psmmag.com HEMEN TIKLAYIN!

psmmag.com HEMEN TIKLAYIN! Bankacılık sektöründe Basel III sonrası risk yönetimi… Bankacılık sektörünü ilgilendiren önemli bir gündem maddesini, ko...
Author: Basak Dilaver
2 downloads 0 Views 1MB Size
psmmag.com

HEMEN TIKLAYIN!

Bankacılık sektöründe Basel III sonrası risk yönetimi… Bankacılık sektörünü ilgilendiren önemli bir gündem maddesini, konunun uzmanları ile kapsamlı bir çerçevede ele aldığımız Yuvarlak Masa toplantılarımızın üçüncüsüyle karşınızdayız. Yenilikçi ve ufuk açan eklerimizin en önemlilerinden Yuvarlak Masa’nın üçüncüsü, yine oldukça önemli analizlerin gündeme geldiği, enerjisi yüksek bir toplantı oldu. PSM Yuvarlak Masa’nın üçüncüsünde kamu ve özel sektörden katımcılarımız ile akademisyenlerimiz, bankacılık sektörünü yakından ilgilendiren Basel III sürecini masaya yatırdı. “Bankacılık Sektöründe Basel III Sonrası Risk Yönetimi” başlığıyla ele aldığımız toplantıda Basel III ile birlikte risk yönetiminin rotasının ne yönde olacağı ve sektörün yeni döneme ne şekilde hazırlandığı gibi önemli konular üzerinde duruldu. Katılımcılarımız: Prof. Dr. Burak Saltoğlu / Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi – Moderatör Ozan Cangürel / BDDK Risk Yönetimi Dairesi Başkanı Emre Balıbek / Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı G.M. Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Evren Bolgün / İş Yatırım Risk Yönetimi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Kadir Tuna / İstanbul Üniversitesi Bankacılık Araştırma Merkezi Müdürü - PSM Yayın Kurulu Üyesi Keyifli okumalar dileriz...

Payment Systems Magazine İmtiyaz Sahibi Engin D. Eren Genel Müdür Sezgin Eren Yayın Kurulu Prof. Dr. Kerem Alkin Yrd. Doç. Dr. Kadir Tuna Burçak Evren Engin D. Eren Sezgin Eren Mübeccel Üstüner Güventürk Görgülü Doruk Sağlık

YAYIN Yayın Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Kadir Tuna Ülke Editörleri Mübeccel Üstüner (Avrupa) Kreatif Direktör Volkan Şen Editör Duygu Sarı Grafik Gülay Sağ Fotoğraf Editörü Yücel & Ayten Zorlu

REKLAM Reklam Satış Öznur Doğan

Reklam Rezervasyon [email protected] [email protected]

Sorumlu Yazıişleri Müdürü Engin D. Eren Yönetim Yeri Süleyman Tevfik Sok. No:5/3 Suadiye/ İstanbul Tel: 0216 362 29 00 (New Media®, Ajans A’nın tescilli markasıdır.) Reklam Rezervasyon: 0216 362 68 78

Baskı Sanat Baskı ve Matbaa Hizmetleri Davutpaşa Cad. Davutpaşa Emintaş Mat. Sit. No: 103/142 Zeytinburnu/İstanbul Tel: 0212 577 55 00

Yayın Türü İki Aylık - Süreli - Türkçe (Ekonomi-BankacılıkPerakende dergisi) Payment Systems Magazine / Ödeme Sistemleri, T.C. yasalarına uygun olarak yayımlanmaktadır. Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Köşe yazıları yazarlarının sorumluluğundadır.

İletişim için:

info @ psmmag.com Yuvarlak Masa Toplantıları / 3

Yrd. Doç. Dr. Kadir TUNA

İstanbul Üniversitesi Bankacılık Araştırma Merkezi Müdürü-PSM Yayın Kurulu Üyesi

Emre BALIBEK

Ozan CANGÜREL

BDDK Risk Yönetimi Dairesi Başkanı

Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı G.M Genel Müdür Yardımcısı

Doç. Dr. Evren BOLGÜN Prof. Dr. Burak SALTOĞLU

İş Yatırım Risk Yönetimi Müdürü

Moderatör-Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

YUVARLAK MASA BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL III SONRASI RiSK YÖNETiMi

BURAK SALTOĞLU

Moderatör-Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi

OZAN CANGÜREL

BDDK Risk Yönetimi Dairesi Başkanı

EVREN BOLGÜN

İş Yatırım Risk Yönetimi Müdürü

4 / Yuvarlak Masa Toplantıları

EMRE BALIBEK

Hazine Müsteşarlığı Kamu Finansmanı G.M Genel Müdür Yardımcısı

KADİR TUNA

İstanbul Üniversitesi Bankacılık Araştırma Merkezi Müdürü-PSM Yayın Kurulu Üyesi Yuvarlak Masa Toplantıları / 5

BURAK SALTOĞLU: Bildiğimiz gibi Türkiye ekonomisi 2008 küresel krizini, çok başarılı bir şekilde yönetebildi. Bu yönetim sürecinde Merkez Bankası, BDDK ve Hazine Müsteşarlığı’nın son derece önemli katkıları oldu. Geçmiştekinden farklı olarak bağımsız ve etkin politikalarla krizi son derece iyi yönetebildiler. Bankacılık ve finans piyasası aktörleri de yine geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak başarılı bir risk yönetimi gerçekleştirdiler. Ancak 2011 ve sonrası, gerek Türkiye gerek dünya finans piyasası için bambaşka zorlukların yaşanacağı bir dönem olacak. Bir yandan ülke ekonomisinin bir yapısal dönüşümü zorunlu hale gelirken diğer yandan uluslararası finansal düzenlemelere uyum farklı bir bakış açısı ve vizyon gerektirecek. Bu anlamda, gerek özel sektör gerek finans piyasalarını yönlendirecek olan kamuya son derece önemli görev ve sorumluluklar düşüyor. Basel III süreci de bu önemli değişimlerden biri olacak. Bu kritik dönemeçte son derece önemli olan bu konuyu kamu ve özel kesim temsilcileri ile tartışmak istiyoruz. Sözü bankacılık düzenlemelerinin ana oyuncusu olan BDDK’dan Sn. Ozan Cangüler’e vermek istiyorum. Tüm bu düzenleme ve denetleme sizin tarafınızdan gerçekleştirileceği için sormak istiyorum, Basel III’ün genel çerçevesi nedir, bunun bankacılık kesimi üzerinde ne gibi etkileri olacaktır?

OZAN CANGÜREL: Basel III’e gelmeden önce, bu sürece geliş hikayesini de gözden geçirmek gerekiyor. Burada krizin sebepleri üzerinde tekrar durmaya gerek yok ama öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Basel III, etkileri itibarıyla önemli finansal sonuçlara yol açsa da biz, Basel III’ün sermaye yeterliliği hesaplama felsefesinde çok ciddi sapmalar, değişiklikler meydana getirdiğini düşünmüyoruz. Başka bir deyişle biz Basel III’ün Basel II’nin krizde görülen eksikliklerine bir cevap niteliğinde düzenlemeler olduğunu düşünüyoruz. Düzenlemeler Basel III başlığı altında yayınlanınca, Basel II’nin yürürlükten kalktığı, yepyeni düzenlemelerin ortaya çıktığı şeklinde bir yanlış algılama oluyor medyada. Ancak Basel II’nin halen yürürlükte olduğunu, Basel III’le eklemleneceğini önemle belirtmek istiyoruz. Basel Komitesi tarafından Basel III’ün belli bir süreç içerisinde uygulanması öngörülüyor. Bunun için bir yol haritası da yayımlandı. Şu an 2011 yılında başlayan ve 2013 yılı Ocak ayına kadar devam edecek “observation period” dediğimiz izleme dönemindeyiz. Basel III’ün tam olarak yürürlüğe girme tarihi ise 1 Ocak 2019. Yani 2018’in sonunda, 2019’un başında uygulanmaya başlayacak bir düzenlemeler setinden bahsediyoruz.

BURAK SALTOĞLU: Yine krizde ülke olarak sevindirici bazı gelişmeler de oldu. Mesela tüm dünya bankacılık otoriteleri likidite riskini ölçme ve değerlendirme konusunda arayış içindeyken biz 4-5 yıldır bir likidite riski yönetimi düzenlemesini zaten uyguluyorduk. Dünya için bile yeni bir konuda BDDK çok başarılı bir uygulamayı hayata geçirdi. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz? BASEL III’de gündeme gelen likidite yeterliliği konularına BDDK nasıl bir çözüm önermişti? Bildiğimiz kadarı ile BDDK bu konuda, uluslararası düzenleyicilere danışmanlık yapıyor.

BDDK ve Merkez Bankası olarak Türkiye’yi Finansal İstikrar Kurulu’nda (Financial Stability Board-FSB) ve Basel Bankacılık Denetim Komitesi’nde temsil ediyoruz. Gerek FSB gerekse de Basel Komitesi bünyesinde oluşturulan özellikli çalışma gruplarına aktif olarak katılım sağlıyoruz ve bütün gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Basel Komitesi yakın bir zamanda Basel III’ün uygulamasına yönelik olarak sayısal sonuçlarla desteklenecek bir sayısal etki çalışması (QIS) başlattı. Çünkü henüz belli olmayan ve belirlenmesi gereken pek çok rasyo var. Biz de bu geniş kapsamlı QIS çalışmasına katıldık. Basel III’te öne çıkacak hususları birkaç başlık altında özetleyebiliriz: Öncelikle sermayenin niteliği artırılıyor. Yani kriz anında banka bilançosunda özkaynak olarak görünen ama krizde özkaynak niteliğini kaybetmiş unsurlar göz önüne alınarak sermayenin niteliği ve kalitesi değiştiriliyor; çekirdek sermaye dediğimiz bir kavram getiriliyor. İkinci olarak, kaliteyi ve niteliği iyileştirdikten sonra bir de yeni koruma tamponları olan rasyolar ihdas ediliyor ve tutturulması gereken asgari oranlar kademeli olarak artırılıyor. Sermaye tamponu oluşturuluyor. Bunun dışında, krize dair en büyük eleştirilerden biri olan kaldıraç oranı ihdas edilmesi, risk bazlı olmayan bir kaldıraç oranı konması söz konusu. Ayrıca likidite riskiyle ilgili olarak çok önemli değişiklikler söz konusu. Bu gerçekten, Basel III’ün kalbi de

6 / Yuvarlak Masa Toplantıları

diyebileceğimiz unsurlardan biri. Basel II’de sadece bir iki cümleyle geçiştirilen likidite riski, Basel III’te yeniden düzenleniyor, iki rasyo getiriliyor. Bunların dışında karşı taraf kredi riskine dair önemli değişiklikler var. Özellikle yine kriz döneminde vadeli işlemlerde karşı tarafın kredi riski yeniden düzenleniyor. Basel III’teki ana unsurları bu başlıklarla özetleyebiliriz.

OZAN CANGÜREL: Aslında bu konu bizim gururumuz. Şunu rahatlıkla ve gururla söyleyebiliriz ki, Basel III ile getirilen ve Basel II’deki eksikliklere önlem olarak sunulan kuralların büyük çoğunluğu esasında, kriz öncesinde BDDK tarafından, proaktif eylem olarak uygulamaya konulmuştur. Bunların en önemlisi de 2006 yılında yapılandırılan likidite yönetmeliği. Şu an

Basel III’le iki likidite rasyosu konulması söz konusu; bunlardan biri “net stable funding ratio”, diğeri “liquidity coverage ratio” (LCR). Bunlardan ikincisi yani “liquidty coverage ratio (LCR)”, bizim kullandığımız rasyonun aynısı. BURAK SALTOĞLU: Basel III, likidite riski yönetmeliği çıkarırken BDDK’dan ilham alma oldu mu?

OZAN CANGÜREL: Basel III dokümanlarının oluşturulması sürecinde BDDK ve TCMB ile birlikte düzenlemelere ilişkin ortak görüşlerimiz Komite ile paylaşılmıştır. Bunlardan bazıları da Komite tarafından kabul görmüştür. Örneğin sözünü ettiğim LCR rasyosu ile ilgili olarak Aralık 2009 dokümanlarında dikkate alınmaması öngörülen YP cinsi kamu menkul kıymetlerinin “Liquidity Coverage Ratio” hesaplamasında likit aktif olarak sayılması önerimiz kabul edilmiştir. Azınlık haklarına ilişkin olarak ise getirilen yaklaşımın oluşturabileceği sıkıntılar hakkındaki görüşlerimiz Komite ile paylaşılmıştır. Az önce belirttiğim gibi likidite yeterliliği konusunda mevcut düzenlememizin ülkemiz koşullarını yansıtan yeterli bir düzenleme olduğu kanaatindeyim. LCR hesaplanmasında kullanılan bazı kalemler ile karşılaştırıldığında cari düzenlememizdeki ihtiyatlılığı daha net görebiliriz. Örneğin, LCR düzenlemesinde istikrarlı mevduat için %5, istikrarlı olmayan mevduat için ise %10 kaçış oranı öngörülmektedir. Bizim düzenlememizde ise bahse konu kalemlere karşılık gelen kaçış oranları, fonlamanın gerçek kişilerden veya şirket ve diğer kesimlerden sağlanmasına bağlı olarak %20 -%30 ve 30%-50% aralığında belirlenmiştir. Benzer şekilde kamu menkul kıymetleri Basel III kapsamında likit aktifler içerisinde %100 dikkate alınırken, Kurumumuz düzenlemesinde bunlar için %5’lik bir kesinti uygulanmaktadır. Kurumumuz cari düzenlemesinin her alanda daha ihtiyatlı olmamakla birlikte ülkemiz koşulları ile uyumlu olduğunu değerlendirmekteyiz. Öte yandan ülkemizde Basel III’te yer alan Net İstikrarlı Fonlama Rasyosuna (NSFR) benzer bir rasyo bulunmamaktadır. Bahse konu oranın yapısal olarak özellikle mevduata dayalı fonlamaya önem vermesi ve kısa dönemli piyasa kaynaklarına aşırı bağımlılığı caydırmayı hedeflemesi göz önünde bulundurulduğunda, Türk bankacılık sektörü için bir standart rasyo olarak uygulanmaya başlanmasının önünde ciddi bir engel bulunmamaktadır; şu an bundan Yuvarlak Masa Toplantıları / 7

Bunları azaltmaya yönelik düzenlemeler, bizim açımızdan büyük bir öneme sahip. Dolayısıyla biz de düzenlemeleri yakından izliyoruz. Bu boyutuyla bize ne getirir diye baktığımızda, Ozan Bey’in de belirttiği gibi, Türkiye’deki bankacılık sisteminin güçlü yapısı, bizi küresel ekonomik krizden koruyan en önemli faktörlerden biri oldu.

OZAN CANGÜREL: Basel II’nin kriz dönemlerinde en zayıf noktalarından olan döngüsellik kavramına karşı Basel III’te önlemler getirilmiştir.

ilham alarak yeni bir rasyo üzerinde çalışmaktayız. Likidite düzenlemelerinden ve rasyolarından bahsettik. Ama daha önce de belirttiğim gibi Basel Komitesi’nce kararlaştırılan ve uygulamaya konulacak olan kurallar, BDDK tarafından krizden önce ve kriz süresince %12’lik hedef sermaye yeterliliği rasyosu, kâr dağıtımının izne bağlanması, karşılıklara ilişkin değişiklikler gibi düzenleme ve uygulamaların amaçları ile paralellik taşımaktadır. Ülkemizde % 12 olarak hesaplanan hedef sermaye yeterliliği rasyosu; Basel III’te getirilen sermaye tamponunun değişik bir şekli olarak değerlendirilebilir. Ülkemizde daha önce %8 olarak uygulanan asgari sermaye yeterlilik oranı 2006 yılında yapılan değişiklikle %12 hedef rasyo olarak değiştirilmiştir. Söz konusu hedef rasyo kriz sürecinde Türk bankalarının sermaye sıkıntısı çekmemesinde en etkili proaktif önlemlerden biridir. Başka bir deyişle, Türkiye krizden önce sermaye tamponu olarak % 50’lik bir marj belirlemiştir. Bir diğer konu ise kâr dağıtımının izne bağlanmasıdır. Biliyorsunuz, bunu BDDK olarak gündeme getirdiğimizde başta Başkanımız Sayın Tevfik Bilgin olmak üzere BDDK olarak çok eleştirildik. Basel III’te %2.5 olarak belirlenen yeni bir kavram olan sermaye koruma tamponunun bankalarca sağlanamaması durumunda bankaların faaliyetlerine olağan olarak devam etmesi ancak bununla birlikte bankaların kâr dağıtımına değişen oranlarda kısıtlamalar getirilmesi öngörülmektedir. Bankaların sermaye koruma tamponu için tuttuğu sermayenin, otorite tarafından belirlenen standart orandan düşük olması halinde, bu iki oran arasındaki farka bağlı olarak kâr dağıtımı üzerinde değişen oranlarda kısıtlamalar yapılması öngörülmektedir. Bu nokta da sanki bizden bazı ilhamlar alınmış gibi. Basel III’te kredi karşılıklarına ilişkin de değişiklikler var. Söz konusu değişiklikler ile Basel II’nin kriz dönemlerinde en zayıf noktalarından olan döngüsellik kavramına karşı Basel III’te önlemler getirilmiştir. “İyi dönemde gevşet, kötü dönemde sık” felsefesinin zararı bu kriz ortamında çok iyi görüldü. Artık “İyi dönemde sık, kötü dönemde gevşet” felsefesi söz konusu. Kurum olarak biz de kriz süresince karşılıklar konusunda buna benzer önlemler aldık ve almaya devam ediyoruz. Bu sözünü etiğimiz Basel III’te yer alan hususlar BDDK’nın proaktif eylemleri ile büyük ölçüde benzeşiyor. Fakat biz “Bunlar zaten 8 / Yuvarlak Masa Toplantıları

Özellikle bankacılık sisteminde son 8-10 yıllık düzenlemeler fayda sağladı. Bundan sonra da bu durumun devam edeceğini umuyoruz. Basel III sürecindeki ilk çalışmalar bize, en azından şimdilik, bankacılık sektörünün büyük bir yükün altına girmeyeceğini gösteriyor. Yüksek sermaye enjeksiyonları gibi durumların ortaya çıkmayacağı, bankacılık sektörümüzün böyle bir yüksek sermayeye ihtiyaç duymayacağı ve büyük bir yapısal dönüşüm geçirmeyeceği anlaşılıyor. Bu bizim için olumlu. Zira krizi bir tarafa bıraksak bile bankalarımız, iç borçlanmamızın yaklaşık %60’ını elinde tutuyor.

bizde var, çalışmaya gerek yok” anlayışını reddediyoruz. Mevcut uygulamaları ve kuralları Basel III formatında dizayn etmemiz gerekiyor. Ayrıca Basel III’te bunlardan başka bizde yürürlükte olmayan değişiklikler ve yeni kurallar da mevcuttur. Bunları ülkemiz koşullarına en uygun şekilde adapte etmek için çok çalışıyoruz. BURAK SALTOĞLU: Sözü diğer bürokrasi temsilcisi Sn. Emre Balıbek’e vermek istiyorum. Ozan Bey’e yönelttiğim soruyu size de sormak istiyorum. Hazine ve borç ofisi olarak Basel III’ün borçlanma ve diğer makro yansımaları nasıl olacaktır? Özellikle, likidite oranlarında bankaların karşılaşacağı sınırlamalar, Hazine borçlanmalarını nasıl etkiler? EMRE BALIBEK: Yeni düzenlemelerin Hazine açısından iki türlü etkisi var. İlki makro ekonomik istikrar yoluyla olan, diğeri de doğrudan Hazine’nin borçlanması üzerindeki etkiler. Makro ekonomik istikrar, bizim gibi kuruluşlar için çok önemli. Türkiye aslında 2001 yılında, sistemik riskin gerçekleştiği bir kriz yaşadı. Bir yıllık dönem içinde kamu borcu yaklaşık 3 kat artmıştı. Sistemik riskin faturası nihayetinde Hazine’ye ve vergi verenlere çıkıyor.

ruz. Dolayısıyla bu düzenlemenin gelecekte bizi çok fazla etkileyeceğini düşünmüyoruz. Bir de reyting artışı olursa, 3B’ye çıkarsak, bu karşılık %100’den %50’ye düşecek. Bu tip birebir düzenlemelerden borçlanma politikaları anlamında çok fazla etkileneceğimizi düşünmüyoruz. Dolayısıyla bizim açımızdan finansal istikrar boyutu daha ön planda. Son kararnamelerle bildiğiniz gibi Finansal İstikrar Komitesi kuruldu. Henüz faaliyete geçmedi fakat burada Hazine Müsteşarlığı var; başkanlığı müsteşarlığımızın bağlı olduğu Bakan tarafından yapılacak. BDDK, Merkez Bankası, TMSF, SPK da burada yer alıyor. Bu komite, G-20 önerilerinin de bir parçası olarak gerçekleşmiş oldu. Burada da sistemik riskler, finansal istikrar konuları gündemde olacak. OZAN CANGÜREL: Basel III’ün Eylül 2010’da yayımlanmasının hemen ardından Kasım 2010’da Basel III’ün Türk Bankacılık sektörü üzerinde olası etkilerini gözlemlemek amacıyla bir anket yaptık. Bu ankette likidite düzenlemelerini dikkate almadan sadece sermaye yeterliliği hesaplamasındaki değişiklikleri dikkate alarak ülkemizdeki 26 bankadan bilgi talep ettik, sermaye yeterliliğinde neler olduğuna baktık.

Dolayısıyla bankalar bizim temel müşterimiz. Bu boyutuyla bizim açımızdan, bankaların sağlıklı yapısının devam etmesi önemli. Biz Basel düzenlemelerini genel anlamda olumlu değerlendiriyoruz ve Türk bankacılığı üzerinde büyük yapısal ihtiyaçlara yol açmayacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra kamu kağıdını ilgilendiren birtakım düzenlemelerden söz EMRE BALIBEK: etmek mümkün. Borçlanma trendimize Örneğin Basel II’de bizim döviz cinsi senetleri etkileyen düzenlemeler var; risk ağırlığının 0’dan %100’e çıkması gibi. Şu anda ağırlık, %0 seviyesinde. Bunun %100 olmasının bizi etkileyip etkilemeyeceği düşünülebilir.

baktığımızda zaten döviz cinsi iç borçlanmayı hemen hemen bitirdiğimizi görüyoruz.

Şu anki yapıyla zaten minimal bir etki var. Bir de, bizim borçlanma trendimize baktığımızda zaten döviz cinsi iç borçlanmayı hemen hemen bitirdiğimizi görüyoruz. 2001 krizinden sonra takas işlemleri ve alınan krediler vs sebebiyle, iç piyasalardan da döviz cinsi borçlanmak zorunda kalmıştık. İç borcun neredeyse üçte biri döviz cinsine dönmüştü. 2002’den sonra uyguladığımız politikalarla, iç borcun içindeki döviz cinsinden borcun payı %1 seviyelerine düştü. Önümüzdeki birkaç sene içerisinde muhtemelen bunu sıfırlayacağız. Dolayısıyla iç borç tarafında bir etki yaşamayacağımız söylenebilir. Eurobond tarafında bir etki hissedilebilir. Yıllık borçlanma akımlarımıza baktığımızda, Eurobond’un bizim çok ağırlıklı bir borçlanma enstrümanımız olmadığını görüyoruz. Biz, genel risk yönetimi politikamızın da bir parçası olarak, iç piyasadan TL cinsi borçlanıyo-

Anket sonucuna göre 26 bankanın mer’i mevzuat uyarınca %18,31 olarak hesaplanan sermaye yeterliliği rasyosu, Basel III hükümleri dikkate alındığında, %17,73 düzeyine iniyor.

Yine anket sonucuna göre Basel III kapsamında asgari 4,5’e yükseltilen çekirdek sermaye oranının, bu seçilen bankalar dikkate alındığında, Türk Bankacılık Sektöründe %16’nın üzerinde olduğu görülüyor. Bu çok önemli bir nokta, Avrupa ve Amerika bankacılık sistemlerinde %4,5 olması gereken değer bizde yaklaşık 3,5 kat daha fazla hesaplanmaktadır. Bu durumda Türk bankaları için sermaye yeterlilik oranı ve çekirdek sermaye yeterlilik oranı arasındaki farkın ABD ve Avrupa’daki bankalara kıyasla daha az olacağı çok belirgindir. Konu daha çok Avrupa ve ABD’deki bankalar açısından önem arz etmekte olup bu ülke bankalarının sermaye bileşenleri arasında çekirdek sermaye olarak tanımlanmayan ancak toplam sermayede yer alan kalemlerin tutarları oldukça yüksektir. Bu nedenle Basel III’ün etkileri Türk Bankacılık Sektöründe çok daha az hissedilecektir. Yuvarlak Masa Toplantıları / 9

BURAK SALTOĞLU: Bürokrasiden piyasalara dönüp Sn. Evren Bolgün’den Basel III etkilerini kendi perspektifinden anlatmasını rica ediyorum…

ayrımı iştiraklik ve ana ortaklık anlamında yaptığınızda, net olarak, yatırım bankaları ve ticari bankalar arasına bir nevi duvar örme görüşü, şu anda ağır basmaktadır. Bu durum Türkiye’ye önümüzdeki yıllarda ne kadar yansıyacak, bunu da iyi gözlemlemek gerekiyor. Likidite ve likiditenin takip edilmesi, hesaplanması, ölçülmesi, bizim de önemli gündem maddelerimizden biri açıkçası. Basel III kapsamında ilginç olan bence, Ozan Bey’in söylediği gibi karşı taraf riski durumunun tüm yönleri ile finansal kuruluşlarımız tarafından incelenmesi, modellenmesi ve raporlanması şeklinde bir yapının geliştirilmesi gerekliliğidir. Bunu biz 2 seneye yakın bir süredir kendi içimizde tartışıyoruz. Bu ticari bankalar için zaten önemli ama yatırım bankaları anlamında da, yurtdışında gördüğüm kadarıyla, hem yazılım hem danışmanlık anlamında bu tür metodolojiler ana sistemler üzerine entegre edilmeye çalışılıyor.

EVREN BOLGÜN: Öncelikle krizde deneyimlediğimiz birtakım önemli konuları kısaca özetlemek isterim: Bankacılık anlamında baktığımızda yönetişim uygulamaları bildiğiniz gibi son yıllarda oldukça çok tartışıldı. Fakat Türkiye’de özellikle Avrupa ya da ABD ölçeğinde finansal gelirler elde edilmediği için, burada pek bir problem görünmemekle birlikte yurtdışında problem gözüken taraflara epeyce neşter vuruldu. Bildiğiniz gibi kompleks finansal ürünlerin değerlemesi, fiyatlaması, risk ölçümlemesi, derecelendirmesi oldukça problemli, özellikle de bu alanda faaliyet göstermekte olan shadow banking/gölge bankacılık açısından önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Son dönemde o yönde de oldukça iyi bir yönde ilerleme yaşanmaktadır. 1933’te yatırım bankacılığı-ticari bankacılık ayrımını başlatan ilgili yasanın ardından son 10-15 senede, özellikle ABD’den başlayarak yatırım bankaları faaliyetleri, normal ticari bankacılık faaliyetleri içerisine önemli ölçüde eklemlenmiş bir şekilde yürütülmekteydi. Şimdi ise bu yöntemi tekrar ayırmak yoluna doğru bir ayrım gözlenmektedir. ABD bu gelişmelere ne kadar hızlı bir şekilde adapte olacak, bunu izleyeceğiz çünkü burada işin siyasi boyutu var; yatırım bankacılarının siyaset üzerindeki etkisi çok yüksektir. Basel II aslında ABD tarafından hep geç takip ediliyordu, çok fazla reddedilen detayları vardı. Arkasından önce küresel kriz sonra da Basel III geldi. Şimdi 2019’a kadar ABD’nin tavrını yine izleyeceğiz. Basel III’ün önümüzdeki 8 sene boyunca dünyadaki ilave sermaye enjeksiyonu açısından toplam maliyetinin 2-2,5 trilyon doları bulması bekleniyor. Ozan Bey finansal piyasalardaki döngüsellikten bahsetti. Bildiğiniz gibi bu konu da geçtiğimiz yıllarda

EVREN BOLGÜN: Dünyada yatırım bankalarının finansal alım/satım işlemlerine (trading book) yönelik daha fazla sermaye getirilmesi tartışılıyor. Avrupa’da nispeten yatırım bankacılığı bilanço oranı anlamında daha geride gidiyor ama ABD’de işleyiş tam tersi. 10 / Yuvarlak Masa Toplantıları

Türkiye bu çalışmaları önümüzdeki yıllarda haliyle yaşayacak. Tezgâh üstü türevden tutun da, verilen/ alınan teminatların değerlemesi ve bunların netleştirilmesi gibi farklı parametreler, kurallar var.

epeyce tartışıldı. Bütün kavramların temelinde bu konu yatmaktadır; işin ahlaki riziko tarafı da diğer yanını teşkil etmektedir. ABD’deki yaklaşım, büyük bankalar üzerinde uygulanacak hadisenin, bankacılık maliyetlerini daha da artıracağı tartışılıyor. Basel III’ün ana amacını tek bir cümleyle söylersek: “Gelecekteki kriz sıklığını azaltmak, bu olasılığı aşağı çekmektir” Birkaç veriyi paylaşmak isterim: BIS’ten aldığım tabloya göre 2010 sonu itibarıyla global olarak tezgah üstü türev piyasaların nominal büyüklüğü 601 trilyon dolar. Bunun piyasa değeri de 21 trilyon dolar.

Ayrıca işin bir de hukuki boyutu var. Karşı taraf konusu hakikaten basite indirgenmemesi, düzenli olarak takip edilmesi gereken bir konu olacak. Bu arada ben düzenleyici otoritelerin, bu alanda daha proaktif uygulamaları da getireceğini tahmin ediyorum. Avrupa’da borç krizinin Yunanistan özelinde farklı

EVREN BOLGÜN: ABD’deki yaklaşım, büyük bankalar üzerinde uygulanacak hadisenin, bankacılık maliyetlerini daha da artıracağı tartışılıyor. Basel III’ün ana amacını tek bir cümleyle söylersek: “Gelecekteki kriz sıklığını azaltmak, bu olasılığı aşağı çekmektir” bir noktaya taşınması ile beraber restructuring, reprofiling gibi yeni finansal kavramlar gündeme gelmeye başladı. Fakat tüm bu çözümlerin ilgili problemli ülkeler özelinde CDS işlemlerini tetikleyerek CDS default’unun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği en çok merak edilen hadise olarak gözlenmektedir. Bu tarz nüanslar var ve Avrupa’da siyasetçiler bir yandan da zaman kazanmaya çalışılıyor. Dolayısıyla burada yapılan anlaşmalar karşı taraf bazında, önem arz etmeye başlamaktadır. Bu arada son dönemde yaşanan dalgalanmalar ile birlikte finansal krizin öncülleri ile ilgili bizim tarafta belli parametreler dâhilinde, finansal oynaklık seviyelerinin dinamik olarak izlenmesi konusunun önemli olduğunu söyleyebilirim. Son yıllarda dünyada da benzer amaçlarla birtakım çalışmaların yapıldığını görüyoruz. Biz şu anda “0” faizi konuşuyoruz ama aslında dünyada negatif reel faiz var. Bu da bizim göreceli olarak emsal ülkelerden yukarda olduğumuz anlamına gelmektedir. Kredi risk yönetimi açısından sermaye etkinliği önem arz etmektedir. IMF’nin yayımladığı bir çalışma raporunda, banka davranışlarının Basel III’e yansıması şeklinde ülke bazında bir analiz yapıldığını inceledim. Buna göre 2001-2007 yılları arasında sermaye aktif oranının %1,3 artmasının etki düzeyleri yer almaktadır.

Yani 28,5 kat finansal kaldıraç var şu anda. Bu kaldıraç 2009’da krizin tepe yaptığı dönemde 2223’lere kadar gerilemişti şimdi kaldıraç yine artıyor. ABD’deki diğer yatırım bankalarının kaldıraçlara baktığımızda, özellikle hedge fonlara gittiğimizde, finansal kaldıraçların 40-45 kata kadar çıktığını görüyoruz. Bu artışın içinde faize duyarlı türev enstrümanlar öncelik arz ediyor.

Bu kapsamda sermaye/varlık rasyosunun %1,3 yukarı çıkmasının çeşitli ülkeleri ne şekilde etki ettiğine bakılmış: Kriz ülkelerinde kredilerde 14 baz puan, diğer ülkelerde 15-20 baz puan kadar yükseliş yaşanabileceği tespit edilmiştir. Kredi maliyeti üzerindeki etki ise hakikaten yüksek. Sermaye maliyeti tarafında ise bu durum daha düşük. 10 baz puan seviyelerinde gerçekleşmiş.

Türkiye’de işin bu kısmı yönünden ticari bankalardan ve oradaki aktif yönetiminden oldukça farklı işlemektedir. Dünyada yatırım bankalarının finansal alım/satım işlemlerine (trading book) yönelik daha fazla sermaye getirilmesi tartışılıyor. Avrupa’da nispeten yatırım bankacılığı bilanço oranı anlamında daha geride gidiyor ama ABD’de işleyiş tam tersi. Aktifiniz içinde ne kadar yatırımınız varsa o kadar sermaye gereksiniminiz olacak doğal olarak. Bu

Avrupa ve ABD’de önümüzdeki 8 yıl içinde 2 trilyon dolardan daha fazla miktarda sermaye enjeksiyonu söz konusu olacaksa, sermaye yeterliliğini yüksek tutarak mı rekabet etmek gerekiyor? Optimum sermaye miktarı ve proaktif yönetimi noktasında iyi incelenerek çok dikkat etmek lazım. Herkes bir şekilde ilave sermaye yöntemi bularak onun maliyetiyle uğraşırken, önümüzdeki yıllarda bankacılık sektörüne ekstra maliyetler yüklemek doğru bir yaklaşım değil.

Yuvarlak Masa Toplantıları / 11

BURAK SALTOĞLU: Bu noktada Sn. Kadir Tuna’ya sözü vermek istiyorum. Basel III süreci KOBİ’leri ve reel kesimi ne şekilde etkileyecek? Reel sektörün ne tür hazırlıklar yapmasını beklemeliyiz? KADİR TUNA: Düzenleyici otorite açısından, bahsettiğimiz optimum sermaye sorunu bence doğru bir konu. Basel I, Basel II ve Basel III’ün özeti aslında şu: Bankaların kredi verme ya da aktiflerini yönetme süreçlerinde nasıl daha özenli davranmasının gerektiğinin bir yol haritası. Her defasında yapılan hatalar düzeltilerek, daha iyisi yapılmaya çalışılıyor. KOBİ’lere etkisi ya da BDDK’nin düzenlemeleri açısından, bence üzerinde durulması gereken konu: Ulusal otoriteler düzenlemeleri yaparken özellikle ülkenin bulunduğu konum ve şartları dikkate almalı. Bunların birebir uygulamasının doğru olmadığını düşünüyorum. Biz aslında bu deneyimi yaşadık. Kâr dağıtım meselesinde de ilk başta BDDK’ya büyük bir tepki oldu. Öte yandan sermaye ölçeğini ayarlarken %8 yerine %12 uygulamamızın, krizi yönetmede belki de en büyük başarı olduğunu gördük. Dolayısıyla optimum sermaye derken ben her zaman belirli bir skalanın çok daha uzağında olmayı anlıyorum. Bu

KADİR TUNA: Kâr dağıtım meselesinde de ilk başta BDDK’ya büyük bir tepki oldu. Öte yandan sermaye ölçeğini ayarlarken % 8 yerine % 12 uygulamamızın, krizi yönetmede belki de en büyük başarı olduğunu gördük.

12 / Yuvarlak Masa Toplantıları

bankaların maliyetlerini, kârlılığını etkileyen bir durum, bunu kabul ediyoruz. Ama alınan mevcut riskleri ve bu risklerin olası sonuçlarını düşündüğümüzde BDDK deneyiminin bu anlamda başarılı olduğunu düşünüyorum. Kâr dağıtım meselesinde bu karar ilk alındığında da bu görüşü savunmuştum. Türk bankacılık sektörünün sermaye ölçeği çok yüksek olduğu için, bunun daha aşağı inmesi gerektiği görüşüne katılmıyorum. Çünkü bu, alacağımız çok ciddi bir risk anlamına geliyor. Yine de teknik anlamda, optimum seviyenin ne olacağını tartışmak gerekiyor. BDDK’nın bu konudaki başarısının bu noktadan ayrıştığını düşünüyorum.

Anadolu’daki şirketi korkutuyor. Oysa kurumsallaşma dediğimiz şirketin, ister aile bireyi ister profesyonel kişi tarafından, kural ve ilkelere göre yönetilmesi ya da risk yönetim anlayışının uygulanması, risk yönetim sistemlerinin kurulması, kurumsal yönetişim sistemlerinin yerleştirilmesidir. Bunlar her zaman reel sektördeki işletmeleri korkutuyor.

taslaklarında perakende KOBİ’lerin risk ağırlıkları %75 olarak belirleniyor. Mevcut durumda bu kredilerin %100 risk ağırlığında sınıflandırıldığı dikkate alınırsa, bu durumun KOBİ’lere avantaj sağladığı görülecektir. Böylece bankalar perakende KOBİ’lere kullandırdıkları kredileri daha düşük bir risk ağırlığında sınıflandıracaklardır ki bu da sermaye maliyetini olumlu etkileyecek bir husustur. Bu sebeple bankaların plasman kararlarında tercihi KOBİ’lere doğru kayabilir aslında.

Basel III’e doğrudan baktığımızda KOBİ’leri doğrudan etkileyen bir şey yok ama bankalar seçim yaparken, kredi verecekleri müşteri konumunda seçim yaparken daha hassas davranacaklar. Tabii OZAN CANGÜREL: bunun için bir hazırlık süreci KOBİ’lerin risk ağırlıkları gerekecek, bu hazırlık sürecinde % 75 olarak belirleniyor. KOBİ’leri ilgilendiren nokta Mevcut durumda bu kredisadece kurumsallaşma değil, lerin %100 risk ağırlığında Yeni Türk Ticaret Kanunu da sınıflandırıldığı dikkate önemli bir yol haritası oldu. alınırsa, bu durumun Uluslararası muhasebe stanKOBİ’lere avantaj sağladığı dartlarının getirdiği yenilikler, görülecektir. önemli düzenlemeler oldu.

Fakat bankalar açısından, özellikle sermaye temini konusunda zorluk yaşıyor. Bizde ise bankalar hazır ama KOBİ tarafında ciddi eksiklik var. Gerek farklı finansal kurumlar açısından, gerekse bankaların disipline edilmesi açısından düzenleme yapmak çok kolay ama sektörel bazda KOBİ’lerin ölçeği anlamında büyük riskler söz konusu.

Bizim reel sektör tarafında ilerlememiz gereken çok nokta olduğunu düşünüyorum. Mevcut bankaların iyi müşteri bulma anlamında, Basel III süreci de devreye girdiğinde, çok zorlanacaklarını görebiliyorum. Bu işe ciddi anlamda hazırlanan şirketler var ama şirketlerin çoğu daha Basel II ve III’ün farkında değil.

Fakat burada da risk algısı var. Bankalar, kurumsallaşmayan KOBİ’ye kredi verirken tereddüt ediyor. Diğer taraftan kurumsal KOBİ’ler var, bu tür müşteriler için mevzuatta sabit risk ağırlığı belirlenmiyor; derecelendirme kuruluşunun notuna göre risk ağırlığı tayin ediliyor. Başka bir deyişle, kurumsal KOBİ ne kadar kurumsallaşırsa, alacağı derecelendirme notu o kadar yüksek olur; derecelendirme notu ne kadar yüksek olursa banka da o kadar düşük risk algısıyla o krediyi sınıflandıracak ve sermaye maliyeti de o kadar düşük olacak; daha çok KOBİ’ye kredi kullandıracaktır. Sonuç olarak Basel II Standartları KOBİ’lerin lehine bir durum oluşturuyor.

2008 krizinde en fazla dikkat çeken konulardan biri, şirket iyi yönetildiği halde ticari alacak tarafında çok ciddi riskler yaşayan şirketlerin olmasıydı. Sektörün kurumsal altyapısındaki yetersizlikler, işleri iyi giden şirketleri de çok zorladı; yaptığımız en önemli gözlem bu oldu. Basel II’yi ve Basel III’ün yeni gelecek eklentilerini de dikkate alarak, KOBİ tarafında hazırlık sürecini sanayi, ticaret odaları, KOSGEB işbirliğiyle ciddi anlamda başlatmamız gerekiyor. Kurumsallaşma meselesi halen çok iyi anlaşılmış değil. Kurumsallaşma sadece tamamen profesyonellerin şirkette çalışması gibi algılanıyor. Tabii bu da

OZAN CANGÜREL: Basel II’ye 1 Temmuz 2011 tarihinde paralel uygulamayla geçiyoruz. Geçen yıl yapmış olduğumuz Üçüncü Sayısal Etki Çalışması sonuçlarına göre ülkemizde Basel II kurallarının uygulanması, tamamen KOBİ’lerin lehine bir durum oluşturuyor. Zira Basel II ile ilgili düzenleme taslaklarında KOBİ’ler perakende ve kurumsal KOBİ’ler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Basel II düzenleme

EVREN BOLGÜN: Mayıs sonu itibarıyla açıklanan verilere göre KOBİ tarafının toplam kredi pazarındaki payı %11. Geçen sene %10,3 olan değer bu sene biraz artmış. 603 milyar TL içindeki (Mayıs sonu) toplam kredilerin içinde bu kredilerin oranı 66,5 milyar TL civarında. Fakat kredi verilmesinin haricinde işin genel risk boyutu da başka bir konu tabii.

Açıkçası KOBİ’ler Basel III sürecinin farkında değil. Dünya açısından baktığımızda enteresan bir durum var: Bankalar tarafında, yeni sermaye getirme anlamında, bu işin ciddi bir maliyet getiren tarafı var ama KOBİ’ler açısından baktığımızda Avrupa’daki KOBİ’ler bizden daha iyi durumda. Onlar şirket yönetimi ve profesyonelleşme yapısı açısından, bize göre daha iyi durumdalar.

Yuvarlak Masa Toplantıları / 13

projeksiyonlar oluşturduk. Bunlardan birkaçını burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Örneğin, kârlılık beklentilerini veri aldığımızda 2011 yılı içerisinde kredi büyümesinin beklentiler doğrultusunda gerçekleşmesi durumunda sektörün SYR rasyosunun %15.6 seviyesinde olacağını tahmin ediyoruz. İçerisinde bulunduğumuz hızlı kredi büyümesi sürecinin 3 yıl daha devam etmesi durumunda dâhi sektörün Basel III sonrası SYR rasyosunun %14’ler seviyesinde kalacağını, büyüme hızının daha da artması durumunda bile söz konusu rasyonun %12,5 seviyesinde gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. Söz konusu analiz, bankalarımızın sermaye yeterliliğinin güçlülüğünü ve uzun bir süre devam edebilecek hızlı kredi büyümesini karşılayabileceğini göstermektedir. İçinde bulunduğumuz süreçte dünyada pek çok bankanın Basel III uygulaması sonrası kredi faaliyetlerinde önemli sınırlamalar ile karşı karşıya kalacağı dikkate alındığında bu çalışmanın bankalarımızın avantajları konusunda önemli bir gösterge olduğu kanaatindeyim.

BURAK SALTOĞLU: Bilindiği gibi yeni finansal düzenlemeler, sadece mikro bankacılık düzenlemeleri ile değil finansal istikrarı da gözeterek makro risklere karşı ülkelerin proaktif bir tavır sergilenmesini istiyor. G-20’de ve birçok uluslararası toplantıda vurgulandı. Merkez Bankası ve BDDK’nın son dönemlerinde aldığı önlemlerin tam anlaşılamamasının nedenlerinden biri de bu konuların yeni oluşu. Finansal istikrar, yeni global mimari yapı içerisinde, ekonomilerin aşırı ısınmasını sınırlamayı amaçlıyor. Çin, Brezilya başka şeyler yapıyor. Biz de krizden fazla etkilenmemişken bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Konu çok yeni olduğu için reçete çok net değil. Biraz deneysel oluyor gibi bir algı var. Yüksek finansal risk, sadece düzenleme ve sermaye yeterliliğiyle değil; makro ekonomi, Merkez Bankası, faiz kararları ile oluşmadan azaltılması gerekiyor. Buradan soruyu Ozan Bey’e yönlendirmek istiyorum: Makro finansal risklerin yönetilmesi ve finansal istikrar konularını BASEL III çerçevesinde değerlendirmenizi rica ediyorum. OZAN CANGÜREL: Bildiğiniz üzere kısaca SIFI olarak ifade edilen sistemik öneme sahip finansal kuruluşların önemi son global krizde açıkça görüldü. Zira gerek finansal gerekse de finansal olmayan SIFI’lerin finans ve reel sektöre olan yıkıcı etkileri halen 14 / Yuvarlak Masa Toplantıları

telafi edilemedi. Bu öneminden dolayı sistemik risk içerisinde değerlendirilen SIFI’ler üzerinde Finansal İstikrar Kurulu, FSB, halen çalışmalarını devam ettirmektedir. Bu noktada en önemli sorun SIFI tanımına hangi kuruluşların gireceğidir. Zira bu tanıma giren kuruluşlar için bu durum ilave bir maliyet anlamına gelmektedir. Çünkü banka olsun ya da olmasın SIFI’lerin kuruluşundan faaliyetine, sermaye yapısından ortaklık yapısına kadar daha sıkı bir düzenleme gelecektir. Şu an bu tanım yapılırken global ölçütlerin mi yoksa lokal ölçütlerin mi dikkate alınacağı tartışılıyor. Türkiye’de de Finansal İstikrar Kurulu’nun SIFI’lerin tanımı ile ilgili çalışmaları kapsamında katılım olmuştur. BDDK, Merkez Bankası, Hazine, Türkiye Muhasebe Standartları Kurulu ve SPK açısından sistemik öneme sahip olduğu düşünülen kurumlar belirlenmiştir. Ancak bu lokal ölçütlere göre yapılan bir değerlendirmedir. Ayrıca yine BDDK, Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, TMSF ve SPK’dan oluşan Sistemik Risk Koordinasyonu’nda bu konu ele alınarak ve son gelişmeler takip edilerek değerlendirilmektedir. SIFI’ler üzerinde en somut çalışma TMSF tarafından yapılmıştır. Faaliyetlerine son vermesi ya da iflas etmesi durumunda reel sektöre ve finans sektörüne etkisi önemli boyutlarda olabilecek SIFI’lerin mevduat sigortacılığı anlamında bu maliyetinin bir şekilde risk primlerine yansıtılması gerekmektedir. TMSF, SIFI’lerin bu potansiyel maliyetini risk primlerinin değerlendirilmesinde göz önüne alacak bir düzenleme yapmaktadır.

BURAK SALTOĞLU: Global ve lokal anlamda bu konuyu tartışmak için oldukça erken diyebilir miyiz?

OZAN CANGÜREL: Esasında bu soruya evet diyebiliriz. Zira global olarak FSB bünyesinde az önce de dediğim gibi tam bir netleşme yok. Öncelikle FSB’nin bu konuda bir konsensus sağlaması gerekiyor. Biz de bundan sonra global düzeyde konuyu daha sağlıklı bir şekilde ele alabiliriz. Ancak biz konuyu sistemik risk içerisinde ele alıp, gerekli gözlem ve değerlendirmelerimizi diğer kamu kurumları ile koordineli olarak sürdürmekteyiz. Basel III sonrasında global düzeyde eğer kredi faaliyetlerinde önemli daralmalar olacağını düşünürsek, sağlam bir özkaynak yapısı, sağlıklı bir likidite profili, düşük kaldıraç oranı ve mevduat bazlı fonlama yapısı ülkemiz bankaları için mukayeseli bir üstünlük sağlayacaktır. Bankacılık sektörümüzün Basel III sonrasında sermaye yeterliliği rasyosunun ne durumda olacağına ilişkin çeşitli senaryolar altında

Önümüzdeki dönemde ülkemiz için beklenen kredi derecelendirme notu artışı durumunda ne olacağına bakalım: Ülke notumuzda bir artış gerçekleşirse 2011 yılına ilişkin Basel III sonrası sermaye yeterliliği rasyosunda, 80 baz puanlık bir artış bekliyoruz. Bir de, likidite yeterliliği hususunda bu düzenlemenin ülkemiz koşullarını yansıtan yeterli bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Basel Standartları, amaç kısmında da açıkça ifade edildiği üzere uluslararası faaliyet gösteren büyük ölçekli bankalar için düzenlenmiştir. Burada az gelişmiş ülkeler veya gelişmekte olan ülkelerin durumu, onların hususiyetleri, tereddütleri, yapıları çok dikkate alınmamıştır. Şu an bizim de gelişmekte olan bir ülke olarak handikaplarımızdan birisi budur. Siz, söz söyleyemediğiniz bir şeyde oluşan kuralları kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Aslında Basel Komitesi kararları ve düzenlemeleri bağlayıcı değil tavsiye niteliğinde ama artık birbirine kenetlenmiş global bir finansal yapıdan bahsediyoruz ve bu standartlardan geri kalamıyorsunuz. Özellikle IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası aktörlerin bir ülkenin finansal sektörünü ve yapısı değerlerken dikkate aldığı kıstaslar Basel Temel Bankacılık ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığıdır. Tabii ki biz BDDK olarak Basel

OZAN CANGÜREL: Ülke notumuzda bir artış gerçekleşirse 2011 yılına ilişkin Basel III sonrası sermaye yeterliliği rasyosunda, 80 baz puanlık bir artış bekliyoruz. Bir de, likidite yeterliliği hususunda bu düzenlemenin ülkemiz koşullarını yansıtan yeterli bir düzenleme olduğunu düşünüyoruz. Yuvarlak Masa Toplantıları / 15

Standartlarını mümkün olduğunca Türkiye koşullarına, karakteristiğine, piyasa yapılarına uygun olacak, bunları mümkün olduğunca az etkileyecek şekilde adapte etmeye çalışıyoruz. Ancak ülke koşullarımızı, yapımızı, hassasiyetlerimizi bu standartlar oluşma aşamasındayken ifade etmemiz, bir şekilde bu düzenlemelere yedirmemiz gerekmektedir. Buna yönelik olarak olumlu gelişmeler de vardır. Örneğin kriz sonrası süreçte 25 Mayıs 2009 tarihli davet mektubu ile Kurumumuz, Basel Komite üyeliğine kabul edilmiş ve üyelik sonrası Komitenin pek çok alt çalışma grubuna katılma fırsatı bulmuştur. Daha önce de ifade ettiğim likidite yeterliliğiyle ilgili olarak, LCR rasyosu hesaplamasında, bazı kalemlerle karşılaştırıldığında, biz Basel III’ün getirdiği standartlardan daha ihtiyatlıyız. LCR istikrarlı mevduat için %5, istikrarlı olmayan mevduat için %10 kaçış oranı öngörüyor. Bizde ise kaçış oranları, fonların gerçek kişilerden ya da şirketin diğer kesimlerinden sağlanmasına bağlı olarak %20-30 aralığında belirleniyor. Bu anlamda biz kendi ülke koşullarımızı dikkate alarak düzenlemeler içerisine yediriyoruz. Bu konuda başka bir örnek de kamu borçlanma kağıtları Basel III kapsamında likidite aktifleri içerisinde LCR’da %3’lük marj dikkate alınırken, biz bu tür tahvillere %5’lik bir marj belirliyoruz. EVREN BOLGÜN: Son bir senedir hem Merkez Bankası hem BDDK kanalı, bankacılık sektörü üzerinde önemli gelişmeler yaşatmaktadır. Brüt operasyonel marjlar, geçtiğimiz seneye göre geriliyor. Örneğin 2005 yılında brüt operasyon marj %15’ken, şu an %5 seviyelerindedir. Diğer taraftan TL bazında kredi tarafındaki büyümeye bakalım: 2004 yılındaki artış yüzdesini yıllıklandırdığımızda, %75; 2006’nın ilk çeyreğinde %55; 2011’in ilk çeyreği ise %36. Burada da yıllar itibarıyla döngüsellik ilginç bir hal almış durumda. Öte yandan fonlama tarafında da önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Biliyorsunuz kısa vadeli faizler geçen yılın son çeyreğinden itibaren Merkez Bankası tarafından aşağıya çekildi. Bir haftalık repo tarafındaki faiz, geçmiş dönemlerde görmediğimiz kadar düşük seviyede. Buna mukabil Merkez Bankası piyasa faizi ile haftalık repo arasındaki kısa vadeli oynaklık ciddi anlamda artmaya başladı. Merkez Bankası’nın mevduat maliyetlerini vade dilimleri bazında farklılaştırarak yükseltmesi ile birlikte bankaların kısa vadeli olarak repo kanalı ile Merkez Bankası’ndan sağladığı fon miktarı toplamda 60 Milyar TL’ye yaklaşmış durumdadır. Esasında bir yandan kısa vadeli TL faizinin oynaklığı artarken, diğer taraftan da bankalar Merkez Bankası’ndan düzenli borçlanır vaziyete geldi. Ben yılın başından itibaren şunu savundum: “Mer16 / Yuvarlak Masa Toplantıları

kez Bankası bu kararı alıyor ama kararın tek yönlü olmaması gerekiyor, buna BDDK’nın, Maliyenin da katılması gerekiyor” dedim. BDDK tarafından birtakım kararlar şu anda geliyor; önümüzdeki dönemde de gelecektir diye düşünüyorum ama bankalar kısa vadeli fonlama kaynaklarını Merkez Bankası üzerinden kullanırken, diğer yandan toptan piyasa dediğimiz tarzındaki fonlama imkânlarına da başvurmaya başlamıştır. Yurtdışına, yurtiçine özellikle tahvil/bono ihraçları vasıtasıyla mevduat tarafından yaptıkları fonlama imkânlarını, şimdi diğer kaynaklar ile sürdürmek zorunda kaldılar. Bu gelişmeler bir yandan maliyetleri de doğal olarak etkiliyor. Mevduat maliyetleri şu anda doğal olarak daha yukarıda denge arayışındadır. Bankaların yurtdışına ihraç ettiği tahvillerin maliyetleri şu an gösterge kağıt üzerine % 0,40 - %0,45 spread dolayına kadar inmiştir. Ancak bu pazara bankaların yoğun ilgi göstermesi dışsallama (crowding-out) etkisi dolayısı ile özel sektör açısından tahvil ihraç maliyetlerini ve imkânlarını zorlaştırmaktadır. Alınan her bir kararın finansal sistem içerisindeki etki gücüne bütünsellik açısından iyi irdelemek gerekmektedir. Benim bankalar açısından pasif tarafta gördüğüm başka bir kritik mevzu da, sermayedar açısından öz kaynakların büyüme oranıdır. Bankaların öz kaynaklarının büyüme oranı 2007 yılı sonlarındaki rakam %30’lu seviyelerdeyken şu anda %15’dir. Özkaynak yaratımı tarafında bu rakamın daha da aşağıya inmesi hiç

hoş bir durum değil. Gelişmeler sermaye büyümesini etkilerken bir yandan da bunun para piyasaları üzerindeki etkisini değerlendirerek bankanın temel olarak ekonomideki hissedara sunduğu, gerçekte borsada söylediğimiz fiyatları aşağıya çektiğini dikkate almak gerekiyor. OZAN CANGÜREL: Pasif tarafta bankalarca ihraç edilen tahvil ve bonolara da değinmek gerekiyor. Bildiğiniz gibi, daha önce sadece yurtdışında tahvil ve bono ihraç edebilen mevduat bankalarına BDDK’nın 30.09.2010 tarihli Kararı ile birlikte yurtiçinde de tahvil ve bono ihraç edebilme izni verilmiştir. Söz konusu karardan bugüne kadar mevduat bankaları yurtiçinde yaklaşık 6,8 milyar TL nominal tutarlı tahvil ve bono ihraç etmiştir. Bu ihraçların ağırlıklı ortalama vadesi 252 gündür. Aslında banka bilançolarının pasifinin vadesinin uzaması anlamında oldukça olumlu gelişme var, ancak ihraç tutarı az gözüküyor. Çünkü sektörün ihraç ettiği tahvil ve bonoların toplam pasifler içindeki payı sadece %1. Bankaların kısa vadeli fonlamasını veri alırsak, vade uyumsuzluğunu artıracak unsurlardan biri de Basel II’de mortgage kredilerinin avantajlı olmasıdır. Piyasa bunun da çok farkında değil gibi geliyor. Daha önce ifade ettiğim gibi KOBİ’lere kredi vermek Basel II kapsamında bankalar açısından avantajlı bir durum oluşturuyor. Aynı durum konut kedileri için de geçerlidir. Zira mevcut düzenlemeler kapsamında

%50 risk ağırlığında sınıflandırılan konut kredileri, Basel II’nin uygulanması ile %35 risk ağırlığında sınıflandırılacak. Başka bir deyişle, banka için daha az sermaye maliyeti durumu söz konusu olacak, dolayısıyla mortgage kredilerinin cazibesi daha da artacaktır. Uzun vadeli konut kredilerinin kısa vadeli kaynaklarla fonlanması bu anlamda vade uyumsuzluğunu artıracak önemli bir unsur olarak karşımızda duruyor. KADİR TUNA: Burada bir avantaj, eskiye göre vadelerin uzamaya başlaması. Basel II’ye hazırlık süreci sadece bankalara bir ev ödevi gibi bekleniyordu. Bence çok önemli olan bir nokta da aktif pasif yönetim anlayışında bile çok ciddi değişim olacak olması. Belki aktif pasif yönetim toplantılarında hedefsel olarak çok daha farklı şeyler konuşulacak. Bu değişim, bankaların özellikle risk yönetim anlayışına çok önemli etki edecek ama bir de kârlılık hedefleri açısından, kâr yaratabilmek için ya da mevcut kârlılığı devam ettirebilmek için çok ciddi bir rekabet ortamı oluşacak. Bankacılık yapmak geçmişe göre daha da zorlaşacak. Azalan marjları korumak için belki bankacılık ürünleri ortaya çıkacak. Basel III’ün getirdiği eklentiler çok fazla değil ama Basel II’ye çok fazla eleştiri olduğu için, bu eleştiriler birçok değişimin olmasına sebep olacak gibi görünüyor. Önümüzde uzun bir yol var. BURAK SALTOĞLU: Hazine’nin borç riski ve krizden sonra yeni stratejileri nelerdir?

EMRE BALIBEK: Bu krizde aslında ülkeleri ayrıştıran temel unsurlardan biri de kamu borcunun sürdürülebilir olması ya da olmaması. Bugün kriz yaşayan ülkelerden örneğin Yunanistan, İrlanda, Portekiz’in hepsinde kamu borcu yüksek. Bunun yüksek olmasının yanında, sürdürülebilirlikle ilgili risk algısı çok yüksek. Örneğin Japonya’nın borcu milli gelirine oranla %200 ama kimse bu borcun nasıl ödeneceğini sormuyor. Yunanistan için bu soruluyor çünkü Yunanistan’da borcun nasıl çevrileceğine ilişkin risk algısı var; kamu maliyesi ve borcun yapısı kötü durumda. Yuvarlak Masa Toplantıları / 17

sürekli besliyoruz. 2001 krizinden sonra uluslararası kuruluşlardan yüksek tutarda finansman sağlamak ve döviz cinsi iç borçlanma yapmak durumunda kaldık. Toplam Hazine borcunun yaklaşık %60’ı döviz cinsine dönmüştü. Bunu uygulanan politikalarla hızlı bir şekilde azaltmaya başladık. Şu anda yaklaşık %27 seviyesine indi. Piyasa riskinde bizim için en önemli kaynak kamu borcunun TL/döviz yapısı. Kamu borcunun etkin yönetilmesi çok önemli. Burada önemli bir mesafe aldık. Bir banka gibi çalışıyoruz, yetkin kadrolarımız var. Bizim tıpkı bir bankadaki gibi, piyasa riski, kredi riski yönetimi bölümümüz var; 3 yıldır da operasyonel risk bölümümüz faaliyette. Kredi riski bankalar kadar bizim için de önemli. Bizim için kredi riskinin kaynağı, hazine alacak portföyü. Kamu kurumlarından alacaklarımız ve vermiş olduğumuz hazine garantileri var. Bu da önemli bir konu. Burada kredi riski birimimiz önemli çalışmalar yapmaktadır. Yasal düzenlemeler yapıldı. Kamu borç yönetim kanununda bir düzenleme var, yıllık limitler var, bu limitler bütçe kanununda belirleniyor. Bütçe kanununa biz müsteşarlıktan öneri gönderiyoruz. Örneğin 2011 senesi için bu, akım bazında 3 milyar dolardır.

Türkiye’de kamu maliyesi ve kamu borcunun seviyesi ve yapısı bu krizde önemli oldu. 2001 yılından sonra kamu maliyesi bir reform sürecinden geçti. Biz de bunun borç yönetimi ayağındayız. Sıkı maliye politikası temel bir unsur oldu. 2002’den 2008’e kadar kamu borcunu milli gelire oranla neredeyse yarı yarıya indirmiş olduk. Dolayısıyla bu bize bir mali alan yarattı. Borcun seviyesinin düşmesinin yanında bizim için önemli olan bir başka şey de, borcun yapısı. 2002 yılında çıkan Kamu Borç Yönetimi Kanunu, kamu borç yönetimi reformunun dayanağını teşkil etti. Bu kanunla gelen temel yeniliklerden biri, borçlanma otoritesinin tek başına Hazine Müsteşarlığı olmasıdır. Daha önce kamu bankaları aracılığıyla aslında devlete mali yük yaratan birtakım işlemler yapılabiliyordu. Bu durum, 2001 krizi sonrasındaki düzenlemelerle ortadan kaldırıldı. Ayrıca Hazine bünyesinde bir borç ve risk yönetimi komitesi kuruldu. Bu üst düzey komite sayın Bakanın veya müsteşarın başkanlığında yapılıyor; Hazine’nin varlıklarına ve yükümlülüklerine ilişkin temel politikalar burada belirleniyor. Bu, reform sürecinin önemli parçalarından biriydi. Bu komite yaklaşık 8 yıldır faaliyette ve temel stratejiler buradan çıkıyor. Biz bu temel stratejilerden biri olarak, öncelikle kamu borcunun yapısını dönüştürmeyi hedefledik. Bu komitenin yanı sıra bir de risk yönetimi birimi kuruldu. Biz bu komiteyi raporlarla, günlük, aylık gelişmelerle, hedef önerileri veya tahminlerle 18 / Yuvarlak Masa Toplantıları

Genel büyüklüğe bakıldığında çok büyük artış trendleri görmüyoruz. Kredi verirken birtakım kriterler belirledik. Kendi geliştirdiğimiz bir içsel kredi derecelendirme sistemimiz var, kendimize göre kamu kurumlarını derecelendiriyoruz. Ayrıca risk hesabı adlı bir uygulama getirdik. Bu krediden, kamu kuruluşu risk algısına göre bir garanti ücreti tahsil ediyoruz; artık ücretsiz garanti vermiyoruz. Bu risk hesabını da Merkez Bankası’nda nemalandırıyoruz. Garantilerden yapılan üstlenimleri bu hesaptan karşılıyoruz. Risk hesabı yıllar içinde, artık kendi kendini döndürecek noktaya geldi. Ayrıca kamu kurumlarından dış borç ödeme hesabı diye bir hesap açmalarını istiyoruz. Dolayısıyla eskiye göre garanti verme mekanizmalarımız çok gelişti. Operasyonel riski kamu literatürüne sokan belki de ilk kamu kuruluşuyuz. Bizim için operasyonel risk önemli çünkü yanlış bir ödeme yapılması önemli sorunlar doğurabilir. Yanlış ödemenin haricinde yanlış bir rakam, istatistik, duyuru açıklanması da çok önemli. Dolayısıyla çeşitli iç kontrolmekanizmalarımızla bunu çok dikkatli takip ediyoruz. Geliştirdiğimiz bir sisteme göre arkadaşlarımız olmaması gereken bir durumla karşılaştıklarında durum bildirimi raporları hazırlıyor. Şu anda borç yönetimi ve hazine işlemleri alanında uluslararası danışmanlık verme noktasına geldik. Ayrıca uluslararası kuruluşlara davet ediliyoruz. Orta Asya, Afrika, Balkanlardaki çeşitli ülkelere eğitimler düzenliyoruz.

EVREN BOLGÜN: Bugün cari açık hadisesinin arkasında kamu sektörü büyük ölçüde yoktur. Bu durumun içerisinde özel sektörün yarattığı borçlanma bulunmaktadır. Tabii bu borcun karşılığı olarak ne kadar aktifi var, bence temel sorun bu. Basel III ile birlikte gelecek uygulamalarda bu sene için özellikle kredi dozunun artışını çok önemsiyorum. Cari açık her ne kadar çok büyük bir problem olarak gözükse de Ocak-Şubat aylarına göre trendin biraz daha kırılmaya başladığını görüyoruz. Burayı toparlamak için yapılan eylemler, her ne kadar bankalar üzerinde bir yük olarak gözüküyor olsa da kredi notu artışı için gerekiyor. Türkiye’nin kredi notunun artması ve yatırım yapılabilir seviyeye gelmesi bence 2011 yılının gündemi olmalı. 2011 bittiğinde Türkiye yatırım yapılabilir seviyeye çıkmalı. Buradaki etki ve bunun 2012’de devam ediyor olması fon tarafındaki giriş akışı anlamında ciddi fayda sağlayacak. Ayrıca banka tarafındaki regülasyonun yapacağı eylemlerdeki proaktivite, bundan sonrası ve her zaman için önemli. Sermaye maliyetlerinin yurtdışında artıyor olması Türkiye için de önümüzdeki günlerde göreceli olarak artış yaratma beklentisini getiriyor. Büyük bankalarla küçük bankalar arasında ayrışma söz konusu olacak.

ABD ve Avrupa’da belli bir maliyet baskısı var, benzeri Türkiye’de de yaşanacak. Büyük bankalar sermaye tarafında öncelikli olarak bu gereksinim ve enjeksiyonu üzerlerinde hissedecekler ve bu da ürün maliyetlerine yansıyacaktır. Operasyonel maliyet marjlarının %15’lerden %5’e inmesi çok kabul edilebilir değil. Tüm bunlarla ilgili olarak asıl önemli nokta Türk bankacılığının sağlam, finanse edilebilir kriterleri tutturmasıdır. Bunun da söz konusu olduğunu görüyoruz. Fakat Avrupa’ya baktığımızda emsaller öyle değil. Örneğin NBG’nin (National Bank of Greece) şu anda tamamen Finansbank tarafından yaratılan gelirler ile finanse edildiği gözlemlemekteyiz. Türk bankacılığında sermaye tabanının genişliyor olması, kârlılık tabanının tatminkar bir şekilde, enflasyonun üzerinde büyüyor olması, önem arz ediyor. Segmentler arasında kredi maliyetlerinin ayrıştırılması konuşuluyor, bence bu doğru bir tespit. Hatta bence bu uygulama için biraz geç kalınmıştır. 6 ay önce Merkez Bankası ile birlikte yapılabilseydi çok daha iyi olacaktı. KADİR TUNA: Bankaların davranışları ya da bankaların üzerine gelecek maliyet, aslında onların KOBİ ile olan ilişkilerini de ciddi şekilde etkileyecek. Bankacılar açısından baktığımızda, onların odaklandığı iki nokta olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri aktif kârlılık diğeri öz kaynak kârlılığı. Bu iki konu birer hedef olarak karşımıza çıkıyor. Tüm aktif pasif iş yönetimi ya da risk yönetim anlayışı, bu hedeflerin sürdürülebilmesine odaklanacak. Türkiye’ye gelen yabancı bankaların burayı tercih etmesinin en önemli sebebi Türkiye’deki öz kaynak ve aktif kârlılık getirisinin yüksek olmasıydı. Bunlar iki temel parametreydi. Şimdi biz bu iki temel parametreyi korumaya çalışacağız. Burada bankalarının işinin çok kolay olmayacağı gözüküyor. Bankacılık sektörünün bu kadar telaş içerisinde olması da çok anlamlı. Bu aslında bir paranoya değil, bir gerçek. Bizim odaklanmamız gereken taraf risk yönetimi. Sermaye yeterliliği tarafında zaten hazırız. Risk ve kârlılık dengesini nasıl götüreceğimize odaklanmamız gerekiyor. Burada bankalarla KOBİ’ler arasında yeni bir ilişki dönemi başlayacağını düşünüyorum. Bugün bilançoya baktığımızda, kârlılığın esas kaynağını kredilerin oluşturduğunu görüyoruz. Bankalar cephesinde, komisyon gelirlerini vs artırıcı, diğer bazı kâr getirici faktörler de var. Fakat bunların da bir noktaya kadar olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla iş kredi riskine ve krediyi iyi fiyatlandırmaya odaklanmış durumda. Burada KOBİ’ler açısından zor bir durum söz konusu. Bununla birlikte Yuvarlak Masa Toplantıları / 19

KADİR TUNA: Türkiye’de çok ciddi anlamda ihracat yapan şirketlerin özellikle finansal raporlama, mali yapı ve iş denetimi konularında eksiklikleri var. İşin bu kısmı eksik olduğu için bankaların önüne gelen bilançolarda da sıkıntı doğabiliyor. Artık problemli olan şirketlerin sistem içinde tutulması için özel bir çaba harcanmaması gerektiği düşüncesi çok önemli. Çünkü bu şirketler sistemde çok ciddi risk yaratıyor, bu risk sistem içinde iyi işleyen KOBİ’leri de zor duruma sokuyor. Basel III’ün bu tür unsurlarının da göz önüne alınması ve reel sektör tarafının ihmal edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Böylece bankaların işi de çok kolaylaşacak; şimdiki gibi stres altında olmayacaklar. Bankacılar iyi müşteri bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyor. Dolayısıyla bizim iyi müşteri sayısını artırabilmemiz için reel sektör tarafında da gerekli çalışmaları yapmamız gerekiyor. mali affın ve Yeni Türk Ticaret Kanunu’nun gündemde olduğu bu yeni dönemde, KOBİ’lerin yeni başlangıçlar yapması için uygun bir ortam var. Bunu da dikkate alarak KOBİ-bankacılık ilişkilerinde, bankaların KOBİ’lere geçmişte olduğu gibi çok fazla tolerans göstereceğini düşünmüyorum. Bir dönem epey tolerans gösteriliyordu. Fakat bu yeni dönemde iyi şirketlerin bu durumundan ciddi avantaj sağlayacağı görünüyor. Basel II ve Basel III’e hazır olmayan şirketlerse kaynak sağlama noktasında çok zorlanacak. Şirketlerde halen şirket işi finansal raporlama, şeffaflık ve bankaların önüne giden bilançolarda ciddi sıkıntımız var. Bankalar değerlendirme yaparken bilanço noktasında ciddi tereddüt yaşıyor. Bundan sonra şirketin geçmişi, bulunduğu sektör eskisinden daha büyük önem kazanacak. Bankalar kârlılık noktasında yeni ürünler konusunda ya da uzun vadeli çalışma konusunda daha istekli olacak gibi görünüyor. Bizi sevindiren noktalardan biri de kredi dönüşlerinde, 2008 krizine rağmen, büyük riskleri yaşamamış olmamız. Bu noktanın iyi yönetildiğini düşünüyorum. Karşı taraf riski özellikle KOBİ’ler açısından ciddi noktadaydı. Ama bu risk bir şekilde yönetilebildi. BDDK’dan izin alınıp yeni kredi derecelendirme

KADİR TUNA: Bankalar değerlendirme yaparken bilanço noktasında ciddi tereddüt yaşıyor. Bundan sonra şirketin geçmişi, bulunduğu sektör eskisinden daha büyük önem kazanacak. 20 / Yuvarlak Masa Toplantıları

süreçleri başlayacak; bu çok önemli. Şu an bu derecelendirme konusunda şirketler kendi durumlarını görme anlamında, kredi derecelendirme şirketlerine başvurup bu yapıyı görmeye çalışıyor. Süreç aslında bu derecelendirmeyle birlikte başlayacak. Bu dış derecelendirme, şirketler için bir nevi turnusol kağıdı vazifesi görecek. Benim temennim reel sektör tarafını da Basel III’e hızla hazırlamak. Burada koordinasyonu sağlayacak kurum TOBB, sanayi ve ticaret odaları; devlet tarafında ise sanayi ve ticaret bakanlığı ve KOSGEB. Ayrıca BDDK ve Maliye Bakanlığı da olabilir. Koordinasyon bu şekilde sağlanırsa bence daha sağlıklı olur. BDDK’nın know-how anlamında bu sürece ciddi katkılar sağlayacağını düşünüyorum. OZAN CANGÜREL: Her krizde ders alan finans sektörü ve bankalar oluyor. Kendilerini yeniliyorlar. Fakat reel sektör aynı, değişmiyor, tecrübelerden ders almıyor. Bu önemli bir nokta. Örneğin halen reel sektör için ciddi bir kur riski var. Reel sektörün de risk yönetimi anlamında kurumsallaşması gerekiyor. BURAK SALTOĞLU: Yurtdışında halka açık şirketlerin finansal risklerinin izlenmesini zorunlu kılan yönetmelikler var. ABD’nin SPK’sında bu tür yönetmelikler var. Reel kesimin borçları ve riskliliği de topyekün risk yönetimi açısından önemli. Cari açık tartışmalarında önemli bir nokta bu.

BURAK SALTOĞLU: Eksik kaldığını düşündüğünüz noktaları son olarak vurgulayabilirsiniz. Ozan Bey sizden başlayalım.

OZAN CANGÜREL: Basel III ile ve ileride yayınlanacak diğer düzenlemelerle, bankalar için oyunun kuralları değişiyor. Bu kurallara adapte olmak için 2019’a kadar uzun bir vakit varmış gibi görünüyor. Fakat özellikle gelişmiş ülkelerdeki bankalar için bu kurallara adapte olmak kolay değil.

EMRE BALIBEK: Basel III’ün de bir parçası olduğu bu yeni finansal düzenleme çalışmalarının önemli bir unsuru, finansal istikrar ve sistemik risklerin ele alınışı. Bütün Basel süreçlerinde kurumsal yapıyı güçlendirmeye yönelik düzenlemeler var. Bana göre Basel III’te nispeten yeni olan unsur, işin zaman boyutu. Zaman içinde bu sistemik riskin birikmemesi adına, işlerin iyi gittiği dönemde bankacılık otoriteleri daha fazla sermaye tutulmasını isteyebilecek. BDDK’nın buna benzer uygulamaları vardı; bu bizim için yeni bir şey değil. Şimdi dünyada da bu yapılabilirse, sistemik riskin yönetilebilmesi için önemli bir aşamaya geçilmiş olacak. Bu durum Türkiye’yi nasıl etkiler diye baktığımızda BDDK’nın birtakım etki analizleri ve raporları bize, Türk bankacılık sektörünün uyumunun çok zor olmayacağını gösteriyor. İlave olarak çok yüksek sermaye ihtiyaçları olmayacak; zaten yüksek bir sermaye yapısı devam ediyor. Uluslararası boyutta belki bu yeni finansal mimari çalışmasının bir parçası olarak belki sermaye artışları gündeme gelecek. Bunların var olan fon miktarını nasıl etkileyeceği vs gibi soruların bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin tüm ekonomik aktörlerince incelenmesi ve takip edilmesi gerekiyor.

1996’da Basel I Standartlarına piyasa riski dâhil edildi ve buna uygun modeller, danışmanlıklar ortaya çıktı. Ardından Basel II’de kredi riski ölçümünde değişiklikler getirildi ve buna ek olarak operasyonel risk de sermaye yeterliliği hesaplamalarına dâhil edildi. Her düzenleme sonrası risk yönetimi kendini gözden geçiriyor. Her düzenlemenin bir yıldızı oluyor; Basel III’ün yıldızı ise likidite riski ve çok dikkat çekmese de karşı taraf kredi riski. Bu yeni dönemde risk yönetiminin göbeğinde likidite riskinin önemi yadsınamaz. Likidite riskiyle birlikte stres testleri önem kazanacak. Likdite riski bankaların kârlılık stratejilerini, hedeflerini etkileyecek önemli bir unsur. Bu dönemde Basel III’ün bu yıldızlarına dikkat etmek, bunları iyi yönetmek gerekiyor. Yuvarlak Masa Toplantıları / 21

EVREN BOLGÜN: Sonuç olarak tüm konuşulanları kısaca dört başlık altında özetlemek isterim: Makro ekonomi açısından yapılan akademik çalışmalara baktığımızda, bankalardaki sermaye rasyosunun %1 artırılmasının GSYİH’da yaklaşık binde yarım kadar düşüş yarattığını görüyoruz. Dolayısıyla optimum sermaye hadisesinin Türkiye’de önümüzdeki dönemde tartışılması bence, yeni kurulan finansal istikrar kurulunun gündem maddeleri içerisinde yer alması gereken bir maddedir. Bu miktarın simetrik hareket etmesinin gerekip gerekmeyeceği, finansal döngüselliğe ve ekonomik yapıya oldukça bağlı. Bir diğer önemli konu likidite standartlarıdır. Banka aktif getirisi yönünden ve bankacılık açısından daha düşük getiriyi önümüzdeki dönemde kabullenmemiz lazım. Daha istikrarlı fonlama kapasitesi de daha yüksek fon maliyetlerini beraberinde getiriyor. Bunların artı ve eksilerinin konuşulması, tartışılması önemli. Kısa vadeli faizler epeyce aşağı çekildi, burada bir oynaklık yaratılıyor. Bu da aslında uzun vadede sürdürülebilir bir durum değil. Merkez Bankası şu anki %6,25’lik faiz seviyesini sabit tutabilmek adına tüm bu gelişmelere katlandığını görmekteyiz. Dünyada da aracılık maliyetleriyle birlikte borçlanma maliyetlerinin artıyor olması, uzun vadeli faizlerde de belirli bir riski beraberinde getirebilir. Şu anda bir denge durumunda değiliz ama önümüzdeki 8 yıl, tüm bu gelişmeleri test edeceğimiz bir süreç olacaktır. Son olarak Basel III uygulamaya geçinceye kadar yeni bir küresel kriz yaşanmamasını ümit ettiğimi söylemeliyim. KADİR TUNA: Önümüzde 8 yıllık bir zaman var. Aslında zamanın uzun olması hem iyi hem de kötü gibi görünüyor. İyi çünkü Avrupa için 1,5 trilyon dolarlık bir sermaye ihtiyacı var, bu sermayenin sağlanması için de zaman gerek. Öte yandan bu zamanın 8 yıl gibi uzun bir sürede olması, beni endişelendiriyor. Çünkü şu an Avrupa bankacılık sistemindeki kırılganlık halen devam ediyor. Bir taraftan büyüme bir taraftan parasal genişleme çalışmaları devam ediyor ve bunun aktif kanalı yine bankalar. Bankalar kredi verme süreçlerini bu yapı oluşmadan nasıl götürecek? Bir yandan da çıkış sürecini hızlandırmak lazım. Böyle bir paradoks yaşıyoruz. Dolayısıyla benim Basel III sürecinde Avrupa ve dünya açısından endişelerim var. Şu anki gidişat bu endişelerin ülkemize yansımayacağı yönünde. Fakat Basel Komitesi’nin kamuoyuna, bu kaygıları giderecek tatmin edici açıklamalar yaptığına şahit olmadım. Türkiye olarak bizim çok temkinli olmamız gerekiyor. 22 / Yuvarlak Masa Toplantıları

Bankacılık ve reel kesime meselenin çok iyi anlatılması lazım. Bununla birlikte bankacılık kesiminin bu süreç içinde motivasyonunu da bozmamamız gerek. Merkez Bankası, BDDK, TMSF ve bankaların hepsi aynı gemide. BURAK SALTOĞLU: Ben de birkaç cümleyle bir özet yapmak isterim: Beş ana sonuç çıktı toplantımızda. Birinci nokta, Bankacılık sektörümüz Basel III’e diğer bir çok ülkeye oranla çok daha iyi konumda. Basel III çerçevesinde önemli bir madde olan finansal istikrar çok önemli. İkinci nokta reel kesim Basel III’e hazır değil. Üçüncü nokta, Türkiye’deki gerek bankacılık gerek reel kesim için gerçek meydan okuma asıl iş şimdi başlıyor. Büyüme ve istikrar içinde büyüme Basel III’ün etkin uygulanması için şart görünüyor. Türkiye bu krizden çıkışta önemli bir fırsat yakaladı. Ancak zorlu da bir sürece giriyor. Yüksek kâr ederken bankacılığı denetlemek kolay ama daralmalarda denetleme de zorlaşıyor. Yurtdışı finansal kaynaklar daraldığında da borç vermek ve onu yönetmek zor olacak. Kriz yönetiminde gösterdiğimiz başarıyı umuyoruz gelecek yıllarda farklı ortamlarda da değerlendireceğimizi umuyor tüm katılımcılara katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz. Yuvarlak Masa Toplantıları / 23