BURDUR MASALLARINDA KADIN VE SU

I.BURDUR SEMPOZYUMU 229 BURDUR MASALLARINDA KADIN VE SU Asuman GÜNEŞ * Ali YAKICI ** Masal, birçok bilimin yararlanabileceği bir kaynaktır. Milletl...
Author: Hazan Ocak
1 downloads 0 Views 192KB Size
I.BURDUR SEMPOZYUMU

229

BURDUR MASALLARINDA KADIN VE SU Asuman GÜNEŞ * Ali YAKICI **

Masal, birçok bilimin yararlanabileceği bir kaynaktır. Milletlerin kültür özellikleri masallarda gizlidir. Masallar, toplumun kuruluşunu ve ana unsurlarını nitelendirmede, halk kültürünün temellerini araştırmada son derece değerli belgelerdir. Burdur yöresine ait kendi derlememiz olan masallardan seçtiğimiz 40 masaldan 11’inin ana kahramanı kadındır. Bu masalların ana olaylarını kadınlar yönlendirir. 11 masalda ise kadınlar yardımcı kahramanlar olarak yer almakla birlikte önemli işlevler yüklenmektedir. İncelediğimiz bu masallarda özellikle kadınların su ile olan ilgilerine dikkat edilmiş ve bunun sonucunda Türk mitolojisi ve destanlarından izler taşıdığı görülmüştür. Örneğin, Doğu Türkistan sahası Uygur Türklerine ait destanlardan biri olan Adilhan Destanı ile Burdur masallarından birinin gerek konu, gerek motif ve tip yapısı bakımından önemli benzerlikler taşıdığını tespit ettik.(Akkaya 1999) W.J.Gruffydd, mitlerin dereceli olarak zaman içinde dört aşama geçirerek masala dönüşeceğini ileri sürer:

1. Aşama: Mitoloji durumundadırlar. 2. Aşama: Mitoloji tarihe dönüşür. 3. Aşama: Mitolojik tarih, folklora dönüşür. 4. Aşama: Folklor edebî masalların ortaya çıkışında kullanılır ve masallar oluşur. (Çobanoğlu 2002:165) Bu fikirden hareketle L. Raglan, bazı mitlerin ilişkili oldukları ritlerle bu süreç içinde ayrılmış olabileceklerini düşünmektedir. Ayrıca, söz konusu anlatıların mahiyet ve form değişikliklerinin aynı zamanda bir insanın kurban edilmesinden zamanla bir insanın kurban edilirmiş gibi yapıldığı ritlere ve netice itibariyle de insan yerine hayvanların kurban edilmesine dönüşümün de izlenebileceğini ileri sürmektedir. (Çobanoğlu 2002: 165)

Arnold Van Gennep, masalın kaynağı hakkında çeşitli ekollerin görüşlerini anlatırken “Mitoloji mektebi, halk masallarını, eski mitlerin parçalar hâlindeki bakiyeleri olarak görüyordu. Bu mektebin natüralist denilen bir şubesi, masallarda güneşe ve fecre, yahut da bulutlara ve yağmura ait mitleri buluyordu.” demektedir. (Boratav 2001: 2) Türk mitolojisinde kadın ve su önemli bir yere sahiptir. Verbitskiy’in derlediği Altay Yaratılış Destanında Ak Ana bir denizden çıkar ve Ülgen’e dünyayı yaratmasını söyler: “Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer, Uçsuz bucaksız, sonsuz sular içreydi her yer! Tanrı Ülgen uçuyor, yoktu bir yer konacak, Uçuyor, arıyordu, katı bir yer, bir bucak. (...) Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak: -Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım! Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım! Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım! Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde, Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde: -Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen, Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren! *

Arş.Gör., Gazi Üniversitesi Yrd.Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı

**

230

I.BURDUR SEMPOZYUMU De ki hep, ‘Yaptım oldu!’ Başka bir şey söyleme! Hele yaratır iken, ‘Yaptım olmadı!’ deme! Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi, Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.” (Ögel 1998: 1.c., 433)

Göl ve nehir kavşaklarındaki adacıklar, Türk mitolojisinde çok önemli bir motiftir. Oğuz destanındaki Kıpçak’ı annesi, nehir ortasında bulunan bir adacık içinde, bir ağaç kovuğunda doğurur. Uygurların menşe efsanesinde de Uygurların atası olan beş prens, iki nehir kavşağının ortasında bulunan bir adacıktaki kayın ağacından doğarlar. Macarların ataları da, geyiği takip ederek bir denizi geçer ve bu denizin ortasındaki bataklık gibi bir yerde türerler. Bu kutsal adalar, Altay ve Sibirya efsanelerinde de bulunmaktadır. Şamanların çoğu zaman iki karıları vardır. Bazı bölgelerde, bu kadınlardan biri “Gök’ün kızı”, diğeri de “Su’yun kızı”dır. (Ögel 1998: 1.c., 141) Daha sonra ortaya çıkan destan ve diğer edebî mahsullerde görülen “kutsal varlıkların sudan çıkma” olayına ilk olarak Yaratılış destanları kaynaklık etmektedir. (Yakıcı 2003: 414) Şamanist Altay ve Yenisey Türklerinin dinî törenlerinde suya karşı okudukları ilâhilerde Tom ve Kem (Yenisey) Irmakları ‘merhametli, yaşlı bir kadın’ olarak nitelenmektedir. (İnan 1998: 492) Su perisi efsanesi bütün Türk boylarında yaygındır. İslavların Rusalkalarına benzeyen bu sarı kız, Altay ve Yenisey Türklerinde su ezi (su sahibi) ve bazan da almıs adını taşır. Başkurtlar ve Kazanlılar buna su anası diyorlar. Cenupta “Zamantı” kıyılarında yaşayan bu ananenin eski Türk ananesi olduğu belirtilmektedir. (İnan 1998: 326) Türklerde suyun kutsal bir varlık olarak kabulü, birtakım geleneklerde de kendini gösterir. Başkurt Türklerinde yeni gelinler, kayın babasının içtiği pınarlar ile koca yurdunun içinde bulunan, ırmak ve göl sularına para atarlar. Bu daha çok, kendi çocuklarını da yaşatacak olan sulara karşı yapılan, bir saygı gösterisidir. Kırgız ve Kazak Türkleri de, kısır olan kadınları, sahrada bulunan tek ağacın, pınarın, suyun veya kuyunun yanında geceletip, kurban kesiyorlardı. Bilindiği gibi Anadolu’da da çeşitli dileklerle ziyaret edilen subaşları ile çevresinde ağaçlar vardır. (Ögel 1998: 330-331) “Bir köye yeni gelen geline kadınlar tarafından ‘hu köründürü’ (su gösterme) denilen bir merasim yapılırdı. Bu merasim, gelin geldiği günün sabahı yapılırdı. Köyün kadınları ve kızları toplanıp gelini köyün yakınındaki ırmağa veya göle götürürlerdi. İhtiyar bir kadın gelini suya, suyu geline gösterdikten sonra ‘ataylardan kalgan hu, ineylerden kalgan hu’ (babalardan kalan su, analardan kalan su) diyerek bir şeyler söyler ve gelinin süslerinden bir gümüş para koparıp suya atardı. Bu âdetler, Ural’ın doğusunda yaşayan Katay, Salcuvut, Barın, Beketin ve Tabın boylarında da görülmüştür.” (İnan 1998: 492) Buna benzer, Anadolu’nun birçok yerlerinde Hıdrellez gününde kadın ve kızların Tanrıya dilekçe yazıp suya atma âdetleri bilinmektedir. Dahası, büyü yapılan biri denizi geçerse büyünün bozulacağına inanan kadınlar vardır. (İnan 1998: 492) “Türkmenistan’da, çocuğu olmayan kadın, çocuğunun olması için, yeni yapılan köprüden geçmelidir. Türkmenistan’daki bu uygulama eski Türk dini Göktanrı inanç sistemindeki su kültü ile ilgilidir. Buna göre; kutsal kabul edilen su, hamile kalamayan kadına su iyesi vasıtasıyla yardımcı olacaktır. Türk efsanelerinde elmalı dereler, coşkun akan sular bebek istemi ile dua edilen yerler olarak geçmektedir. Türkiye’de akarsu ve köprü ile ilgili birçok dinî uygulama vardır. Büyü yapılan muskalar ile bozulması istenilen muskalar, köprüden akarsuya atılır. Gelin, güvey evine gitmeden evvel köprüden geçilir.” (Kalafat 2000: 37) Manas Destanında, Cakıp Han, karısı Çıırçı’nın çocuk doğurmamasından şöyle yakınır: “Bu Çıırçı’yı alalı, Yazı kışı on dört yıl oldu Bu, mezarlı yeri ziyaret etmiyor, Bu, elmalı yerde yuvarlanmıyor, Bu, şifalı sularda gecelemiyor.” (Yıldız 1995: 537) Dede Korkut Destanının Dirse Han Oğlu Boğaç Han Boyunda Dirse Han : “Kuru kuru çaylara su saldum Kara tonlu dervişlere nezirler virdüm Aç görsem toyurdum, yalınçak görsem tonatdum Depe gibi et yığdum, göl gibi kımız sağurdum Dilek ile bir oğul güç ile buldum” der. (Ergin 1997:87)

I.BURDUR SEMPOZYUMU

231

Bu örneklerden görüleceği üzere su, insanların yaratılış ve türeyiş ile ilgili inançlarında önemli bir işleve sahiptir. Bu inancı Türk mitolojisinde belirgin bir şekilde görüyoruz. Bu durumun, Burdur masallarında da bazı değişikliklere uğrayarak yer aldığı görülmektedir. Aşağıdaki Burdur masalında portakalın kıza dönüşmesi için suyun içinde kesilmesinin gerekliliği ortaya konmaktadır. Bir bey oğlu yolda üç portakal bulur. İlk iki portakal kesildiğinde “su” deyip ölür. Üçüncü portakalı bir pınarın başında keser ve “su” istediğinde onu pınara bırakır. Suya giren portakal, beyaz bir güvercine dönüşüp uçarak pınarın başındaki büyük kavağın üzerine konar ve huri kızına dönüşür. Kızlar eşlerini genellikle su (çeşme, pınar, ırmak, deniz) kenarlarında bulurlar. Hastalıklı kızlar pis kuyularda şifa bulur. Fakir ama iyi kızlar içine düştükleri kuyulardan zengin olarak çıkarlar. Buna karşılık kötü kalpli kızlar aynı kuyulardan hiçbir fayda görmezler. Burada masalların eğitici olma işlevi ön plana çıkar. Bazı masallarda ise kuyudan zengin olarak çıkan kadın değil, onun eşidir. Ancak bu zenginliği fark eden ve kullanan kadındır.

Üvey annenin eziyetine daha fazla dayanamayan iyi huylu ve güzel kız kendini kuyuya atar. Kuyuda her yerin güllük gülistanlık olduğunu görür. Derdini ağaçlara döker. Kuşlar onun için ağlar. Bir ağaca yaslandığında incilere boncuklara bulanır. Başka bir ağaca yaslandığında altına bulanır. Kız incileri, altınları üvey annesine göstererek yaranmak ister. Kuyudan yukarıya merdivenler uzanır. Ağladıkça inciler, güldükçe gonca güller saçılır. Üvey anne, üvey kızı kuyudan altın ve incilerle çıkınca ona iyi davranmaya başlar. Çok çirkin ve kaba olan öz kızını da kuyuya inmesi için zorlar; ancak öz kızı katranlara bulanmış perişan bir hâlde döner. O günden sonra anne üvey kızına hiç kötü davranmaz. “Kuru Narla Oyalı Peşkir” adlı masalda da böyle bir durum söz konusudur: “Kızı doğduğundan bu yana padişahın ne kadar doğru işi varsa eğrilmiş; neye uzansa elinde kalır, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırır, bütün bu tersliklerin nedeni diye hep kızını bellermiş. ‘Ah, ah!’ dermiş. ‘Oğlum olmadı tahtıma oturacak, kızım oldu başıma kakılacak. Kızın mı var? Derdin var. Kız kısmından ne köy olur ne kasaba; kendi haline bıraksan ya davulcuya varır, ya zurnacıya. Kızından gelen öğün olmaz, o da vaktinde gelmez.’En iyisi ben bu kızı kovarım, sonra derdime yanarım. Hiç olmazsa ters giden işlerim düzelir, eğrilerim doğrulur.’ Padişah baba, gece sabaha karşı vermiş eline çıkınını ‘Var git yoluna, çıkma bir daha karşıma!’ demiş, kızı sokağa atıvermiş.” Kız bir ninenin kulübesine gelir. Ninenin tembel oğluna, her işi annesine yaptırdığı için kızar ve onu bir güzel döver. Oğlan kızdan korkar ve her dediğini yapar. Oğlana bir kuyunun dibinde karşılaştığı ak sakallı adam, kuru nar ile oyalı peşkir verir. Padişahın kızı narı ısırınca inci elmas saçılır. Peşkirin içinden de yüzlerce asker çıkar. Büyük bir saray yaptırıp mutlu yaşarlar. Fakir bir Keloğlan ninesiyle yaşamaktadır. Ninesi padişahın evinde hizmetçidir. Keloğlan padişahın kızına âşık olur, ancak ninesi kızı istemeye gittiğinde kızın öldüğünü öğrenir. Nineye kızın elbiselerini verip gönderirler. Keloğlan haberi duyunca kızı mezardan çıkarır ve onu diriltmesi için kırk gün Allah’a dua eder. Kırk birinci gün kız canlanır ve Keloğlan’la evlenir. Keloğlan para kazanmak için başka bir memlekete gider ve bir ağaya hizmetkâr olur. Orada bir kuyu vardır; ancak kuyudaki dev kendisine her yıl bir kız atılmadığında su vermez. Keloğlan su doldurmaya gittiğinde devi öldürür ve suyun yüzüne çıkan üç narı alır. Narlar kesildiğinde içinden en kıymetli mücevherler saçılır. Zengin olup mutlu yaşarlar. Su gibi insanların yaşamsal gereksiniminin başını devler tutmuştur. Ona ulaşmak için, insanlar her yıl bir kız kurban ederler. Birçok masalda da gelin, su için kaynanasına gözlerini vermek zorunda kalır. “Padişahın Kızı” adlı masalda padişahın kızı hastalanır. Padişah onu iyileştiremeyince bir dağın başındaki çeşmenin yanına bıraktırır. Bir çoban onu evine götürür. Kız çoban evde yokken tuvalet deliğine düşer. Boynuna kadar pisliğe gömülen kız eve dönen çoban tarafından çıkarılır. Kızın bütün yaraları, hastalıkları iyileşmiştir. Çok güzel olan kız, babasının evine dönmeyi istemez ve çobanla evlenir. Padişah bir gün ava çıkar ve susadığında tesadüfen çobanın evine gelir ve su ister. Sonunda baba kız barışırlar. (Uysal 2000: 30) “Tüccarın Kızı” adlı masalda zengin tüccarın üç kızı vardır. Küçük kız babasını tuz kadar sevdiği için babası onu fakir bir adamla evlendirir. Onun da bir kızı olur ve güldükçe güller açan, ağladıkça inciler saçan, yürüdükçe altınlar dökülen bu kızı padişah oğluna lâyık görürler. Padişahın oğlu da sırf bunun için o kızla evlenmeyi kabul etmiştir. Gelin yolda acıktığında kaynanası ona tuzlu gömeç verir. Gelin su istediğinde kaynanası su karşılığında gözlerini ister. Gelin gözlerini çıkarıp vererek suyu alır. Kaynana gözleri olmayan gelini arabadan atar ve gelinliğini oradaki bir kıza giydirir. “Kırk Günden Sonra Murat” adlı masalda bir kıza rüyasında, kırk gün cenaze başı bekledikten sonra muradına ereceği söylenir. Bu rüyanın birkaç kez tekrarlanması üzerine kız sararıp solmaya başlar. Ana kız o evden taşınmaya karar verirler. Göç ederken geceyi yaylada bir pınarın başında geçirirler. Kız, rüyasında bir

232

I.BURDUR SEMPOZYUMU

sarayda gezer ve odaların birinde bir delikanlının uyuduğunu görür. Oğlanın uyanmasına üç gün kalmıştır. Kız çorba pişirmek ister ve yerine bakması için bir halayık (köle kız) satın alır. Oğlan uyandığında halayığı görür ve onunla evlenir. Halayık, diğer kızı hizmetçi olarak yanına alır. Denizci oğlan bir gün denize açılacağı zaman hizmetçiye bir şey isteyip istemediğini sorar. Kız da sabır taşı ile bıçak ister ve bunları unutursa denizi geçemeyeceğini söyler. Oğlan kıza bıçağı getirir. Kız bıçakla kendini öldürmek isterken oğlan bunun sebebini öğrenir ve onunla evlenir. Aşağıdaki masallarda, erkeğin eş bulmasına da “su” vesile olur: “Düşçü Oğlan” adlı masalda altı yaşındaki oğlan rüyasını anlatmadığı için padişah tarafından zindana attırılır. Zindanda küçük bir asma vardır. Zamanla büyüyen asma duvarı deler. Oğlan asmaya tırmanınca bir odaya çıkar. Bu oda padişahın kızına aittir. Komşu ülkenin padişahı, iki değnek gönderir ve bunların başını ucunu bildirmesini, bilemezse kızını oğluna alacağını, bilirse kendi kızını vereceğini söyler. Kimse bilemediği için kız ağlamaktadır. Oğlan kızdan bunları öğrenince değneği havuza atmalarını, hangi tarafı üstte kalırsa onun baş tarafı olduğunu söyler. Padişah iki manda gönderir ve hangisinin daha yaşlı olduğunu sorar. Kimse bunu bilemez. Oğlan tarlada hangisi yorulursa o yaşlıdır, der. Padişah üç elma gönderir ve hangisinin bu yıla ait olduğunu sorar. Kimse bilemez. Oğlan elmaları havuza atmalarını, suya en çok batanın bu yıla ait olduğunu söyler. Sonunda padişah kendi kızını göndermek zorunda kalır; ancak diğer padişahın oğlu yoktur. Bunun üzerine kızı zindandaki oğlana verirler. “Al Elmanın Hakkı” adlı masalda ülkenin birinde doğruluğu seven, haktan hukuktan ayrılmayan bir delikanlı vardır. Ülkede kıtlık olunca delikanlı gurbete gider. Yolda önüne bir ırmak çıkar. Irmaktan su içerken bir elma görür. Bir kez ısırır; ama sonra elmanın sahibinden izin alması gerektiğini düşünür. Sonunda elmanın sahibinin bir ağa olduğunu öğrenir. Ağaya onun elmasından bir ısırık aldığını ve hakkını helâl etmesini söyler. Ağa delikanlının bu tavrını çok beğenir; fakat hakkını helal etmesi için onun yedi yıl kendi sürüsüne çobanlık etmesini ister. Delikanlı yedi yıl ağaya çobanlık ettikten sonra tekrar ondan hakkını helâl etmesini ister. Ağa kendi kızıyla evlenmesi şartıyla hakkını helâl edeceğini söyler. Ağa, “Kızımın eli yok, ağzı yok, gözü yok.” der. Delikanlı, ağanın kızıyla evlenir ve kızın eşi benzeri olmayan huri gibi bir kız olduğunu görünce ağaya sorar. Ağa güler ve “Benim kızımın eli yok, dedimse haramda eli yoktur. Gözü yok, dedimse haramda gözü yoktur. Varın birbirinize yaraşın, mutlu yaşayın.” der. “Akıllı Oğlan” adlı masalda sudan zengin çıkma motifinin inandırıcılığını yitirmiş olduğunu görüyoruz: Akıllı oğlan babasının mirasına sahip olmak için kardeşini (deli oğlan) öldürtmek ister. Kiralık katiller deli oğlanı bir çuvala koyup deniz kenarına getirirler. Katiller oğlanı denize itmek için dal aramaya gidince oradan geçen bir çoban çuvaldaki oğlanın “Almecen, almecen, almecen!” diye bağırdığını duyar. “Neyi almecen?” diye sorar. Oğlan, padişahın kızını kendisine zorla verdiklerini, almak istemediği için kendisini öldüreceklerini söyler. Çoban onunla yer değiştirip padişahın kızıyla evlenmek ister. Katiller çuvalın içindeki çobanı denize atar. Deli oğlan da çobanın sürüsünü alıp kardeşinin yanına gider ve denizden bu sürüyle çıktığını söyler. Bunun üzerine akıllı oğlan karısını ve çocuklarını denize gönderip koyun çıkarmalarını ister; ancak hepsi denizde boğulur. “Akıllı Dokumacının Kızı“ adlı masalda dokumacının kızı yoksulluktan okula gidemez. Ne kitap defter yüzü görür ne öğretmen; ama düşünmesini bilir, sözü dinlenir, aklı başında bir kızdır. Büyüdükçe alımlı, güzel mi güzel bir kız olur. Eğriyi doğruyu kolayca seçer kimseyi incitmez, kimsenin de kendisini incitmesine izin vermez. Akıllıyım, ben her şeyi bilirim, diye geçinenler, dokumacının güzel kızının konuşmaları karşısında duraklar ‘Bu kız bizden daha akıllı daha bilgili.’ derler, ona saygı duyarlar. Padişah bu kızı denemek için babasına bir kepçe verir ve kızının bu kepçeyle denizin suyunu boşaltmasını ister. Bunun üzerine kız babasına bir bıçak verir ve padişaha onunla ırmakların suyunu kesmesini söylemesini rica eder. Padişah, kızın gerçekten çok akıllı olduğunu anlar ve onu oğluna ister. Babası kızının fikrini sorar. Kız, padişahın oğluyla evlenir. “Büyülü Geyik” adlı masalda diğerlerinin aksine dere suyu olumsuz bir niteliktedir. Üvey annelerinin eziyetinden bıkan kız ve erkek kardeş evden kaçarlar. Ormanda yağmur yağınca bir ağaç kovuğuna sığınırlar. Sabah erkek kardeş susar; fakat orada güneşin ışığıyla pırıl pırıl akan dere “Beni içersen seni bir kaplan yaparım.” der. Ablası, kardeşinin o dereden su içmesine izin vermez. Biraz ilerde başka bir dere görürler. O da “İçme, beni içersen seni bir kara kurt yaparım.” der. Bu dereden de su içmez; ancak başka bir dereye geldiklerinde dayanamayıp içer ve ceylana dönüşür. “Fetten Ayşe” adlı masalda katil, hırsız ve yalancı bir kadının sonunda mutlu olduğunu görüyoruz. Bu kadının masalın başında bir hamamdan çıkması dikkate değerdir. Masal kısaca şöyledir: Burdur’da yaşayan Fetten Ayşe kimsesiz bir kadındır. Bir gün hamamdan çıkınca salıncakta uyuyan bir çocuğu kaçırır. Ertesi gün çocuğu öldürür. Ölü çocuğu sarıp sarmalayıp kuyumcuya gider. İstediği kadar altın gümüş alır ve parasını almak için eve gitme bahanesiyle çocuğu oraya bırakır. Altınları gümüşleri eve bırakıp gelir ve kuyumcunun çocuğunu

I.BURDUR SEMPOZYUMU

233

öldürdüğünü söyleyerek ortalığı karıştırır. Kuyumcu rezil olmamak için altınları da çocuğu da alıp gitmesini söyler. Ayşe, aynı hileyle bir tüccardan da on top kumaş alır. Çocuğu evine gömer. Karısı yeni ölen hakimin evine gelir. Kendisini onun baldızı olarak tanıtır. Amacı hakimle evlenmektir. Onu misafir ederler. Gece keklik tüylerini üzerine yapıştırarak herkesi korkutur. Hakim korkudan Fetten Ayşe ile evlenmeyi kabul eder. Aşağıdaki masallarda da hayat kaynağı olan su, istenilmeyen kişilerden kurtulmak amacıyla kullanılır. “Tak Tak Kabak” adlı masalda üvey annenin isteği üzerine baba, Serpil ve Vedat adlı çocuklarını ormana bırakır. Vedat susar ve orada bulunan sudan içmek ister. Ablası içersen geyik olursun, diye uyarmasına rağmen Vedat suyu içer ve geyik olur. Gece olunca kız, bir çeşmenin başındaki kavakta uyur. Sabah bey oğlu atına su içirmeye gelir. Suda kızın yansımasını gören at ürker. Bey oğlu kızı görür ve onunla evlenmek ister. Ancak kız kavaktan inmez. Bey oğlu Arap karısından nacak alır. Ağacı kesmeye çalışır. Beyoğlu dinlenirken geyik gelir ve ağacı yalar. Böylece kesilen yer eski hâline döner. Ağacı bir türlü kesemeyen bey oğlu bir koca karıdan yardım ister. Nine ağacın altında ocak kurar, ancak kazanı ocağa ters koyup elbiseleri üzerine koyar. Kız dayanamayıp nineye kazanı düz koymasını söyler. Nine inip kendisinin düzeltmesini söyler. Kız kazanı düzeltmek için inince bey oğlu onu yakalayıp evine götürür; ancak Serpil, Arap kadınla geçinemez. Birlikte göle çamaşır yıkamaya gittiklerinde kız Arap kadını da yıkar. Arap kadın da kızı yıkarken onu göle atar. Büyük bir balık kızı yutar. Bey oğlu da Arap karısını ata bağlayıp süründürür. “Altın Başlı Oğlan İle Altın Başlı Kız” adlı masalda kız kardeşlerinin altın başlı oğlanla kız doğurmasını çekemeyen ablalar, bu bebekleri alıp yerine köpek yavrusu koyarlar ve padişahın oğluna karısının köpek yavrusu doğurduğunu bildirirler. Padişahın oğlu da karısını başına kadar toprağa gömmelerini söyler. Kızı gömerler, çocukları da sandığa koyup denize bırakırlar. Çocukları bir adam bulup çıkarır. Onlar bir mağarada yaşamaya başlarlar. Masal, her durumda kendini yenileyerek günlük hayatta yaşamını sürdürür. Kültürün ve medeniyetin gelişmesi sonucundaki temaslarla, savaş ve göçlerle, masal, hafızasına yerleştiği mitlerin özelliklerine bürünmüş, asıl yapısını çoğu zaman koruyarak, ikinci derecedeki unsurlarında değişikliğe uğramıştır. Masalların bu mitolojik özellikleri Burdur masallarında açıkça görülmektedir. Bu durum ise, Burdur’da önemli bir masal anlatma geleneğinin varlığını ortaya koymakla birlikte, Burdur’da anlatılan masalların edebî kıymetinin yanı sıra mitolojik bir değerinin olduğunu açıkça göstermektedir. Mitolojinin daha çok su kültüne bağlı olarak yaratılmış olan bu masalların teşekkülünde Burdur’un Göller Yöresi’nde bulunmasının da etkili olduğu söylenebilir. Kaynakça AKKAYA, Banu Alparslan (1999), Adilhan Destanı, G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Master Tezi, Ankara. BORATAV, Pertev Naili (2001), Masallar-1- Uçar Leyli, İstanbul, Tarih Vakfı Yayınları. ÇOBANOĞLU, Özkul (2002), Halkbilimi Kuramları ve Araştırma Yöntemleri Tarihine Giriş, Ankara, Akçağ Yayınları. ERGİN, Muharrem (1997), Dede Korkut Kitabı, Ankara, TDK Yayınları. İNAN, Abdülkadir (1998), “Ali Rıza Yalman”, Makaleler ve İncelemeler, 2. cilt, Ankara, TTK Yayınları İNAN, Abdülkadir (1998), “Türklerde Su Kültü İle İlgili Gelenekler”, Makaleler ve İncelemeler, 1. cilt, Ankara, TTK Yayınları KALAFAT, Yaşar (2000), Türk Dünyası Karşılaştırmalı Türkmen Halk İnançları, Ankara, ASAM Yayınları ÖGEL, Bahaeddin (1998), Türk Mitolojisi, Ankara, TTK Yayınları. UYSAL, Hatice (2000), Burdur-Bucak Folkloru ve Halk Edebiyatı, G.Ü. Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Basılmamış Lisans Tezi, Ankara. YAKICI, Ali (2003), “İslamiyet Öncesi Türk Destanlarının Bilim ve Kültür Hayatına Etkisi Üzerine Bazı Düşünceler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 13 YAVUZ, Muhsine Helimoğlu (1999), Masallar ve Eğitimsel İşlevleri, Ankara, Ürün Yayınları YILDIZ, Naciye (1995), Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü İle İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara, TDK Yayını.