Linda Winstead Jones - Adalet www.CepSitesi.Net

Karakterler Gideon Raintree : Romanın Erkek Kahramanı Hope Malorv : Romanın Kadın Kahramanı Tabbv Ansara (Tabaet) : Ansara Klanından Echo Raintree : Dante'nin Kuzeni Dante Raintree : Gideon'un Erkek Kardeşi Mercv Raintree : Gideon'un Kız Kardeşi Sherrv Bishop : Echo'nun Oda Arkadaşı Cael Ansara : Ansara Draniri'nin Üvey Kardeşi Yaz gündönümü 21 Haziran; güneş ışıklarının Yengeç Dönencesi ne yılda bir kez dik geldiği an. Kuzey yarımkürede en uzun gündüz yaşanır ve günler kısalmaya, güney yarımkürede en kısa gündüz

yaşanır ve günler uzamaya başlar. Bu tarih bazı ülkelerde kuzey yarımkürede yazın, güney yarımkürede kışın başlangıcı sayılır. 1 GIDEON Ben bir Raintree'yim. Sadece bir soyadı değil bu, DNA'ma işlenmiş bir aykırılık. Bu benim kaderim. Büyü bir gerçekliktir. Bizim gibileri kuşatan bu gerçekliği pek çok insan görmez bile, gözleri kapalıdır çünkü. Benim gözlerimse hep açıktır. Büyü damarlarımda kana karışmış, akar. Atalarım büyücü, sihirbaz ya da cadıydılar. Aynı zamanda şeytan ve iblis dendi onlara. Ailemizin yeteneklerimizi gizlemeye karar vermesinde şaşıracak bir şey yok. Yeteneklerimizin üstünü kapatıp onları yok saymıyoruz, sadece başkalarından gizliyoruz. Bu ikisi birbirinden çok farklı şeyler. Böyle bir güce sahip olmak sorumluluk gerektirir. Ailemin her üyesinin farklı bir yeteneği vardır. Benim yeteneğim elektrik enerjisiyle ilgili. Çevremizdeki elektriği kontrol edip yönetebiliyor, hatta kendi elektrik akımımı bile yaratabiliyorum. Evet, bilgisayar devrelerini yakabilir ya da ampulleri patlatabilirim ama gücümü nasıl kontrol edeceğimi öğrendim. Aynı zamanda hayaletlerle konuşabiliyorum. Aslında hayaletler de bir tür elektrik enerjisidir ama insanlar bunu bilmez. Hayaletlerle konuşabilmek mesleğimde çok işime yarıyor. Ben Gideon Raintree'yim; Kuzey Carolina'daki Wilmington şehri emniyet müdürlüğü cinayet masasında dedektif olarak çalışıyorum. Raintree: Adalet ÖNSÖZ Pazar, gece yarısı DAMARLARINDA öyle fazla adrenalin dolaşıyordu ki Tabby yerinde duramıyordu adeta. Bir solukta üçüncü kata çıkmak bile hızını kesememişti. Dairenin yeşil kapısını görünce yüzünü buruşturdu. Kapı çok eskiydi, boya yer yer dökülmüştü, kapı numarası bile iyi durumda değildi. Seçkin bir Raintree'nin böyle bir yerde kaldığına inanamıyordu. Tabby çok uzun süredir bu anı bekliyordu, zor sabretmişti doğrusu. Saldırı başlamadan önce her şeyin tamamlanması gerektiğini bildiği için epey gergindi. Nihayet zamanı gelmişti. Sol elindeki pizza kutusunu düzeltip sağ eliyle kapıyı çaldı. Bu kez biraz daha hızlı ve sert çalmıştı, neredeyse gülecek gibi oldu ama kendini tuttu. Ne de olsa bir yıldan fazladır buna hazırlanıyordu. Yeşil kapının arkasından aksi bir kadın sesi duyuldu. Kim o? Pizzanız geldi, dedi Tabby kısaca. Önce bir zincir sesi geldi, arkasından metal bir sürgünün açıldığını duydu. Bir kilit yuvasında iki kere döndü ve nihayet kapı açıldı. Tabby hemen kadının önüne dikiliverdi. Yirmi iki yaşında, bir altmış boyunda, kısa pembe saçlı. Evet, bu oydu. Kadın, Sanırım bir yanlışlık oldu... diye söze başladı ama devamını getiremedi. Tabby onu iterek daireye soktu, kapıyı ayağıyla arkadan hızla kapattı. Boş pizza kutusunu bir kenara fırlatıp sol elindeki bıçağı kaldırdı. Bağıracak olursan öldürürüm, dedi kin dolu bir sesle.

Kızın gözleri korkuyla açılmıştı. Taby nedense bir Raintree'nin daha çarpıcı gözleri olmasını bekliyordu, bu konuda çok şey anlatılırdı. Echo'nun sıradan, mavi gözleri vardı ve herhangi bir özelliği yoktu. Bir bıçak darbesiyle işini bitirebilirdi ama Tabby bu kadar çabuk bitmesini istemiyordu. Olağandışı bir empati yeteneği vardı ama insanların başka duygularındansa korku duygularını hissetmek isterdi. Korku ve dehşetin lezzeti bambaşkaydı. Şimdi de Echo Raintree'nin korkusundan besleniyordu. Echo'nun korkusu onu hem fiziksel hem de ruhsal olarak güçlendiriyordu. Her geçen saniye korkusu daha da artan Echo zavallı bir ifadeyle, Fazla param yok, dedi. İstediğin şey... Tabby onu daha da iterek duvara yaslarken, İstediğim şey... İstediği şey bu kızın kehanet gücüydü. Doğru kullanılırsa geleceği sezebilmek insanın çok işine yarayabilirdi. Evin sefaletine bakılacak olursa Echo bu yeteneğine çok başvurmuyor olmalıydı. Böylesine olağanüstü bir yeteneğin heba olması çok acıydı doğrusu. Tabby öldürdüğü insanların özel güçlerini alabildiğini hayal ederdi bazen. Bunun mümkün olması gerekiyordu, kendi yeteneğinin bir uzantısı olmalıydı hatta bu. Ama o güne kadar gerçekleşmemişti. Günün birinde, yeterince güçlendiğinde kendi karanlık güçlerinde bir aşama kaydederek bunu başarabileceğini umuyordu. Raintree: Adalet Tabby, kehanet gücünün kendisine geçmesini dileyerek bıçağını kurbanının bembeyaz boynuna dayadı, hafifçe çizdi. Bir anda yoğunlaşan korkunun şahane kokusunu doya doya içine çekti. Echo, Raintree'yle bu şekilde sabaha kadar oynayabilirdi ama Cael işini bir an önce bitirmesini söylemiş, sonra da bunu ara sıra hatırlatmıştı. Oyun oynama değil asker olma zamanıydı. Bir savaşçı gibi davranmalıydı. Raintree'yle vakit geçirmek çok hoşuna giderdi ama Cael'i kızdırmayı göze alamıyordu. Tabby gülümseyerek bıçağını yavaşça kızın boynundan çekerken geride kanlı bir iz bıraktı. Kurbanı bıçağın uzaklaşmasıyla rahat bir nefes aldı. Oysa eğlence yeni başlıyordu. BİRİNCİ BÖLÜM Pazartesi sabahı, 03.37 GlDEON'un telefonu gecenin bir yarısında çalması birisinin öldüğü anlamına gelirdi. Uykulu bir sesle, telefonu Raintree, diyerek açtı. Uyandırdığım için kusura bakma. Abisi Dante'nin sesini duyunca Gideon'un uykusu hemen dağıldı. Ne oldu? Dante, Kumarhanede yangın çıktı, dedikten sonra Gideon sormadan ekledi. Daha kötü olabilirdi ama yine de durum çok parlak değil. Sabah haberlerde görüp de merak etmeyesin diye aradım. Bir iki saat sonra Mercy'yi arayıp iyi olduğumu söylersin. Sanırım önümüzdeki bir iki gün başımı kaşıyacak vaktim olmayacak benim. Gideon tamamen ayılmış olarak yatakta doğruldu. Bana ihtiyacın olursa, buradayım. Teşekkürler ama hayır. Bu hafta uçağa binmen gerekmiyor, burada her şey yolunda. Sadece daha sonra vakit bulamayacağımı düşündüğüm için hemen aramak istedim. Gideon ellerini saçlarının arasından geçirdi. Penceresinden dışarıya baktı, Atlantik Okyanıısu'nun dalgaları bıkmadan kıyıyı dövüyordu. Reno'ya gidip yardım etmeyi önermişti,

gerekirse arabayla gidebilirdi. Ancak Dante her şeyin yolunda olduğunu söyleyince konuşmayı uzatmanın anlamı kalmamıştı. Gideon saatini beş buçuğa kurdu. Mercy'yi güne başlamadan önce aramalıydı. Dante haberlere çıkacağından emin olduğuna göre yangın epey ciddi olmalıydı. Alarmı yeniden kurduktan sonra kendini tekrar yatağa bıraktı. Yeniden uyumayı deneyecekti. Dalgaların sesini dinleyerek zihnini rahat bıraktı. Yaz gün dönümüne bir haftadan az kalmıştı, her zamanki elektriksel anormallikleri çığırından çıkmaya başlamıştı. Aslında sadece yakınlarda bir hayalet varsa ataklar yaşardı ama son birkaç gündür, yoluna çıkan elektrikli cihazların arızalanmasına neden olmadan yürüyemiyordu. Gün dönümüne kadar da bu durum devam edecekti. Yapabileceği hiçbir şey yoktu, sadece biraz daha dikkatli olmayı deneyebilirdi. Belki bir iki gün izin alıp işe gitmeyebilirdi. Derken Emma yine aniden yatağının başucunda belirip ona gülümsedi. Bu akşam, çıplak ayak bileklerine kadar uzanan beyaz bir elbise giymişti, uzun saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Ona bir gün isminin Emma olacağını söyleyen bu ruh ona hep bir kız çocuğu olarak görünüyordu. Gideon'un gözüne görünen hayaletlere pek benzemiyordu. Sadece rüyalarına giren bu kız çocuğu hayatın zorlukları karşısında acı çekip bozulmamıştı. Ne adaletin yerine getirilmesini istiyordu, ne kalbi kırılmıştı ne de tamamlanmamış işleri vardı. Tam tersine, beraberinde hep ışık ve sevgi; bir huzur hissi getiriyordu. Dahası, Gideon'a hep baba diye sesleniyordu. Günaydın baba. Gideon içini çekip doğruldu. Bu özel ruhu üç ay kadar önce görmüştü ama son zamanlarda ziyaretleri giderek sıklaşmaya başlamıştı. Giderek daha gerçekçi oluyordu. Kim bilir, belki de Gideon bir başka hayatta onun gerçekten babasıydı ama mevcut hayatında kimsenin babası olmaya niyeti yoktu. Günaydın Emma. Küçük kızın ruhu yatağın ayakucuna doğru süzülerek indi. Çok heyecanlıyım. Güldü. Gülüşü hem Gideon'un hoşuna gidiyor hem de tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu. Bu gülüşün yüreğinde tuhaf etkileri oluyordu ama Gideon böyle bir sıcaklığın bir anlamı olamayacağına ikna etmişti kendisini. Hem de hiç. Neden heyecanlısın? Yakında yanına geliyorum baba. Gideon gözlerini kapayıp içini çekti. Emma, hayatım, sana yüzlerce kez anlattım. Benim bu hayatta çocuğum olmayacak, o yüzden bana baba demeyi bırak artık. Emma sadece güldü. Aptal olma baba. Ben hep yanındayım. isminin bu hayatında Emma olacağını söyleyen ruh gerçekten de bir Raintree'yi andırıyordu. Gözlerini, koyu kahverengi saçlarını ve buğday tenini bir Raintree'den almış gibiydi. Yine de Gideon'un gördüğü şeye inanmaya niyeti yoktu. Ne de olsa, Emma sadece rüyalarında görünüyordu. Yatmadan önce ağır şeyler yemese iyi olacaktı. Sana bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor hayatım ama bir bebeğin olabilmesi için bir babadan başka bir de anneye ihtiyaç var. Evleniyor değilim ve çocuklarım da olmayacak. Bu yüzden, kendine başka bir baba seçmen gerekiyor. Emma kolay kolay pes etmeye niyetli değildi. Ne kadar inatçısın. Sana geliyorum baba. Ay ışığında sana geliyorum.

Gideon daha önce bir iki romantik ilişki denemiş ama hiçbiri yü-rümemişti. Hayatındaki kadınlardan kendisini hep gizlemek zorunda kalmıştı, birisiyle çok yakınlaşması mümkün değildi. Hele hele bir aile kurmasının imkanı yoktu. Yeni amirine, ailesine ve gözüne görünüp duran hayaletlere söylediği gibi, biriierine hesap vermek durumunda kalacağı bir pozisyona gelmek istemiyordu. Hayatında elbette kadınlar oluyordu ama hiçbirinin-kendisine fazla yaklaşmasına ya da hayatında uzun süre kalmasına izin vermiyordu. Soyun devamını sağlamak Dante'nin işiydi, onun değil. Gideon'un bakışları odasındaki şifonyerin üzerinde, paketlenip gönderilmeyi bekleyen doğurganlık tılsımına kaydı. Dante'nin kendi çocukları olunca Gideon'un bir sonraki Dranir, yani Raintree klanının lideri olma sorumluluğu da omuzlarından kalkmış olacaktı. Dranir olmaktan daha kötüsü herhalde evlenip çocuk sahibi olmaktı onun için. Abisinin işi başından aşkın olduğuna göre tılsımı göndermek için acele etmesine gerek yoktu. Emma süzülerek ona biraz daha yaklaşırken, Dikkatli ol, diye fısıldadı. O kadın kötü biri baba. Çok kötü hem de. Dikkatli olmak zorundasın. Gideon, Bana baba deme, dedi. Bir an durup düşündükten sonra, Kimmiş o kötü olan? diye sordu. Yakında öğreneceksin. Benim ay ışığıma dikkat et. Ay ışığıymış, diye mırıldandı Gideon. Ne saçma bir... Başladı bile, dedi Emma. Bir an sonra hem sesi hem de kendisi silinip gitmişti. Alarm çalmaya başlayınca Gideon yataktan fırladı. Bu berbat rüya hiç hoşuna gitmemişti. Dante'nin doğurganlık tılsımının durduğu şifonyere tekrar baktı, neredeyse Emma'yı da yeniden göreceğini ummuştu sanki. Gerçekmiş gibi duran rüyaların etkisinden kurtulmak daha zor oluyordu. Yataktan ve rüyalarından çıkıp, yavaşça ufak terasının kapısına doğru yürürken bedeninin ve zihninin uyanmaya başladığını hissediyordu. Manzaraya baktı. Önünde uzanıp giden okyanus, her zaman olduğu gibi gücünü tazeliyordu. Kimi zaman dalgaların nabzıyla uyumlu bir şekilde kıyıya çarpışını izlemeye dalardı, okyanustaki yoğun elektriği koklayabiliyor, tadını alabiliyordu. Mercy'yi arayıp, Dante'nin kumarhanesinde olanları anlatması gerekiyordu ama önce biraz kahve içecekti. Mercy'ye kötü haber vermeyi hiç istemiyordu, Dante iyi bile olsa Mercy çok telaşlanacak-tı, kız kardeşini iyi tanıyordu. Daha sonra da işe gidecekti. Frank Stiles'in, Johnny Ray Black'i öldürdüğünden emindi ama sadece şimdilik yeterli kanıtı yoktu. Bir süre sonra gerekli kanıtları bulacağından emindi. Yeniden, yaz gün dönümü geçene kadar birkaç gün izin alma fikrini gözden geçirdi. Eğer şubede her şey yolundaysa izin alabilirdi gerçekten de. Soruşturma dosyalarını eve getirip, burada da çalışabilirdi. Derken Emma'nın sözleri yine kulağında çınladı. Başladı bile. İKİNCİ BÖLÜM Pazartesi sabahı, 10.46 KüÇÜK apartman dairesi darmadağınıktı. Bej halı cam kırıklarıyla kaplanmış, raflardaki kitaplar ve değerli ufak biblolar yerlere atılmıştı. Yerde boş bir pizza kutusu duruyordu,

odanın ortasındaki kırmızı deri kanepe keskin bir bıçakla parçalanmıştı. Sherry Bishop bu bıçakla mı öldürülmüştü? Gideon bunu henüz bilmiyordu. Arkasındaki kadın konuşurken Gideon bakışlarını Bishop'un cesedinden ayırmadı. Echo eve erken geliyordur, gelirken cep telefonundan pizza siparişi vermiştir diye düşündüm. Akşamları geç saatte yemek yemeyi severdi, o yüzden hiç aklıma gelmedi... Kadın burnundan soluyordu. Aptal kafam. Annem eve bir kaçığı soktuğum için beni öldürecek. Gideon dönüp arkasına baktı. Acaba Sherry Bishop'un sık sık kullandığı bir ifade miydi bu? Yoksa öldüğünün farkında değil miydi? Annem beni öldürecek... Sherry arkasındaki sandalyede kıpırdamadan oturuyordu. Her zamanki gibi üzerinde rengi solmuş düşük bel bir kot pantolon ve göbeğiyle göbek deliğindeki halkayı açıkta bırakan bir tişört vardı. Saçları yeni yapılmıştı. Echo cesedi o sabah erken saatlerde, hafta sonu ziyarete gittiği Charlotte'den dönüşünde bulmuş, 911'i aramak yerine hemen Gi-deon'u aramıştı. Böylece Gideon'un izin kullanma planları da suya düşmüştü. Gerekli bir iki telefon görüşmesi yaptıktan sonra hemen olay yerine gelmişti. İlk önce Echo'yla koridorda biraz konuştu. Onu yatıştırmak için elinden geleni yaptı. İlk gelen devriye oydu, olay yeri henüz temizdi. Üniformalı polisler, şekerleme dükkanına girmesine izin verilmeyen çocuklar gibi dışarıda bekliyor, arada kafalarını uzatıp eve bakıyorlardı. Gideon hiç onlar kadar genç olmuş muydu acaba? Genç polisler merakla onu izliyorlardı ama bunu dert edecek değildi. Nasıl olsa tuhaflığıyla ün salmıştı, önemli değildi. Adamı tanıyor muydun? diye yavaşça sordu. Sherry, Kadını, diye cevap verdi. Kadın mı? Gideon tekrar cesede ve evin haline baktı. O kadın kötü biri baba. Çok kötü hem de. Emma, Sherry Bishop öldürüldükten dört saat sonra girmişti rüyasına. Sherry sadece öldürülmemiş, parçalanmıştı. Sağ elinin işaret parmağı yerinde yoktu. Parmağın çevresindeki kan birikintisinin fazla olmamasından, ölümünden sonra kesildiği anlaşılıyordu. Kafa derisinden düzgün, kare biçiminde bir parça, sarı pembe saçlarla birlikte kesilip alınmıştı. Gideon bunu bir kadının yapmış olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu ama bu meslekte geçirdiği onca yıldan sonra hayatta her şeyin mümkün olduğunu bilmesi gerekirdi. Peki, kadını tanıyor muydun? Hayalet başını iki yana salladı. Katı olmaması dışında neredeyse gerçek gibiydi. Koyu bir sisten ya da buluttan yapılmış gibi duruyordu. Sarı pembe saçları, kot pantolonuyla tişörtü, soluk teni... Kapıyı açtım, içeri daldı. Eğer bağırmazsam bana zarar vermeyeceğini söyledi, sonra bıçağıyla boynumu kesti ve... Sherry elini boynuna götürüp, Gideon'un arkasındaki cesede baktı. O sürtük beni öldürdü, öyle değil mi? Korkarım ki öyle. Bana söyleyebileceğin bir şey varsa çok işime yarardı. Sherry cesede biraz daha dikkatli bakınca bir an nefesini tuttu. Benim parmağımı mı kesmiş? Nasıl davul çalacağım eğer... Hayalet yılgınlıkla arkasına yaslandı. Biliyorum, diye içini çekti. Ölüyüm ben. Dedektif Raintree? Devriye polislerinden birisi kafasını içeri uzattı, iyisiniz, değil mi? Gideon polise bakmadan elini kaldırdı. İyiyim. Konuştuğunuzu duydum da. Gideon bu kez dönüp delikanlıya ters ters baktı. Kendi kendime konuşuyorum. Olay yeri inceleme ekibi geldiğinde bana haber verin.

Bu sırada dışarıda, koridordaki Echo tekrar ağlamaya başlamıştı, polisler onunla ilgilenmek için yanına gittiler. Gideon kuzeninin onların dikkatini dağıtarak onun rahat çalışmasını sağlamaya uğraştığını biliyordu. Echo Raintree'yi rahatlatmaya itiraz edecek bir erkek olduğunu sanmıyordu. Sherry Bishop'un hayaleti yeniden içini çekti, bulutsu görüntüsü titreşmişti. Beni göremiyorlar değil mi? Gideon, Hayır, diye fısıldadı. Ama sen görebiliyorsun. Gideon başını sallayarak onayladı. Neden? Kan... Genetik... Bir lanet... Bir yetenek... Elektronlar. Benim hakkımda konuşarak vakit kaybetmeyelim. Sherry Bishop'un daha ne kadar yeryüzünde kalacağını bilemezdi Gideon. Belki sadece bir iki dakika, belki bir saat, belki de bir iki gün daha kalırdı. Adaletin yerine getirilmesini talep ederse, iş bitene kadar dünyada kalabilirdi de. Gideon bundan asla emin olamazdı. Hayaletler kesinlikle güvenilmez varlıklardı. Sana saldıran kadın hakkında hatırladığın ne varsa anlat bana. Detektif Hope Malory, eski binanın basamaklarını hızlı hızlı tırmandı, üçüncü kata vardığında yavaşladı. Polisler ve apartman sakinleri, kurbanın dairesinin önünde toplanmışlar, içeride ne olduğunu görmek için kapıdan bakmaya çalışıyorlardı. Sadece, kısa sarı saçlarında pembe tutamlar olan ufak tefek genç bir kadın onlardan uzakta duruyordu. Sanki içeriyi görmeye korkuyormuş gibi geri çekilmişti. Hope derin bir nefes alarak koyu mavi üniformasının ceketini düzeltti. O sabah yine gayet profesyonel görünüyordu, tüm dedektifler gibi pantolon ve ceketten oiuşan üniformasını giymişti. Tabancası, belindeki kılıftaydı, kimliği herkesin kolaylıkla görebileceği şekilde boynuna asılıydı. Kadın olduğunu sadece hafif makyajı ve üç santimlik topukları vurguluyordu, işteki ilk günü olduğu için iyi bir izlenim uyandırmak istemişti. Öte yandan, yeni ortağıyla ilgili öğrendiği şeylerden, ne yaparsa yapsın ya da ne söylerse söylesin onun kendisini gördüğüne sevinmeyeceğini biliyordu. Kapının önünde bekleyen iki polise yöneldi. Birisi ona, içeri giremezsiniz, diye fısıldadı. Hope orada bir an durup, Dedektif Gideon Raintree'yi iş başında izledi. Bu göreve hazırlanırken Raintree'nin dosyasını dikkatle incelemişti. Bu adam sadece iyi bir polis olmakla kalmıyordu, çözdüğü vaka oranı akıl almaz derecede yüksekti. Şimdi de, eğilmiş cesedi incelerken kendi kendine alçak sesle konuşuyordu. Arkasındaki masada duran masa lambasının ışığı doğrudan ona vurduğu için dedektif tuhaf bir şekilde spot ışıklarının altındaymış gibi duruyordu. Tüm perdeler kapalıydı, lambanın ışığı dışında oda neredeyse tamamen karanlıktı. Hope odadaki her şeyin, Raintree'nin bulduğu şekilde durduğundan emindi. Gideon Raintree'nin dosyasındaki fotoğraf ona haksızlık ediyordu anlaşılan. Hope yüzünü tam göremese bile Raintree'nin, iyi kesimli takım elbisesinin bile gizleyemediği harika bir vücudu olduğunu fark etmişti. Belki daha iyi bir saç kesimi olabilirdi. Hope erkekte uzun saça bayılırdı ama Raintree'nin ensesinden aşağı inen koyu kahverengi saçları çok hafif uzun kaçmıştı sanki. Ne kadar resmi giyinirse giyinsin yine de tam olmamıştı.

Üzerindeki takım elbise çok pahalı görünüyordu, eğer bütün seneyi peynir ekmek yiyerek geçirmiyorsa polis maaşıyla almış olamazdı. Koyu gri, üzerine tam oturan ve hiç kırışmayacakmış gibi duran çok kaliteli birtakımdı. Ayakkabıları da kaliteli deridendi, son derece pahalı görünüyorlardı. Biçimli bıyığı ve keçi sakalı Raint-ree'ye havalı bir görünüm katmıştı. Eğer silahı ve kimlik kartı olmasa, Raintree'nin polis olduğuna bin şahit gerekti. Hope, fısıldayarak onu uyaran polis memuruna kulak asmadan içeri girdi. Raintree hemen kafasını çevirip ona baktı. Tam, Ben size ne demiştim, diye söze başlamıştı ki durdu, cümlesini tamamlayamadı. Zeki koyu yeşil gözlerinde şaşkın bir ifadeyle Hope'e bakakaimıştı, Hope de Gideon Raintree'nin yüzünü ilk kez yakından görüyordu. Bir erkeğin böyle elmacık kemiklerinin ve kirpiklerinin olması suç kabul edilmeliydi, hele gözlerini kısarak ona böyle bakması... Gideon'un arkasındaki lambanın ampulü patladı. Gideon hemen, Affedersin, dedi. Sanki ampulün patlamasına o sebep olmuş gibi konuşmuştu. Olay yeri ekiplerinin gelmesine henüz hazır değilim. Bana birkaç dakika daha verin, sonra yolunuzdan çekileceğim. Ses tonundaki ilgisizlik Hope'un hoşuna gitmemişti. Ben Olay Yeri İnceleme'den değilim, diyerek ona doğru biraz daha yaklaştı. Raintree yeniden kafasını çevirip Hope'a baktı, bu kez o kadar kibar değildi. O zaman çık dışarı. Hope başını iki yana salladı. Normalde, ona biraz yaklaşıp, selamlaşmak için elini uzatırdı ama Raintree'nin elinde beyaz eldivenler olduğu için öylece durdu. Çalıştığı erkeklere sunduğu sağlam tokalaşma bir süre bekleyebilirdi. Ben Dedektif Hope Malory, dedi. Yeni ortağınım. Raintree bir an tereddüt etmeden hemen cevap verdi. Ortağım beş ay önce emekli oldu. Bir ortağa ihtiyacım yok. Çıkarken hiçbir şeye dokunma sakın. • Hope böyiece kovulmuştu. Lambanın ampulü patladığı için ortam yeterince aydınlık değildi ama Raintree yerdeki cesedi incelemesine döndü. Hope odaya girdiğinde cesede bakmamaya çalışmıştı ama şimdi orada dururken o da kendini olaya kaptırıyordu. Dikkatini ilk çeken şey, kurbanın saçı oldu. Tıpkı koridordaki genç kadın gibi, kurbanın da saçları açık sarı ve parlak pembe tonlardaydı. Üzerinde yıpranmış bir kot pantolonla, bir müzik festivalinin logosu basılı beyaz bir tişört vardı. Bir kulağında dört, diğerinde bir tane altın küpe vardı. Dokuz ince parmağındaysa ise kimi altın kimi gümüş, toplam beş yüzük takılıydı. Hope'un midesi kalkmıştı. Kurbanın bir parmağı kesilmişti, kafasındaysa sanki birisi kafatasını yüzmeye çalışmış gibi korkunç bir yara vardı. Aynı kişi, kurbanın boğazını da kesmişti. Hope kendine gelmek için derin bir nefes aldıysa da bunun iyi bir fikir olmadığına karar verdi. Ölüm pek hoş değildi, kokusu daha da kötüydü. Daha önce de pek çok ceset görmüştü ama burada kurban öleli fazla olmamıştı ve cesedi berbat durumdaydı. Etkilenmemek mümkün değildi. Raintree içini çekti. Gitmiyorsun, öyle değil mi? Hope başını iki yana salladıktan sonra öylesine yapıyormuş gibi görünmeye çalışarak bir eliyle ağzını ve burnunu örttü. Raintree birden, Peki, dedi. Sherry Bishop, yirmi iki yaşında. Bekarmış ve öldürüldüğü sırada bir ilişkisi yokmuş. Paralı sayılmaz, o yüzden işin içinde soygun olma ihtimali çok

düşük. Bishop, küçük bir müzik grubunda davulcuymuş ve aynı zamanda iki yakasını bir araya getirebilmek için bir kafede garson olarak çalışıyormuş. Hope, Bir grupta çalıyorsa peşine bir sapık takılmış olabilir, diye bir varsayımda bulundu. Raintree cesedin yanından kalkmadan başını iki yana salladı. Uzun sarı saçlı, solak bir kadın tarafından öldürülmüş. Tüm bu bilgiyi yirmi dakikada mı öğrendin? On beş. Gideon Raintree yavaşça doğruldu. Boyu bir seksenden hayli uzundu, bu yüzden Hope onun gözünün içine bakabilmek için başını iyice geriye atmak zorunda kalıyordu. Teninin güneş değmiş, yumuşak bir tonu vardı; bu mesafeden yeşil gözleri daha da dikkat çekici görünüyordu. Bıyığı ve keçi sakalı hafif şeytanî bir hava katsa da ona uymuştu. Gözlerini o anda olduğu gibi kısarak dikkatli baktığında, peşine düştüğü katillere aman vermeyecekmiş gibi sert görünüyordu. Hope bakışlarını Raintree'nin mavi ipek kravatına indirdi. Yaranın açısından, katilin bıçağını sol elinde tuttuğu anlaşılıyor, diye açıkladı Raintree. Eminim adli tıp doktorunun da bunu onaylayacağından eminim. Hope zaten Gideon Raintree'nin her zaman kendisinden çok emin olduğunu duymuştu. Her zaman haklı çıkmayı başarıyordu da. Katilin kadın olduğunu nereden biliyorsun? Gideon başıyla kurbanı işaret etti. Kurbanın giysilerinde bir sarı saç teli var. Bir erkeğin bu kadar uzun saçının olması imkansız değilse de pek görülen bir şey değildir. Adli tıp doktoru bunu da onaylayacaktır. Peki, çok iyi bir gözlemci olabilirdi, bunu daha önce de yaptığını biliyordu Hope. Adam gerçekten işinde çok iyiydi. Kurbanın özel yaşamına ilişkin ayrıntıları nereden biliyorsun peki? Kurbanın davulcu olduğunu, ilişkisi olmadığını, bir kafede garsonluk yaptığını söylemişti. Bu sırada Hope hızlıca odaya göz atmış ve bu bilginin alınabileceği hiçbir şey görmemişti etrafta. Sherry Bishop, kuzenim Echo'nun oda arkadaşıydı. Hope başını salladı. Etkilenmemiş gibi görünmeye çalışıyordu ama koku onu giderek daha fazla rahatsız etmeye başlamıştı. Raintree o tuhaf yeşil gözlerini ona dikti. Bu senin ilk cinayetin, öyle değil mi? Hope yine başını öne eğerek onayladı. Eğer kusacaksan koridora çık. Olay yerimi kirletmene izin veremem. Ne kadar düşünceliydi. Senin olay yerini kirletecek değilim. Güzel. Buradan ayrılmamaya kararlıysan hiç değilse komşularıyla konuş. Bak bakalım, dün akşam ya da bu sabah erken saatlerde bir şey gören olmuş mu. Memnuniyetle. Hope tekrar başını öne eğdikten sonra dışarı çıktı, Gideon Raintree'yi kurbanla baş başa bıraktı. Raintree'nin onun yanında daha rahat ettiğinden emindi. . Yeni ortağı meraklı bir komşuyla görüşürken olay yeri teknisyenleri dairede işlerini yapıyorlardı. Gideon, dördüncü kata çıkan merdivenin basamaklarına, Echo'nun yanına oturmuştu. Echo yavaşça, Sherry yanımızda mı? diye sordu. Kimse o anda onlarla ilgilenmiyordu. Gideon bu kadar uzun sürmesini beklemiyordu aslında. Tam arkamızda oturuyor, dedi. Echo hiçbir şey göremeyeceğini biliyordu ama dönüp arkasındaki boş basamaklara bakmaktan kendini alamadı. Üzgünüm, bilmem gerekirdi.

Sherry Bishop gibi Echo da yirmi iki yaşındaydı. Gitarcı ve kahin olarak olağanüstü yetenekliydi ama geleceği görebilme yeteneği üzerindeki kontrolü tam değildi. Echo'ya medyum demek doğru olmazdı aslında, size cüzdanınızı nerede kaybettiğinizi ya da gelecek sene evlenip evlenmeyeceğinizi söyleyemezdi ama felaketleri görebilirdi. Kabuslarında gördüğü seller ya da depremler gerçek olurdu. Gideon'un da geleceği görebilme yeteneği vardı ama çok yetersizdi. içgüdüleri normalden daha keskindi rüyasında felaketler görmüyor, ya da oradaymış gibi hissetmiyordu. Echo'nun gücüyle kıyaslandığında ölülerle konuşmak çok daha basitti onun için. Gideon, Acı çekmeden ölmüş, diyerek bir kolunu Echo'nun omuzuna attı. Ne olduğunu anlamamış bile. Sallama, diye atıldı Sherry. Tabii ki çok canım yandı. Neyse ki onu sadece Gideon duymuştu. Echo, Sherry'i kim öldürmek ister ki? diye sordu. Gözyaşları hala dinmemişti, yanaklarından aşağı incecik akmaya devam ediyordu. Herkes severdi Sherry'i. Bilmiyorum. Gideon'un aklını kurcalayan, hoşuna gitmeyen bir şey vardı. Bishop katilini tanımıyordu. Hayatının tehlikede olduğunu bir an olsun düşünmemişti. Öldürülmesi için en ufak bir mantıklı gerekçe yoktu, hele hele böyle vahşice öldürülmesinin hiçbir sebebi yoktu. Gideon, Wilmington'a gelip burada çalışmaya başlayalı dört yıl olmuştu ve bu süre içinde üzerinde çalıştığı vakaların tamamında, öldürülen kimselerin katillerini tanıdığını görmüştü. Cinayetler genellikle uyuşturucu yüzünden işleniyordu, arada sırada da öfke cinayetleri oluyordu. Katilin yabancı biri olmasına çok ender olarak rastlanırdı, cinayet vakalarının çoğunda maktul ve katil arasında bir bağ bulunurdu. Gideon kuzenini korkutmak istemiyordu ama aklına gelen bir tek açıklama vardı. Son zamanlarda kendini tehlikede hissettiğin oldu mu? Echo durumu hemen anlamıştı. Sherry'i öldüren kişinin aslında benim peşimde olduğunu mu söylüyorsun? Sherry arkadan, Lanet olsun, dedi yavaşça. Saçımı Echo'nunki gibi sarı pembe yapmamalıydım. Bunun grubumuz için iyi olacağını düşünmüştük, bir tür ayırıcı özellik olacaktı, anlıyor musun? Sheryy ağlayacak gibi oldu. Çok hoşuma gitmişti. Gideon, Sadece bir ihtimal, dedi. Bak, bir süre daha burada kalamazsın, bu yüzden kendine kalacak sakin bir yer bulup, işler yoluna girene dek orada kalmanı istiyorum. Seninkiler nerede? St. Moritz. O kadar uzağa gitmeni istemiyorum. Ayrıca Echo'nun annesiyle babası bir kriz anında işe yaramazlardı. İstersen birkaç gün bende kalabilirsin. Echo içini çekti, başını ellerine yasladı. Önümüzdeki hafta sahneye çıkıyoruz, o zamana kadar rahatım aslında. Kafedekilere bu hafta gitmeyeceğimi haber vereyim. Charlotte'a gidip, Cuma'ya kadar Dewey'in yanında kalırım. Dewey, harika. Echo sadece arkadaş olduklarını söylese de, korkuluk kılıklı bu saksafoncu onun için yanıp tutuşuyordu. Yine de, katil gerçekten de Sherry'nin değil, Echo'nun peşindeyse, Echo'nun ortalarda dolanmak yerine DeWey'in yanında kalması daha iyiydi. Gideon, Dönmeden önce beni ara, dedi. Gösterinizi iptal etmemiz gerekebilir. Echo itiraz etmedi. Belki de her şeyi iptal etmeliyiz. Sherry'nin yerini dolduracak bir davulcuyu asla bulamayız. Bulsak bile grup bir daha aynı olmayacak.

Gideon, Echo'yla çok sık görüşmezdi. Echo ondan on iki yaş küçüktü ve pek fazla ortak noktaları yoktu. Aslında küçük kuzeninin bazı halleri onun içini ürpertirdi. Gideon da sütten çıkmış ak kaşık değildi ama nihayetinde kuzenini arada sırada kontrol etmesi gerekirdi. Bir iki kere Echo'nun grubuyla sahne aldığı bir gece kulübüne bile gitmişti. Müzik ona fazla gürültülü ve öfkeli gelmişti ama kızlar çok eğleniyor gibi görünüyorlardı. Echo haklıydı. Bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Yorgun görünüyorsun. Echo cılız omuzlarını silkti. Bu öğleden sonra kafede çalışmam gerekiyordu. Dün gece eve gelip sabah erkenden tekrar dönmeye uğraşmak yerine gece yatmadım. Sabahları erken kalkmaktan nefret ettiğimi bilirsin. Evet, biliyorum. Gece orada kalmak, sonra bir şeyler atıştırmak ve üstümü değiştirmek için eve dönmek mantıklı gelmişti. Echo'nun sesi titredi. Mark'ı arayıp bugün gitmeyeceğimi söylesem iyi olacak. Aynı şekilde Sherry'nin de... Durumu telaffuz etmek zordu ama Sherry Bishop bir daha asla işe gidemeyecekti. Gideon cebinden ev anahtarını çıkarıp Echo'ya uzattı. Charlot-te'ye gitmek için yola çıkmadan önce bende bir iki saat uyuyup dinlen. Bu şekilde yola çıkma. Echo başını sallayıp onayladıktan sonra anahtarı ön cebine koydu. Telefonun açık olsun, diye ekledi Gideon. Raintreeler yeteneklerini hakkında sağda solda konuşmazlardı ama Echo'nun yeteneğinden haberdar olan birisi onu susturmak isteyebilirdi. Yoksa görmemesi gereken bir şeye mi tanık olmuştu Echo? Cesedin işaret parmağıyla kafa derisinden bir parçanın alınmasının sebebi neydi? Sadece bu bile olayı Gideon'un o güne dek karşılaştığı cinayetlerden farklı kılıyor ama onu bir yere ulaştırmıyordu. Elinde sadece sorular ve varsayımlar vardı. Merdivenlerden inerken Sherry Bishop peşine takıldı. Bana bunu yapanı bulacaksın, öyle değil mi? Bulmaya çalışacağım. Bu o kadar büyük bir haksızlık ki! Daha yapacağım bir sürü şey vardı benim. Bir gün bana çıkma teklif etmeni umuyordum örneğin. Yani benden çok büyüksün ama çok hoşsun. Gideon, Teşekkürler, diye mırıldandı. Sherry içini çekti. Yeni çizmelerimi hiç giyemeyeceğim. Müthiş havalı şeylerdi, indirimden almıştım. Lanet olsun. Echo'ya çizmelerimi giyebileceğini söylersin. Söylerim. Gideon merdivenin sonunda durup yeni ortağını kıvırcık saçları ağarmış yaşlıca bir kadınla görüşmesini izledi. Aslında yalnız çalışmayı severdi. Yalnız olunca kurbanlarla konuşmak çok daha kolay oluyordu. Son ortağı onun kendi kendine konuştuğuna ve sezgilerinin çok güçlü olduğuna inanıyordu. Hope Malory bu kadar kolay atlatılabilecek birine benzemiyordu. Anlamadığı şeyleri olduğu gibi kabullenecek biri gibi durmuyordu hiç. Gideon kadınlardan hoşlanırdı. Evlenmeye ya da ciddi bir ilişkiye hiç niyeti olmaması, bir rahip gibi yaşadığı anlamına gelmiyordu. Pek çok kadın çekici olabilirdi, bir erkeğin dikkatini bir süre çekebilecek özellikleri olurdu. Hope Malory bu tarzdan çekici bir kadın değildi; çene hizasında kesilmiş, ipek gibi yumuşak görünen simsiyah saçları, pürüzsüz beyaz teni, koyu mavi gözleri, dolgun ve pembe dudaklarıyla klasik bir güzelliği vardı. Uzun boylu, uzun bacaklı ve ince yapılıydı ama tam olması gereken yerlerde hoş kıvrımları vardı.

Yüzü bir meleğinki kadar güzeldi, umutları boşa çıkarmayacak gibi duran bir vücudu vardı ve belindeki silahı nasıl kullanacağını biliyordu. Bu özellikler onu Gideon için mükemmel kadın yapar mıydı? Gideon'un vücudunda bir anlığına saf bir elektrik akımı dolaştı. Aynı anda çevredeki lambalar göz kırpmaya başlayınca koridordaki herkes kafasını yukarı kaldırıp baktı. Neyse ki bu defa ampuller patlamamıştı. Sherry Bishop, Onu yakalayacaksın, değil mi? dedi tekrar. Gideon, Hope Malory'nin hırsla bir iki not aldıktan sonra görüştüğü yaşlı kadına başka bir soru sorduğunu gördü. Onu yakalamak mı? Şu anda peşine düşmeyi bile düşünmüyorum. Çok hoş ama tipim değil, ayrıca işle özel hayatı ayrı tutmak gerek. Sherry, Beynin çalışsın biraz Raintree, diye tersledi onu. Yeni ortağından söz etmiyorum, beni öldüren kadından söz ediyorum. Gideon cevap verirken bakışları hala Malory'nin üstündeydi. Deneyeceğim. Sherry biraz daha yumuşak bir ifadeyle, Echo'nun dediğine göre en iyisi şenmişsin, dedi. Öyle mi dedi? Hope Malory başını onlardan yana çevirmiş, Gideon'un bakışlarını fark edince tekrar yaşlı kadına dönmüştü. Evet. Ayrıca acele etsen iyi olacak Raintree. Gideon Sherry Bishop'a baktı. Evden çıktıklarından beri epey so-luklaşmıştı. Bir süre sonra yoluna devam edecek, huzura kavuşacaktı. Olması gereken de buydu ama o zaman Gideon'un onunla iletişim kurması imkansız değil ama çok zor olurdu. Bu sırada Malory tam bir kendine güven ve zarafetle, uzun adımlar atarak ona yaklaşıyordu. Gideon onun son derece düzgün notlar aldığından emindi. Malory, Hiçbir şey çıkmadı, diye fısıldadı Gideon'a. Yan komşusu Bayan Tarleton sağır ve diğer komşu ancak sabaha karşı eve gelmiş. Kimse bir şey duymamış. Herkes, Bayan Tarleton'un ifadesiyle biraz genç ve delidolu olsalar da kurbanla kuzeninden hoşlanıyormuş. Malory, Gideon'un omuzunun üstünden merdivene doğru baktı. Kuzeninle de konuşsam iyi olur. Hayır. Malory, Gideon'a baktı, kaşlarını kaldırmıştı. Hayır mı? Ben Echo'yla konuştum bile. O senin kuzenin, yani objektif olamayacağın kadar yakınsınız. Ayrıca sen bir erkeksin. Bundan kötü bir şeymiş gibi söz ediyorsun. Olabilir. Mesele, sana anlatamadığı ama bana anlatabileceği şeyler olmasında. Sanmam. Onu boş ver, asıl senin vakada çalışman ne kadar doğru acaba? Ne de olsa kişisel bir bağlantın var. Sherry Bishop'u daha önce bir, bilemedin iki kere görmüşüm-dür. Bunun için hiçbir sebep... Ben kurbanla bağlantından söz etmiyorum Raintree. Biz onun suçlu olmadığına ikna olana kadar kuzenin doğal şüpheli durumunda. Echo kimseye zarar vermez. Söylesene ona Gideon! Sherry Bishop da içerlemişti buna. Bana bunu Echo'nun yaptığını nasıl ima edebilir? Malory, Hiç objektif değilsin, diye üsteledi.

Gideon, Sherry'nin söylenmelerini dikkate almamaya çalıştı. Eğer için rahat edecekse öncelikle kuzenimin olay anında nerede olduğunu kanıtlayalım hemen. Echo senin şüpheliler listenden çıkarsa belki işimi yapmamda bir sakınca görmezsin. Böyle kibirli olmana gerek yok. Gideon biraz öne eğilip sesini alçalttı. Detektif Malory, eğer benim yeni ortağım olmaya kararlıysan -bu konuda bir şey yapamıyorum sanırım, en azından şu anda- bu yüzden bir dedektif gibi davran, küçük bir kız çocuğu gibi değil, anladın mı? Malory'nin burun delikleri sinirle açıldı. Gideon hedefi vurmuştu demek ki. Ben kız çocuğu değilim Raintree, seni... Kibirli, diye araya girdi diğeri. Gerçek hayatta kimse bu kelimeyi kullanmıyor bile. Malory, Peki o halde, dedi. Ben de biraz homurdanıp göbeğimi kaşıyayım, o zaman uyum sağlamış olurum. Sherry yüzünü buruşturdu. Bu yakışıklının göbeğini kaşıdığını hiç sanmıyorum. İşin aslı, Gideon, Hope Malory'nin ne söylediğinin ya da söylemediğinin önemli olmadığını biliyordu. Hoşuna gitse de gitmese de Hope Malory oradaydı ve Gideon ondan kurtulmanın bir yolunu bulana kadar orada kalacaktı. Hem gözden hem de gönülden ırak olana dek hem de. Gideon'un bir ortağa ihtiyacı yoktu, ortak istememişti. Bir ortakla çalışamıyordu o. Gerçi fark etmezdi, nasılsa Malory onunla fazla bir süre çalışamazdı. Raintree: Adalet ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Pazartesi, 14.50 YeMEK? Gideon yoldaki virajı alırken yeni ortağına bir göz attı. Malory'nin dikkatlice biçim verilmiş saçları rüzgarla yüzüne dağılmıştı. Şu kulübün sahibiyle konuşmak istediğini sanıyordum? Dörtten önce gelmez o adam. Bishop ve Echo'nun son yedi aydır çalıştığı kafenin işletmecisiyle konuşmuşlardı bile. Mark Nel-son işe yarar bir şey söylememişti ama Gideon akşam gidip etrafa bir göz atmaya karar vermişti. Katil, Sherry Bishop'un ölümüyle ilgili tepkileri görmek için orada olabilirdi. Malory gönülsüzce, Bir şeyler yiyebilirim sanırım, dedi. Sesi gerçekten de çok hevessiz çıkmıştı. Gideon, onun olay yerinde gördüklerinden sonra iştahının kaçtığını kabul etmeyeceğini düşündü. Ara sokaklarda birkaç dönüş yaptıktan sonra Mama Tanya'nın kafesinin önüne park ettiler. Saat öğleyi epey geçtiği için kafe kalabalık sayılmazdı. Nereye geldik Raintree? Malory, boyansa hiç fena olmayacak ufak beton binaya şüpheyle bakıyordu. Gideon kapısını açıp arabadan inerken, Mama Tanya, dedi. Şehirdeki en iyi yemek buradadır. Hope topukları çakılda gıcırdayarak onun peşinden gitti. Beni korkutmaya çalışıyorsan... Gideon onu duymazlıktan gelip, penceresiz ufak lokantaya girdi. Buranın yemeklerinin iyi olduğunu söylerken dalga geçmiyordu. Gerçekten de, iyi insanlarla dolu, iyi yemeklerin yendiği bir yerdi lokanta. Arada buraya uğrayan hayaletler bile mutlu olurdu. Tanya onları kendisi karşıladı. Dedektif Raintree. Gülümseyince yüzündeki kırışıklıklar daha da derinleşmişti. Her zamankinden mi olsun?

Evet. Raintree bu sırada her zamanki yerine geçmişti. Tanya daha sonra dönüp Malory'ye baktı, kaşlarını hafifçe kaldırmıştı. Peki ya size genç bayan? Ben sadece salata alacağım, yanında salata sosu olsun. Siparişi sessiz bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Gideon, Tanya'ya dönüp, Ona da benimkinden, dedi. Malory itiraz edecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. Tanya onları duyamayacak kadar yanlarından uzaklaşınca, Eğer senin yediğin şey hoşuma gitmezse ne olacak? diye sordu. Gidecek. Gün boyunca ilk kez sakin bir yerde yalnız kalıyorlardı, Gideon, Hope Malory'yi alıcı gözle inceleme fırsatını kaçırmadı. Saçları arabada rüzgardan dağılmasına rağmen elleriyle hafifçe düzeltmekle yetinmişti. Yanakları pembeleşmişti, akıllı ve sert bakıyordu. Fizik olarak muhteşem bir kadındı bu. Gideon, Burada ne işin var? diye sordu. Yemek yemeğe gelmedik mi? Kelime oyunu yapma... Wilmington'da demek istiyorum, dedi Gideon. Burası küçük bir birim sayılır. Diğer bölümlerden tanıdığım dedektifler var, üniformalarını bilirim. Onlardan değilsin, neden geçici olarak benim ortağım olarak atandın? Hope zokayı yutmamıştı. Buraya Raleigh'ten transfer oldum. Son iki yıldır orada dedektif olarak çalışıyordum. Gideon şaşırmıştı. Malory çok genç görünüyordu. Kaç yaşındasın, diye sormaktan kendini alamadı. Malory, pek çok kadının tersine soruya soruya bozulmuş görünmüyordu. Yirmi dokuz. Demek ki hızlı yükselmişti. Hırslı ve akıllı bir tipti. Neden buraya taşındın peki? Annem burada, Wilmington'da yaşıyor. Yanında birinin kalması gerekiyor, bu yüzden ben de eve dönme zamanımın geldiğine karar verdim. Hasta mı? Hayır. Malory huzursuzca kıpırdandı, belli ki konuşmanın özel konulara kaymasından hoşlanmamıştı. Geçen yıl düştü. Çok önemli bir şey değildi. Bileği burkuldu, bir iki hafta zorlukla yürüdü. Yine de bu seni endişelendirdi. Endişelendirmişti mutlaka. Malory ağırbaşlı ve ciddi biriydi. Annesine bir şey olsa kendisini suçlardı. O yüzden gelmiş olmalıydı. Biraz endişelendim elbette, diye itiraf etti o da. Sonra çabuk çabuk, Peki ya sen? diye sordu. Konuyu değiştirmek istemişti. Senin ailen yakınlarda mı? Echo dışında yani? Çok şey soran insanlar Gideon'u hep rahatsız ederdi. Neden ailesini sormuştu ki şimdi? Tabii, özel hayatları hakkındaki sohbeti başlatan kendisiydi, ister istemez sıra ona gelmişti. Kız kardeşim ve yeğenim buradan birkaç saat uzakta yaşıyor, kardeşimse Nevada'da. Kuzenlerimse kafamı çevirdiğim her yerde. Malory'nin sonuncu yorum üzerine gülümsediğini görmek güzeldi. Belki o kadar da ciddi sayılmazdı. Peki, annenle baban? Öldüler. Malory'nin yüzündeki gülümseme hemen silindi. Üzüldüm.

Gideon duygusuzca, Ben on yedi yaşındayken öldürüldüler, diye ekledi. Öğrenmek istediğin başka bir şey? Hayatına burnumu sokmak istememiştim. Gideon'un beklenmedik cevabı, tam da umduğu gibi sohbeti sonlandırmıştı. Bu kadın eğer biraz uğraşacak olursa hayatını mah-vedebilirdi. Gideon'un dikkatli olması gerekiyordu. Bu sırada Tanya masaya iki koca tabakla iki bardak buzlu çay bırakmıştı. Tanya gittikten sonra Malory, Raintree, diye fısıldadı. Tabağımda sadece kızarmış turp var. Gideon iştahla yemeğine saldırırken, Evet, harikadır, dedi. Böylece ikisi de yemeklerine döndüler. Hope başlangıçta pek iştahlı görünmese de bir iki lokma aldıktan sonra yemek hoşuna gitmiş gibi yemeye başlamıştı. Aralarındaki sessizlik Gideon'un hoşuna gitmişti ama bir yandan da gerilmesine neden olmuştu, konuştuklarında ortam biraz daha rahatlıyordu. Bir ortağa ne ihtiyacı vardı ne de istiyordu aslında. Leon'a üç buçuk yıl boyunca katlanmıştı ama sonunda çok iyi bir ekip olmuşlardı. Gideon vakayı çözüyor, Leon da tüm raporlama ve bürokrasi işleriyle uğraşıyordu. Günün sonunda ikisi de kendisini iyi hissediyor, herkes mutlu oluyordu. Hope Malory ise bundan mutlu olacak birine benzemiyordu. Birden yumuşak bir sesin, Bence daha önce de öldürmüştü, dediğini duydu. Ses arkasındaki masadan geliyordu, Gideon hemen kafasını hafifçe arkaya çevirdi. Sherry Bishop'tu konuşan. Apartmanda bıraktığı halinden daha uçucu bir haldeydi ama o olduğunu kesindi. Gideon, Efendim? diye fısıldadı. Aynı anda Malory, Raintree, sence... diye söze başladı. Gideon bakışlarını Sherry'den ayırmadan, elini kaldırarak yeni ortağını susturdu. Hayalet, Beni öldüren kadın gergin ya da sinirli değildi, korkmuyordu. Echo'yla sahneye çıkmadan önce biz hep öyle olurduk mesela. Bence bu kadın yaptığı işten hoşlanıyordu. Beni öldürmek de hoşuna gitti. Raintree. Malory'nin sesi daha yüksek çıkmıştı. Gideon elini bir kez daha kaldırdı, bu kez bir parmağıyla da susması için işaret etmişti. Bana o parmağını bir daha sallarsan kırarım. Sherry Bishop anında ortadan kaybolmuştu. Gideon kafasını çevirince Detektif Malory'nin kızmış olduğunu gördü. Affedersin, dedi. Düşünüyordum. Tuhaf bir düşünme şeklin var. Bunu daha önce de duydum. Malory'nin yüzündeki ifade değişti. Bakışlarındaki ifade yumuşadı, dudakları dolgunlaştı. Kızgınlıktan daha kötü bir ifadeydi bu; merak. İşe yarıyor anlaşılan, dedi. Nasıl yapıyorsun bunu? Düşünmeyi mi? Gideon onun aslında neden söz ettiğini biliyordu ama o konulara girmeyi istemiyordu. Senin gibisini hiç görmemiştim. Geçen yılki bir vaka dışında çözülmemiş cinayetin yok. O cinayeti de Stiles'ın yaptığından eminim, sadece henüz kanıt-layamadım o kadar. Malory, Nasıl bilebiliyorsun bunu? diye fısıltıyla sordu. Bu soruyla karşılaştığında normal bir insanmış gibi görünmek en kolayıydı. Başkalarının gözden kaçırdığı ufak ayrıntıları fark edebiliyordu; çok ayrıntıcı ve titizdi; olay örgüsünü

kurabiliyordu; bir vakayı çözmek için sonuna kadar gidiyordu. Bunların hepsi doğruydu ama yine de her vakayı çözmesini sağlamazdı. Ölülerle konuşuyorum. Malory'nin buna tepkisi aniydi ama şaşırtıcı değildi; kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Gülünce yüzü harika görünüyordu. Gözleri parlamış, yanakları pembeleşmiş, dudaklarının kenarı kıvrılmıştı. Gi-deon, Hope Malory'nin yanında kendisini fazla rahat hissettiğini fark etti birdenbire. Bu gülüş çok sıcak ve tanıdıktı. Gideon buna kolaylıkla alışabilirdi ama böyle bir şey olmasına izin vermeyecekti. Hope arabasını yavaşlatarak Raintree'nin evinin önünden geçti. Wrightsville Plajı'nın hemen yanındaki üç katlı, soluk gri, Carolina tarzı evin polis maaşıyla alınamayacağı kesindi. Bu bölge sahil boyunca en güzel yerlerden biriydi ve Raintree'nin evi de civardaki evlerin en güzellerinden biriydi. Hope biraz araştırma yapmış ve Raintree'nin evi, dört yıl önce oraya taşındığında satın aldığını öğrenmişti. Evin hemen yanındaki üç arabalık garajın kapıları kapalı olsa da Hope içeride ne olduğunu biliyordu. Raintree'nin, o gün kullandığı 66 model bir Mustang'i, turkuaz ve krem renklerde 57 model bir Chevy Bel Air'i ve 74 model kırmızı bir Dodge Challenger'ı vardı. Onun kadar varlıklı bir polis olmaması bir yana, onun kadar başarılısı da yoktu. Çözdüğü cinayetlerin çoğu uyuşturucu bağlantılıydı, yani pekala uyuşturucu satıcılarıyla ortak çalışıyor olabilirdi. Yoksa Hope'un yeni ortağı, Wilmington'un suç unsurlarından mıydı? Ölülerle konuşuyormuş! Sahilin bu bölümündeki evler göz alıcıydı ama yer sıkıntısı olduğu için aralarında çok az mesafe vardı. Rengarenk evler peş peşe sıralanmıştı, Raintree'nin soluk gri evi içlerinde en güzellerinden biriydi. Neden kimse bu adamın hayat tarzını sorgulamamıştı acaba? Hope'un tanıdığı tüm dedektifler cinayet şubesinde çalışmak isterlerdi. Bu şube çok prestijli olduğu için burada çalışmak önemliydi. Yine de, ortağı emekliye ayrılalı beş ay olmasına rağmen Raintree hala yalnız çalışıyordu. En azından o gelene kadar yalnızdı. Yeni müdürü Hope'a, diğer dedektiflerin Raintree'yle çalışmak istemediklerini söylemişti. Kimse geri planda kalmak ya da ekibin ikinci elemanı olmak istemiyordu, ayrıca hepsi Raintree'nin yalnız çalışmayı tercih ettiği açıktı, kimse ona ayak bağı olmaya niyetlenmemişti. Diğer bir deyişle, tek başına da aynı verimlilikte çalıştığı için düzenini boz-mamışlardı. Hope ayak bağı olmaya aldırmazdı. Raintree hakkındaki sorularının mantıklı bir açıklaması olup olmadığını, daha fazla derine inmeden önce bulmak zorundaydı. Ancak ondan sonra ona güvenebilir ya da kabul edebilirdi. Sezgileri, Raintree'nin bir yalancı olduğunu söylüyordu. Bir erkek olduğu için düzenli olarak yalan söylüyordu muhtemelen ama önemli olan bu yalanların nereye kadar gittiğiydi. Hope mavi Toyota'sını caddenin aşağısına park edip Raintree'nin evine doğru yürüdü. Gecenin o saatinde bir şey görebileceğini sanmıyordu ama o kadar büyük bir merak içindeydi ki muhtemelen uyku tutmayacaktı. Annesi genellikle saat ikiden önce yatmadığı ve dükkanın üzerindeki daireleri çok küçük olduğu için uyumak her durumda zordu zaten. Ev, pahalı takım elbiseler, arabalar... Bu Raintree'de kesin bir iş vardı. Hope, Raintree'nin geçmişini araştırırken karşısına, emekli olan eski ortağı Leon Franklin çıkmıştı hemen. Franklin'in bankada biraz parası vardı ama çok değildi. Hoş bir evi vardı ama mütevazı bir evdi. Öte yandan Hope kimle konuştuysa, tüm operasyonların beyninin Gideon

Raintree olduğunu söylemişti. Wİlmington'da hangi cinayet vakasına elini atsa mutlaka çözmüştü. Bu pek normal bir durum değildi. Hope, Raintree'nin eviyle, hemen bitişiğindeki sarı evin arasında kalan karanlık alana geçti. Simsiyah giyindiği için kolaylıkla gizlenebilirdi. Pencereden bakarken Raintree'ye yakalanmayacaktı ama bu adam hakkında ne kadar çok şey öğrenirse o kadar iyiydi. Etrafa bir göz atmaktan zarar gelmezdi. Bu sırada plajda bir hareket dikkatini çekince kafasını o tarafa çevirdi. Gideon Raintree yüzmeden dönüyordu anlaşılan. Uzun saçları geriye yatmış, göğsünden sular damlıyordu. Eve iyice yaklaştığında ışık tam üstüne vurunca Hope'un bir an nefesi kesilir gibi oldu. Üzerinde diz hizasında kesilmiş eski bir kot pantolonla, boynunda siyah bir kordona bağlı uğurdan başka bir şey yoktu. Şortu ıslanmış, kalçasından bir hayli aşağılara kaymıştı. Komşu sarı evden birisi, Gideon, diye seslendi. Raintree durup kafasını kaldırdı, balkondan sarkmış sarışına gülümsedi. Hope bütün gün birlikte olmalarına rağmen gülümseme belirtisini bile görememişti. Bu adam ne biçim bir belaydı böyle. Selam Honey. Raintree evin önündeki parmaklığa yaslanıp yukarı baktı. Honey, Cumartesi gecesi parti veriyoruz, gelmek ister misin? dedi. Teşekkürler ama sanmıyorum. Bir soruşturma var elimde. Haberlerdeki kız mı? Honey'in gülümsemesi silinmişti. Derken, esmer bir kadın Honey'e katıldı. Cumartesi'ye kadar olayı çözmüş olursun nasılsa, dedi o da. Eğer dediğin gibi olursa uğrarım. iki kadın da balkondan sarkıyorlardı. İkisinin de üzerinde minicik mayolar vardı. Kendilerini komşularına göstermeye çalıştıkları belliydi. Hope, kadınların Raintree'ye bayıldıklarını tahmin edebiliyordu. Yakışıklıydı, zengindi ve kendine güvenden kaynaklanan bir çekiciliği vardı. Gözleri ve elmacık kemikleriyle ya da üzerindeki ıslak şortuyla aptal bir kadının aklını başından alabilirdi. Hope asla aptal olmamıştı. Yukarı gelip bizimle bir şey içsene, diye teklif etti Honey. Sanki bu fikir o anda aklına gelmiş gibi konuşmuştu ama komşusunu sahilde gördüğünden beri bunu planlıyor olmalıydı. Üzgünüm, gelemem. Raintree evine dönüp baktı, Hope sanki doğrudan ona baktı gibi hissetmişti. Misafirim var. Hope nefesini tuttu. Raintree onu görüyor olamazdı. Herhalde ya başka bir misafiri vardı ya da daveti reddetmek için kibarca mazeret uyduruyordu. Hoş, hangi adam, fıstık gibi bir esmerle Honey'in içki tekliflerini reddederdi ki? Honey, Misafir mi? diye mızmızlandı. Evet. Raintree yine korkuluğa yaslanıp iki ev arasındaki kör alana baktı. Yeni ortağım uğramış. Hope hayatında neredeyse ilk kez kullandığı küfürleri sıraladı mırıldanarak. Raintree sanki onu duymuş gibi gülümsemişti. Elbette onu duyması imkansızdı. Tıpkı onu karanlıkta görmesinin imkansız olması gibi... O adam gelsin, dedi esmer olan. Daha eğlenceli olur. Raintree komşularına dönüp bakmadan, Adam değil, dedi. Yeni ortağım bir kadın. Kadın olduğunu özellikle onu sinirlendirmek için vurguladığının farkındaydı Hope, o yüzden hiç sesini çıkarmadı.

Ah, öyle mi? Honey içini çekti. Şey, onu da getirebilirsin. Yani sanırım. Birdenbire bütün hevesi kaçmış gibiydi. Teşekkürler ama gelmeyelim. Birlikte soruşturma üzerine çalışmamız gerekiyor, öyle değil mi Dedektif Malory? Sobe... Hope bir iki adım atarak ışığa çıktı. Saklanmak için artık çok geçti. Raintree tehlikeli miydi? Belki. Yeterince tehlikeli görünüyordu. Öyleyse bile, işler o noktaya varırsa Hope hem silahlıydı hem de kendini koruyabilirdi. Nedense o noktaya gelmeyeceklerini biliyordu. Hope biraz daha öne çıkıp, Doğru, dedi. Honey, Ne zamandır oradaydın? diye sordu. Birkaç dakikadır. Çok sessizmişsin. Manzaraya dalmıştım. Esmer içini çekti. Bunu kesinlikle anlayabiliriz. Hope kızardığını hissetti. O sahilin manzarasından söz etmişti ama esmerin tonlamasından başka şeyler anlaşılabilirdi. Raintree'nin onu izlemekten hoşlandığını düşünmesini istemezdi. Hoşlanmış olsa bile. Denizi severim. Gideon, Ben de, dedi. Hope da korkuluklara yaslanarak ona katıldı. Gideon, İçeri gel, dedikten sonra arkasını dönüp yola koyuldu. Bishop meselesini konuşmak için gelmiştin herhalde. Evet. Uğramamda sakınca yoktur umarım. Raintree omuzunun üstünden ona bakıp eğleniyormuş gibi gülümsedi. Sakıncası yok Dedektif Malory, hem de hiç yok. Ortağı bir şeyin peşinde olmalıydı. Güzel dedektif Hope Malory o kadar gergindi, o kadar elektrik yüklüydü ki, Gideon ona dokunacak olsa muhtemelen infilak ederlerdi. Gideon mutfağı işaret edip, Ben üstümü değiştireceğim, dedi. Sen kendine bir içki al, birazdan gelirim ben de. Echo birkaç saat orada kalıp dinlendikten sonra Charlotte'ye gitmişti. Gideon yüzmeye gitmeden önce onunla telefonda konuşmuştu. Kuzeni hala toparlanmış değildi ama en azından panik hali kaybolmuştu. Gideon hoşlansa da hoşlanmasa da Dewey bu zor durumda çok yardımcı oluyordu. Gideon'un kuru giysiler giyip saçını havluyla kurutması en fazla beş dakika almıştı. Bu süre içinde sürekli olarak, Malory neden burada? Ne istiyor? diye sorup durmuştu kendi kendine. Olay yeriyle ilgili ilk tahlil raporları çıktıysa bile olay yeri inceleme ekipleri doğrudan onu arar, haber verirlerdi. Echo'nun grubunun sık sık çaldığı gece kulübünün sahibi de yardımcı olmamıştı. O halde Malory'nin orada ne işi vardı? Oturma odasına geçtiğinde yeni ortağını deri bir koltukta, elinde bir bardak sodayla otururken buldu. Evin güzelmiş Raintree, derken öylesine bakıyormuş gibi etrafta gezdiriyordu bakışlarını. Polis maaşıyla burayı almayı nasıl başardın? Demek mesele buydu. Onun pis işler çevirdiğini düşünüyordu ve oraya bu işlerin ne olduğunu anlamak için gelmişti. Acaba karlı bir yolsuzluğa katılmak mı istiyordu yoksa onu hapse mi atmak niyetindeydi? Gideon onun daha çok hapis seçeneğinden yana olmasını

bekliyordu ama kadınlar konusunda daha önce yanıldığı olmuştu. Ailem varlıklıdır/' dedi mutfağa giderken. Ben de kendime içecek bir şeyler alayım. Hope başıyla odanın diğer tarafını işaret etti, bir sehpanın üstünde kendisininki gibi bir bardak soda duruyordu. Senin için de hazırlamıştım. Ne istediğimi nereden biliyorsun? Medyum musun? Yine bir an belirip kaybolan parlak bir gülümseme. Buzdolabın bununla doluydu, şansımı denedim. Gideon da bir koltuğa oturdu. Malory'nin onun için hazırladığı bardağı kendisinden mümkün olduğunca uzağa koyması bir tesadüf müydü? Hayır, hiç de tesadüf değildi. Malory sert görünmekten hoşlanıyordu ama Gideon onun dış kabuğunun altında yatan delişmen tarafını arada sırada görür gibi oluyordu. Annesinin düşüp ona ihtiyaç duyduğunu anlattığı sıradaysa bakışlarındaki kırılgan tarafı da görmüştü. Siyah kot pantolonu, siyah tişörtü ve silahına bakılacak olursa, o akşam iyice sert görünmek için elinden geleni yapmıştı. Ailen varlıklı demek, diye konuşmaya geri döndü birden. Evet. Ailenin serveti nereden geliyor? Anne babam, onların anne babaları ve onların da anne babaları hep başarılılarmış, aynı zamanda şanslılarmış. Malory, tuhaf bir şekilde sinir bozucu tavrıyla, Gideon'un gözlerinin tam içine baktı. Sabah Echo'nun evini de gördüm. O ailenin yoksul tarafından mı yoksa? Echo asi yaradılışlıdır, diye açıkladı Gideon. Ailesi tam bir mirasyedi hayatı yaşar; gezer tozar, yer içer. Echo ise kendi hayatını kendisi kazanmak istiyor. Bazen pire için yorgan yaktığı olsa da bu anlamda ona hayranlık duyarım. Sen şanslı mısın? Gideon ona manalı bir şekilde bakarak gülümsedi. Bu akşam pek şanslı değilim herhalde. Hope bu yoruma tepki vermedi, kılı bile kıpırdamadı. Dedektif olarak çok şanslı görünüyorsun. Dosyanı inceledim. Aferin sana. Ben de seninkine bakmayı isterim doğrusu. Ayarlarım. Malory sodasından bir yudum daha alırken Gideon bardağının dışındaki buğuyu parmağıyla dağıttı. Eğer Malory çok meraklı çıkarsa, çok fazla soru soracak olursa oradan taşınması gerekecekti. Oysa orayı çok sevmişti. Evini seviyordu, birlikte çalıştığı adamların çoğunu seviyordu, okyanusa bu kadar yakın olmayı seviyordu. Hiç ummadığı bir şekilde buraya alışmaya başlamıştı. Yıllar boyunca bir departmandan diğerine geçmiş, kendisine en fazla ihtiyaç duyulan yere olmaya çalışmıştı. Ne yazık ki yeteneklerine her yerde ihtiyaç duyuluyordu, bu yüzden Gideon buraya yerleşmeye karar vermişti. Eğer Dedektif Malory onu soruşturmaya başlayıp, hakkında fazla şey öğrenecek olursa Gideon daha fazla kalamazdı orada. Hem düzenli hayatına hem de evine veda etmesi gerekirdi. Hope Malory'yle ya dost olması ya da başından atması gerekiyordu. Tırnaklarını geçirdiği bir şeyi kolay kolay bırakacak bir kadına benzemiyordu ama Gideon onunla dost olup olamayacağından emin değildi. Pek dost canlısı birine benzemiyordu.

Malory sorgulayan bakışlarla oturma odasına tekrar göz gezdirdi. Burada tuhaf bir şey var, dedi düşünceli bir şekilde. Sakın beni yanlış anlama, çok hoş bir yer. Çok rahat döşenmiş, duvarlarda çok güzel tablolar var. Her şey bir biriyle uyumlu, lambalar indirimden alınmamış, belli. Ama? diye sordu Gideon. Hope meraklı mavi gözleriyle ona baktı. Televizyon küçük ve ucuz, telefon eski ve kablolu. Belli bir yaşta ve belli bir gelir düzeyindeki bekar erkeklerin çoğunda doğru düzgün bir müzik sistemi vardır. Senin şu taşınabilir kasetçalarını on beş yaşındaki bir ergen plaja götürmeye utanır. Şansın ters mi gidiyor yoksa? Yine şans meselesi açılmıştı. Gideon ona elektronik aletleri patlatmak gibi berbat bir huyu olduğunu nasıl anlatabilirdi ki? Evde kullanmadığı yatak odalarından ikisinde daha birer ufak televizyon vardı, oturma odasındaki televizyon iptal olduğunda onları kullanabilirdi. Kablosuz telefon ya da dijital saatleri de kullanması düşünülemezdi bile. Bilgisayar çipi takılı hiçbir cihazın yakınından geçemezdi, eski model elektronik aletler kullanmasının asıl sebebi buydu. Çok ender olarak uçağa bindiğinde, Dante'nin onun için hazırladığı korunma tılsımını takması gerekirdi. Cep telefonlarını, insanların kağıt mendil kullandığı gibi kullanıyordu. Fazla televizyon izlemem. Pek müzik de dinlemem. Kablosuz telefon ise güvenli değil. Telefon görüşmelerini neden güvenli bir hattan yapmak isteye-sin ki? Yetmişti artık. Gideon ayağa kalktı. Bardağını bırakıp doğruca Malory'nin yanına gitti. Neden doğrudan sormuyorsun? Neyi sormuyorum? Rüşvet alıp almadığımı? Hope'un gözlerinden bir an müthiş bir şaşkınlık ifadesi geçtiyse de hemen toparlandı. Gideon silahlı değildi, en azından Malory'nin görebildiği kadarıyla. Öte yandan o silahlıydı. Gideon onu incitirse silahına güvenebilirdi. Gideon, Sor, diye sertçe tekrarladı. Hope doğrudan gözlerinin içine baktı. Rüşvet alıyor musun? Hayır. Hope'un gözlerindeki telaş ve heyecan yavaşça dindi. Burada yolunda gitmeyen bir şeyler olduğu kesin, sadece ne olduğunu henüz bulamadım. Mesele para, dedi Gideon. İnsanlar, başka türlü bir hayat sürebilecek birinin polis olmasına inanamıyor. Sadece para meselesi değil Raintree. İşinde çok başarılısın, fazla başarılısın. Gideon hafifçe öne eğildi. Hope geri çekilmemişti. Çok güzel kokuyordu; temiz, tatlı ve baştan çıkarıcı bir kokusu vardı. Rahatlık ve yakınlık kokuyordu. Gideon uzanıp ona dokunmamak için kendisini zor tutuyordu. Tek yapmak istediği, elini uzatıp bir parmağını onun yanağında gezdirmekti. Ama kendini tuttu. Uzun süre önce tercihimi yaptım. Bu işi, hayatımı kazanmak zorunda olduğum için yapmıyorum. Bankada yeterince param var, istesem bütün günümü plajda güneşlenerek geçirebilirim. Ya da abimin kumarhanesinde çalışabilirim, -slot makinelerinden uzak kaldığı sürece-, Ya da hiçbir şey yapmayabilirim ama annemle babam öldürüldüğünde katilleri yakalayıp hapse atan bir avuç dedektifle polis oldu. Bu çok önemli bir iş, bu işi yapıyorum çünkü yapabiliyorum. Başka bir seçeneği olmadığı için bu işi yapıyordu.

Malory'nin yüzündeki ifadeden hiçbir şey okunmuyordu. O kadın kötü biri baba. Çok kötü hem de. Emma'nın dikkatli olması için uyardığı kişi Sherry Bishop'un katili miydi yoksa yeni ortağı mıydı? DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Pazartesi, 10.45 YANLIŞ kadını öldürmüştü. Tabby kafenin arka taraflarında bir masada oturmuştu ama geniş pencereden, nehir kıyısındaki hareketli manzarayı izleyeceğine içerideki çalışanları izliyordu. Sadece kahve ve kurabiye satan bir yerin Pazartesi gecesi geç bir saatte bu kadar kalabalık olacağı hiç aklına gelmezdi ama küçük masalar, kahvelerini içen kocaman kurabiyelerini atıştıran turistler ve müdavimlerle doluydu, iki garson kız ve patronlar hala merhume Sherry Bishop için ağlaşıp burunlarını çekiyorlardı. Tamam, hata yapmıştı ama yine de dün akşamki alıştırma tamamen bir zaman kaybı olmamıştı. Tabby akşam haberlerini görene kadar yanlış kadını öldürdüğünü bilmiyordu. Tatmin olmuş ve sakinleşmiş bir şekilde günün neredeyse tamamını uyuyarak geçirmiş, uyandığında ise kurbanından aldığı yeni hatıralık eşyalarıyla ilgilenmişti. Günün birinde bunları, ölmüş sahiplerinin güçlerini elde etmek için kullanmayı öğrenecekti. O sırada en son kurbanının Raintree olduğunu sandığı için parçalara neredeyse saygıyla dokunmuştu. O ana kadar en güçlü kurbanı oydu. Herkesin bir yeteneği olabilirdi, kimisi bunun farkına bile varmaz, kimisi aldırmaz, kimisi de harcar giderdi ama söz konusu olan bir Raintree'ydi. Sonra akşam haberlerini izlemek için televizyonu açmış ve öldürdüğü kadının Raintree olmadığını öğrenmişti. Aynı evde iki pembe saçlı kadının yaşıyor olabileceği kimin aklına gelirdi ki? Tabby soğumuş kahvesinden bir yudum daha aldı. Cael durumu öğrendiğinde onu öldürecekti, eğer o vakte kadar hatasını düzeltmezse elbette... Echo Raintree'nin o akşam kafeye geleceğini umuyordu, böylece onu takip ederek kaldığı yere gidecek ve işi bitirecekti. Ancak o ana kadar Raintree henüz ortalarda görünmemişti. İki kızın arka arkaya öldürülmesi merak uyandıracaktı ama başka seçeneği yoktu. Echo gelmediğine göre başka bir yerde, oda arkadaşının ölümü için ağlıyor olabilirdi ama bütün hafta gelmemezlik yapacak değildi. Henüz bu konuda bir açıklama yapılmamıştı ama en kötü koşulda, birkaç sonra cenaze töreni olurdu. Echo oda arkadaşının cenaze törenine mutlaka katılırdı herhalde. Yani, bu hafta içinde iş bitecekti. Sadece, Echo Raintree olacakları görüp ailesini uyardıysa, işler planladığı kadar kolay gitmeyebilirdi. Kapı açılınca Tabby kafasını çevirip içeri giren çifte baktı. Kalbi duracak gibi olmuştu. Gideon Raintree'ydi bu. Gideon'u, Echo'dan da fazla istiyordu ama ona beklemesi emredilmişti. Cael, bir polisin öldürülmesinin fazla tantana koparacağını söylemişti. Şimdilik zamanının gelmesini bekliyordu, Gideon'u daha sonra öldürecekti. O akşam değil. Tabby kimsenin onu olay yerinde gördüğünü sanmıyordu ama o akşam siyah kısa peruğunu takmış olduğuna sevindi. Peruk kaşındırıyordu, kafası çok sıcaklamıştı ama en azından kimsenin onu tanı-yamayacağından emindi. Rahatlayıp arkasına yaslandı, izlemeye devam etti. Gideon ve beraberindeki kadın, kafedeki herkesi ve her şeyi görebilecekleri köşedeki bir masaya oturdular. İkisi de spor giyinmişlerdi, kadın tepeden tırnağa siyahlar içindeydi,

Raintree ise kot pantolonla rengi solmuş bir tişört giymişti. Açıkça belli olmamakla birlikte ikisi de silahlıydı. İş için mi gelmişlerdi? Elbette. Sherry Bishop'un katilini arıyorlardı. Tabby gözünün ucuyla Raintree'nin yanındaki kadını süzdü. Cael henüz Gideon için emir vermemişti ama peki ya kadın? Gideon'un kız arkadaşı mıydı? Tabby, kadının ayak bileğindeki tabanca kılıfından onun da polis olduğunu tahmin ediyordu ama aynı zamanda Gideon'la çıkıyor da olabilirdi. Aralarında bir şey varmış gibiydi zaten. İkisinin bulunduğu köşeden korku ya da üzüntü yerine bir enerji akımı hissediyordu. Kararsız, biraz tedirgin ama kesinlikle cinsel bir enerjiydi bu. ilişkileri olsun ya da olmasın, kadının öldürülmesi Raintree'yle ilişkilendirilebilir ve bu da şüphe uyandırırdı. Cael böyle bir şey olmasını istemiyordu. Tabby öylece oturup izlemekten sıkılmaya başlamıştı. Bir gece önce hata yaptığını bilmek, eylemden aldığı zevki gölgelemişti, daha fazlasını istiyordu. Hep daha fazlasını isterdi. Üstlendiği görevi zaten yerine getirememişti, öyleyse asıl vazifesi olmayan bir polisi öldürmenin nesi kötü olabilirdi ki? Kadını ortadan kaldırırsa Gideon'un dikkatini dağıtmış olurdu ki bu da çok işine gelirdi. Onun dikkatini Echo ve şu lanet olası oda arkadaşının ölümünden başka bir yere çekmesi gerekiyordu. İşler ters gittiği için Tabby henüz Cael'i aramaya cesaret edememişti, bu yüzden onun ne diyeceğinin de önemi yoktu. Bir haftanın sonunda Echo ve Gideon öldüğü sürece, arada yaptığı hataların affedileceğinden emindi. Kadın polisle Gideon'u her an uzaktan vurabilirdi ama istediği bu değildi. Tabby kadının nasıl öldürdüğüne aldırmıyordu ama Gideon'un durumu farklıydı. Gideon Raintree hanedan ailesine mensuptu, Dranir'den bir sonraki kişiydi. Tabby'nin aklının alamayacağı kadar güçlüydü. Tabby onu öldürdüğünde anlayabilecekti bu gücü. Sherry Bishop'u öldüren bıçağı ona sapladığı sırada Gideon'a dokunmak istiyordu. Kanını ellerinde hissetmek, sonra koleksiyonuna bir iki parça daha katmak istiyordu. Henüz öldürdüğü insanların gücünü nasıl alacağını bulamamıştı ama yine de topladığı hatıralardaki enerjiyi hissedebiliyordu. Düzgünce kurutup, her yıl daha da ağırlaşan bir deri çantada sakladığı bu hatıra parçalar onun enerjisini güçlendiriyordu. Cael heyecanını dizginlemesini, temkinli davranarak dikkati üzerine çekmemeye çalışmasını söylemişti. Henüz yapamazdı. Hakları olanı onlardan alana kadar dizginlemeyecekti kendisini. Her zaman kurnaz ve dikkatli davranırdı ama bu kez farklı olacaktı. Evet, kadın polisi uzaktan da öldürebilirdi ama Gideon Raint-ree'yi öldürmek muhteşem bir an olacaktı, çıkarlarına uygun diye bu andan vazgeçecek değildi. Salı, 7.40 Raintree, kahvaltının Hilton'da olacağını söylemişti bir gece önce. Wilmington polis dedektiflerinin Salı sabahı geleneğiydi bu. Hope Toyota'sını park ettikten sonra restorana yürüdü. Bu sırada elini siyah pantolonunun kırışıkları üzerinden geçirip ceketini düzeltmişti. On dakika gecikmişti ama dükkandan ayrılırken annesi hala ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, güç bela ayrılabilmişti. Onu kahvaltıya davet eden grubu hemen buldu. Restoranın ortasındaki yuvarlak bir masada dokuz adam vardı, hepsi de takım elbise giymişti, hepsi de dedektifti. Raintree ışıkları kendisini işaret edecek şekilde ayarlamış olmalıydı çünkü hemen göze batıyordu. Adamlar konuşup kahvelerini içiyorlar, omlet ve jambon yiyorlardı. Hope başını dimdik tutarak onlara doğru yürüdü. Bir kaçının kafasını ona doğru çevirmesi fazla uzun sürmedi. Kaşlar kalktı,

çeneler düştü. Hope, ilk karşılaşmalarda karşısından aldığı tepkilere artık alışmış sayılırdı. Polise benzemiyordu, acaba üst düzeyden birileriyle mi yatmıştı? Yatmadıysa da yatacak mıydı? Bu meslekteki herhangi bir erkekten daha ciddi, iş odaklı ve mesafeli olmak zorundaydı. Eğer annesi olmasaydı, Raleigh'ten ayrılarak aynı süreci baştan yaşamayı hiç istemezdi. Bu rahatsız edici kendini kabul ettirme sürecini ikinci kez yaşamak hiç hoş değildi. Masadaki tek boş sandalye Raintree'nin yanındakiydi. Hope oraya oturduktan sonra Raintree onu diğer dedektiflere tanıttı, ilk açılış sorularından ve genel ilgiden sonra adamlar yine kendi tartışmalarına döndüler. Ertesi gün yemeği nerede yiyeceklerdi? Sonra konuşmanın seyri yemekten mevcut soruşturmalara döndü, elbette Sherry Bishop cinayeti de bunlardan biriydi. Raintree ulaşabildiği tüm kaynaklardan, son altı aya ait bu cinayete benzer, çözülmemiş tüm soruşturmaların dosyalarını istemişti. Öğleden sonra dosyaların çoğunun masasına -ve Malory'nin masasına ulaşmasını umuyordu. Vaka hakkında konuşulurken birkaç önemli şey hemen kendini belli etmişti. Gideon Raintree iyi bir polisti ve birlikte çalıştığı insanlar ona hem saygı duyuyor hem de ondan hoşlanıyorlardı. Hope biraz sakin davranmaya karar verdi. Raintree gerçekten de yoz bir polis olsaydı masadaki diğer dedektifler de bundan kuşkulanırlar, en azından ona karşı şüpheci ve mesafeli davranırlardı. Masada böyle bir şey hissedilmiyordu. Hope bir gece önce Raintree'nin, çözdüğü cinayetlere karıştığından çok emindi. Şimdi o kadar emin değildi oysa. Sinir bozucu olduğu kadar cazibeli ve yakışıklı olduğu için mi düzgün biri olduğunu düşünüyordu? Hope bu kadar sığ olmak; erkekleri görünüşleri ve sıraladıkları güzel laflarıyla değerlendirip, onları gerçekten görmeye uğraşmayan kadınlar gibi davranmak istemiyordu. Bir erkeğin gerçek yüzünü dışardan anlamak mümkün değildi, gerçeği öğrenmekse çok acı olabilirdi. En azından onun için böyle olmuştu. Nihayet dedektifler kahvaltılarını bitirip masadan kalktılar. Hope ve Raintree restorandan birlikte çıktılar. Güneşli, ılık bir sabahtı. Birlikte park yerine yürürlerken Hope, Planımız nedir? diye sordu. Topukları asfaltta tıkırtılı sesler çıkarıyordu. Gideon'un adımlarıysa daha yavaş, düzgün ve ritmikti. Senin apartmana gidip etrafa bir göz atmanı istiyorum. Belki istediğim dosyalar gelmeden önce evrak işlerini organize edersin. Komşuların ifadelerinin bilgisayara geçirilmesi gerek. Laboratuvar-dan sonuçların gelmesi bir iki günü bulabilir ama yine de onları arayıp ellerini çabuk tutmalarını söylersin. Hope sinirlenmemeye çalışarak, Ben senin sekreterin değilim Raintree, dedi. Öyle bir şey demedim. Sen soruşturmayla ilgilenirken benim ofis işlerini halletmemi istiyorsun. Leon buna itiraz etmezdi. Ben Leon değilim. Gideon arabasına varmadan durup ona baktı. Bunun gayet farkındayım Dedektif Malory. Bugün arabayı ben kullanacağım. Ben kullansam daha... Hope daha yavaş bir şekilde, Ben kullanacağım, dedi. Bu ortaklıkta Raintree'nin baskın davranmasını kabul etmeyecekti. Onu itip kakamayacağını en başından gösterecekti ona. Raintree'nin yeşil gözlerinde bir pırıltı belirdi, eğlenmiş gibiydi. Teslimiyet ifadesi değildi yalnız bu pırıltı. Peki, madem ısrar ediyorsun, demekle yetindi.

Hope, Toyota'sını onun Mustang'inden biraz ileriye park etmişti. Tepe lambasını koyalım mı? diye sordu. Olur, dedi diğeri kayıtsızca. Hope cebinden anahtarını çıkarıp, uzaktan kumandayla kapıların kilidini açtı. O sürücü koltuğuna geçerken Gideon arabasına bakmak için durmuştu. Elini motor kapağına hafifçe vurarak, Güzel arabaymış, dedi. Çok yakıyor mu? Hope neredeyse gülecekti. Senin benzin canavarından iyi olduğu kesin. Gideon sakin bir şekilde yerine oturdu, çok rahat görünüyordu. Bir gün önce arabayı kendisi kullanma konusunda çok ısrarlıydı ama şimdi yolcu olmayı da kabullenmiş görünüyordu. Belki de ortaklıklarını yürütebilirlerdi. Hope yerine oturup kontak anahtarını çevirdi. Bir şey olmadı. Yeniden denedi. Yine hiçbir şey olmadı. Marş motorunda problem var herhalde, dedi Raintree. Kapıyı açıp aşağı inmişti bile. Tanıdığım iyi bir tamirci var, derken cebinden kendi anahtarlarını çıkarmış, Mustang'ine doğru yürümeye başlamıştı. Sana onun numarasını vereyim, işini hallettikten sonra bana yetişebilirsen... Hayır. Hope arabasını kilitleyip Raintree'nin peşine takıldı. Adımları onunkilerden kısaydı belki ama en az onunkiler kadar kararlıydı. Arabayla sonra ilgilenirim. Burada kalmayacağım. Gideon omuzunun üstünden ona baktı. Çok inatçısın Dedektif Malory. Hope acımasız gün ışığında Raintree’nin göz çevresindeki hafif kırışıklıklar olduğunu gördü. Muhtemelen gençliğinde çok hoştu, kalan hoşluğu da onu ilgi çekici yapmaya yetiyordu. Ne var ki artık delikanlı değildi. Kendisi de o kadar genç değildi. Öyleyimdir, diye cevap verdi. Alışsan iyi olur. Gideon binmesi için arabanın kapısını açtı, o binene kadar tuttu. Hope arabaya bindikten sonra kafasını kaldırıp ona baktı. Buna bana bir daha yapmaya kalkma. Neyi? Sanki seninle çıkmışız gibi davranmayı bırak. Ben senin ortağınım Raintree. Leon'a kapı açmış miydin hiç? Hayır, ama Leon çirkin ve şişmandı, bacakları da kıllıydı. Hope ona sadece baktı, hiçbir şey söylemedi. Gideon arabanın ön tarafından dolaşıp yerine geçerken, Peki, dedi. Senin diğerlerinden farkın yok yani. Herhangi bir polis, herhangi bir ortak... Kesinlikle. Hope'un arabaya canı sıkılmıştı ama ama Raintree olay yerine gidip bir gün önce gözden kaçırmış olabilecekleri ipuçlarını toplayarak cinayeti çözmeye yaklaşırken orada kalıp da tamirci bekleyecek değildi. Hope artık Gideon Raintree'nin yoz bir polis olduğuna inanmıyordu ama elinde herhangi bir kanıt yoktu. Ayrıca onu, sezgilerine güvenecek kadar iyi tanımıyordu. Daha önce olmadığı gibi görünen bir adam yüzünden ağzı çok fena yanmıştı, bunu bir daha yaşamaya niyeti yoktu. Park yerinden çıkarlarken Raintree, Leon bana Gideon derdi, dedi. Eğer şu ortaklık meselesi kesinleşene dek benimle takılmaya kararlıysan sen de öyle yapabilirsin. Ona ismiyle hitap etmek çok kişisel geliyordu Hope'a, neredeyse dostça bir hitap şekliydi. Ondan hala şüpheleniyorken Raintree'yle nasıl dost olabilirdi?

Raintree gerçekten iyi bir polis de olabilirdi. Belki Hope sonunda onun gerçekten de harika bir dedektif olduğunu, çok yüce sebeplerle çalıştığını bulacaktı. Eğer durum böyleyse, onunla çalışır, nasıl ve neden bu kadar iyi olduğunu anlardı. Aslında Hope'un tereddüt etmesinde başka sebepler de vardı. Ağırbaşlı karakteri ve mesleğine bağlılığına rağmen erkeklerden yana yüzü hiç gülmemişti. Hep yanlış adamlar çıkmıştı karşısına. Bir odada yirmi adam varsa ve içlerinde ciğeri beş para etmez biri varsa Hope onu bulup seçme konusunda çok başarılıydı. Gideon Raint-ree'yi gördüğü ilk andan beri ona karşı istemediği ama inkar edemeyeceği bir çekim hissediyordu. O anda istediği en son şeyse, ciğeri beş para etmez bir başka adamla ilişkiye girmekti. Pekala Gideon, dedi yine de. Sanırım sen de bana Hope diyebilirsin. Raintree'nin yüzünde yarım bir gülümseme belirdi. Öyle bir içten söyledin ki, nasıl reddedebilirim bunu! Daire bir önceki günden farklı görünmüyordu fakat daha sakindi. Sherry Bishop yanından bir an olsun ayrılmayıp, ölü olmaktan ve yeni çizmelerini giyememekten yakınmıyordu. Koridorda, içeriyi görmeye çalışan polisler ve komşular yoktu. Bu tuhaf suç mahallinde ipucu bulmaya çalışan Malory'yle kendisi vardı sadece. Yeni ortağı kapının yanında durmuş, dikkatli bakışlarla etrafı inceliyordu. Sessizdi, Gideon'un işini yapabilmek için sessizliğe ve alana ihtiyaç duyduğunu anlamış gibiydi. Başlangıçta gerçekten de dikkatini dağıtmıştı ama artık onun varlığına alışmıştı Gideon. Leon'la alışabilmesi için bir yıl geçmesi gerekmişti. Perdeler açıktı, sabahın doğal ışığı içeri dolmuştu. Parçalanmış kanepe, kan izleri ve etraftaki dağınıklık gün ışığında daha da kötü görünüyordu. Gideon durduğu yerden olayların nasıl geliştiğini neredeyse tam olarak görebiliyordu. Geç saatte kapı zili çalınmıştı. Sherry Bishop kapıdakine kim olduğunu sormuş, bir kadın sesi pizza getirdiğini söylemişti. Bunun üzerine Sherry kapıyı açmış ve... Bıçakta bir tuhaflık vardı. Gideon arkasına bakınca, Sherry'nin silik bir görüntüsünün hayattayken hep yaptığı gibi kanepeye oturduğunu gördü. Şimdiyse kanepe parçalanmış, o ise ölmüştü. Gideon onunla yüz yüze olabilmek için kanepenin önünde yere çöktü, Bıçak mı? diye fısıldayarak sordu. Bu konumdayken Sherry biraz daha net görünüyordu. Efendim? Hope ona doğru bir adım attı. Gideon elini uzatıp ortağını susturdu. Onun bundan nefret ettiğini biliyordu ama Sherry'nin korkup kaçmasını istemiyordu, kaçarsa onu kaybedebilirdi. Karşısındaki hayalet uzun süre yeryüzünde oyalanacakmış gibi durmuyordu. Hope'a bakmadan, Yüksek sesle düşünüyordum, dedi sadece. Pardon. Bıçağın nesi vardı? diye yumuşak bir sesle tekrar sordu. Antika gibiydi, dedi Bishop. Gümüştü sanırım ama sapında süslü bir şey vardı. Nasıl süslü? Bıçağın sapını tamamen göremedim çünkü psikopat kadın sıkı sıkı tutuyordu ama sanki bir takım harfler kazınmış gibiydi. Ne yazıyordu.

Hayalet omuzunu silkti. Bilmiyorum. Bizim dilimizde değildi. Hem o sırada pek okuyabilecek durumda değildim. Birdenbire gözden silinmeye başladı. Kadın çok öfkeliydi. Neden o kadar kızmıştı? Ben kimseye bir şey... Sherry aniden ortadan kayboldu. Gideon kanepenin önünde diz çökmüş olarak kaldı, düşünmeye devam etti. Sherry katilinin daha önce de can aldığından emindi. Öğleden sonra eline ulaşan cinayet dosyalarını incelemeye başladığında bunun doğru olup olmadığını görebilirdi belki. Sadece kullanılan silahı ve öldürme biçimini kıyas-lamayacaklardı, bir de kayıp parmak ve kafa derisi parçası vardı. Bu katil kurbanından hatıra parça almıştı, eğer daha önce de cinayet işlediyse bulmak için anahtarları buydu. Genellikle kadın bir seri katile rastlanmazdı ama imkansız da değildi. Peki bu katili Sherry Bishop'a çeken ne olmuştu? Dikkatini çeken ve onu oraya sürükleyen ne olmuştu? Hope'un yavaşça ona yaklaştığını duydu. Beni biraz ürkütüyorsun, dedi ortağı arkasında durup. Affedersin. Gideon ayağa kalkıp ona baktı. Ekiplerin etrafı arayıp suç aleti bıçağı aramalarını istiyorum. Dün zaten aradılar. Bugün yeniden yapmalarını istiyorum. Katil bir yere atmamış da olabilir ama işimizi şansa bırakmayalım. Cinayet silahını mutlaka bulmamız gerek. Nehre de atmış olabilir. Umarım yanılıyorsurıdur. Sherry katilini tanımıyordu, sadece yetersiz bir tarif verebilmişti, birde bıçağı görmüştü. Hope'un bakışlarındaki ifade biraz yumuşadı. Bu soruşturmaya çok kişisel yaklaşıyorsun. Yoksa Sherry Bishop düşündüğünden daha mı yakındı senin için? Ben bütün vakalara kişisel yaklaşırım, dedi Gideon. Hope aklından geçenleri anlamaya çalışırmış gibi dikkatle ona baktı, hiç şansı yoktu. Birden Emma, rüyalarındaki kızı Hope'un arkasında süzülerek belirdi. Gözleri kocaman açılmış, pencereye doğru bakıyordu. Uçuşan ellerini Hope'a uzatmış, onu itmeye çalışıyordu. Eğil! Gideon, Emma'nın uyanıkken karşısına çıkmasına bile şaşırmak için vakit harcamadı, bir an tereddüt etmeden Hope'un üstüne atıldı, ikisi birden yere yuvarlandılar. Emma ortadan kaybolmadan hemen önce doğrudan küçük kızın üstüne düştüler. Kızı olacağını söyleyen bu çocukla kısacık teması Gideon'u ürpertmişti. Hope'la birlikte yere düştükleri anda penceredeki cam parçalandı ve duvara bir mermi saplandı. Yerde bir süre kaldılar, Gideon Hope'un üstündeydi, onu tamamen örtmüştü. Kollarında, bacaklarında ve göğsünde müthiş bir elektrik akımı vardı. Her yerde değil ama Hope'la temas eden bölgelerinde olağandışı, kontrol edemediği bir voltaj dalgalanması vardı. Hope de bunu hissetmişti, Gideon onun titremesinden anlamıştı bunu. Silah sesleri dindikten sonra, iki kat alttaki komşunun alarmı çalana kadar derin bir sessizlik oldu. Gideon, Hope'un üzerinden yuvarlanarak kenara çekildi, silahını çekip pencereye yaklaştı. Hope da elinde silahıyla tam arkasındaydı. Gideon pencereden dışarıya, dikkatle baktı. Nereden ateş edildiğini anlamaya çalışıyordu. Yan binadaki bir pencere açıktı, perdeleri rüzgarda havalanmıştı. Burada kal ve eğil, dedikten sonra kapıdan fırladı. Çok zor.

Hope tam arkasından geliyordu, Gideon'un durup onunla tartışacak vakti yoktu. Gerçek bir ortak gibi mi muamele görmek istiyordu, kendi bilirdi. Üçüncü kat, güney tarafındaki dördüncü pencere. Ben gidiyorum. Sen yardım iste, ön girişi tut, kimse dışarı çıkmasın. Hope bir seferliğine ona itiraz etmedi. Gideon binanın merdivenlerine atılırken Hope ön kapıda durdu. Binadan çıkmak isteyen biri ya bu ön kapıdan çıkacaktı ya da birkaç adım ilerideki yan kapıdan çıkacaktı. Ateş eden adam hala binadaysa kapana kısılmış demekti. Hope bulundukları yere ateş açıldığını telefonla haber verdikten sonra beklemeye başladı. Beklemek hiç ona göre bir şey değildi ama bazen mecbur kalıyordu. Ne yazık ki aynı zamanda olanları düşünmek için bir fırsat veriyordu ona, oysa Hope o anda düşünmek istemiyordu. Raintree bir yerde tetiğin yansımasını mı görmüştü? Onu harekete geçiren, olağandışı bir şey mi duymuştu? Ateş açılmadan sadece bir saniye önce Hope'u yere fırlattığına göre ya bir şey görmüş, ya da bir şey duymuş olmalıydı. Mesele, o sırada Raintree'nin yüzü duvara dönüktü, pencereden dışarı bakmıyordu, yani bir şey görmüş olamazdı. Pencere kapalı olduğuna göre sokaktan bir şey duymuş olması neredeyse imkansızdı. Sezgi? Sezgi, psişik yetenek gibi bir şey olurdu, Hope bu seçeneği reddediyordu. Annesi aklına gelince, bir aileye iki acayip tip yeter diye düşündü. Hope'un kafasını kurcalayan tek şey bu olağanüstü sezgi değildi. Gideon Raintree onun üstüne atıldığında çok tuhaf bir şey olmuştu. Daha önce kimya denen bir şeyden söz edildiğini duymuştu, hatta bir iki kez hissettiğini bile biliyordu. Cinsel çekimden bir elektrik kıvılcımı diye söz edildiğini de duymuştu. Ama hayatında gerçek bir elektrik kıvılcımını daha önce hiç hissetmemişti. Ani, yüklü bir kıvılcımdı. Gideon üzerine düştüğünde Hope parmağını elektrik prizine sokmuş gibi hissetmişti kendisini. Vücudundan kelimenin gerçek anlamıyla bir elektrik akımı geçmiş, ayak parmaklarından saç tellerinin ucuna kadar dolaşmıştı. Hope'un kanında şimşekler dans etmiş gibiydi. Bir anlığına uzanıp, üstündeki adama sımsıkı sarılmak istemişti; elektriği sona erdirmek değil, daha fazlasını arzulamıştı. Hope, tüm bunları hayal ettiğini düşünmeye çalıştı ama bu doğru değildi. Gerçekten bir şey hissetmişti, sadece ne olduğunu bilemiyordu. Gideon'un peşinden üçüncü kata çıkmayı çok isterdi ama bina çıkışını koruyacak başka kimse olmadığı için orada kalmak zorundaydı. Acaba Raintree yukarıda ne bulacaktı? Tetikçi hala yukarıda mıydı, onları mı bekliyordu? ilgilendiği her soruşturmayı çözen bir adam herhalde yıllar içinde pek çok düşman edinmiş olmalıydı. Olayın üstünden aylar geçmesine rağmen kapatamadığı bir soruşturma vardı mesela. Gideon'un şüphelisi Frank Stiles ateş etmiş olabilir miydi? Gideon sonuca çok mu yaklaşmıştı yoksa? Ateş eden kişinin Bishop cinayetiyle de ilgisi olabilirdi. Çok fazla olasılık vardı ve dayanağı olmayan varsayımlar için uygun bir zaman değildi. Bu sırada bir devriye arabası gelince Hope nöbet işini polislere devredip binaya girdi, Gideon'un birkaç dakika önce yaptığı gibi merdivenlere atıldı. Daha önce de ortakları olmuştu, bir kısmıyla arkadaş olmuşlardı. İkisiyle yollan emeklilik ve terfi nedeniyle ayrılmıştı ama hiçbiriyle vuruldukları için ayrılmamıştı. Yeni ortağıyla da öyle ayrılmaya niyeti yoktu. Gideon'la ikinci katta karşılaştılar. Apartman bomboş, dedi Gideon. Kimse kapısını açmıyor. Kapıda kim var?

İki devriye polisi, kimseyi ne içeri ne de dışarı bırakacaklar. İkinci kattaki kapıları çalmaya başladılar. Silah seslerini duysalar da kimse bir şey görmemişti. Dairelerin çoğu boştu, kapıları kilitliydi. Bir süre diğer memurlar da geldi, apartman yönetici bulundu ve kırk beş dakikadan daha kısa sürede bütün binayı daire daire araştırmışlardı. Ufak arka bahçe didik didik aranmıştı, iki kere. Tetikçi ya onlar gelmeden önce binadan ayrılmıştı, ya da apartman sakinlerinden biriydi ve kim olduğunu bilmeden ifadesini almışlardı. Araştırma bittikten sonra Gideon apartmanın önündeki sahanlığa oturup caddeye baktı, düşünüyordu. Hope onu böyle derin düşünceye daldığı zaman bölmekten hoşlanmıyordu ama cevapsız kalan çok fazla soru vardı. Ayrıca yeterince beklemişti. Gideon'un yanına oturdu, bu sırada çok fazla yaklaşmamaya dikkat etmişti. Peki söyle bakalım, seni kim öldürmek istiyor? Gideon dönüp ona baktı. Hedefin sen olmadığını nereden biliyorsun? Hope gergin bir şekilde gülümsedi. Daha iki gündür buradayım. Henüz düşman edinecek vaktim olmadı. Sense... Gideon bakışlarını tekrar caddeye çevirdi. Evet... Hope hafifçe arkaya yaslandı. Peki nasıl bildin? Neyi nasıl bildim? Beni ateş edilmeden önce ittin Raintree. Çok önce değil ama yine de biliyordun. Gideon bir an sessiz kaldı. Şikayetçi misin? Hayır ama merak içindeyim. Merak tehlikeli bir şeydir. Hope hissettiği elektrik akımını da sormak istiyordu ama bunu sadece kendisinin hissetmiş olmasından korkuyordu. Belki de gerçekten bir kıvılcım hayal etmişti, sonra aniden temas ettiklerinde de cinsel bir çekimle tetiklenen akım Raintree'nin onun tepeden tırnağa titretmesine neden olmuştu. Raintree ona dokunduğunda böyle etkilenmesi iki yıldır bir erkekle birlikte olmamasından kaynaklanıyor olabilirdi. Zaten tehlikeli bir hayatım var, dedi yarı ciddi bir ifadeyle. Bunu daha sonraya bırakalım. Hope herhangi bir şeyi sonraya bırakmaktan hiç hoşlanmamasına rağmen başını sallayarak kabul etti. En azından bu kadarını borçluydu ona. Peki. Şimdi ne yapıyoruz? Gideon caddeye bakındı. Birileri bir şey görmüş olmalı. Hava aydınlık, gün ortası; adam koşarak kaçmış olmalı. Mutlaka gören biri vardır. Gideon tekrar ona baktığında Hope o elektrik akımını yeniden hissetti, bu defa dokunmuyordu bile. Haydi, gidip bulalım. BEŞİNCİ BÖLÜM GlDEON ateş açılan apartmanın bulunduğu bloktan aşağı yürümeye başladı, yeni ortağı da hemen yanında yürüyordu. Emma'yı ilk kez rüyalarının dışında görüyordu. Görünmesi, Emma'nın gerçekten de bir fanteziden öte olduğunu gösteriyordu ona. Küçük hayalet ikisinin de hayatını kurtarmıştı. Emma onu eğilmesi için uyarmayıp Hope'u itmeye uğraşmasaydı kimin vurulacağını bilemiyordu. Emma sanki Hope'u yoldan çekmeye çalışıyor gibiydi aynı zamanda çünkü. Emma bir hayalet değildi. Onun, uzun zamandır iddia ettiği gibi, henüz bu dünyaya gelmemiş, yaşamlar arasında bir ruh olduğuna inanıyordu artık Gideon. Onun gözüne

görünebilmesi için dikkate değer bir enerji harcıyordu ve Gideon artık onu kötü rüyalarının bir parçası olarak göremezdi. Emma bir Raintree'ydi, ya da günün birinde olacaktı. Köşedeki bir kitapçının önünden geçiyorlardı bu sırada. Pencerenin yanındaki tezgahın arkasında duran yaşlı kadın meraklı gözlerle caddeyi izliyordu. Eğer tetikçi o tarafa geldiyse kadın onu görmüş olmalıydı. Gideon başıyla kadını işaret etti. Gidip şu kadına bir şey görmüş mü diye sorsana. Apartmandan çıktıklarından beri pek konuşmayan Hope, Neden kendin sormuyorsun? dedi. Benim bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor, dedi Gideon. Aile meselesi, diye ekledi. Böylece, aslında hiç istemediği ortağı, onu dışarıda bıraktığını düşünmeyecekti. Hope bir an tereddüt etti ama sonra kitapçıya girip Gideon'u kaldırımda yalnız bıraktı. Gideon hemen cep telefonunun hızlı arama tuşuna bastı. Dante telefonu ikinci çalışında açtı. Nasıl gidiyor? dedi Gideon. Bağırarak konuşuyordu çünkü çok parazit vardı. Cep telefonlarından nefret ediyordu. Berbat, diye cevapladı abisi. Seni anlayabilirim, inan bana. Seni meşgul etmeyeyim ama bilmek zorundayım. Üç ay kadar önce bana turkuaz bir parça göndermiştin, hatırlıyor musun? Hatırlıyorum. O lanet olası şey büyülüydü değil mi? Gideon farkına varmadan elini boynundaki kordona götürmüştü. Gömleğinin ve kravatının altında kalsa da tılsımın gücünü hep hissediyordu. Boynunda asılı olan gümüş korunma tılsımı kardeşi hazırlamıştı. Her dokuz günde bir kargoyla ona bir tılsım ulaştırılırdı. Abisi, Gideon'un mesleğinin potansiyel tehlikelerle dolu olduğunu söyleyerek bu konuda ısrarlı davranıyordu. Yatak odasındaki şifonyerde duran turkuaz tılsımınsa başka güçleri vardı anlaşılan. Dante güldü. Bu kadar geç anlamana şaşırdım doğrusu. Tam olarak nasıl bir büyüydü? Gelecekten bir pırıltı diyelim. Yakın gelecek mi uzak gelecek mi? Orası belli değil. Gideon kitapçının tuğla duvarına yaslanıp lanet okudu. Dante büyüye bir zaman sınırı koymamıştı ama Emma bu dünyaya gelmeyi bekliyordu ve yakında geleceğini söylemişti. Böyle olmayabilirdi, bu dünyada kontrol Gideon'daydı. Kendi kararlarını kendisi verirdi. Eğer bir ailesi olsun istemiyorsa olmayacaktı. Hayat ona pek çok şey öğretmişti ama böylesine önemli bir konuda bir seçeneği olmayacağına inanmıyordu. Ne gördün? diye sordu Dante. Seni hiç ilgilendirmez. Dante yeniden güldü, sonra sanki biri araya girmiş gibi konuşma kesildi. Hope kitapçının kapısını açıp kafasını dışarı uzattı. Raintree, buraya gelip şunu dinlesen iyi olacak. Tabby kısa süre önce kiraladığı dairede huzurca volta atıyordu. Adrenalini neredeyse soluk renkli tozlu mobilyalara sinmişti. Kadını tam olarak görüyordu, o boş binadan vurması çok kolaydı. Nişan alacak, tetiği çekecekti. Hedef vurulup düşünce fırlayıp kaçacaktı. İyi ve basit bir plandı. Çok tercih ettiği bir yöntem değildi ama Raint-ree'yi oyalamak için iyi bir taktikti.

Derken Gideon hedefi yere itmiş ve kurşun boşa gitmişti. Tabby, Gideon'un tüm yeteneklerini bilmiyordu ama anlaşılan hayaletleri görebildiği gibi medyumluğu da vardı. Tabby tetiği çekmeden bir saniye önce itmişti ortağını yere. Tabby otel odalarından nefret ederdi. Öyle yerlerde insanın gizlisi saklısı olmazdı. O ise kimsenin eşyalarına dokunmadığından emin olmak isterdi. Nereye giderse gitsin, burası gibi küçük ve ucuz bir yer kiralardı. Bu dairenin bir aylık kirasını peşin ödemişti, bir ay dolmadan işini bitirip gidecekti. Komşularla karşılaşmamaya eve asla iş getirmemeye dikkat ederdi. Yıkık dökük, mobilyalı dairenin ufak mutfak masasında yeni ganimetleri olan parmak ve kanlı saç derisi kurumayı bekliyordu. Tabby onların karşısına geçip, onda uyandırdıkları hislerle dolmuştu. Daha fazlasını istiyordu, kurbanlarının tüm yaşam enerjisini içine çekmek istiyordu ama şimdilik bunlarla da tatmin olabiliyordu. Bu hatıra parçaların böyle muhteşem bir kara büyü etkisi vardı; işler ters gittiğinde Tabby'yi yatıştırıyorlardı. O anda işler gerçekten de ters gidiyordu. Echo'nun nerede olduğunu hala bilmiyordu, bu ciddi bir problemdi. Cael'in emirleri kesindi, Echo'nun önce ölmesi gerekiyordu. Tabby kuzenini arayıp olanları anlatırsa kuzeninin onu geri çağıracağını ve sonra işi bitirmesi için bir başkasını göndereceğini biliyordu. Eğer böyle olursa hayatının hiçbir değeri kalmazdı. Ona verilen görevi kendisi tamamlamak zorundaydı. Önce Echo'yu, bir hafta içinde de Gideon'u öldürmeliydi. Gideon'u, işin keyfini çıkarabileceği bir şekilde öldürebiimeyi tercih ederdi. Seçenekleri gözünün önünden geçirirken uzanıp pembe, kanlanmış saçlara dokundu. Önüne bir iki engel çıkmış olabilirdi ama öldürmesi istenen Raintreeler yakında ölmüş olacaktı. Kadın polise gelince, Tabby onu öldürmeyi artık özellikle istiyordu. Iskalamaktan nefret ederdi. Kitapçıdaki yaşlı kadın, uzun sarı saçlı bir kadının tam olay saatinde o apartmandan koşar adım uzaklaştığın görmüştü. Zamanlama ve uzun sarı saç, Sherry Bishop cinayetiyle de bir bağ kuruyor gibiydi. Ancak Hope bu iki olayın arkasında ne yattığını bilemiyordu. Araba için üzüldüm, dedi Gideon. Hilton'un park yerinde sabaha kadar güvende olur. Daha sonra oradan aldırırız. Olay yerindeki araştırmaları bittikten sonra bir iki saat de ofiste çalışmışlar, Wilmington bölgesi dışında işlenmiş, Sherry Bishop cinayetine benzer özellikler taşıyan cinayetlerin dosyalarını incelemişlerdi. Dosyalar onları epey oyalayınca, Hope'un arabası için tamirciyi aramak için geç olmuştu. Gideon Raintree onu annesinin evine bırakıyordu. Yanına, evde bakmak için birkaç dosya almıştı. Evde sakin kafayla bakarsa daha önce fark etmediği ayrıntıları görebileceğini umuyordu. Hope, Raintree'nin işine böyle sarılmasındaki en önemli nedenin mesleki hırs olmadığını kabul etmek durumundaydı. Gerçekten de işini bu kadar seviyor olabilir miydi? Annesiyle babasının cinayete kurban gitmesi onu bütün cinayet davalarını çözmeye teşvik ediyor olabilirdi. Başarısının ardında Hope'u şaşırtacak bir ihanet yoktu belki de. Hope'un kafasından bunlar geçiyordu ama aynı zamanda yorgunluktan bitmiş durumdaydı, eve yaklaştığına seviniyordu. Annesiyle birlikte kaldıkları ev, annesi Rainbow'un işlettiği Gümüş Kadeh hediyelik eşya dükkanının hemen üstündeydi. Elbette annesinin asıl ismi RainboW değildi; doğduğunda ona Mary ismini verilmiş, o da on altı yaşına geldiğinde RainboW 1ismini almıştı. Hope'un korktuğu başına geldi ve Gideon arabayı kenara çekip, durdurdu.

Hope, Teşekkürler, diyerek Mustang'ten hemen indi, bir an önce ortağını göndermek niyetindeydi. Ancak Gideon Raintree'nin öyle kolay gönderilmeye niyeti yoktu. O da arabadan inip Hope'un peşine takıldı. Neyse ki Gümüş Kadeh, arabayı park ettiği yerden sadece iki blok uzaktaydı. Bu konuyu halletmiştik Raintree, dedi Hope sertçe. Leon'u eve bırakıyor muydun? Birisi ona ateş ettiyse, evet. Birisi sana ateş etti, bana değil. Kanıtla. Hope bir şey kanıtlayamazdı. Annesinin dükkanına yaklaşırlarken duruşunu dikleştirdi. Burası iyi. Teşekkürler. Dükkan hala açık mı? RainboW, gökkuşağı demektir. Hope saatine göz attı. Yazın dükkan turistlerden dolayı daha geç kapanırdı. Evet ama içeride ilgini çekecek bir şey olduğunu hiç sanmıyorum. Nelerin ilgimi çekebileceği hakkında hiçbir fikrin yok. Hope, iki gündür bu adamın yanında olmasına rağmen onu hiç tanımadığını fark etti. Bu sırada dükkana varmışlardı. Hope bir an durup, Sakın anneme bugün birinin bize ateş ettiğini söyleme, dedikten sonra kapıyı açtı. Aynı anda kapının üstündeki çan çınla-mıştı. Gümüş Kadeh'te çevredeki zanaatkarların yaptığı kristal ve cam objelerle çeşitli takılar satılıyordu. Dükkanın bir köşesinde tarot kartları ve el yazmaları sergileniyordu. Başka bir yerde ahşap kutularla rengarenk ipek fularlar vardı. Gümüş Kadeh, takı ve mücevher satışıyla ayakta duruyordu ama RainboW Malory diğerlerini de çok seviyordu. Dükkandaki müzik sisteminden, annesinin meditasyon müziği dediği tuhaf notalar yayılıyordu. Rainbow kasanın arkasından onlara bakıp kocaman gülümsedi. Saçındaki beyazların ve gülümsediğinde yüzünde beliren kırışıklıkların yaşını belli etmesi dışında, elli yedi yaşına göre hala çekici ve hoş bir kadındı. Saçında ya da yüzünde en ufak bir kozmetik malzemenin izi olmadığı gibi sutyen de takmamıştı. RainboW onlara yaklaşırken, Arkadaşın kim? diye sordu Ho-pe'a. Renkli uzun eteği yerleri süpürüyor, rahat sandaletlerinin etrafında dans ediyordu sanki. Ortağım, Gideon Raintree. Dükkana bir bakmak için geldi ama fazla kalmayacak. Hope annesinin, Gideon'u ilk kez gören kadınlar gibi büyülenmesini izledi. Annesinin sırtı dikleşmiş, gülüşü aydınlanmıştı. Sonra, Hayatımda sizinki kadar güzel bir aura görmedim, dedi. Hope utançla gözlerini kapadı. Konuşmanın devamını dinleye-meyecekti. Gideon kahvaltıda diğer dedektiflere Hope'un annesinin auralar, kristaller ve tarot kartlarıyla kafayı bozduğunu anlatacaktı. Ortağının her an bir kahkaha atmasını bekliyordu ama Gideon sadece, Teşekkür ederim, dedi. Hope gözlerini açıp ona baktı. Gideon dalga geçiyormuş gibi görünmüyordu. Tam tersine, son derece ciddi ve rahat görünüyordu, raflardaki malzemeleri incelemeye başlamıştı. Çok hoş, dedi. İlginç ürünler, hoş atmosfer. RainboW, Atmosfer çok önemli, dedi. Dükkanımın her zaman pozitif enerjiyle dolmasını isterim. Hope yine yer yarılsın içine girsin istemişti ama ortağı hiç oralı olmuşa benzemiyordu. Eminim turistler dükkanınıza bayılıyorlardı, dedi Gideon. Çok huzurlu bir yer.

Çok teşekkür ederim. Algınız çok açık. Elbette, auranızı görür görmez anlamıştım zaten. Auralardan gına gelmişti artık. Anne, Raintree'nin kafasını şişirme. Zaten gitmesi gerekiyor. Akşam evde yapması gereken şeyler var. Gideon rahat bir tavırla, Yok aslında, dedi. Şu dosyalara yeniden bir göz atmak istiyordum ama önce zihnimi onlardan biraz uzaklaştırmam gerek. Hope ona ters ters baktı ama diğeri ona aldırmadan etrafı incelemeye devam etti. Eğer birlikte çalışacaklarsa, Gideon'un ona anlatmaya çalıştığı şeyleri anlamalıydı. RainboW sesinde yeni bir heyecanla, Yemeğe kalsanıza, dedi. Yirmi dakika içinde dükkanı kapatmış olurum. Yemekte yahni yapmıştım, üçümüze de yeter. Acıkmış görünüyorsunuz. Hope dehşet içinde, Gideon'un bu daveti kabul etmesini izledi, yapabileceği bir şey yoktu. İki kadın birbirinden daha farklı olamazdı. Hope ne kadar ihtiyatlı ve gerginse, annesi o kadar açık ve rahattı. Anneler ve kızların genellikle birbirine benzemesi gibi, birbirlerini andırıyorlardı ama bunun ötesinde, ikisinin DNA'larının ortak olduğuna inanmak bir yana, aynı evde yaşadıklarına inanmak bile zordu. Yemekte dana yahni ve ev yapımı ekmek vardı. Basit ve lezzetli bir yemekti. Gideon oturma odasındaki televizyondan uzak durmaya çalışmıştı. Aynı şekilde ocaktan ve mikrodalga fırından da uzak durmuştu. Elektrik akımını alçak düzeyde tutmak ve kontrol etmek için elinden geleni yapıyordu. Hope'un, onun bir an önce yemeğini yiyip gitmesini istediği belliydi. Huzursuzca kıpırdanıyor, arada sırada rahatsız bir şekilde ona bakıyordu. Annesinin inançlarından ve rahat hareketlerinden utandığı anlaşılıyordu. Yeni ortağı, Gideon'un annesinin kabul ettiği her şeye inandığını bilseydi ne yapardı? Aslında yemekten sonra biraz daha kalıp Hope'a eziyet edebilirdi ama ona kendince bir iyilik yapıp kahve ve tatlı teklifini reddetti. Yemek için teşekkür ettikten sonra yanlarından ayrılıp ortağını rahatlattı. RainboW şarkılar mırıldanıp mutfağı temizlemek için evde kalırken Hope, Gideon'u merdivenlerden geçirmek için onunla çıktı. Yarı yolda, Kusura bakma, dedi. Annem biraz tuhaftır, farkındayım. Aslında kötü bir niyeti yok, sadece gençliğindeki hippi dönemini bir türlü atlatamamış. Özür dileme. Ondan hoşlandım. Biraz farklı ama aynı zamanda çok hoş bir insan bence. Farklı olmak her zaman kötü bir şey değildir. Hope, Ya, ne demezsin, diye homurdandı. Annen okuldaki meslek gününde kristaller ve tütsü satmaktan söz ederken, büyük bir şirketin genel müdürü olan bir başka veliyi, yani arkadaşının babasını çevreyi mahvetmekle suçlayıp şirketini kapatması için ikna etmeye çalışırken buna inan inanabilirsen. Gideon kendini tutamayıp güldü. İnan bana, ilk erkek arkadaşına çamur gibi bir aurası olduğunu ve yeniden pozitif enerji kazanabilmesi için meditasyon yapması gerektiğini söylediğinde insana hiç komik gelmiyor. Dükkana vardıklarında, Pozitif enerji iyidir, dedi Gideon. Yemeğe, yukarı çıkarlarken RainboW kapıyı kilitlemiş, ışıkları kısmıştı. Hope, Bana akıl vermen gerekmez, diye terslendi. Annemin biraz tuhaf, hatta kaçık olduğunun farkındayım. Gideon hemen kapıya yönelmedi. Henüz eve gitmeye hazır değildi. Sergideki kristallere ve takılara baktı, bir askıya takılmış gümüş uğurlara dokundu, içlerinden birini seçip tek parmağıyla askıdan aldı. Saten siyah bir kurdeleye takılmış basit bir Kelt düğümüydü bu.

Arkasını Hope'a dönüp, uğuru iki elinin arasına aldı, birkaç kelime fısıldadı. Parmaklarının arasından soluk, yeşil bir ışık yayılmış, sonra kaybolmuştu. Hope tam ışık kaybolduktan sonra onun önüne geçmişti yine. Ne yapıyorsun? Gideon, Hope onun ne yaptığını anlayamadan tılsımı boynundan geçirdi. Bana bir iyilik yap ve önümüzdeki birkaç gün bunu boynundan çıkarma. Hope tılsımı eline alıp baktı. Neden? Gideon bir korunma tılsımı yaratmıştı. Sadece hanedan ailesinin fertleri, yani ondan başka Dante ve Mercy tılsım yapabilirlerdi. Bu güçlerini kendi üstlerine kullanamazlardı, saklı tutmaya çalıştıkları bir özellikleriydi. Her şey gibi, bu da dikkatle korunması gereken gizli bir yetenekti. Öğleden sonraki saldırının onu mu yoksa Hope'u hedef aldığını bilmiyordu ama ne olursa olsun, Hope güvende olursa kendisini rahat hissedecekti. Onu her şeyden koruyamazdı ama yine de ona zaman kazandırabilirdi. Boynundaki tılsım Hope'un çevresinde, az önce küçümsediği pozitif enerjiyle bir kalkan örecek ve bu kalkan onu birkaç gün koruyacaktı. Aslında, tam dokuz gün koruyacaktı. Ricamı kabul et, dedi Hope'a. Hope şüpheyle tılsımı inceledi. Senin tuhaf ricalarını kabul edecek kadar tanımıyorum seni. Bugün bize ateş edildi. Bu da, ikimizin artık ortak olduğu ve benim tuhaflıklarımı kabul edeceğin anlamına geliyor. Hope hala tereddüt ediyordu. Öyle şüphe dolu ve gergindi ki patlayabilirdi. Gideon bu kadın kadar eğlenmeye ihtiyacı olan birini görmemişti hiç. Hope kelt düğümünü incelerken Gideon ona yaklaştı. Böylece Hope arkasındaki kasaya iyice yaklaşmış, Gideon'un kollarıyla kasa arasında kalmıştı. Gideon ona bu kadar yakın dururken, Hope'un göründüğünden de ince ve kırılgan olduğunu düşündü. Erkekler gibi sert ve bağımsız görünmeye çalışıyordu ama aslında o kadar sert değildi. Yumuşaktı, Gideon onun oradan ayrılmasına izin vermeyecekti. Alçak sesle, Tılsımı benim için tak, dedi. Boynunda bu şans getiren gümüş tılsımı taşıdığını düşünürsem kendimi daha iyi hissedeceğim. Bu aptalca, diye itiraz etti Hope. Köşeye sıkıştırılmaktan hoşlanmadığı belliydi. Ayrıca sen kendin böyle bir şey... Gideon bir parmağını gömlek yakasından içeri sokarak, deri kordonu ve Dante'nin bir hafta önce gönderdiği tılsımı çıkardı. Hope, annesinin dükkanını aydınlatan sokak lambalarının solgun ışığında Gideon'un boynundaki tılsıma dikkatle baktı. Bunu daha önce görmüştüm. Bir şeyi görmüyor, hissetmiyor ya da dokunmuyor olman onun olmadığı anlamına gelmez. Gideon daha önce kimseye kendini anlatmaya çalışmamıştı, hele hele sadece iki gündür tanıdığı bir kadına hiç. Hayat çok kısaydı ve genel olarak insanların onun hakkında ne düşündüğüne aldırmazdı. Öte yandan, Hope annesi nedeniyle her an tılsımla çevrili olmasına rağmen bunu reddediyordu. Gideon'un canını sıkan buydu. Hope, Yani, sen de mi auralar görüyorsun? diye sordu. Sesi hala mesafeliydi. Karanlıkta parlıyor muyum Raintree? Ben auralar görmüyorum. Işık yanılsaması mıydı yoksa Hope rahatlamış mıydı gerçekten? Auram olduğuna inanmıyorum anlamına gelmez ama bu.

Gideon onun başka bir yere tayin olmasını istiyordu. Bu ikisi için de daha iyi olacaktı. Gideon tek başına daha güvenli çalışabilirdi, Hope içinse hırsızlık ya da dolandırıcılık masalarında çalışmak daha uygundu. Cinayet masası dışında her yer onun için uygundu aslında. Cinayet bürosundan başka bir büro, Gideon'dan başka bir ortak. Hope kafasını çevirdi, sokak lambasının ışığı boynunu aydınlattı. Boynu beyaz, zarif ve upuzundu; Gideon tadını merak etti. Eğer Hope bir iki haftalığına sahilde bir yazlık kiralamış olsaydı, bir turist ya da sekreter olsaydı Gideon onu memnuniyetle evinde bir iki kez ziyaret ederdi. Ne var ki bu kadın onun ortağıydı! Uzun sürmeyecek bir ortaklıktı onlarınki. Gideon eğilip dudaklarıyla Hope'un boynuna dokundu. Hope'un nefesi kesilmişti, aynı anda Gideon elini ikisinin arasından aşağı kaydırarak avucunu onun karnından aşağıya; ortaklar, tanıdıklar ya da dostlar için fazla aşağıya doğru kaydırdı. Hope gerilmiş, savunmaya geçmek üzereydi. Onu itecek ya da en çok canını yakacak yere bir tekme indirecekti. İnsan vücudunun verdiği tepkilerin çoğunun elektriksel olduğunu çoğu insan bilmezdi. Gideon ise elektriğin gücünü çok iyi biliyordu, hayatı boyunca yaşadığı şeydi bu. Gün dönümünün yaklaşmasıyla yeteneklerinin en üst seviyelere taşındığı o günlerde bile, yapılması gerekeni yapacak şekilde kontrol edebiliyordu kendisini. Elini Hope'un sıcak karnına, sanki ona öyle dokunmaya hakkı varmış gibi iyice bastırmıştı. Hope'un içine, dizginleyip yönlendirdiği elektrik akımını gönderdi. Böylece Gideon, Hope'un kalın kumaş pantolonunu, sıradan olduğunu tahmin ettiği külotunu -belki de kırmızı ipek dantel bir külottu bu- ve tenini geçerek ona dokunduğu anda Hope'un derinlikleri kasılarak tepki verdi. Gideon, tek bir dokunuşla, enerjisini aktararak Hope'u orgazma ulaştırmıştı. Hope titreyerek nefes almaya çalışıyordu. Gideon'u itmesi gereken eli tam tersine onu ceketinden sıkı sıkı kavramıştı. Boğuk bir ses çıkardı, nefesi tamamen kesildi. Sadece bir anlığına... Bacakları hafifçe ayrılmış, nabzı düzensizleşmişti. Dizlerinin bağı çözülmüş, Gideon, yere yuvarlanmaması için onu tutmak zorunda kalmıştı. Hope'un vücudunda dolaşan elektriklenme hissine vücudunun verdiği tepki sıradan ya da alışkın olduğu bir tepki değildi. Hope inleyerek kıvrandı. Ardından hareketsiz kaldı. Gideon da doğal olarak sertleşmişti. Birbirlerine o kadar yakın duruyorlardı ki Hope'un da bunu fark ettiğinden emindi. Eğer o anda tekme atacak olursa Gideon'u ciddi bir şekilde hırpalayabilirdi. Gideon ellerini indirdi, yavaşça geri çekildi. Sen ne... Hope sorusunu tamamlamadı. Gideon elini pantolonunun arka cebine uzatıp cüzdanından bir on dolar çıkarıp tezgahın üstüne bıraktı. Tılsım için. Az önce olanlar yaşanmamış gibiydi sanki. Sabah kahvaltı için alır mısın beni? Yine Hilton'da kahvaltı yapalım mı? Oraya gitmişken arabanla ilgilenecek birini de bulmaya çalışırız. Onu cinsel tacizle bile suçlayabilirdi ama kimseyi inandıramazdı. İkimiz de giyiniktik. Her şey çok hızlı oldu. Elini dokundurdu ve sanki on yıldır kimseyle birlikte olmamışım gibi hemen orgazm oldum. Bunu yapamazdı, kimse ona inanmazdı. Hope'un tek seçeneği onu kovmak ve onun yerine daha düzgün bir ortak istemekti. Sanırım yarın kahvaltı yapmayacağım, dedi Hope. Sesi hala az önceki orgazmın etkilerini taşıyordu.

Gideon gülümsedi. Malory'yi korkutup kaçırmak düşündüğünden daha kolay olacak gibi duruyordu. Senin işin bittiğinde beni alırsın, dedi nefes nefese Hope. Hope, Raintree'nin arkasından kapıyı kilitledikten sonra merdivenlerin en alt basamağına yığıldı. Dizleri tutmuyor, bacakları titriyordu; hala doğru düzgün nefes alamıyor, başı dönüyordu. Ne olmuştu böyle? Çok uzun zamandır ona kimsenin dokunmadığı doğruydu. Gideon'u çekici bulduğu da bir gerçekti. Onu hem kızdıran hem de merakını uyandıran serseri bir cazibesi vardı adamın. Ama sadece boynunu öptü ve ona dokundu diye orgazm olmak? Böyle bir şey mümkün değildi. Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştı ama anlaşılan mümkündü. Hope sırtını duvara yaslayıp iyice karanlığa sokuldu. İçinde hala ufak sarsıntılar vardı. Dizlerinin titremesi de geçmemişti. Hissettiği ıslaklık, onu bir iki saniyede orgazma ulaştıran adama henüz doymadığını söylüyordu ona. Zihinsel olarak tamamen ondan uzaklaşmıştı ama vücudu öyle söylemiyordu. Gideon onu çok incitebilirdi, tamamen yanlış adamdı onun için. Hope bunu yapamaz, bu riski göze alamazdı. Öyleyse neden hala boynunda onun dudaklarını hissediyor ve dudakların kendi dudaklarında bırakacağı tadı merak ediyordu? Elini boynuna götürüp gümüş kolye ucuyla oynadı. Aslında bu kolyeyi koparıp atması gerekirdi. Elini ona sürmeye cüret ettiği için cinsel taciz şikayetinde bulunması gerekirdi. Elbette Gideon da öyle bir şey yapmasını bekliyor olmalıydı. Bunun yerine ertesi gün onunla buluşacak, hiçbir şey olmamış gibi yapacaktı. Gideon Raintree'nin sakladığı bir şeyler olduğundan emindi ve bunu mutlaka bulacaktı. Yılın o zamanlarında sık sık fırtına kopardı. Gideon fırtınalara bayılırdı. En çok da yıldırımları severdi. Vakit gece yarısını geçmişti. Üzerinde sadece şortu ve Dante'nin koruma tılsımıyla sahilde durmuş, yüzünü ve avuçlarını bulutlara doğru kaldırmıştı. Hava elektronlarla doluydu, Gideon onların tadını alabiliyor, hissedebiliyordu. Hope'un da tadını alıp hissetmeye devam ediyordu. Havada böyle yoğun elektrik olduğu zamanlarda başka bir şeyle ilgilenmezdi ama hala Hope'un sıcaklığı, ceketini kavramasını, inleyip kıvranması aklından çıkmıyordu. Boynunun tadı hala dudaklarındaydı. Onun kafasını karıştırmak niyetiyle kalkıştığı işten kendisi allak bullak olarak çıkmıştı. Gideon'un buna tahammülü yoktu, ne o zaman ne de daha sonra. Emma'yı bu yüzden başından atmaya çalışıyordu, Dante'ye doğurganlık tılsımları göndermesinin sebebi buydu. Raintree soyunu sürdürecek birisi varsa bile o başka birisiydi. Hangi normal kadın onu kabul ederdi ki? Hoşuna gitsin ya da gitmesin bazen bunu çok istediği zamanlar oluyordu. Normal olmak ya da yeteneklerini yok saymak değildi istediği, bu aklından bile geçmezdi ama kimi zaman hayatında ufacık, normal bir dokunuş olsun istiyordu. Ne yazık ki bu mümkün değildi, hayatında hiçbir şey normal olmamıştı, asla da olmayacaktı. Hope normaldi. Eğer Gideon'un kim olduğunu ve neler yapabildiğini bilse, bir daha yanına yaklaştırmazdı bile. Bu sırada düşen ilk yıldırım gökyüzünü parçalayıp geceyi aydınlattı. Parlak çatal ışıklar simsiyah gökyüzünde, muhteşem izler bırakarak dolaştı, güçle dolup taşan damarlar parlıyordu karanlığın içinde. Gideon yıldırımın olağanüstü gücünü derisinin altında, kanında

hissediyordu. Bir sonraki yıldırım daha yakın, daha güçlüydü. Yıldırım onu, o da yıldırımı çekiyordu; birbirlerini besliyorlardı. Gideon enerji kaynağını kendisine çekip, kana kana içti. Bir sonraki yıldırım doğrudan ona yönlenmişti; tüm şiddetiyle ona çarptı, kanında dans etti. Gideon'un gözleri geriye doğru kaymış, ayakları yerden birkaç santim kesilmiş, havada asılı kalmıştı. Böyle simsiyah gecelerde, dalgalar ayaklarını yalarken kanında yıldırımlar dolaştığı zaman gücünün doruğunda hissederdi kendini. Gideon sadece yıldırımı seviyor değildi, yıldırımın kendisiydi o. Fırtınanın birer parçası olan şimşek ve yıldırımı yakalayarak onların gücünü ve güzelliğini alıyordu. Bu sırada, onu besleyen yıldırımı da beslemiş oluyordu. Gün dönümü yaklaştığı için fırtınanın gücüyle beslenmeye ihtiyacı yoktu, bu kez sadece istediği için karşılamıştı fırtınayı. Sahilde tek başına durmuş, yok edici doğayla paylaştığı güçle vücudunu daha da kuWetlendirirken kim olduğunu biliyordu. O bir Raintree'ydi. Bir sonraki yıldırım Gideon'un tam tepesine indi, onu birkaç metre geriye fırlattı. Gideon fırlatılıyormuş gibi değil, uçuyormuş gibi hissetmişti kendisini. Nihayet, nefesi kesilmiş, enerji dolmuş ve tazelenmiş bir şekilde kumların üstüne savruldu. Kalbi deli gibi atıyor, güçlükle nefes alıyordu. Fırtına uzaklaşırken Gideon'da yıldırımdan ufak parçalar kalmıştı, gece karanlığında teninde belirip kaybolan ufak kıvılcımlardı bunlar. Elektrik, beyaz, yeşil ve mavi renklerde içinde ve dışında dolaşıp dans ediyordu. Gideon bir elini kaldırdı ve simsiyah gecede tenindeki pırıltıların yavaş yavaş sönmesini izledi. Onun hayatında normal diye bir şey yoktu, asla da olmayacaktı. Bir dahaki sefere, Hope zevkle titreyip inlerken içine girmek gibi olmayacak şeyleri dileyerek vaktini harcamasa iyi olacaktı. Auralara ya da tılsımlara bile burun kıvıran bir kadın onun için neler düşünmezdi ki! Raintree: Adalet ALTINCI BÖLÜM Çarşamba, 08.40 GlDEON, Hope'u almak üzere Gümüş Kadeh'e uğradığında onun çoktan gitmiş olacağından neredeyse emindi. Gece uzun uzun düşünüp, sabah uyanır uyanmaz, ya onu şikayet etmek ya da tayinini istemek için merkeze gitmiş olabilirdi. Kolay kolay kaçacak birisine benzemese de çoktan Raleigh'e dönmek üzere yoldaydı belki de. Sonuçta, Hope'un hiçbir şey olmamış gibi yapacağını sanmıyordu. Ne var ki Hope yine şaşırtacaktı onu. Gideon vardığında, elinde kahve termosuyla kapının önünde onu bekliyordu. Üzerinde her zamanki gibi gri bir pantolon ceket takımla beyaz bir bluz vardı. Başka bir kadında son derece sıradan görünebilecek bu kıyafetle bile Hope Malory çok çekici duruyordu. Acaba kumaş pantolonların sadece bacaklarının ne kadar uzun ve düzgün olduğunu vurgulamaya yaradığını biliyor muydu? Hele hele o topuklu ayakkabıları öldürücü darbeyi indiriyordu. Ona bir gece önce verdiği tılsımı takıyorsa bile görünürde değildi. Gideon onun önünde durup yolcu kapısını açtıktan sonra, Böyle açıkta beklememelisin, dedi. Sana da günaydın. Hope son derece mesafeli görünüyordu. Planımız nedir? Eğer bir de Gideon'un gözlerinin içine bakabilsey-di, Gideon onun gerçekten insan olduğundan kuşkulanacaktı.

Dört cinayet dosyasını inceledim, hepsi de güneyde işlenmiş ve bazı yönlerden Bishop cinayetine benziyorlar. Kurbanlar kadın mı? Gideon başını salladı. Üçü kadın, biri erkek. Ortak özellikleri? Cinayet silahı ve kurbanlardan kesilerek alınan parçalar. Hepsinden parmak ya da kafa derisi alınmamış ama yine de eksilen uzuvları var. Cinayetlerin hiçbirinde görgü tanığı yok, tüm kurbanlar bekar. Evli olmadıkları gibi, herhangi bir ilişkileri yok, ailelerinin yanında da yaşamıyorlar. Bu bir tesadüf olabilir ama... Hope soğuk bir ifadeyle, Ben tesadüflere inanmam, dedi. Ben de öyle. Gideon, Sherry Bishop'un hayaletini yirmi dört saattir görmüyordu ama bu hayaletin tamamen ortadan kaybolduğu anlamına gelmezdi. Her an her yerden çıkıp, soruşturmada işine yarayacak şeyler söyleyebilirdi. Eğer bir daha görünmezse Gideon tek başına kalacaktı. Hope'a bir göz attı, aslında istediği kadar yalnız değildi. Hope ne kadar güzel, ilginç ve akıllı olursa olsun Gideon'un ne bir ortağa ihtiyacı vardı ne de bir ortağı olsun istiyordu. Hope neden hala oradaydı. Kırk sekiz saat içinde önce onu kızdırıp kışkırtmaya çalışmış, sonra arkadaş olmayı denemişti. Arabasını bozmuş, hayatını kurtarmış, orgazm olmasını sağlamıştı. Hope'un ondan nefret etmesi ya da hoşlanması gerekirken, her zamanki kayıtsız tavrıyla yanında oturuyordu. Bu kadını bozfnanın yolu neydi? Araban için tamirciyi aradım, dedi Gideon. On dakika sonra bizimle Hilton'da buluşacak. Hope soğuk bir ifadeyle, Teşekkürler, dedi. Sherry Bishop'la ilgili laboratuvar sonuçlarının büyük bir kısmını öğleden sonra almış olacağız. Araban tamir edildikten sonra ofise gidelim, raporların gelmesini beklerken şu diğer cinayetlerle ilgili birkaç telefon görüşmesi yapalım. Bana uyar. Vaktimiz varsa ve sence sakıncası yoksa ben de Sti-les davasına bir göz atmak istiyorum. Dünkü saldırının gerisinde o olabilir, belki de kitapçıdaki kadının gördüğü sarışının olayla bir ilgisi yoktur. Gideon, Olabilir, diyerek ona katıldı. Eğer elimizde bir seri katil varsa bile, dünkü olay onun işi gibi durmuyor. Daha önce etrafta dolaşıp polislere ateş açmamıştı hiç. Çok iyi olduğun için seni korkutmak istemiştir belki. Bir iğneleme mi seziyorum? Ah, gerçekten de harika bir dedektifsin. Demek ki görünmeye çalıştığı kadar da kayıtsız değildi Hope. Hilton'un otoparkına vardıklarında tamirciyi onları beklerken buldular. Gideon arabasını Hope'un Toyota'sının yanına park etti. Arabadan inmeye hazırlanırken, Hope yavaşça, Bir şey daha Raintree, dedi. Eğer bana elini bir daha sürmeye kalkarsan seni vururum. Gideon kapıyı açmadan durdu, dönüp ona baktı. Yani beni dava edersin, öyle mi? Hope dimdik gözlerinin içine baktı. Evet, Gideon'un karşısında duyguları olan bir insan vardı ve ondan hiç hoşlanmıyordu. Hayır, ciddi ciddi vururum. Kendi problemlerimi kendim hallederim, yani ağlayarak seni amirime şikayet edeceğimi ya da tayinimi isteyeceğimi düşünüyorsan çok yanılıyorsun. Peki bunu nasıl yapacaktı? .

Nasıl yaptığını bilmiyorum ama umurumda değil, diye devam etti Hope. Alçak ama kararlı bir sesle konuşuyordu. O yüzden, bundan böyle, ellerine bir şey olmasını istemiyorsan benden uzak tutarsın. Hope bunları söyledikten sonra kapısını açıp arabadan indi, ona dönüp bakmadı. Gideon kendisine yeni bir ortak edinmiş gibi görünüyordu. Tabby nehir kıyısında uzun uzun yürüdü; sinirli, gergin ve mutsuzdu. Sherry Bishop'un cenaze töreni Cumartesi günü Indiana'da yapılacaktı. Berbat Indiana'da! Ne yapacaktı yani, Echo'nun orada olacağı ihtimalini göz önünde bulundurarak oraya kadar gidecek miydi? Bunu yapamazdı çünkü Pazar günü Wilmington'da olması gerekiyordu, hazırlıklarını tamamlamalıydı. Zamanlama konusunda gerçekçi olmalıydı. Önce Echo'yu öldürmek için geç kalmıştı. Eğer kahin Echo Raintree gerçekten olacakları görebiliyorsa bunu da görmüş olmalıydı ama göremediğine göre belki de söylendiği kadar güçlü değildi. Tabby, Wilmington'da yapıp yapamayacaklarını ortaya koymak zorundaydı. Echo ortalarda yoktu, bir türlü izini bulamamıştı. Öte yandan Raintree Wilmington'daydı, Tabby neredeyse kokusunu alacak kadar yakınındaydı. Raintree'nin komşuları fazla cana yakın ve fazla meraklıydılar. Ya plajda ya da iskelede mutlaka birileri oluyordu, o yüzden Raintree'yi evde haklamak mümkün değildi. Tabby'nin planladıklarını yapabilmek için yalnız kalabilecekleri, herkesten uzak bir yere ihtiyacı vardı. Biraz da zaman gerekiyordu. Raintree'yle aslında saatlerce uğraşmak isterdi ama dakikalarla yetinecekti. Raintree'yle ortağı günün büyük bir kısmını emniyette geçiriyorlardı ki Tabby onları onca polisin olduğu bir yerde vurmaya çalışacak kadar aptal değildi. Ayrıca bu işin çabuk hallolmasını istemiyordu. Onu öldürürken Gideon'un yeşil Raintree gözlerinin içine bakacaktı. O son nefesini verirken Tabby de onun enerjisini içine çekebilecek kadar yakınında olacaktı. Ayrıca birkaç da hatıra parça istiyordu elbette. Neyse ki, onu evinin ve emniyetin güvenli alanlarından nasıl uzaklaştırabileceğin! bulmuştu. Nehir kıyısındaki yürüyüş yolu turistler ve halktan insanlarla tıklım tıklım doluydu. Tabby tek tek onları incelemeye başladı. Bu kalabalığın içinde birileri mutlaka yalnızdı herhalde. Sadece o anlık bir yalnızlık değil, mutlak bir yalnızlık haliydi aradığı. Çaresizce dışlanmış, yalnız kalmış birilerine bakıyordu. Tabby hızlıca kalabalığı tarayıp, aradığı özelliklere uygun birilerinin olup olmadığına bakıyordu. Nihayet bakışları birinde takıldı; aradığını bulmuştu. Yalnız, korkmuş, sevdiklerinden ayrı... Tedirgin, kırılgan, muhtaç... Mükemmel. Tabaet Ansara kızıl saçlı kadının biçimli sırtına yaklaşırken kadının öleceğini sezip sezmediğini merak edip gülümsedi. Çarşamba, 15.29 Hope, Bilgisayar çipi yanmış da ne demek? diye bağırdı telefonda. Araba daha yepyeniydi! Aslında garantisi yeni bitmişti ama bunun söylemenin yeri değildi. Hope telefonda tamircinin anlattıklarını dinledi ama adam bir şeyi açıklayamamıştı aslında. O da ne olduğunu anlamamıştı. Sadece, çok pahalı bir bilgisayar çipinin yenisinin takılması gerektiğini söyleyebiliyordu. Doğal olarak bu parça elinde yoktu. Parçanın gelmesi bir iki günü bulacaktı.

Hope ahizeyi öfkeyle, sert bir şekilde yerine koydu. Raintree yavaşça kafasını kaldırıp ona baktı. Haberler kötü mü? Bir iki gün arabasız kaldım. Hope masasındaki rehberi karıştırmaya koyuldu. Araba kiralamak için nereyi önerirsin? Araba kiralamana gerek yok. Günlerce benim şoförlüğümü yapmana izin verecek değilim. Annesinin arabası da utanç duyulacak bir araçtı doğrusu. Hem sigara kutusundan hallice, ufacık bir arabaydı hem de kırmızı ışıkta durduğunda motor stop ediyordu. Düz vitesle aran nasıldır, kullanabilir misin? Hope kısaca, Evet, dedi. Raintree sabah söylediklerini ciddiye almış olmalıydı ki gün boyu ona dokunmaya bile kalkmamıştı. Ne uygunsuz ne de rastgele, parmağını bile uzatmamıştı. Hope'un da istediği bu değil miydi? Öyleyse neden onu gördüğünde çığlık atmayı isteyecek kadar gergindi? Sana benim Challenger'ı veririm, dedi Gideon. Akşam giderken bana uğrarız, anahtarları alırsın. Hope'un tereddüt ettiğini görünce ekledi. Eğer Leon arabasız kalsaydı aynı şeyi ona da teklif ederdim. Hope teklifi reddetmek istedi ama öyle yapmadı. Altı üstü birkaç günlüğüne ödünç almış olacaktı ne de olsa. Teşekkürler. Raintree bilgisayarının başından uzaklaşıp elindeki kalın dosyayı incelemeye koyuldu. Sherry Bishop davasında olay yeriyle ilgili ilk rapor gelmiş, böyle durumlarda olduğu gibi adli doktorun raporunu bekliyorlardı. Bu sırada bir başka dedektif, Raintree ve Hope'un odasına kafasını uzatıp baktı. Parlak bakışlarından ve yüzündeki gülümsemeden, Hope'la ilgilendiği çok açıktı.'Charlie hoş bir adamdı aslında, en azından Hope'u sinir etmiyordu. Stiles'ı kontrol ettim. Geçen hafta sarhoş olup asayişi bozduğu için hapse atılmış. Çıkmış mı? diye sordu Gideon. Charlie başını iki yana salladı. Hayır, hala orada. Hope kaşlarını çattı. Öyleyse Raintree'ye ya da ona ateş eden kişi Stiles değildi. Gideon, dört ay önce şehir dışındaki kır evinde öldürülen kadının fotoğrafı üzerinde parmaklarını gezdirdi. Kadının başka fotoğrafları da vardı ama bu ona çok şey anlatıyordu. Marcia Cordell'in Sherry Bishop'la çok az ortak özelliği vardı. Marcia otuz altı yaşında bir ilkokul öğretmeniydi, küçük bir devlet okulunda çalışıyordu. Öldürüldüğü sırada üzerinde, vücut hatlarını gizlemek için seçilmiş gibi duran geniş, kahverengi bir elbise vardı. Ne pembe saçları ne de göbeğinde bir halkası vardı. Bir apartman dairesinde değil, beş yıl önce kaybettiği babasından kalan küçük kır evinde kalıyordu. Sherry'yle tek ortak yanları ikisinin de bekar olmasıydı. Marcia Cordell yalnız gecelerini müzikle ya da kafelerde çalışarak geçirmek yerine başka insanların çocuklarına bakarak ve iki şişman kedisiyle geçiriyordu. Gideon'un fotoğraflardan anladığı kadarıyla hiç gitmediği yerlere ait süs kar küreleri koleksiyonu yapıyordu. İkisi de benzer bir bıçakla öldürülmüşlerdi, benzer şekilde yara almışlardı. Sherry boğazı kesilerek öldürülmüştü, Marcia ise boğazı kesilmeden önce defalarca bıçaklanmıştı. Son darbenin açısı ve derinliği iki olayda da aynıydı. İki olayda da katil kurbanın ölümünden sonra hızını alamayıp çevreye de zarar vermişti. Ayrıca Marcia Cordell'in kulaklarından birisi kesilmişti.

Kimi zaman cinayet soruşturmalarının baştan savma yapıldığı olurdu ama bu kez şerifin ofisi iyi iş çıkarmıştı. Dava dosyası inceydi ama şerifi aradığında telefonda epey bilgi almıştı. Hatta Şerif Gideon'u olay yerini görmesi için davet etmişti, söylediğine göre olay yeri iyi korunmuş durumdaydı. Cordell'in yakın akrabası yoktu, kır evinde hak iddia eden kimse de çıkmamıştı. Muhtemelen, cinayetin evde işlenmiş olması uzak tutuyordu insanları. Gideon, Marcia Cordell'in hayaletinin hala olay yerinin yakınlarında olabileceğini düşündü. Çok ufak bir ihtimaldi elbette ama yine de belli olmazdı. Vahşice işlenmiş bir cinayet olduğu için Marcia Cordell'in ruhu henüz yeryüzünü terk etmemiş olabilirdi. Gideon'un, katilini bulmaya kararlı olduğunu bilse belki biraz huzur bulabilirdi zavallı kadın. Masasında yığılı duran cinayet dosyaları insanın umudunu kırıyordu. Gideon'un yeterince vakti olsaydı hepsini çözebilirdi. Katilleri bulur, hepsini hapse tıkar, öldürülenlerin ruhlarını huzura kavuştururdu ama kötülük o kadar fazlaydı ki yetişemiyordu. Dünyadaki kötülüğün üstesinden tek bir adam gelemezdi. Çocuk sahibi olmak istediği bir dünya değildi bu. Dünya bir çocuğa göre değildi... Sherry Bishop ya da Marcia Cordell için olmadığı gibi. İyi misin Raintree? Hope'un odaya girdiğini duymamıştı bile. Hayır, dedi. Hiç iyi değilim. Sanırım bir seri katille karşı karşıyayız. Çarşamba, 23.17 Gideon mütevazı bir otel odasında yere serili halının üstünde yatan cesedin yanında yere çömeldi. Kurbanın kızıl saçları yüzünün büyük bir kısmını örtmüştü ama Gideon göreceğini görmüştü. Bu kadın da Sherry Bishop gibi bıçakla öldürülmüştü ancak ölümü onunki kadar kısa olmamıştı. Cinayet yeri daha çok Marcia Cordell cinayetinden kalan fotoğraflardakine benziyordu. Lily Clark. Ehliyetinden öğrenildiğine göre otuz bir yaşındaydı ve Georgia'nın küçük bir kasabasından bir haftalık tatil için gelmişti. Cumartesi günü bir erkek arkadaşıyla birlikte otele yerleşmişti ama resepsiyondaki görevlinin söylediğine göre adam Pazar gününden beri ortalıkta yoktu. Clark ondan sonra birkaç kez ağlarken görülmüştü. Hope hemen erkek arkadaştan şüphelenmişti ama Gideon işin aslının farklı olduğunu biliyordu. Üç gün içinde iki cinayet Wİlmington'da çok sık görülen bir durum değildi. Hele hele son kurbanın bir turist olması ortalığı iyice karıştıracaktı. Hayalet, Benim hayatımın beş kuruşluk değeri olmadığını söyledi, dedi yavaşça. Haklıydı da. Sürmem gereken hayatı sürmüyordum. Sadece var oluyordum hep bir şeylerden korkuyordum ama böyle bir şeyden korkmak hiç aklıma gelmemişti. Gideon nazikçe, Seni üzmeye çalışıyordu Lily, dedi. Onun seni böyle incitmeye devam etmesine izin verme. Bırak onun söylediklerini artık. Lily Clark'ın hayaleti başını iki yana salladı, hiçbir şeyi bırakmayacaktı. Hayır, o haklıydı. O benim yüzümü kesmeden önce de çirkinmişim zaten, öyle dedi. Ölüm benim için en iyisiymiş, nasıl olsa hiçbir erkek beni sevmeyecekmiş. Hayalet yatağın kenarına oturdu, ellerini kucağına bıraktı. Alt dudağı titriyordu. Sherry Bishop'un hayaletinden çok daha netti bu hayaletin görüntüsü. Demek ki kolay kolay ortadan kaybolmayacaktı. Haklıydı, dedi tekrar ıstırap dolu bir sesle. Bu sırada Hope otel müdürünün ifadesini alıyor, diğer polisler de odaya başkalarının girmesine engel oluyorlardı. Böylece Gideon hayaletle yalnız kalabilmişti. Hayır Lily, haklı değildi. Şimdi onun söylediklerini unutmanı ve onu bulmama yardım edebilecek ayrıntılara

yoğunlaşmanı istiyorum. Sana bunu yapan kadını anlat bana, böylece onu bulabileyim. Uzun boylu ve sarışın demiştin. Nasıl bir bıçak kullanıyordu? Eski bir bıçaktı sanırım. Çok keskindi, kabzası da gümüştü. Gördün mü? Gösterdi. Serçe parmağımı kesti! Üstelik bu kez parmağı kesmek için kurbanının ölmesini beklememişti. Kabza işlemeli miydi? Evet. Clark'ın sesinde belli belirsiz bir heyecan belirmişti. Ama ne olduğunu söyleyemeyeceğim; İngilizce değildi. Göğsüme oturmuş bıçağı burnuma doğrulttuğu sırada eciş bücüş bazı harfler gördüm. Kızıl saçlarını iki yana salladı. Bana bir şey ifade etmiyorlardı. Gideon, Onu bugün hiç görmemiştin, öyle mi? diye tekrar sordu. Lily'yle ilk karşılaştıklarında söylemişti zaten bunu. Ne kadar aptalmışım, diye hayıflandı hayalet. Buraya JerıVyle birlikte geldim, onun evli olduğunu burada öğrendim, sonra o korkunç kadını otel odasına aldım. Elbette onu davet ederken böyle korkunç olduğunu bilmiyordum. Nehir kıyısında tanıştığımızda çok tatlı birisi gibi görünmüştü gözüme. Yanlışlıkla çarpışınca tanıştık, limonatam olduğu gibi üstüne dökülmüştü. Çok kızacağını sandım ama sadece güldü. Sonra konuşmaya başladık, nasıl olur bilirsin. Onun da erkek arkadaşıyla problemleri vardı. Akşam birlikte dışarı çıkıp bir şeyler içecektik ve sonra... Hayalet bir an durup, düşünceli bir ifadeyle Gideon'a baktı. Bir dakika. Adın Raintree değil mi? Gideon Raintree? Gideon başıyla onayladı, bir yandan da kadının ismini bilmesi midesini bulandırmıştı. Neredeyse unutuyordum. Sana iletilecek bir mesajım var. Gideon ürperdi. Ne mesajı? Beni öldüren kadın, gece yarısı onunla nehir kıyısında buluşmanı istiyor. Daha önce öldürdüğü kadının çalıştığı kafeden aşağıda olacakmış. Kafenin yerini bildiğini söyledi. Yalnız gideceksin. Eğer yalnız gitmezsen başka birini daha öldürecek. Kimi öldüreceği önemli değil bence, benim gibi birini bulacaktır. Kaybına kimsenin üzülmeyeceği birini... Gideon'un mide bulantısı artmıştı. Katil onun neler yapabileceğini biliyordu ha? Acaba kendisinin mi psişik yetenekleri vardı, yoksa zayıf bir medyumdan mı yararlanıyordu? Aradığı seri katil etrafta dolaşıp ona mesaj gönderecek kadar güçlü olabilmek için bu zavallı kadına işkence edip öldürmüştü. Lily Clark hiç yeryüzünden ayrılamayabilirdi. Herkes özlenir, dedi Gideon. Lily'nin itiraz eder gibi başını iki yana sallamasına aldırmadan devam etti sonra. Vaktinden önce giden herkes evrende bir boşluk bırakır. Hayalet hafifçe titredi, sanki katılığı biraz olsun azalmıştı, biraz daha uçucu bir hal almıştı. Ben bırakmayacağım, diye fısıldadı. İlk kocam beni özlemeyecek, annemle babamsa onlara torun vermediğim için bana kızacaklar. Bütün gün bilgisayar başındayım, onların da beni aramayacağından emin olabilirsin. Gideon cesede göz attıktan sonra kafasını kaldırıp hayalete baktı tekrar. Hayalete bakmak aslına bakmaktan daha kolaydı. Ben seni özleyeceğim, dedi. Neden? Çünkü sana bunu yapan kadını yakalayabilmiş olsaydım, hala hayatta olacaktın.

Lily, onu teselli etmek için elini Gideon'un elinin üstüne koydu. Elleri soğuktu ama Gideon temasını çok net hissetmişti. Seni suçlamıyorum, dedi hayalet. Ben kendimi suçluyorum. Bunu hep yapar mısın? Gideon dönüp arkasına baktı. Hope kapıda duruyordu. Acaba ne kadar zamandır orada durmuş onu dinliyordu? Neyi? Kendini hep suçlar mısın? Hope'un sesinde hiç beklenmedik bir sıcaklık vardı. Katil erkek arkadaşı değil, dedi Gideon. Sherry Bishop'u öldüren kadın öldürmüş. Hope başını iki yana salladı. Parmağı kesilmiş, bunu biliyorum ama bunun dışında tamamen farklı bir cinayet bu. Bishop tek hamlede öldürülmüştü. Clark ise... Hope cesede baktı ama bakışlarını hemen kaçırdı sonra. İşkence görmüş Gideon. Bu kişisel bir şey. Hayır, bu hastalıklı bir şey sadece. Gideon ayağa kalktı. Hale County'de işlenen cinayete çok benziyor. Aynı kadın katil Hope, biliyorum. Cinayet silahının analizini acilen istiyorum. Sherry Bishop ve Marcia Cordell cinayetlerinde kullanılan silahın Lily Clark'ta da kullanıldığından eminim, işim üstüne bahse bile girebilirim. Hope'a doğru bir adım atınca Hope irkilmiş ama geri adım atmamıştı. Gideon katille buluşmak için nehir kıyısına gitmeden önce şu yeni ortağından bir şekilde kurtulmalıydı. Ona, üç gün içinde iki kadını öldüren manyağın orada olacağını nasıl öğrendiğini anlatamayacağı gibi Hope'un hayatını tehlikeye atmak istemiyordu. Bu yüzden sesine mümkün olduğunca gerçekçi bir yılgınlık havası vermeye çalışarak, Bu gece başka bir şey yapamayız, dedi. Bırakalım olay yeri inceleme ekipleri çalışsın, yarın sabah salim kafayla geliriz tekrar. Hope şaşırarak ona baktı. Yarın sabah mı? Evet, sabah geliriz. Çok yorgunum. Çıkalım artık buradan. Bir an bir sessizlik oldu. Sadece yatağa oturmuş, insanlar konusunda ne büyük aptallıklar yaptığını anlatıp duran hayaletin yakınmaları vardı. Gideon hayaletin en azından o gece yeryüzünü terk etmeyeceğini biliyordu. Bildiği kadarıyla Sherry çoktan gitmişti ama Lily bir süre daha kalacak gibi duruyordu. Sen git, dedi Hope nihayet. Ben bir süre daha buralarda olacağım, bakarsın bir şeyler çıkar. Hope evine girip kapıları arkasından kilitlese Gideon kendisini daha rahat hissedecekti ama bu onun problemi değildi. Hem, gün içinde bir iki kez, Hope'un boynundaki kolye gözüne çarpmıştı. Ona verdiği korunma tılsımı da vardı üzerinde. Yarın görüşürüz o halde, dedikten sonra Hope, Lily Clark ve kan içindeki odaya girmek için bekleyen olay yeri inceleme ekiplerini geride bırakarak otelden çıktı. Sabaha kadar beklemek mi? Böyle bir şey söz konusu bile olamazdı. İki gün, hatta üç gün boyunca çözüme ulaşmamış olmak hiç de Gideon Raintree'nin tarzı değildi. Hope olay yeri inceleme ekiplerinden ayrılıp gizlice Gideon'un peşine takıldı. Ortağının Mus-tang'ine binip arabayı çalıştırırken aklının başka yerlerde olduğu çok açıktı. Eğer Gideon'u ondan ödünç aldığı yaygaracı kırmızı Challen-ger'la takip edecek olursa daha park yerinden çıkamadan fark edilirdi. Hope en yakındaki kişiye döndü, otelin müdürüydü bu. Arabanızı ödünç alabilir miyim? Efendim? Adam şüpheyle bakmıştı ona. Arabanızı diyorum. Hope anahtarı almak için elini uzattı. Mümkün olduğunca çabuk getireceğim, depoyu da doldururum.

Adam hala tereddüt ediyordu. Hope, Ne yapacağım, arabanı mı çalacağım? diye çıkıştı. Polisim ben. Adam istemeye istemeye cebinden anahtarları çıkarıp uzattı. Gri pikap. Teşekkürler. Hope hemen pikaba koşturdu, bir yandan Raintree'nin ne tarafa gittiğine bakmaya çalışıyordu. Ortağı Market Street'e dönmüştü, evine giden yol değildi burası. Gecenin o geç saatinde sokakta kimseler kalmamıştı. Hala etrafta dolaşıp gece kulüplerinin keyfini çıkarmaya çalışan bir iki turistten başka kimse yoktu ortalıkta. Raintree'yi takip etmek kolay görünse de zor bir işti. Hope takip ettiği anlaşılmasın diye mümkün olduğunca geride kalmaya çalışıyordu. Raintree'nin otelden apar topar ayrılmasının birkaç açıklaması olabilirdi. Kendini gerçekten çok yorgun hissediyor olabilirdi ki o zaman ters yöne, Wrightsville Plajı'na doğru gitmesi gerekirdi. Belki de bir randevusu vardı. Komşusu Honey gibi bir fıstıkla gece randevusu olması son derece normaldi, ona göre hepsi Honey'di herhalde. Bir diğer seçenekse Hope'un şüphelerinin doğru çıkması olabilirdi, belki de Gideon bir uyuşturucu satıcısıyla buluşmaya gitmişti, haracını alacaktı. Hatta Lily Clark'ın ölümü, Gideon'un Wilming-ton'da daha önce çözdüğü uyuşturucu bağlantılı cinayetlerle ilgili bile olabilirdi. Olay yerinde gördüğü bir şeyden katilin kim olduğunu çıkarmıştı belki de. Raintree'den hoşlanmak gibi bir niyeti bile yokken, neden umutsuzca onun hoppa bir kızla buluşup bir şeyler içeceğini ve sonrasında onunla yatacağını umuyordu? Bu fikir, Raintree üzerinde en ufak bir hak iddia edemeyecek olmasına rağmen onu rahatsız ediyordu ama yine de onun hakkındaki başlangıçtaki şüphelerinin doğru çıkmasından ve Raintree'nin rüşvet almasından iyiydi. Hope onun yoz bir polis olmasına dayanamazdı. Raintree arabasını kaldırım kenarına park ederken Hope, onun yoz ya da kadın peşinde olmayacağı bir başka senaryo yazmaya çalışıyordu kafasında. Raintree arabasından inerken Hope gri pikapla yanından geçti, bu sırada kafasını hafifçe çevirip ortağının yüzüne bakmıştı. Raintree o kadar dalgın görünüyordu ki ona bakmamıştı bile. Hope biraz ileride bir köşeyi dönüp, kapalı bir hediyelik eşya dükkanının önüne park etti. Pikaptan inmeden önce dikiz aynasında Raintree'yi yeniden görene kadar bekledi. Ortağı nehir kıyısına yönelmişti. Hope arada belli bir mesafeyi korumaya dikkat ederek onun peşine takıldı. Bu bölge geceleri iyi aydınlatılmasına rağmen sığınabileceği gölgelik alanlar da vardı. Raintree ağır ama kararlı adımlarla, kendine has o zarafetiyle yürüyordu. Nehir kenarındaki ahşap platformun sonuna geldiğinde durdu, korkuluklardan eğilip aşağıya, nehre doğru baktı. Hope en aklına yatan ve en sevdiği senaryoyu bulmuştu nihayet. Gideon iki cinayet hakkında kafa yormak ve sakin bir şekilde düşünebilmek için yalnız kalmak istemişti. Parçaları bir araya getirerek sonuca ulaşmaya çalışıyordu, yani ne Honey'le ne de uyuşturucu satıcılarıyla buluşacaktı. Hope gölgede kalarak beklemeye devam etti. Raintree'nin yanından yaşlı bir çift yürüyerek geçip gitti. Gideon hiç kıpırdamadan nehre doğru bakmaya devam ediyordu. Hope bunun tamamen masum bir gece olduğunu düşünmeye başlamıştı ki... Gideon saatine baktı. Demek ki bir şey bekliyordu. Hayır, birisini bekliyordu. Raintree'nin neden oraya gittiğini ya da kimle buluştuğunu önemsememesi gerektiğini biliyordu ama yine de Hope'un keyfi kaçmıştı.

Birkaç dakika sonra gölgelerin arasından uzun boylu, sarışın bir kadın çıktı, doğrudan Raintree'ye doğru yürümeye başladı. Raintree, sanki sarışının varlığını o daha ona doğru yürümeye başlamadan önce biliyormuş gibi kafasını çevirip baktı. Bir kadın. Hope'un bunu tahmin etmesi gerekirdi. Raintree gibi adamlar, kendilerini işlerine adasalar da kadınsız yapamazlardı. Hope onun otelde zavallı kurbanla, sanki onu duyabilecekmiş gibi konuştuğunu duymuştu. Kadına, hayatının önemli olduğunu söylemiş, katilini mutlaka bulacağına söz vermişti. Sonra da incelenmesi devam eden olay yerini bırakmış, bir sarışınla randevu için koştura koştura nehir kıyısına mı gelmişti? Bu çok mantıksızdı ama hangi erkek ondan bekleneni yapmıştı ki? Hope yavaşça gizlendiği yerden çıkıp, Raintree'nin haberi bile olmadan otel müdürünün gri pikabına dönecekti ki ufak bir ayrıntı dikkatini çekince tekrar olduğu yere çömeldi. Raintree'ye doğru yürüyen kadının sarı saçları uzun ve dümdüzdü; Sherry Bishop'un cesedinin yanında bulunan saç teline çok uyuyordu. Boyu normalden uzundu, yürüyüşünden atletik ve güçlü olduğu anlaşılıyordu. Derken kadın sol eliyle ceketinin içinden kocaman bir bıçak çıkardı. YEDİNCİ BÖLÜM Lily Clark zıplayıp, parmağıyla sarışını işaret ediyordu. İşte bu o! Bu o! Hayalet Gideon'un gözüne şaşırtıcı derecede bütün olarak görünüyordu ama sarışın son kurbanını görmüyor gibiydi. Gideon, Biliyorum, dedi sadece. Vursana onu! Henüz değil. Gideon, sarışının neyi, nasıl bildiğini öğrenmek istiyordu. Ayrıca bu kadının katil olduğunu bilse bile zanlıları nehir kıyısında vurmak kesinlikle hoş karşılanmazdı. Sarışın gülümsedi, Gideon'a bıçağını iyice gösterdi. İlerideki ka-fede oturanlar onlardan tarafa baksalar bile şüpheli bir durum göremezlerdi çünkü kadın ceketini bıçağını örtecek şekilde tutuyordu. Zaten müşterilerin çoğu o tarafa bakmıyordu bile, Gideon hepsinin kendi dünyalarına daldıklarını biliyordu. Sadece birkaç adım ötelerinde bir canavar olduğunun farkında bile değillerdi. Silahı olmadığını göstermek için avuçlarını göstererek, Geldim, dedi. Eli bıçaklı sarışın ona yaklaşırken, Geleceğini biliyordum Raintree, dedi. Adımı biliyorsun. Senin adın ne? Sarışının gülümsemesi genişledi. Tabby. Gideon onun doğru söylediğini düşündü, onu bu bilgiyi başkalarına yayacak kadar yaşatmayacağını düşünüyor olmalıydı. Ne istiyorsun Tabby? Konuşmak istiyorum. Lily, Bana da öfkeyle böyle demişti, diye araya girdi. Sakın onu dinleme. Polissin sen, silahın var. Vursana onu! Henüz değil, dedi Gideon yavaşça. Henüz değil de ne... Tabby söze başladı ama sonunu getirmedi. Benimle konuşmuyorsun, değil mi? Hangisi burada? Etrafına göz gezdirdi ama Lily'den tarafa bakmadı. Belki ikisi birdendir. Hayır, şu mızmız Clark olmalı. İnan bana, yakında ondan kurtulacaksın. Onu haklamadan önce beynimi ütülemişti.

Lily öfkeyle Tabby'ye atıldı ama uzun boylu kadının içinden geçip gitti. Tabby bir ürperme hissetmiş olmalıydı, bir an dengesini kaybeder gibi oldu, gülümsemesi silindi. Tabby'nin Lily'ye uyguladığı fiziksel ve ruhsal işkence onun hayaletinin diğer pek çok hayaletten daha bütünlüklü ve katı olmasını sağlamıştı. Lily yeryüzüne diğer hayaletlerden daha çok bağlıydı, dikkatini yoğunlaştırırsa maddî dünyayı etkileyebilirdi bile. Belki. Tabby sadece birkaç adım ilerisinde duruyordu. Ona bu mesafeden elektrik akımı gönderemeyeceği kadar insanlarla çevrili durumdaydılar ama biraz daha yaklaşacak olursa Gideon ona sadece dokunarak kalbine elektrik akımı gönderebilirdi. İki seçeneğin var Raintree. Ya olay çıkarmadan benimle birlikte gelirsin ve meseleyi sessiz sakin bir yerde hallederiz ya da beni uğraştırırsın ve senden sonra turistleri ve masum halkı öldürmeye devam ederim. Hayaletin de hiçbir şey yapamadan beni izlemeye devam eder. Keyifle gülümsedi. Bu çok hoş doğrusu. Seninle bir yere gitmek tehlikeli olurmuş gibi geliyor. Neden burada konuşmuyoruz? Asıl benim dediğimi yapmamak çok tehlikeli senin için/' diye atıldı diğeri. Sesi ve yüzündeki ifade sertleşmişti. Bıçağın kabzasını kavrayan sol eli gerilmiş, harekete geçmeye hazır hale gelmişti. Gideon parmak uçlarındaki elektriği hissetti. Kol kola girmiş bir çift onlara doğru yaklaşıyordu bu sırada. Muhtemelen çevrelerinin farkında bile değillerdi. Tabby, Gideon'a yaklaştı. Tek bir hareket yapacak olursan ikisini birden şişlerim. Gideon, Tabby'nin dediğini yapacağından emindi, kıpırdamadan durdu. Çifte kumrular nasıl bir tehlike atlattıklarının farkına bile varmadan yanlarından geçip gitti. Tabby onların biraz daha uzaklaşmasını bekledikten sonra yeniden gülümsedi. Benimle geliyor musun, gelmiyor musun? Seni ya tutuklayacağım ya da öldüreceğim. Tercih senin. Tabby korkmuş gibi görünmüyordu; ne ondan ne de başka birinden korkusu yok gibiydi. Gülümsemesi bir anlığına genişledi, derken kafasını yana çevirdi ve gülümseme anında yok oldu. Sana yalnız gel demiştim. Gideon aynı anda elini uzattı, niyeti Tabby'nin bileğini kavrayarak elektrik akımı göndermekti. Daha önce kimseyi öldürmemişti ama bunun mümkün olduğunu biliyordu. Hele hele ölmeyi hak eden böyle bir canavar olunca... Ama daha onu tutamadan Tabby bıçak tutmayan elini kaldırıp Gideon'un gözlerine beyaz bir toz attı. Toz parçaları Gideon'un gözlerine, dudaklarına, yüzünün her yerine yapıştı; görüşü bulanıklaştı, bir şey göremez olmuştu. Tabby'yi ıskaladı, bu sırada Tabby boş durmayıp bıçağını savurdu. Rastgele değil, planlı bir hamleyle Tabby bıçağı Gideon'un bacağına tüm gücüyle sapladı. Gideon olduğu yere yığılmıştı. Tabby bıçağını bir kez daha savurdu, bu kez hamlesi vahşice ve gelişigüzeldi. Gideon elini son anda çekti, bıçak elini sıyırıp, biraz kanattı o kadar. Muhtemelen Tabby parmağını istiyordu aslında. İstediği olmayınca lanet okuyarak geldiği yöne koşmaya başladı. Gideon yarı yatar yarı oturur pozisyonda hedef aldı. Sonra tereddüt etti, görüşü hala bulanıktı, gözlerini kırpıştırarak daha net görmeye çalıştı. Tabby'nin arkasından elektrik akımı gönderebilirdi ama kafedeki insanlar arasında kargaşaya sebep olmaz mıydı o zaman? Onu öldürmeden durdurmanın bir yolunu bulamaz mıydı? Eğer Tabby'yi öldürecek olursa, onun ölülerle konuşabildiğini nasıl öğrendiğini, kaç kişiyi öldürdüğünü, neden öldürdüğünü asla bilemezdi.

Yine de onun kaçmasına izin veremezdi. Elini kaldırdı, o güne kadar birine yönelttiği en fazla gücü elinde topladı, bu güce ondan başka kimsenin dayanması mümkün değildi. Ama gücü gönderemedi. Normalde düşünceleri çok net olurdu ama bu kez onu tutan bir şey vardı. Tanıdık birisi ona sesleniyordu. Raintree! Az önce o çiftin yürüyüp gittiği yöndeki karanlık alandan geliyordu ses. Onları göremiyordu ama orada olduklarını biliyordu. Biliyordu çünkü genç adam sevgilisinin kolundan çıkmış, Tabby'nin peşine takılmıştı, Gideon'un zaten bulanık olan görüşünü iyice kapatıyordu. Hope elinde silahıyla yanına koştu, iyi misin? Evet. Hope da genç adamın peşine takılmıştı. Aslında çok iyi değilim, diye ekledi alçak sesle ama Hope bunu duyamayacak kadar uzaklaşmıştı bile Ne işin var senin burada? Hope'un orada olmasına şaşırmamalıydı aslında, kokusunu takip etmesine de şaşırmamalıydı! Bu kadın, olmaması gereken her yerde çıkıyordu karşısına. Hope koşmaya devam ederken, Yardım çağır! diye bağırdı. Gideon elini indirdi, sırtını korkuluklara yaslayıp pantolonundaki yırtıktan yarasına baktı. Çabuk iyileşirdi ama tamamen iyileşmesi yine de biraz vakit alırdı. Elindeki sıyrık kaybolmaya başlamıştı bile ama bacağındaki bıçak yarası başka bir şeydi. Dahası Tabby'nin yüzüne attığı toz her ne ise hala etkisi sürüyordu. Bıçak epey derine girmişti, elini yaraya bastırarak kanamayı durdurmaya çalıştı. Yılın başka bir zamanı olsa dikiş attırmak için acil servise gitmeyi düşünebilirdi ama gün dönümü yaklaşırken bunu göze alamazdı. Hastaneye giderse oradaki cihazlara zarar verme olasılığı çok yüksekti. Elini yaraya iyice bastırırken bir yandan düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Karşısında, onun ne yapabildiğini bilen bir seri katil vardı. Kabus olmalıydı bu. Tabby artık başka bir yere gitmeyecekti, Gideon'a peş peşe, adaleti yerine getirmesi için yalvaran hayaletler gönderecekti. Bu oyunu ikisinden biri ölene dek sürdürecekti. Gideon'un zihni giderek bulanmaya başlıyordu. Çok fazla kan kaybetmemişti ama giderek kendisini daha bitkin hissediyordu. Tabby'nin yüzüne attığı toz sadece görüşünü engellemek için değildi, bir tür uyuşturucu olmalıydı. Gideon elini yaraya bastırarak acısını azaltmaya çalıştı ama işe yaramadı. Kafenin ışıkları gözünün önünde uçuşuyordu, hemen başının üzerindeki sokak lambalarını ise bir görüyor, sonra silikleştikleri için göremiyordu. Nabzı düzensizleşmeye başlamıştı. Gideon ayağa kalkması gerektiğini biliyordu ama kalkamıyordu. Ayağa kalkama-masının tek sebebi bacağındaki yara değildi, tüm vücudu külçe gibi ağırlaşmıştı, dikkatini bir saniyeden daha uzun süre bir şeye yoğun-laştıramıyordu. Sadece durumunun çok kötü olduğunu idrak edecek kadar düşünebiliyordu. Çok kötüydü hem de. Bir dakika sonra Hope'un geri döndüğünü gördü. Tabby'nin peşine takıldığı zamanki gibi koşmuyordu ama yine de hızlı yürüyordu. Gideon onu da sokak lambaları gibi net seçemiyordu, gözlerini kırpıştırarak görüşünü netleştirmeye çalıştı. Malory o topuklularla nasıl koşabiliyordu? Onu kaybettim, dedi nefes nefese Hope. Lanet olsun, tam oradaydı ve ben... Söylenmeyi bırakıp Gideon'un yanına çöktü sora. Berbat görünüyorsun. Yardım ve ambulans çağırdın, öyle değil mi? Hayır. Gideon'un dudakları bile uyuşmuş gibiydi. Hope elini cep telefonuna attı. Şu haidesin ve ambulans çağırmadın mı? Lanet olsun Raintree...

Tuşlara basamadan Gideon uzanıp bileğinden tuttu. Hastane istemiyorum. Destek kuWet istemiyorum. Sadece beni evime bırak-san yeter. Ev mi! Hope onun elini ittikten sonra pantolonunun yırtılmış yerini hafifçe ayırarak yaraya dikkatle bakıp yüzünü buruşturdu. Hiç sanmıyorum. Elini umulmadık bir kuWetle Gideon'un yarasına bastırdı. Doktora gitmen gerek. Gideon başını iki yana salladı. Yapamam. Lily Clark da kızıl saçlarını sallayarak, Ona anlatmak zorunda kalacaksın, dedi. Yapamam, diye cevap verdi Gideon. Bunu söylemiştin. Hope elini yaradan kaldırarak tekrar Gideon'un bacağına baktı. Düzgün düşünemiyorsun. Lily nazikçe, Anlayacaktır, dedi. Gideon, Hayır, anlamayacaktır, dedi. Kan kaybettiğini hissettiğini hissediyordu ama sanki başka bir şey daha vardı... Kimse anlamıyor. Neyi anlamıyor? diye sordu Hope. Raintree, bilincini kaybedeyim deme. Tekrar telefon etmeyi denedi ama Gideon tamamen güçsüzleşmemişti henüz, ona engel oldu. Lily haklı olabilirdi. Çok uzun bir zamandır sırrını kimseye açmamıştı. Tabby bildiğine göre sırrı ortaya çıkmış olabilir miydi? Yoksa yakında mı ortaya çıkacaktı? Gideon, hayaletin soluk yüzüne baktı. Belki de haklısındır, dedi. Belki ona gerçeği anlatabilirim, en azından anlatmayı deneyebilirim. Lily başıyla onaylayarak gülümsedi. Gideon, Deli olduğumu düşünecek, dedi. Kızıl saçlı hayalet elini Gideon'un alnına koydu. Gideon Lily'nin buz gibi dokunuşunu hemen hissetti. Her gün hayaletler görür, arada sırada konuşurdu ama çok azı ona dokunurdu. Hele bu şekilde dokunanı hiç olmazdı. Benim gibi olma Gideon, dedi Lily. Kendini bu kadar geri çekme. Dolu dolu yaşa ki zamanı gelip de gittiğinde geride büyük bir boşluk kalsın. Gideon başını iki yana salladı. Anlat ona. Bu hiç iyi bir fikir değil. Lanet olsun Raintree, beni çok korkutuyorsun, dedi Hope yumuşak bir sesle. Gideon gerçekten de sesindeki endişeyi fark edebiliyordu. Kafasını çevirip Hope Malory'ye bakınca başı hafifçe döndü. Bacağı artık çok fazla ağrımıyordu, Hope'u bulanık görse de çok endişeli olduğunu anlayabiliyordu. Ortağının onu ya da başka birini önemsemek istememesine rağmen önemsediğini görüyordu. Çok uzun zamandır yeteneklerinden kimseye söz etmemişti, büyük sırrını en son birine anlattığında işler iyi sonuçlanmamıştı. Seni korkutmak istememiştim, dedi. Sadece Lily Clark'la konuşuyordum. Hope yavaşça ona doğru eğildi. Raintree, Lily Clark öldü. Evet, biliyorum. Bu sırada nihayet kafeden birileri ahşap platformdaki hareketliliği fark etmiş, meraklı birkaç kişi onlara doğru yürümeye başlamıştı. Gideon'un fazla vakti yoktu. Sana ölülerle konuştuğumu söylemiştim, hatırlıyor musun? Evet. İşte... Bu doğruydu.

Raintree halüsinasyon görüyordu herhalde. Hope, Gideon'un yarasına biraz daha bastırdı. Bacaktaki yara kötü görünmekle birlikte ufak sayılabilirdi, halüsinasyona yol açması mantıklı değildi. Bu imkansız, dedi Hope. Şimdi ambulans çağırıyorum. Tartışacak zaman yok. Bu hafta hastaneye gidemem. Bu hafta mı? Raintree... Raintree lafı uzatmadan, Şunu izle, dedi ve en yakındaki sokak lambasına baktı. Lamba bir anda patladı. Kafeden onlara doğru gelen insanlar irkilerek geri çekildiler. Raintree sakin bir sesle, Şimdi diğeri, dedi. Bir sokak lambası daha patlamıştı. Bir tane daha ister misin? Hope, onlara yaklaşmakta olan insanlara bakıp, Gerek yok, dedi. Bu sırada onlara gülümsemeyi de başarmıştı. Grubun en önündeki adam, Ambulans çağırmamı ister misiniz? diye sordu. Yetkili gibi duruyordu ama geçen hafta konuştukları müdür değildi. Hope kendinden emin bir sesle, Hayır, teşekkürler, dedi. Arkadaşım içkiyi biraz fazla kaçırıp yere düştü, sanırım bacağına kıymık gibi bir şey battı. Eğer bir havlu ve sargı beziniz varsa pansumanını yapıp eve götüreceğim. Pek de ilgi çekici bir hikaye değildi bu, meraklı grubunun bir kısmı hemen dağıldı. Çok da ilginç bir hikaye gibi gelmiyordu kulağa. Hope'un sargı bezi istediği adamın da hayal kırıklığına uğradığı belliydi. Elbette, ilk yardım setinde bir sürü sargı bezi olacaktı. Hope minnettarlıkla, Harika, dedi. Adam pansuman malzemelerini getirmek için tekrar kafeye dönerken Gideon, Harika, diye tekrarladı. Yani bana inanıyor musun şimdi? Elbette hayır. Ama dedin ki... Bir şeyler döndüğüne inandım ama ne olduğunu henüz bulabilmiş değilim. Sana söyledim işte... Raintree birden kafasını çevirip boşluğa baktı. Evet, çok hoş ama bir o kadar da inatçı. Hope, Yine Lily Clark'ın hayaletiyle mi konuşuyorsun? Gideon ona doğru eğildi. Biraz daha açık fikirli olman gerektiğini düşünüyor. Ya, öyle mi? Evet. Gideon bir an düşünceli bir şekilde ona baktı. Beni böyle sersemletecek kadar kan kaybetmedim. Yüzüme bir toz fırlatmıştı. Uyuşturucu gibi bir şey olmalı, zehir bile olabilir. Bu hiç iyi değil, buradan uzaklaşmam gerek. Senin hastaneye gitmen gerek. Bana pek kıymıkmış gibi gelmedi bu. Hope kafasını çevirince, kafedeki adamın elinde pansuman malzemeleriyle geldiğini gördü. Adam eğilmiş, şüpheli bakışlarla Gideon'un yarasını süzüyordu. Hope adamdan sargı bezlerini alırken, Büyük bir kıymık, demekle yetindi. Emin misiniz? Hope birden polis kimliğini çıkartıp adama uzatınca adam paniğe kapılarak ellerini havaya kaldırdı. Siz bana aldırmayın. Beni hiç ilgilendirmez. Hope, İlk fırsatta sana yeni ilk yardım malzemesi getireceğim, diye söz verdi.

Adam geri geri giderken, Hiç önemli değil, dert etmeyin siz, dedi. Hope'un hikayesine inanmadığı belliydi ama başını belaya sokmayı, hatta belayı mekanına bulaştırmayı istemiyordu. Hope çabucak Raintree'nin bacağını sardı. Raintree kesinlikle halüsinasyon görüyor olmalıydı, iyi bir bakma ihtiyacı vardı. Sokak lambalarının nasıl patladığını da çözmüştü. Muhtemelen civarda gizli bir cihazı vardı, lambaların kısa devre yapmasını sağlamak için bu cihazı kullanmıştı. Sadece tesadüf bile olabilirdi. Titrek ışıklarından lambaların zaten patlamak üzere olduklarını görmüş ve şansını denemişti. Herhalde lambaları sadece bakarak patlatacak değildi. Sağduyusu Hope'a Gideon'u oradan kaldırıp Mustang'ine bindirip hastaneye götürmesini söylüyordu. Gideon, Bana hala inanmıyorsun, dedi. Acaba Raintree gerçekten zehirlenmiş miydi? Hope doktor değildi ki, doğru dürüst bebek bakıcılığı bile yapamazdı. Bir akvaryum balığını bile yaşatama-yacağını biliyordu. Gideon'un ayağa kalkmasına yardımcı olurken, Kusura bakma Raintree, dedi. Gideon ayakta duramıyordu ve çok ağırdı, bu yüzden onu kaldırması kolay olmadı ama bir şekilde başardılar. Birlikte arabaya ulaşabilirlerse Hope onu hastaneye götürebilecekti. Yavaş yavaş, dikkatli adımlarla arabaya ilerlemeye başladılar. Çevrede onları izleyenler vardı, Gideon'un muhtemelen sarhoş olduğunu düşünüyor olmalıydılar. Aslında böylesi daha iyiydi. Gerçeği açıklamak çok daha zor olurdu. Raintree alçak sesle bir şeyler mırıldanınca Hope, Efendim? diye sordu. Seninle konuşmuyordun. Muhakkak. Bir iki adım sonra Raintree tekrar konuştu. Dokun ona, dedi kararlı bir şekilde. Bunu yapabileceğini biliyorsun. Hayaletlerin çoğunun fiziksel bir etkisi olmaz ama sen farklısın Lily. Enerjin diğer ruhlarınkinden daha fazla bağlı yeryüzüne, eğer gerçekten yoğunlaşıp deneyecek olursan... Hope daha fazla dayanamayıp, Kes artık şunu Raintree, diye atıldı. Artık hiç eğlenceli değil bu yaptığın. Derken yanağına bir buz parçası değmiş gibi irkilip sendeledi, buzun değdiği yer donmuştu sanki. Raintree ufak, acılı bir adım daha atarken, Sana dokundu, dedi. Hope'a bakıp gülümsedi sonra. Yanağına, sol tarafa. Tam elmacık kemiğinin altına. Hope bir adım daha atmaya çalışırken aynı soğukluğu bu kez karnında hissetti. Görünmez, buzdan bir parmak giysilerini geçerek karnına dokunmuş gibiydi. Karnın, dedi Raintree. Tek kelimelik açıklama durumu daha da saçma hale getiriyordu. Hope dudaklarını yaladı. Bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama... Aynı anda iki kulağı birden buz kesti. Raintree, Kulaklar, diye mırıldandı. Bu sırada bir sokak lambasının altından geçiyorlardı. Lamba bu kez patlamadı ama bir iki kez titreştikten sonra tamamen söndü. Raintree başını kaldırıp lambaya baktı. Şu anda enerjimi kontrol edemiyorum. Hastaneye gidecek olursam, hastaların bağlı olduğu cihazların hepsi çöker. Sesi sarhoşmuş gibi çıkıyordu. Beni eve götür ortak. Güven bana. Hope Malory artık kimseye güvenmiyordu. Hele hele göz boyama oyunlarına ve inanılmaz açıklamalara karnı toktu. Yine de Gideon'un Mustang'e binmesine yardım ettikten sonra arabayı çalıştırdı ve hastane yerine Wrightsville yönüne sürdü.

Tabby'nin yüzüne fırlattığı toz her ne ise, etkisi geçmeye başlamıştı. Toz zehirli değildi demek ki çünkü eğer zehirli olsaydı zamanla durumunun kötüleşirdi. Bunun yerine, duyularını sersemletecek, uyuşturucu nitelikli bir şey olmalıydı. Gideon, Lily Clark'ın cesedini gördüğü için bunun sebebini çok iyi anlıyordu. Tabby onu etkisiz hale getirmek istemiş ve başarmıştı. Çünkü onunla vakit geçirmek, ona işkence etmek istiyordu. Gideon gömleğinin altındaki korunma tılsımını çıkarıp okşadı. Hope, korunma tılsımının onu korumadığını söyleyecekti belki ama Gideon onunla aynı fikirde değildi. Bıçak atardamarına da saplanabi-lirdi ya da Tabby bacağına bıçak saplamak yerine doğrudan onu vurmaya da karar vermiş olabilirdi. Hatta, Gideon'un bir parmağı kopmuş bile olabilirdi. Hope, kelimenin tam anlamıyla arkasını kollamak için oralarda olmayabilirdi. Sen ne yapıyordun orada? diye sordu Hope'a. Hope gözlerini yoldan ayırmadan, dişlerinin arasından lanet okudu. Yol, gecenin o saatinde bomboştu. Plaj sakindi, yol kenarına sıralanmış evlerin ışıkları yanmıyordu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra Gideon, Sadece merak ettim, diye sordu. Soruşturmaya sabaha kadar ara verme fikri bana hiç mantıklı gelmemişti. Bu yüzden beni takip ettin. Evet. Şikayetçi misin? Pek sayılmaz. Lily onların yanında değildi ama Gideon hayaletin hala yeryüzünde olduğunu biliyordu. Acaba neredeydi? Otel odasında kanıt arayan olay yeri ekibinin çalışmalarını mı izliyordu? Adli doktor cesedini incelerken köşede durmuş onu mu seyrediyordu? Tabby zavallı kadının üzerinde epey çalışmıştı, hayaletini yeryüzünden ayrılmaya ikna etmek kolay olmayacaktı. Seni eve yerleştirdikten sonra doktor çağıracağım, dedi Hope. Bu sırada Gideon'un evine varmışlardı, uzaktan kumandayla garaj kapısını açıyordu. Hayır. Lanet olsun Raintree! Doktora ihtiyacım yok. Hope arabayı park ederken inatla, Yaranı gördüm, diye tekrarladı. Senin başa çıkamayacağın kadar derin bir yara. Aslında seni eve getirip zaman kaybetmemem gerekiyordu hiç ama... Lily sana dokunduğunda hissettiklerini ne çabuk unutuyorsun? Ya da dokunduğu yerleri tam olarak sana söylediğimi? Hope arabadan inip yolcu tarafına geçerken, İyi numaraydı Raintree, dedi. Nasıl yaptığını anlatırsın bir gün bana. Hope kapısını açıp, ayağa kalkmasına yardım etmek için eğilirken Gideon, Numara değil, dedi. Birlikte mutfağa çıkan basamakları tırmanırlarken Hope, Gideon'un beline sarılarak ona destek olmuştu. Bu basamakları çıkmak hiç kolay değildi ama Hope'un yardımıyla yavaş da olsa çıkabilecekti. Gideon birisine muhtaç olmaktan nefret ediyordu ama o anda Hope artık onun ortağıydı. Hayat elektrik üzerine kuruludur, dedi basamakları ağır ağır tırmanırlarken. Kalbin elektrik sayesinde atar, böylece beynin çalışır, öldükten sonra bile ruhun bir süre dünyada kalır. Gerçekten teknik bir açıklama mı istiyorsun? Kusura bakma, şu anda böyle bir açıklama yapabilecek durumda değilim, çok vakit alır. Elektronlar, farklı titreşim düzeyleri; bunlar sana bir şeyler ifade ediyor mu?

Hope dikkatli bir şekilde, Hiç mantıklı değil, dedi. Elektrik kasların ve organların kasılmasına sebep olabilir, bunun bazen çok zevkli sonuçları da olabilir. Seni uyarmıştım Raintree... Gideon, diye düzeltti diğeri. Bu sırada mutfağa ulaşmışlardı, Hope lambaları yaktı. Eğer bana hala inanmıyorsan bu zevkli etkiyi bir kez daha gösterebilirim sana. Hayır! Hope hemen geri çekildi ama Gideon'u tamamen bırakmamıştı. Gideon buna sevindi çünkü tek başına ayakta duramıyordu henüz. Hope'a gülümsemeye çalıştı. Eğer onu haline bırakacak olursa, gördüklerinin hepsine bir açıklama bulacağından emindi. Kendilerine mantıklı gelmeyen şeylerle karşılaşan herkes öyle yapmaz mıydı? Yatak odasına doğru geçerlerken, Hayaletleri hayatım boyunca gördüm, dedi. Küçükken, benim gördüklerimi başkalarının görmemesini anlayamıyordum. Elektrik akımları sonra geldi. İlk kez bir televizyonu patlattığımda on iki yaşındaydım. On beş yaşına kadar çok ilginç ve hareketli zamanlar geçirdim. Sonra gücümü kontrol etmeyi, ehlileştirip kullanmayı öğrendim. Yine de gün dönümüne ya da ekinoksa 2 yakın tarihlerde durum değişiyor, kontrolümü kaybedebiliyorum. Yaz gün dönümüne ise bir şey kalmadı, Pazar günü. Hope'a baktı. Bu arada, arabanı ben bozmuştum. Sen mi bozdun? Evet ama tamir masraflarını karşılayacağım, merak etme. Tamirciyle çoktan konuştum bile, arabanda gerekli düzenlemeleri yapacak. Günün birinde bilgisayar çipleriyle dolu şu arabalardan birinde yolda kalmak istemiyorum. Hem niye böyle bir şey yapıyorlar ki? Bir arabada bilgisayarın ne işi var? 2 Ekinoks, gündüz ile gecenin eşit olması durumudur. Yılda iki kez tekrarlanır. Yatak odasına vardıklarında Gideon kemerini çıkarıp silahıyla kimliğini kenara bıraktı. Ceketini çıkarırken Hope ışığı açıp yatağın kenarına oturdu. Gideon kendisini yatağa bırakırken, Teşekkürler, dedi. Sen artık eve gidebilirsin. Gözleri kendiliğinden kapanıyordu. Aklından geçen son şey, Hope'un onu bırakıp gitmeyeceği oldu. Çok inatçı bir kadındı bu. Tabby saklandığı yerden çıkmadan önce, terk edilmiş dükkanın vitrininin arkasında kıvrılarak epey bekledi. Gücü tükenip ciğerleri yanmaya başlayana kadar koşmuştu. Eğer Gideon'la ortağı yardım istedilerse polisler her tarafta onu arıyor olurdu. Her yer sessizdi, siren sesi duyulmuyordu. Yardım istememiş olabilirlerdi. Ne de olsa Gideon kimsenin yeteneklerinden haberdar olmasını istemezdi, yoksa onunla buluşmasını nasıl açıklayabilirdi? Zaten tuhaflıklarından söz edip duruyorlardı, bir de yetenekleri ortaya çıkacak olursa bir daha rahat yüzü göremezdi. Dünyanın yarısı ona deli derken diğer yarısı da kullanmaya çalışırdı. Ona bıçaklamayı başarmıştı ama yeterince iyi bir darbe indire-mediğinin farkındaydı. Bıçağı biraz daha sola saplayabilseydi atardamarı kesmiş olacak, böylece güzel ortağı yardım getiremeden kan kaybından ölecekti. Ne yazık ki son anda eli kaymıştı. Yine de Raintree'nin o anda hayatının en korkunç kabuslarını görüyor olduğunu bilmek rahatlatıcıydı. Yüzüne fırlattığı toz sadece onu geçici de olsa körleştirmekle kalmıyordu, etkileri daha uzun süre devam ediyordu. Raintree'nin gördüğü kabusları merak etmekten kendini alamadı. Ortağı da birdenbire ortaya çıkmış, her şeyi mahvetmişti. Zamanı azalıyordu. Artık ne oyunlara ne de hilelere zamanı kalmamıştı. Zaten Tabby oyun kurma konusunda iyi değildi.

Cumartesi gecesine kadar Gideon ve Echo Raintree'nin ölmüş olması gerekiyordu. Eğer bu olmazsa Pazar sabahı toprakta, nehirde ya da okyanusta Tabby'nin cesedi bulunacaktı. Doğrusu Cael'in onun için bir cenaze töreni düzenleyeceğini sanmıyordu. Raintree'nin birkaç damla kanı bıçağına ve eline bulaşmıştı. Tabby karanlıkta oturarak elini ve bıçağı yüzüne yaklaştırıp kokularını içine çekti. Gözlerini kapatıp, henüz ulaşamadığı o muhteşem gücü bedeninde hissetmeye çalıştı. Bu, Raintree kanıydı. Bir parmak ya da kulak kadar güçlü değildi ama yine de Raintree'ydi. Tabby o kadar yaklaşmıştı işte! Şimdi sakin bir şekilde durumu değerlendirip sağlam bir plan yapmalıydı. Tüm zamanını Gideon'a harcamayacak olması acıydı ama ne olursa olsun Raintree hafta sonunda ölmüş olacaktı. Üstelik yalnız ölmeyecekti. Raintree: Adalet SEKİZİNCİ BÖLÜM HoPE uzun bir süre Gideon Raintree'nin yatağının yanındaki sandalyede oturup onu uyurken izledi. Gideon yatağında dönüp durmuş, nihayet hiç kıpırdamadan, derin bir uykuya dalmıştı. Bu hareketsizlik ve sessizlik Hope'u onun huzursuzluğundan, saçma sapan konuşmalarından ya da bacağındaki derin yaradan daha fazla korkutmuştu. Gideon yatağına serilip uykuya daldıktan sonra Hope bacağındaki sargıyı çıkarıp, yardım çağırmasını gerektirecek kadar kötü durumda olup olmadığına bir kez daha bakmıştı. Nedense yara o kadar kötü görünmüyordu. Berbat bir kesikti ama Hope artık Gideon'un bir doktora ihtiyacı olduğundan o kadar emin değildi. Yine de öyle güçlü kuWetli birinin yatağa serilip kaldığını görmek çok tuhaftı. Gideon'un pantolonunu çıkarmış, sonra yarayı temizleyip yeniden pansumanını yapmıştı. O bunları yaparken Raintree neredeyse hiç kıpırdamamıştı. Gömleğini ve kravatını çıkarmak biraz daha zor olmuştu ama sonunda başarmıştı. İç çamaşırına dokunmamıştı. Fedakarlık da bir yere kadardı. Nemli bir bezle Gideon'un yüzündeki toz kalıntılarını temizlemişti sonra. Çenesindeki sakalda ve yanağında biraz kalmıştı. Hope, Gideon'un göz pınarındaki bir parça tozu da nazikçe silip almıştı. Analizi yapılabilecek kadar numune topladığını sanmıyordu ama yine de bezi kenara ayırdı. Daha önce baygın bir adamı soyduğu hiç olmamıştı, Gideon Raintree ise erkek türünün en iyi örneklerinden biriydi. Güçlü göğsü, bacakları ve kaslı bir vücudu vardı. Kaslı kolları kaba görünmüyordu. Kolları ve elleri o kadar güzel görünüyordu ki her kadının aklını başından alabilirdi. Hope o ellere baktığında Gideon'un ona dokunuşunu hatırlamadan edemiyordu. İkisi de tamamen giyinikti ve her şey çok hızlı olup bitmişti ama yine de birbirlerine çok yakınlaşmışlardı. Beklenmedik, etkili ve yakın bir temastı. Hope o anı düşünmek istemiyordu. Neden ve nasıl yaşandığına yoğunlaşmak istemiyordu, bu yüzden her şeyi geride bırakıp sadece Gideon'un sağlık durumuyla ilgilenmeye çalıştı. Sabahın beşinde, biçimli tıraşının çevresinde çıkmaya başlayan sakalları Gideon'a çok çekici bir hava katıyordu. Hope, Gideon'un üstündekileri çıkarırken boynundaki tılsıma dokunmamıştı. Şans ya da uğur nesnelerine inanmadığı için tılsıma neden dokunmadığını bilmiyordu ama yine de onu boynundan almak Hope'a doğru gelmemişti, Gideon'un inandığını biliyordu çünkü. Aynı

şekilde, Gideon'un ona verdiği tılsımı da neden boynundan çıkarmadığını bilmiyordu. Aslında hiç de böyle saçmalıklara inanan biri değildi. Basit ilk yardım ve tedavi girişimlerini tamamladıktan sonra odanın bir köşesinden yatağın yanına çektiği rahatsız sandalyeye oturmuştu. Gideon'u bırakıp gitmek istemiyordu. Ona ihtiyacı olursa yakınlarda bulunmalıydı. Saçma bir düşünceydi ama yine de bırakıp gidememişti. Gideon'un başucunda dijital değil, muhtemelen kendisi doğmadan önce üretilmiş, eski model, kadranlı bir saat vardı. Telefonu da eski tip, kablolu bir telefondu. Onun elektrik ve hayaletler hakkında anlattıklarını düşününce... Hope ona inanmıyordu ama Gideon belli ki anlattıklarına gerçekten inanıyordu. Hope onun çetelerle işbirliği yaptığından şüphelenmişti ama doğrusu zihinsel bir problemi olabileceği hiç aklına gelmemişti. Yatağın başucundaki telefondan annesini arayıp gelmeyeceğini, öfkeli otel müdürünü arayıp pikabını nereye bıraktığını haber vermişti. Neyse ki müdür pikabın yedek anahtarını otelde bırakmıştı, bir polis memuru aracı ona götürmeyi kabul etmişti. Hope, Gideon'u uykusunda izlerken içi içini yiyordu. Raintree'nin anlattığı hikaye çok saçmaydı, akıl alır yanı yoktu. Hayaletlerden söz ediyordu, tam bir deli saçmasıydı bu. Elektrik enerjisini kontrol edebilmek? Bu da çok uçuk bir iddiaydı. Hope'un, Raintree'nin söylediklerini imkansız diye reddetmesi ve onun kafadan çatlak olduğuna inanması gerekiyordu ama üzerinde düşünmesi gereken bir iki şey daha vardı. Gideon'un cinayet detektifi olarak üstün başarıları. Hep eski model arabalar kullanması ve kendi arabasının tuhaf bir şekilde arızalanması. Evinde elektronik cihazlar bulunmaması. Nehir kıyısındaki sokak lambalarının patlaması. Daha silah ateşlenmeden önce onu kurşunun yolundan itmesi. Beklenmedik orgazmı. Hope artık kendi gözleriyle görüp eliyle dokunmadığı şeylere inanmıyordu. Bunun sebebi büyük oranda annesiydi. Kristaller, tütsüler, meditasyon müzikleri ve aura sohbetleri Hope'un pek çok kez utanmasına sebep olmuştu. Annesi gerçeklikten uzaklaştıkça Hope ayaklarını daha sıkı yere basma ihtiyacı duymuştu. Yine de tek suçlu annesi değildi. Hope'a son darbeyi indiren Jody Landers olmuştu. Hope ona aşıktı. Aşka dokunamıyor ya da koklayamıyordu, elle tutulamayan bir şeydi aşk. Yine de Jody'ye karşı hissettiği aşk ona gerçekmiş gibi gelmiş, tüm hayatını doldurarak onu mutlu etmişti. Derken her şeyin kocaman bir yalan olduğu ortaya çıkmıştı. Jody'nin daha ilk günden onu hedeflediğini öğrenmişti; ne karşılaşmaları ne de aşkları gerçekti. Jody alt seviye bir uyuşturucu satıcısıydı ve elinin altında bir polis olmasını istiyordu sadece. Hope nihayet onu yakalayıp neyin peşinde olduğunu anladığında hala Hope'u sevdiğini iddia ediyordu. Elbette Hope ona inanmamıştı; ne o zaman, ne de aradan dört yıl geçmesine rağmen şimdi. Yaşananlar utanç verici olsa da zaman içinde dedektifliğe terfi etmişti. Jody hapisteydi, uzunca bir süre de çıkmayacaktı ama Rale-igh'de hala Hope'un onun kim olduğunu en başından beri bilmesine rağmen ona göz yumduğunu düşünenler vardı. Hope bunu kimseye söyleyemiyordu ama Raleigh'den Wİlmington'a gelmesinin tek sebebi annesinin yanında olmak istemesi değildi. Tüm o şüpheci bakışlardan ve dinmek bilmeyen dedikoducu fısıltılardan bıkmıştı.

Tekrar yanlış biriyle yakınlaşmayı göze alamazdı. Bir kez daha aptal yerine konmaya niyeti yoktu. Öyleyse orada ne işi vardı? Gideon Raintree'ye hiçbir şey borçlu değildi. Ona karşı herhangi bir bağlılık göstermesi gerekmiyordu. Onu uyurken izlerken içinde yepyeni duygular yeşermeye başlamıştı. Sandalyesinde huzursuzca kıpırdandı. Raintree'nin yatağının başucunda, onun evindeydi. Daha önce onu gözetlediğinde olduğu gibi yine kişisel alanına girmişti ortağının. Gideon iyi bir uyku çekiyor gibi görünüyordu. Nefes alış verişi düzgündü; Hope Raintree'nin nabzını tekrar kontrol etti, gayet iyi olduğunu gördü. Bunun üzerine biraz mola verip mutfağa inmeye karar verdi. Susamıştı, acıkmıştı. Çok da yorulmuştu ama uyuyabileceğini sanmıyordu. Mutfakta gazlı bir ocak olduğunu görmüştü geçerken. Mikrodalga fırını yoktu, uyduruk bir tost makinesi vardı sadece. Hope bir iki dolap açıp içindekilere göz attı. Dolaplarda birkaç tane daha tost makinesi, blender ve kahve makinesi vardı. Hope bunlara bir anlam veremeyerek iyice huylanmıştı. Biraz ekmek kızartıp üzerine fındık ezmesi sürdü, bir bardak süt alarak, sahile bakan mutfak masasına oturup yedi. Karanlıkta dalgalar zor görülüyordu ama tam kıyıya vururlarken ay ışığında dans ediyor gibi görünüyorlardı. Dalgaların ay ışığında parlayan kıvrımlarını izlemek büyüleyiciydi. Artık gitmeliydi. Evine gidip biraz uyumalı, sabah uğrayıp Raint-ree'yi almalıydı. Daha sonra onu doktora götürüp aracını otelden almak için gerekli organizasyonu yapmalıydı. Raintree muhtemelen birkaç gün araba kullanamayacaktı ama yine de aracını evine bırakmanın bir yolunu bulurlardı. Hope dalgın dalgın dalgaları izlerken bir hareketlilik dikkatini çekti. Gideon bıçaklı bir saldırıya uğrayalı fazla olmamıştı, bu yüzden Hope dikkatini çeken şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Pencerelerdeki yansıma dışarıyı görmesine engel oluyordu, ışıkları kapatıp dikkatle sahile doğru baktı, gözlerini karanlığa alıştırmaya çalıştı. Belli belirsiz, bir adamın okyanusa doğru yürüdüğünü görebildi. Adam neredeyse ayaklarını sürükleyerek, oldukça yavaş yürüyordu. Gecenin koyu karanlığında bir şey seçmek mümkün değildi ama o anda çakan bir şimşek her yeri gündüz gibi aydınlattı. O sırada ayın önündeki bulutlar aniden çekildi ve Hope ihtiyacı olan aydınlığa kavuştu. Şiddetli bir gök gürültüsünün ardından gökyüzünde uzun bir çatal belirdi, artık Hope her şeyi net olarak görebiliyordu. Sahildeki adam yarı çıplaktı, üzerinde sadece bir şort ya da iç çamaşırı bulunuyordu. Saçları biraz uzundu, geniş omuzlarıysa yorgun bir şekilde çökmüş görünüyordu. Bacakları uzundu, sol bacağındaysa bir bandaj vardı. Hope önce yatak odasına koştu. Gideon'un yatağı bomboştu. Geniş pencerenin önündeki perdeler çekilmişti. Hope pencereye bakınca, pencerenin aslında iskeleye açıldığını fark etti. Bunun üzerine, yanlış gördüğünden emin olsa da iskeleye koştu. Raintree ya uykusunda yürüyordu ya da halüsinasyon görüyordu. Eğer sahilde yığılıp kalırsa Hope'un onu tekrar eve taşıması mümkün değildi. Hele hele okyanusa doğru gidecek olursa... Hope kendine kızdı, Raintree'nin hastaneye gitmesi için ısrar etmeliydi! İskeleden sahile inen merdivenleri koşarak indi, hızlı adımlarla kuma ulaştı. Kumda rahat yürüyemeyeceği için bir an durup ayakkabılarını çıkardı, kenara fırlattıktan sonra yalınayak koşmaya devam etti. Bu sırada çok güçlü bir şimşek daha çakmış, ortalığı aydınlatmıştı. Bir çatal yıldırım dosdoğru aşağıya inip Gideon'u buldu, güçlü bir ses yerine tekinsiz bir ses duyuldu. Hope neye uğradığını şaşırarak tökezledi, nefesi kesilmişti.

Gideon! Raintree'nin yere düşmesin ya da alevler içinde kalmasını beklemişti ama öyle olmadı. Gideon olduğu yerde durmuş, kollarını açmıştı. Bu şekilde beklerken bir yıldırım daha çarptı. Bu kez yıldırım daha güçlüydü, kulakları sağır eden bir çatırtıyla Gideon'u bulmuş, tüm elektriğini ona akıtmıştı. Gideon ellerini kaldırarak yıldırımla bütünleşmiş gibi bir süre kaldı, üzerinde ufak kıvılcımlar belirene dek bekledi. Hope bu kez ona seslenmediyse de ona doğru koşmaya devam etti. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Doğru düzgün yürüyemediği halde sahile giden adama peş peşe yıldırım çarpıyor ve adam öylece orada duruyordu. Hope, Gideon'un üstünde dans eden elektriği görünce annesinin Salı akşamı ortağı hakkında söylediklerini hatırladı. Annesi onun için, Aurasında olumlu kıvılcımlar var, daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim, demişti. Gideon ona dönmeden, Dur, diye seslendi. Daha fazla yaklaşman tehlikeli olabilir. Hope onun birkaç metre gerisinde durdu. Bu sırada ay bulutların arkasına gizlenmiş, gece yine karanlığa gömülmüştü ama Hope yine de Gideon'u seçebiliyordu çünkü Gideon'un çevresinde bir pırıltı vardı. Gideon, birdenbire ortaya çıkan fırtına uzaklaşırken yavaşça ona döndü. Artık parlamıyor ve ürkütücü görünmüyordu. Fırtına Hope'un umurunda bile değildi, o gözlerini önündeki adamdan alamıyordu. Gideon'un teninde elektrik dolaşıyor, vücudundan yumuşak bir aydınlık yayılıyordu. Hope onun tıraş olduğunu fark etti; çenesindeki sakalı ve bıyığı yoktu. Gözleriyse... Bu gözler parlıyor muydu yoksa ışıktan mı öyle görünüyordu? Işık oyunu olamazdı bu. Raintree'nin kendisinin yarattığı ışık dışında bir ışık kaynağı yoktu çevrede. Hope onu orada bırakıp kaçmak istiyordu, imkansız olan ve mantıkla açıklanamayacak bir şeyi kolay kolay kabul edebilecek yapıda birisi değildi o. Öte yandan ayaklarını sımsıkı yere basmıştı, olduğu yerde kaldı. Mutfak penceresinden seyrediyordum derken sesi düşündüğünden daha zayıf çıkmıştı. Gideon ona doğru yaklaştı. Her adım attığında kumdaki çıplak ayaklarından ufak kıvılcımlar çıkıyordu. Biliyorum. Gideon, anne babası; Lily Clark ve ölümlerine engel olamadığı onlarca insanla uğraştığı kabuslar görünce kendini okyanus kıyısına atmıştı. Burada bedenini ve ruhunu beslemek için yıldırımları çekmiş, uyuşturucunun son etkilerini de silmek istemişti. Okyanus kıyısına varamadan, kumsalda yürürken Hope'un onu izlemekte olduğunu fark etmiş ama buna aldırmamıştı. Belki de Hope'un bu durumu öğrenmeye hakkı vardı. Hope birkaç adım geride, kumun üzerinde tedirgin bir şekilde durdu. Kuşku dolu bir sesle, İyi misin? diye sordu Gideon'a. Evet. ikisi de bir şey söylemediler ama telaffuz edilmemiş bir 'nasıl?' sorusu aralarında neredeyse canlı gibi duruyordu. Hope'un bakışları Gideon'un bacağındaki yaraya takıldı, elektrik en fazla yara üstünde yoğunlaşmış olmalıydı ki Gideon'un bacağı pırıl pırıldı. Karanlıkta parlıyorsun Raintree. Hope bunu olağan bir şeymiş gibi söylemeye çalışmıştı. Sadece tahrik olduğumda. Gideon, Hope'a doğru yaklaştı ama Hope hemen geri çekildi. Kaçmamıştı ama yakınlaşmaktan uzak durduğu çok açıktı. Gideon'a, Çok komik, dedi, birlikte eve yürümeye başladılar.

Aslında durum hiç komik değildi. Bu kadını çıplak olarak yatağında istemesinin komik bir yanı yoktu. Hope onun ortağıydı, tanıdığı en güvenilir kadınlardan biriydi ve her şeyi sonuna kadar sorgu-luyordu. Bu yüzden harika bir dedektifti ama Gideon söz konusu olduğunda bu özellik tam bir felakete dönüşüyordu. Gideon meraklı kadınlardan hep uzak durmaya çalışırdı. Daha önce hiç yakalanmamıştı. Elbette, çağırdığı fırtınalardan sonra bir iki komşusunun onu sahilde gördüğü olmuştu ama Gideon her seferinde bunu inkar etmişti. Komşularının ya yanlış gördüğünü ya da ışık oyunu olduğunu söylemişti. Anlatsa da anlayabilecekleri bir şey değildi zaten. Hope, sahilden yatak odasına çıkan ahşap merdivene geldiklerinde, Daha iyi yürüyorsun, dedi. Sanırım yüzüme atılan uyuşturucu toz beni bacağımdaki yaradan daha fazla etkilemişti, etkisi giderek azalıyor. Kabuslardan sonra kalan etkileri de yıldırımlar temizlemişti. Sevindim. Hope bir an durduktan sonra, Tamam, elektrikle ilgili tuhaf bir ilişkin olduğu açık, dedi. Eminim mükemmel bir mantıklı açıklaması vardır tüm bunların. Neden mantıklı olmak zorunda? Öyle çünkü. Hiçbir şey mükemmel değildir, mantık da özneldir. Mantık öznel değildir, diye karşı çıktı Hope. Gideon onu basamaklardan çıkması için yönlendirmek istedi ama Hope önden gitmek istemiyordu, Gideon geride kalırsa yüzünü göremezdi. Bu yüzden önce Gideon çıktı, Hope da ayakkabılarını alarak peşinden gitti. En azından kaçmaya kalkmamıştı. Gideon, yatak odasına girdiğinde karanlıkta parladı. Hope da içeri girdikten sonra kapıları kapattı ama perdeleri çekmemişti, böylece dalgaları görebiliyordu. Dalga sesleri azalmıştı ama sanki oda zaten bu sesle dolu gibiydi. Rahatlatıcı, huzur verici bir sesti bu. Gideon yatağın yanında durdu. Vücudunda hala dolaşmakta olan elektrik akımı onu canlandırmış olsa da yıldırımlar gücünü tüketmişti. Durumun mantıklı açıklaması, ailemin farklı olması. Tahmin edemeyeceğin kadar farklı olması hem de. Bu bence hiç... Hope mümkün değil demek üzereydi ama Gideon onu susturdu. Abim pek çok şeyin yanı sıra ateşi kontrol eder. Raintree ailesinin lideri, yani Dranir'dir. Kız kardeşim ise bir empat ve şifacıdır, küçük kızı da pek çok alanda olağanüstü yeteneklidir. Echo medyumdur, ben de hayaletlerle konuşuyorum. Daha devam edeyim ister misin? Hope soğuk bir şekilde, Gerek yok, dedi. Bana hala inanmıyorsun. Hope'un başını iki yana salladığını gördü. Gideon konuyu daha fazla uzatmayıp bırakabilirdi. Hope başka bir yere tayinini ister, oradan ayrılırdı. Daha bir gün önce bunu istemiyor muydu zaten. O akşam gördüklerinden kimseye söz edeceğini sanmıyordu, kimse ona inanmazdı çünkü. Kendisi nasıl inanmadıysa başkalarının da inanmayacağını tahmin edebilirdi. Ancak Gideon onun gitmesini istemiyordu. Açıklayamadığı bir durum vardı ortada. Hope'u elbette arzuluyordu; güzel, akıllı ve topuklu ayakkabılarla koşabilen bir kadındı Hope ama bundan daha ötesi vardı. Eğer Hope'la birlikte olursa onun mutlaka tayinini isteyeceğinden

korkuyordu Gideon. Kuralları çiğneyecek biri değildi Hope. Hatta Gideon onun hayatı boyunca hiçbir kuralı çiğnemediğine dair bahse girebileceğini düşündü. Yavaşça bacağındaki bandajı açmaya başladı. Nihayet bunun üzerine Hope ona biraz yaklaştı. Bunu gerçekten yapmamalısın. Sakın... Gideon son sargı bezini de çözüp, bacağındaki ufak çiziği gösterince, Yapma... diye zayıf duyulur bir sesle tamamladı sözünü. Elini uzatıp dikkatlice yara izinin üzerinde gezdirdi. Başını yana eğip, Gideon'un o tatlı dudaklardan duymayı asla beklemediği galiz bir küfür savurdu. Nasıl? Hope ellerini çeker çekmez Gideon ellerinin temasını özlemeye başlamıştı bile. Ne yaptın sen? Sana söylemiştim. Ben bir Raintree'yim, dedi Gideon. Eğer bu konuda daha ayrıntılı bir açıklama dinlemek istiyorsan, biraz kahve yapmamız gerek. Bu kez odanın iki ayrı köşesine geçmemişlerdi. Gideon kanepede Hope'un yanına oturmuştu, ikisinin de elinde dumanı tüten birer fincan sıcak kahve vardı. Oturma odasındaki lambalar yandığı için Hope, Gideon'un hala parlayıp parlamadığını anlayamıyordu. içinden bir ses, gördüğü şeylerin sadece çılgın hayal gücünün bir ürünü olduğunu söylese de Hope kendisini kandıramayacaktı. Yani, annemin hayatım boyunca anlattığı o şeylerin doğru olduğunu mu söylüyorsun? Sana neler anlattığını tam olarak bilmiyorum, öyle bir şey söyleyemem. Gideon arkasına yaslanıp çıplak ayaklarını sehpaya dayadı. Üzerinde, imkansız bir şekilde iyileşen bacağındaki yarayı örten bir kot pantolon bulunuyordu. Yeşil boxer'ı ve pantolonundan başka bir şey yoktu, bir de boynuna asılı duran gümüş tılsım vardı. Auralar mesela, diye atıldı Hope. Bu konuda annesiyle bitmek bilmeyen tartışmaları olurdu. Auraları göremiyorum ama varlıklarını bilirim. Auralar başka bir enerji türüdür. Onları görebilmek için tüm çakralarının açık olması gerek. Senin çakralarından kıvılcımlar çıkıyor gibi. Gideon homurdanır gibi bir ses çıkardı, sıkılmıştı sanki. Hayaletler mi yoksa? diye sordu Hope. Gideon ondan tarafa bakarak, Bunu şüpheye yer bırakmadan kanıtlayabilirim, dedi. Hope başını deri kanepeye yaslamıştı. Ceketini ve ayakkabılarını çıkarmıştı ama bunun dışında hala resmî giyimliydi. Şu sutyenini çıkarıp üstüne rahat bir şeyler giyse ne olurdu ki... Aslında arkasına bakmadan kaçıyor olması gerekirdi o anda, gördüğü şeyler ödünü patlatmıştı ama bunun yerine sutyen askısı rahatsız ettiği için onu dert ediniyordu. Saat sabahın beşine yaklaşıyordu ve hiçbir kadın yirmi saatten fazla sutyen takmazdı. Ölümden sonra yaşam? Gideon neredeyse saygıyla, Evet, dedi. Hope gözlerini kapattı. Pek çok kez, dokunabildiği ve görebildiğinin ötesine, ölümden sonra hayat olmadığını düşünmüştü. Hem böylesi daha kolaydı. Bugün varız, yarın yokuz diye düşünmek ve öyle yaşamak en kolayıydı. Ne bir beklenti ne de hayal kırıklığı vardı. Gideon'un basit cevaplarını dinlerken ona inanmış ve beklemediği bir şekilde rahatlamıştı. Nasıl bir şey? diye sordu ortağına. Bilmiyorum. Hope yavaşça güldü. Bilmiyorum da ne demek? Hayaletler bir şey anlatmıyorlar mı? Bazı şeyleri anlamamamız gerekiyor.

Hope başını sallayarak onayladı. Sohbetleri pek normal kabul edilebilir gibi değildi. Gülse mi ağlasa mı bilemiyordu. Yoksa dans edip kendini dünyadan soyutlamak mıydı? Ne var ki, her şey gerçekten de çok normal geliyordu kulağına. Peki ya yukarıdan işaretler, dedi Gideon'a. Tam olarak ne demek istiyorsun? Yolda bir tavşan görürsün, daha önce o civarda hiç tavşan gör-memişsindir. Ya da günün belli bir saatinde tavşan görmenin özel bir anlamı vardır, şans da getirebilir, uğursuzluk da. Piyango da çıkabilir, otobüsün altında da kalabilirsin. Bunlara çalıştın mı sen yoksa? diye dalga geçti Gideon. Hayır ama hala bir cevap bekliyorum. Kahvesinden bir yudum daha alıp cevabı beklemeye koyuldu. Çevremizde her zaman işaretler vardır ama biz genellikle onları görmeyiz. Hope kıpırdandı. Sen bile mi? Ben bile. Her gün gözümüzün önünden mucizeler gelir geçer ama... Gideon omuzunu silkti. Bazen bir tavşan sadece bir tavşandır. Uzun ve yorucu günün sonunda artık Hope'un gözleri kapanmaya başlamıştı ama öğrenmek istediği çok şey vardı hala. Gözlerini açık tutmaya çalışarak, Peki ya reenkarnasyon? diye sordu. Kesinlikle. Çok emin konuşuyorsun. O yüzden kesinlikle dedim. Hope hafifçe Gideon'un koluna vurdu. Dalga geçme benimle. Çok yorgunum ve bu anlattıkların benim için çok yeni. Hem... Hayır, hala ona inanmak konusunda emin olmadığını söyleyemeyecekti Gideon'a. O akşam akıl almayacak tuhaflıkta şeyler görmüştü. Bu sırada eli hala Gideon'un kolunun üstündeydi, bu temas ona çok doğal gelmişti. Gideon sıcak ve güçlüydü, onun tenini hissetmek Hope'un hoşuna gitmişti. Ona bu şekilde dokunmak onu hem rahatlatıyor hem de içini ürpertiyordu. Eğer dünyaya yeniden ve yeniden gelip aynı insanlarla yeniden yeniden karşılaşıyorsak neden hatırlamıyoruz? O zaman hiç eğlenceli olmazdı. Eğlence mi? Gideon saçmalıyordu. Yaşam eğlence demek değildi. Elbette eğlenceli anlar vardı ama genel olarak zordu. Evet, dedi Gideon. Eğlence. Yaşarken hata yaparız, hayatta kalmayı öğreniriz, güzelliği ve risk almanın heyecanını keşfederiz. Duygularımızı yeniden yaşar, zamanın eskitip yıpratmadığı gözlerimizle bakarız. Karşılaştığımız olağanüstü güzellikleri ilk kez görüyor olmanın heyecanını yaşar, daha önce kalbimiz hiç kırılmamış gibi aşık oluruz. Riskten söz et, dedi Hope. Gideon'un aşktan söz ettiğini duymak huylandırmıştı onu. Öne eğilip kahve fincanını sehpaya bıraktı, sonra elini arkaya götürüp kopçasını çözdükten sonra, Pardon, diye mırıldanırken sutyenini sol kolundan yavaşça çıkarıverdi. Yardıma ihtiyacın-varsa hiç çekinme. Hope, İyiyim ben, dedikten sonra tekrar kanepedeki yerine çekildi. Nihayet rahat etmişti. Melekler peki? Gideon da aynı onun gibi kanepeye iyice yerleşip arkasına yaslandı. Evet. Periler? Hiç görmedim ama bu var olmadıkları anlamına gelmez.

Hope uzanıp Gideon'un boynundaki gümüş kolyeye dokundu. Şans tılsımları? diye sordu yavaşça. Gideon o anda gözlerinin içine bakınca Hope'un içi titredi. Gideon'un olağanüstü gözleri vardı. Hope eğer bir sevgili arayışında olsaydı Gideon bunun için biçilmiş kaftandı aslında. Sadece insanın aklını başından alacak bir erkeksi güzelliği olduğu için değil, işini ciddiye alması da etkiliydi bunda. Gideon artık kendi haklarını ara-yamayacak durumda olan insanlar için adaleti sağlamaya çalışıyordu. Adildi, güçlüydü ve arada sırada karanlıkta parlıyordu. Bazen, diye cevap verdi Gideon. Hope, Gideon'un tılsımını bırakıp kendi tılsımını aldı eline. Bu sabah evden çıkmaya hazırlanırken bunun bana baktığını hissettim sanki. Neden taktığımı bilmiyorum bile. Gideon, Bana bir iyilik yap, dedi yavaşça. Onu sakın çıkarma lütfen. Hope olumlu anlamda başını salladıktan sonra kanepedeki rahat pozisyonuna geri döndü. Fantezi dediği şeylerin gerçek olduğunu görüyordu. Çığlık çığlığa itiraz etmesi gerekirken duyduklarını son derece sakin karşılıyordu. Raintreeler'in çok eski bir aile olduğunu söylüyorsun. Evet. Ataların normal insanlarla evlendiklerinde neden... yani, nasıl desem... Büyüye inanmam ama sanırım öyle açıklayabilirim. Eğer ailende genetik bir büyü varsa, neden sıradan insanlara da genetik olarak geçmemiş bu? Böyle bir konuyu konuşmak bile ikisinin içinde bir şeyler uyandırıyordu. En başından beri aralarında cinsel bir çekim vardı, Hope, Gideon'un iyi bir polis olup olmadığından emin değilken bile hissediyordu bunu. Ne var ki bu çekim iyice tırmanmaya başlamıştı. Hope'un ona doğru eğilip tılsımına dokunmaması, Gideon'un da o şekilde bakmaması gerekirdi. Gideon, Raintree genleri baskındır, diye açıkladı. Yani, çocukların olduğunda... Hope gözlerini açıp Gideon' döndü, merakla ona baktı. Çocuğun var mı? diye sordu birden. Dışarıda bir yerlerde yıldırımları çağırıp ölülerle konuşan küçük Gideon Raintreeler var mı yoksa? Hiç çocuğum yok. Ama olduğunda... Gideon başını iki yana sallayarak Hope'un sözünü kesti. Hayır. Normalde bile bu dünyaya çocuk getirmek bile çok zorken, hep gizlenerek yaşaması gereken bir kız çocuğu yetiştirmek akıl alır gibi değil. Hiç çocuğum olmayacak benim. Hope, Kız çocuğu, diye tekrarladıktan sonra gözlerini kapattı yeniden. Efendim? Kız çocuğu dedin az önce. Gideon bir an durakladı. Bir kız yeğenim var. Uzun süre çevremdeki tek çocuk oydu, o yüzden olmalı. Hope ona inanmamıştı ama şüphelenmesi için herhangi bir sebep yoktu aslında. Sadece sezgileri Gideon'un doğruyu söylemediğini fısıldıyordu kulağına. Hani sezgilerini hayatına karıştırmaz, sadece bilimsel gerçeklerle hareket ederdi? O akşam bundan çok uzak bir durumdaydı. Tıraş olmuşsun, diyerek sohbeti tamamen ilgisiz bir tarafa çekti. Uyandığımda Tabby'nin tozunu hala yüzümde hissediyordum, yıkamakla geçmeyecekmiş gibi geldi.

Hope onun banyoya gittiğini duymuş olmalıydı ama hem ev çok büyüktü hem de o çok yorgundu. Hoş olmuş, dedi. Gideon yüzünü buruşturunca Hope güldü. Şimdi uyuyacağım, dedi sonra bitkince. Arabaya binip evine gitmeyi düşünemeyecek kadar yorgundu, eve gidebilse bile ancak duş alıp çıkmak için zamanı kalacaktı. Oturduğu kanepede bir iki saat uyumak iyi gelecekti. Bir iki saat sonra kalkıp Clark cinayeti soruşturmasına devam ederiz. Katil Tabby'di, dedi Gideon. Sherry Bishop'u öldürüp beni bıçaklayan sarışın. Hope uykulu bir sesle, Tamam, dedi. Sana inanıyorum. Gerçekten de Gideon'a inanıyordu, söylediği her şey doğruydu. Yarın bunu ispat etmenin bir yolunu bulmamız gerekiyor. DOKUZUNCU BÖLÜM GlDEON, uyumakta olan Hope'u nazikçe kaldırdı. Hope kıpırdamamıştı bile. Onu kanepede bırakabilirdi ama uzun süre deri kanepede uyumak hoş olmazdı. Bunun yerine onu yatağına bıraktı, Hope yatağa bırakılınca hemen yana kaydı, bir yastığı kavrayıp içini çekti. Kanepede olduğu gibi, üzerindeki kıyafetleriyle uyuyabilirdi ama çok rahatsız görünüyordu. Gideon, her an yüzüne bir tokat inmesini bekleyerek pantolonunun fermuarını da açtı. Ancak ya Hope'un uykusu gerçekten ağırdı ya da gün boyu iyi yorulmuştu ki uyanmadı. Gideon pantolonunu bacaklarından sıyırıp çıkarırken de uyumaya devam etti. Bluza dokunmayacaktı, Hope'u çırılçıplak yatağında bırakıp gitmeyi başaramayabilirdi. Sutyenini oturma odasındayken çıkardığına göre çok rahatsız değildi herhalde. Gideon, Hope'un üzerinde sadece külotu ve bluzu kaldıktan sonra yorganı üzerine örttü, yalın ayak odasının penceresine yürüdü. Perdeleri çekmeden önce bir iki dakika durup kıyıya vuran dalgaları izledi. Hope'a daha önce kimseye anlatmadığı kadar çok şey anlatmıştı. O güne kadar sadece bir kadın onun yapabileceklerinin çok az bir kısmını görmüş ama arkasına bakmadan ondan uzaklaşmıştı. Çok uzun zaman önceydi bu. Gideon, ayrılmalarından birkaç yıl sonra ona bir kez daha rastladığında bu kadının neden ayrıldıklarını unutmuş olduğunu görmüştü. İnsanlar bunu hep yapardı. Açıklayamadıkları şeyleri unutur giderlerdi. Aslında bu, zihnin açıklayamadığı şeyler karşısında kendisini korumasını sağlayan bir unutkanlıktı. Tıpkı travmatik bir trafik kazasının ayrıntılarının sonradan hatırlanmaması gibi. Acaba Hope da sabaha her şeyi unutmuş olacak mıydı? Belki. Hope düzenli dünyasını sarsacak herhangi bir şeyi kolay kolay kabul edecek biri değildi. Gideon'sa onun dünyasını pek çok anlamda gerçekten sarsabilirdi. Nihayet perdeleri kapatıp yatağa döndü, Hope'un yanına kıvrıldı. Hope'un yumuşaklığı ve sıcaklığı onu kendisine çekiyordu, Gideon da kendisini rahat bıraktı. Eğer Hope'la birlikte olsaydı onun kesinlikle tayinini isteyeceğini biliyordu ve bu asla Gideon'un istemediği bir şeydi. Üçüncü kattaki misafir odasında başka bir yatak daha vardı ama kullanılacak durumda değildi o anda. Odayı zaten daha çok depo gibi kullanıyordu, arada sırada Echo kalırdı bu odada. Çok ender olarak Mercy, Eve'le geldiği zamanlarda kullanırdı. Yazlık bir evde misafirler için oda ayırmak, Gideon gibi yalnızlıktan hoşlanan biri için pek akıllıca sayılmayacağı için evinde misafir ağırlamak için fazladan konfor bulunmasını önemsememişti.

Misafirlerine ayırdığı tek yataktaysa en son Echo kalmış, giderken de çarşafları çıkarıp kirlilerin arasına koymuştu. Daha sonra Gideon ofisten getirdiği dava dosyalarının büyük bir kısmını yatağın üstüne koymuştu. Şimdi gecenin bir vakti yatağın üzerini açmak, yeniden çarşaf sermek çok zor geliyordu doğrusu. Çarşafsız bir yatakta yatmaksa alışkanlıklarına tamamen tersti. Kendi yatağıysa sıcacık ve yumuşacık onu bekliyordu. Kadının yanına uzanan bir adam gibi yavaşça yatağına girdi. Kadını... Hope pek çok şey olabilirdi ama bu ifade kesinlikle onun tanımlamıyordu. Gideon yine de elini onun beline atıp, uykuya dalmadan önce kendisine çekti. Hope o kadar derin uyumuştu ki ne rüya gördüğünü bile hatırlamıyordu. Yorganın altına iyice sokuldu, hava serindi. Herhalde klima açık kalmıştı. Bu tuhaftı, çünkü annesi elektrik tasarrufu konusunu çok ciddiye alırdı. Hava serindi ama Hope nedense hoş bir sıcaklık hissediyordu aynı zamanda. Saat henüz çalmamıştı, yani biraz daha uyuyabilirdi. Sabahın bu saatinde fazladan birkaç dakika daha uyumak gibisi olmazdı. Birden nerede olduğunu hatırlayarak irkildi. Raintree'nin evindeydi. Kanepede uyuyakalmıştı ama artık kanepede değildi, Raintree'nin yatağındaydı. Dikkatlice yan tarafa dönünce, yanında yattığı adamla burun buruna geldi. Gideon neredeyse çırılçıplak bir halde ona yanaştığı için bir sıcaklık hissediyordu demek ki. Hope yarı uykulu bir şekilde, kıpırdamadan Gideon'u izledi bir süre. Birbirlerine çok yakınlardı, Hope başlangıçta suç çeteleriyle işbirliği yaptığından şüphelendiği bir adamla bu kadar yakınlaştığına inanamıyordu. Artık onun yoz bir polis olmadığını biliyordu. Gideon sadece farklıydı, çok farklıydı hem de. Yaralanmasının ve uyuşturucu toza maruz kalmasının üzerinden fazla geçmemişti ama Gideon son derece iyi görünüyordu. Yüz hatları daha dingin ve rahat görünüyordu. Bu haliyle bile çok yakışıklıydı. Hope onu uyandırmamaya çalışarak üstlerindeki pikeyi yavaşça kaldırıp dikkatle Gideon'un bacağına baktı. Yara neredeyse tamamen iyileşmiş görünüyordu. Gece derin bir kesik halindeki yaranın yerinde sadece hafif bir çizik kalmıştı. Hope buna şaşırmamalıydı aslında, bu adama ilişkin hiçbir şey onu şaşırtmamalıydı artık. Merak etme, aramızda bir şey geçmedi, dedi uykulu bir ses. Hope kafasını kaldırınca Gideon'un uykulu ve seksi bir ifadeyle ona baktığını gördü. Yarana bakıyordum. Ben de iç çamaşırım üzerimde mi diye kontrol ettiğini düşünmüştüm. Hope hemen örtüyü bırakıp yataktan inmeye davrandı. Gideon'un, kızardığını görmesini istememişti. Yanakları resmen alev alev yanıyordu, çok saçma bir tepkiydi bu. Daha yataktan inemeden Gideon uzanıp onu güçlü koluyla kavradı, kendisine çekti. Hala uykulu ve iç gıcıklayan bir sesle, Bir yere gitmiyorsun henüz, dedi Hope'a. Hope onun kollarından kolayca kurtulup yataktan inebileceğinin farkındaydı, Gideon onu zorla tutmuyor, sadece ısrar ediyordu. Güçlü, sıcak ve rahatlatıcıydı. Hope kurtulmak için bir girişimde bulunmadı. Bunun yerine, başını yastığa bırakıp Gideon'a baktı. Jody bir iki kere onun yatağında uyumuştu. Her seferinde de uyuyakaldığı için, yanlışlıkla olmuştu bu. Sabah erkenden uyanıp hemen gitmişti. Yine de Hope onunla uyanmaktan hoşlandığını hatırlıyordu. Birisiyle böyle yatmak, tenlerinin birbirine değmesi cinsellikten çok daha fazlasını hissettiriyordu ona. Sadece işine odaklanarak ve erkeklerden kaçarak

sürdürdüğü yalnız yaşamında en çok özlediği şey buydu. Erkeklerden kaçıyordu çünkü bugün ona gülümseyen bir adamın ertesi gün bir canavara dönüşüp onu parçalamaya kalkmayacağından emin olamıyordu. Gideon'un onu parçalamaya kalkmasını beklemiyordu ama yine de onun için tehlikeli olma potansiyeli vardı. O da diğer erkeklerden farksızdı; yanında yatarken vücudu hemen tepki vermeye başlamıştı bile. Eğer kaçacaksa o anda kalkması gerekiyordu. Hope eğer tam o anda kalkıp gitmezse neler olacağını çok iyi biliyordu. Yirmi dokuz yaşında, yetişkin bir kadındı, dahası herhangi bir ilişkisi yoktu ve bağımsızdı. Yorucu saatler geçirmiş ve onu allak bullak eden şeyler öğrenmişti ve o anda tek istediği şey birinin ona sarılmasıydı. Aslında birinin değil, sadece yanındaki adamın ona sarılmasını istiyordu. Hayaletlerle konuşan, içine yıldırımlar çeken ve karanlıkta parlayan Gideon Raintree'nin... Gideon elini uzatıp Hope'un saçlarını yüzünden çekti ve onu boynundan hafifçe öptü. Bu temasla birlikte Hope hemen hafif bir elektrik akımı hissetti. Yoksa Gideon'un içini titretmesinin sebebi sadece elektrik miydi? Doğaüstü ve olağandışı bir şey miydi onu etkileyen? Ne olursa olsun umurunda değildi. Kendisini o kadar iyi hissediyordu ki... Gideon yumuşak bir sesle, Seni istiyorum, dedi. Hope dudaklarını ıslattı. Biliyorum. Ben de seni istiyorum. Kelimeler kafasından geçti ama söyleyemedi. Bunun iyi bir fikir olduğundan emin değilim ama buradayız işte. Gideon elini Hope'un bluzunun içinden sokarak çıplak tenine dokunurken Hope gözlerini kapattı. Beyni bu yaptığının çok kötü bir fikir olduğunu söylüyordu ama vücudu beynine kesinlikle karşı çıkıyordu. Vücudu, Gideon'un istediği şeyin aynısını istiyordu. Tek fark, fiziksel olarak bu arzusunu onun kadar güçlü belli edemiyordu. Gideon onun titrediğini hissedebiliyor muydu acaba? Hope çok uzun süredir bir erkeğin kendisine dokunmasına izin vermemişti, o yüzden daha da çok heyecanlanmıştı muhtemelen. Gözlerini kapattı, titreyerek Gideon'un sıcaklığını doya daya hissetti, devamında olacaklara kendisini hazırladı. Hiçbir şey söylemesi gerekmiyordu, yalnızca dönüp dudaklarını ona uzatması yeterliydi. Gideon'un istediği cevap buydu, Hope'un da o anda verebileceği tek cevaptı zaten bu. Gideon elini onun karnından aşağı doğru indirmeye başladı, tıpkı annesinin dükkanında yaptığı gibi hareket ediyordu. Hope onun niyetini anlayarak elini tuttu, uzaklaştırdı. Gideon'un hayal kırıklığına uğradığı belliydi. Hope onun elini bırakmadan döndü, gözlerinin içine baktı. Fısıldayarak, Bu defa kandırmaca yok, dedikten sonra Gideon'u öptü. Onun şahane öpüşüyor olduğunu tahmin etmeliydi. Daha dudakları birbirine değer değmez anlamıştı Hope bunu. Parmaklarını Gideon'un saçlarından geçirip onu kendisine çekti. Bu sırada dudakları aralanmış, dilleri birbirini bulmuştu bile. Hope'un bunu yapmaması için yüzlerce sebebi vardı aslında. Gideon'u doğru dürüst tanımıyordu, onun iş arkadaşıydı, daha ilk günden güvenini sarsmıştı ve anlattığı gibi biriydi. Yine de bunların hiç birinin önemi yoktu. Hope, Gideon'un onu öpmesini, vücutlarının giderek daha da yaklaşmasını ve birleşmesini istiyordu. Gideon öpüşürlerken Hope'un bluzunun düğmelerini açtı, birlikte bluzu çıkarıp attılar. Artık Hope ona sarıldığında tenini teninde hissedebilirdi. Öylesine yeni ve olağanüstü bir duyguydu ki yaşadığı, Hope ister istemez Gideon'un yeni hisler yaşama konusunda

söylediklerini hatırladı. Bu, yeni bir histi. Gideon'a duyduğu arzu, kontrolünü adım adım yitirmesi, vücudunun onun vücuduna doğru çekilmesi... Tüm bu hisler ilk kez yaşıyormuşçasına büyüleyici ve olağanüstüydü. Gideon onu sırt üstü yatırdı. Hope'un kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı atıyordu, itiraz etmek aklının köşesinden geçmemişti. Gideon, Hope'un bir meme ucunu dudaklarının arasına alıp hafifçe ezmeye başladı. Hope öylesine yoğun bir haz hissetti ki neredeyse o anda orgazma ulaşıyordu. İçinde hissettikleri daha da yoğundu, hayatında hiç olmadığı kadar hazır hissediyordu kendisini. Gideon'a sımsıkı sarıldı, bu sırada o da diğer meme ucuyla ilgileniyordu. Sanki dünyanın kalan tüm zamanı onlarınmış gibi davranıyordu ama Hope onun da kontrolünü yitirmeye yaklaştığını fark etmişti. Kontrolsüz davranmayı göze alamazlardı. Hope boğuk bir sesle, Kondomun var mı? diye sordu. Hayır demeyecekti herhalde... Mutlaka olmalıydı... Gideon'un, Evet, dediğini duyunca rahat bir nefes aldı. Harika. Gideon'un muhteşem elleri vardı. Erkeksi, biçimli ve güçlü ellerdi bunlar. Parmakları uzun ve her şeyi gibi çok güzeldi. Okyanus kıyısında geçirdiği uzun saatler sayesinde harika bir bronz teni vardı. Hope güneşe fazla çıkmazdı. Beyaz tenli olduğu için hemen güneş yanığı olurdu, hem güneşlenmek boş zaman geçirmek demekti. Hope en son ne zaman tatile çıktığını bile hatırlamıyordu ki. Gideon'un bronz eli, kendi solgun teninin üzerinde çok güzel görünüyordu, Hope büyülenmiş gibi onun tenini okşayışını izliyor, bu görüntü onu daha da tahrik ediyordu. Gideon onu sanki porselenmiş gibi çok nazikçe okşuyor, kıvrımlarını ezberlemeye çalışır gibi vücudu üzerinde geziniyordu. Hope hazdan sarhoş olmuş gibiydi, büyülü bir dünyada sürükleniyordu. Gideon becerikli hareketlerle Hope'un külotunu çıkarıp kenara fırlattı. Artık Hope'un üzerinde korunma tılsımından başka bir şey yoktu. Titreyen parmaklarıyla Gideon'un iç çamaşırını belinden tutup aşağı indirdi Hope. Sonra Gideon'un üstünü örtmesine fırsat vermeden ona dokundu. İkisi de utangaç değildi, en azından yatakta ve sevişirlerken utangaç değillerdi. Yeniden öpüştüler. Bu kez Gideon yavaşça Hope'un bacaklarını aralamıştı. Hope, danslarının durdurulamaz sona yaklaştığını hissederek titredi. Yaşadıkları şey ancak bir şekilde sonuçlanabilirdi; Gideon içinde yerini alacak ve ikisi de ihtiyaç duydukları doruğa çıkacaklardı. Hope ellerini Gideon'un çıplak kalçalarına koyup kalçalarını ona doğru hareket ettirmeye başlamıştı bile. Gideon dudaklarını onunkilerden ayırıp, yatağın başucundaki komodine uzatıp çekmecesinden bir kondom çıkardı. Bu zorunlu ama sinir bozucu ara, insanın varacağı yere çok az kalmışken hız kesmesi gibi bir şeydi. Neyse ki fazla uzun sürmedi, Gideon yine Hope'a dönüp onunla ilgilenmeye başladı. Bir parmağını onun içine yerleştirmiş, başparmağıyla da ustaca daireler çiziyordu. Hope hazla kıvrandı, hayatında hiçbir şeyi Gideon'un içinde olmasını istediği kadar istememişti. Hemen istiyordu onu. Nihayet istediği oldu, Gideon içine girmiş, Hope onun hacmine alışana kadar yavaşça ilerlemişti. Hope hayatında böyle bir haz yaşamamıştı, zevkten ağlayabilirdi. Gideon sevişirken de başka her şeyde olduğu gibi davranıyordu; hem kendini tamamen veriyordu hem de olağanüstü becerikliydi. Hope gözlerini kapatarak kendisini ona teslim etti.

Gideon onun derinliklerini doldurdu, tam sınıra taşıdı ve orada bıraktı. Hope'un içinde zevk zerrecikleri uçuşuyordu, her hücresi beklentiyle dolmuştu. Tam doruğa ulaşacakken Gideon geri çekilip yavaşlıyor, ardından yine hızlanıyordu. Hope gözlerini araladı, Bana eziyet ediyorsun, diye fısıldadı. Biraz. Perdeler çok kalın olduğu için gün ışığı içeri sızmıyordu, oda karanlıktı neyse ki. Oda bu kadar karanlık olmasa Hope, Gideon'un gözbebeklerindeki ışıltıyı fark etmeyebilirdi. Yine parlıyorsun, dedi. Çok tuhaf bir ifadeydi bu ama Hope'u rahatsız etmemişti. Öyle mi? Çok güzel bir şey bu. Hope bacaklarını kaldırarak Gideon'un kalçalarına sarıldı, Gideon tamamen onun içine girene kadar kendisini ona doğru yaklaştırdı. Gideon bu kez geri çekilmedi, daha derine, daha güçlü ve daha hızlı bir şekilde yerleşti, temposu hızlandı. Hope nihayet bir çığlıkla doruğa ulaştı. Sonrasındaki gevşeme, Hope'un daha önce hiç yaşamadığı bir şekilde daha da uzadı, Hope tekrar bir çığlık atarak Gideon'un omuzlarına sarıldı. O anda Gideon da doruğa ulaşmış, sarsılmıştı. Bir süre sonra ikisi de yavaşladılar, Gideon, Hope'un üzerine yığıldı, onun içinden çıkmadan ona sarılmaya devam etti. Nihayet başını kaldırdığında Hope ona şaşkınlıkla baktı. İnsanlar iyi bir sevişme sonrası parlarlar ama sen buna yepyeni bir tanım kazandırıyorsun Gideon. Gideon gerçekten de biraz parlıyordu. Gözlerinde o doğaüstü yeşil ışık vardı, vücudu incecik bir ışıkla sarmalanmıştı. Bu normal midir? diye çekinerek sordu Hope. Gideon geri çekildi, ondan uzaklaştı. Bir ya da iki kez olmuştu, pek normal sayılmaz. Hope elini uzatarak, bunu şikayet için söylemediğini anlatmak istedi ama Gideon hızlı davranıp, o dokunamadan yataktan kalktı, banyoya gitti. Yürek, vücut ve ruh... Gideon bu özel parlamanın gerçekleşmesi için üçünün bir arada olması gerektiğini ne zamandan beri bildiğini hatırlamıyordu. Banyoda yüzünü yeniden yıkamak ve dişini yeniden fırçalamak için bir iki dakika daha kaldı. Normalde bu işleri daha önce yapması gerekirdi ama o sabah hiçbir şey her zamanki akışında değildi zaten. Hope Malory'yi doğru dürüst tanımıyordu. Muhteşem, ateşli bir kadın olabilirdi, Gideon'un yeteneklerini görmüş ve ondan canavarmış gibi kaçmamış olabilirdi ama yine de... Bunun ötesinde bir şey olamazdı aralarında. Hope sadece ilginç bir kafa dağıtma vesilesi olmuştu, hepsi buydu. Onunla yatmaları, en başından istemediği ortaklıklarının sonu olacaktı. Hope transferini talep edecekti, Gideon'un da başından beri istediği buydu. O halde bu parlama da neyin nesiydi? Bunun tek açıklaması, davranışlarındaki geçici bir sapma olabilirdi. Bir dahaki sefere -bir dahaki sefer olursa elbette-, böyle bir şey olmayacak ve Hope ilk seferinde bir göz yanılsaması yaşadığını düşünecekti. Hope'un orgazmı da çok şiddetliydi, bu da pek rastlanır bir özellik değildi. Hope da kendisi gibi yalnızdı. Bunu en başından beri biliyordu Gideon aslında, tıpkı az önce yaşadıklarını ancak yüreği, vücudu ve ruhunun bir araya gelmesi durumunda yaşayabileceğini bildiği gibi. Çok da büyütülecek bir şey değildi. Gideon daha önce bir kez aşık olduğunu düşünmüştü. Aşık olduğunu düşündüğü kadın Gideon'un yeteneklerinin çok az bir kısmına tanık olunca her

şey sona ermişti. Bu kısa süreli ilişki Gideon'un asla normal bir ilişki yaşamayacağına inanmasına sebep olmuştu. O ilişkiyi atlatmayı başarmıştı, Hope'u da atlatacaktı. Sakalını kesmiş olduğu için gözüne çok çıplak görünen çenesini aynada incelerken, Kafamı Emma karıştırdı, diye mırıldandı. Bir de Dante'yle şu turkuvaz tılsımı. Birdenbire Emma'nın yansımasını aynada görür gibi olunca hiç düşünmeden bir havluya uzanıp sarındı, ondan sonra Emma'ya döndü. Emma o gün beş yaşında gibi görünüyordu, bembeyaz kıyafetleriyle küvetin üzerindeydi. Siyah saçları kıvrılmış, yanlardan iki at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Selam baba. Beni mi çağırdın? Hayır, çağırmadım. Emma küçük bir kız çocuğunun masum inadıyla, ismimi seslendiğini duydum ama, diye itiraz etti. Gideon'un aklından korkutucu bir düşünce geçti. Burada miydin sen hep? Emma, Hayır, dedi. Gözleri kocaman açılmıştı, durdukça netle-şiyordu. Bekliyordum, sonra beni çağırdığını duydum. Neyi bekliyordun? Emma gülümsedi. Dikkatli ol baba, derken yavaş yavaş gözden kaybolmaya başlamıştı. O kadın kötü biri baba. Çok, çok kötü hem de. Kim çok... Gideon sorusunu tamamlayamadan Emma kaybolmuştu. Mutlaka onu Tabby konusunda uyarıyor olmalıydı. Keşke Tabby'yle buluşmadan önce de onu uyarmış olsaydı. Gerçi bu uyarı yine de nehir kıyısına gitmekten alıkoyamazdı onu. Yatak odasına döndüğünde Hope ortalıkta yoktu. Gideon onun koridordaki misafir banyosunda olduğunu duydu. Bir iki dakika sonra banyonun kapısı açıldı ve Hope ona seslendi. Raintree, yedek diş fırçan olma ihtimalin nedir? Soldaki ikinci çekmece. Gideon dolaptan kıyafet seçerken kendi kendini payladı. En azından Hope duygusal davranmıyordu. Sabah yaşadıklarını olduğu gibi almış, eğlence gözüyle bakmıştı. Giderek eğlencenin azaldığı bir dünyada bu hiç de az sayılmazdı. İki yetişkinin, ihmal ettikleri bedenlerini rahatlatmasıydı. Uzayıp giden günler silsilesinde diğerlerinden farkı olmayan bir gündü işte. Evet; Hope ateşliydi, muhteşemdi, yürekliydi ama Gideon ona aşık olamazdı, böyle bir ilişki sürmezdi. Bana daha fazla gidecek bir şey yok mu evinde gerçekten? Bunu giymektense seninkilerden birini giymeyi tercih ederim. Benim kıyafetlerim sana çok büyük olur, dedi Gideon sakin bir sesle. Echo'nunkiler tam üstüne uydu. Hope, göbeğini açıkta bırakan tişörtü aşağı doğru çekiştirirken, Bu tartışılır bence, diye homurdandı. Echo Raintree'den on santim kadar uzundu, dolayısıyla üzerine Echo'nun bir kıyafetinin ona uyması mucize sayılırdı. İkisi de duş almış ve üstlerini değiştirmişlerdi ama Hope buruş buruş olmuş pantolon ve bluzuyla, Echo'nun kuzenini ziyaret ettiği zamanlarda evinde bıraktığı kıyafetleri arasında seçim yapmak zorunda kalmıştı.

Raintree'nin ütüsü yoktu ya da öyle söylemişti. Her evde bir ütü olurdu! Hope düşük belli pantolonu belinden tutup biraz yukarı çekmeye uğraşırken Gideon kurutma makinesinin ütü yerine geçtiğini söylemişti. Echo'dan kalan kıyafetler de fazla seçenek sunmamıştı. Bir iki bikini, göbek deliğindeki halkayı sergilemek için ortası kesilip çıkarılmış bir iki tişört, kesilip şorta dönüştürülmüş kısacık birkaç şort ve normalde Hope'un çöpe atacağı kadar yıpranmış daracık bir kot pantolon vardı. Kot pantolon ne kadar eprimiş olursa olsun, kalçasının hemen altında bitecek gibi duran şortlardan iyi duruyordu yine de. İşyerine bir gün önceki kıyafetlerle gitmek de, kıyafetlerinin buruşuk olması da Hope'un cevaplamak istemeyeceği soruların kafalarda uyanmasına sebep olacaktı. Dahası, Hope bluzunda ve pantolonunda kan lekeleri olduğunu fark etmişti sabah. Bu yüzden istemeye istemeye Echo'nun giysileri arasında seçim yapmak zorunda kalmıştı. Neyse ki Gideon da spor giyinmişti de kıyafeti biraz dengelenmişti. Gideon'un kot pantolonu ve tişörtü tam üstüne göreydi, göbek deliği de görünmüyordu elbette. Gideon kahve koymak için ona arkasını dönerken, Bir ara evine uğrarız, üstünü değiştirirsin, dedi. Her şeyden önce bana uğrarız, dedi Hope hemen. Gideon düşünceli bir şekilde, Bunu yapamayabiliriz, dedi. Echo'nun grubu sahnedeyken çevrede Tabby'yi görmüş olan birileri çıkabilir; kafedeyken ya da apartman çevresinde dolaşırken de birileri görmüş olabilir. Nihayetinde görünmez değil bu kız. Ayrıca insanlar sürekli saklanmaktan sıkılırlar, yani sonuca yaklaşmış olabiliriz. Bugün biraz daha rahat bir şekilde gidelim, bir iki soru daha soralım. Gideon'u dinleyen biri o sabah her zamankinden farklı bir şey yaşadığına ihtimal vermezdi bile. Mesafeli değildi ama sıcak da değildi. Tamamen işine odaklanmış durumdaydı, yataktan kalktıktan sonra Hope'a dokunmamıştı bile. Yeni tanıştığı biriyle muhteşem bir seks deneyimi yaşamak Gideon için sıradan bir olaydı belki de. Hope için sıradan olmadığı kesindi ama bunu Gideon'a hissettirmeye hiç niyeti yoktu. Hele hele o yaşadıklarının sıradan ve normal olduğunu düşünüyorken. O gün dedektiflerden birine, muhtemelen Charlie NeWsom'a, Tabby'nin eşkaline uygun sabıkalıların fotoğraflarını tarama işini vereceklerdi. O sırada Gideon'la Hope, Sherry Bishop'un dostları, iş arkadaşları ve komşularıyla yeniden görüşeceklerdi. Sherry'nin ölümünden sonra Tabby'yi görmüş olan birileri çıkabilirdi aralarından. Hatta soyadını bilen biri bile olabilirdi. Eğer şansları bu kadar yaver gitmezse ellerinde Tabby isminden başka bir şey yoktu. Gideon öğleden sonra bir eskiz ressamıyla buluşacaktı. Hope, Gideon'un katili tarif edebilmesini nasıl açıklayacağını bilmiyordu ama bir yolunu bulacaktı demek ki. Kendisinde de, Tabby'nin fırlattığı tozu Gideon'un yüzünden silerken kullandığı bez vardı. Bundan bir şey çıkacağını sanmıyordu ama yine de laboratuvara götürecekti. Ne yazık ki laboratuvar sonuçlarını almaları haftalar sürerdi. Bugün kız kardeşim gelecek, dedi Gideon'a. Annemin dükkanı için takı tasarlar. Elindeki yeni parçaları getiriyor. Gideon kafasını kaldırıp ona baktı. Kardeşin mi var? Sabah aralarında geçenlere rağmen birbirlerini ne kadar az tanıdıklarını gösteriyordu bu soru. Evet. Eğer onunla vakit geçirmek istersen benim açımdan sorun yok, gidebilirsin.

Onun açısından elbette sorun yoktu, hatta ondan kurtulduğuna sevinirdi herhalde. Hayır, sık sık görüşüyoruz zaten. Hem, annemle Sunny bir araya geldiğinde ben dışlanırım. O da sana mı benziyor? Gideon yarı dalga geçip yarı merakla sormuştu sanki bunu. Hayır, o benden iki yaş büyüktür. Üç küçük oğlu var ve en az annem kadar tuhaftır. Sen hep 'normal' olan miydin? Hope bir an durup bunu yeniden düşündü. Sadece normal olduğundan değil, şüpheciliğinde de her zaman haklı olduğundan emindi. Ta ki Gideon tüm bunları yerle bir edene kadar. Normallik göreceli bir kavramdır. Gideon konuşmayı sürdürmedi. Hadi gidelim, gecikiyoruz. Hope çantasını kapıp Gideon'un peşinden garaja yürüdü. Gideon'un bunu neden yaptığını anlayamıyordu. Sabah yaşananların üzerinde durmazsa unutulacağını düşünüyordu herhalde. Yine profesyonel Gideon Raintree olmuştu, aklı sadece işindeydi. Hope, kendisi de onun gibi davranırsa işlerin yoluna gireceğini ve birlikte çalışmaya devam edebileceklerini düşündü. Hatta arkadaş bile olabilirlerdi. Bir kez daha düşününce, arkadaş olma fikrinin pek gerçekçi olmadığı sonucuna vardı. Yaşadıkları şey ilişkilerini görmemezlikten gelemeyecekleri kadar değiştirmişti. Gideon'a onun sadece ortağı ve arkadaşı olamayacağını söylemeli miydi? Hope, ya her şey ya hiçbir şey diyen kadınlardandı. Son birkaç yıldır hayatı hiçlikle geçiyordu. Belki de riske girmemek en iyisiydi. Gideon'un gitmesine izin verip, aralarında hiçbir şey geçmemiş gibi yaparak durumu idare edebilirdi. Neyse ki bu kararı o sabah vermek zorunda değildi. Tabby hala serbestçe dolaşıyordu ve Hope onun eylemlerine devam edeceğini hissediyordu. ONUNCU BÖLÜM TaBBY eğer o bölgede yaşıyorsa daha önce hiç tutuklanmamış demekti. En azından Tabby ya da Tabitha ismiyle tutuklanmadığı kesindi. Bu bir takma isim de olabilirdi. Asıl ismi Catherine'ken Cat'e dönüşmüş, sonra birileri ona Tabby demeye başlamış ve ismi öyle kalmış olabilirdi. Eğer gerçek ismiyle en ufak bir ilgisi olmayan bir mahlassa tamamen şanslarını kaybediyorlardı. Sonuçta, Tabby'nin ismi ve eşkaliyle ilgili araştırmalardan bir şey çıkmamıştı. Gideon'un, Charlie'nin bulduğu verileri dikkatlice gözden geçirmesi on beş dakikasını bile almamıştı. Birkaç dedektif, Tabby'nin kalmış olabileceği çevredeki otelleri araştırıyordu. Charlie ve bir başka dedektifse federal veri tabanını araştırıyorlardı, işleri epey uzun sürecek gibi görünüyordu. Tabby ise uyuşturucu numunesini laboratuvara gönderip, nereden bulduklarını daha sonra açıklayabileceğini söylemişti. Gideon'un gece yaşananları resmi bir şekilde açıklaması mümkün değildi. Bacağında yaradan iz kalmamıştı, ayrıca Lily Clark'ın hayaletiyle konuştuğunu ispatlamadan o saatte nehir kıyısında Tabby'le nasıl buluşabildiğini de açıklayamazdı. Ne şefinin ne de diğer çalışma arkadaşlarının olanları Hope kadar anlayışla karşılayacağını ummadığı gibi, yeteneklerini dünyaya açıklamak gibi bir niyeti de yoktu. Yeteneklerini açıklaması sadece akılsızca bir davranış değil, aynı zamanda kesinlikle yasaktı. Echo'nun kıyafetlerini giymiş olan ortağı şahane görünüyordu. Hope bu kıyafetlerle aynı anda hem zarif hem de salaş görünmeyi başarıyordu. Yırtık pırtık kotun altındaki topuklu ayakkabıları ona müthiş bir hava katıyordu. Sherry Bishop'un arkadaşlarıyla görüşmek için yeniden kafeye gittiklerinde erkekler ilk seferinde yapmadıkları gibi çevrelerinde pervane olmuşlardı. Ne yazık ki hiçbirinden işe yarar bir şey öğrenememişlerdi.

Bu sırada Hope ikisi için kahve almaya gitmişti. Gideon birlikte çalıştıkları ofiste yalnız kalınca aklındaki düşünceleri toparlamaya çalıştı. Şimdi sırada ne vardı? Tabby, Sherry Bishop'u öldürmüştü. Neden? Tesadüf müydü? Bishop'un kör talihi miydi? Hayır. Tüm kurbanların yalnız olması tesadüf olamazdı. O kurbanıyla ilgilenirken kimse kapıyı çalıp rahatsız etmeyecekti böylece. Tabby, Lily Clark'ı sırf ona mesaj gönderebilmek için işkenceyle öldürmüştü. Buluştuklarında neredeyse Gideon'u da kurbanları arasına katıyordu. Marcia Cordell cinayetine bakan şerifi arayarak ertesi gün için bir randevu aldı. Tabby ortalıkta dolaşırken Wİlmington'dan birkaç saat ayrılmak bile canını sıkıyordu ama Marcia Cordell'in hayaleti hala ortalarda mı diye bakmak istiyordu. Böylece hem hayaletin yeryüzünden ayrılmasına yardım edebilir, hem de Tabby hakkında yeni şeyler öğrenebilirdi. Hope'u Wilmington'da bırakmanın bir yolunu bulmalıydı. Hope eğer neyin peşinde olduğunu öğrenirse bundan hiç hoşlanmayacaktı. Gece anlattıklarına itiraz etmemişti ama ya Gideon yeteneklerini gerçekten kullanmaya başladığında ne olacaktı? Korkar mıydı acaba? Herhalde korkardı. Gideon onu savunmasız bırakmak istemiyordu ama yeni ortağıyla fazla yakınlaşmasa iyi olacaktı. Aslında Hope'un onun yapacaklarını kabul etmesi fikri daha çok rahatsız ediyordu onu. Birlikte çalışırlarken bir ilişkiye giremezlerdi, bu sadece sorunlara sebep olurdu. Doğrusu, Hope'la profesyonel ilişkileri olmasa onunla arada bir görüşmek çok hoşuna giderdi ama onun da kibar ve uysal bir şekilde başka bir birime transfer edilmeyi isteyeceğini hiç sanmıyordu. Anladığı kadarıyla Hope'un kibar ve uysal olmak gibi bir derdi yoktu zaten. Hope elinde iki kağıt bardakla odaya girdi, sıcak kahvenin dumanı tütüyordu. Gideon onu görünce, sanki saatlerdir görmüyor-muş gibi rahatladı. Mesele de buydu işte. Hope'la herhangi bir şekilde ilişkiye girmesi hayatını allak bullak edecekti. İşin kötü tarafı, ilişkiye girmişler ve hayatları karışmıştı; dahası, Gideon bunu son-landırmaya henüz hazır değildi. Birisi onlara ateş açmıştı. Gideon, Hope'un sırf onun yakınında olduğu için tehlikede olduğunu anlamıştı. Artık bağlantılarını yok saymak için çok geçti. O saatten sonra Hope'dan ayrılmaya çalışmasının bir anlamı yoktu. Hope kahveleri Gideon'un masasına bıraktı. Polis memurlarından biri bana pas vermeye kalktı desem? Yemin ederim bu kıyafetler bana parti kızı imajı veriyor, hormonları ayaklandırıyor. Sanki Polisler Çıldırmış Olmalı filminde oynuyor gibiyim. Bir an önce kuzeninin şu kıyafetlerinden kurtulup kendi kıyafetlerime kavuşmaya can atıyorum. Gideon birden öfkelendi. Sana dokunmaya kalktı mı? Efendim? Hope ona tuhaf bir ifadeyle baktı, Gideon'un ne dediğini anlamamış gibiydi. Sana sataşan polis memurundan söz ediyorum. Sana dokundu mu? Hope içini çekti. Hayır. Sadece göbek deliğime baktı ve iş çıkışı ne yaptığımı sordu. İsmini aldın mı? Hope'un gözleri kocaman açıldı, başını iki yana salladı. Ah, hayır Raintree. Oralara gelmeyeceksin değil mi? Nereye gelmeyeceğim? Neden söz ettiğimi bal gibi anlıyorsun. Aydınlat beni. Hope, onunkine göre daha düzenli görünen masasında geriye yaslandı. Henüz masasını dağıtacak kadar vakti olmamıştı gerçi. Peki. Eğer biz... Her neyse, seninle biz olduk mu olmadık mı emin değilim ama eğer olduysak, sınırlamalara yer yok.

Sınırlamalar, diye tekrarladı Gideon. Ben senin ortağın olmak istiyorum ve sanırım olabilirim de. Yapabildiklerini anlıyor ve kabul ediyorum, benim de sana katkım olabilir. Ben senin için iyi bir ortak olabilirim Raintree ama bazı şeylerin birbirinden ayrılması gerekiyor. Taş devrinde yaşıyormuşuz gibi, bana laf atan kaba adamların peşine düşüp hakimiyet ilan etmeye kalkmak; masa üstünde seks ya da su sebilinin yanında kaçamak öpücükler kabul edilemez. Yatakta -ki eğer yine yatağına girecek olursam, işler değişir ama bu ofiste ben senin sadece ortağınım. Bunu yapabilir miyiz? diye sordu Hope. Kendisi de pek emin değilmiş gibi konuşmuştu. Gideon dürüst bir ifadeyle, Bilemiyorum, dedi. Başka biriyle çalışsaydın durum daha kolay olurdu. Hope rahatsızca kımıldandı, Gideon onun da bu meseleyi ölçüp tarttığından emindi. Nihayet, Ben başka biriyle çalışmak istemiyorum, dedi Hope. Cinayet Şubesi'nde çalışmak istiyorum ve burada çalışırken senden çok şey öğrenebilirim. İstersen bu sabah yaşananları hata olarak kabul edip unutalım. Unutmak mı? Gerçekten mi? Gideon'un içinde aniden bir öfke kabardı. Tavandaki lambalar titreşmiş ama sönmemişti. Git ve unut o zaman, dedi. Ben yapabilir miyim bilmiyorum. Hope yutkundu. Buradaki işimiz bitti. Artık otele gidelim, ben de Challenger'ı alayım, sonra da evime... Olmaz, diye sözünü kesti Gideon. Hope kaşlarını hafifçe kaldırdı. Olmaz mı? Orada güvende olur musun emin değilim. Görüyor musun? Hope bir parmağını ona sallıyordu, işte bu tam da kaçınmaya çalıştığım maço tavır. Leon'a bu şekilde davranır miydin? Leon'la asla yatmadım. Hope'un yüzü önce kıpkırmızı, sonra bembeyaz oldu, ardından masasından kalkıp odadan çıktı. Gideon onun peşinden gidip kolundan tutmak, sürükleyerek yeniden ofise getirmek istedi ama başkaları vardı. Kabul etmesi gerekiyordu ki, onun neler yapabildiğini bilen ve bundan korkmayan bir ortağının olması bir anlığına ona çok iyi gelmişti. Böyle bir ortak cinayet soruşturmalarında ona destek olur, her zaman yanında dururdu. Gideon yine de Hope'un peşinden gitti ama aralarında belli bir mesafe bırakmaya dikkat etti. Hope ancak otoparka geldiğinde onun yanına gitti. Hope, Eğer özür dilemeyi düşünüyorsan... diye söze başlamıştı ama Gideon, Düşünmüyorum, diye kesti. Hope şaşkınlık ve öfkeyle ona baktı. Ne olanlar için ne de şimdi sana doğruyu söylediğim için özür dileyecek değilim. Sen o adamlardan biri değilsin Hope, asla Leon gibi bir ortak olmayacaksın. Gideon yolcu kapısını açıp Hope'un binmesini bekledi. Hope ister istemez arabaya bindi, hala kızgındı ama yatışmaya başlamıştı. Gideon da sürücü yerine oturdu ama motoru çalıştırmadı. Bu akşam eve gidemezsin çünkü ister kabul et ister etme, sen de döngüye katıldın. Eğer Tabby bana ulaşamazsa sana ulaşmayı deneyecektir. Yetmezmiş gibi annenle ablan da çapraz ateşte kalır öyle bir durumda. Haklısın galiba, dedi Hope gergin bir ifadeyle. Yine de evime uğrayıp üstüme başıma bir şeyler almayı istiyorum.

Elbette. Böylece otoparktan çıkıp Gümüş Kadeh'e doğru yola koyuldular. Challenger'ı otelden sonra da alabilirlerdi. Gideon, Ho-pe'u gözünün önünden ayırmayacaktı. Biraz ilerledikten sonra Gideon mırıldandı. Masanın üstünde seks yok demek ha? Çok yazık. Sunny Malory Stanton, RainboW Malory'nin ideal kızıydı. Babası gibi kumraldı ama bunun dışında tıpatıp RainboW'un bir kopyası gibiydi. Kocaman bir gülümsemesi, daha da kocaman bir yüreği vardı. Rahat sandaletler, uzun etekler, sallantılı küpelerden hoşlanıyor, sutyen kullanmıyordu. Sunny, Hope ve Gideon içeri girerken gülümsedi. Kız kardeşinin üzerindeki kıyafete bile dikkat etmemişti. Sunny tayyör giyecek olsa Hope'un hemen dikkatini çekerdi oysa. Annesiyle ablası yeni gelen mücevherleri vitrine yerleştirme telaşına düşmüşlerdi. Bir yandan, babalarıyla evde kalmış olan çocukları konuşuyorlardı. RainboW büyük kızıyla vakit geçirmeye oldubitti bayılırdı. Hope'un, birkaç günü Gideon'un sahildeki evinde geçireceğini söylemesi gerekiyordu. Hope, annesinin herhangi bir açıklama istemeyeceğini bilmesine rağmen ofisten ayrıldığından beri bunun için iyi bir açıklama bulmaya çalışıyordu. Annesi nihayet küçük kızının da serbest aşk fikrini kabul ettiğini düşünecekti, Gideon'dan da hoş-lanmıştı zaten. Açıklamaya gerek kalmadı. RainboW Malory, Hope'un kıyafetini süzdükten sonra çabucak Gideon'un spor kıyafetlerine göz attı. Sonra sanki çevrede onları duyabilecek birileri varmış gibi, Gizli görevde misiniz? diye fısıldadı. Gideon muhtemelen hayır demek için ağzını açmıştı ki Hope hemen atıldı. Evet, dedi yüksek bir sesle. Birkaç parça eşyamı almak için uğradım, sonra gitmemiz gerekiyor. Hope, sadece yanla-rındalar diye annesiyle ablasının tehlikede olabileceğini düşünmek bile istemiyordu, bu yüzden evden ne kadar çabuk ayrılırsa o kadar iyi olacaktı. Eşyalarını da bir an önce toparlamak niyetindeydi. Elbette düşündüğünden daha uzun sürmüştü işi. Bir iki parça kıyafet, iç çamaşırı, diş fırçası, diş macunu, kozmetik malzemeleri... Gideon'un evinde rahat edebilmek için ihtiyaç duyacağı her şeyi almaya çalıştı. Eşyalarını topladıktan sonra aşağı inerken annesi, ablası ve Gideon'un kafa kafaya vermiş, gülüştüklerini gördü. Ellerinde Hope'un bir bebeklik fotoğrafı vardı. Sunny belli ki kız kardeşi hakkında komik bir şeyler anlatıyordu. Hope neredeyse terslenerek, Artık gidebiliriz, deyince üçü dönüp ona baktılar. Hallerinde öyle bir ifade vardı ki, Hope sanki üçü onun bilmediği bir şeyi biliyorlarmış hissine kapıldı. Bunu hayatı boyunca hep hissetmişti. Sanki çok önemli bir şeyleri kaçırıyor gibiydi hep. Gideon kalkıp ona doğru yürürken, Tamam, gidelim, dedi. Gözlerinde gizleyemediği bir ihtiras vardı. Hope yirmi dokuz yaşındaydı, daha önce de hayatına giren erkekler olmuştu. Romantik, cinsel ya da duygusal ilişkiler yaşamıştı ama hiçbiri ona böyle bakmamıştı, hiçbirinin bir bakışıyla dizlerinin bağı çözülmemişti. Hiçbiri Gideon Raintree değildi. Gizli göreviniz bitecek gibi olursa Cumartesi akşamı yemeğe gelsenize, diye seslendi Sunny. Şeftalili turta yapacağım, kaçırmayın. Böylece vedalaşıp dükkandan ayrıldılar. Bu sırada üç turist kadın vitrindeki takıların albenisine kapılmış, içeri giriyorlardı.

Hope çantasını Gideon'un Mustang'ine fırlattı. Aklına bir gece önce aynı arabayla Gideon'u evine götürdüğü gelmişti. O sırada Gideon öyle berbat bir durumdaydı ki, Hope onun günlerce yataktan çıkamayacağını düşünmüştü. Kesinlikle hastaneye yatması gerekecekti. Oysa Gideon, sanki hiçbir şey olmamış gibi yanında oturuyordu. Yola çıkmadan önce, Burada güvendeler mi? diye sordu Gi-deon'a bir kez daha. Tabby'nin neler yapabileceğini görmüştü, kendisi için değilse de ailesi için endişeleniyordu. Eğer güvende olduklarını düşünmesem burada kalamazlardı, diye cevap verdi Gideon. Yine de sürekli koruma altındalar. Bildiklerini şefe anlatmadan koruma işini nasıl ayarlayabildin? Gideon onun içini rahatlatacak tek şeyin bu olduğunu nasıl da bilmişti. RainboW ve Sunny çatlak olabilirlerdi ama onun sevgili çatlaklarıydı onlar. Şefe bir şey anlatmadım. Gideon caddenin karşısındaki binayı gösterdi. En azından Tabby yakalanana kadar ailene göz kulak olmaları için bir güvenlik ekibi tuttum. Kesin bir ifadeyle, Aslında gerekeceğini hiç sanmıyorum, diye ekledi sonra. Tabby'nin istediği benim, bana ulaşamazsa seni deneyebilir ama ailenin onun menziline girdiğini hiç sanmam. Hope yirmi dört saat sürekli korumanın hiç ucuza çıkmayacağını tahmin edebiliyordu. Yeni ortağıyla ona hiç danışmadan böyle pahalı bir tedbir aldığı için tartışabilir ya da güvenlik ekibinin ücretini ödemek için ısrar edebilirdi sadece içtenlikle, Teşekkür ederim, dedi. Perşembe, 20.37 Gideon, Hope'un tek parça siyah bir mayo giymesine şaşırma-mıştı. Bu mayoyla da harika görünüyordu ama Gideon onu Ec-ho'nun minicik bikinilerinden biriyle görmeyi isterdi doğrusu. Şöyle ufak, kıpkırmızı bir bikini şahane olurdu. Ciddi ve kapalı kıyafetlerinin altında Hope Malory'in muhteşem bir vücudu vardı. Uzun bir süre cinayet dosyaları üzerinde çalışmışlar, arada da sandviç atıştırıp soda içmişlerdi. Ancak bir gece öncesinin yorgunluğu da eklenince artık kelimeleri seçemez olmuş, hata yapmaya başlamışlardı. Gideon'un bitkinlik için tek ilacı her zaman su olmuştu. Dalgalar şiddetlenmiş, gece inmeye başlamıştı bu yüzden kıyıdan fazla açılmadılar. Tuzlu su ikisine de iyi gelmişti. Yüzerken birbirlerine yakınlaşmamış, şakalaşmamışlardı. Nasıl olabilirdi ki? Gideon daha ne olduklarını tam olarak çözebilmiş değildi. Ortaklardı ama muhtemelen bu fazla sürmeyecekti. Arkadaşlar mıydı? Hayır, Hope Malory onun arkadaşı değildi. Sevgililer miydi? Belki. Bunu söylemek için de çok erkendi. Bir kez birlikte olunca sevgili olmazdı insanlar hemen. Karanlık iyice bastırırken okyanus kenarından ayrılıp eve doğru yürümeye başladılar. Aralarında sadece biraz kum, biraz da hava vardı. Selam Gideon! Sarışın komşusu Honey yarı beline kadar balkondan sarkmış, ona el sallıyordu. Gideon onun bir kez olsun denize girdiğini görmemişti. Bir keresinde onu da yüzmeye çağırmıştı ama Honey saçlarını berbat edemeyeceğini söylemişti. Hope ise, geriye doğru yatmış ıslak saçları ve burnundan damlayan sularla Gideon'un tanıdığı pek çok kadından daha güzel görünüyordu. Gideon sesinin çok coşkulu çıkmamasına dikkat ederek, Selam, diye karşılık verdi sarışın komşusuna. Cumartesi akşamki partiyi unutma. Honey hızlıca Hope'u süzüverdi. Buralarda mı olacaksın? Gideon başını iki yana salladı. Üzgünüm, hayır.

Peki yarın akşam yemeğe ne dersin? Şehre inmem gerek, ne zaman döneceğimi bilemiyorum. Hope ona dönüp hafifçe kaşlarını kaldırdı. Gideon'un Honey'i atlatmaya mı çalıştığını merak ediyor olmalıydı. Eğer fırsatın olursa Cumartesi akşamı partiye uğra. Elbette. Gideon'un sesinde en ufak bir heves kırıntısı yoktu. Hope'la birlikte, doğrudan Gideon'un yatak odasına çıkan merdivenlerin altında durup ayaklarındaki kumları temizlediler. Yarın nereye gidiyorsun? diye sordu Hope. Hale County'ye. Cordell cinayetiyle ilgili olarak. Hope'un ayağı yanlışlıkla Gideon'un ayağına sürtünmüştü, hemen geri çekti. Sence bir şey çıkar mı oradan? Bilmiyorum. Hayalet hala oralardaysa faydası dokunabilir. Bunca zamandan sonra mı? Hope, Gideon'un neler yapabildiğini aslında çok az bildiğini fark ediyordu. Bazı hayaletlerin yüzlerce yıl kaldığı olur. Eğer yaşarken ya da ölürken çok acı çektilerse bir yere gitmezler. Onlara kıyasla dört ay hiçbir şey değil. Katilleri mi yakalamaya uğraşıyorsun yoksa hayaletleri ait oldukları yere göndermeye mi? ikisi birden. Birlikte merdivenlerden çıkmaya başladılar, Hope önden çıkıyordu, Gideon'sa birkaç basamak geriden geliyordu. Sonra ne olacaktı? Gideon onu arzuluyordu ama bunun yanlış olduğunu biliyordu, yapmamalıydı. Nihayet, son hareket Hope'dan geldi. Merdivenin başında durup Gideon'u beklemişti. Gideon da merdivenleri çıkınca Hope elini onun koluna koyup ayakucunda yükseldi ve onu öptü. Ateşli değil; mütereddit, çekingen bir öpücüktü bu. Sen iyi bir adamsın Gideon. Başlangıçta senin yoz bir polis olmandan şüphelendiğim için kusura bakma. Gideon, Önemli değil, diye mırıldandı. Hayır, önemli. Kendini öyle gizliyorsun ki, başkalarının senin ne yaptığını anlaması mümkün değil. Yine de işine devam ediyorsun ve bunun için ne övgü ne de ödül bekliyorsun. Gideon, Senin bu kadar kolay kabul etmene biraz şaşırdım doğrusu, dedikten sonra eğilip Hope'u öptü. Hope, Evet, öyle... diye fısıldayarak onun öpüşüne cevap verdi. Okyanus, Hope'un endişelerini en azından bir süreliğine alıp götürmüştü. Mayolarından kurtulduktan sonra birlikte banyoya girmişlerdi. Hope tuzlu ve kumluydu, Gideon'un da tadı farklı değildi. Bir süreliğine işten uzak kalabilirlerdi, Hope'un o anda tek düşündüğü şey yatağa gidip bir süre oradan çıkmamaktı. Hiç alışık olmadığı ölçüde pervasız davranıyordu. Hope Malory, özellikle erkekler konusunda çok temkinli davranırdı. İş hayatında erkek kadar sert olabilmesine rağmen yatak odasında hiç atılgan sayılmazdı. Bilakis, hayatta gerçekten utandığı tek yer herhalde yatak odasıydı, kendini tutması gerektiğini düşündüğü anlar olurdu. Gideon'un yanındaysa kendisini çok rahat hissediyor, onu banyoya sürükleyip birlikte duştan akan ılık suyun altına girebiliyordu. Burada yaşamaktan sıkılmıyor musun hiç? diye sordu.

Gideon elini onun çıplak göğsünde dolaştırdı, öylesine dokunuyormuş gibi yapmıştı bunu. Eli öylesine sıcaktı ki, Hope daha fazlasını istiyordu. Gideon'a hiç doyamazmış gibi geliyordu. Sadece çok kalabalık olduğunda, diye cevap verdi Gideon. Öyle olduğunda misafirlerin yatağına biraz kum serpiyorum, bir süre sonra kendiliklerinden gidiyorlar. Hope ona iyice sokuldu. Eğer ben de misafirliğimi uzatacak olursam yatağıma kum mu serpeceksin? Gideon yumuşacık bir sesle, Sanmıyorum, dedi. Hope'un ona sormak istediği sorular vardı. Biz kimiz Raintree? Bir çift miyiz? İş dışında sevişen iş arkadaşları mıyız? Arkadaş mıyız? Ancak Gideon'un da cevap veremeyeceğini bildiği sorular sormak istemiyordu. Gideon akan suyun altında onu öpüp ellerini vücudunda dolaştırmaya başlamıştı. Hope da aynısını yapıyordu, onu hemen istiyordu. Yakınlarında kondom yoktu ama Hope onun kısa süre de olsa yanından ayrılmasını istemiyordu. Akan sıcak suyun altında, onunla bu kadar yakınlaşmışken her şey o kadar güzeldi ki... Gideon'un elleri ve dudakları bir an boş durmuyor, Hope da ona aynı tutkuyla karşılık veriyordu. Ne olduklarının, birbirlerini nasıl tanımladıklarının bir önemi yoktu o anda. Belki günün birinde bir tanım getirmeleri gerekecekti ama o anda bu kadarı yeterliydi. Gideon bacaklarını aralayıp, en mahrem yerlerine dokunurken Hope gözlerini kapadı. Vücudunda bir elektrik akımının dolaştığına, onu tahrik edip zevkin doruklarına çıkardığına yemin edebilirdi. Vücuduna bir yıldırım düşmüş bile olabilirdi ama bunu söyleyebilecek durumda bile değildi. Hücrelerine kadar kıvranmaya başlamıştı, Gideon'u çok istiyordu. Gideon onu duştan çıkarmak yerine elini karnına koydu, Kandırmaca yapacağım, dedi. Hope soluk soluğa, Tamam, diye fısıldadı. Gözlerini kapadı, tüm benliğiyle o tek temasa odaklandı. Hemen arkasından, beklemediği yoğunlukta müthiş bir orgazmla sarsılarak çığlık attı. Eğer Gideon onu tutuyor olmasaydı yere yığılmış kalmıştı. Hope ıslak vücuduyla ona yaslandı. Nefes alış verişi düzene girmeye başlamıştı ki Gideon, Gözlerini açsana, diye fısıldadı. Hope yavaşça gözlerini açtı. Çevrelerinde tuhaf bir pırıltı vardı ama Gideon'dan gelmiyordu, kendisinden geliyordu. Aurası teninde pırıl pırıl dolaşıyordu. Gideon'un sadece gözlerinde yeşil bir pırıltı vardı; ortalığı aydınlatan kendisiydi. Gideon gülümsedi. Su harika bir iletkendir. Gideon kondomu olmasa da duştayken Hope'un içine girmemek için kendini zor tutmuştu. Emma'nın ziyaretleri sıklaşıp küçük hayalet kız yakında görüşeceklerini söyledikçe korunma konusunda daha dikkatli olmaya başlıyordu. Ayrıca işleri henüz bitmemişti. Birbirlerini kalın bir havluyla kuruladıktan sonra birlikte yatak odasına geçtiler. Hope'un teni hala ışıldıyordu ama ilk andaki parlaklığı geçmeye başlıyordu. Hope, Gideon gibi elektrik enerjisini bedeninde tutamıyordu. Gideon onu yatağa fırlattı. Hope gülerken Gideon da hemen onun yanına geldi. Hope, Gideon'un altında çıplak ve nemli bir şekilde yatıyordu. Gideon'un yanağını hafifçe okşarken, Kızlar böyle parladıklarında ne söylüyorlar sana? diye sordu. Gideon da onun boynunu okşuyordu. Bilmiyorum, daha önce hiç olmamıştı. Hope'un gülümsemesi silindi.

Benim normalde her şeyi gizlemem gerekiyor, unuttun mu? diye sordu Gideon. Ona bu ışıltının çok özel olduğunu, diğer kadınlardan farklı olarak aklını başından aldığını söylememişti. Hope kıpırdayıp daha rahat bir pozisyon aldı. Çıplak tenlerinin birbirine dokunmasında çok özel bir şey vardı ve Gideon bunu düşünmek istemiyordu. Genel olarak Hope hakkında düşünmek istemiyordu. Tek istediği seks ve biraz eğlenceydi. Benden bir şey saklama, dedi Hope. Gideon'sa fiziksel yakınlaşma dışında herhangi bir şey hakkında konuşmak istemiyordu, bu yüzden Hope'un bacaklarını aralayıp onu okşamaya başladı. Hope da içini çekip onu kavradı, dokunuşu tam kararındaydı; ne çok yumuşak ne de sert. Gideon, Hope'un parmakları en hassas bölgelerinde dolaşırken gözlerini kapattı, kendini hazza teslim etti, işte bu seksti. İyiydi, doğruydu ve güçlüydü ama yine de sadece seksti. Komodinin çekmecesine uzandı, açıklamalara ihtiyacı yoktu ikisinin de. ON BİRİNCİ BÖLÜM HoPE'un mışıl mışıl uyuması gerekirdi ama bir türlü uyku tutmamıştı. Kafasında dönüp duran binlerce soru vardı. Huzursuzluğu giderek artınca, Gideon'u uyandırmamaya dikkat ederek yavaşça yataktan kalktı. Perdeleri açık pencereden giren ay ışığıyla banyodan sızan hafif bir ışık odayı biraz aydınlatıyordu. Gideon evinde sadeliği tercih etmişti, ortalıkta gereksiz hiçbir eşya yoktu. Sağda solda bir iki aile fotoğrafı vardı ama biblo ya da süs eşyasına rastlanmıyordu. Hope elini şifonyerin üzerinde gezdirdi. Bozuk para koymak için seramik bir tabak, ipek bir kravat ve Hope'un başka bir korunma tılsımı olduğunu anladığı, ince bir deri kordona bağlanmış turkuaz rengi bir tılsım vardı. Bir hafta önce birisi ona böyle masum görünüşlü bir kolyenin onu koruyabileceğini söylese ona kesinlikle inanmazdı. Şimdiyse eskiden doğru sandığı pek çok şeyin yanlış olduğunu biliyordu. Tılsımı boynuna, Gideon'un daha önce verdiği diğer tılsımın yanına taktı. Tabby dışarılarda bir yerlerdeydi, ayrıca Hope'un içinden bir ses o anda korunmaya ihtiyacı olduğunu fısıldıyordu kulağına. Böyle bir tılsımla korunması gerçekten mümkün müydü acaba? Yoksa bunun için çok mu geç kalmıştı? Gideon'un kenardaki bir koltuğun üzerine bıraktığı tişörtlerinden birini giyip yavaşça, Atlantik Okyanusu'na bakan iskeleye doğru yürüdü. Dalgaların yumuşak sesi ay ışığıyla birleşerek, tam da ihtiyaç duyduğu sakinleştirici etkiyi sunuyordu ona. Hope kolay kolay birisiyle bu kadar kısa sürede böyle yakınlaş-mazdı. Birisine bağlanmadan önce ince eler, sık dokurdu. Doğru hareket ettiğinden kesinlikle emin olana kadar en ufak bir adım atmazdı. On bir yaşından beri böyle davranıyordu. Artık kesin kararlar almaktan çekiniyordu. Ne var ki Gideon Raintree'ye kendini iyice kaptırmış durumdaydı. Birlikte olmaları, Raintree'nin onunla sırlarını paylaşması, cinayet dosyaları üzerinde birlikte çalışmaları derken Hope, Gideon'a kapılıp gitmişti. Arkasındaki kapının açıldığını duydu ama dönüp Gideon'a bakmadı. Gideon'un çıplak ayaklarının çıkardığı hafif sesleri duydu, bir an sonra iki güçlü kol onu sarmıştı bile. Bu sıcacık kolların sarılması ona müthiş bir huzur veriyordu. Hope bu duyguya bayılıyordu. Seni uyandırmak istememiştim, diye mırıldandı. Sadece iki gece geçirdik ama yataktaki eksikliğini hissedip hemen uyanıyorum. Gideon'un sesinde hafif bir memnuniyetsizlik tınısı vardı.

Hope başını geriye atarak Gideon'a yaslandı. Ben de birisine ihtiyaç duymaya alışık değilim. Gideon ellerini, Hope'un üzerindeki bol tişörtün içine soktu, iki eliyle göğüslerini kavradı. Meme uçlarını parmaklarıyla sıkıştırırken Hope gözlerini kapatıp ona daha da yaslandı; vücudu anında, tüm teslimiyetiyle tepki veriyordu. Oysa Gideon'u arzulamaması gerekiyordu. Ona bu şekilde ihtiyaç duymamalı, başka her şey gözünden silinecek kadar ona böyle zaaf hissetmemeliydi. Hope tüm bunları aklından geçirmesine rağmen tam tersini yaptığının farkındaydı. Gideon'un elleri göğüsleri üzerinde yumuşacık, bir tüy dokunuşuyla dolaşıyordu. Tenini ürpertip onu can evinden vuran şey doğaüstü bir elektrik akımı mnydı? Yoksa sadece bir kadının bir erkeğin dokunuşu karşısında hissedebileceği yoğunlukta bir haz mıydı? Gideon'un elleri harikaydı; elektrik yüklü olsun ya da olmasın, Hope'a onu sahiplendiğini hissettirerek dokunmayı çok iyi biliyorlardı. Gideon eğilerek boynunun yan tarafını öpünce Hope'un içi ihtirasla titredi, vücudu kıvranmaya başladı. Gideon'un kolları arasında dönüp ona baktı, dudaklarını uzattı. Tutkuyla öpüşürlerken ellerini onun beline sardı. Gideon iskeleye çıplak gelmişti, gecenin o saatinde ve o karanlıkta onları görebilecek kimse yoktu. Hope da elini çekinmeden onun kalçalarına uzattı. Eğer Gideon onun kendisine ait olduğunu hissettiriyorsa, en azından o gece için Hope da ona sahip olmalıydı. Gideon onu giderek daha ateşli öpmeye başlamıştı; dudakları, dili ve elleri hareket halindeydi. Hope kıvranıp inlerken kontrolünü iyice yitiriyordu. Gideon'un da giderek heyecanlandığı dokunuşlarından ve öpüşlerinden belli oluyordu. Bir an sonra Hope'un ayaklarını yerden kesti, bacaklarını beline doladı. Hope'a çok yakındı artık. Bir şeye ihtiyacımız yok mu? diyebildi Hope nefes nefese. Onu düşündüm bile. Hope, Gideon'un rahatça içine girebilmesi için ona iyice yaklaştı. Kondomunla mı geldin? Bu nasıl bir özgüven böyle? İyimserim diyelim. Böylece vücutları yeniden birleşti. Hope içten içe çok şaşırıyordu bu duruma. Son yirmi dört saat içinde, son beş yıldır sevişmediği kadar sevişmişti. Üstelik şahane ve tatmin edici deneyimlerdi bunlar; en ufak bir hayal kırıklığı yoktu. Uyandığına sevindim, diye fısıldadı. Daha önce ay ışığında se-vişmemiştim hiç. Gideon bir an durdu. Tüm vücudu gerilmişti. Ay ışığı. Hope'u yarı yarıya yaslanır durduğu korkuluklardan alıp tekrar evin karanlıkta kalan kısmına çekti. Burada ay ışığı onları bulamazdı. Gideon, Hope'u duvara yaslayarak ona sarıldı. Vücutları yeniden birleştiğinde her şey gözlerinin önünden silinip gitmişti yine. Hope nerede olduklarının farkında bile değildi neredeyse. Ay ışığı mı gün ışığı mı; karanlık mı aydınlık mı... Hiç önemi yoktu. Yatakta örtülerin altında, ya da dışarıda ayın ve yıldızların altında... Gideon yanında olduğu sürece, ona sarıldığı sürece nerede oldukları Hope'un umurunda bile değildi. Tüm güdüleri onu Gideon'a yönlendiriyordu ama güdülerinden ya da fiziksel ihtiyaçlarından daha güçlü ve yoğun, başka bir şeydi bu. Hope çok uzun bir süre aşka uzak kalmıştı. Annesine, ablasına ya da yeğenlerine duyduğu sevgi onun için yeterli olmuştu. Aşksa tuzaklarla doluydu. Hope aşık olmayı istemediği gibi, bu duygudan sakınmaya çalışmıştı hep. Aşk kapan gibiydi, hemen sonrasında kalp ağrıları

beklerdi insanı. Gideon’a karşı hissettiği bu beklenmedik güçlü duygular mutlaka seksle ilgili olmalıydı. Ancak Hope, onu duvara yaslamış bu adama kolları ve bacaklarıyla sımsıkı sarılırken onun yerinde başka bir adamın olmasını dü-şünemiyordu bile. Ona aşık olabilirdi. Tüm hayatını onun çevresine kurup, her şeyini değiştirebilirdi. Hayaletler, ışık gösterileri ya da bunlara benzer diğer ürkütücü şeylerin hepsini sevebilirdi. Birbirlerinin içinde kaybolmuş öpüşürlerken, birlikte doruğa ulaştılar. Hope dudaklarından dökülen çığlığa engel olamamış, Gideon da boğuk bir sesle inlemişti. Öylesine kusursuz ve olağanüstü bir andı ki Hope'un zihninden ışıl ışıl kelimeler geçti. Seni sevebilirdim. Gideon'un karanlıkta parıldadığını görünce gülümsedi. Neredeyse seni seviyorum diyecekti ama kendini tuttu. Böyle bir itiraf için henüz çok erkendi. Çok riskli olurdu bu. Gideon onu kucağına alıp içeri taşıdı, nazikçe yatağa bıraktı. Kondomunu çıkarıp attıktan sonra tekrar yatağa dönüp Hope'un yanına uzandı. Hope'un üzerinde hala Gideon'un tişörtü vardı. Tişörte Gideon'un kokusu sinmiş olduğu için hemen çıkarmak istememişti, böyle çok rahattı. Gideon, Yarın Cordell'e gidip cinayetin işlendiği yere bir göz atacağım, dedi. Göz atacağız demek istedin herhalde? Gideon bir an tereddüt etti. Senin burada kalmanı istiyorum. Hope hafifçe doğruldu. Eğer tamamen gevşemiş ve rahatlamış bir durumda olmasaydı ve seni seviyorum lafı zihninin bir köşesinde ışıldayıp durmasaydı Gideon'un bu sözleri onu çok öfkelendirirdi. Bunun yerine gülümseyip, Kesinlikle olmaz, dedi. Üzerinde çalışılması gereken başka dosyalar var daha, sana burada ihtiyacım var. Dosyaları arabada da okuyabilirim. Gideon bir kolunu onun beline sarıp Hope'u kendisine çekti. Bunu yarın sabah tartışsak? Elbette. Hope'un gözleri kendiliğinden kapanıyordu, belki şimdi derin bir uykuya dalabilirdi. Sinirlendiğinde gerçekten çok tatlı oluyorsun. Gideon önce homurdandı, sonra güldü. Türünün tek örneği olmalısın Hope Malory. Sen de öyle Gideon Raintree. ikisinin de 'seni seviyorum' itirafına en yaklaştıkları andı bu. Gideon her zamanki gibi güneş doğduktan kısa bir süre sonra uyandı. Her zamanki gibi olmayan şey, uyandığında kollarının arasında güzel bir kadın olmasıydı. Hayatının daha önceki dönemlerinde cinselliğe dayalı ilişkileri çok kısa sürmüştü. Birkaç hafta hatta ay süren ilişkilerinde bile her zaman mesafesini korumuş, ne bir başkasının yatağında uyumuş ne de bir kadının yatağında uyumasına razı olmuştu. Bu onun için çok tehlikeli bir durumdu. Hope'la uyumak ise onda hiçbir tehlike hissi uyandırmıyordu. Sanki doğru ve yerinde olan davranış buydu, binlerce yıldır birlikte uyuyorlarmış gibi hissediyordu. Asıl tehlikeli olan da buydu aslında. O kadar tehlikeliydi ki dün gece Emma'nın söylediklerini tamamen unutup Hope'la neredeyse ay ışığında birlikte olacaktı. O sırada kondom takmış durumdaydı ama hiçbir korunma yönteminin yüzde yüz garantili olmadığını biliyordu. Vücutları birleşmeden önce ay ışığından kaçarak tedbir almaya çalışmıştı. Yanında yatmakta olan Hope'un üzerindeki tişörtü, yani kendi tişörtünü kaldırarak dudaklarını onun karnında gezdirdi. Nefis bir histi bu. Yumuşacık ve pürüzsüz bir teni vardı Hope'un. Gideon onun kokusunu içine çekerek onu öpmeye, dudaklarını gergin karnında gezdirmeye devam etti. Nihayet Hope uzanıp saçlarını kavradı.

Günaydın, dedi uykulu ve doygun bir sesle. Gideon cevap olarak tişörtü biraz daha kaldırıp elini tişörtün altına soktu, ileriye uzattı. Hope'un bir göğsünü kavrayıp meme ucunu dudaklarının arasına alırken eline, Hope'a verdiği korunma tılsımı çarptı. Bu sırada Hope onun saçlarını sıkıca kavramıştı, Gideon dilini de işin içine kattı. Hope'un tadına bayılıyordu, onun dudaklarından dökülen inlemeyi duyana kadar onun öpüp emmeye devam etti. Bu sabah hiç acelesi yoktu, Hope'u birkaç kez doruğa ulaştırabilir, onu bitkin bir şekilde yatağa serilene kadar öpüp okşayabilir, onunla sevişebilirdi. Hope tekrar uyandığında ise Gideon Cordell yolunu çoktan yarılamış olurdu. Hope'un buna kızacağını tahmin ediyordu ama sonra mutlaka affederdi. Ona kendisini nasıl affettireceğini çok iyi biliyordu. Hope'un bacaklarını aralayarak bir parmağını kasıklarının iç tarafında dolaştırmaya başladı. Hope'un cildi pürüzsüzdü, bacakları ise çok biçimli ve çekiciydi. Gideon bacağını kaldırıp dudaklarını biraz daha yukarıya kaydırırken Hope hafifçe titredi. Bacakları hiç güneş yüzü görmemiş gibi bembeyazdı, Gideon böyle süt beyazlığında bir ten görmemişti daha önce, büyülenmiş gibi izliyordu Hope'un bacaklarını. Bir elini onun dizinin üstünde dolaştırırken çok hafif bir elektrik akımı gönderdi. Hope irkilip güldü. Gıdıklandım. Öyle mi? Hope içini çekerek, Evet, diye fısıldadı. Gideon bu kadına doyamıyordu. Gün doğarken Hope'un her noktasının tadına baktı, onun haz dolu inlemelerini dinledi. Hope dudaklarında titreyerek doruğa ulaştıktan sonra onu sırt üstü yatırdı; aynı şeyleri bu kez kendisi yapmak istiyordu. Gerçekten de yaptığı bu oldu. Dudakları ve parmaklarıyla Gideon'un en hassas bölgelerinde dokunmadık yer bırakmadı. Gideon'un tamamen hazır olduğundan emindi, kenara çekilip tişörtünü çıkardı. Bu sırada Gideon da komodine uzanmış, kondom alıyordu. Fazla kondomu kalmadığını fark etti, eczaneye uğraması gerekiyordu. Hope'dan ne kadar hoşlanırsa hoşlansın ya da birlikte olmaları ona ne kadar doğru gelirse gelsin Gideon daha ilerisine geçmeye hazır değildi. Harika sevişiyorlardı ama ilişkilerinin devam edeceğinin bir garantisi yoktu. Bu dünyada hiçbir şey gerçek anlamda uzun sürmüyordu. Hope yatakta oturmuş, gülümseyerek onu bekliyordu. Yanakları kızarmıştı, nefes alışı kesik kesikti. Siyah saçları yüzüne dağılmıştı. Her zaman kusursuz ve düzenli olan Hope, saçı böyle dağıldığında muhteşem görünüyordu. Saçları dağılmıştı, çıplaktı ve boynunda iki tılsım vardı. Gideon elindeki kondomu yatağa düşürdü. Hope'la yarım kalan sevişmelerini unutmuştu bile. Hope'un boynundaki gümüş tılsım kolyelerinden başka her şey silinip gitmişti gözünde. Tılsımlardan birini eline alıp, Bunu nereden buldun? diye sordu. Hope'a verdiği tılsım değildi bu. Hope da tılsımı eline alıp baktı. Bunu tamamen unutmuşum. Dün gece şifonyerinde bulmuştum. Gideon yataktan atlayıp, şifonyere gitti, dikkatle etrafa baktı. Dante'nin doğurganlık tılsımı ortalarda yoktu. Hayır, kaybolmamıştı, Hope'un güzel boynunda asılıydı. Dün gece biz iskeledeyken de boynunda mıydı o? Sanırım. Hope uzun parmaklarıyla saçlarını geriye attı. Evet, boynumdaydı. Dışarı çıkmadan önce takmıştım.

Gideon dönüp ona baktı. Neden? Bilmem. Çok güzel bir şey. Hope onun için tasarlanmamış tılsımı boynundan çıkardı, dağılan saçlarını yeniden düzeltti. Artık bunun bir önemi yoktu ama, çok geçti. Çok ama çok geçti. Sanırım dün gece biraz daha korunma ihtiyacı hissettim. Hope tılsımı avucuna koyup Gideon'a uzattı ama Gideon almadı. Dokunmamam gereken bir şeyi aldıysam kusura bakma. Hadi al şunu da yatağa gel. Dünyanın tüm korunma yöntemleri bir araya gelse... Gideon sözünü tamamlamadı. Sadece bir kez olmuştu, o sırada kondom takıyordu ve ay ışığının altında değillerdi. Belki... Banyoya girip kapıyı hızla kapattı. Gideon? Hope kapalı kapının arkasından seslendi. İyi misin? Kesinlikle iyi değildi. İyiyim, dedi kısaca. Koca bir yalandı bu. Hope Malory'yle birlikte kusursuz bir an yaşamaya çok yaklaştığı anda boynundaki tılsımı görmüştü. Birisini fiziksel olarak arzulamak bir şeydi, birlikte bir bebek yapmak bambaşka bir şey. Her şey yolunda da olabilirdi. Birlikte olmadan önce Hope'u ay ışığından çekmekle çok iyi yapmıştı, belki bunun faydası dokunabilirdi ona. Kullanabileceği bir ay ışığı bulamazsa Emma da gelmezdi belki. Emma, diye fısıldadı. Çık ortaya. Kızı olduğunu iddia eden hayaletin ortaya çıkıp ona selam vermesini bekledi. Daha önce ne zaman ona seslense Emma'yı hemen karşısında bulmuştu. Ama şimdi banyo bomboştu. Hope, iyi olduğundan emin misin? diye seslendi yeniden. Sesi kapının hemen arkasından geliyordu. Gideon, İyiyim ben! diye çıkıştı. Hope uzaklaştı, Gideon birazdan misafir banyosundaki suyun açıldığını duydu. Bir an durup lavabonun önündeki aynada kendisine baktı. Ne bir babaya benziyordu ne de kendisini baba gibi hissediyordu. Hadi Emma, dedi tekrar. Bu kez daha yüksek sesle seslenmişti. Bu hiç komik değil. Eğer ortaya çıkmazsan babana kalp krizi geçirteceksin. Banyoda kendi nefes alış verişinden başka bir ses duyulmuyordu. Hope özel bir kadındı, bunu inkar edemezdi. Şu sinir bozucu ışıldama, Gideon'un sadece vücuduyla değil yüreği ve ruhuyla da bu ilişkide var olduğunu gösteriyordu. Ancak birkaç yıl daha bu şekilde giderlerse, Gideon, Hope'un hayatında kalıcı bir yere sahip olması olasılığını düşünebilirdi belki. Ama şimdi? Hadi Emma, hayatım... Niye böyle acele ediyorsun. Bir iki yıl, bilemedin on yıl sonra zaten çocuklarım olabilir. Bu yalandı ve Emma da onun yalan söylediğini biliyordu. Dünya bir çocuğun masumiyetine göre değildi, Gideon bunu her gün görüyordu. Emma onunla kafa buluyordu. Yine de Gideon, Hope'u sabahın erken saatindeki ay ışığından uzaklaştırmıştı. Öte yandan Hope o lanet olası doğurganlık tılsımını takıyordu ki bu tılsım tüm önlemleri geçersiz kılabilirdi. Gideon çabucak bir duş alıp kurulanırken üzerindeki tatsız duygulardan kurtulmaya çalıştı. Sonra havluyu beline sararak dışarı çıktı. Hope mutfaktaydı. Kahve yapmış, kahvaltılık bir şeyler ayarlamak için dolaplara bakıyordu. Gideon'a bezgin bir bakış fırlatıp, İyi olduğundan emin misin? diye sordu.

Evet. Gideon, Hope'a, özellikle de karnına baktı. Hope yeniden buzdolabını karıştırmaya başlayınca, Hadi Emma, diye fısıldadı. Konuş benimle. Bir şey mi söyledin? Hope buzdolabından bir şişe süt çıkarmıştı. Yoo, bir şey demedim. Emma dedin gibi geldi. Hope elindeki sütü tezgaha, mısır gevreği kutusunun yanına bıraktı. Anneannemin ismi de Emma. Gideon neredeyse inleyecekken son anda tuttu kendini. Hope kaseleri raftan aldı. Mutfaktaki eşyaların yerlerini hemen öğrenmişti. Annem, Emma adında bir torunu olması istediğini söyledi hep ama Sunny'nin üç oğlu var, ben de yakın zamanda doğurmayacağıma göre annemin hiç şansı yok. Bahse girmek ister misin? Hope elindekileri bırakıp Gideon'a döndü. Belki sana Raintree yerine, Rainman demeliyim, hani şu Yağmur Adam filminde Dustin Hoffman'ın canlandırdığı karakter. Bu sabah tuhaf tuhaf konuşuyorsun. Gideon, o almayı reddedince Hope'un tekrar boynuna taktığı doğurganlık tılsımını gösterdi. Bu tılsım aslında Dante için hazırlanmıştı, iki kardeşin arasında bir şakalaşmaydı. Gideon, Dante'ye Dra-nirlik için bir veliahta ihtiyaç olduğunu hatırlatıyordu, onun Dranir olmak gibi bir isteği yoktu çünkü. O boynuna taktığın şey bir doğurganlık tılsımı. Ne dedin? Hope bir adım geri çekildi, sanki tılsım boynunu ya-kıyormuş gibi elini boynuna götürdü. Hangi hasta ruhlu insan böyle bir şeyi ortalıkta bırakır! Gideon elini kaldırdı. O hasta ruhlu insan benim. Aslında senin için değil, abim içindi o. Hope tılsımı var gücüyle ona fırlattı. Sen gerçekten hastasın. Gideon tılsımı yarı yolda yakaladı. Abin bunu hak etmek için ne yaptı? Hope, Gideon'un kafasına bir şey fırlatmak için etrafına bakındı. Bulamayınca masanın yanındaki bir sandalyeye oturdu. Neyse ki tılsım işe yaramadı, dedi sakinleşmeye çalışarak, işe yaramadığından eminim. Hem bu tılsım benim için değildi, hem de çok dikkatliydik. Spermlerin de doğaüstü değil herhalde. Gideon, Evet, diyerek ona katıldı. Eğer bu korunma tılsımları işe yaramış olsaydı, Dante'nin bir köy dolusu çocuğunun olması gerekirdi. Seni ay ışığından bile uzaklaştırmışım. Bunun ne ilgisi var? Gideon bir an tereddüt ettikten sonra, Hope'a her şeyi olduğu gibi anlatabileceğine karar verdi. Son üç aydır rüyalarımda bu küçük kızı görüp duruyordum, Dante sağ olsun. Yani, arada sırada ona istemediği tılsımlar gönderdiğim için ona acımana gerek yok anlayacağın. Sana rüya gibi bir şey mi gönderdi? Emma'yı bir iki kez rüyalarımın dışında gördüğüm de oldu. Tabby bize ateş ederken yere eğilmemizi söyleyen oydu. Bunun ay ışığıyla ne ilgisi var Raintree? Hope'un tüm keyfi kaçmıştı. Hem rahatsız olmuş, hem de korkmuştu. Titreyen parmaklarla saçlarını düzeltmeye çalıştı. Emma bana ay ışığında geleceğini söylemişti. Hope bembeyaz oldu, korkudan aklı başından gitmişti. Bunu bana daha önce söylemen gerekirdi. Masanın üstündeki tuzluğu alıp Gideon'a attı ama Gideon daha önceki gibi bunu da yarı yolda yakaladı. Gideon tuzluğu tezgahın üstüne koyarken, Hope Neden? diye sordu.

Ona inanmamıştım. Hayatımızda tercihlerimizi yaparız, ben çocuğum olmamasını tercih ediyorum. Ayrıca, bu saçmalıktan başka bir şey değil. Hem o sırada ay ışığında değildik, hatırlasana. Kapa çeneni Raintree. Hope ayağa kalktı, karabiberliğe baktıy-sa da onu atmaya kalkmadan mutfak kapısına yöneldi. Eğer tek derdimiz ay ışığıysa, sen dün gece ay ışığındaydın, dedi arkasına bakmadan. Kesinlikle ay ışığı vuruyordu üstüne. Nereye gidiyorsun? Hope elini kaldırdı. Geri geleceğim, bir yere gitme. Gerçekten de birazdan mutfağa döndü, elinde çantasını tutuyordu, yüzü hala kağıt gibi bembeyazdı. Masaya oturdu, çantasından siyah, ince bir cüzdan çıkardı. Ehliyetini cüzdanın gözünden çıkarıp Gideon'a fırlattı. Ehliyet havada uçtu, Raintree'ye çarparak yere, ayağının dibine düştü. Hope bitkin bir sesle, Oku da ağla, dedi. Gideon ehliyeti yerden aldı. Ehliyetteki fotoğraf her vesikalık fotoğraf gibi kötüydü ama idare ederdi. Asıl felaket, ehliyette yazılı olan isimde gizliydi. Gideon ehliyeti elinde sımsıkı tutarak minik Emma'nın duymaması gereken ağır bir küfür savurdu. Ehliyet sahibinin ismi Moonbeam Hope Malory idi.3 3 Moonbeam İngilizce'de ay ışığı anlamına gelir. ON İKİNCİ BÖLÜM Hope ismini değiştirmeyi daha önce defalarca düşünmüş ama her seferinde annesini karşısında bulmuştu. Rainbow kızlarının adını Sunshine Faith ve Moonbeam Hope koymuştu. Yıllarca Sunny ve Moonie olarak bilinmişler, sonra Hope ikinci ismini kullanma konusunda ısrar etmişti. Gideon arabayı çok hızlı sürüyordu ama Hope ona tek kelime etmedi. O dava dosyalarını karıştırdığı için konuşmaları gerekmiyordu, ya da birbirlerine bakmaları. Çözülmemiş cinayet davalarının pek çoğunun son cinayetlerle bir ilgisi olmayabilirdi. Pek çoğu gerçekten dehşet uyandırıcı cinayetlerdi ama kayıp uzuvlar yoktu. Bu kadar bilgiyi toplamak başlı başına bir işti zaten. Dosyalarda pek çok farklı dedektifin ya da araştırmacının ismi geçiyordu. Yine de Hope birkaç vakada onu rahatsız eden benzerlikler görmüştü. Eğer Tabby bir seri katilse ki yüksek olasılıkla öyleydi, neden Gideon'u hedefliyordu? Onu nehir kenarında öldürmeye çalışmasının sebebi neydi? Pek çok bakımdan anlamsız bir girişimdi bu. Diğer cinayetlerdekinin tersine, Gideon'a insanların içinde saldırmıştı. Üstelik Gideon diğer kurbanlarından çok farklıydı. Gerçi yalnız olma konusunda diğerleriyle benzeşiyordu. Hope'la birlikte olmaya başlamadan önce yalnızdı. Bir açıdan hala yalnız olduğu söylenebilirdi, duygusal bir ilişki değildi onlarınki. Aralarında sadece sekse dayalı bir ilişki vardı, bu da onları mutlu bir çift yapmaya yetmezdi. Sabahki tuhaflıklar zaten ayrıydı. Hope olanları anlamaya çalışıyordu. Cinayetler ne kadar korkunç olursa olsun, elindeki cinayet dosyaları üzerinde çalışmak kalbindeki karmaşayla uğraşmaktan daha kolaydı. Hale County'deki kurbanın dosyası inceydi ama yine de önemliydi. Dosyanın ince olması şerifin ihmalinden kaynaklanmıyordu. Tam tersine Gideon, şerifin bu öğretmen cinayetini aydınlatabilecek herkesle görüşmeye çalıştığına inanıyordu. Hatta Gideon'un dosyayla ilgilendiğini duyunca çok sevinmişti adam. Neden bu peki? diye sordu Hope. Bir buçuk saattir yoldaydılar. Aynı profile uyan başka cinayetler de var, üstelik kimileri daha da yakında. Sadece üç saatlik mesafede ve daha önemlisi cinayet mahalli bozulmadan korunmuş.

Aradan dört ay geçtikten sonra nasıl bozulmamış olabilir ki? Elbette temizlenmiş ama eve taşınan olmamış. Kurbanla konuşmayı ve bir ipucu bulabilmeyi umuyorum. Gideon o gün Hope'u yanında götürmeyi hiç istememişti ama Hope çok ısrar edince daha fazla karşı koyamamıştı. Hope onun bu yüzden mi keyifsiz olduğunu çözemiyordu. Onun hamile kalmasını kesinlikle istemediği belliydi. Hope bir erkeğin hamilelik ihtimaline dahi bu kadar ters bir tepki verdiğini ne görmüş ne de duymuştu daha önce. Kendisi de çocuk sahibi olma fikrini sevinçle karşılamıyordu elbette ama Gideon'un tepkisi bambaşkaydı. Gideon, Emma'nın olmuş bitmiş bir iş olduğunu düşünüyordu. Hope onunla aynı fikirde değildi. Gideon'un anlattığı ay ışığı ve tılsım hikayeleri çok mantıklı gelmemişti ona. Tamam, Gideon hayata karşı yeni bir bakış açısı kazandırmıştı ona, bunu kabul ediyordu. Hope'un geçmişte reddettiği ne varsa hepsine karşı kalbini ve gözünü açmasını sağlamıştı ama sahiden de, doğurganlık tılsımı da neydi? Hope camdan dışarı baktı, yemyeşil düzlükler yanlarından hızla geçip gidiyordu. Pazartesi günü biriyle tanışıp Çarşamba sabahı onun yatağında uyanmak pek Hope'un yapacağı iş değildi. Bu hiç beklenmedik müthiş cinsel deneyim onu allak bullak etmişti, Gideon'a karşı kendisini kontrol edemiyordu. Oysa hayatı boyunca her şeyini kontrollü yaşamıştı. Hale County'ye bir buçuk saat yolları kalmıştı. Gideon birden, Aşırı tepki gösterdiysem kusura bakma, dedi. Hope soğuk bir sesle, Kocaman bir adamın saçını başını yolması, karnıma lanet okuyup bağırması sence aşırı tepki göstermek mi oluyor sadece? diye cevap verdi. Gideon omuzlarını rahatlatmaya çalıştı. Ben en azından sana bir şey fırlatmadım. Bir doğurganlık tılsımı yapıp birileri alsın diye ortalıkta bırakan da ben değilim. Kusura bakma dedim. Hope gerçekten onunla tartışmak istemiyordu. Aslında, Gideon'un ona sunduğu ihtimalleri bile düşünmek istemiyordu. İstersen bir süre daha bekleyelim, belki de kusura bakılacak bir şey bile yoktur ortada. Bir süre konuşmadılar. Sonra Gideon, Eğer başka bir ortakla çalışmak istersen bence sakıncası yok, dedi. Hope neredeyse homurdandı. Her şey bunun için miydi? diye atıldı hemen. Bir ortak istemediğin için, olmayacak işler... Hayır, diye sözünü kesti Gideon. Bir an durduktan sonra, Doğru, bir ortak istemiyorum, diye ekledi. Öyleyse şefe git ve beni ortağın olarak istemediğini söyle. Benim kendiliğimden gitmemi boşuna bekleme. Gitmeyeceğim Raintree, hem de asla. Gideon keyifsizce, Şefe gidersem bana başka ortak verir, diye homurdandı. Hope bunu asla dile getirmeyecekti ama Gideon'un onunla birlikte çalışmak istememesi ona çok dokunmuştu. Sadece birlikte oldukları ve daha başka şeyler de yaşayabileceklerini hissettiği için bozulmuyordu. Bu pozisyonu elde edebilmek için çok çalışmış, onun bu işi yapamayacağını söyleyen erkeklerle mücadele edip durmuştu hep. Öfkesi geçecek gibi değildi. Yeni ortağının Mike ya da Charlie olması ihtimaline bozuluyormuş gibi yapmak zor olmalı. Gideon bir şey söylemedi, neredeyse gülümsemişti ama.

Hamile olduğumu sanmıyorum, dedi Hope. Kızgınlığı geçmeye başlamıştı. Çok dikkatliydik. Gümüş bir kolyeyle bir rüyanın etkisi olacağını sanmıyorum. Gideon, Belki de haklısındır, dedi ama sesi pek de ona inanı-yormuş gibi çıkmamıştı. Hem, eğer hamileysem bile... Bunu telaffuz etmek bile çok zor geliyordu Hope'a. Evlenmemiz falan gerekmiyor ki. Evlilik lafının telaffuzu daha da zordu. Benim için endişelenmene gerek yok. Hope bunları söylese de içi bir tuhaf olmuştu. Hamilelik sürecini tek başına yaşamak, sonra tek başına çocuk yetiştirmek, çocuk yüzünden ona bağlanacak diye ödü patlayan bir adama neredeyse aşık olduğu halde hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davranmak... Emma bir Raintree, dedi Gideon hiç düşünmeden. Elbette onun için endişeleneceğim, ilgileneceğim. Aslında Emma bir Malory olacak, dedi Hope. Eğer bir Emma olursa tabii. Bir Raintree'den çocuk sahibi olan kadın da pek çok bakımdan bir Raintree olur. Hope hemen, Hiç sanmıyorum, deyiverdi ama aslında Gideon'un ne demek istediğini merak ediyor ve korkuyordu. Neler yapabildiğimi gördün, dedi Gideon. Sanki çevrelerinde onları duyabilecek birisi varmış gibi sesini azaltmıştı. Emma'nın da kendi yetenekleri olacak. Çekip gitmem ve ona sırtımı dönmem düşünülemez bile. Daha yeni tanışmış sayılırlardı. Bu yüzden Hope, Gideon'un sadece Emma için endişeleniyor olmasına bozulmamıştı. Belki bu kez farklı olur, Raintree genleri bu kez baskın değildir. Hope çocuk gerçekten dünyaya gelecekmiş gibi konuştuğunu fark ederek irkildi. Eğer hamileysem tabii. Bence değilim. Gideon tatsız tatsız, Hamilesin, dedi. Eğer hamileysem bile, bu gerçekten dünyanın sonu mu? Hope yine derin bir sızı hissetti içinde. Hamile kalması elbette bir felaketti. Gideon'a aşık olduğunu sanıyordu ama daha yeni tanışmışlardı, üstelik Hope'un kendi kariyer planları vardı ve Gideon'un onu aynı şekilde sevmeyeceğinden emindi. Evet! Hope, Gideon'un yüzünü görmemesi için kafasını çevirip dışarı baktı. Gideon hamile kalmasını istemedi diye böyle üzülmeye hakkı yoktu. Daha yeni tanıştığı bir adamın onu reddetmesi üzerine böyle gözlerinin dolması tam bir genç kız tepkisiydi. Gideon çok zor bir çocukluk geçirdiği için bir çocuğun daha aynı yollardan geçtiğini izlemek istemiyor olabilirdi. Çocukluğu ne kadar zor geçerse geçsin Gideon artık iyi durumdaydı. İyi bir hayat sürüyor, ölü ya da canlı, insanlara yardım ediyordu ve bu sırada yeteneklerinin çoğunu kullanıyordu. Kendisini insanlardan saklamaya çalışıyordu ama Hope'dan saklamamıştı. Gideon, Mustang'i birdenbire yol kenarına çekti. Hope şaşkınlıkla ona baktı. Ne yapıyorsun sen? Gideon, araba hala çalışır durumdayken uzanıp Hope'un kucağındaki dosyalardan birini aldı. Bu hangisi? diye sordu sayfaları çevirirken. Fark etmez, öyle değil mi? Dosyadan rastgele bir fotoğraf alıp Hope'a gösterdi. Fotoğraftaki kadın, rengi solmuş bir kanepede yatıyordu, yarı yarıya aşağı sarkmıştı. Elbisesi kanlar içindeydi, kafası paramparçaydı. Bu dünyada böyle şeyler yapabilecek insanlar var, dedi Gideon sesini alçaltarak. Eğer bunlar sadece bir avuç olsaydı belki böyle bir dünyaya masum bir çocuk getirmek fikri beni

delirtmezdi. Her gün Hope, her gün... Ya Emma da benim gibi olur ve hayatı boyunca her gün bu dehşetle karşılaşmak zorunda kalırsa? Ya Echo gibi olur ve müdahale edemeyeceği felaketleri önceden görürse? Ya... Birden sustu. Son cümlesini tamamlayamamıştı. Hope'un tüm kızgınlığı geçmişti. Gideon bencil değildi. Sadece istemediği bir çocuk için duyduğu endişe ve korku nedeniyle paniğe kapılmıştı. Hope elini kaldırıp Gideon'un yanağına hafifçe dokunup okşadı. Düşündüğünün tersine, Gideon geri çekilmemişti. Bunu çok uzun süredir yapıyorsun. Başka ne şansım var? Kötüleri alt etmeye yarayabilecek bir yeteneğim var. Eğer bu yeteneği kullanmazsam, bazıları kötülük yapmaya devam edecek. Kurbanların bir kısmı da burada, ölümle hayat arasında sıkışıp kalacak. Gideon, Hope'un gözlerinin içine baktı. Küçük bir kız sana dünyada canavarlar olup olmadığını sorduğunda ne diyeceksin? Evet dersen onu korkutursun, hayır dersen yalan söylemiş olursun. En son ne zaman tatil yaptın Raintree? Hatırlamıyorum. Tabby'yi yakalayıp hapse gönderdikten sonra uzun bir tatil yaparız. Dağlara bayılırım. Gideon tatilin iyi bir fikir olduğunu söylemedi ama kötü bir fikir olduğunu da söylemedi. Elini Hope'un karnına nazikçe koydu. Kaybedecek bu kadar önemli bir şeyim olması fikrinden hiç hoşlanmıyorum, dedi yumuşak bir ifadeyle. Emma mı? Ve sen Moonbeam Hope. Tanrı aşkına kim koydu bu ismi? Hope onun şaşkınlığına gülümsedi. Bana bir daha Moonbeam dersen vururum seni. Gideon da gülümsedi, gün boyunca ilk kez gülümsüyordu. Sonra eğilip Hope'u öptü. Hadi şu işi bitirelim, şerif bizi bekliyor. M arcia Cordell'in öldürüldüğü oturma odası yaşlı bir kadınınmış gibi görünüyordu. Sehpaların üzerinde biblolar, tozlanmış kumaş çiçekler, birbiriyle uyumsuz, dört aydır yüzlerine bakılmamış antika mobilyalarla tıka basa doluydu oda. Odanın ortasındaki kilimin üstünde kurumuş, geniş bir kan lekesi duruyordu. Gideon kan lekesinin yanında yere çömeldi, şerifle Hope da etrafa bakınıyordu. Şerif çok gergin ve endişeli görünüyordu. Şapkasıyla oynarken, Umarım bu cinayeti çözebilirsiniz, dedi. Bayan Cordell çok sevilen bir öğretmendi. En azından biz herkesin onu sevdiğini sanıyorduk. Birinin ona bunları yapabilmesi için ciddi olarak nefret etmesi gerekir. Fotoğrafları gördünüz değil mi? Korkunç bir durumdu, asla unutmayacağım. Adam durmadan konuşuyordu. Hem sinirleri bozuktu hem de cinayetin çözülmesini çok istiyordu. Bu korkunç cinayeti yöre halkı dışından birisinin işlediği ortaya çıkarsa rahat edecek, bir daha kimsenin bu civarda böyle bir şiddet uygulamayacağını düşünerek derin bir nefes alacaktı. Marcia Cordell'in hayaleti odanın bir köşesine sinmiş, ürkek bir şekilde onları izliyordu. Hala korku içindeydi. Şerif, Böyle bir şeyi hangi adam yapabilir? diye devam etti. Böyle tatlı bir kadının ırzına geçip öldürmek... Gideon ırzına geçme lafını duyunca dönüp şerife baktı hemen. Cinsel saldırıya da uğramış mıydı? Şerif evet anlamında başını öne eğdi, şapkasıyla oynamaya devam etti.

Demek ki bu cinayetin Tabby'yle ilgisi yoktu. Diğer cinayetlerde bir cinsel saldırı belirtisi yoktu çünkü. Bana gönderdiğiniz raporda bu konuda bir bilgi yoktu. Bayan Cordell hanımefendi birisiydi. Ölümünden sonra bu ayrıntıların basında yer almasına gerek yoktu, soruşturmanın bu kısmını gizli tuttuk. Hope, DNA? diye sordu hemen. Şerif başını iki yana salladı. Hayır. Adli tıp doktorunun söylediğine göre adam prezervatif kullanıyormuş. Gideon mesafeli ve soğuk bir sesle, Dedektif Malory, Şerif Webster'la dışarıya çıkıp Cordell dosyasındaki boşlukları doldurabiliyor musunuz diye kontrol edebilir misiniz? dedi. Hope, Çok iyi fikir, diye karşılık verdi. Aslında şerifin çıkmaya niyeti yoktu ama Hope onun koluna girip kapıya yönlendirince sesini çıkaramadı. Gideon yalnız kalınca, Marcia Cornell'in bulunduğu köşeye doğru baktı. Şerife kızmamıştı. Elindeki cinayet davalarında ilerleyebilmesi ya da Tabby'nin izini sürebilmesi için oraya kadar gidip bir gün kaybetmesinin bir faydası olmamıştı ama hala yapabileceği şeyler vardı. Konuş benimle Marcia, dedi yumuşak bir sesle. Sana neler olduğunu anlat bana. Köşedeki ışık topu yavaş yavaş şekillendi, daha belirgin bir hal aldı. Marcia Cordell toplu ve sevimli bir kadındı. En fazla bir elli boy-larındaydı. Uzun kahverengi saçlarını topuz yapmıştı. Odanın eski moda havasına kesinlikle uyuyordu. Titreyen bir sesle, Beni görüyorsun, dedi Marcia. Evet, görüyorum. Marcia'yı korkutmamak için kıpırdamıyor ve sakin bir sesle konuşuyordu. Marcia, öldüğünü biliyorsun değil mi? diye sordu. Marcia başını sallayarak onayladı. Gelip beni götürdüklerini gördüm. Yardım etmeleri için bağırdım ama kimse duymadı. Ben seni duyuyorum. Marcia ağır adımlarla ona yaklaştı, hala tedirgin görünüyordu. En ufak bir terslikte hemen ortadan kaybolabilirdi. Sherry ya da Lily gibi kızgın değil, korkmuştu. Gideon onu ürkütmemeye çalışarak nazikçe, Burada neler oldu, anlatır mısın? diye sordu. O çocuğu içeri aldım, niyetini bilmiyordum. Gideon zaten daha şerif ırza geçmeden söz ederken katilin Tabby olmadığını anlamıştı. Yine de Marcia'ya tecavüz edip öldürenin kim olduğunu bulabilir, hayaletin huzura kavuşmasını sağlayabilirdi. Marcia Cordell'in hayaleti içini çekip kanepeye oturdu, eteğini düzeltti. Dennis her zaman tuhaf bir çocuktu ama... Dennis mi? Onu tanıyor muydun? Bayan Cordell, Gideon'u utandıran bir bakış attı ona. Yıllar boyunca tek bakışıyla öğrencilerini susturmaya alışmış bir öğretmen bakışıydı bu. Genç adam, bana neler olduğunu anlatmamı istedin, ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Gideon değil genç bir adam olmak, Marcia'nın öldürüldüğü yaştan en fazla bir iki yaş küçük olduğunu söylemedi artık. Karşısındaki yaşlı bir kadının ruhuydu gerçekten de. Affedersin. Lütfen devam et. Marcia başını anlayışla sallayıp anlatmaya devam etti. Dennis Floyd komşumdur. Floyd ailesi yirmi yıldır o evde yaşarlar. Buraya taşındıklarında Dennis ilkokul öğrencisiydi, birkaç yıl önce benim de öğrencim olmuştu. Pek parlak bir öğrenci değildi. Marcia bir an durduktan sonra daha temkinli bir şekilde devam etti. O gece uğrayıp telefonu kullanıp

kullanamayacağını sordu. Dediğine göre telefonları kesikmiş. Elbette kullanabileceğini söyledim. Marcia dişlerini sıktı. Beni tutup yere fırlatana kadar tehlikenin farkına varamadım... Marcia'nın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ölüyken bile yanakları kızarabiliyordu. Sana bu yaptıklarının cezasını çekmesini sağlayacağım, dedi Gideon. Flem bu hayatta hem de diğerinde cezasını görecek DenMarcia başıyla onayladı, rahatladığı belli oluyordu. Dennis'in kesinlikle bana yaptıklarının cezasını çekmesi gerekiyor. Elbette yanındaki kadının da. Gideon ürperdi. Kadın mı? Dennis'le birlikte gelip onu yönlendiren kadından söz ediyorum. Önce onu görmedim. Gecenin o kadar geç bir saatinde evime tanımadığım birini almazdım yoksa. Dennis, ne olduğunu anlayamadan beni yere yıktı. Elimi kolumu koli bandıyla bağladıktan sonra kapıyı açıp kadını içeri aldı. Marcia evine yabancı birinin girmesinden de öldürülmesi kadar rahatsız olmuş gibiydi. O kadını tanımıyordun, öyle mi? Bayan Cordell başını iki yana salladı. Hayır. Dennis ona bir şey diyordu... Burnunu kırıştırarak hatırlamaya çalıştı. Kitty, ya da şey gibi... Tabby, dedi Gideon yumuşak bir sesle. Evet. Marcia Cordell titreyen bir parmağını uzatarak bir sandalyeyi gösterdi. Kadın şu sandalyeye oturdu, Dennis'in bana yaptıklarını izledi. Gülümsüyordu, yardım istemek için bağırdığımdaysa kimsenin beni duymayacağını söyledi. Marcia Cordell titredi, neredeyse gözden kayboluyordu. Ben bağırdıkça, istediğim kadar bağı-rabileceğimi söylüyordu. Bana, gerçek bir kadın olabilmek için genç bir damızlık erkeğin hayalini kurup kurmadığımı bile sordu. O da bunun cezasını ödeyecek, dedi Gideon. Bunu mutlaka sağlayacağım. Bayan Cordell başını salladı. Beni öldüren oydu. Biliyorum. Nihayet her şeyin bittiğini düşünürken o kadın üzerime eğildi ve karnımı kesmeye başladı, bunu yapmak çok hoşuna gidiyordu. Kesmekten yorulunca beni bıçaklamaya başladı ve... Gideon dinledi, Marcia Cordell Dennis ve Tabby'nin ona nasıl işkence edip öldürdüklerini tüm ayrıntılarıyla anlattı. Gideon tüm bunları dinlemek istemiyordu ama Bayan Cordell'in onu dinleyecek birine anlatmaya ihtiyacı vardı. Nihayet Gideon, Bu kadın hakkında bana ne söyleyebilirsin? diye sorudu. Dennis'in ona Tabby dediğini söyledin. Hiç soyadını kullandı mı? Nasıl bir araba kullanıyordu? Onu bulmama yardım edebilecek bir şey hatırlıyor musun? Bayan Cordell başını iki yana salladı. O korkunç kadınla Dennis birlikte çıkıp gittiler. Öyleyse Dennis de ölmüş olabilirdi. Tabby'nin geride tanık bırakacağını sanmıyordu Gideon. Artık gitme zamanı, diyerek doğruldu. Söz veriyorum, ikisine de yaptıklarının cezasını ödeteceğim. Artık varlığının bir sonraki aşamasına geç ve huzur bul, bunu hak ediyorsun. Bayan Cordell, Sen de öyle, diye fısıldayarak gözden silindi. Gideon cinayet yerinden ayrıldı. Eğer Dennis hayattaysa Tabby'ye ulaşmasını sağlayabilirdi. Hope'a anlattıkları geldi aklına. Bu dünyaya bir çocuk getirmek istememesi için somut bir sebep gerekiyorsa, sebep az önce dinledikleriydi işte.

Şerif Webster arabasının yanında durmuş, hala şapkasıyla oynuyordu. Gideon çevreye göz attı. Dedektif Malory nerede? Şerif, Sizi beklerken bir iki komşuyla görüşmeye karar verdi, dedikten sonra yolun aşağısındaki beyaz evi işaret etti. Ev yaklaşık iki yüz elli metre uzaktaydı ama Marcia Cordell'in evine en yakın binaydı. Dedektif Malory, belki cinayet gecesi bir şeyler görmüş olabileceklerini düşündü. Hepsinin ifadesini almıştık biz ama... Gideon'un boğazına bir şey çöktü. Tam biz konuşurken Dennis Floyd buradan geçiyordu ve... Şerif sözünü bitiremedi. Gideon beyaz eve doğru koşmaya başlamıştı bile. Hope, Marcia Cordell'in evine doğru baktı tekrar. Şerif hala arabasının yanında duruyor, Raintree'yi rahatsız etmeme talimatına uyuyordu. Gideon'un içeride ne kadar kalarak hayaletle konuşacağını kestirmek zordu. Bu kelimelerin zihnine böyle kolaylıkla gelmesi ise çok tuhaftı. Hayaletlerle konuşmak falan... Ne kadar küçük olursa olsun, bulabileceği her ayrıntının bir faydası dokunabilirdi. Belki bir komşu o gece bir araba görmüştü. Böyle bir bilginin rapor edilmesi gerekirdi ama kimi zaman en önemli bilgiler ilk soruşturmada gözden kaçabilirdi. Gideon kadını kimin öldürdüğünü öğrense bile katili tutuklayabilmeleri için kanıta ihtiyaçları olacaktı. içeri gelin, size çay yapayım. Dennis Floyd yirmili yaşlarında, incecik bir adamdı. Sarı seyrek saçları ve açık mavi gözleri vardı. Arabası ve üstü başı dökülüyor olsa da eve iyi bakılmış gibi duruyordu. Ön taraftaki veranda tertemizdi, toprak saksılardaki rengarenk çiçekler etrafı biraz aydınlatmıştı. Dennis kapıyı Hope'a açarken, Benimkiler işteler, dedi. Eskiden benim kendi evim vardı, diye ekledi. Belli ki Hope'u etkilemeye çalışıyordu. Sonra işten ayrıldım, yeni bir işe girmek üzere beklerken buraya geri taşındım. Şimdi düzenli bir işim var ama benimkilerin bahçede ve evde yardımıma ihtiyaçları oluyor, kalarak onlara yardım ediyorum. Hope serin, loş oturma odasına girdi. Oda temizdi ama duvarlara sinen bayat kokular yıkamakla bile çıkacak gibi durmuyordu. Etrafta Hope'a göre fazla ıvır zıvır eşya vardı. Her yerde ucuz biblolar, kül tablaları ve plastik çiçekler duruyordu. Dennis, Hope'un önünden geçip ona yol gösterirken, Bayan Cordell'in cinayetini soruşturuyorsunuz, değil mi? diye sordu. Evet. Dennis mutfağa girdi, Hope da peşinden gitti. Mutfak pencereleri çıplaktı, içeri giren gün ışığı mutfağı kasvetli oturma odasından daha sevimli gösteriyordu. Şerif katilin kasaba dışından bir sapık olduğunu söyledi. Öyle mi? Nereden biliyormuş bunu? Dennis çay hazırlığıyla meşguldü; dolaptan bardakları aldı, biraz buz koyduktan sonra üstlerine çay ekledi. Uzun bardaklara buzlu çayı hazırlarken alçak sesle, Bu çevrede kimse öyle korkunç bir şey yapmaz dedi. Hem, hepimiz Bayan Cor-dell'i severdik. O gece olağandışı bir şey gördün mü? Dennis, Hope'a çayını uzattıktan sonra, kendi bardağı elinde, tezgaha yaslandı. Hayır, sanmıyorum. Şerif de sormuştu ama işe yarar bir şey hatırlayamamıştım o zaman da. Şimdi de durum farklı değil korkarım ki. Yabancı bir araba ya da yolda yabancı birisi mesela?

Dennis başını iki yana salladı. Hope bardağını mutfak masasına bıraktı. Burada ilginç bir şey yoktu ama yine de ensesindeki tüyler ayaklanmıştı, hisleri alarm durumundaydı. Zaman ayırdığınız için teşekkürler Bay Floyd. Eğer bir şey hatırlayacak olursanız... diye söze başladı ama bitiremedi. Biliyor musunuz, diye sözünü kesti Dennis. Bardağını kenara bırakmış, birden dikleşmişti. Düşünüyorum da bir araba görmüş olabilirim. Araba saat on bir gibi buradan geçti, çok yavaş ilerliyordu gerçekten. Nasıl bir arabaydı. Yeşil, spor bir arabaydı. Hope gülümsedi. Dennis yalan söylüyordu. O halde orada kalmasının bir anlamı yoktu. Kendince ona kur yapmasını anlıyordu ama yalan söylemek nereden çıkmıştı? İlgisini mi çekmeye çalışıyordu acaba? Yoksa Hope'un konuyla ilgili tam olarak ne bildiğini mi anlamaya çalışıyordu? Bu bilginin daha önce hiçbir yerde geçmemesi bir yana, ışıklandırılmamış daracık bir yolda, gecenin o vaktinde bir arabanın rengini görme ihtimali neydi? Arabayı yolda gördüğün sırada nerede duruyordun? diye sordu Hope. Dennis düşünmek için biraz oyalanınca Hope onun kesinlikle yalan söylediğine karar verdi. Sigara içmek için dışarı çıkmıştım. Hope'un oturma odasındaki kül tablalarını fark etmemiş olduğunu mu düşünüyordu acaba? Bu evde sigara içmek için dışarı çıkmak gerekmiyordu, Hope anlamıştı bunu. Yine de oyunu sürdürdü. Ön bahçedeydin yani? Evet. Dennis başıyla onayladı. Sigara içmek için ön bahçeye çıkmıştım. Öyleyse yeşil spor araba Bayan Cordell'in evine gitseydi mutlaka görürdün. Dennis zorlukla yutkundu. Belki de yan taraftaki yola girmiştir, pek hatırlayamıyorum. Vahşice öldürülen bir kadın var ve sen ertesi sabah onun evine yaklaşan arabayı görüp görmediğini hatırlayamadın mı? Dennis, Çok travmatik bir deneyimdi, diye açıklamaya çalıştı. İnsanın lisedeki en sevdiği öğretmenlerinden birisinin tecavüze uğrayıp bıçaklandığını öğrenmesi... Hope yavaşça elini silahına götürdü. Şerif Webster, Marcia Cordell'in tecavüze uğradığını olay yerine gelene kadar Gideon'a bile söylememişti. Bu ayrıntıyı raporuna koymamış, gazetecilere söylememişti. Böylece dedikodu yapılmasını ve Marcia Cordell'in adının hatırasının lekelenmesini önlemek istediğini söylemişti. Dennis o anda ne yaptığının farkına vardı. Küfredip, elindeki bardağı Hope'a fırlattı. Hope hemen eğilip bardağı savuşturdu, silahını çekti. Bardak hemen arkasındaki kapıya çarpıp parçalandı, cam ve buz parçaları etrafa saçıldı. Dennis, Hope'un beklediğinin tam tersine hareket ederek kaçacağına Hope'un üstüne atıldı, tam silahını ateşlediği anda silahını kenara fırlattı. İkisi de silahı almak için mücadele etmeye başladı. Dennis zayıf olmasına rağmen oldukça güçlüydü, çaresiz olmasının verdiği hınçla daha da hırslanmıştı. Zaten ancak çaresiz ve tehlikeli bir adam Marcia Cordell'i o hale getirirdi. Dennis'le boğuşurken Hope'un aklına korunma tılsımı geldi, acaba bu zor durumda işe yarayacak mıydı tılsım? Seni o kadın mı gönderdi? diye sordu Dennis. Bu sırada nefes nefese, Hope'un silahını almaya çalışıyordu.

Dennis, Gideon'un hayaletlerle konuşabildiğini biliyor olabilir miydi? Marcia Cordell'in onun ismini verdiğini mi düşünmüştü? Dennis, diziyle bastırarak Hope'u yere bastırdı, elinden silahını aldı. Aynı anda Hope'un zihninde, beklenmedik ve çok güçlü bir kelime belirdi. Emma. ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GlDEON silah sesini duyduğunda beyaz eve giden yolu yarılamış, deli gibi koşuyordu. Silah sesini duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Hayattayken hiç tanımadığı, dokunmadığı ya da aldırmadığı insanların hayaletleriyle konuşmak zordu. Cinayet kurbanları tarafından ziyaret edilmek de yeterince zordu ama Gideon daha önce hiçbir arkadaşının ya da sevgilisini hayaletiyle konuşmamıştı. İki gündür Hope'la hiç mümkün olamayacağını düşündüğü kadar yakınlaşmışlardı. Hope onun kim olduğunu biliyordu, yine de gitmemişti. Muhtemelen onun çocuğunu taşıyordu. Gideon bunun sadece bir ihtimal olmadığını biliyordu aslında. Dante'nin hediyesi işe yaramıştı, Emma'yı yok sayması imkansızdı. Hope'un hayaletini görmek istemiyordu, onu kaybetmek için çok erkendi. Yoksa Emma'nın hayaletini de görecek miydi? Verandadan atlayıp kapıdan içeri daldı, silahı elindeydi. Evin arka tarafından boğuşma sesleri geldiğini duyunca hemen o tarafa yöneldi. Mutfağa girdiğinde Hope'la bir adamı boğuşurlarken gördü; Hope altta, adam üstteydi. Hope'un da silahı adamın elindeydi, adam nişan almaya uğraşıyordu. Gideon da ateş etmeye hazırlandı ama Hope'u vurmaya korkuyordu. Tam ileri atılıp Floyd'u etkisiz hale getirmeye çalışacaktı ki Hope son derece becerikli bir manevrayla Floyd'un altından kurtulup dirseğini burnuna indirmeyi başardı. Dennis inleyerek sırt üstü düştü, silahı elinden bırakmıştı, ağzı yüzü kan içindeydi. Hope nefes nefese hemen doğruldu, dizini Floyd'un göğsüne dayayarak onu yere bastırdı. Sonra başını kaldırıp Gideon'a baktı. Kesik kesik nefes aldığı için göğsü inip kalkıyordu, her zaman düzgün duran saçları dağılmış, gözlerinde kızgın ve güçlü bir bakış vardı, aynı zamanda korkmuş görünüyordu. Bu sırada şerif de arabasını evin önüne park etmiş, koşturarak mutfağa geliyordu. Gideon bakışlarını Hope'un yüzünden alamadı, kalbi hala yerinden fırlayacakmış gibi hızlı atıyordu. Neredeyse hem Hope'u hem de Emma'yı kaybediyordu. Neredeyse ikisini de toprağa vermek üzereydi. Neredeyse Hope'a evlenme teklif edip bir daha asla gözünün önünden ayrılmamasını söylüyordu ki münasebetsiz şerif mutfağa daldı. Hope ayağa kalkınca, Gideon Dennis'le ilgilendi hemen. Ufak tefek adamı çekiştirerek ayağa kaldırdı, duvara yasladı. Yavaş ol! Burnuma dikkat et, dedi diğeri. Burnumu kırdı. Gideon, Dennis'e haklarını okuyabilmek için öfkesini kontrol altına almaya çalıştı. Şerife de daha sonra işlemi tekrarlamasını söyledi. Dennis'i o anda bir şeyle suçlayamıyorlardı ama yine de Gideon bu küçük canavarın yasal bir boşluktan yararlanıp kaçmasını istemiyordu. Alçak sesle, Ne yaptığını biliyorum, dedi Dennis'e. Ben... Ben bir şey yapmadım.

Sen umurumda bile değilsin seni küçük pislik. Gideon, Dennis'i biraz daha duvara bastırdı. Nasılsa ben gittikten sonra şerif seninle ilgilenir. Ben Tabby'yi istiyorum. Dennis hemen cevap vermedi, bir iki kez yutkundu. Tabby diye birini tanımıyorum. Berbat bir yalancıydı. İyi, konuşma o zaman. Tabby benim buraya geldiğimi öğrenince -ki mutlaka öğrenecektir-, seni ziyarete geleceğini tahmin ederim. Onun nasıl iş çıkardığını gördün, bu yüzden seninle de nasıl ilgileneceğini tahmin edebilirsin. Gideon, iyice Dennis'in kulağına yaklaşıp fısıltıyla, Bıçağını ne kadar seviyor, öyle değil mi? dedi. Daha önce de silah yerine bıçağı tercih eden katiller gördüm ama bıçak kullanmaktan Tabby kadar hoşlanan birini görmemiştim. Senden nasıl bir hatıra alacağını merak ediyorum küçük adam. Sence hangi uzvunu alacaktır? Dennis çabucak, Onu ilk kez o gün gördüm, dedi. Benzin is-tasyonundaydım, hem benzin almak hem de soğuk bir şeyler içmek için uğramıştım. Birden o kadın ortaya çıktı, yanıma gelip, ne düşündüğümü bildiğini söyledi. Aslında bir şey düşünmüyordum, düşünceleri o yerleştirdi kafama. Gideon, Hem de kötü düşünceler, diyerek biraz geri çekildi. Dennis başıyla onayladı. Doğru, Bayan Cordell'in çok kibirli insan olduğunu düşünüyordum aslında... Böylece ona haddini bildirmek istedin, öyle mi? Gideon, Dennis'i tekrar duvara yasladı. Ona kimin patron olduğunu gösterecektin, öyle değil mi? Dennis başını sallamak istedi ama Gideon'un kolu boğazınday-ken bunu yapması zordu. Gideon bu adamı elleriyle öldürmek istiyordu, bunu yapabilirdi. Hope ve şerif izlerken bu aşağılık tipin boynunu kırabilir ya da daha iyisi, onu küle çevirebilirdi. Tek yapması gereken, öfkesini bir elektrik akımına çevirmekti. O güne kadar hep yeteneklerini ve gücünü başkalarından saklayarak yaşamıştı. Bu yüzden Tabby'yi yakalayabilecekken elinden kaçırmış, ya da yakaladığı katillerin cezasını kendi elleriyle vermemişti. Şimdiyse, az önce kıyısından döndüğü felaketin etkisiyle kalbi hala deli gibi atarken kendisini o kadar da temkinli hissetmiyordu. Gideon, Dennis'in vücuduna hafif bir elektrik akımı gönderdi. Ahh! Bu da ne? Gideon bir akım daha gönderince Dennis titremeye başladı. Gideon için o anda bu oksijen israfı adamı ortadan kaldırmak çocuk oyuncağıydı. Bunu Marcia Cordell için, Hope ve Emma için yapabilirdi ama yapmadı. Fikir çok cazipti ama Gideon öfkesini kontrol etti; öfkesinin onu, yakalamak için hayatını harcadığı katillerden birisine dönüştürmesine izin veremezdi. Dennis'i şerife ve adalet sistemine bırakacaktı. Eğer onlar hakkından gelemezse, dönüp kendisi ilgilenebilirdi. Tabby hakkında bildiklerini anlat bana, dedi sadece. Eve dönüş yolunda bir iki telefon görüşmesi dışında sessizlerdi. Hem o civarda telefonlar iyi çekmediği, hem de vücudundaki dengesiz elektrik yükü yüzünden Gideon telefonla doğru düzgün konu-şamıyordu. Nihayet, gerekli aramaları yapması için telefonu Hope'a uzattı. Charlie, Dennis'in tarifi üzerine Tabby'nin arabasını araştırıyordu. Henüz Tabby'nin soyadına ulaşamamışlardı ama arabası üzerinden öğrenebilirlerdi belki. Hope bir ihtimal hamile olabileceğini kabul etmeye başlamıştı. Öleceğini düşündüğü, kendi silahıyla vurulmak üzere olduğu anda bebeği, daha doğrusu muhtemel bebeği gerçekmiş gibi gelmişti ona. O anda, Emma'yı korumak için her şeyi yapabileceğini hissetmişti. Tokat gibi inmişti bu his üzerine. Hope Malory'de annelik hissinin zerresi yoktu hani? Teyze olmaktan

memnundu, yeğenlerini görüp onlarla vakit geçirmek hoşuna gidiyordu ama kendisinin anne olması... Hope o güne kadar böyle bir şeyin mümkün olmayacağını düşünürdü ama belki de yanılıyordu. Gideon'un evine vardıklarında hava kararmıştı. Tabby'nin arabasıyla ilgili olarak Charlie'den bir haber çıkmamıştı. Gideon arabayı park ettikten sonra garaj kapısını kapadı ama Mustang'ten hemen inmedi. Ellerini direksiyona koyup durdu. Hope da inmemişti. Eşyalarımı toplayıp gitmemi ister misin? Annemin yanına gitmenin henüz iyi bir fikir olmadığını biliyorum ama yine de... Gideon vitesin üzerinden uzanıp Hope'u ensesinden kendisine doğru çekti, onu öptü. Hope'un gitmesini isteyen bir adamın öpüşü değildi bu. Aslında Hope onun kendisini ilk kez böyle öptüğünü hissediyordu; nazikçe ama tüm benliğiyle öpmüştü Gideon onu. Nihayet dudakları ayrıldı ama Gideon elini çekmedi. Marcia Cordell o iğrenç yaratığın ona yaptığı korkunç şeylerin hepsini anlattı bana. Önce nasıl öldüğü konusunda konuşmak istemiyordu ama anlatmaya başlayınca olduğu gibi içini döktü. Tüm o iğrenç ayrıntıları o tek tek anlattı, ben de dinledim. Nihayet dışarı çıktığımda ise şerif, 'Dedektif Malory aşağıdaki evde, Dennis Floyd'la görüşüyor' dedi. Gideon bu sırada şerifin taklidini de yapmıştı. Hope buna gülmekten kendini alamadı. Yine de yeterince hızlı koşamadım, diye ekledi Gideon. Bana bir şey olmadı. Bir iki sıyrık ve çok korkması dışında Hope iyiydi. Gideon, Bu defa olmadı, diyerek parmağıyla Hope'un yanağını okşadı. Ama yine olacak. Başka bir Dennis, başka bir boğuşma olacak, bir silah sesiyle aklım başımdan gidecek. Korunma tılsımları işe yarayacak, seni sınırda tutacak ve ben her seferinde sana yeni bir tane vereceğim. Ama bu tılsımlar kurşungeçirmez yelek değil, Dennis Floyd gibi adamların yok olmasını da sağlamıyorlar. Kahretsin Hope, keşke evde oturup kurabiye yapsan, ya da iskelede bebeklerle güneşlensen ve... Bebekler mi? diye sözünü kesti Hope. Birden fazla yani? Eğer evlenirsek sonra... Hope, Gideon'un çizdiği manzara karşısında hafifçe paniğe kapılmıştı. Hani bu korkunç dünya çocuklara göre değildi? Artık olanı geri alamayız. Emma'nın kardeşleri de olmalı. Bir dakika... Ben sana henüz evlenme teklif etmedim, öyle değil mi? Gideon, Hope'un yanağını okşamaya devam etti. Hope fısıldayarak, Hayır, dedi. Evlen benimle. Hope dudaklarını ıslattı. Bu bir sorudan çok emre benziyor. Gideon'un dudaklarından boğuk bir inilti döküldü. Hope bunun Gideon için kolay olmadığını biliyordu ama onun içinde kolay değildi. Gideon evlenmekten ve çocuklardan, bir hayatı birlikte geçirmekten söz ediyordu ama Hope onu tanıyalı daha bir hafta bile olmamıştı. Peki, dedi Gideon. İstediğin gibi olsun. Benimle evlenir misin? Bunu düşünmem için bana biraz zaman verebilir misin? Hope şaşırmış, heyecanlanmış ve tutulup kalmıştı. Tüm bunlar benim için çok hızlı ilerliyor. Hayır. Şu ana kadar benim ne kadar sabırsız olduğumu öğrenmiş olmalısın, cevabını hemen bekliyorum.

Hiç yuva kurmayı ya da çocuklarımın olmasını düşünmemiştim bugüne kadar, diyebildi Hope. O halde düşün. Eğer gerçekten de Gideon'un söylediği gibi bir Raintree olacaksa gerçekten de geleceğe dair planlarını gözden geçirmeliydi. Gideon ona daha da yaklaştı. Hope'un ensesindeki eli sıcak ve güven vericiydi ama Hope onun daha birkaç saat önce dehşetle kaçmaya çalıştığı hayat şeklini hemen kabullendiğinin de farkındaydı. Eğer gerçekten evet diyecek olsam yüreğine iner. Eğer gerçekten evet dersen seninle şuracıkta sevişirim. Arabada? Evet. Bu koltuklarda? Gideon mırıldanarak onayladı. Hope kollarını Gideon'un boynuna doladı, dudaklarıyla hafifçe dudaklarına dokundu. Bunu bir görmem gerek. Gideon, Hope'un boynunu okşarken, Sanırım bir şeyi kırdım, deyince Hope gülmeye başladı. Gideon onun gülmesine bayılıyordu. Burada sevişmek senin fikrindi, benim değil. Böylesi daha iyi. Böylesi dediği yatağında, kadınıyla, çıplak olmaktı. Yumuşaklık ve tutkuydu; şefkat ve cüretti... Kıvranmak ve nefesinin kesilmesiydi... Hope'a dokunduğu anda inlemesiydi... Hope'un ona dokunması, onu arzulamasıydı... Gideon, Hope'un bacaklarını aralayarak içine girdi. Hope, Bir şey kırılmış gibi durmuyor, diye mırıldandı. Gideon, Hope'un hamile olduğundan emindi, bu yüzden artık kondom kullanmıyordu. Ne arabada, ne de yatakta kullanmamıştı, ikisi de, yürekleri, ruhları ve vücutlarıyla çırılçıplaktı, birlikteydi. Hope onun ortağı olmak istemişti. Artık Gideon'un pek çok bakımdan ortağıydı. Gideon bunları yaşayacağını daha önce düşünemezdi bile. Emma, hayatı boyunca onun yanında olacağını söylemişti ona, belki aynı şey Hope için de geçerliydi. Acaba bu yüzden mi Hope'a karşı böyle güçlü bir çekim hissediyordu? Bu yüzden mi Hope'u hiç yabancılamıyor ya da yadırgamıyordu? Doruğa birlikte çıkarlarken Hope, Gideon'u iyice kendisine çekti. Vücudunun son kasılmaları dindikten sonra kalçaları ritmik hareketlerini sürdürdü, bir yandan Gideon'a sımsıkı sarılmıştı. Seni seviyorum, dedi Gideon'a bitkin ve yorgun ama şefkat dolu bir sesle. Gideon cevap verecekken kendini tuttu. Hope'u sevebilirdi; onu koruyup bebeklerine çok iyi bakardı. Evet, Hope ona aitti ama bu yine de Gideon'un hemen teslim olacağı anlamına gelmiyordu. Gideon artık aşkın anlamını bildiğinden bile emin değildi, sadece o an yaşadığının doğru olduğunu biliyordu. Bu yeterliydi. 0 an için fazlasına ihtiyacı yoktu. Hope'a verebileceği uygun bir karşılık ararken birden kulaklarında bir çocuk kahkahası çınladı. Bir kız çocuğu çok tatlı bir kahkaha attıktan sonra derin bir nefes aldı ve yumuşak bir sesle, Sana söylemiştim baba, dedi. Hope bunu duyduysa bile tepki vermemişti. Gideon'un öfkelenmesi ya da en azından şaşırması gerekirdi ama ikisi de olmadı. Sanırım kızımız ikimizi de oyuna getirdi, diyerek Hope'un yüzünden saçları uzaklaştırdı. Hope gözlerini açtı. Nasıl?

Dün gece hamile kalmadın, dedi Gideon. Daha bunu söylerken Emma'yı affetmişti bile. Belki de hala Hope'un içinde, kendisini tatmin olmuş ve mutlu hissettiği içindi. Nasıl yani, hamile kalmadım mı? Hayır. Şimdi hamile kaldın. Tam şu anda. Yani yakında. Döllenmenin gerçekleşmesi biraz daha... Hope parmaklarını Gideon'un saçlarından geçirerek onu kendisine çekti, uzun uzun öptü. Belli ki o da kızmamıştı hiç. Döllenmenin nasıl olduğunu biliyorum Raintree. Benimle hala evlenmek istiyor musun peki? Hope bir an tereddüt etmeden cevapladı. Evet, istiyorum. Beni hala seviyor musun? Gideon bu soruyu yüksek sesle soramadı. Onun da Hope'u sevdiğini söylemesi gerekirdi belki ama o bunu hissetmiyordu. Bunu hissettiğinde söyleyecekti. Hope onun saçlarını okşayıp bir bacağını onun bacağının üzerine attı, ayağını Gideon'un bacağında gezdirdi. Gideon doğrulup ona baktı. Bu işi yürütelim istiyorum. Hope gözlerini sımsıkı kapatıp ona sarıldı. Yürütelim o zaman. Lütfen. Söylenecek fazla bir şey yoktu, öylece koyun koyuna birlikte yattılar. Gideon çok ender olarak böyle bir huzur hissederdi. Bugün söylediğin şey, dedi Hope. Biraz çekinerek konuşuyordu sanki. Onu düşünüyordum. Ne söylemiştim? Canavarlar hakkında. Evet... Gideon onlardan konuşmak istemiyordu o anda. Eğer dünyada canavarlar varsa... Olduğunu biliyorsun, diyerek Hope'un sözünü kesti Gideon. Hope, Eğer varsa, diye tekrarladı. Gideon eğilip onu boynundan öptü. Annem hep bir dengeden söz eder. Doğanın, kadınla erkeğin, hatta iyilik ve kötülüğün bile bir dengesi olduğunu söyler. Bunu da diğerleri gibi reddederdim ama şimdi anlamaya başlıyorum. Sen de canavarlardan söz edince, düşündüm de... Eğer iyilik pes ederse biz nerede olacağız? İyilik nedir? Şensin, dedi Hope tereddütsüz. Biziz. Emma. Sevgi. Bunun için mücadele etmeye değer. Bir canavarla savaşmaya değer. Gideon vazifesi olduğu, kaderinden kaçamadığı için canavarlarla savaşıyordu. Ailesinin de bu savaşta yer almasını istemiyordu ama anlaşılan onlara sahip olabilmek için bu bedeli göze almak zorundaydı. Tabby kiraladığı dairenin mutfak tezgahındaki bomba düzeneğini dikkatle inceledi. Normalde bombalardan nefret ederdi. Hem bombaların ne yapacağı belli olmazdı hem de Tabby kurbanlarının korkularından beslenecek kadar onlara yaklaşamazdı. Bir anda ölüp gidiyorlardı, Tabby ne onların gücünü alabiliyor, ne de kendisine hatıra parça ayırabiliyordu. Ne yazık ki fazla bir seçeneği yoktu, zamanı iyice daralmıştı. Bu defa ıskalayamazdı. Echo'yu kaçırsa da Gideon'u kaçırmayı göze alamazdı, Cael'in verdiği görevin en önemli kısmıydı o. Dranir'in halefiydi, hanedan ailesindendi. Çok güçlü bir Raintree'ydi, mutlaka öldürülmesi gerekiyordu. Echo'yu nasılsa daha sonra da öldürebilirdi.

Bu bomba Raintree'yi öldürmeyecek ama onu açığa çekecekti. Tabby de orada onu bekliyor olacaktı. Echo'yu öldüremediği için Cael onun görevi başarıyla tamamla-yamadığını düşünüyor olabilirdi. Eğer başka birisi söz konusu olsaydı Tabby ondan kolaylıkla kaçabilirdi. Görünüşünü ve ismini değiştirir, çok uzaklara gidebilirdi. Ülkenin her yanında kendi isteklerine göre yönlendirebileceği sadist adamlar ve yokluklarını kimsenin fark etmeyeceği yalnız insanlar vardı. Tabby yönlendirme işini giderek daha ustalaşıyordu. Eğer Cael onu Echo'yla ilgili başarısızlığından dolayı öldürmezse çok daha eğlenceli maceralar yaşayabilirdi. Cael onun yakında yapmayı planladığı şeyden memnun kalırsa onu affederdi belki. Gideon Raintree'yi öldürdüğü sürece sorun yoktu. Hope, uyandığında kendisini Gideon'un yatağında yalnız bulunca ilk önce hepsinin rüya olduğunu düşündü. Emma, Dennis, Gideon'a seni seviyorum demesi... Hiçbiri gerçek olamazdı. Sonra yaşadıklarının rüya olmadığını anladı. Perdeler açık olduğuna göre Gideon ya iskelede ya da sahildeydi. Sabah olduğuna göre herhangi bir ışık gösterisi izleyemeyeceğini düşündü. Banyoya gidip dişlerini fırçaladı, üzerine Gideon'un eski tişörtlerinden birini geçirdi. Tişört neredeyse dizlerine kadar iniyordu. Gideon çoktan kahve yapmış, biraz içmişti bile. Hope da kendisine bir fincan kahve alıp iskelede ona katıldı. Erken bir saat olmasına rağmen deniz kenarında yürüyüş yapıp ayaklarını yumuşak dalgalarla ıslatan birkaç kişi vardı. Gideon iskelenin korkuluğuna yaslanmış, ondan enerji alırmış gibi okyanusu izliyordu. Belki gerçekten de alıyordu. Hope, aşık olduğu bu adam hakkında o kadar az şey biliyordu ki. Gece sevişmiş gülüşmüşlerdi ama sabah Gideon yine çok ciddi ve mesafeliydi. Yüzü kaya gibi sert ve haşin görünüyordu. Hope bu sert görünümün altındaki kalbi tanıyordu. Bazen sertti, bazen affetmesi mümkün olmuyordu ama yine de kimse Gideon'un kalpsiz olduğunu söyleyemezdi. Hope onun yanında korkuluğa yaslandı. Neyin var? Gideon lafı hiç dolaştırmadı. İşi bırakmanı istiyorum ama bırakacağını sanmıyorum. Haklısın, dedi Hope. En azından yakın zamanda bırakmayı düşünmüyorum. Tüm bunlara alışmak için zamana ihtiyacım var, her şey çok hızlı gelişti. Hızlı gelişti demek az olur. Hope başını Gideon'un koluna bıraktı, okyanusa doğru baktı. Ben bir polisim Gideon, tıpkı senin gibi. Bebeklerim olsun, örgü öreyim, kurabiye yapayım; sen dışarıda çalışırken seni evde bekleyeyim diyecek birisi değilim. Polislerin de herkes gibi çocukları oluyor. Bunu yürütebiliriz. Benim dikkatimi dağıtacaksın. Bununla başa çıkmayı öğreneceksin. İkimize de fazlasıyla yetecek kadar param varken neden bununla başa çıkmayı öğreneyim ki? Eğer bu para meselesi olsaydı senin de çalışmıyor olman gerekirdi. Sadece maaş için çalışmıyoruz biz. Gideon bir süre sustu. Sonra, Diğer polisler gibi olduğunu düşünüyorsun, biliyorum, dedi. Ama değilsin. Sen benimsin ve seni kaybetmek istemiyorum.

Dayanıklıyımdır. Kırılgansın. Değilim, diye itiraz etti Hope. Değerli şeyler kırılgandır. Gideon'un onun için değerli demesi Hope'un içini titretmişti, hemen cevap veremedi. Gideon'un birisi için böyle bir şey söyleyeceğini düşünemiyordu bile. Gideon onun dikkatini konudan uzaklaştırmak istermiş gibi, Başlangıçta sadece başka bir yere transfer olmayı isteyesin diye seninle birlikte olmuştum, dedi. Biliyorum. Hope'un sesinde bir hınç yoktu. Çıtayı çok aştık Moonbeam. Artık benim ortağım olamazsın, ben de seni bir başkasına emanet edemem. Hope kahvesinden bir yudum aldı. Bugün tartışmayalım. Gideon'un yüzündeki ifade biraz olsun yumuşadı. Kızdığımda beni tatlı bulduğunu sanıyordum. Hope güldü. Öyle oluyorsun ama yine de bugün seninle kavga etmek istemiyorum. Neden? Hope sadece doğruyu söyleyebilirdi. Şu anda kendimi harika hissediyorum ve bunun bozulmasını istemiyorum. Gideon kolunu onun beline sardı. Bir Raintree bebeği dünyaya getirince bazı yetenekler kazanırsın. Daha hızlı iyileşeceksin, daha uzun yaşayacaksın, daha sağlıklı olacaksın. Hem senin hem de çocuklarımızın korunma tılsımları olacak. Yine de sîzleri her zaman güvende olacağınız bir yerde tutacağım. Kimsenin ne sana ne de Emma'ya zarar veremeyeceği bir yerde. Burası tam olarak neresidir Gideon? Gideon cevap vermedi çünkü bu sorunun cevabı yoktu, tıpkı böyle bir yerin olmaması gibi. Ayrıca, sana Frank Stiles konusunda yardım etmeliyim. Bilmek başka, kanıt sunmak başka. Gideon da konuyu işe getirmeye hevesli görünüyordu. Herhangi bir kanıt yok. Johnny Ray Black'i öldürdükten sonra evi tamamen yakmış, hiçbir şey bulunamadı. Öyleyse bir itirafa ya da tanığa ihtiyacımız var. Ne itiraf alabildim ne de bir tanık bulabildim. Hope gülümsedi. Henüz bana bir şans vermedin. İtiraf ettirmekte üzerime yoktur. Gideon gülümser gibi oldu. Hiç şüphem yok. Hope okyanusa baktı. Okyanusun güzelliği ona da güç veriyordu sanki, yepyeni bir tazeliğin tenini geçerek vücuduna nüfuz ettiğini hissediyordu. Nasıl oluyor da burada kendisini böyle rahat edebiliyordu? Ev ya da okyanus kıyısı değildi rahat ettiği yer; Gideon Raintree'nin yanında olduğu için rahattı. Bu çok rahatlatıcı olduğu kadar ürkütücü de bir duyguydu, annelikle birlikte onu bekleyen tüm yeni hayat gibi. ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Cumartesi, öğleden sonra TABBY'nin dört ay önce kullandığı araçla ilgili fazla bir bilgi bulamamışlardı. Gideon, Charlie'yi bu işle uğraşması için bırakmış, Lily Clark'ın öldürüldüğü otel odasına gelmişti. Oda mühürlü durumdaydı, cinayetten sonra içeri sadece olay yeri inceleme ekipleri girmişti. Lily'nin ruhu odanın bir köşesinde öfkeli ve güçlü bir şekilde duruyordu.

Hope herhangi bir doğaüstü yeteneği olmasa da orada kalmak istediğini söylemişti. Biraz geride durmuş, o ılık havada ürperiyor-muş gibi kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Mekandaki öfkeyi ve hüznü sezebiliyor, odaya sinmiş şiddeti hissediyordu. Onu yakalayacağını söylemiştin, dedi Lily öfkeyle. Gideon yumuşak bir sesle, Çalışıyorum, dedi. Hope, Gideon'un birkaç adım gerisinde durmuş, onu dinliyordu. Bir şeyler saklamak zorunda olmadan böyle rahat çalışmak Gideon'un hoşuna gitmişti doğrusu. Ortağını odadan uzaklaştırmak için bahane uydurmaya çalışmadan ya da kendi kendine konuşuyormuş gibi yapmadan çalışmak çok hoştu. Tabby bu odada uzun süre kalmış, dedi Hope nazikçe. Onun Lily Clark'ı öldürdüğünü biliyoruz ama kanıta ihtiyacımız var. Mutlaka geride bıraktığı bir şey olmalı. Gideon yatağın diğer ucuna doğru yürürken, Çok dikkatli davranmış, dedi. Sherry Bishop cinayetinde saç telini bulmuştuk. Marcia Cor-dell'de bir tanık var, yaklaşıyoruz demektir. Burada da bir şeyler olmalı. Hope odada dolaşmaya başladı. Olay yeri inceleme ekipleri sadece günlerdir hatta haftalardır birikmiş tozdan ve kumaş havından başka bir şey bulamadı. Şehrin en temiz oteli sayılmaz burası. Yine de Tabby mutlaka bir yere dokunmuş olmalı, sonradan silmeyi unuttuğu bir şey vardır kesinlikle. Lily yavaşça, Ben öldükten sonra duş almıştı, dedi. Öfkesi yatışmaya başlıyordu. Duş almak zorundaydı çünkü kanım her yerine bulaşmıştı; yüzüne, saçına, giysilerine... Sanırım bu onun hoşuna gitmişti. O kanlı giysileri ne yaptı? diye sordu Gideon. Bilmiyorum. Gideon, Hope'a başıyla işaret etti. Bugün cep telefonumu kullanamam. Ertesi gün yaz gün dönümüydü ve bu yüzden Gideon'un elektrik atakları her zamankinden daha sıktı. Charlie'yi ara, olay yeri inceleme ekibini banyodaki giderden numune almaları için göndersin, hemen. Hope telefonunu eline alıp Charlie'yi ararken Gideon, Lily Clark'ın fazla net hayaletine yaklaştı. O giysileri bizim için bulabilirsin, dedi. Senin kanın, bir parçan o kıyafetlerde. Eğer dikkatini yoğunlaştırabilirsen nerede olduklarını bulabilirsin. O kıyafetler bizi katiline ulaştıracağından emin değilim ama yine bu ihtimali göz ardı edemeyiz. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum, dedi hayalet. Şu anda denersen çok fazla şey görebilirsin. O geceyi düşün. Daha sonra neler olduğunu hatırla. Tabby'nin kapıdan çıkıp gittiğini görmüştün. Lily, Evet, diye fısıldadı. Ona bağırdım ama beni duymadı. Onu durdurmaya çalıştım ama bir şey yapamadım. Kıyafetleri yanına mı almıştı. Yanında bir çanta ya da poşet gibi bir şey... En sevdiğim elbisemi giymişti, dedi Clark. Buna şimdi bambaşka bir gözle bakıyordu. Ne mide varmış. Peki seni öldürürken giydiği kıyafetlere ne oldu? Onları giderken götürdü mü? Lily başını yana eğdi, o geceyi hatırlamaya çalıştı. Aslında o geceyi tamamen unutmak istediğine hiç kuşku yoktu ama ancak bu mesele tamamen kapanırsa yoluna devam edebilirdi. Kimse bu kadar acı anıları sonsuza kadar taşıyamazdı. Hayır, dedi düşünceli bir şekilde. Yanında sadece çantası vardı. Bıçağı yıkayıp geceliklerimden birine sardıktan sonra çantasına koymuştu, kıyafetlerine yer kalmamıştı. O bıçağı çok seviyordu, canlıymış gibi dokunuyordu. Gideon telefon görüşmesi yeni biten Hope'a döndü. Kıyafetler burada bir yerlerde.

Oda didik didik arandı. Gideon banyoya girdi. Lily, Tabby kanlı kıyafetleri banyodan çıkardı mı? Duştan sonra kıyafetleri geri getirdi mi? Hayalet başını iki yana sallayınca Gideon kafasını kaldırıp banyo tavanındaki kaplamalara baktı. Gideon'un banyo tavan kaplamasının arasında bulduğu kıyafetler ve havlulardan bir ipucu elde edilmesi birkaç gün vakit alacaktı ama yine de bir ilerleme sayılabilirdi bu. Elbette Tabby'nin tam adını ve adresini kıyafetlerine işlemesini beklemiyorlardı ama ellerinde DNA gibi somut bir bilgi vardı atık. Tabby'yi gözaltına alabildikleri anda olay çözülecekti. Dennis Floyd'un tarif ettiği arabadan bir sonuca ulaşamamışlardı. Floyd, Hale County hapishanesindeydi, Tabby'nin onu bulacağından hala ödü patlıyordu. Tabitha ya da Catherine benzerliklerinden de bir yere varamamışlardı. Floyd'un tarifine uyan arabaya sahip olan tüm kadınları araştırmaya başlayacaklardı ama bu da çok uzun bir listeydi. Hope bu kadar zamanları olduğunu hiç sanmıyordu. Gideon, Mustang'iyle Gümüş Kadeh'in önüne yanaştı. Hope eğilip onu öptükten sonra, Yedide burada olmaya çalış, diyerek gülümsedi. Sunny benden çok daha iyi bir aşçıdır, iyi yemek buldun mu kaçırmayacaksın. Tatlılarımızı yerken mi verelim haberi? Henüz erken. Hope, Pazartesi tanıştığı bu adamla evlenmeye karar verdiğini annesine nasıl haber vereceğini bilemiyordu. Emma için herhangi bir mantıklı açıklaması zaten yoktu. Hoş, annesinin de mantıkla ilgisi yoktu ya. Gideon başını eğerek onayladı, rahatlamış görünüyordu aslında. O da açıklama yapmaya hazır değildi henüz demek ki. Yedi gibi gelirim. Gidip Charlie'ye kayıp aracı araştırmasında yardım edecekti. Henüz ara veremezdi, dinlenemezdi. Hope'un onunla yaşayacaksa alışması gereken bir şeydi bu. Benim de gelmemi istemediğimden emin misin? Bugün Cumartesi, ablan evine dönmeden onunla biraz vakit geçirsen iyi olur. Evet, ortak da olsak göbeklerimiz bağlı değil. Öyleyse Gideon'un onsuz gitmesinden neden hiç hoşlanmıyordu? Tabby birkaç gündür sessizdi. Gideon'u bıçakladıktan sonra şehirden ayrılmış olması muhtemel hatta mümkündü. Eğer birazcık aklı varsa o akşam kaçmış olması gerekirdi zaten. Gideon da Hope da görmüşlerdi onu. Hope, Tabby'nin mantıklı düşünebileceğini sanmıyordu ama yine de belli olmazdı. Tabby ortalarda bile olsa Raintree başının çaresine bakabilirdi. Kendisi de koruyabilirdi kendisini, ikisinin de korunma tılsımları ve ortalamanın üstünde sezgileri vardı. Hope'un bakışları yolun karşısındaki binaya takıldı. Hala oradalar, dedi Gideon. Ne kadar kalacaklar? Biz Tabby'yi yakalayana ya da onun suçsuz olduğunu gösteren bir kanıt çıkana kadar. Onu yakalamayı tercih ederim. Ben de öyle. Gideon, Hope'u yeniden öptükten sonra Hope Mustang'den indi. Gümüş Kase'de, her Cumartesi öğleden sonra olduğu gibi epey müşteri vardı. Turistler ve diğerleri hediyelik eşyaları incelerlerken arka odada seminer gibi bir şey sürüyordu.

Meditasyon, titreşimsel iyileşme gibi, Hope'un o güne kadar saçmalık dediği şeylerden söz ediliyordu. Hope o gün annesinin dükkanındaki insanlara ilk kez farklı bir gözle baktı. Belki de bu insanlar onun bilmediği farklı şeyler biliyorlardı. Belki onun hiç göremediği şeyleri görüp onlara dokunuyorlardı, tıpkı Gideon gibi. Hayatının alt üst olması o kadar da korkutucu gelmiyordu artık Hope'a. Aslında bu düşünceyi giderek daha da rahatlatıcı buluyordu. Tabby büyük sırt çantasını omuzundan indirip, bir kitap rafının arkasında kalacak şekilde, tezgahlardan birinin altına bıraktı. Dükkanın bu köşesinde çok ıvır zıvır vardı ve o anda fazla kalabalık değildi. Normalde bu dükkanda bir saniye bile fazladan kalmazdı. Buradaki insanlar çevrelerine pozitif enerji yayıyorlardı, çoğu sakin ve huzurluydu. Tabby onlardan herhangi bir güç alamazdı. Dükkanda bulunmak hoşuna gitmediği gibi onu rahatsız ediyordu. Yine de dükkana hızlıca girip bombayı bırakıp çıkamayacağına göre biraz vakit geçirmesi gerekmişti. Kapının açıldığını haber veren çan sesini duyunca kafasını çevirip kapıya baktı. İçeri Hope'un girdiğini görünce kendi kendine gülümsedi, bu sürpriz hoş olmuştu. Kadın polis onu nehir kıyısında kovalamıştı ama Tabby onun kendisini tanıyabileceğini sanmıyordu. Bugün kısa, siyah bir peruk takmış, vücut hatlarını gizleyen bol bir elbise giymişti. Boyunun uzunluğunu gizlemek için biraz eğildi. Polis onu fark etse bile tanıdık bir şey göremezdi. Hem bir şeyden şüpheleniyor gibi bir hali yoktu kadın polisin, tam tersine çok mutlu görünüyordu. Tabby, mutluluğu da korku ve dehşeti hissettiği gibi hisseder ama ondan ne hoşlanır ne de beslenebilirdi. Bu kez, bu mutluluğun uzun sürmeyeceğini düşünmek keyiflendirmişti onu. Büyük sırt çantasını dükkanda bırakarak dışarı çıktı. Bilgisayarın yakınına gelerek yardımcı olmaya çalışmak Gideon için çok zordu ama yine de deniyordu. Charlie'nin bastığı araç kayıtlarına baktı, gözleri artık seçememeye başlayana dek ehliyetlerdeki fotoğrafları inceledi. Tabby'nin ismi gerçekten Tabby olmayabilirdi bile. Araba bir başka eyalette çalınmış, plakası değiştirilmiş ve şimdiye dek çoktan parçalanmış ya da yakılmış da olabilirdi. Her durumda, bir sonuca varamamıştı. Charlie'ye teşekkür ettikten ve bir gün evinde takılacaklarına söz verdikten sora oturup Tabby'nin işi olan ya da olmayan diğer cinayet dosyalarını incelemeye koyuldu. Bazı vakalar hemen çözülebili-yordu. Katiller genellikle suçlu profilinin en zeki bireyleri olmadığı için mutlaka geride delil bırakıyorlardı. Tabby ise bu konuda gerçek bir istisnaydı. Kapı kollarını silmiş, her yeri temizlemiş, geride iz bırakmamıştı. Ellerinde Dennis Floyd, otelde buldukları kanlı kıyafetler ve bir iki tel saç dışında başka bir şey yoktu. Bunlar tek başlarına bir işe yaramazlardı. Ancak Tabby'yi ele geçirmeleri durumunda bu kanıtlarla onu hayatının sonuna kadar hapse tıkabilirlerdi. Gideon'un cep telefonu çaldı. Çevrede bakacak kimse olmadığı için telefonu eline aldı. Numaranın Charlotte'nun alan kodunu taşıdığını görünce arayanın Echo olduğunu tahmin etti. Herhalde ortalığın güvenli olup olmadığını sorup, artık dönmek istediğini söyleyecek, Gideon'un olumsuz cevabı üzerine de küplere binecekti kuzeni. Telefonda o kadar fazla parazit vardı ki Gideon, Echo'nun söylediklerini zor duyuyordu. Echo'nun paniğe kapıldığı anlaşılıyordu, Gideon sadece rüya sözcüğünü anlayabildi. Echo'ya onu ofisindeki sabit hattan aramasını söyleyerek telefonu kapattı. Echo yine bir rüya görmüş

ve paniğe kapılmıştı demek ki. Gideon daha önce de bu rahatsız edici rüyalardan sonra defalarca yatıştırmıştı onu. Kuzeni için üzülmeden edemezdi. Kendisi hiç olmazsa yetenekleriyle bir şeyler yapabiliyordu. Çoğu zaman yetersiz kalıyordu ama yine de bir şeyleri değiştirebildiği zamanlar oluyordu. Echo ise kendisini ifşa etmeden insanlara yardım edemezdi. Raintreeler ise yeteneklerini asla açıklayamazlardı. Ayrıca, felaketler çok kısa süre önce haber verilirse nasıl önlenebilirdi ki? Çoğu zaman en fazla birkaç dakika önce haber verebiliyordu Echo, çok ender olarak da bir saat civarı olabiliyordu uyarı süresi. Eğer yeteneğinde ustalaşmak için çalışsa çok daha iyi sonuçlar alabilirdi belki ama Echo kesinlikle bunu istemiyordu. Emma'nın da yetenekleri böyle üzücü şeyler yaşamasına sebep olsaydı, kızının ustalaşmasını ister miydi? Masasındaki telefon çalınca hemen açtı Gideon. Raintree. Echo hemen, Biraz kestirmiştim, diye lafa girdi. Kanepede içim geçmiş işte, derken bir rüya gördüm. Bu rüyaya hiç anlam veremedim Gideon, diğerlerine benzemiyor. Gideon sakin bir sesle, Anlat bakalım, dedi. Bir patlama vardı. Neresi olduğunu göremedim ama insanlar vardı. Echo'nun sesi titriyordu. Bir sürü insan vardı. Bombadan haberleri yoktu. Gülüp eğlenirlerken bir anda... Her yer kan içinde kaldı, yangın çıktı, insanlar haykırıp bağrışıyordu... Birilerine yardım etmek için çoktan geç kalmış olabilirlerdi ama Gideon yine de şansını deneyecekti. Sakin ol ve hatırlamaya çalış. Rüyanda, patlamanın nerede olacağına dair bir ipucu olabilir. Derin bir nefes alıp oraya git Echo, yapabilirsin bunu. Echo bunu istese de istemese de yapabilirdi. Echo'nun derin bir nefes aldığını duydu. Bu çok saçma, dedi biraz sonra biraz daha sakin bir sesle. Sadece insanlar yoktu Gideon. Yani, pek çok insan vardı, paramparça oldular hep. Ama bunların yanı sıra güneş havaya uçtu, gökyüzünde parlak bir gökkuşağı belirip yok oldu, ardından ay milyonlarca ufak parçaya ayrıldı... Bunun anlamını biliyorum! Gideon ahizeyi yerine bırakıp yeniden kaldırdı, hemen Gümüş Kase'nin numarasını çevirdi. Normalde yolda koşarken arardı ama cep telefonuyla konuşması imkansızdı. Telefonun kesilmesi riskini de göze alamazdı, Hope durumu anlayamazdı. Telefonu RainboW açınca Gideon'un kalbi yeniden normal atmaya başladı. Çok geç değildi henüz. Benim, Gideon. Hope'la konuşmam gerek. RainboW Malory kaygısızca, Hope buralarda bir yerdeydi, diye cevap verdi. Şurada yeni tasarımlara... Durum çok acil, diye araya girdi Gideon. Herkesi dükkandan çıkarmanı istiyorum. Ama... Hemen. Bunu yapmaktan nefret ediyordu ama başka seçeneği yoktu. Dükkanında bir bomba var. Sonra telefonu kapatıp ofisten fırladı. Yapması gereken bir iki telefon görüşmesi vardı ama diğerlerini konuşma kesilse de kesilmese de yolda arayacaktı. Tabby, Gümüş Kase'nin karşısındaki kafede, pencere kenarında bir masaya oturmuş, dışarıyı izliyordu. İnsanların panikle Gümüş Kase'den çıktıklarını görünce bir küfür savurdu. Dükkandan çıkanların korkmuş ve şaşırmış olduğu anlaşılıyordu. Tabby bunu hissediyordu. Birisi bombayı bulmuş olmalıydı.

Yine de her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu bu, Gideon Raintree mutlaka gelecekti buraya. Bu sırada ortalık biraz karışmış olacaktı ama Tabby için sakıncası yoktu. İnsanların paniğe kapılıp korkması onu her zaman mutlu ederdi. Dükkandan çıkan insanlara dikkatle baktı, o kadın polisi bekliyordu asıl. Artık fazla kimse kalmamıştı ama kadın aralarında yoktu. Tabby itfaiye ve ambulans sirenlerini duydu. Gideon Raintree de acil durum araçlarının hemen arkasından geliyor olmalıydı, onlardan erken bile gelebilirdi. Tabby geniş elbisesinin koca cebinden para çıkartıp hiç bakmadan masanın üstüne bıraktı, bir kahve için fazlasıyla cömertti. Sonra masayı kendisine siper ederek bacağındaki deri muhafazadan bıçağını alıp cebine koydu. Aslında buna ihtiyacı yoktu. Bıçağıyla çalışmayı ne kadar sevse de, karşıdaki binanın arka merdiven boşluğuna sakladığı daha etkili bir silahı vardı. Raintree'yle bir kez daha karşılaşmaya hazırdı. Ayağa kalktı, kararlı adımlarla dışarı çıktı. Bu sırada dükkanın sahibi olan kadının endişeli gözlerle etrafına bakındığını gördü, muhtemelen o da kızına bakınıyordu. Tabby gülümsedi, nihayet ikramiyesini kazanacaktı galiba. Hope sadece üstünü değiştirmek için odasına çıkmıştı ama yatak gözüne öyle güzel görünmüştü ki biraz kestirmek için yatağa uzanıvermişti. Günlerdir doğru düzgün uyumamıştı. Yatağının tanıdık yumuşaklığında hemen derin bir uykuya daldı, kemikleri çok uzun bir süredir olmadığı kadar ısınmıştı. Rüyasında Gideon'u, okyanus kıyısını ve harika bir gülüşü olan esmer, ufak bir kız gördü. İş stresinden ya da geleceğe dair belirsizliklerden uzak, güzel rüyalardı bunlar. Canavarlar değil, çeşit çeşit insan vardı. Değerli. Gideon onun değerli olduğunu düşünüyordu. O bunu dile getirmese de bunun adı aşktı. Bir kapının çarpıldığını duydu, güzelim rüyası bölünmüştü. Sonra Gideon'un sesini duydu, ona sesleniyordu. Sesi çok yüksekti, Hope biraz sonra sesin rüyasında olmadığını fark etti. O gözlerini açarken Gideon odaya daldı. Hope, Saat yedi oldu mu? diye sorarak doğrulup oturdu, kolunu tembelce başının üstüne kaldırıp gerindi. Gideon, Sanırım aşağıda bir bomba var, dedi hemen. Gidelim. Sonra Hope'un cevap vermesini beklemeden onu yataktan neredeyse sürükleyerek kaldırdı. Ayakkabılarımı giyeyim dur bir dakika, diye itiraz etti Hope. Vaktimiz yok. Gideon onu dükkana inen merdivenlere açılan kapıya sürükledi. Hope hala yarı uykuluydu, kendine gelememişti. Hem ayakkabılarıyla çantasını almak, hem de bir iki soru sormak istiyordu. Ne demek istiyorsun, sanırım bomba var da ne demek? Çok anlamsızdı bu. Bomba ya olur, ya olmazdı. Echo bir rüya görmüş. Gideon dişlerini sıkmıştı. Bombayı ne kadar çabuk buldunuz böyle. ikisi birden, mutfak kapısında onlara bakan kadınla göz göze geldiler. Kadının elinde yarı otomatik bir silah vardı, diğer elindeyse kısa, siyah bir peruk vardı, sarı uzun saçlarını sallayarak düzeltmeye çalışıyordu. Tabby bugün farklı bir şekilde silahlanmıştı ve kaçmaya niyetliymiş gibi durmuyordu. Gideon bir eliyle kapının kolunu tuttu, diğer eliyle Hope'un kolunu sıkı sıkı kavramıştı. Yavaşça onun önüne geçti.

Tabby çarpık bir gülümsemeyle, Gideon Raintree, dedi. Aslında planladığım şey bu değildi ama yine de hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemeyeceğim. Bomba imha ekibini görünce bozulmadım değil, çünkü sen gelmeden önce kız arkadaşınla biraz vakit geçirmeyi istiyordum ama bu da idare eder. Gideon, Hope'un kolunu bırakıp onu kenara itti, bu sırada silahını çekmişti. Hope'un silahıysa diğer odada, komodinin üzerinde kalmıştı. Burada silaha ihtiyacı olacağı hiç aklına gelmemişti ki Hope'un. O anda, Sherry Bishop ve Marcia Cordell'in Tabby evlerine girdiğinde tam olarak ne hissettiklerini anlamıştı. Tabby hedefinden gözünü ayırmamıştı. Gideon'un silahını çektiğini görünce gülümsemesi biraz silindi. Beni vurursan ikinci bombanın nerede olduğunu ve ne zaman patlayacağını asla öğrenemezON BEŞİNCİ BÖLÜM GlDEON, Hope'u kapıya doğru yönlendirmeye çalışırken, Ne istiyorsun? diye sordu. İki kadının arasına girmeye uğraşıyordu. Her şeyden önce senin ve kız arkadaşının o kapıdan uzak durmanızı istiyorum. O benim ortağım, kız arkadaşım değil, dedi Gideon. O anda kendisine yakın olmanın hiç iyi sonuçlanmayacağını tahmin edebiliyordu. Tabby hemen, Yalancı, dedi. Pencerenden okyanusun gelgit dalgaları nasıl görünüyorsa, ikinizin arasındaki bağ da öyle rahat görülüyor. Anlaşılan Tabby ikisini bir arada görmüştü. Nerede yaşadığını da biliyordu ki bu da rahatsız edici bir durumdu. Ona ihtiyacın yok, dedi Gideon. Bu sırada Tabby'ye doğru bir adım atmıştı. Neye ihtiyacım olduğuna sen karar veremezsin, diye atıldı Tabby. Eğer sevgilin ben izin vermeden olduğu yerden kıpırdarsa sadece onu vurmakla kalmam, sen de ikinci bombanın yerini ancak patladığında öğrenirsin. Gideon elinde silahıyla Tabby'ye doğru bir adım daha attı. Sana bir kez daha soruyorum. Ne istiyorsun? İkinizin de bugün ölmenizi ve Echo'yu istiyorum. O nerede? Echo'yu mu istiyorsun? diye sordu Gideon sakin bir sesle. Hepsi bu mu? ikinci bombanın yerini söylersen bu konuda anlaşabiliriz. Tabby elindeki silahla çok rahat görünüyordu, bu pozisyonu daha önce de denemiş gibiydi. Kuzenini bu kadar kolay satacak mısın yani? Gideon'un, başkalarının hayatını kurtarabilmek için Echo'nun hayatı üzerine pazarlık yapabileceğine Tabby'yi inandırması gerekiyordu, bu yüzden soğukkanlılığını korudu. Evet. Bombanın yerini söyler, Hope'u bırakırsan Echo şenindir. Çok soğukkanlısın, dedi Tabby. Akıllı ve asilsin ama çok soğukkanlısın. Orada dur ve silahını yavaşça yere bırak. Lily Clark bir anda Tabby'nin yanında belirdi, kendisini öldüren bu kadına bir iki kez vurmaya çalıştı ama nafileydi elbette. Başka bir bomba yok. Onu dinleme Gideon! Seni kandırmaya çalışıyor. Beni kandırdı, başka insanları da kandırdı. Bunu şimdi anlıyorum. Seni kandırmasına izin verme. Lily onun bilmediği bir şey mi biliyordu yoksa sadece tahmin mi yürütüyordu? Başka bir bomba olmayabilirdi ama Gideon'un bundan emin olması mümkün değildi.

Eğer biraz acele etmezsek hiç fark etmeyecek, derken silahını yere bırakmak için eğildi. Merdivenlerin altındaki bomba ne zaman patlayacak? Eğer bomba imha ekipleri başarılı olamazlarsa Hope'u oradan çıkarmak için ne kadar vakti kaldığını anlamaya çalışıyordu. Harıl harıl çalışan bomba imha ekibinin seslerini duyabiliyordu, bomba her an patlayabilirdi aslında. Tabby, Birkaç dakikamız var, dedi. İşimizi bitirmemize haydi haydi yeter. Aslında seninle ve sevgilinle daha fazla vakit geçirmek isterdim ama acelem var. Bu akşam bir partiye gideceğim, biraz daha hoş görünmek istiyorum. Gideon arka taraftaki merdiven boşluğunun kilitli tutulduğunu biliyordu, sadece Rainbow çöpü çıkarırken açıyordu kapısını. Tabby'nin binaya bu taraftan girdiği açıktı. Aslında mutfaktan gelirken ikisini de sırtından vurabilirdi, onu görmezlerdi bile. Öyleyse neden vurmamıştı? Neden yüz yüze gelmek istemişti? Dahası, binaya göz kulak olması için tuttuğu güvenlik ekibine ne olmuştu? Birisi mutlaka Tabby'yi görmüş olmalıydı. Binayı, kilitli olsun olmasın tüm girişleriyle birlikte izliyorlardı. Sonuçta, Tabby onu sadece öldürmek isteseydi çoktan ölmüş olmalıydı. O halde işimizi bitirelim, dedi. Tabby'yi bir hareketle yere yıkabilirdi, ama bu sırada elindeki otomatik silahla Hope'u vurabileceğinden korkuyordu. Tabby elini elbisesinin cebine sokup, Sherry Bishop, Lily Clark ve diğerlerini öldürmekte kullandığı bıçağı çıkardı. Demek ki mesele buydu. Hasta ruhlu katil onu yavaş yavaş öldürmek istiyordu. Gideon bu durumu ona yaklaşmak için kullanabilirdi. Bana sebebini söyle, derken ona doğru bir adım daha yaklaştı. Tabby, Gideon'un silahsız olduğunu bildiği için rahattı, nasılsa onun bir elinde silah, bir elinde bıçak vardı. Gideon'a durmasını ya da geri çekilmesini söylemedi. Lily Clark yerinde duramıyordu. Sebebi kimin umurunda? Öldürsene şunu! Bu işten sıyrılamasın. Gideon dönüp hayalete baktı. Lily çok güçlüydü. Eğer yeterince uğraşırsa gerçek dünyada etkili olabilirdi. Bunu gerçekten istemesi gerekiyordu ama. Silahı kenara çekmeni istiyorum, dedi Gideon ona. Hiçbir şeyi kenara çekmiyorum diye karşılık verdi Tabby; Gideon'un onunla konuşmadığını anlamamıştı, işin kötüsü, Lily de anlamamıştı. Şu otomatik silahı benden ve Hope'dan uzaklaştır. Clark'ın gözleri kocaman açıldı. Ben mi? Evet sen. Tabby nihayet durumu anlamıştı. Sen benimle konuşmuyorsun değil mi? Peki, kolay gelsin. Pek çok insan öldürdüm, hayaletlerinin beni izlediğini hissettiğim oldu ama hiçbirisi bana elini süremedi. Neden biliyor musun? Çünkü onlar ölü, bana dokunamazlar. Geriye kalan enerjileri sadece sana gelip ağlanıp sızlanmalarına yeter. Hepsi zavallıdır onların. Lily'nin eli bulut gibi uzanıp Tabby'nin silahını tutmaya çalıştı. Tabby silahını sıkı sıkı tutarken, Kimsenin silahımı almaya çalıştığını hissetmiyorum, dedi. Görüyor musun işte, burada benim sözüm geçer. Hiçbir hayalet bana ya da silahıma dokunamaz. Silahını tekrar Hope'a doğrulttu. Senin benim ellerimde can vermeni istiyorum Raintree ama kız önemli değil. O hemen burada ölebilir. Gideon kendisini Hope'la silah arasına fırlatırken Lily de son anda silaha temas etmeyi başarmıştı. Duman gibi eliyle silahı kabzasından tutup yukarı çevirdi. Tabby şaşırarak silahın

kontrolünü kaybetti. Silah sağa sola hareket ederken birden ateş aldı, kurşun tavana saplanırken Lily silahı Tabby'nin elinden düşürdü. Silah yere çarpıp sekti, odanın ortasına düştü. Hope silahı almak için koşarken Gideon da Tabby 'nin silahı almasını engellemek için elini kaldırarak ona bir elektrik akımı gönderdi. Aslında o mesafeden onu hemen öldürebilirdi ama Tabby'nin ölmesini henüz istemiyordu. ikinci bir bomba olup olmadığını öğrenmesi gerekiyordu. Tabby elektrik akımının darbesiyle sırt üstü yere düştü. Yine de bıçağını bırakmamıştı elinden. Nefesi kesilmiş bir halde Gideon'a bakıp, Bu da neydi böyle? diye sordu. Senin bunu yapabildiğini söylememişlerdi. Kim söylememişti Tabby? Eğer Tabby yalnız çalışmıyorsa mesele burada kapanmayacak demekti. Bilmek istemez misin? Gideon, Tabby'yi ayağa kaldırdı, elinden bıçağı alıp kenara fırlattı. Tabby mücadele etmeye çalıştı ama elektrik akımı onu zayıf düşürmüştü. Hope ise Tabby'nin silahını uzağa fırlatmış, kendi silahını almıştı. Silahının namlusunu Tabby'ye yöneltmiş bir halde Gideon'un yanında duruyordu. Diğer bomba nerede? diye sordu Gideon. Tabby ona gülümseyince Gideon da ona yapabileceklerini hatırlatmak ister gibi gülümseyerek cevap verdi. Sadece bir hareketle kalbinin durmasına neden olabilirim, dedi yavaşça. Sana beyninin kaldıramayacağı kadar elektrik yükleyebilirim, beynin anında yanar. Yapamayacağımı sanma sakın. Hiç durma, yap. Eğer seni öldürmeden buradan gidecek olursam beni çok daha kötü şeyler bekliyor. Ayrıca her an büyük bir patlama olabilir. Tik tak. Tik tak. Tabby ona bakıp sırıttı. Korktun mu? Sonra gözlerini kapatıp uzun ve derin bir nefes aldı, bırakmadı. Gideon kafasını çevirmeden, Hope, bomba imha ekibine bak, dedi. Eğer bombayı etkisiz hale getiremedilerse binadan çıkmamız gerek. Hope kapıya yanaştı. Tamam öğrenirim ama buradan sen olmadan çıkmıyorum. Aptal olma. Hope bir şey demeden odadan çıktı, Gideon'la Tabby'yi yalnız bıraktı. Tabby gözlerini bir kez daha açarak, Ne kadar dokunaklı, dedi. Ne yapmayı düşünüyorsun Raintree? Evlenip dünyaya küçük ucubeler mi getireceksin? Bir yuva kurup sadece yaşlı bir polismişsin gibi mi davranacaksın? Kolay gelsin. Yine de... Böyle bir şey olmayacağını ikimiz de biliyoruz. Gideon, Tabby'nin onun dikkatini dağıtmaya çalışmasına aldırmadı. Diğer bomba nerede? Öğrenmek isterdin değil mi? Senin için en iyisi işbirliği yapmak Tabby. Bu senin gerçek adın mı? Gideon neredeyse sohbet eder gibi sormuştu. Tabby? Kadın cevap vermedi. Tuhaf tuhaf ağız hareketleri yapıyordu, Gideon onun ne yapmaya çalıştığını anlayamadan kadın, ağzında bir şeyi ısırmıştı bile. Anında olduğu yere yığılıp kasıldı, gözleri kayıp akı görünmüştü. Bir iki saniye sonra ise gevşemişti. Gideon, Tabby'yi sürükleyerek odadan çıkarırken bildiği tüm küfürleri sıralıyordu. Hope'la merdivenlerde karşılaştı. Bombanın mekanizması çok basitmiş, çoktan etkisiz hale getirmişler ekiptekiler. Burada ne oldu böyle? Tabby ağzında bir tür zehirli kapsül saklıyormuş, kaçamayacağını anlayınca kapsülü ısırıp kendini zehirledi. Lanet olsun! Tabby'nin daha önce yüzüne nasıl zehirli bir toz fırlattığını

düşünecek olursa bunu önceden tahmin edebilmesi gerekirdi. Diğer bombanın yerini öğrenmek istiyordu. Ayrıca Tabby'nin onlar derken kimden söz ettiğini merak ediyordu. Gideon'un yeteneklerinden haberdar başkaları da mı vardı? Şimdilik sadece, Tabby'nin yerine bir başkasının geçeceğini anlamıştı. Öldü mü? diye sordu Hope. Henüz değil. Tabby ölmüş olsaydı Gideon hayaletini mutlaka görürdü. Olay yerine çoktan bir ambulans gelmişti. Hope ve Gideon, Tabby'le birlikte dışarı çıkarlarken ilkyardım görevlileri hemen onlara doğru koştu. Gideon, Tabby'nin ne içtiğini bilmediği için görevlilere yardımcı olamadı ama Tabby'nin kendine gelebileceğini hesaba katarak ambulansta giderken mutlaka bağlanması gerektiğini söyledi. Eğer gözünü açacak olursa karşısına çıkan herkesi öldüreceği kesindi. Bu sırada Gideon kalabalığın içinde birden Gümüş Kase'ye göz kulak olmaları için tuttuğu güvenlik ekibinden birini fark edince, polisleri ve meraklıları geçip adamı hışımla yakasından tutup en yakındaki duvara yasladı. Hangi cehennemdeydiniz siz? Delikanlı karşı koymaya kalkmadı bile. Herkes dükkandan kaçmaya çalışırken bir kadının çantası çalındı. Kadın çığlık çığlığa bağırmaya başladı, herkes koşturuyordu, ortalık allak bullak olmuştu, ben de ne yapacağımı bilemedim. Üzgünüm. Diğer koruma nerede? diye sordu Gideon. Her nöbette iki koruma olmasını özellikle istemiştim ben. Delikanlının rengi soldu. Joe ilk ambulansla hastaneye götürüldü. Binanın çevresini kolaçan ederken arka tarafta karşısına çıkan bir kadın onu karnından bıçaklamış. Çok canı yanıyordu ama yine de ambulans gitmeden önce polislere durumu anlatabildi. İlkyardım görevlileri iyileşeceğini söyledi. Gideon delikanlıyı bıraktı, öfkesi dinmişti. Ellerini saçlarından geçirip oradan uzaklaştı. Hope'un annesiyle konuştuğunu gördü, herhalde onu yatıştırmaya çalışıyor olmalıydı. Göz göze gelince Hope elini annesinin koluna koyup okşayarak onunla vedalaştı, Gideon'un yanına geldi. Gideon etraftakilere aldırmadan ona sımsıkı sarıldı, Seni seviyorum, diye fısıldadı. Ben de seni seviyorum, diye karşılık verdi Hope. Her şeyi kabul etmiş gibi rahat dökülmüştü bu dudaklarından. Aşklarını, Emma'yı, Gideon'un kim olduğunu, kendisinin kim olduğunu ve olacağını... Daha birkaç gün öncesine kadar, gözüyle görmeyip eliyle tutamadığı hiçbir şeye inanmayan bir kadın için inanılmaz bir değişiklikti bu. Gideon'un yanağına dökülen saçları kenara çekerken, Hadi eve gidelim, dedi. Tabby uyanacak gibi olursa bize haber vermelerini söyleriz hastanedekilere. Uyanmayacaksa da haber verirler. Sadece eve gitmek istiyorum artık. Gideon, Hope'un bunu gerçek bir özlemle söylediğini fark etti. Onun evi artık ikisinin eviydi. Gideceğiz ama önce halletmem gereken bir şey daha var. Hope'u bırakıp, Lily Clark'ın hayaletine döndü. Hayalet nihayet yavaş yavaş netliğini kaybetmeye başlamıştı. Teşekkürler, dedi Gideon. Hayalet mahcup bir ifadeyle gülümsedi. Yardımcı olabildim, öyle değil mi? Sen olmasan bunu yapamazdım. Lily'nin istediği adalet yerine gelmişti ama hayalet henüz gitmeye hazır değildi. Yüzündeki gülümseme silindi. Eğer o ölecek olursa buraya mı gelecek? Ben ne yapacağım? Onunla yeniden karşılaşmak zorunda mı kalacağım?

Gideon onun kimden söz ettiğini sormadı. Hayır. Tabby başka bir yere gidecek. Gideon onun nereye ve nasıl gideceğini bilmiyordu, bilmek de istemiyordu ama Lily'nin katilini bir daha görmeyeceğinden emindi. Lily gözden kaybolmaya başlarken Gideon'a dönüp baktı. Seninle gurur duyuyorlar, dedi sesi giderek uzaklaşırken. Kim? Annenle baban. Onlar çok... Lily Clark sadece Gideon'un duyabildiği ufak bir ses çıkararak aniden görünmez oldu. Artık evi burasıydı. Ne annesinin evi, ne büyüdüğü ev ne de yıllarca yaşadığı Raleigh Apartmanı; evi burasıydı. Eve girmelerinden beş dakika sonra hastaneden arayarak Tabby'nin öldüğünü haber vermişlerdi. Ağzındaki kapsül parçalarından ve ölüm şeklinden, zehirlenerek öldüğü kesinleşmişti ama ne tür bir zehir kullandığını henüz söyleyemiyorlardı. Zehrin türünü bulmak günler sürebilirdi. Hope, Pazartesi sabahı laboratuvarı arayarak onları, Tabby'nin Gideon'un yüzüne fırlattığı toz konusunda sıkıştırmaya karar verdi. İki zehir arasında bir bağlantı olabilirdi. Gideon dağılmış durumdaydı. Hope'u yavaşça soymuş, onunla sevişmişti, Hiç kandırmacaya gitmemişti o akşam. Hope'u ufak renkli dokunuşlarla uyarmamış ya da tek bir dokunuşuyla doruğa çıkarmamıştı. Sadece içine girmiş, önce Hope'u beklemiş, ardından kendisi rahatlamıştı. Buna rağmen ikisi de karanlıkta kendi pırıltılarını yaymışlardı. Nihayet pırıltıları sönünce Gideon, Hope'u kendisine çekip sımsıkı sarılmıştı. Hope neredeyse onun uyuduğunu düşünecekti ama nefes alış verişinden ve onu okşamaya devam etmesinden uyanık olduğu anlaşılıyordu. Gideon'un gözüne uyku girmiyordu. Sıkıntın neyse bana anlatabilirsin, diye fısıldadı Hope. Ne düşünüyorsun böyle? Hope önce onun kendisini duymazlıktan geleceğini düşündü ama bir süre sonra Gideon, Annemle babamı hiç görmedim ben, dedi. Hope yavaşça onun yüzüne dokundu. Onların öldürülmesinden kısa bir süre sonra başımı belaya sokmaya başlamıştım bile. Gideon ellerini kaldırıp, sanki bir yabancının elleriymiş gibi inceledi. Bir düşünsene. Geçemeyeceğim bir kilit ya da güvenlik sistemi yoktu. Hiçbir hapishane beni tutamazdı, her kilidi açabilirdim. Benden çok iyi bir hırsız olurdu. Bir süre o kadar öfkeliydim ki, neredeyse oluyordum da. Gideon böyle bir şeyin asla mümkün olamayacağını bilmiyordu galiba ama Hope biliyordu. Gideon iyi bir adamdı, hem kalbi hem de ruhu tertemizdi. Seni ne durdurdu? Abim ve kız kardeşim. Belki de bu yüzden, ben anne babamı hiç görmesem de onlarla görüşmeye devam ediyoruz. Sen çok uzun süre önce seçimini yapmışsın Gideon. Neden şimdi düşünüyorsun bunu? Lily Clark yeryüzünden ayrılmadan önce, sanki onlarla konuşmuş gibi, annemle babamın benimle gurur duyduklarını söyledi. Belki de konuşmuştur. Sonra sen varsın... Daha yüzleşmeye bile hazır olmadığım şeyler için kafa yormamı sağladın. Emma... Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum. Hope, Gideon'un elini çıplak karnına götürdü. Kızımıza, ailenin sana öğrettiklerini öğreteceksin. Yapabildiği her ne varsa, yetenekleri her ne ise, onları doğru kullanmayı

öğreteceksin. Hope muzipçe gülümsedi. Ben de nasıl ateş edeceğini ve kendini savunma tekniklerini öğreteceğim. Gideon onu öptü. Odanın sessizliğinde birden bir müzik sesi yankılanmaya başladı. Bitişikteki Honey'le esmer ev arkadaşı o akşam bir parti veriyorlardı ve müziğin sesini iyice açmışlardı. Konuklar parti havasına girmeye başlamıştı demek ki kahkaha sesleri de duyulmaya başlamıştı. Gideon birden dudaklarını Hope'un dudaklarından çekip yatakta doğruldu. Parti. Tabby bu akşam bir partiye gideceğini söylemişti. Sakın... Cumartesi akşamındayız Gideon. Her yerde bir sürü parti vardır. O ana kadar bir patlama haberi almamışlardı. Başka bir bomba olmayabilirdi de, Tabby blöf yapmıştı belki. Gideon yataktan kalkıp giyinmeye başladı. Ben bir gidip etrafa göz atayım, ne olur ne olmaz. Penceremden dalgaların görünebildi-ğinden de söz ettiğine göre nerede yaşadığımı en başından beri biliyormuş. Eğer oraya gün içinde bir bomba yerleştirmeyi planla-dıysa bunun için evin altını seçmiştir. Ben de seninle geliyorum. Hayır. Gideon eğilip onu öptü. Sen burada kalıyorsun. Birazdan gelirim. Sonra yatak odasının kapısından, ay ışığıyla aydınlanmış iskeleye atladı. Hope kendisini tekrar geriye bıraktı, gözlerini kapattı ama uyuması mümkün görünmüyordu. Bir iki dakika sonra o da yataktan çıktı, Gideon'un tişörtlerinden birini giyip platforma indi. Hava çok güzeldi, derin bir nefes alarak temiz havayı içine çekti. Sonra platformun korkuluğuna yaslanıp, komşularının ahşap platformuna baktı. Platform mumlar ve renkli kandillerle aydınlatılmıştı. Ortam cıvıl cıvıldı, bir parti havası vardı her yerde. Hope uzaktan bakarken bile kendisini ortama çok yabancı hissetti. Hiçbir zaman bir parti kızı olmamıştı. Hep çok ciddi, sorumluluklarının bilincinde ve doğru olanı yapmaya çalışan biri olmuştu. Güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler kalabalık platformda bira içip, sohbet ediyorlar, gülüşüyorlardı. Çoğunun üzerinde hala mayoları vardı. Hope, Gideon'u göremiyordu ama bulunduğu yerden evin sadece bir kısmını görebiliyordu zaten. Evin ön tarafı ve Gideon'un gözden geçirmeyi düşündüğü kısım görüş alanının dışında kalmıştı. Hope kalabalığı gözden geçirmeye devam etti. Honey'i gördü bir ara. Honey uzun sarı saçları ve şahane bronz teniyle çok havalı görünüyordu, yanında ince, genç bir adam vardı. Esmer ev arkadaşı da kendi kavalyesiyle dans etmekle meşguldü. İkisinin de üzerinde rengarenk yazlık giysiler vardı, gelişigüzel taranmış gibi duran saçları için saatler harcamış olmalıydılar. Bu kadınların sürdüğü hayat Hope'a o kadar yabancı geliyordu ki... Hiç onlar kadar genç olmuş muydu acaba? Ya da sadece biraz sonra çalacak şarkıyı merak ettiği, onlar gibi kaygısızca gülümsediği zamanlar olmuştu. Hayır. Asla. Partideki insanların pek çoğu rahat ve mutlu görünüyordu. Sanki dünyada olup biten hiçbir şeyi dert etmiyorlarmış gibi gülümsüyorlardı. Dans ediyorlar, birbirlerine dokunuyorlar, öpüşüyorlar ve gülüyorlardı. Hope bunları daha önce yaşamamıştı hiç. Şimdiyse, hiç beklemediği bir şekilde karşısına çıkıvermişti. İki kişilik bir partiydi onlarınki ama Gideon Raintree onu güldürmeyi başarıyordu. Onu gerçekten kıkır kıkır güldürdüğü zamanlar oluyordu. Hope ilk kez birisinin yanında bu kadar mutlu hissediyordu kendisini.

Birden kalabalığın içinde sarışın bir kadın dikkatini çekti. Kadın platformun kenarındaki korkuluğun yanında tek başına duruyordu. İzlendiğini fark etmiş gibi yavaşça Gideon'un evine doğru döndü. Hope'u görünce yavaşça kolunu kaldırıp el salladı. O anda Hope'un dizlerinin bağı çözüldü. Tabby'di bu. ON ALTINCI BÖLÜM EğER bomba Honey'in evinde olsaydı ya evin altında ya da garajda olmalıydı. Gideon evi boydan boya dolaştı, garaja göz attıktan sonra platformun altı da dahil olmak üzere her yere baktı. On beş dakika sonra işini bitirdiğinde etrafta bir şey bulamamıştı. Lily Clark, Tabby'nin ikinci bomba konusunda blöf yaptığını söylerken haklı olabilirdi. Gideon hemen eve dönmek yerine sahile doğru yürüdü. Güneş batmak üzereydi, günün en güzel saatiydi gün batımı, hem huzur hem de enerji doluydu. Gideon eğer Honey'in platformundaki toplanmış otuza yakın konuk olmasa oracıkta bu enerjiyi içene çekebilirdi. Ancak, misafirlerin büyük bir kısmı sarhoş olsa bile Gideon bu riski göze alamazdı. Ancak günün birinde kendisine bir ada alır, bu adada ailesi için bir ev yaparsa çekinmeden yaşayabileceği bir doygunluk hissiydi bu. O ev, canavarların ulaşamayacağı kadar korunaklı olurdu işte. Pek çok bakımdan çok rahatlatıcı bir fikirdi bu ama bunu yapabilir miydi? Gerçekten saklanması mümkün müydü? Hayır, yapamazdı. Hope da yapamazdı. Ne kadar tehlike ve belirsizliklerle dolu olsa da gerçek dünyada, kötülerle birlikte yaşamak, onlarla başa çıkmak zorundaydılar. Gideon tekrar eve doğru yöneldi. Onu gören Honey hemen el salladı. Üzerinde sadece bir bikiniyle beline sardığı bir şal vardı. Gelsene! diye seslendi Gideon'a. Gideon başını iki yana salladı. Gelemem, kusura bakma. Honey abartılı bir şekilde suratını astı. Bu sırada kalabalık platformda bir başka sarışın daha el salladı ona. Tabby'nin hayaletiydi bu sarışın. Gideon şaşırdı, hayalet çok net görünüyordu. Yoksa bir süre daha yeryüzünde olacağı anlamına mı geliyordu bu? Gideon'un peşini bırakmayacak mıydı? Gideon yıllardır hayaletleri asıl dünyalarına gönderiyordu ama daha önce hiç kötü bir ruhla uğraşmamıştı, tam olarak ne yapacağını bilmiyordu. Hayalet ona el sallamayı bıraktı, merdivenlere doğru yürüdü. Konukların arasından geçerken onlara çarpmamaya çalıştığını fark etti Gideon. Yoksa Tabby hala hayatta olduğunu mu sanıyordu? Gideon kumun üstünde, olduğu yerde durup onu bekledi. Tabby'nin hayaletinden bir şekilde kurtulmak istiyordu ama gitmesi gereken yere gitmek istemeyen karanlık bir ruhu nasıl göndereceği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Tabby o hastalıklı, kendinden emin gülümsemesiyle ona doğru yürüdü. Lily Clark gerçek dünyayı etkileyebiliyorsa, Tabby'ninki gibi korkunç bir ruh neler yapabilirdi? Gideon hüzünlü ruhlar ve onların katilleriyle başa çıkabiliyordu ama bunu nasıl idare edeceğini bilemiyordu. Hayalet yaklaştıkça Gideon'un midesine kramp girmeye başladı. Tabby fazla net ve fazla gerçekçi görünüyordu. Ayakları kumda ayak izi bile bırakıyordu. Karşısındaki hayalet değildi. Tabby cebinden küçük bir tabanca çıkardı. En sevdiği bıçağa kanıt olarak el konmuştu ama bu tabancaya da eli alışkınmış gibi duruyordu. Beni gördüğüne şaşırdın mı? Evet. Öldüğünü duymuştum.

Pek sayılmaz. Sadece bir süre ölüymüşüm gibi yaptım. Adli tıp doktorunun otopsi için morga gittiğinde cesedimi bulamayınca ne kadar şaşıracağını bir düşünsene. Bomba nerede? Tabby başıyla Honey'in platformunu işaret etti. Tam orada, dansçıların yanında, vaktin gelmesini bekliyor. Gideon onun blöf yaptığını sanmıyordu. Başkalarının acı çekmesinden öyle zevk alıyordu ki bunun için hiçbir fırsatı kaçırmazdı. Ne kadar vakit var? diye sordu Tabby'ye. Fazla yok. Gideon silahını evde bırakmıştı, kendisini çok çaresiz hissediyordu. Sahilde yürüyüş yaparken, gün batımında ahşap platformda oturup dalgaların sesini dinlerken ya da gece fırtınalarla buluştuğunda da almazdı silahını yanına. Sürekli alarm durumunda olmak, her an Tabby gibi biriyle karşılaşacakmış gibi davranmak istemiyordu. Bana yine elektrik akımı gönderebilirsin Gideon, dedi Tabby. Ama bunu bizi izleyen insanlara nasıl açıklarsın? Biliyorsun, izliyorlar. Çoğu sıkılmış, kimi de meraktan bakıyor. Zaten o sarışının aklı sende. Kendisine yaklaşan her erkeğin davetini kabul edecekmiş gibi dursa da asıl seni istiyor. Yeni ortağınla bu kadar vakit geçirmenden hiç memnun değil. Üzgün ve kıskanç; kindar ve haset komşun... Ne istiyorsun? Tabby başını yana eğdi. Komşunla aynı şeyi istiyorum ama sadece biraz farklı şekilde. Elindeki silahı kaldırıp ateş etti. Gideon hareketi önceden görüp kendini yana atmıştı. Kumlara düşmeden önce bir kurşun gelip omzunu sıyırdı. Omzuna müthiş bir acı saplanmıştı ama yine de ayağa kalkıp Tabby'ye doğru koştu. Tabby yeniden ona nişan aldı. Gideon'un etrafa ışık yayıp Honey'in parti misafirlerinin ilgisini çekmeden Tabby'yi elektrik akımıyla etkisiz hale getirebilmesi için ona iyice yaklaşması gerekiyordu. Bunu yaparken korunma tılsımının onu koruyacağını umuyordu. Tabby'ye bir iki adım daha yaklaşabilse, onu tamamen durdurabilecekti. Gideon! Tabby'le birlikte aynı anda sesin geldiği yöne döndüler. Hope kumun üzerinde onlara doğru koşuyordu. Üzerine giydiği Gideon'un eski tişörtü uzun bacaklarını örtememişti. Elindeki silahı kararlı bir şekilde Tabby'ye yöneltmişti. Bırak silahını! Tabby olduğu yerde döndü, nişan alıp ateş etti. Bu kez Gideon'a değil, Hope'a ateş etmişti. Hope yere düşmedi, silahla karşılık verdi. İki kez. Yere düşen Tabby'ydi. Alnından ve kalbinin hemen üstünden vurulmuştu. Gideon öne atılıp, tam Tabby yere düşerken elindeki silahı kenara fırlattı. Aynı anda Hope da yanlarına varmıştı. Şu canavardan uzak dur, dedi yavaşça. Sonra Gideon'a baktı. Omzun kanıyor. Gideon birden dönüp evlere doğru koşmaya başladı. Bomba Honey'nin platformunda. Hope da hemen arkasından atıldı. Bomba imha ekibini çağırayım ben. Vakit yok. Gideon partinin verildiği platforma çıkan merdivenleri hızla tırmandı. Müzik hala yüksek sesle çalmaya devam ediyordu ama kimse ne dans ediyor ne de eğleniyordu. Herkes şok içindeydi, sus pus olmuşlardı. Daha önce birinin vurulduğuna tanık olmamışlardı hiçbiri. Genç bir adam, Polis çağırdım, dedi.

İyi yapmışsın, dedi Gideon. Honey'i kalabalıkta bulup, O kadın burada bir şey bıraktı mı? diye sordu sonra. Nasıl bir şey? Senin arkadaşın olduğunu, senin de daha sonra bize katılacağını söylemişti. Yoksa o... Gideon, Bir şey bıraktı mı burada? diye sordu tekrar. Honey etrafına bakındı. Büyükçe bir çantası vardı. Sanırım onu bırakmıştır. Elini kaldırıp işaret etti. İşte şurada. Gideon misafirleri sağa sola iterek hızla çantanın olduğu yere geçti, çantayı aldığı gibi tekrar platformdan indi. Gideon, ağır çantayı tek elinde taşıyarak okyanusa doğru koşuyordu. Hope bu sırada hala Tabby'nin cesedinin yanındaydı, Gideon'a ve elindeki çantaya baktı. Gideon ona, Hemen eve git! diye bağırdı. Kesinlikle olmaz Raintree. Gideon tam yanından geçerken Hope'un gözlerinin içine baktı. Benim için değil, Emma için. Hope istemeye istemeye onun dediğini yaparak kıyıdan ters yöne koşmaya başladı. Gideon ise okyanusa doğru koşmaya devam ediyordu. Nihayet suya girdi, dalgalar bacaklarına yükselirken çantayı var gücüyle ileri fırlattı. Çanta havada uçtu, süzülerek okyanus yüzeyine yaklaşmaya başladı. Gideon bombanın Gümüş Kase'deki bombadan daha güçlü olmaması için içinden yalvarıyordu. Eğer öyleyse ne ona ne de diğerlerine bir zarar gelmezdi. Ama bomba gerçekten güçlüyse... Gideon patlamaya hazır bir bombanın öylece sürüklenmesine izin veremezdi. Mümkün olduğunca yaptığını gizlemeye çalışarak, tam çanta suya çarparken güçlü bir elektrik akımı gönderdi. Bomba, akım çantaya temas eder etmez patladı. Gideon bombanın etkisiyle geriye savruldu, ıslak kumlara serildi. Her şey bir anda olup bitmişti. Hope koşarak yanına geldi. Onu ayağa kaldırmak yerine, Gideon'un yanına yere çöktü. Gideon bir kolunu onun omzuna atarken, İyi atıştı, dedi. Şaşırmış gibi konuşma. Şaşırmadım, rahatladım. Hope başını Gideon'un sağlam omzuna dayadı. Uzaktan ambulansların sesi duyuluyordu. Bir an, çok çok kısa bir an hayalet gördüğümü sanmıştım, diye sokuldu Gideon'a iyice. Hiç hoş bir duygu değilmiş. Değildir. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi geldi. Gideon parmaklarını Hope'un saçlarından geçirdi. Ama paniğe kapılmadın. Hayır. Sadece boynuma taktığım şeyin doğurganlık tılsımı olduğunu öğrendiğimde paniğe kapılmıştım, diye takıldı Hope. Silahımı alıp dışarı çıktığımda onun senin arkandan gittiğini görüp peşine düştüm. Çok iyi bir ortak olacaksın sen. En başından beri bunu söylemiyor muyum? Evlendiğimizde şef bizi ayırmak isteyecek. Kuralları biliyorsun, ortak olmamız mümkün değil.

Kurallar bozulmak için vardır. Bir yolunu buluruz. Hope kalkıp Gideon'a elini uzattı, bu sırada iki üniformalı polisle ilk yardım ekipleri sahile doğru koşuyordu. Hadi Raintree. Sen ilkyardım ekibinin cihazlarını patlatmadan önce içeri girip şu omzuna bir bakalım. Polisler ve ilkyardım ekipleri, öldüğü resmen belgelenmiş Tabby'nin cesedini alıp gittiler. Komşulara açıklama yapıldı ki bu pek kolay olmamıştı. Birkaç genç, bomba patlamadan önce Gideon'un elinden yıldırım gibi bir şeyin fışkırdığını görmüşlerdi. Neyse ki hepsi çok içkiliydi, kimse söylediklerine kulak asmadı. Hope hala sarsıntıyı atlamamıştı. Daha önce kontrolsüz bir ortamda silahını ateşlememişti hiç. Poligonda ya da eğitim alanında ateş etmişti, hepsi o kadar. Ama Tabby'nin Gideon'a ateş açtığını görünce başka bir seçeneği kalmamıştı. Ne Emma'yı, ne Gideon'la evlenmesini, ne de bunun gibi kişisel şeyler gelmişti aklına o anda. Sadece sapık katilin teki ortağına ateş ediyordu. Tüm ekipler gitmiş, Honey'nin evindeki parti sona ermişti. Hope kapıları kilitleyerek Gideon'u banyoya sürükledi. Bu sırada hem onu soymuş, hem de kendisi soyunmaya başlamıştı. Parmaklarını Gideon'un omzundaki bandajda dolaştırdı. Sadece bir sıyrıktı aslında. Gideon bu yarayı özel güçlerini kullanarak ya çabucak iyileştirebilir, ya da kendi haline bırakabilirdi. Gideon, Çocuklardan gören olmuş değil mi? diye sordu. Evet. Onları çok sarhoş olduklarına ve yanlış gördüklerine ikna etmeyi başardım. Çok başarılısın. Teşekkür ederim. İkisi de yarı çıplak haldeyken Hope başını Gideon'un göğsüne yaslayıp bakışlarını ona çevirdi. Pazartesi günü Frank Stiles'le randevum var. Ona suçunu mu itiraf ettireceksin? Hope başıyla onayladı. Evet. Sen üzerine düşeni yaptın, şimdi sıra bende. Hope suçlulara suçlarını itiraf ettirme konusunda çok iyiydi. Gi-deon'la daha yeni çalışmaya başladıkları için onun bu özelliğinin farkında değildi ama yakında öğrenecekti. Çok yakında. İtiraf alma konusunda neden bu kadar iyisin? Gideon onun yanağındaki saçları kenara çekip yanağını okşadı. Diğer dedektiflerden daha çekici olduğun için diğerlerine söylemedikleri şeyleri mi anlatıyorlar yoksa sana? Hayır, sadece ben çok iyi bir poker oyuncusuyumdur. Bana yeterince bilgiyi ver, istemediğin kadar blöf yapar ve Stiles'den çok şık bir itirafname alırım. Zavallı adamın hiç şansı yok desene. Ne yaparsın, hayat adil değil. Gideon ona sarıldı, Hope'un içi titredi. Böyle sevgi ve şefkatle kucaklanmak çok iyi gelmişti. Hope yorucu bir günün sonunda böyle güzel bir anın yaşanabileceğini, özel bir insanla birlikte dinlenebileceğini düşünmezdi hiç. Senin için o kadar endişelendim ki... dedi. Tabby'nin silahını sana doğrultup ateş ettiğini gördüm, sonra sen düştün... İyiyim ben. Biliyorum ama... Hope'un kelimeleri boğazına takıldı.

Gideon, Hope'u biraz geriye yatırıp boyunu öptü. Eğer böyle yeteneklerin varsa, belki de masa üzerinde sevişmeme kuralını yeniden gözden geçirebiliriz... Pazar, 11.36 Adli tıp doktoru Tabby'nin üzeri çarşafla örtülü cesedinin başındaydı. En azından bu kez yürüyüp gitmedi. Gideon, Hope'un evde kalması için ısrar etmişti ama Hope onu dinlememişti, o da yanındaydı. Gideon ona karşı bu kadar korumacı davranmaktan vazgeçmesi gerektiğini biliyordu. Hope bu tavırdan hoşlanmıyordu. Henüz o vakit gelmemişti ama. Başına isabet eden kurşunla ölmüş, dedi doktor. Sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Göğsüne isabet eden kurşun kalbi ıskalayıp omurgaya saplanmış. Bu onu öldürmeye yetmezdi, sadece biraz durdururdu. Daha önce hayatında kimseyi öldürmemiş olan Hope'un rengi uçmuştu biraz. Ne de olsa tetiği çekip Tabby'yi durduran oydu; daha önce yapılması gerekeni yapmıştı. Hiç kimse en ufak bir suçluluk duygusu hissetmiyordu. Tabby, Gideon'un tanıdığı en gaddar insanlardan biriydi, yaşamayı hak etmiyordu. Bana göstermek istediğiniz şey neydi? diye sordu doktora. Buradan nefret ediyordu, burada yıllarını geçirse bile tüm hayaletleri huzura kavuşturmayı başaramazdı. Doktor, asistanının yardımıyla cesedin üzerindeki örtüyü kaldırıp cesedi yan çevirdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim. Başlangıçta bir dövme olduğunu sandım ama doğum lekesiymiş. Bazı doğum lekelerinin bir şeylere benzetilebildiğini biliyorum ama cesedin omuzundaki leke kusursuz bir hilal biçiminde. Dahası, rengi de olağandışı. Bunların kimliğini belirlemenize yardımcı olabileceğini düşündüm. Gideon hilal biçimindeki mavi doğum lekesine baktı. Doktorun söylediği gibi lekenin hem şekli hem de rengi kusursuzdu. Lanet olsun, dedi alçak sesle. Hope, Bu da nedir? diye sordu. Gideon cebinden telefonunu çıkarırken hızla kapıya yönelip dışarı çıktı, Hope da peşinden gelmişti. Tabby onlar demişti, diye mırıldandı Gideon. Eğer beni öldüremezse kendi hayatını kaybedeceğinden korkuyordu. Elbette korkacaktı. Echo'yu da istiyordu. Annenin dükkanında söylemişti bunu. Raintree. Hope merdivenlerde peşinden geliyordu. Neden söz ediyorsun sen? Gideon'un telefonu hala çekmiyordu, öfkeyle söylenerek binadan koşar adım gün ışığına çıktı. Adı Tabby Ansara. Onların yenildiğini düşünüyorduk. Mağlup edilmişlerdi ve güçlerini yitirmişlerdi... Lanet olsun. Bu her şeyi, her şeyi değiştiriyor. Gideon doğru dürüst bir sinyal alabilmek için binanın köşesine ilerlerken telefonu çaldı. Son birkaç gündür yaptığı gibi telefonu Hope'a vermek yerine, kendisi cevaplayınca neredeyse sadece yoğun bir parazit sesi duydu. Arayan Dante'ydi. Gideon abisinin söylediklerinin hepsini anla-yamıyordu ama duyması gereken en önemli iki şeyi duymuştu. Ansara. Ev. Gideon, Hope'a döndü. Onu seviyordu, o bundan hoşlanmasa bile onu korumaya çalışıyordu. Yüzleşmek zorunda olduğu tehlikenin ortasına atamazdı Hope'u. Eve gitmem gerekiyor, Raintree-ler'in yurduna.

Hope'un yüzünden endişe okunuyordu, güzel mavi gözleri irileşmişti. Gideon ona gözlerini ne kadar sevdiğini hiç söylemediğini fark etti. Döndüğünde mutlaka söyleyecekti bunu. Ona anlatacak o kadar çok şeyi vardı ki. Seninle geliyorum, dedi Hope. Hayır. Ne demek hayır? Evimizde büyük bir sorun var ya da olacak. Hayal bile edemeyeceğin türden bir sorundu bu, anlatmaya çalışsa bile Hope anlamayabilirdi. Senin ve Emma'nın güvende olmanızı istiyorum. Silahım var ve nasıl kullanacağımı iyi biliyorum. Gideon ona her iki elinde pırıl pırıl silahlar olsa bile onu bekleyen savaşta bir işe yaramayacağını nasıl anlatabilirdi? Burada kal, diye üsteledi. Lütfen. Hope içini çekip, bu emri kabullendi ama yine de kolay olmamıştı bu. Oraya vardığında ara beni. Arayacağım. Mümkün olursa arayacaktı elbette. Neden seninle gelemediğimi hala anlayamıyorum, diye söylendi Hope. Aileni çoktan anlattın, artık gizleyeceğin bir şey yok. Gideon onun gözlerinde, var mı sorusunu görebiliyordu. Hope'un yüzünü ellerinin arasına aldı. Seni seviyorum. Seni o kadar seviyorum ki bu beni ürkütüyor. Sana karşı hissettiklerimi birine karşı hissedeceğim hiç aklıma gelmezdi, üstelik bu o kadar hızlı oldu ki başımı döndürüyor. Bu çok önemli, ikimizin de bu şansı kullanmamızı istiyorum. Bir gün seni Raintreeler'in evine götüreceğim, söz veriyorum. Ama şimdi olmaz. Anlayamıyorum. Biliyorum. Üzgünüm. Gideon onu uzun uzun öptükten sonra Mustang'ine atladı. Charlie'yi ara, seni eve bıraksın, ilk fırsatta seni arayacağım. Gideon, allak bullak olmuş Hope'u otoparkta bırakarak yola çıktı. Hope'un beklemeye alışık bir kadın olmadığını biliyordu ama onu bekleyeceğinden emindi, bu konuda kafasında en ufak bir kuşku yoktu. O gün yaz gün dönümü olması bir tesadüf değildi. Tabby'in son birkaç gündür onu ve Echo'yu öldürmeye çalışması da tesadüf değildi. Ansara klanı, yurtlarını istiyordu; sığınağı ve sığınağın gücünü istiyordu. Her zaman istemişlerdi. Asla elde edemeyeceklerdi. Bir gün karısı ve kızı, Raintreeler'in sığınak dediği toprakların güzelliğini ve gücünü keşfedecekti. Gideon'un görevi Raintreeler'in kutsal sığınağını; Emma'yla Hope'u ve daha sonra aralarına katılacak diğer küçük Raintreeleri korumaktı. Bu onun vazifesi ve ayrıcalığıydı, bunun için hayaletler, elektrik akımları ve savaşlarla yüzleşmesi gerekiyorsa yüzleşecekti. Otobana çıktıktan sonra Mustang'in izin verdiği hıza çıktı. Rüzgar saçlarını dağıtırken, geçen her saniye yurduna, yuvasına biraz daha yaklaşıyordu. Güneyden beklenmedik bir fırtına yaklaşıp arabanın üstünde kara bulutlarla birikmeye başlamıştı bile, kilometrelerce çevrede buna tanık olacak kimse yoktu. M ERCY Raintree, çimlerin üzerinde oturmuş, ellerini kucağına koymuştu, gözleri kapalıydı. Ne zaman bir sıkıntısı olsa Amadahy Pointe'ye gelip meditasyon yapar,

düşüncelerini toplar gücünü yenilerdi. Güneş ışığı onu görünmez, yumuşacık aydınlığı ve sıcaklığıyla sarmalıyordu. Gözleri kapalıydı ama ruhu bu kutsal mekandan aldığı pozitif enerjiye sonuna kadar açıktı, burası sığınak içinde bir sığınaktı onun için. Onun için en önemli olan şeye yoğunlaştı. Ailesine. Mercy bir tehlikenin varlığını hissediyordu ama tehlikenin kimden ve nereden kaynaklandığını bilemiyordu. Empat ve şifacı olarak yetenekleri en üst düzeyde olsa da, geleceği sezme yeteneği daha geri planda kalıyordu. Kuzeni Echo'nunkinden daha tutarlıydı ama çok da gelişmiş değildi. Ayrıca başkalarının duygusal ve zihinsel durumlarını uzaktan bile sezebilme yeteneğine sahipti. Küçük bir çocukken, bu empati yetenekleri onu deli ederdi ama büyüdükçe onları kontrol etmeyi öğrenmişti. Şimdi de, Dante ve Gideon daha önce onun zihinlerine girmesini engellemiş olsalar da, her ikisinin de bilincinin dış sınırlarına ulaşıp onlardan bir iki parça haber almayı başarmıştı. Dante ve Gideon'un başı dertteydi ama Mercy bunun nedenini bilmiyordu. İşleriyle ilgili sıkıntıları olabilirdi ya da özel hayatlarında ters giden bir şeyler vardı belki. Abisi ve kardeşi, eğer Mercy'nin onlara yardım edebileceğini düşünseler ona haber verirlerdi. Bu yüzden Mercy ikisinin de doğaüstü yapılarından ziyade insan dünyasına dair sıkıntılar yaşadığı sonucuna varmıştı. İkisi de kocaman, yetişkin adamlardı, küçük kız kardeşlerinin yardımı da olmadan başlarının çaresine bakabilirlerdi herhalde. Geçmiş deneyimlerinden, onların ruhlarını dinlendirmeye ve yenilenmeye ihtiyaç duyduklarında North Carolina dağlarının derinliklerindeki Raintree topraklarına döndüklerini biliyordu. Bu topraklar iki yüz yıl önceki Büyük Savaş'tan sonra ataları tarafından örülen çok güçlü bir büyüyle korunuyordu. Orada yaşayan muhafızın haberi olmadan tek bir canlı bile bu güvenli arazinin sınırları içine giremezdi. Bu muhafız, Mercy Raintree'ydi; Raintree topraklarının koruyu-cusuydu. Ondan önce büyük teyzesi Gillian yüz on dokuz yaşına kadar üstlenmişti bu görevi. Gillian'dan önceyse, on sekizinci yüzyılın başlarında annesi Vesta koruyordu toprakları. Mercy derin bir nefes alarak gözlerini açtı, uzayıp giden yeşil vadiye baktı. Dağlara bahar gelmişti artık. Masmavi gökyüzünün altında yemyeşil ağaçlar, en yaşlısından en gencine kadar birlikte boy verdikleri bir cennet yaratmışlardı. Yeşil tonları koyu ve canlıydı. Her yerde rengarenk çiçekler, insanı büyüleyen mis kokularıyla tomurcuklanmış, doğayı renklerine boyamışlardı. Mercy ne sıkıntısı olduğunu anlayamıyordu ama Dante'yle Gi-deon'dan ya da Raintree klanından bağımsız olarak, rahatsız edici bir his vardı içinde. Sıkıntı kendisinden kaynaklanıyordu, bu yüzden kontrol etmek zorundaydı çünkü onun görevi ailesi ve klanı korumaktı. Böyle tuhaf hisler yaşadığında hemen bu kutsal tepeye gelir, yeniden dinginleşene kadar meditasyon yapardı ama bugün nedense gerginliği bir türlü geçmemişti. Yoksa bu bir uyarı mıydı? Yedi yıl önce içindeki açlığın onu tehlikeli bölgeye sürüklemesine izin vermiş, hiç hazırlıklı olmadığı bir dünyada tüm hayatını değiştirecek bir ilişkiye girmişti. Korkuya boyun eğmeyecekti, eğemezdi. Artık Dante ve Gideon'u kısa süreli ziyaretleri dışında Raintree Sığınağının güvenli topraklarından bir daha asla ayrılmayacaktı. Kitap Taramak Gerçekten İncelik Ve Beceri İsteyen, Zahmet Verici Bir İştir.

Ne Mutlu Ki, Bir Görme Engellinin, Düzgün Taranmış Ve Hazırlanmış Bir E-Kitabı Okuyabilmesinden Duyduğu Sevinci Paylaşabilmek Tüm Zahmete Değer. Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir. Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız. Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım. Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm. Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir. Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım Yoktur. Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır. 1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı 2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız 30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi 3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur 4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz 5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı Tavsiye Ederiz Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından www.CepSitesi.Net www.MobilMp3.Net www.ChatCep.Com www.İzleCep.Com www.MobilMp3Ler.Com Siteleri İçin Hazırlanmıştır. E-Book Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp E-Book Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin. Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım . Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı Gerçek Adreslerinden Takip Ediniz. Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin. Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara. By-Igleoo www.CepSitesi.Net