kirlik kiima ri yel kiye, acak

şudur:

ve gelecek bir kaç nesilJcJc sahip ola-

Çevresel ve ekolojik

sorunların büyüklüğü

endüstriyel üretim

(2) Nüfus (3) Çevre kirliliğini önleme için ~yar­

olmamıştır

geçmişte yapılmış

olan ve yapılan

yatırımların mikyası.

Tü~kiye'de

nüfus artış hızı hala %2 civarında seyretmcktedir ve Türkiye, bu arada pek beceremiyor olsa da, hızlı bir üretim artışı hedefleyen, elinden gelse kişi başına düşen ortalma yıllık-büyüme hızını yılda %5'lerin üzerine çıkarmayı amaçlayan bir ülkedir. Son 15 yıldır bu rakamı tutturamamış olmakla birlikte, varsayınız ki, bu tür hızlı bir büyüme oranını gerçekleştirdik ve idame ettirebildik. Bu arada, eğer nüfus artış hızında çok önemli bir düşme olmazsa (ki, böyle ani düşme beklenemez) ve eğer Türkiye'nin gerek özel gerek kamu sektöründeki yöneticiler çevre kirliliğini önleme amaçlı yatırımları, sair endüstri yatırımlarının birkaç katı hızla arttırmaya yanaşmazlar ise (ki, yanaşacağa hiç benzemiyorlar), Türkiye'nin çevresel ve ekolojik sorunları bir çığ gibi büyüyecektir. yeniden değinelim: BM kategorizasyonuna göre bir ülkenin su kaynakları açısından zengin sayılabilmesi için kişi başına yılda brüt-potansiyel ı 0.000 metreküp suya sahip olması gerekir. Bu, geliştirilmiş olsun olmasın, varolan tüm su kaynaklarını kapsadığı için, "gelişmişlik" ölçütüyle ilgili olmayan bir standarttır. Türkiye bugün yaklaşık 2,400 metreküp ile fakir grubun üst sıralarında yer almaktadır. Sayın Demirel bu ülkenin başına başbakan olarak ilk geçtiği 1965 yılında Türkiye, kişi başına yaklaşık 5,000 metreküp su kaynağı ile orta zengin bir ülkeydi. Demokrat Parti iktidarı ele geçirdiğinde, su açısından zenginlik klübünün sınırında idi. ı 930'larda ise bu ölçütte kesinkes zenginler klübünün içindeydi. Demirel'in 120 milyonluk Böyük Türkiye Vizyonu (!)gerçekleştiğinde ise, kesinkes "fakir/er klubü"nün ortasmda yer alacaktır-lıatta biraz altmda 16 • Türkiye'de hızlı nüfus artışının ekolojik kaynaklar üzerinde baskısı yok muymuş, beyler? Rica ederim, şapkalarınızı önünüze koyup bir daha düşününüz. Şunu da düşününüz: Bunca yıllar iktidarda kalmışken nüfus planlaması ve hatta nüfus kontrolu hakkında niçin olumlu tek bir adım atmadınız? "İslam ülkesinde oy kaybı korkusu"mu? Kuşkusuz! Ama Malezya da bir İslam ülkesi, ve bu alanda tutarlı ve ciddi bir kampanya başlatmaktan ve bu kampanyayı bir hükümet politikası olarak yürütmekten kaçınmadı 17 • Su sorununa da

kısaca

Türkiye'nin ekolojik sorunları ve bu sorunların nüfus artışına ve endüstrileşmeye paralel olarak nasıl ve neden artacağı üzerinde derinlemesine durmak için yerimiz çok dar. İle­ ride bu konuyu başka bir çalışmada etraflıca ve hakkıyla incelerneyi planlıyorum. Ama bu konuyu kapatmadan önce Türkiye'deki erozyon ve orman kıyıını sorunlarına kısaca da olsa değinmeden geçemiyeceğim.

38

M. Kemal Çokman

3. 1 EROZYON SORUNU VE EKILI ALANIN AŞIRI GENIŞLETiLME OLGUSU (1950-1980) Türkiye'nin önemli bir erozyon sorunu vardır ve bu sorun, orman ve mer'a kıyıını sorunuyla yakından ilgilidir. Türkiye, yılda 500 milyon ton toprağını erozyon yoluyla kaybetmektedir. Bu, 2 cm derinlikte 200 bin dekarlık üst toprak kaybına eşdeğerdir. Her yıl taşı­ nan bu toprak materyali ile birlikte 8.7 milyon ton bitki besin maddesi taşınıp gitmektedirıs. Gübre eşdeğeri olarak hesaplandığında, erozyonla kaybedilen bitki besin maddelerinin parasal değeri 1980 fiyatlarıyla 260 milyar TL (yaklaşık 8 milyar dolar) etmektedir19. Bu kaybın, marjinal de olsa, bir artış eğiliminde olduğundan şüphelenilmekte ve İç Anadoluda rüzgar erozyonunun giderek artmasından ve ABD' nin Kansas, Kuzey Texas, Güney Dakota civarında 1930'larda olduğu gibi toz ve kum fırtınalarının önümüzdeki ikiüç nesil içinde Orta Anadoluda da oluşmasından korkulmaktadır. Erozyonun önemli bir sorun haline gelmiş olmasının temelinde iki önemli faktör yatmaktadır (i) Türkiye'de tarıma elverişli olmayan marjinal arazilerin, özellikle 1950 yılın­ dan sonra ekime açılmış olması ve (ii) buna bağlı olarak ortaya çıkan mer'a ve orman kı­ yımı sorunu. Bunlardan ikincisine aşağıda, 3.2 başlığı altında değineceğiz. Şimdi, ilki üzerinde bazı rakamlar verip kısa bir yorum yapmak istiyorum: 1927 yılında, Türkiye'de km 2 başına 15 kişi düşerken ekime elverişli olan 23 milyon h. arazinin sadece 4.4 hektarı yani yaklaşık altıda biri ekiliydi. Ekili arazi miktarı 1928'de 8.5 milyon hektara, 1950'de ise 14.5 milyon hektara çıkmıştı 20 . Bayar-Koraltan-Menderes üçlüsü'nün iktidara geldiği yılda Türkiye'de tarıma elverişli olmayan ve orta veya daha şiddetli erozyona açık arazilerde hemen hemen hiç ekim yapılmamaktaydı. 1950-55 yılları arasında 8.3 milyon hektar daha arazi ekime açıldı 21 ; böylece, ekili arazinin büyüklüğü bu dönemde %57 oranında arttı ve 22.8 milyon hektara ulaştı. Artık, Anadolu'da ekime elverişli olmayan araziler de ekime açılmaya başlamıştı. Ekili arazilerin aşırı genişletilmesine olanak veren politikalar, daha sonraları da sürdüve tarım arazileri 1970'te (l955'e kıyasla %20'lik bir artış ile) 27.2 milyon hektara ve en nihayet günümüzde 27.7 milyon hektara yükselmiştir22 . 1970'ten bu yana bu artış hı­ zı yavaşlamış ve erozyona açık arazilerin işlenmez hale gelip terkedilmesinin de etkisiyle bugünlerde 27.7 milyon hektar civarında stabilize olmuştur. Fakat bugün dahi, yaklaşık 6.1 milyon hektar V. VI. ve VII. sınıf arazi (yani toprak özellikleri bakımından yetersiz ve orta veya şiddetli erozyon riski taşıyan topraklar) ekilmeye devam edilmektedir.

rülmüş

Araziler özelliklerine göre, hiç sorun göstermeyen I. sınıf topraklar ile bitkisel üretime olanak vermeyen VIII. sınıf topraklar arasında sekiz sınıfa ayrılırlar. Bu sekiz arazi sını­ fından ilk dördünde toprak işlemeye uygundur; son dört grup ise, orman ve mer'a gibi devamlı bitki örtüsü altında bulundurulmak zorunda olan topraklardır 13 • Aşağıdaki Tablo 1990'lı yılların başında, Türkiye' deki arazi kullanma durumunu özctlcmektedir.

ı

an

39

EKONOMIK Y AKLAŞIM TABLO V KALITE KATEGORIZASYONUNA GÖRE TÜRKIYE'DE ARAZI KULLANMA DURUMU

ıru-

1-4 Sınıf milyon h.

5-8 Sınıf milyon h.

Toplam milyon h.

o/o

Kuru Tarım Sulu Tarım Bağ-bahçe ve Özel Ürünler

17.53 2.96

5.07 0.00

22.60 2.96

29.1 3.9

1.11

0.99

2.10

2.7

Ekili Arazi

21.60 3.27 0.99 0.51 0.18

6.06 ı 8.45 14.14 7.82 4.7ı

27.66 21.72 ı5. 13 8.33 4.89

35.7 27.9 19.5 10.7 6.2

26.55

5 ı. ı 8

77.73

ıoo.o

)CtlŞInıp

ad\.tedç \as, iki-

Çayır-Otlak

tatlı n-

Orman Çalı-Funda Diğer

kı-

ilki

TOPLAM Kaynak: Türkiye Çevre

aha ları

bu ve-

Sorunları Vakfı,

------

Türkiye'nin Çevre Sorunları. ı 99 ı, s. 267.

Bu tablo' nun özet olarak işaret ettiği şudur: Tükiyc'dc, tarıma hiç açılmaması gere· ken ve orta ve yüksek erozyon riski taşıyan V.-VIII. sınıf arazilerden 6.11 milyon hektar arazi tarıma açılmıştır. Bu; toplam tarım arazisinin %22 'sini teşkil etmektedir. Bu araziler hakkında Türkiye Çevre Vakfı'nın bir raporu şunları yazınaktadır: " ... Toprak özellikleri bakımından yetersiz, erozyon riski taşıyan, ıslaklık ve iklim koşulları nedeni ile işlenıneye uygun olmayan V., VI. ve VII. sınıf araziler( ... ) devamlı bitki örtüsü altında bulundurulmaları halinde dahi, V. sınıftan başlayarak VII. sınıfa doğru gittikçe artan sorunlara sahiptirler. Bu koşullara rağmen bu tür arazilerin 6.1 1 milyon hektarında işlemeli tarım uygulanmaktadır. Çok şiddetli erozyon görülen bu alanlardaki topraklar hızla elden çıkmakta ve yerlerinde bölgeye has mer' a veya orman bitkilerinin dahi yetişemiyeceği koşullar oluşmaktadır. Yaklaşık 6 milyon hektar tutanndaki işlenen bu arazinin tamamının 1990 yılına kadar, mcr'a ve arınana dönüştürülmesi için planlar yapılınalı ve uygulamaya gidilmclidir24 ... "

Oysa bu bağlamda I 965'ten bu yana hiçbir şey yapılmamıştır: Konu kendi haline bıra­ kılmış; oy kaybetme korkusu gibi malum gailelerle gözardı edilmi~tir. ı 955 senesinde ekilen arazinin 22.8 milyon hektara ulaştığı göz önünde tutulursa, Türkiye'nin ekili tarıma uygun alanlarm tümünü 1954-55 yıllan arasında ekime açmış olduğu; bundan sonra tarım arazisindeki artışların genellikle ekime elverişli olmayan ve erozyana açık IV.-VIII. sınıf arazilerden kaynaklandığı ve bunun gerek ekolojik açıdan, gerek ülkenin orta ve uzun va-

40

M. Kemal Çokman

son derece sakıncalı bir politika olduğu açıktır. Hal bu iken, tüm sagerek DP döneminde ve gerekse daha sonraları 1980'1ere dek bu politikalar sürdürülmüştür. Söz konusu dönemde iktidarı elinde tutanların bu politikaları sürdürmelerinde, popülizm ve oy-kaygısının etkin olmuş olduğuna ve de ayrıca konunun, bu bölümde üzerinde durduğumuz hızlı nüfus artışıyla doğrudan ilişkili olduğuna dikkat çekmek isterim. Şunu da vurgulamak isterim: Bu bağlamda "deniz I 970'1erin başında bitmiştir".

deli

refahı açısından

kıncalarına rağmen,

Türkiye' deki enflasyon oranının uzun vadeli grafiği çizildiği taktirde, ortaya bir J eğiri­ si çıkar. Soru: Gerçi bu J-Eğrisinin yukarı doğru kıvrıldığı zaman diliminde (yani 1975-80 arası) OPEC petrol zamlarının Türkiye'ye geç yansıtılmasının ve benzer bir biçimde 1970'lerin ilk yarısında sürdürülmüş "gerçekçi-olmayan kur ve faiz politikaları"nın etkisi vardır ve gerçi J-eğrisi 1980-86 arasında (12 Eylül askeri rejiminin Özal döneminin ilk yarısana da sarkan otoriter kemer-sıkma politikaları sayesinde) ters dönüp bir "bombe" yapmıştır ve gerçi enflasyonun (bombeli de olsa) bu tür bir J-eğrisi çizmesinin ardında "ucube kamu maliyesi" uygulaınaları ve onulmaz oranlarda vergi kaçakçılığına göz yuınulr,ıa olgusu da vardır; ama acaba ekili arazilerin genişletilmesi bağlaınında "denizin bitmiş" olması ile hızlı nüfus artışının sürüp gitmiş olması olgularının birarada varolmasının da bu enflasyonİst baskıları arttırma bağlamında etkisi olmamış mıdır? Bence olmuştur. Hem de önemli ölçüde. Bu closure ile bu bölüme son vermek olsa değinmeden geçemeyeceğiz.

vardı;

ama mer' a ve orman konusuna çok

kısa

da

3.2. MER'A-KIYIMI, ORMAN SORUNU VE BIR ÖNERI 3.2.1 MER'A KlYlM/ VE ORMAN SORUNU Ekili arazilerin aşırı genişletilmesine paralel olarak I 954 yılında 44.3 milyon hektar olan m er' a arazisi 1970'de 26.1 milyon hektara 1980'dc 2 I .8 milyon hektara ve en nihayet 1990'da 20.7 milyon hektara düşmüştür25 . Yani, mer'alar 1954 ile 1980 arasında yarı yarı­ ya azalmıştır. FAO tanırnma göre "en az beş yıl süreyle hayvan beslenen ekili veya yabani otla kaplı otlak alanı" cinsinden mer' alardaki azalma ise, 1970-90 yılları arasında daha da yüksek seyretmiştir. 1970, 80 ve 90 yılları itibariyle bu tanıma giren mer' a alanı, sırasıyla, 10.8, 9.7 ve 8.6 milyon hektardı. Bu tanıma giren mer'alar, toplam tarım alanının oranı olarak I 970 ile 1990 arasında, %28.1 'den %23.6'ya düşmüştür. Bu gelişıneler esnasında, 1954 ile 1990 yılları arasında m er' al ara yayılan hayvan yoğunluğu ortalama yaklaşık üç katına çıkmış; " ... (bunun) sonucu, ıner'alarda ot verimi ve kalitesi düşerken; 1950'lerde 26 civarın­ da bulunan çayır bitkisi türünün 5-6 türe indiği belirlenmiştir26 . Ormaniara gelince: Bugün Türkiye'de orman sayılan alanın genişliği 20.2 milyon hektardır ve ülke yüzeyinin %26.2'sini kapsamaktadır. Fakat Tablo IV' dan görüldüğü üzere, bu 20.2 milyon hektarın 11.34 milyon hektarı (ya da %56'sı) "verimsiz" kategorisindedir. Verimli koru ormanlarının alanı ise sadece 6.2 milyon hektardır (orman sayılan alanın sadece %30'u). Dolayısıyla "verimli koru ormanları" ülke topraklarının sadece %7.8'ini kaplamaktadır.

an

ı

saliti!ürbu :ekir". ~ırı­

-80 nde ki si ya·ap-

41

EKONOMIK YAKLAŞIM

TABLO VI TÜRKIYE'DE ORMANLARlN NITELIK VE IŞLETME BIÇIMINE GÖRE DAGLIMI İşletme

biçimleri

a) Koru

Ormanları

Verimli %

Verimsiz %

Toplam

-İbreli Ormanları

6.17 4.56

-Yapraklı

ı.

4.76 3.95 0.50 0.31 6.59

10.93 8.52 1.50 0.91 9.27

1.35

20.20



Ormanlar -Karışık Ormanlar b) Baltalık Ormanlar

0.60 2.68

TOPLAM

8.85

ı

lCU-

lr.ıa

ol- bu ı de

ı

da

roıyet arı­ ıanı

ı

da yla, )laj54 tma rın-

tar~0.2

koı'u).

Kaynak: Orman Genel Müdü_rlüğü 1988 Döneı Sermaye Bütçesi. Aktaran: Türkiye.Çcvre Vakfı, Op. cit .. s. 321 Not: Tablo V ile bu Tablo arasında orman alanı rakamları açısından, ufak ta olsa bir fark var: Tablo V, orman alanları toplamını (dolayısıyla

15.3 milyon hektar ve Türkiye yüzölçümünün %1 9.5'i olarak verirken; bu tablo, bu

oraııı

%20.2

15.7 milyon hektar) olarak vermektedir.

Türkiye'de Koru Ormanlarının bir hektarında 74 m3, Baltalık Ormanların hektarında 17.6 m3 olmak üzere ortalama 48 m3 /h hammade-odun varlığı bulunmaktadır27. Bu, EskiYugoslavya'da 129, Japonya'da 89 ve Avrupa ortalaması ~larak 105 ın 3 tür28 . Hektar başı­ na düşen odun verimi cinsinden hesaplanırsa, Türkiye' deki 15.1 milyon hektar orman arazisi, 7.0 (veya 7.2) milyon hektar Avrupa-eşdeğeri-orman'a tekabül etmektedir. Başka bir deyişle, Avrupa ortalaması eşdeğerine tercüme edildiği taktirde, diyebiliriz ki, Türkiye'nin %20.2'si değil, aslında, yakla~ık sadece %9'u (veya %9.3'ü) ornıanla kaplıdır 9 • Türkiye'de 1937-87 yılları arasında 42,965 orman yangını çıkmış ve toplam 1.35 milyon hektar orman yanmıştır. Bu yangınların %47'sinin sebebi belirlenememiş, sebebi belirlenen orman yangınlarının %52.5'inin bilerek (kasten) çıkarıldığı %44.9'unun ise ihmal nedeniyle çıktığı sonucuna varılmıştır30 . Fakat bu orman kıyıını, Cumhuriyet dönemi boyunca yapılan ağaçlandırma çalışmaları ile önemli ölçüde telafi edilmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca 1987 sonuna kadar, 1.ı milyon hektar orman-içi 41 ,000 h. orman-dışı ağaç­ landırma çalışınası yapılmış; ayrıca 243 bin hektarda enerji ormanı kurma, 180 bin hektarda erozyon-kontrolu-amaçlı ve 53 bin hektarda da otlak-iyileştirmc-amaçlı orman yetiştirme çalışması gerçekleştirilmiştir31.

Mer'alar açısından büyük kıyım son yarım yüzyılda gerçekleşmiş ise de, Anadolu'da orman kıyımının tarihi binyıllarla ölçülür. Anadolu, orman örtüsünün kalitesi ve humus tabakası açısından Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine kıyasla fakir bir memlekettir~ ve Anadolu ekolojik bakımdan yorgundur. Çünkü neolitik çağdan beri bağrında (çağına göre yüksek bir nüfus yoğunluğuna sahip) toplumlar besleıniştir. Bu arada humus tabakasının ve orman örtüsünün çok büyük bir kısımını kaybetmiştir. Bugün, Anadolu' daki or-

42

M. Kemal Çokman

manların büyük bir kısmı ikinci ve üçüncü nesil ormandır. Üstelik, yukarıda da işaret ettiğimiz

üzere, resmi istatistiklerde "orman" diye geçen ormanların önemli bir kısmı verimsizdir; gerçekten orman değil de, maki veya çalıçırpı ve bodur ağaçlardan müteşekkil örtülerden ibarettir. Anadolu'nun neolitik çağdan beri iskan edilmiş bulunmasından kaynaklanan "ekolojik yorgunluğu"nu simgeleyen bir örnek vermek istiyorum: Ankara'nın yaklaşık

100 kilometre kadar Güneybatısında Kral Mi das'ın Mezarı bulunmaktadır. M.Ö. 8. yüzyıla ait olan Frig Kralı'nın mezarını ziyaret etmiş olanların dikkatini çekmiştir: mezar, çapı yarım metreden büyük işlenınemiş toınruklarla desteklenmiş bir çatıya sahiptir. Oysa mezarın bulunduğu çevrede, dcrelerin yanında yetişen sögütlerden başka ağaç yoktur. Çapı yarım metreden büyük ağaçlara ise, bugün en zengin ormanları­ ınızda bile nadiren rastlanınaktadır; Kısacası, Anadolu son 3.000 yıl içinde ve (özellikle son üç-dört yüzyılda) çok önemli derecede ve boyutta ekolojik ve çevresel tahribata uğra­ mış bir toprak parçasıdır. Ayrıca çağdaş bazı

bilimsel çalışınalar ve kompütür projeksiyonlarının işaret ettiğine göre, bugünlere kadar tahıl deposu olarak bilinen İç Anadolu Bölgesi ciddi bir çölleşme tehlikesi ile karşıkarşıyadır. Aslında İç Anadolunun önemsiz addedilemeyecek bir kısmı daha şimdiden çölleşmiştir. "Çöl", Sahra'daki gibi kum tepelerinin varlığını gerektirmez. Taban kayanın ortaya çıktığı veya üst-toprağın (Top-soil'in) bitki yetişmesine olanak sağ­ larn~~'acak derecede erozyon ile taşınıp gitmiş olduğu her arazi parçası, bilimsel tanımıy­ la çöldür. İstanbul'dan binip Ankara'ya gelirken güneşle uyanıp pencereden bakınız: Bu tanıma uygun alanların, arazinin yaklaşık %1 5-20'sini kapsaclığını gözleyeccksiniz.

3.2.2 REFORESTRASYON ILE ILGILi BIR ÖNERI henüz yeterli düzeyde değildir. Bilimsel araştırmala­ rın bulguları, Türkiye'de kesinlikle en kısa zamanda ağaçlandırılması gereken alanın 18 milyon hektar dolayında olduğu ve ancak yılda en az 300.000 hcktarda ağaçlandır­ ma yapılması durumunda kritik noktadan uzaklaşılabileceğini ortaya koymuştur" 32 .

"Orman

yetiştirme çalışmaları

kesimde işsizlik vardır. Dolayısıyla kırsal kesim ( 1996 Ocak ayı fiyatlarıyla) senede 100 milyon TL ücretle ve ekim ve hasat aylarında toplam 3-4 ay izin vermek kaydıyla, 100,000 vasıfsız işçi toplarsınız. Bunları kı­ sa bir eğitimden geçirdikten sonra, yukarıdaki koşullarla, ağaçlandırma çalışmalarında istihdam edersiniz. Günde 8 saat çalışmayla, bir işçinin 40 fıdan diktiğini varsayınız (Bu gerçekçi bir rakamdır). O zaman, 100,000 işçi, 250 günde, 1 milyar fidan diker. Fidanların metrekareye bir tane olmak üzere dikileceği düşünülürse, bu, yılda ı ,000 km 2 veya 100,000 hektar'lık arazinin ağaçlandırılması demektir. 3 yılda 300.000 hektar, ı8 yılda 1.8 milyon hektar ağaçlandırılmış olur. Böyle bir projeye ı 965'te başlansaydı, bugün 30.000 km 2 yeni bir orman kuşağı, İç Anadolu'nun çevresini Kuzeyden ve Güneyden kuşatmış olurdu; ABD'deki bilim adamları ve bilgisayarları da, İç Anadolu'nun 21. yüzyılın ikinci yarısında çölleşme tehlikesi içinde bulunduğuna dair bir sonuca ulaşmamış olurlardı. Bu

gerçekleştirilmesi

zor bir

iş değildir. Kırsal

EKONOMIK YAKLAŞIM

11an

İç Anadolu'da çölleşrneyi önleyebilecek böyle bir kampanya neden başlatılmadı? Ma-

ettinın­

)rtü-

1dan

Jun-

atini i bir rden ları­

likle ığra-

u

o ine :ş

me

ıs mı

n ez. sağnıy­

: Bu

)ıyla ı

as at

·ı kı­

a ıs­ (Bu ların

eya l 1.8 .000 ış

43

0-

·ıncı

liyet? Maliyetini de hesapladık: Yüzbin işçiye senede yüz milyon TL ödemenin faturası, 10 trilyon TL'dir. Fidanların yetiştirilmesi ve/veya ithal edilmesi, transportasyonu, istihdam edilecek işçiler için çadırlar, kamp araç gereçleri ve günde üç öğün yemeğin maliyeti de yılda bir 1O trilyıv: Jaha olsun; bilemedi niz, 20 trilyon daha olsun ... Toplam 20-30 trilyon TL' lik bir maliyetten söz ediyoruz, veya 300-450 milyon dolar karşılığı TL'lik bir harcamadan ... Bu T.C. için büyük bir para değlidir. Hele bu derginin bahar sayısında yayınla­ nan makalcınde irdelediğim gibi, senede (hesabı 1996 rakamlarıyla yaptığımıza göre 1996 rakamlarıyla konuşalım) 1 500 trilyonluk içborç faizi ödemesi yapmayı planlayan ve de "oy kaybederim" kaygısı ile prvprietor sınıfının %2-%3 dolaylarında gelir vergisi ödemesine ısrarla göz yum up, bu yolla hazinenin her yıl GSMH' nın yaklaşık% lO'u kadar, yani 700-800 trilyon TL'lik gelir-vergisi kaybına uğrumasına razı olmuş (ve olan) hükümetler söz konusuysa, 20-30 trilyon TL, Anadolu'yu çöllemekten kurtarmak için harcanamayacak bir para değildir. Durum bu iken ve olur olmaz konularda ve özellikle kısır politik çekiş­ meler bab' ında onbinlerce, yüzbinlerce kelime harcanırken devleti idare etmeye soyunmuş zevattan (ve hatta medyadan) bu konuda çıt çıkmamasını, nüfus artışı konusunda çıt çık­ mamasını, Türk çiftçisinin ortalına toprak büyüklüğü konusunda çıt çıkmamasını ussallaş­ tırmak bence çok güçtür. Hatta imkansızdır. Ama, ister inanın ister inanmayın, bu imkansı­ zı bir başka yazıda denedik. Söz konusu zcvatın davranışını veya pL:formansını ussallaştırma bab'ında değil de, aı;ıklama bab' ında denedik.3 3

44

M. Kemal Çokman

NOTLAR 1- U.N. Demograplıic Yearbook, Rome, 1993. 2- U.N. istatistiklerine göre Türkiye'de yıllık nüfus artış oranı 1990-92 arası ortalama %2.04; 1992-94 arası ise ortalma %2.00'dır. UN. World Population Prospccts (Tiıc 1994 Revision) New York, 1994. U.N. Statistical Office bu tahminleri peryodik olarak revise eder. 3- Türkiye'de "V.-VIII. Sınıf Topraklar"ın, ülkenin toplam yüzölçümüne oranı; Hollanda, Danimarka, Belçika gibi ülkelere kıyasla iki-üç kat büyüktür. Bu gerçek, eğer nüfus yoğunluğu kıyaslaması yaparken gözönüne alınmazsa yanıltıcı sonuçlara ulaşılır. 4- FAO Üretim İstatistiklerinde bu başlık altında buğday, piıinç, mısır, arpa, yulaf, çavdar ve darı sayılmaktadır. 5- Verim kıya~lama~ına ait bu katsayılar, FAO 1994 Pmduction Yearbook, Rome, 1995'teki 15, 16 ve 25 nolu tablolardaki verilerden tarafımızdan hesaplanmıştır. Toprak vetimi kg/h cinsinden ve 1992-1994 verileri ortalama.c;ı olarak şöyle bulunmuştur: ABD/Türkiye: Hububat genelinde, 4740/21 13; Buğdayda, 2577/2008 ve Kök bitkilerinde, 35,553/23,480. Özellikle Türkiye' de iklim koşullarına bağlı olarak hektar başına düşen ürün miktarı yıldan yıla sapmalar gösterdiği için, 1992-1994 arac;ındaki üç yılın ortalamalarını alarak hesapiadı k. 6-Türkiyc'deki tarımsal nüfus 24.68 milyon iken ABD'deki 5.83 milyon olarak verilmektedir. FAO, 1994 Production Yearbook (Tablo 3). İki Ülkedeki tanm sektörünün GSMH'deki oranı ve toplam GSMH rakamlarından faydalanarak, toplam tarım sektörü hasılasını bulduk; ve bu rakamı tarımsal nüfusa bölerek tarımsal nüfus başına düen geliri hesapladık. 7- FAO, 1995 Country Tab/es, s. 266'daki verilerden hesaplanmıştır (5830/260,63 1=2.237). Aynı kaynak s. 280'deki verilerden, Türkiye için bu oran %40.54 olarak bulunmuştur. 8-0ECD, Ülke Tarım Politikaları ve Ticareti, Ülke Raporıı: Tiirkiye, ( 1994); s. 45, Tablo 5, Türkiye'deki tarımsal iş­ letme sayısını 1980 için 3,550,000 ve 1990 için 3,967,000 olarak vermektedir. (39667x0.15=595). FAO Country Tab/es (1995) s. 280, ise Türkiye'nin topinı tanmarazisini 27.5 milyon h. olarak vermektedir. Dolayısıyla 595 bin orta ve büyük çiftçi, (27.5x0.58=1 5.95) milyon h. arazi sahibidir. Dolayısıyla bu grup tarım işletmesi başına dilşe~ .• V, :~büyüklüğü: 15,950/595=26.8 h.'dir. 9- FAO. 1995 Country Tabfes s. 280 ve 286'daki verilerden tarafımızdan hesaplanmıştır. ABD: 187776/2597=72.3; Türkiye: 27535/1 1733=2.3 10- Zcyııcl Dinler, Tarım Ekonomisi, Bursa 3. Baskı I 993. s. 92. ll- DIE, 1990 Tarım Sayımı. Ayrıca, OECD, "Ülke Tarım Politikaları ... " op. cit. s. 46. 12- Son on yıldır böyle bir gelişim olmuştur. Nitekim tck parçadan müteşekki-l tarım işletmelerinin toplam içindeki oranı 1980-90 arac;ı %9'dan % 15'e çıkarken, 6 veya daha çok parsele bölünmüş işletmelerin oranı %42'dcn %34'e düşmüştür./bid., s. 46. 13- FAO, Production Yearbook 1994, op. cil., Tablo 3'ten. 14-lbi,d., s.31, Tükiye için bu oranı, 1985'te %53.2, 1990-94 arasında, sıı.ısıyla %48.2, %46.3,%45.4 ve %44.5 olaak vermektedir. 15- IBRD, World Development Report, 1995, Tablo 3. Structure of Production ve Tablo 1 Bac;ic lndicators'dcki 1993 yılina ait verilerden Türkiye ve bazı Batı Ülkelerindeki kişi başına düşen endüstriyel üretimi hesapladık. Türkiye: 680 $; Almanya: 9,000 $; ABD:8,200 $; Yüksek gelirli ülkeler ortalaması: 8,500 $olarak bulundu. Buradan; kişi başına düşen endüstri• üreılın değerinin YGÜ/Türkiyc katsayısı 8,500nOO = 12,5 olrak hesaplandı. 16- Bu çok garip, çünkü Sayın demirel politikacı, parti lideri, başbakan vesairc olmadan evvel DSI Genel Müdürlüğü yapmıştı.

17- Öyle ki, nüfus planlamac;ı ilc ilgili ve doğrudan Başbakanlığa bağlı bir teşkilat kuruldu. Bu teşkilatın başına getirilen kişi propoganda faaliyetlerinde şahsen rol oynamaktan çckinnıcdi. Halk kendisine bir isim takmıştı: Mr. Prczcrvatif. Ama O, bu lakabı başarısını bir simgesi olarak benimseınişti. 18- Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, op. cit., s. 268. 19- İbid. s. 269. Sözkonusu kaybın para.~al maliyetini veren bu tahmin; kaybedilen topraklarda, ortalına %0.1 N; %0.15 P2P5; %1.5 K20 bulunduğu varsayımıyla yapılmış. Bu oranlar Türkiye'deki 1-IV. Sınıf arazilerdeki ortalamaya yakındır. Dolayısıyla bir abartma vardır. Ama bu rakanılar 10' ilc bölünse bile ortaya çıkan parasal kayıp 1980-fiyatlarıyla, yılda yaklaşık 1O milyar doları bulmaktadır ki, bu, 1996-fiyatlarıyla 20 milyar doları aşan müthiş bir mcblağdır. · 20- Dinler, Z., Tarım Ekonomisi (3. Baskı), Bursa, 1993 s. 19.

ın

ır­

ce ı bi

.sa

'oO·

.nan ri-

laen :ki iş­

'ry ı in

lü.3;

:ki en

la93 kiın;

lü-

;e.. 1r.

N·' Jr