Bekir Kara (Baf,1945- )

Bekir Kara (Baf,1945- ) Baf’ın Bağzıkara köyünde doğdu. Limasol 19 Mayıs Lisesi'nden sonra Bursa Eğitim Enstitüsü' nün Sosyal Bilgiler Bölümü'nü bitir...
Author: Guest
4 downloads 0 Views 214KB Size
Bekir Kara (Baf,1945- ) Baf’ın Bağzıkara köyünde doğdu. Limasol 19 Mayıs Lisesi'nden sonra Bursa Eğitim Enstitüsü' nün Sosyal Bilgiler Bölümü'nü bitirdi; Kıbrıs okullarında başladığı Öğretmenlik/yöneticiliğini emekli olduğu 1994 yılına değin sürdürdü. Lise günlerinden bu yana tiyatro-öykü-roman dallarındaki üçlü çalışmalarını, kesintisiz, günümüze de taşımıştır. Oyunlarından; Emellerin Uğraşı, Tutsak ve Üzgü ile Gençlik Kültür Dairesi'nden mansiyon (1972); Devlet Tiyatroları'nın Tiyatro Yarışması'ndan da (1980) Evsiz Evlenilmez eseriyle ikincilik ödülü almıştır. Bayrak Radyo-Televizyonu BRT'nin rad-

yofonik skeçlerinden bazıları yine onun imzasını taşımaktadır. 'Yemeni' adlı romanıyla ise Peyami Safa Roman Yarışması'ndan (1978); 'Bilgilerini Sırtına Yükledi' öyküsüyle Lefkoşa Belediyesi'nden (1983) birer mansiyon'u vardır. Şimdilerde yayına hazır üç oyunu, bir romanı olduğunu söylüyor. Halk müziğine de ilgi duyan Bekir Kara'nın derlediği türküler BRT ve TRT radyolarında seslendirilmektedir. Eserleri: Toplu Oyunları -I, Lefkoşa, 1994; Sırlar Ölümsüzdür,, Lefkoşa 1996, öyküler.

AHA BÖYLE (Sırlar Ölümsüzdür, Öyküler, Lefkoşa, 1996,7-21 ss.)

Evde telaş vardı o gün. Cemal işinden yorgun dönmüştü. Hemen banyosunu yaptı. En yeni giysilerini giydi. Oturma odasına geçti, oturdu. Yorgun ayaklarını, önündeki sehpaya uzattı. Karısı Aliye kahvesini yapıp, getirdi. Kahve tepsisini koyacak yer aradı. Bulamadı. Duvar dibindeki küçük sehpayı yanma çekerek, kahveyi üzerine koydu. Cemal, gözünü karısına çevirdi. Karısı da ona baktı. Gülüştüler: "Cok mu yoruldun bugün?" diye sordu karısı.

"Yoruldum ya," dedi Cemal, "hem de çook!" "Yükün biraz daha hafifleyecek bugünden sonra..." "İnşallah!" dedi Cemal, "İnşallah!" "Yatıp kalma öyle! Neredeyse uçağın geliş zamanı oluyor. Ben de elbiselelerimi değişeyim de; hemen yola çıkalım." dedi karısı ve öteki odaya geçti. Baba, kahvesini yudumlarken oğlu Mehmet'in yüksek öğrenime gidiş gününü anımsadı. Güldü;

"Vay be," dedi kendi kendine, "Seneler amma da çabuk geçer ha! Çabucak beş yıl geçti. Dün gibiydi oğlanı gönderdiğimiz gün. Halbuki beş sene geçti aradan." Karısı öteki odadan geldi: "Ben hazırım. İç kahveni de yola çıkalım," dedi ve geri döndü. "Tamam/1 dedi Cemal, "Tamam." Beş yıl geçmişti geçmesine ama, çok zorluklar çektiler ailece. Borçlandılar birkaç yere. Günlük yaşamlarından kısıtlama yaptılar. İki giyecek yerde, bir giydiler. Bir okka et yerine, yarıma indiler. Oğlanı para yönünden zora sokmamak için, herkes payına düşen özveriyi yaptı; ya da yapmak zorunda kaldı. Ana heyecanlıydı. Yerden yere koşuyordu. Koşarak öteki odadan geldi. Hem saçını tarıyor, hem söyleniyordu: "Ne oturdun kaldın öyle? Hade! Ben hazırım! Vakit geldi de geçiyor bile. Sen hâlâ oturuyorsun. Uçak neredeyse alana inecek!" Cemal saatine baktı. Umursamadı: "Aceleye gerek yoktur," dedi, "Daha vakit çoktur." Karısı ters ters baktı Cemal'e. Boyun büktü. "Of" dedi derin derin soluklanarak: "Bak nasıl umursamaz ha bak! Ben Mehmet'ime kavuşma hasretiyle yanar tutuşurum; onun zerre umursadığı yok!" dedi. Mehmet'ten beş yaş küçük kızkardeşi Gülgün, koşarak yanlarına geldi. Bir anasına baktı, bir babasına: "Hazırladın mı baba?" diye sordu. Baba koltuğu üzerinde doğruldu: "Daha erken be gizim!" dedi. "Ama isterseniz, gideriz. Ben hazırım." "Gidelim, gidelim," dedi Gülgün. "Bakarsın erken gelir uçak, ha?" "Hade," dedi baba. "Düşün yola bakalım!" Uçak tam zamanında gelmişti. İlk Mehmet inmişti uçaktan. Kalabalıktı o gün alan. Mehmet karşıda durdu; kalabalığa göz attı. Baba, anne, kızkardeş, el salladılar uzaktan. Baba duygulandı. Gözleri doldu. Elinin tersiyle gözlerini sildi. Ana, sevinçten ağlıyordu, oğlunun uçaktan inişini izlerken.. Baba anaya, ana da babaya baktı. İkisinin de gözyaşları yanaklarından süzülürken, gülümsediler. Gülgün terminal binası balkonundan yarı beline dek aşağılara sarktı ve el salladı abisine. Mehmet hâlâ görememişti onları. Gözleri kalabalığı

dolaşırken, Gülgün'ün aşağıya uzandığını gördü. İki elini havaya kaldırarak salladı. Annesi ile babasını aradı gözleri Gülgün'e el sallarken. Kalabalık arasından zor seçebildi onları. Bakıştılar, gülüştüler. Mehmet koşarak içeri girdi. Gümrük kapısından çıkarken, ilk babasıyla karşılaştı Mehmet. Elini öptü babasının. Sonra kucaklaştılar. Birbirlerini iki yanaklarından öptüler. Ana, sıkışık insan kalabalığını yardı ve oğluna yaklaştı. Koşarak boynuna sarıldı: "Hoşgeldin oğlum!" "Hoşbulduk anam, hoşbulduk." dedi Mehmet. Annesinden sonra Gülgün koştu abisine. Kucaklaştılar, öpüştüler: "Nasılsın abi?" "İyiyim, ya siz?" "Biz de iyiyiz. Hasretlik bitti artık. Bitti bitti!" "Bitti," dedi Mehmet derin bir ah çekerek. Bavulları sırtlandılar. Arabaya bindiler ve yollandılar. Mehmet eşi~dostu sordu. Arkadaşlarını, komşularım sordu. Öleni-sağı sordu: "Bir yaramazlık yoktur çok şükür," dedi baba. "Sen anlat bakalım" N'aptın, n'ettin?" Tek tek yüzlerine baktı Mehmet. Derinden bir "ah" etti ve gülümsedi. "Okul bitti artık. Zorlandık, sıkıldık; ama olsun. Bitirdik ya!" Baba oğluna döndü: "Askerlik var şimdi. Günler çabuk geçer. Onu da atlatırsın kısmetse. Bak, çabucak beş sene geçti. Biraz hasretlik çektik ama, Önemli değil." "Doğru," dedi Mehmet. "Askerlik de bittikten sonra rahatlarız." "Biter oğlum, biter. Sağlık olduktan sonra, geçer gider kısmetse." Evde bir şölen havası vardı o gece. Günlerden beri hazırlık yapmıştı anası. Hamur açtı, börek yaptı. Gatmer yaptı. Lokma yaptı. Küpe, kebap koydu. Hellimli, zeytinli, kırmızı kabaklı börekler yaptı. Büyük masayı donattı, doldurdu. Bir de küçük rakıcık almıştı babası. Mehmet içki içmezdi. Baba da içmezdi. O gece başkaydı. Biricik oğlu okulu bitirmiş, inşaat mühendisi olmuştu. Yemeler, içmeler, şarkılar, türküler, sürdü gitti gece boyu. Teyip sonuna dek açıldı. Ana ile baba karşılıklı göbek attılar. Mehmet ile Gülgün de katıldı onlara. Hep beraber coştular, nara bile attılar o gece. Komşular rahatsız olmuştu. Birikişi, pençelerini açıp baktılar, kulak kabarttılar; fakat hoş karşıladılar:

"Mehmet okulunu bitirdi" dediler. "Eğlenmek, coşmak, sevinmek haklarıdır." Herkes mutluydu. Baba, gururlu gururlu dolaşıyordu sokaklarda. Tebriğe gelen kız ana-babalarına laflar dokunduruyordu: "Mühendis oğlum," diyordu da, bir mühendis daha çıkıyordu ağzından. Askerlik günü geldi Mehmet'in. Sevinçle uğurladılar sabahleyin. Dualar okudu anası-babası. Kurbanlar adadılar; "sağlıkla gidip-gelsin" diye. Mehmet sportmendi. Fakülte tahsili öncesi, futbol oynamıştı kulüp takımlarından birinde. Fırsat buldukça da, spor yapmayı ihmal etmiyordu. Hırslıydı Mehmet. En önde olmak istiyordu. Asker ocağı ortamına erken uyum sağladı. Çok gayretliydi, saygılıydı. Eğitimlerde en öndeydi. Komutanlarınca tanındı. Sevildi. Tam bir asker oldu. Çok çalışıp uğraştı. Subay olmak, biraz maaşçık almak, babasının omuzundan, bir süre olsun kalkmak istiyordu. Başardı Mehmet. Eğitimi birincilikle bitirdi. Komutanları çok sevdiler onu. Yakınlık gösterdiler. Eğitimin bitiş töreni konuşmasını ona yaptırdılar arkadaşları adına. O gün çok gururlanmıştı. Mehmet o günkü gibi gibi hiç mutlu olamamıştı. Coştukça coşmuştu konuşurken. Dolgun, gür sesiyle ortalığı çınlatmıştı: "Savaşmaya hazır olduğunu, memleketi için canını feda edebileceğini, vatan topraklarına düşman ayağını bastırmayacağını," haykırdı. Gözleri çakmak çakmaktı. Bakışları sertti. Önündeki dağlan yıkacak denli şahlanmış, kendinden geçmişti. Söylevini izleyiciler tıs çıkarmadan izleyip, can kulağı ile dinlediler. Büyük bir alkış kopmuştu konuşmasının sonunda. En yetkili kişiler çevresini sardılar. Tebrik ettiler. İki yanağından öptüler. Tören bitip de, kalabalık dağılırken: "Böyle gençliğimiz varken, sırtımız yere gelmez," dediler birbirlerine. Mehmet'in babası o gün, en mutlu gününü yaşamıştı. Komutanlar tek tek onu-da tebrik ettiler, kutladılar. Sırtını savazladılar: "Kutlarız seni," dediler. "Böylesi bir yiğit yetiştirdin. Okuttun, Adam ettin. Kutlarız seni." Baba, gururlandı. Göğsünü kabarttı. Ama şımarmadı. Saygıda kusur etmedi büyüklerine karşı. Önlerinde eğildi: "Sağolun. Varolun. Sizin sayenizde," dedi. *** Mehmet, ne gerekse onu yaptı askerde. Tam bir asker, tam bir komutan, tam bir kahraman oldu.

En büyük Mehmet'ti büyüklerine göre. Övdükçe övüyorlardı. Neredeyse, "olağanüstü insanlar" sınıfına koyacaklardı onu. Belgeler, bröveler, tebrikler, teşekkürler yazdılar, övdüler, kucakladılar öptüler ve terhis edip eve yolladılar. Bir şölen de, terhis gecesi oldu Mehmet'in evinde. Baba gururluydu. Anne, kızkardeş sevinçliydi. Mehmet eller üstündeydi. Geç vakitlere dek kendilerince eğlendiler. Oğullarının başarılarını coşkunca kutladılar. Mehmet en büyüktü. Okumuş mühendis olmuştu. Askerde bir numaraydı. Kahramandı. Yurtseverdi. Belgelerle, brövelerle evine gönderilmiş, ödüllendirilmişti. Ne istese haklıydı ailesinden. Baba o gece, hep düşünmüş; kendi kendine konuşmuştu: "Keşke ekonomik gücüm olsa da, bu oğlancığa bir arabacık çeksem altına. Elin oğlu, sokaklarda fing atar pahalı arabalarıyla. Hem de, ne okumuşluktan var, ne diplomaları, ne teşekkürleri, ne bröveleri. Komutanlarından, bir kez bile "bravo" alamadılar. Ama benim Mehmet'im en büyüktür. Ne versem hakkıdır. Ne istese yeridir." Buruktu Baba. Geç vakitte yattığı yatağında, gözü uyku tutmadı. Sağından soluna, solundan sağına dönüp durdu. Ölçtü biçti. Hesaplar yaptı. Doluya koydu sığmadı, boşa koydu doldurmadı. Sigara yaktı. Yataktan kalktı, döndü dolaştı. Çıkar yol bulamadı. Sabaha yakınken sızdı kaldı koltukta. Aradan günler geçti. Mehmet iş aradı. Hem oturmaktan bıkmıştı, hem babasından harçlık istemekten. Önce devletin kapısını çaldı: "Devlet sınavına girdin mi Mehmet?" "Ben fakülte mezunuyum. İnşaat Mühendisiyim." "Olabil irsin. Yeteri i olup olmadığın sınanacak." "Yeterli olup-olmadığım mı?" "Elbette. Gir sınava, ondan sonra münhal bekle!" "Ben koskocaman fakülteden mezunum abi... Neyin nesi bu yeterlilik sınavı?" "Yasa oğlum, yasa." "Tamam," dedi Mehmet. "Gireriz. Geçeriz o sınavı da... Gireriz. Gireriz..." Hazırlandı Mehmet. Kitap, not, yasa, yönetmelikleri karıştırdı. Neyse, ne gerekse öğrendi. Sınavı dörtgözle bekledi. Günü geldi çattı. Heyecanlandı. Biraz da korktu: Ne de olsa sınavdı. Girdi sınava. Yüklüydü. Azimliydi. Kolay gelmişti sorular. Bir çırpıda yamtlayıverdi:

"Oldu," dedi. "Kazandım. Amma da matrak sorulardı ha!" Sınavdan sonra, uzun bir zaman geçti. Mehmet her gün günlük gazeteleri okudu. Baktı, araştırdı. Bir türlü netice çıkmadı. Sabırsızlanmıştı: "Bir çıksa şu sınavın sonucu, bir çıksa!" dedi, dolaştı, mırıldandı. Oturdu mırıldandı. Nihayet bir gün, gazetede çıkıverdi sınavın sonucu, isimler alt alta yazılmıştı. "Ahmet Soy, Hüseyin Toy, Kemal Bilgi Vehbi Darı, Mehmet Elibol, Mehmet Cemal Parmaksız..." Bir kez daha okudu ismini. Bir kez daha, bir keze daha... Mehmet Cemal Parmaksız... Evine koştu. Babasına, annesine, kardeşine ismini gösterdi. Sevindi. Umutlandı. Artık sorunları bitecek, rahatlayacaktı. Bir iş bulacak, istekli, azimli, titiz ve özverili çalışacaktı. Tatlı tatlı düşler kurdu. Sevindi, havaya fırlayıp, başarısını kutladı. Tekrar gitti ilgililere: Müdür, Müsteşar, Milletvekili, Bakanlarla görüştü: "Yer açılsın! Kadro olsun," dediler. "Ne zaman?" "Açılır açılır," dedi kimileri. "Biraz sıkıntımız var para yönünden. Onu bir atlatalım..." "Ama ben iyi okudum. İyi asker oldum. Vatanımı çok severim. Vallahi de, billahi de!.." "Biliyorum oğlum," dedi bazıları "Kim sevmez ki vatanım? Kıbrıs'ın havası gibi hava var mı? Güneşi gibi güneş var mı? Denizi gibi deniz var mı? Gez dünyayı, yok! Vallahi de yok, billahi de yok!" Mehmet'in içi yandı. Dünyası yıkıldı. Sokaklarda döndü dolaştı. Sıcaktı o gün hava. Terledi. Bunaldı. Beyni sarsılmıştı. Yol kenarındaki banka oturdu. Çevresini izledi: Renk renk arabalar geçti önünden. Modelleri değişik değişikti. Kızlı erkekliydi kimileri. Teyiplerin ses -düğmesi sonuna dek açıktı, Vangır vangır ötüyordu hoparlörleri. Önünden liseliler geçti. Kızların daracık etekleri, kıçlarının tüm hatlarını dışarı atmıştı. Kimilerinin kısacak etekleri, olgunlaşmamış bacaklarının urubunu bile örtmüyordu. Yitişip kakışıyordu liseliler. Coşkulu, şenşakrak, umursamaz ve biraz da şımarıkça bir görünümdeydiler. Köşeyi dönünceye dek Mehmet onları izledi. Boyun büktü. İç çekti ve kendini yapayalnız hissetti. Sonra birkaç yabancı turist geçti önünden. Sarmaş dolaştılar. Yaşam do-

luydular. Öpüşüyorlardı yol ortasında. Yaşam, o an içindi onlara göre. Kısa şortları, atlet fanilalanyla, güneş yanığı vücutlarının tüm ayrıntıları açıktaydı. Boyun büktü Mehmet. İç çekti. Kendini daha da yalnız hissetti. Oturduğu banktan kalktı. Sersemlemiş ti. Güneş beynini etkilemiş, olaylar ruhunu hasta etmişti. Yürürken ayaklarının titrediğini, beyninin bedeninden koptuğunu hissetti: "Güneş mi çarpmış ne!" diye düşündü evine doğru yürürken. Akşam olmuştu. Eve geldiğinde babası karşıladı kapıda. Göz göze bakıştılar kapı eşiğinde: "Olmadı baba," dedi. "Olmadı. Bekleyecekmişik biraz daha. Mali sıkıntıları varmış. Mali sıkıntı atlatılsın, olacakmış!" Baba dişlerini sıktı öfkesinden. Avurtları patlayacaktı sanki. Ana suskun ve öfkeli, Gülgün ne diyeceğini bilemedi. Oturup konuşamadılar bile. Suskunlukları gece boyu sürdü: "Beklemek! Kolay mı beklemek? Kaç gün, kaç sene? Beklemek ha?! Beklemek!..." dedi kendi kendine. Bir damla uyku girmedi gözlerine sabaha dek Mehmet'in. Sabah herkesten önce kalktı yatağından. Giyindi çıktı evden. Bir yol tuttu: Nereye, kendi de bilmiyordu. Döndü dolaştı şehrin her bir yanını. Bir apartman inşaatına girdi. Yapıyı inceledi. Ölçübiçti. "Güzel olacak," dedi kendi kendine. İşçiler kan ter içindeydi. Habire sıva atıyorlar, çimento yoğuruyorlardı. Ustabaşı geldi karşıdan. İyi giyinmişti. Elini kolunu savurarak emirler verip bağırıyordu. Sürekli alnına biriken terini siliyordu boynundaki havluyla. Mehmet'i fark etmemişti: "Daha gayretli olun! Bugün bu iş bitecek, karışmam ha!" deyip bağırıyordu iyi giyinmiş Ustabaşı. O sırada Mehmet'i farketti. Mehmet duvara yaslanmış onları izliyordu. Mehmet'e döndü: "Sen kimsin?" "Ben mi? Ben şeyim!.. İş arıyorum da..." "İş mi?" "İş ya." dedi Mehmet. İlgilendi Ustabaşı. Mehmet'i baştan aşa süzdü. Kılığına baktı. Ellerini inceledi. Yüzüne baktı. Ne elleri işçi eliydi, ne yüzü. Yaşamında hiç çalışmamış gibiydi, temiz yüzlü ama iyi niyetliydi. Bir süre düşündü. Sonra mahcup delikanlının yanına sokuldu: "Nasıl bir iş yapabilirsin sen?" "Ben mi? Her bir işi yaparım. İş olsun da..."

"Pek işçiye benzetemedim seni, da..." "İşçilik yapmadım abi. Yani, yapmadıysam, yapamam anlamına gelmez. Yaparım." Kendi kendine konuşur gibi mırıldandı Ustabaşı: Biraz inşaattan anlasaydın!.." Mehmet, ağzını açtı. Mühendis olduğunu söyliyecekti. Vazgeçti. Gözlerini yere kaydırdı: "Mühendis olduğumu söylersem, işe almaz beni. İşçi alsın. İşçi de olurum. Oturmaktan bıktım. Bunaldım. Hayatımdan usandım." diye düşündü. "Çalışmak ister misin?" Mehmet: "İsterim" dedi sevinçle. Ustabaşı daha da sokuldu Mehmet'e. Ona acımış bir yüz ifadesi vardı Ustabaşının: "Zor iş değil yapacağın iş. Bu işçileri çalıştıracaksın. İşin başında duracaksın. Arada sen de yardımcı olursan, iyi olur." "Olurum," dedi Mehmet. "Yarın gel." "Bugün olmaz mı?" "Üstün-başm hazır değil. Hazır olsa, bugünden başla diyeceğim ya..." Mehmet sevindi. Neredeyse Ustabaşının boynuna sarılacaktı: "Önemli değil abi, başlarım bugün. Hemen başlarım," dedi Mehmet. Güldü Ustabaşı. Başını salladı: "Tamam," dedi. "İstediğin gibi olsun." "Adım Mehmet." "Benimki de Ali." "Memnun oldum Usta," dedi Mehmet. Ustabaşı, Mehmet'e tüm inşaatı gezdirdi. Sevinmişti Mehmet. Kendini kaptırdı: "Orası öyle yapılsaydı. Burası böyle olsaydı," dedi zaman zaman. Usta ters ters yüzüne baktı: "Amma şımarık şeymiş ha!" dedi kendi kendine. "Kendini ağır satmak ister. Galiba hata yaptım bu delikanlıyı işe almakla..." Mehmet işe sarıldı. Titiz, gayretli, özveriliydi. Ustabaşı Ali, Mehmet'ten çok memnundu. İşçileri güzel yönetiyordu. "Lep demeden leblebiyi anlıyordu." Ustanın onayını almadan bazı yenilikler yaptı inşaatta. Önce öfkelenmişti Ustabaşı: "Bana danışmadan iş yapma!" diye ikaz etmişti Mehmet'i. İş olup bitince, yapılan değişikliğin yerinde olduğunu ve yapılması gerektiğini kabul ederek, sevindi.

Mehmet mutluydu. Maaşı vardı. Babasına yük olmaktan kurtulmuştu. Eve yardım yapacak duruma gelmişti. Babasına kol saati, annesine küpe, kızkardeşine kolye aldı armağan olarak. *** Apartman inşaatı sona ermişti. Ustabaşı güzel bir parti düzenledi. Şampanyalar patlattı. İşçilerle birlikte, Ustabaşının ailesi ve çağrılan diğer konuklar, bir güzel eğlendiler partinin düzenlendiği gece. Mehmet o gece, Ustabaşı'nın apartmanın sahibi olduğunu öğrendi. Londra'dan gelmişti Ustabaşı. Babasından kalan arsaya apartman yaptırmıştı. Kendisi de, Kıbrıs'a "kesin dönüş" yapmak niyetindeydi. Ustabaşı, parti bitiminde bir konuşma yapmıştı. Mehmet'ten övgüyle söz etti. Mehmet utanmıştı. Başını yere eğdi. Yan gözüyle kalabalığı izledi. Gururlandı. Fakat mühendis olduğunu açıklayamadı. Eğlence güzel geçmişti. Ustabaşı Ali'nin Londra'dan gelen kızı da katılmıştı eğlenceye. Mehmet'le birkaç kez göz göze gelmişler, gülüşmüşlerdi. Mehmet, kızların dikkatini çekecek denli yakışıklıydı. Kız da güzeldi. Teni güneş görmemişti. Eğlencenin sonunda el sıkışmışlar, birbirlerini süzmüşlerdi. Geç yatmıştı Mehmet. Gece uyuyamadı. Kız da uyuyamadı. Birbirlerini düşündüler gece boyunca. Ertesi gün, "ZET" jipi ile Mehmet'e geldi. Mehmet'e sürpriz olmuştu. Kızı karşısında görünce şaşırmış, kekelemişti. Kız güler yüzlüydü: "Denize gider misin Mehmet?" diye sorunca Mehmet şaşırdı. Sonra toparlandı: "Neden olmasın!" dedi. Gülüştüler.? Jipe bindiler ve gittiler. Deniz güzeldi. İkisi de; ne denizin güzelliğini gördüler, ne denize girebildiler. Birbirlerini dinlediler bütün gün. Mehmet söyledi, kız dinledi. Kız söyledi, Mehmet dinledi. Fakat Mehmet, mühendis olduğunu söylemedi. Akşam oldu, güneş denize indi. İki genç güne doyamadılar. Gün batınımdan sonra denize girdiler. Oynaştılar, koşuştular, birbirlerine su attılar. Denizden çıktılar, ıslak kumlarda koşuştular. Biri kaçtı, diğeri kovaladı. "Elim sende" oynadılar, karanlık çökene dek. Karanlıkta el ele tutuştular. Bakıştılar, gülüştüler. Gelecekten dem vurdular: "Bizim oraya gel!" dedi kız. "Olmaz" dedi Mehmet.

Suggest Documents