Bir Kurşunkalem ve Bir Tutam Sevgi; Ferdane Bayıldıran Kentlerin ruhu o kentteki insanların içine işler. Adana’nın ruhu Adana insanının içine işlemiştir. Bu bereketli topraklar, binlerce yıldır çeşitli medeniyetlere hayat vermiştir. Çukurova’nın bu üretkenliği ve paylaşımcılığı yıllar boyunca bu topraklardan birçok değerin yeşermesini sağlamıştır. Bazen futbol tarihimizin akışını değiştiren bir teknik direktör, bazen milyonları kendisine hayran bırakan bir şarkıcı, bazen de ilkleri başaran bir yönetmen... Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, Adana deyince insanların aklına yarattığı değerler gelir. Bugün sizlerle bu değerlerden birinin hayatına bambaşka bir pencereden bakacağız. Hayata ve insana farklı bakan ve mesleğine 33 yılını vermiş bir eğitimcinin hikâyesini okuyacağız. Bu hikâyenin içinde zaman zaman geçmişe gidecek, zaman zaman ezberlerinizi bozacaksınız. Söyleşimizin kahramanı Ferdane Bayıldıran, öğrencilerinin deyimiyle “Ferdane Hoca”. Yarattığı eğitim kurumlarıyla ve yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle “Adana’ya olan borcunu ödeyen”, yıllardır bizlere öğretilen ezberci eğitim modelini değiştiren hocamızın hayatını okuduğumuzda aklımıza şu söz gelecek: “ADANA güç verir.” FERDANE BAYILDIRAN 05

FERDANE BAYILDIRAN KİMDİR, ÇOCUKLUĞU NASIL GEÇMİŞTİR? 3 Kasım’da Kadirli’de doğdum. Ailem çiftçi. Babamın okuma-yazması yok. Annem ilkokula gitmiş ama ortaokula gitmemiş. İşte böylebir hayat… 3 Kasım’da doğmuşum ama ciddi olarak yılını bilmiyorum, ablamın nüfus cüzdanını taşıyorum, ailemin önce kız çocukları olmuş, onu da kaybetmişler iki buçuk yaşında, onun için ablamın nüfus cüzdanını kullanıyorum. Ama 3 Kasım benim doğumumla ilgili, askere gidenler varmış, ondan biliyor annem. Daha sonra sormuş “Askere ne zaman gittiniz?” diye, üç kasım, yani gününü ve ayını oradan biliyor. Kadirli’de “01.01” diye başlayan doğum günleri çok, baştan aşağı 1 Ocak. Koca şehir baştan aşağı bir ocak , onun için bu kadar görkemli kutlanıyor. İLKOKUL ÇAĞINDAKİ FERDANE OKULDA, ARKADAŞLARI VE ÖĞRETMENLERİYLE NASIL GEÇİNİRDİ? NELER YAPARDI? Ablamın cüzdanını kullanınca yedi kardeşin ilk çocuğu oldum. İlkokulu, ortaokulu, liseyi Kadirli’de okudum. Zaten ilkokuldaki hayatımı bütün Adana biliyor. Zahmetli bir ilkokul dönemi, beş yaşında ilkokul hayatım başladı. Ayaklarım sandalyenin (öğrenci oturağı) yarısına ka06 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

dar geliyordu, babaannem – babam beni kucaklarında götürüyor, sıraya oturtuyorlardı. Çoğu zaman korkuyordum, o yaştaki çocuk için tuvalete gitmek, sonrasında oraya tırmanarak oturmak zahmetli bir şeydi. Olmuyor değil, oluyor ama oraya abanıyorsun, tutunuyorsun, yukarıya çıkıyorsun, zor bir şey. Eskinin öğretmenlerini biliyorsunuz, “Bir ben vururum, bir de duvar...”. Öğrenci her mekânda dayak yiyebiliyordu. Çok dayak yedim ama sanırım bütün öğrenciler aynı durumdaydı. Şimdi ise dayak yendiği an “Alo 147” aranıyor. Bir dönemi, böyle okul içi şiddet uygulanan kişi olarak geçirdim. Burada biat etmek çok önemli, “Tamam, sen haklısın!” ya da herkes nasıl yapıyorsa öyle davrandığın zaman dayak yemiyorsun.

Her zaman farklı fikirleri olan ya da nedense farklı düşünen insanlara cezalar geliyor. Bir de beş yaşında girdiğiniz okuldan dayak yiye yiye beşinci sınıf... Az değil okulda beş sene dayak yemek! “İyi ki anaokulu yokmuş!” diye düşünüyorum. Beş yıl şiddet gördükten sonra artık o okul bana hiçbir şey ifade etmiyor. Bütün bunlara, bütün bu zorluklara rağmen öğretmen olmak! Diğer meslekleri seçenler, yükseköğrenim gördükten sonra bir daha okulun kapısından seçimlerde oy kullanmak için girdiler. Hiç kimse başka şekilde girmiyor, sandık başına gittiğinde okul yüzü görüyor. Ben hiç çıkmadım okulun içinden. Ama “O öyle olmaz, böyle olur.” diye kafamda canlandırdım. Öyle öğretmenlik mi olur, öyle eğitimcilik mi olur? Dayak, FERDANE BAYILDIRAN 07

eğitimde zerre kadar yeri olmayan, çok kötü bir şey. Bir şeyi anlatırsan insan anlıyor, “O küçük çocuk!” deme, kesinlikle her şeyi anlıyor, bir büyük kadar fikri de güzel olabiliyor. Ben küçük çocuklardan kötü fikir çıktığını görmedim; ancak çok süslenmemiş, ham haliyle doğru fikir çıkıyor. Ama büyüdükçe fikir süslemesi kaygısına düşüyor öğrenciler. Ondan sonra ambalaj giriyor; yalan, riya giriyor; korku giriyor; notumu kırar korkusu giriyor; “Toplum ne der?” korkusu girdikçe bu sefer sunileşiyor, doğal yollardan sapıyor çocuklar. Dediğim gibi, bizimkisi böyle bir hayat. Çocukluğu dayaklarla geçmiş bir hayat. Her gün okulumuzun yanından geçiyorum, çok yakın komşumuz okulumuz, başka da hiçbir şey hissetmiyorum. Ama o okulda okumak istemem. Ve o okulun önünden geçerken hissettiğim şudur: “Haydi, haydi şimdi de gelin dövün bakalım, delikanlıysanız şimdi de gelin dövün!”. Her gün dayak atılmaz ama her denen de yapılmaz. En büyük kötülük, ailelere yapılacak en büyük kötülük, o çocuğun her dediğini kabul etmektir. Külliyen yanlış zaten. OKUL YILLARINIZDA UNUTAMADIĞINIZ BİRKAÇ ANINIZDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ? Öğretmenim, çizgili defterimize “1” rakamını yazdırıyor. Cetveli koydum, yukarıdan aşağı çizgi çizdim, yatay çizgilerin olduğu yerden de sildim, öğretmenin istediği “1” ler düzgün olarak ortaya çıktı, çok düzgün çıktı ama öğretmenim: “Sen beni mi kandırıyorsun, tek tek yap demedim mi?” diyerek o gün de şiddetli bir dayak attı. Farklı çocuk olmanın cezasını da gördüm. Bir süre sonra aldırmamaya ve bunun benim farklılığımdan değil de insanların farklı olmasından kaynaklandığını düşünmeye başladım. Eskiden, başımıza gelen bir olay, yaşlıya göre kaderdir, değişik değişik isimlerle adlandırılabilir. 08 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

Ama artık “Ben normalim, bu kadarına tahammül edemeyenler utansın.” demeye başladım. İyi ki özgüven kalmış, çocuklukta dayak yiyen ve böyle bir ortamda yetişen çocuk bu kadar olabilir. Belki de ortam daha farklı olsaydı hayatım daha farklı olabilirdi. Bulunduğun ortamda artık kendi yolunu kendin çizebileceğini görüyorsun, sınırlarını biliyorsun. Genellikle benim tipimdekiler bir işte çok yoğunlaşamazlar, dikkat dağınıklığı yaşarlar. Problemin, dikkat dağınıklığımın farkındayım, odak noktasında topladığımda daha başarılı olacağımı düşünüyorum… Eğitim alanında çalışıp nesil nasıl yetişir bunu sağlayayım, bunu göstereyim istedim. Bu aşamadan sonra lokum üreticisi olamam, ayakkabı satamam, hedefimi eğitimle ilgili çok yoğunlaştırdığım için bütün projelerim eğitimle ilgili. Hiç kimsenin şikâyet etmediği bir nesil, çalışkan bir nesil yetişirse hepimizin evet dediği durum bu. Bizimle çalışan öğretmenler bunun tanığı. Ama bütün kurumların bir karakutusu var. Her şey, stratejiler belirleniyor; o çok masraflı, bir gün olsun parayı düşünmeyeceksin. Parayı düşündüğün zaman motivasyonun düşüyor, eğitimcilik şairlik gibi bir meslek. Hem insan şiir yazıyor, hem de bir şey satamıyor yani. İkisi birbiriyle hiç uyuşmuyor. Uyuşması zaten doğasına aykırı,olmuyor öyle. Para konusunu asla düşünmeyeceksiniz. 10 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

Özel okullar için söylüyorum, kayıt alan kişi, veli, çocuk üçgeninde hiç konuşulmaması ya da o fikirde olunmaması gerekiyor. Türkiye’de iyi bir eğitimci olmaya ya da eğitimde bir iyilik hareketi başlayacaksa bunu kendi okulunda uygulayabilme şansı yakalamış bir öğretmen olarak belki de piyangodan çıkan en büyük ikramiye. Bir öğretmen olarak bu okulun kurucusu olmaktan dolayı benim diye düşünüyorum. Seve seve öğretmenim... En nefret ettiğim soru: “Yaz tatilini nasıl geçirdiniz?” sorusu idi. Bizde yaz tatili demek, Kadirli’nin merkezinde oturuyoruz ama toprakla ilgili iş olduğu zaman, özellikle yazın ailece köye gidiyoruz,köyde anneannemin evinin bitişiğindeki evde kalıyoruz ve de çok zahmetli, çok yüklü bir çocukluk dönemi. Hiç hatırlamak istemediğiniz çocukluk dönemi. “Yaz tatilini nerede, nasıl geçirdiniz?” sorusunun sorulmasını hiç istemezdim. Bir iki memur çocuğu vardı, belki onlar bir yerlere gidiyordu ama bu sorular aşağı yukarı %98’i benim gibi olan ailelerin çocuklarına soruluyor. Köye gidiyorlar. “Marmaris’e, Bodrum’a gittik, yazlığa gittik.” diye bir cevap yok. Çoğu bizim gibi, gitmiş tarlada çalışmış. Mesela sabah saat beşte uyandırılmış, işe gitmiş. İnsan uyuya uyuya yürür mü? Yürüyor. Sabahın beşinde tarlaya yürümek zorundasın, nereden baksan 4-5 kilometrelik yol. Yakın olan 2-3 km, FERDANE BAYILDIRAN 11

uyuyan çocuğa o bile uzak. Ama böyle düşmeden, yıkılmadan, uyuya uyuya, tarlaya kadar 4-5 kilometrelik yolu yürüdüğümü biliyorum. Onun için “Tatilde nereye gittiniz, yaz tatilini nasıl geçirdiniz?” sorusu bana çok saçma geliyor. Bunlar hiç sorulmasa daha iyi. Bu aleni, kültür, sınıf farklılığını, ayrımcılığı tetikleyen bir soru. Sen soruyu şimdi sordun, yaz tatilini Türkbükü, Bodrum’da geçirmiş, diğer tarafta bizim gibi köye gitmişse kötü bir örnek. Bunlar sevmediğim sorulardı. Ortaokuldayken kimya öğretmenimiz vardı, defterden yazdırırdı, hiçbir cümleyi söylediğini duymadım, tahtaya da yazı yazacak olsa deftere bakarak yazardı. Arka sıralarda oturan daha uzun boylu arkadaşlar vardı, korkusuz. Onlar gelip -ben okul birincisiydim- “Git öğretmenin defterini değiştir.” derdi. Haddime mi? Çalışkan çocuk yapamaz onu. Arkadaşlar defterin sayfalarını değiştirdi, yazdırdığı yeri değiştirdi, öğretmen de kaldığı yerden devam etti! Böyle bir ortamda ben kimya dersini nasıl seveyim? Kimya dersiyle yeni tanışıyorsunuz, size hep defterden yazdırıyor! Ben bu dersin neresini, nasıl sevebilirim? Bu kadar kötü olduktan sonra o dersi niçin seveyim? Onun için benim başıma gelen bu kötülüklerin çocuklarımın başına gelmemesi için veya ben öğretmenliğimde öyle davranmamak için elimden gelen her şeyi yaptım. En azından çocuk, “Şu okulda beni düşünen ya da beni seven, bana iyiliği öğreten şu öğretmenimi çok severdim.” desin. Okulda, öğrenci önce öğretmenini sevecek, sonra dersini sevecek, hayatında iz bırakacaksın ancak o zaman çocuğun dünyasına girebiliyorsun ve hangi yöntemle daha iyi öğretilirse çocukta o istenen kıvılcım istenen yere konur. İşte esas öğretmenlik orada. Öğrenebilmesi için kıvılcımı tutuşacağı yere koymak! Onun için uğraştım. 12 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

ORTAOKUL’DA BAŞARILI MIYDINIZ? tik olmayınca teoriye geçti. Sorduğu tüm sorulara cevap verdiğim için Ortaokulda başarılı bir öğrenciy- doksan beş puan aldım. Ama aylarca dim. Bütün kanunları öğretmenlere dikişle uğraşan arkadaşlardan en fazanlattığımda özellikle fende, fizikte la alanlar yetmiş almışlardı. Benim “O bulmasa ben kesin bulmuştum.” elimden iş gelmediği, ev işinde de derdim. Doksan sekiz puan alınca kitaptan sorular sorulup çok yüksek ağlayan tiplerdendim. Fen dersle- not alınca üzülmüşlerdi. Ama onlar rim iyi olduğu için arkadaşlarım ve çok haklıymış çünkü o dersin özelöğretmenlerim bana “Arşimet” der- liği iğne ile dikiş dikebilmek; ben de lerdi. En başarılı olduğum ders fen bir türlü yapamadım. ve matematikti. En başarısız oldu- Her ne kadar dikkat dağınıklığı olsa ğum ders ev işleriydi. Diğer derslerin da dikkatli bir çocuktum. Çabuk hisöğretmenleri ev-el iş öğretmenime sediyor ve görüyordum. Demek ki öğretmenler odasında anlatıyorlar- insanlar, “Benim dikkatim dağınık.” dı ki o, “Olmadı kızım, bu zıbın da diye hayıflanmasınlar, canları hiç olmadı, yapamadın! Sen on ile yirmi sıkılmasın. İsterlerse, geliştirirlerse dokuzuncu sayfalar arasını çalış, ben diğer insanların önüne koyabileceksana oradan soru sorayım.” dedi. Pra- leri çok yetenekleri olabilir. Ama hangi işi yaparsan yap o işi iyi yapmak gerekir. O iş için hemen hemen her şeyi feda etmek gerekir. Yoksa şunu da, bunu da yapayım, diğerini de yapayım biraz biraz, o zaman ne oluyor? Sen yüzde onluk bir adam oluyorsun, ama bütün dikkatini bir yere verirsen o zaman o konuda iyice uzmanlaşıyorsun, o seni besliyor, onun için mutlak bir yerde odaklanmak gerekir ve bir şeylerden de vazgeçmek gerekir. Benim için öğretmenlik kesinlikle ön planda. Bu bir meslek, eğitim de bir bilim dalı, meslek. Bu mesleğin gerekleri var, stratejileri var, eğitim bilimini iyi bilmek gerekir. Her mevzuyu bilenden öğretmen olmaz. Hem bileceksin, hem uygulayacaksın. Baş14 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

ka kişilerin işi değil. Lokumcu, öğretmenlik yapamaz. Öğretmenlik bir meslek. Onun da eğitimi var. Öğretmenlerimin ne kadar iyi iş yaptığını takdir edemezsem, ölçme-değerlendirme bilgim yoksa öğretmenlerin de işi zor. Takdir edilecek yönü, ancak o işin tabanından gelenler bilebilir. Mesleği icra edenler bilebilir, aksi takdirde bilemez. ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ NASIL BİR SÜREÇTEN SONRA GELİŞTİ? Öğretmenlik mesleğinde en önemlisi sabırlı olmaktır. “Matematik, eşittir sabır.” olduğunu çok sonra öğrendim. Öğretmen çok dinleyecek, ölçülü cevap verecek,yoksa farklı sonuçlar çıkaramaz. Ancak kendi konuşursa kendi bildiğini dikte ettirebilir. Eğer yanlışı beraberinde barındırıyorsa o yanlışla öğrenci de beraber göçüp gider ve öğrencinin üzerinde öyle kalır. Öğretmen öğrenciyi iyi tanıyıp iyi dinlemeli. Öğretmen “Günü, bugünü böyle geçireyim, yarın da gelişen duruma göre biz değişiriz.” diyemez. Dört milyar yıllık insan nesliyle uğraşıyorsunuz. Hemen değişmez, doğrusu olduğu zaman değiştirmek gerekir. Yoksa hiç kimse bunu hak etmiyor. Yap boz tahtası gibi değil, “Olmadı tekrar başa alalım.” öğretmenlikte olmaz. Denenmeden, bilimsel olarak açıklanmadan çocukta uygulamaya geçemezsiniz. Olmaz. Öğretmenlikte “Ya pardon!” olmaz,

onu iyi düşüneceksin, en azından hatayı sıfıra yaklaştıracaksın. Bulunduğumuz günlerde “En çok utandığın nedir? “diye sorulursa, yetmişli yıllarda ırkçılığın, mezhep, din, dil, ırk, cinsiyet dediğimiz ayrımcılığın ortadan kalkacağını düşünürdüm. İnsanlara “zenci, beyaz” diyemezsin ki! İnsanı dili, dini ile yargılayamazsın. “Sen kimsin ki?” derler adama. Bir kere dünyaya geliyor, istediği gibi yaşasın, istediği gibi davransın, istediği gibi özgür olsun.Bu durum, hiç kimseye ayrımcılık hakkı vermez. Maalesef çok utanarak söylüyorum, bunun toplumun her kesiminde, karşı olduğunu yazan kişilerde bile, pratiğe geldiği zaman en ilkel, en kötü şekilde hayata geçirildiğini görüyorsun. Teorikten çıkıp pratiğe yansıyor. Bu da beni çok üzüyor. Öğretmen olunca insan merkezli oluyorsunuz, insanı merkeze aldığınızda bu söylediğimizin hiçbir önemi yok. Japonya’da tusunami, sel oldu biz burada üşümedik mi? Üşüdük, bizim bir tarafımız sele gitmedi mi, deniz götürmedi mi? Götürdü. Yani orada rüzgâr esse biz burada üşüyen insanlarız. Ama biz bunu hak etmiyoruz da neden böyle davranıyoruz ben de bunu anlamıyorum. Barışçıl, insanları

seven hümanist insanlarız. Birisi adres sorsa neredeyse evine kadar götürüyoruz. Bunun için politikayı sevmiyorum, doğru olmadığını bile bile tribüne oynamak, yanlış fikri doğruymuş gibi algılayıp söylemek -aslında algısı da değişiyor da yanlış söylüyor- öyle gösteriyor, olduğu gibi değil, göründüğü gibi hiç değil; bu da bana ters, aldığım eğitime ters, okuduğum kitaplara ters, bunun için hayatım boyunca ne olursa olsun ayrımcılık noktasına gelen konularda eşit mesafelerde durmayı ve çocuklarımı, öğrencilerimi bir kenara çekip tarafsız yetiştirmeyi her zaman için birinci sırada tuttum. Bu benim için çok önemli. Kim olursa olsun, kimseye bağlı kalmaksızın, biat etmeksizin, düşündüğünü özgürce söyleyebilmesi için onlara hiç bir engel koymuyoruz. Birkaç tane engel koyduğumuz zaman, o özgür doğan çocuk dördüncü sınıfa geldiği zaman “teslim” diyor. Yeteneksiz,çapsız, hiçbir konuda fikri olmayan, yasaklar koyarak beğenmediğimiz insan tipini dördüncü sınıfta yaratıyoruz. İnsan beynini özgür bıraktığınızda, desteklediğinizde inanın ki, büyük bir zevkle söylüyorum öğrenmede hiç sınır yok. Bir iş yapabilmede sınır hiç yok. Dört yaşındaki çocuğa öğret, terzilik yapamazsa, aşçı gibi yemek çıkarmazsa, ziraatçı gibi ağaç dikmezse, meyvesini, sebzesini elde etmezse bütün bildiğim yanlış. Her şeyi çok güzel yapıyor. Ama bu

gidemedi. Baraj yolundaki evi daha da kuzeye, Turgut Özal Bulvarı’na taşıdık. Bir gün param olursa dedim HANGİ OKULLARDA ama emekli oldum. Öğretmenler, çaÖĞRETMENLİK YAPTINIZ? lışanlar hep öyle ev değiştirirler, biz Öğretmenlik hayatım boyunca tek de Turgut Özal Bulvarı’nda ev aldık bir okulda çalıştım, Baraj Lisesi’nde. ve bu arada dershane durumu ortaya Baraj Lisesi’nde stajyer oldum ve ora- çıktı. Kenan Evren Bulvarı üzerinde dan emekli oldum. Adana’nın en iyi küçük bir bağ eviydi, orayı düzenokullarından biri. Baraj Lisesi kade- ledik ve ilk işimizi kurduk. Ekinfen rim mi, şansım mı diyeyim, hep şeh- dershanesini kurduk. “Ekin” ikinci rin dışında oturdum ve öğretmenlik oğlumun adı. yaptım, baraj yolunda oturuyordum SEKTÖRÜNE şehrin dışına doğru Baraj Lisesi’ne DERSANECİLİK öğretmenlik için gidiyordum. Bunun NASIL ADIM ATTINIZ? haricinde dedim ki; “Allah’ım Gazi Ortaokulu’na veya Celalettin Seyhan İki çocuğumun büyüğü İsmail, Kurtİlkokulu’na tayinimi çıkar; Celalettin tepe Anadolu Lisesi’ni kazanmıştı. Seyhan’da, İsmet İnönü İlkokulu’n- Hazırlık sınıfında İngilizce dersi görda öğretmenlik yapayım ve şehre dü. Okurken fen lisesine hazırlandı gideyim.” dedim, ama olmadı; şehre ve kazandı. İsmail ve arkadaşlarını uygulamalı yapılırsa..

FERDANE BAYILDIRAN 17

fen lisesi sınavlarına hazırlamıştım. Orada okulu daha yakından tanıdık. Kurttepe Anadolu Lisesi’nden çok öğrenci fen lisesini kazanmıştı. Fen Lisesinde Okul Aile Birliğinde de yer aldım. Adana Fen Lisesi daha önce Adana Eğitim Enstitüsü idi. Eski okulumdu. Kurttepe Anadolu Lisesi’nde sınıf mevcudu otuz üç kişi, burada ise sınıf mevcudu yirmi üç kişi, devlet bu kadar güzel imkân sağlıyor. Oğlum, daha önce otuz üç kişilik sınıfta okurken İngilizce dersi gördü ve bir kolej eğitimi alarak devam etti. Fen Lisesi’nde bu sayı yirmi üçe inince, giysi yardımı, kitap yardımı ve yatılı da olunca çok beğendik. Bir de öğretmenler bu okula belli bir sınavdan geçerek atanıyor. Böy18 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

le olunca ikinci çocuğumuz Ekin’i de Adana Fen Lisesi sınavlarına hazırlamaya başladık. Ekin de Ankara Fen Lisesi’ni kazandı. Biz Adana’da okumasını istedik ama o ısrarla Ankara Fen Lisesi’nde okumayı istedi. Bu okulların çok özel olduğunu iki çocuğum okuyunca gördüm. O zaman “Diğer çocukları da yetiştirelim, bu okullarda okusunlar.” düşüncesi doğdu. Bir de ben özel ders almalarına karşıydım. Özel ders almak için gelenler bana sanki küfrediyor gibi hissediyordum. Özel ders vermediğimi söylüyordum. Bu kez de “Teyzesi biz size gezmeye geleceğiz.” diyerek geliyorlar, “Yarın sınavı var” diyorlar, benden yardımcı olmamı istiyorlar, hem çocuğun dersine yardımcı olu-

yordum hem de misafir oldukları için ikramlarda bulunuyordum. Bir baktım ki bir, iki, beş, on oldular. “Hiç olmazsa eve gelenlere dershane açalım da -burada ücret alıp almamak önemli değil- bu çocukları bizim çocuklar gibi yetiştirelim hevesi doğdu ve biz bu işi öğrendik havası oldu. Yeri kiraladıktan sonra iş bitti. Ondan sonra ben yapamam demek olmuyor, o kadar para boşa gider. Kenan Evren Bulvarı üzerindeki ilk yerimizi kiraladıktan sonra dört-beş yıl orada kaldık. Yerimiz bulvar üzeri olduğu için çok gürültülüydü, sıkıntısını çok çektik ama, sınavı kazanan öğrencilerimizin isimlerini duyurmada iyiydi. Adanalılar görüyordu, bu avantajı vardı ama bu avantaj

daha sessiz ortam için, iyi bir eğitim için feda edilir. Şu anki yerimizi aldık, paramız belki bir katına veya iki katına yeter diye düşündük, sonra üst katı inşaat olmaktansa dershanenin tamamını bitirdik. Dershane, çok geniş ve ferahtı; iyi bir işe girmiş olduk. Yirmi derslikli, konferans salonu, sinema salonu, kütüphanesi bulunan ve bir okuldan daha donanımlı bir yer. Sadece asansörümüz yok. Asansör olunca da asansör görevlisi olması gerekiyordu. Çocuklar küçük olunca tehlikeli olacağını düşündüğümüz için asansör koymadık. Ekinfen Dersanesi kurumsal bir yapı, uzun bir süre gitmesek yeni aynı kurum, yine aynı Ekinfen, değişen hiçbir şey olmaz. “Ekinfen’liye bir kurşun kalem yeter” bu slogan ulusal basında da yer buldu. Sloganı görenler, duyanlardan “Hocam, bu sloganı hangi ajans buldu?” sorusuyla çok karşılaştım. İşin özü, içten, hiç kimseye dokunmayan, kendi çocuğunu yürekten destekleyen, kendi çocuğunu iyi motive eden bu sloganı, yüzlerce müşterisi olan hiçbir ajansın hemen bulabileceğini sanmıyorum. Onu yaşamak için işin içinde olmak gerekir. Profosyonellikte böyle amatörce insanı saran sloganın bulunabilmesi zor görünüyor. İmkânsız değil ama zor. Ancak, içselleştirmek gerek. Körü körüne âşık olmak gerek. Sloganlar şiirseldir, ilham gelecek, kurumu temsil edecek sözü bulacaksın.

EKİNFEN DERSHANELERİ’NDEN SONRA, KREŞTEN LİSEYE UZANAN ÖZEL OKULLAR ZİNCİRİNİ EĞİTİMİN HİZMETİNE SUNDUNUZ. BİRAZ SÜRECİNİ ANLATIR MISINIZ?  Dershanede çalışırken okul düşüncemizi ilk Kemal Önal Vali’me anlatmıştım. Üstün zekâlı çocuklardan herkes sıkıntı duyuyor, sınıfın düzenini bozdukları için genelde öğretmenler rahatsız oluyor. Öğretmenlerin ortalamaya hitap edecek bir eğitim sistemi vardır. Mutlu olmak için ortalamayı götüreceksin ve ortalamadan şaşmayacaksın. Memur veya çalışana bakıldığı zaman bunların asla bir Aysel Gürel, Fazıl Say, Sezen Aksu, Nâzım Hikmet olamayacağını görürüz. Hayatlarından çok memnundurlar. Rutin yaşam onları rahatsız etmez. Rutin yaşam bizi hiçbir yere götürmez. Kuralları da sevmeyen birisiyim. Çizgili deftere yazı yazmayı hiç istemiyorum, sevmiyorum, illaki çizgisiz ve geniş olacak, sınırları olmayacak. Çerçeveyi sevmiyorum. Odada duvarları sevmiyorum. Her tarafın cam olması da idare etmiyor. Her tarafın açık olması, duvarsız ve penceresiz olmasını isterim. Çocukları rahatlıkla görmekten, onlarla birlikte olmaktan çok mutluyum. Bu düşüncemi Kemal Önal Valimize açıkladım. Valimiz de: “Sonuna kadar desteklerim, üstün başarılı

Kemal Önal

çocuklara hiç hor bakmayacak, en azından niyette onları destekleyecek kişilere ve fikre ihtiyaç var. Bu çocuklarla ilgilenecek bir kurum yok.” diyerek sonuna kadar destek vereceğini söyledi. 2003 yılında okulumuzun arsasını aldık ve yakın çevrede bulunan üç binaya güvenerek okul olabileceğini düşündük. Yerleşim yeri olduğuna

FERDANE BAYILDIRAN 19

göre elektrik ve suyu da olabilecekti. Bu sürede okulun planı çizildi ve 2010 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi’nden “Arsaya okul yapabilirsiniz.” yazısı geldi. Beklerken bizler de “Elektrik ve suyun kullanılmasını planlıyorlar.” diye düşündük. Ama düşündüğümüz gibi değilmiş, uzun bir mesafeden elektriği getirdik, Sayın Valim İlhan Atış da suyun kullanılması için devreye girdi. Zaten hakkımızdı, okul yapıyorsun su yok, elektrik yok olmaz öyle şey! Tabii ki uzun süreç, insan hayatında uzun bir süreç. Dediğim gibi kişi önce sabırlı olacak, istediğin kadar “Su işi, atık su işi bu kadar uzun sürdü.” İşler mecrasını buluyor, ben onu gördüm. Siz kendi kendinize boğuşmaya girerseniz daha büyük zarar görürsünüz. Bakmamayı, affetmeyi öğreneceksin. Çok zorlu bir süreç. Hiçbir şey de kolay olmuyor. Her işe başlarken bu da zor olacak diye başlıyorum. Ekinfen Okullarında anaokulu, ilkokul, ortaokul ve Anadolu lisesi var, yakında Anadolu sağlık meslek lisesi de olacak. Ekinfen Dershanesinde iş bitmedi de yaşım altmışına yakın neden bu kadar zahmetli bir işi seçtim? İnşaatçı ile uğraş, bin tane kalemle ile uğraş... Dershane de öğrencilere bir şeyler verilebiliyor ama eğitim yönünün zayıf kaldığını düşündüm, dershanede bütün dünya öğretiliyor ama “Bir çivi çak.” dendiğinde çakamayan çocuklar var. Evde de görmemişler, hatta

bu neslin anne ve babası da tembel, hayat çok dayattığı için, acımazsız olduğu için işe gidip geliyorlar, bırakılsa işe de gitmeyecekler. Tabii bu, onların kusuru değil, bir önceki neslin kusuru. “Ceketimi satar okuturum, ben yemedim o yesin, ben giymedim o giysin!” diyerek neredeyse çocuğun yerine aşı olan bir neslin torunu şimdiki çocuklar ve de çok nazlılar, sanki geldikleri yerlerde çok yorulmuşlar, bu dünyaya dinlenmeye gelmişler. Yorgun bir nesil gelmiş dünyaya ama biz okulda okulun kuralını koyunca dedik ki: “Biz çocuklarınıza hiç acımayacağız, bütün çocuklar kendi işlerini kendiler yapacak!” İnanılmaz bir ilgi ile karşılaştık, velilerin de istedikleri buymuş, gidilebilecek son noktayı düşün ki, Şırnak’taki öğretmene müfettiş gidiyor, öğretmen “İstediğiniz cezayı verin.” dediğinde Şırnak’tan ileri yol var mı? Bizim öğrenciler de bu tür durumda, son durakta; tembellik yapmada, nesil son durakta. “Şırnak’tan ileri yol gitmiyor!” diyen çocukları alacağız “Şunları yapacağız, her işi yaptıracağız.” dediğimizde veliler de sağ olsunlar “Her işi yaptırabilirsiniz.” dediler. Biz de her işi yaptırıyoruz; bir genç, ailesinin yanından ayrıldığında, tek başına yaşadığında ne gerekiyorsa öğretiyoruz. Anaokulundan itibaren her şeyi öğretiyoruz. Çocuklar gayet üretici, kuralcı ve her şeyi içselleştirmiş durumdalar. Çocuk okulda hayatın kendisini yaşıyor. İlerleyen

zamanlarda stres altında nasıl yaşa- kuk diplomasını asmakla da olmunır, çalışılır, onun da prova edilerek yor. Bir devlet memurluğu var bir de çalışılması gerekir. serbest avukat var. Serbest işte üç yüz altmış derece modeli önemli. Her ÖĞRENCİLERİNİZE MESLEK dereceye çok ciddi işler koyulmalı, onun haricinde KPSS’na girildiğinTANITIMI YAPACAK MISINIZ? de iyi puan alınması, insanın ömür Lisede bütün meslekler tanıtılacak, boyu, maaşını alıp bir kenarda otuerken stajyerliği gerçekleştireceğiz. rup rutin işini yapmasını sağlayabiAvukat olmak istiyor ama hiç avukat lir. Girişimci olup özel iş yapılacaksa görmemiş. Avukat nasıl yaşar, ne ya- onlara üç yüz altmış derece çalışmayı par, hayatını nasıl sürdürür bununla öğretiyoruz. Dershanede çocukların ilgili hiçbir bilgisi yok ama “Ben avu- eğitimine fazla zaman ayrılamıyorkat olmak istiyorum” diyor. Avukat du. Üst üste üç ders yapılıyor, bu üç olmak için ciddi pazarlama yeteneği- dersin arasında iki teneffüs var. Tenin de olması gerekiyor. Sadece hu- nefüsslerde çocukları tanıma, onlarla

İlhan Atış

FERDANE BAYILDIRAN 21

ŞİMDİKİ AİLE YAŞANTINIZI KISACA ANLATABİLİR MİSİNİZ?

birlikte yolda yürüyebilme çok zordu ama biz ona rağmen çocuklarla daha fazla birlikte olmak için sosyal aktivitelere önem veriyorduk. Hafta sonlarına el koyuyorduk; yoksa minibüsten inip dershaneye gitme, tekrar minibüsle eve gitme, bizim hayalimizdeki eğitim modeli değil. Çocuk için dershane ortamı elverişli değil. Biz burada neyi çocuğa vermek istiyorsak onu verebilecek za22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

mana sahibiz. Okulun en tipik özelliği çocukların severek okula gelmesi. İlkokul birinci sınıfa giden bir öğrenci uyandığında mutlulukla “Ben okula gideceğim” diyorsa bu çok önemli. Okulda öğretmen de, öğrenci de mutlu. Çocuklara değer verildiğini, büyük gözü ile bakıldığını biliyorlar. Ve bu çok önemli. İyi ki Ekinfen okulumuz var; bu gelinebilecek son nokta. Bir de üniversite ile taçlandı-

rırsak... Bu okulda yetişen çocuklar için üniversite hayatı zor değil, çok basit hayat durumuna gelecek. Lise mezunu bir öğrencimiz, birçok üniversitenin mezun ettiği öğrenciden çok daha donanımlı olacak. Ekinfen okullarında öğrencilere hayatı, elbeyin koordinasyonunu sağlayabilen çocuk yetiştirmek zorundayız. Bu bizim için çok önemli.

Evde ve iş yerinde en önemli partnerim tabi ki sevgili eşim İsa Cengiz Bayıldıran. O da öğretmen emeklisi. İki çocuğumuz var. Büyük oğlumuz İsmail, küçük Ekin. İsmail evli. O, Adana Fen Lisesi’nden Boğaziçi Bilgisayar Mühendisliğine gitti, orayı iyi bir derece ile bitirdi. Sonrasında iş hayatı başladı. İki kızı var. Büyük kızı anaokuluna bu yıl başladı, çok başarılı ve çok zeki. “Tatil, tatil” diyerek tatilden bahsediyor. Demek ki tatil, öğrenci psikolojisi ile birlikte gelişen bir kavram. İkinci çocuğumuz Ekin de Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü okuduktan sonra “Bu benim istediğim meslek değil” diyerek film eleştirmenliği okuyacağını söyledi. Bizim toplumda hiçbir anne baba buna razı olmaz. Hele de çok başarılı çocuklar için, hiç… “Sen git, mühendis mi olacaksın, doktor mu olacaksın, hekim mi, eczacı mı olacaksın; sen onu ol gel, ondan sonra da düşünürüz” derler. Biz “Türkiye’nin ilk onundaki film eleştirmeni olur mu?” dedik. “Sen okulunu oku ve bitir” dedik. Sonrasında istediği, Bilgi Üniversitesi İşletme Fakültesini burslu olarak kazandı dört yıllık okulu iki yılda bitirdi. Demek ki sahiden seviyormuş. Dört yıllık okulu iki yılda bitirirsen bu çok büyük bir başarı. İç yönetmelikte okuldan mezun olma süresi üç buçuk yılmış. Ekin de derslerinde çok başarılı olunca okulun tarihine geçti. İşletme okumasının bize bir zararı yok varsın İşletme okusun.

HAYATA, İNSANLARA, EĞİTİM SİSTEMİNE, TÜRKİYE’YE VE ADANA’YA DAİR KORKULARINIZ, ENDİŞELERİNİZ YA DA MUTLULUKLARINIZ NELERDİR? Bütün ülkeye iyi örnek olup çocuklara önce temel bilimleri iyi öğrettiğimiz zaman yanlış bir yola sapma olmayacağını biliyorum. İnsanın rehberinin ilim olduğuna inanıyorum. Ne zaman ki bilimden ayrılırız, yani şu şişenin içinden cin çıkarsa ve buna inanırsak tabii ki bunu hiç arzu etmem. Bilimin dışındaki hiçbir şeyi kabul etmem ve de hiç kimse kabul etmemeli. Bilimin dışına çıkan insanlarda o korku, o panik, yerlerde sürünen kadınlar, depresyona ait şeyler oluyor. Ben her şeyin bilimsel olmasını istiyorum. Çocuklarımızın da temel bilimleri öğrenmelerini istiyorum. Diğer türlü iyi öğrenirlerse kimsenin korkusu ve kuşkusu olmasın. O çocuk burada da, Amerika’da, İngiltere’de de rahat eder. Evrensel boyutta bir insan yetişir. Sevincim, eğitim durumumuz, seviyemiz yılları toplayıp nüfusumuza böldüğümüzde dördüncü sınıf çıkıyorduk; şimdi ise altıncı sınıf terk çıkıyormuş. Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, Adana’ya geldiğinde okulumuzu ziyaretinde söylemiştir. Altıncı sınıf terk tabii ki iyi bir sonuç değil. O tamamlanmamış demek. Eskiden dörttü, bir buçuk puanlık artış olmuş. İlköğretim zorunlu olduğu için artış onun için olmuştur. Okula yollamayınca para cezası var. Tabii bir de bilinç yükselmesinden dolayı mıdır? Evet biraz etkisi vardır, çünkü bugün televizyona, cep telefonuna hakim, bilgiler artık cep telefonuna mesaj olarak gelmekte... Yani burada “Bilinç yükselmesidir.” diye iyi yönde düşünüyorum, en azından dördüncü sınıf seviyesi bir beş buçuk seviyesine çıkmış. Okuma yazma oranında ülkenin topyekün puanın artması da güzel bir şey. Toplantılarda bir çay-kahve arası verin, bakın kaç kişi gidiyor? Eğitim sistemimiz de aynı bu şekilde. Beşinci sınıfı dördüncü sınıfa çekerseniz, dördüncü sınıftan itibaren giderler. Onun için ara vermeden (kesintisiz) verilen eğitim, daha iyiydi. Bu, toplantılardaki mola gibidir. Her molada giden olur. FERDANE BAYILDIRAN 27

da da aleni manyaklıktır. Programını yapmadan, kendine hedefler koymadan sanki gönüllü bir kuruluş gibi, yapısını, çatısını idare ediyoruz , çok zor bir iş. Sahici bir vakıfta eğitim gönüllüsü olmalıymışım ama hayat öyle getirmiyor. Ben bu işten vazgeçtim diyemiyorsun, sürdürüyorsun. Hedefimiz özel kuruluş değil ama geldiğimiz nokta burası. İyi örnek olmaya çalışıyoruz. ÇOCUKLUĞUNUZ DÖNEMİNDEKİ KADİRLİ NASILDI?

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ İLE toplantıya katılıyorlar. Onlarla birlikte toplantı yapıyoruz, fikirlerini İLİŞKİLERİNİZ NASIL? söylüyorlar, buna çok önem veriyoOn yedi yaşımdan bu güne çeşitli ruz, Önüne cam koymasın, kafasını sivil toplum kuruluşlarında görev al- vurmasın, çekinmesin ve görüşünü dım,alıyorum. “Sivil toplum örgütü söylesin diye çok özen gösteriyoruz. nedir? Her zaman kişiler para için Çocuklarımız çok kişiliklidirler. Kim çalışmaz, gönüllü de çalışılır; işte o onlara ne sorarsa sorsun cevabını zaman hayattan zevk alınır.” Bunları alır. öğrencilerimize de anaokulumuzdan Birçok sivil toplum örgütünde üyebaşlayarak anlatacağız. Sivil toplum liğim vardı. Üyelik aidatlarımı zaörgütlerinde gönüllü olarak çalışma- manında ödüyor ve neredeyse ya özendireceğiz. Çocuklar benimle maaşımı sivil toplum örgütlerine ve28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

riyordum, ama zamanla azaldı, şimdi KAGİDER ve İŞKAD üyeliğim devam ediyor. Benim burada yaptığım şu: Çocuklara öğretmenlik de sanki projelendirilmiş, uygulamada iyi örneklere konacak şeyler, zaten topluma iyi örnek olmak değil mi? Onu da yapmaya çalışıyoruz. Lego gibi, eğer yerleşmemişse uykum kaçar. Zor, hayat zor! Başarılacak! Para, pul bunlar insanın ana hedefi olmamalı. “Hiçbir gün bunları düşünmüyorum.” Desem, ciddi ciddi iş hayatın-

Türkiye ortalamasına bakacak olursak Kadirli’nin, Türkiye’de okumayazma oranı yüzde yüze yakın olan iki ilçeden biri olduğu söyleniyordu. Diğeri de İzmir-Turgutlu’ydu. Neye dayanarak söyleniyordu bilmiyorum. Türkiye’de okuma – yazması en iyi olan iki ilçe. Sadece okuma-yazma denmesi yanlış. Bizde okuma yazma ile kalmıyor. Lise mezunlarının ilkokul mezunu işlevi gördüğü bir yerden bahsediyorum. Bize göre lise mezunu olmak demek ilkokulu bitirmek gibi bir şeydi. Herkes mutlaka yüksek öğrenim görürdü. Kadirli sosyal yönden de çok iyiydi. Bir şeyleri anlamaya başladığım günlerde Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) oyunlarını Adana’da oynamadan Kadirli’de oynardı ve başka yere giderdi. Kadirli halkı, tiyatroyu, sinemayı, kitabı ve okumayı sever, hatta sevmekle kalmaz yazar-

dı da kendi çapında. Kendi çaplında diyoruz ya, Yaşar Kemal’in kitaplarını okuduğumuz zaman Kadirli’deki bu havadan çok yararlandığımızı söyleyebiliriz. Benim ilk okuduğum kitap İnce Memed’ti. Annem çok severdi. Ben okudukça annem rahmetli, “Bahsedilen köy bizim köy, bizim köye kadar geldi, bizim köyden aşağı iniyor (Savrun), oradan geçiyor, hatta bizim eve de gelmiş. Halam o zaman genç kızmış. Halam kapıyı açmış, halamın yakasında sıra sıra dizili liralar, kolunda bilezikler olunca ‘Bir koluma bir de boynuma baktı. Bir şey de demedi, onu da almaya gelmedi’ diye anlattı.” diyor. Gerçek adı Safiye Memed’miş romanda İnce Memed olmuş. Bize kadar gelmiş. Bire bir yaşadıkları olay

olduğu için, İnce Memed’i ve yine onun kitaplarından Teneke’yi çok severlerdi. Ben Adana’ya, İstanbul’a gidince Kadirli’ deki demokratik havayı bulamıyorum diyebilirim. Kişiler istediği saatte, istediği yere gidip gelebilir. Güven içindeydik. Yetmişli yıllarda, lisede okurken sınıfın yarısı amcam, yarısı da dayımdı. SİZİN DÖNEMİNİZDE KADİRLİ’DE KAÇ OKUL VARDI VE NASIL EĞİTİM VERİLİYORDU? İlçeler içerisinde eğitimde Türkiye derecesine girecek bir şehirde yaşıyorsunuz. Her ne kadar ilçe dense de biz şehirde yaşıyorduk; mesela liseye servis ile gidiyordum. Üniformamız vardı. Kültürel yönden de iyi bir şehirdi Kadirli. FERDANE BAYILDIRAN 29

Okul dersen, bize yetecek kadar okul vardı. Birçok yerde yokken veya ihtiyaç duyulmazken Kadirli ilçesinde yaşayanlar buna şiddetle ihtiyaç duyuyordu. Okullarımız da gayet iyiydi. Okul yönünden bir sıkıntı yoktu. Kaç tane olduğunu hatırlayamıyorum ama yeterince vardı. EĞİTİME DERSHANECİLİKLE BAŞLADINIZ, ADANA’DAKİ DERSHANE GEÇMİŞİ İLE BİLGİ VEREBİLİR MİSİNİZ? Kuzey Adana’daki ilk dershane bizim dershane. Baraj Lisesi’nde öğretmenlik yapıyordum. Adettendir, dershaneler genelde şehir merkezindeydi. Kimse özellikle gelenek ve göreneklerinde, kültürel varlıklarını yaşatmaları konusunda angaje olmuş öğretmen, öğrencisi biat etmiş bir okul istemez; bu sıkıntı yaratır. Ne yapacak, öğretmenin tarafsız olması gerekir, ortak değerlere göre çocuk yetiştirecek. Bizim tercih edilmemizin en büyük nedeni ise -elbette herkesin bir görüşü var- görüşümüzü asla ön plana çıkarmayışımız, eğitimciliği birinci plana çıkarışımızdır. Her görüşe eşit mesafede duran bir okuluz. Bunu da herkes kabul etti. Mesela çok yakınım, kardeşim politikada bir yere aday olacak olsa akşam telefon açar, başarılar dilerim; sabah vatandaşlar hangi mesafede duruyorsa ben de o mesafede dururum. En çok kayıt alan okullardanız. FERDANE BAYILDIRAN 31

Kişiler bizi iyi izlemişler, her meslekten, her görüşten velilerimiz var. Ben baştan söylüyorum: “Bir görüşü benimsemişseniz ve bunu da bizden isteyecekseniz, o bizde yok!” diyorum. “Sen rahat edebileceğin yere gidebilirsin.” diyorum buna “Tamam.” deyip gidenler de, tam tersi “Ben böyle okul istiyorum.” diyenler de var. Ama ikincisi çoğunlukta. Bir alfabeyi öğrensin de ne yapılacaksa yapılsın, ailenin vereceği hiçbir şeye karışmam ama benim sınırlarım içerisinde okulların kuralları geçerli. VELİLERLE TANIŞMA TOPLANTILARINIZ VAR MI? Eğitimle ilgili sohbet toplantıları yapacağız. Örneğin, “Bizim oğlan-kız kahvaltıda…” diye başlatmak istemiyorum. Genel bir toplantı olmasını düşünüyorum. Özel olursa diğer veliler sıkılıyor ve de özel konular başka bir zaman konuşulacak konulardır. Özel öğretmen yok, sana yön verecek kişi yok onun için de soruları tekrar çözmek için, cevapları silerdim heyecan katmak için de soruları numaralandırırdım. Yirmi birinci sayfa altıncı soru şeklinde. Küçük kağıtlara da bu numaraları yazardım, kağıdı katlardım ve tekrar o katladığım numaralı kağıdı çekerdim. Taşrada yaşayan ailelerin çocuklarına ulaşmak çok önemli. Oradan kendine çıkış noktası bulup kendini ifade edebilir.

32 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

İÇİNİZDE KALMASIN DİYE ÇOCUKLUĞUNUZDAN KALMA BİR ŞEYLERİ DE YAPMIŞSINIZDIR, BUNLAR NELERDİR? Lisedeyken fen sınıfındaydım ama edebiyat sınıfının yaptığı tüm yarışmalarda ben birinci oluyordum. Yazdığım yazılar çok beğenilirdi, edebiyat sınıfına uygun bir öğrenciydim. Okulda bana “Arşimet” derlerdi. Başarmak için yarım bırakmamak lazım. Tabii bunun adı da sorumluluktur. Sorumluluk çok büyük. Okulumuz öğrencilerinden bizler sorumluyuz. Öğretmen olarak dünyadaki öğrenci ve çocuklardan biz sorumluyuz. Öğrencilerin iyi ve kötü huyunu keşfetmeyen ve o öğrencinin yeteneklerini açığa çıkaramıyorsa Milli Eğitim utansın. Bizim bunu sorgulamamız gerekir. Ben öğretmen gözü ile bakıyorum, veliyi de yetiştiren biziz. Bizim ülkede Köy Enstitüleri’nin doğru bir proje olduğuna inanıyorum. Üretici nesil olmasına özen gösteriyoruz. Bir ülke düşünün yüz kişiden elli beş kişinin mesleği yok. %55’i mesleksiz. Ben böyle bir toplum istemiyorum. Dünyaya gelen, mesela karo döşeyende de bizim emeğimiz var. Herkes bir konuyu bilsin ve yapsın. ÖĞRENCİLERİNİZLE BİR ANINIZI ANLATIR MISINIZ? Bir öğrencim üniversite tercihini yapacak, geldi dedi ki: FERDANE BAYILDIRAN 33

“Hocam, siz bizi iyi tanıyorsunuz, tercih yapacağım ve tercihim de fizik öğretmenliği olacak. Ne dersiniz?” Ben de “Neden fizik öğretmenliği?” dedim. “İlkokulda Anadolu Lisesini kazanmak için çalıştım, kazandım sonrasında fen lisesi sınavına girmemi istediler, ona hazırlandım, orayı da kazandım. Şimdi fen lisesi de bitiyor artık, sınavda son terciğim, ben fizik öğretmeni olacağım ve dört ay tatil yapacağım.” Dedi. Öğretmenlerin tatili çok diye fizik öğretmenliği istiyor, ama benim de kendisine önerim ya tıp fakültesine gitmesi ya da bilgisayar mühendisliğini okuması idi. Görünüşü öğretmenliğe elverişli değildi, sesi de yetersizdi, öğretmenin ve tiyatrocunun sesinin en arkadaki kişiye ulaşması gerekir. Kendisini de tıp için ikna ettim ve şu an kendisi doktor.

EKİNFEN OKULLARI’NDAN mevcut eğitim sisteminden tamaSONRA PROJELERİNİZ VAR MI? men farklıdır. Ezberci değil, projeleri olan, analitik düşünebilme yeteneğiAnadolu Sağlık Meslek Lisesini haya- ne sahip olan, talep eden, sorgulayan, ta geçirdik ve ayrıca; Ekinfen Üniver- kendi ayakları üzerinde durabilen sitesinin alt yapısını oluşturuyoruz. nesiller yetiştirecek “Örnek Okul”u hayata geçiriyoruz. HAYALİNİZDEKİ ÜNİVERSİTE GELECEKTEKİ HAYALİNİZ NASILDIR? NEDİR? Hayalimizdeki üniversite; şu anda uyguladığımız etkin öğrenmeye da- Ekinfen Okulları mezunu olan öğyalı atölye sistemini devam ettirecek rencilerin ülke yönetiminde söz bir üniversite. Üretken,entelektüel sahibi olmalarıdır. bilinci gelişmiş, mezuniyetinde ken- Şu anda; geleceğin cumhurbaşkanıdi işini kurabilecek girişimci bir nesil nı, başbakanını, bakanlarını, valileyetiştirecek bir üniversite kurmak is- rini ve sanatçılarını yetiştirdiğimizi görmek en büyük arzumuzdur. tiyoruz. EĞİTİM AÇISINDAN FARKLI DÜŞÜNCELERİNİZ VAR MI?

HAYALLERİNİZE TÜM ADANA’YI ORTAK ETMENİZ NEDENİYLE Eğitim açısından düşüncelerimiz, TEŞEKKÜR EDERİZ.

FERDANE BAYILDIRAN 37

Ferdane Hoca’nın ilk öğrencilerinden Bülent Karayel. BÜLENT BEY, FERDANA HANIM’IN BARAJ LİSESİNDEN İLK ÖĞRENCİLERİNDENSİNİZ FERDANE HANIM’I NASIL HATIRLIYORSUNUZ? Ferdane Hocam, çok azimli, ataktı. Öğretmenler odasına hiç girmez, bahçede hep öğrencileri ile birlikte olurdu. Bir anne şefkati ile herkesin sorunuyla ilgilenirdi. Bizlere konuyu öğretebilmek için çok uğraşırdı. Fizik dersi zor bir dersti ama bıkmadan usanmadan anlatırdı. İşini severek yapan her insan başarılı olur. Bize çok şey öğretti. Şu an benim oğlum da kendisinin öğrencisi. Ekinfen okullarının açıldığını duyduğumda hiç düşünmeden ilk kayıt yaptıranlardan biri oldum. Kayıt için okula gittiğimde Ferdane Hoca bana “Ben seni bir yerden hatırlayacağım” dediğinde “Öğrencinizim dedim.” Hafızası çok kuvvetlidir, unutmaz . Oğlumun ödevlerini Ferdane Hoca kontrol ediyor. Okulun kurucusu, okulun yönetim kurulu başkanı ama ödevleri Ferdane Hoca kontrol ediyor. Oğlumun ödevini kontrol etmiş ve bir de not yazmış, “Çok başarılısın, devam et, seni seviyorum ve baban gibisin” diye de not düşmüş.

38 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I

HİÇ UNUTAMADIĞINIZ ANINIZ VAR MI?

BİR

Okul takımında oynuyordum. Çukurova Teknik Lisesi’yle maç yaptık ve kendi sahalarında galip geldik. Bizim dönemimizde okullar arasında spor dallarında çok büyük bir rekabet vardı. Biz onları kendi sahalarında yenince onlar da “Baraj Lisesi bizi nasıl yener?” diye gururlarına yedirememişler. Okulumuzda da bizi kutladılar ama o sırada da okulun dışından gürültüler geliyor, “Dışarı çıkın bizi nasıl yenersiniz?” diye sesler geliyor. Biz de 15-16 yaşlarında genciz, iş dışarı çıkıp onlarla kavga etme seviyesine geldi ama Ferdane Hoca da nöbetçi öğretmendi, okulun kapısına dayandı “Beni çiğnemeden gidemezsiniz” dedi. Ferdane Hoca, derste çok titizdi, derse hakimdi, son ana kadar dersi çok iyi anlatırdı. Ders saati içinde ders yapardı, zamanı boşa geçirmezdi, ders anlatırken gürültü olsun istemezdi. Çok dikkatliydi ve gözünden bir şey kaçmazdı. Sürekli soru çözdürürdü. Herkesin baktığı gibi bakmaz, herkesin gördüğü gibi görmezdi. Tüm detayları görürdü. Öğrencileriyle iletişimi çok iyiydi. Sınıf arkadaşlarımız şu an çok önemi yerlerde görev yapıyorlar. Bir gün morali bozuktu, ders anlatacak gibi değildi, bir arkadaşımız da “Hocam ders anlatmayacak mısı-

nız?” deyince Ferdane Hoca da “Hayır!” dedi ve tekrar konsantre oldu o ruh halini değiştirdi ve “Anlattıklarımı unutun, tekrar başlıyorum.” diyerek dersi anlatmaya başladı. O ders, derste öğrenilsin isterdi. Üniversite sınavında yirmi dört fizik sorusundan yirmi üç fizik sorusunu net yaptım. Öğretmeni severdim. O çok büyük bir etken. Ferdane Hocam, Baraj Lisesinde öğretmenliğe başlamış ve oradan da emekli olmuş.

Elif Doğan TürkmenİŞKAD Başkanı FERDANE HANIM İLE NE ZAMAN TANIŞTINIZ ve SİZCE NASIL BİRİ? Ferdane Hanımın ailesi Adana’da etkili bir aile; özellikle Cengiz Bayıldıran’ın ailesi, benim politik kimliği nedeniyle yıllar öncesinden de tanıdığım aile. Ferdane Hocam ile Ekinfen Dershanelerinin birçok öğrencisinin yakınım olması sebebiyle tanıştım. Dershaneciliği konusunda çok güvendiğim bir kişidir. Adana ve Türkiye için büyük bir şans. İş yaşamında çok disiplinli ve doğruları tespit edebilen bir insan. Bu ayrı bir zekâ gerektiriyor. İşinde gerekli olan nok-

tayı görebilen bir kişi. Bu da başarıyı işe sıfırdan başlamış, çok ciddi yere getiriyor. getirmiş. Maddi ve manevi boyutu bulunuyor. Manevi boyutu, insana ADANA’DA KURUMSAL hizmet olan eğitim. İnsan yetiştiriDERSHANELER HARİCİ BAŞKA yor, gelecek yetiştiriyor. Belki de TürDERSHANE VAR MI? kiye’nin en büyük probleminin çözümünde katkı sağlayan kişi. İŞKAD Sadece Ekinfen. Diğerleri okullaşma yönetimi de onayladı ve oybirliği ile süreci yaşadı, birçoğu bu yüzden iflas onu seçtik; oyları da hak ettiğini düetti. Ama Ekinfen kurumsallaştı ve şünüyorum. Ekinfen okullarından sonra Ekinfen İŞKAD genel kurulunda divan başÜniversitesi hazırlığı devam ediyor. kanlığı yaptığım dönemde, Ferdane Yeri de hazır ve olmaması için de Hanım, ciddi sıkıntılar yaratan bir hiçbir neden yok. Bu tür işleri yapan üyenin ihracı konusunda bile “İhraç kişilerin elinden tutup tüm engelleri edilmesin.” diye oy kullandı. Ve bunu aşıp bu işi yapmasına öncülük etmek ondan başka hiç kimse yapmaz. Üyegerekir. O, İŞKAD Başkanı iken ben lerin tamamı ihraç edelim derken de derneğe üye oldum. Açıkçası beni kendisi “Hayır bu arkadaş kalacak” İŞKAD’a onun varlığı çekti. İŞKAD’a demişti. Açıkçası işkadını olması beda destek oldum. O günden bugüne nim için çok çok önemli. Dünyada ve samimi ve sıcak dostluğumuz var. Türkiye’de farklı noktaya geleceksek Düşüncelerine başvurduğum, sağ- kadınların çoğalması gerekir. Bu kaduyusuna güvendiğim kişidir. Bir ta- dar insancıl değerler taşıyan birisinin kım sıkıntılarım olduğunda kendisi olmasına daha çok önem veriyorum. ile görüşürüm ve onun söyledikleri Böyle birinin eğitimci olması bizim bana yol gösterir. için bulunmaz değer. Ferdane Hanım dernek başkanlığı ötesinde insan olarak önemli bir fi- ÖZEL ANINIZ VAR MI? gür. Adana’ya çok ciddi katkılar sağlayan bir kişi. Adana’nın iş dünyasına “Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği baktığımızda erkek egemen bir yapı (TOBB) İlk Kadın Girişimciler Topgörülür. Ama bu yapının içinde Fer- lantısı” için Ankara’ya birlikte gittik. dane Bayıldıran çok ciddi ekonomik Orada da hepimize annelik, ablalık değer sağlayan biri. Ferdane Bayıldı- yapmıştır. Yaşama yumuşak bakışı, ran’a İŞKAD olarak “Yılın Kadın Gi- hepimizi kucaklayan tavrı ile Ferrişimcisi Ödülü”nü verdik. Bu ödül dane Bayıldıran benim için özel bir için ilk aklıma gelen isimdir; çünkü dost oldu.

Onun kahkahası, pozitifliği, güler yüzü... Onun yanına gittiğinde ne kadar sıkıntılı olursan ol hem sıkıntını paylaşırsın, hem de bir süre sonra bakarsın o sıkıntıdan kurtulmuşsun. Bu çok özel bir durum herkes bu yapıya sahip değildir. Onun için Ferdane Hanım ile geçirdiğim her an çok keyiflidir. Bazen çok güzel fıkralar anlatır. Bir insanın hikayesini çizen nedir? Doğduğu şehir mi? Okuduğu okullar mı? Seçtiği meslek mi? Peki; Ferdane Bayıldıran’ın hayatını hangisi etkiledi? Bunları cevaplamak için onunla yaptığımız sohbetimizde bu sorularımızı Hoca’mıza yönelttik. Eğitiminden, ailesinden, çocuklarından ve öğrencilerinden yola çıkarak bir “Ferdane Hoca” portresine ulaşmaya çalıştık. Kadirli’de beş yaşında ilkokula başlayan küçük bir kızdan, Baraj Lisesi’nde öğretmenlik hayatına merhaba diyen ve oradan da emekli olan; yakın zamanda lise açmanın stresini yaşarken bugün kafasında üniversite kurma planları yapan idealist bir hocaya bir “Ferdane Bayıldıran” portresini siz okurlara sunduk. Gerisi herkesin gözleri üzerinde olacağından sohbetimizi burada noktalıyor ve Hocamızın yapacaklarını merakla bekliyoruz. FERDANE BAYILDIRAN 39

Ö. Özgür ONAR Adana doğumludur. Lise mezunudur. 2005-2009 yılları arasında Ontek Tanıtım, Reklam ve Bilişim’de yöneticilik yaptı. Çocukluğunda başlayan fotoğraf tutkusu, onu 2006 yılında AFAD’da Temel Fotoğraf Eğitimine katılmaya şevketti. Ardından S. Haluk Uygur İRİS Temel Fotoğraf ve Sanat Felsefesi Atölyesi’ne katılarak fotoğraf çalışmalarını sürdürdü. ÇYDD Çukurova Şubesinin Yönetim Kurulu Üyesidir. Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği bünyesinde fotoğraf çalışmalarına devam etmektedir. Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği, AFAD, Çetko ve Toplumsal Rehabilatasyon derneklerinin üyesidir.

Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.