$-OERQMQNIROMQNRPKOMPNR,FLCQMI1KQJO QGCQ>I4'PNOR2Q6QMMP1KPRHG5HMQEQ GPDJOBONONR,FLCQMIRDH=HRD:LPNKPRJFNH>QN 2PLJPAP3PNKORIF=MH/ DOLKO=OEOAR-?RBINI3I CODOLPNR-RCONR:=LPN;OEOAPR-RCONRCOBOJMPDRJQ7BQEINKQR"LQCQKQN ONOGFLHAR2PLJPAP3PNKO1KPRCOBOJMPDPRCONOGFLHA1R7LF(PBOGMPRCOBOJMPD KQ=IDDIJ?REQMQLIEIAQRKP9QERPKP;P=OARKPKO?R!(/0

B

27 Ağustos 2015 Perşembe www.sondakikagazetesi.com

 !# #!""# !" ! "#    #!  #"!#"""  

 "!#"! !#

Ege Bölgesi Gırgır Balıkçıları Derneği ve İzmir Deniz Ürünleri, Balık Avcıları ve Üreticileri Birliği Başkanı Mehmet Aksoy, "Bunlar, balıkçılara silah da çekmeye başladı. Üyelerimizden birisi, Seferihisar’da 3-5 kişi silah çekerek karşıya geçirmesini istemiş. Ellerinden zor kurtulmuş" dedi AV MEVSİMİNİ BEKLİYORLAR

YARDIM ETSEK BİZ BATARIZ

Balıkçılar olarak aynı zamanda sahil güvenlik görevi de yürüttüklerini dile getiren Aksoy, denizde batmış veya batmak üzere olan çok sayıda kaçak göçmen kurtararak Sahil Güvenlik’e teslim ettiklerini, ancak bu sene kaçak sayısında artış yaşandığına dikkat çekti. Her gün binlerce Suriyelinin kaçmak için Ege koylarında beklediğini aktaran Aksoy, “1 Eylül’de av yasağının kalkmasıyla çok sayıda tekne denize açılacak. Bu göçmenler, kalabalık tekneler arasından kolayca kaçma girişiminde bulunacak. Bunlar, balıkçılara silah da çekmeye başladı" dedi.

Balıkçıların can güvenliğinin sağlanması için yetkililere çağrıda bulunan Aksoy, “Bu kaçaklar daha çok zodiak adı verilen şişme botlarla kaçmak istiyorlar. Ancak deniz ortasında batıyor. Batan botlara yardım etmeye muhakkak devam edeceğiz ama balık da avlamamız lazım. Benim teknemde 30 personel çalışıyor. Bir gecede 3 bin litre yakıt harcıyorum. Ben onları almaya uğraştığım zaman denizden gelir elde edemiyorum. Tüm balıkçılara rasgele diyoruz. Ama mültecileri gördüğümüz yerde yetkililere haber vereceğiz.” diye konuştu. devamı 8’de

86:%=&IBINKQRP6OLR>

7 SAĞLIK

SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI

27 2015 Perşembe 17Ağustos Şubat 2013 Perşembe

Obezite kronik hastalıkların habercisi C

iddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen obezitenin diyabet, kalp damar hastalıkları ve kanser riskini artırdığı bildirildi. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bİlim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Yıldız:"Obezite, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tip 2 diyabetin yüzde 44'ü, koroner kalp hastalığının yüzde 23'ü ve çeşitli kanserlerin yüzde 741'inin gelişiminden sorumlu" dedi. Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bİlim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelen obezitenin, kanser başta olmak üzere diyabet ve koroner kalp hastalıkları gibi kronik rahatsızlıklara yol açtığını bildirdi. Prof. Dr. Yıldız, yaptığı açıklamada, obezitenin tüm dünyada hızla artış gösteren bir sorun

olduğunu ve acil önlem alınması gerektiğini söyledi. Son 10 yılda gelişmiş ülkelerde obezite artış hızında duraklama gözlenirken gelişmekte olan ülkelerdeki görülme sıklığının giderek arttığını, dünya genelinde obezlerin yüzde 62'sinin bu ülkelerde yaşadığını anlatan Yıldız, "Günümüzde gelişmiş ülkelerde

"En Güzel Burun Görülmeyen Burun" yaşayan her dört çocuk ve ergenden birisi ve gelişmekte olan ülkelerde her yedi çocuk ve ergenden birisi fazla kilolu ya da obezdir. Türkiye'de de erişkin nüfusun yüzde 65'i kilolu veya obezdir" dedi. Yaşam şeklinin değişmesi, beslenme alışkanlıklarının farklılaşması ve fiziksel aktivitenin azalmasıyla kilolu k-

işi

sayının arttığını dile getiren Yıldız, obezitenin, erişkinlerin yanı sıra çocuklar açısından da risk oluşturmaya başladığına dikkati çekti. Obezite ile mücadele için yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığının küçük yaşlarda edinilmesinin önemine işaret eden Yıldız, düzenli egzersizin de yaşam biçimi olarak benimsenmesi gerektiğini bildirdi. Yıldız, "Otomobil, televizyon, bilgisayar gibi etkenlerle değişen sosyal yaşam ve çalışma şartları ile birlikte azalmış fiziksel aktivite ve günlük kalori tüketiminde artış obezite gelişimini kolaylaştırıyor" ifadesini kullandı. Yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı ile egzersizin tutum ve davranışa dönüşmemesi halinde obezitenin kaçınılmaz olduğu uyarısında bulunan Yıldız, bunun bir çok riski de beraberinde getirdiğini kaydetti. "Bağırsak florasındaki değişim kanseri tetikliyor" Aşırı kilonun diyabet, kalp damar hastalıkları ve kanser riskini artırdığını vurgulayan Yıldız: "Obezite, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre tip 2 diyabetin yüzde 44'ü, koroner kalp hastalığının yüzde 23'ü ve çeşitli kanserlerin yüzde 741'inin gelişiminden sorumlu. Yalnızca ABD'deki yıllık maliyeti 150 milyar doların üzerinde" diye konuştu. (AA)

ENTO Kulak Burun Boğaz Cerrahi Tıp Merkezi doktorlarından Op.Dr. Ümit Filiz, burun estetiği ameliyatlarında kavisli burunların yerini, gözleri ve dudakları ön plana çıkartan 'Görülmeyen Burun' yönteminin aldığını söyledi. Yeni trendi anlatan Dr. Filiz, "Burun yüzün hatlarına o kadar uymalı ki, bakıldığında görülmemeli" diyor.

"Ç EKİCİ OLAN GÖZLER VE DUDAKLARDIR"

Kadın ve erkeklerin estetik yaptırmak istedikleri burunları nasıl olmalı. Burun estetiği operasyonlarının son trendini anlatan ENTO Kulak Burun Boğaz Cerrahi Tıp Merkezi doktorlarından Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op.Dr. Ümit Filiz, eskiden en çok tercih edilen kavisli burunların yerini doğal burunların aldığını söyledi. Burun kemiğinin oyularak kavis verilen ameliyatların artık burun estetiği yapan doktorlar tarafından tercih edilmediğini ifade eden Op.Dr. Filiz, "Eskiden kavisli burunlar yapılıyordu. Şimdi ise ameliyatlar ile daha doğal, anlaşılmaz burunlar oluşturuluyor. Aslında doğada 'kavisli burun' diye bir şey yok. Burnun güzel olması için kaşların simetrik bir biçimde daralıp burunla devam etmesi lazım. Arada kesinti olmamalı. Ameliyatlarda burnu arka plana alıp, gözleri ve dudakları ön plana almaya çalışıyorum. Felsefem bu; görülmeyen bir burun yapmak istiyorum. Yüze o kadar uysun ki bakıldığında görünmesin. Çünkü çekici olan gözler ve dudaklardır. işte burun güzelleştiği zaman gözler ve dudaklar ortaya çıkacaktır. Kadınlar da bu yüzden göz ve dudaklarına makyaj yaparlar" diye konuştu. HABER MERKEZİ

Mesleki hastalıkların başında cilt ve kas hastalıkları var

Vitaminini korumak için sebzeleri kısa sürede pişirin Sebzenin doğal rengini ve besin değerini korumak için kısa sürede pişirilmesi önerildi. Sebzeler tencereye koyulmadan hemen önce parçalanması gerektiğini söyleyen uzmanlar, pişirme sırasında kapağı mümkün olduğunca az açılması tavsiyesinde bulundu. Uzman Diyetisyen Şefika Aydın Selçuk, sebze ve meyve tüketiminde püf noktalara değindi. Sebze ve meyveler toplanma aşamasından sonra yanlış hazırlanma ve pişirilme sürecinde vitamin kayıpları verebildiğini belirtti. Sebze ve meyvelerin besin değeri kaybına uğramaması için önerilerde bulunan Selçuk, hasattan tüketilinceye kadar her aşamada dikkatli olunması gerektiğini söyledi. Sebzeleri tüketirken pişirme koşullarına dikkat edilmesi gerektiğini dile getiren Selçuk, "Bazı sebzeler hazmı kolay olması açısından pişirilmeden tüketilebilir. Semizotu, ıspanak, havuç, kereviz, biber, soğan, karnabahar gibi sebzeleri çiğ olarak besin değeri kaybolmadan salatalarda tüketebilirsiniz. Gastrit, reflü gibi sindirim rahatsızlıkları olanlar, sezaryen ile yeni doğum yapmış olan anneler dışında herkes çiğ sebzeleri rahatlıkla tüketebilir. Sebzelerin pişirilmesi ve oluşan kayıplar ile yapılan çalışmalarda; yumru sebzelerde patates gibi B vitamini kaybı yüzde 25- 90 civarında görülmektedir. C vitamin kaybı ise yüzde 40– 50 arasına çıkabilmektedir. Lahana, ıspanak, marul, semizotu gibi yaprak sebzelerde pişirme sırasında yüzde 30- 90 civarı kayıplar görülmüştür." dedi. Pişirmede oluşacak kayıpları en

aza indirmek ve sebzenin canlılığını korumak için Aydın Selçuk şu önerilerde bulundu: "•Sebzeler hasat edildikten sonra yaralanıp ezilmeden serin yerde saklanmalıdır. •Sebzenin ve meyvenin doğal rengini korumak için kısa sürede pişirme gerekir. Pişirme süresini uzattıkça besin değeri kayıpları artar. •Kapağı mümkün olduğunca az açılarak ( öneriler 1–2 kez ) oksidasyona olanak sağlamadan pişirmek gerekir. •Sebzeler pişme öncesinde bol suda yıkanmalı ve yıkama sırasında el ile hafif ovalama dışında başka bir metal ile temas ettirilmemelidir. •Sebzeler tencereye koyulmadan hemen önce parçalanmalıdır. Pişmeye yakın kezilen sebzede C vitamini kaybı az olur. Sebzeyi parçalamada el ile parçalanabilecek marul, fasulye, ıspanak gibi besinlerin haricinde diğerlerinde bıçak mümkün olduğunca az temas ettirilerek daha büyük parçalarda kesilmelidir. •Fazla suda ve uzun süre pişen sebze çok yumuşar ve ezilir. Sebzenin şekli korunmamış olur. Örneğin kabak patlıcan ve ıspanak benzeri besinler kısa sürede pişer. Bu besinleri uzun süre pişirme ve pişirirken sık sık karıştırma şeklinin bozulmasına vitamin kaybetmesine neden olur. •Sebzeler pişirilirken kendi suyunu bırakacağı için susuz veya az suda pişirilmelidir. •Sebzeyi pişirdikten sonra bekleme süresini uzatmadan tüketmek önerilmektedir." (CİHAN)

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İlhan: "Ülkemizde yılda 400-500 mesleki hastalık tanısı konuluyor. Oysaki en az 4 bin kişiye tanı konuluyor olması lazım" dedi. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Necmi İlhan, Türkiye'de yılda 400-500 mesleki hastalık tanısının konulduğunu oysaki hastalığın daha fazla olmasına karşın tanı koymada bu konuda yeterince farkındalık olmadığı için sıkıntı yaşandığını belirtti. Prof. Dr. İlhan, yaptığı açıklamada, kişinin çalışma yerindeki sorunlarından ya da çalışma yerinde tekrarlı bir nedenle yaşanan hastalıkların mesleki hastalık olduğunu, madende çalışan birinin buradaki tozlara maruz kalmasıyla ortaya çıkan akciğer hastalığının buna bir örnek olduğunu anlattı. Kişinin çalıştığı yerde cildine ya da vücuduna temasla bulaşmasıyla karşılaşılan hastalıkların da bu grupta sınıflanabileceğini dile getiren İlhan, pek kayda girmese de mesleki kas hastalıklarının çok fazla görüldüğüne işaret etti.

Kayıtlı hastalığın

başında akciğer geliyor Türkiye'de meslek hastalığı bildirimi sisteminden kaynaklı sorunlar olduğunu, bu hastalıklardan şüphe etmesi gereken hekimlerin, tanı koyması gereken 3. basamak sağlık kuruluşlarının olmasına karşın meslek hastalıkları konusunda yeterince farkındalık oluşmadığı için tanı konulamadığına işaret eden İlhan, şöyle

konuştu: "Türkiye'de, kayda giren mesleki hastalıkların başında akciğer hastalıkları yer alıyor. Oysaki mesleki cilt, kas hastalıkları, psiko-sosyal etmenlere bağlı meslek hastalıkları daha çok görülüyor ama kayda girmiyor. Ülkemizde yılda 400-500 mesleki hastalık tanısı konuluyor. Uluslararası hesaplama yöntemlerine göre oysaki en az 4 bin kişiye tanı konuluyor olması lazım. Hastalıkların yüzde 10'una dahi tanı koyamıyoruz. Geçen yıl 191 bin iş kazası meydana gelmiş, 400 hastalığa tanı konmuş. Elma dilimi yapsanız bu oran yüzde 1'e bile ulaşmıyor. Oysaki gelişmiş ülkelerde bu piramit tam tersine."

800 iş yeri hekimiyle görüşüldü

Meslek hastalıklarının alınacak çok küçük önlemlerle yüzde 90-95 oranında önlenebileceğine dikkati çeken İlhan: "Hiçbir hastalık grubu yoktur ki meslek hastalığı gibi yüksek oranda engellenebilsin. İş yeri hekiminin önerisiyle iş yerindeki riskleri azaltarak bu hastalıklar önlenebilir. Kurumların meslek hastalıkları konusunda yeterince farkındalığı olmadığı için meslek hastalıklarına tanı konulamıyor. İş yeri hekimlerinin bu konudaki bilgilerini araştırmak için 800 iş yeri hekimiyle görüştük. Bu konuda ciddi bilgi eksikliğini olduğunu gördük" diye konuştu.(AA)

Az uyuyan kişilerde obezite ve depresyon eğilimi artıyor TÜ Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çelik: "Normal uyku süresi 6 ile 8 saat arasındadır. Bu uyku süresinin altında uyuyan insanlarda diyabete, kilo almaya ve depresyona eğilim artıyor" uyarısında bulundu. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı öğretim seli Prof. Dr.Yahya Çelik, normal uyku süresinin 6-8 saat arasında olduğunu belirterek, "Bu uyku süresinin altında uyuyan insanlarda diyabete, kilo almaya ve depresyona eğilim ortaya çıkıyor" dedi. Çelik, hastanede düzenlediği basın toplantısın-

da, uykunun insan sağlığı için çok önemli bir durum olduğunu söyledi. Uykusuzluğun önü alınmaz sorunlara yol açabileceğini ifade eden Prof. Dr. Çelik, "Uyku önemli bir olay. İki gün arka arkaya uykusuz kalmak ölümle eşdeğerdir. İki gün, üç gün uyumazsanız ciddi psikiyatrik problemlerle, ardından ölümle karşı karşıya kalabilirsiniz. Uykunun süresi hep tartışıla gelmiştir ama normal bir uyku süresi 6 ile 8 saat arasındadır" dedi. Normal uyku süresinin altında uyuyanlar için ciddi sorunların baş göstermesinin doğal olacağını anlatan Çelik, "Normal bir uyku sü-

resi 6 ile 8 saat arasındadır, bu uyku süresinin altında uyuyan insanlarda diyabete, kilo almaya ve depresyona eğilim artıyor. Az uyku gibi çok uyku da yarar getirmiyor. Aşırı uykunun da özellikle 10-12 saatten sonra dinlendirmediği biliniyor " şeklinde konuştu. Uykunun süresi kadar uyku kalitesinin de önemli olduğuna dikkati çeken Çelik, kaliteli bir uyku için uygulanması gerekenleri sıralayarak: "İyi bir uyku uyuyabilmemiz için uyku hijyenimize dikkat etmemiz gerekir. Bunun için neler yapmamız gerekli, özellikle akşam saatlerinden sonra çay kahve

uyarıcı içeren enerji içecekleri kullanılmamalı. Efor gerektiren işler yapılmaması gerekir. Uykunuz geldiği zaman yatağa girmeniz gerekir. Uykunuz gelmeden yatağa girmemeniz gerekir. Bunun dışında yatak odasında televizyon olmamalı. Yatak odasında çok fazla derin felsefi kitaplar okumamak gerekir. Çok fazla konsantrenizi bozacak, uykudan uyandıracak olan olaylardan uzak durulması lazım. Bir de ortamın karanlık olması çok önemli. Yatağın da ergonomik açıdan iyi olması lazım" önerisinde bulundu. (AA)

SAYFA 8

SONDAKiKA GAZETESİ >>

27 2015 Perşembe 17 Ağustos Şubat 2013 Perşembe

SONDAKiKA GAZETESİ >>

Avrupa’ya kaçmak isteyen Suriyeliler bizi tehdit ediyor

İNCE ZIMBALAR

Sabit İNCE [email protected]

MİLLİYETÇİ HAYIR PARTİSİ Nihayet Milliyetçi hayır partisinin herşeye hayır diyerek yarattığı ortamda hergün birkaç şehit gelmeye başladı, döviz çılgınca ateşlendi, kaos ortamı yaratıldı ve Bahçeli zevkle elini oğuşturuyor akp hdp hasretliği bitiyor diye.. Gözün aydın Bahçeli istediğin oldu. Hatta adını da hiç hareket olmayan hep hayır dediğin partinin adını da Milliyetçi hayır partisi olarak değiştir de herkes gerçek yüzünü görsün artık. 7 haziran günü başladığın hayır'larına devam et ve bu sefer de güvenli seçim ortamı yok diyerek tekrarlanan erken seçime de hayır diyerek yoluna devam et. Hatta bir iyilik yap da taraftarların da millet de kurtulsun ben oynamıyorum seçime hayır diyorum ve girmiyorum de bari de ülke bir nefes alsın. Ama sen yine kahrolsun pkk demeye devam et, şehit cenazelerine ülkücüleri yolla ve şehitler ölmez vatan bölünmez demeye de devam et. Sonra da bu milletin karşısına ne yüzle çıkacaksan çık.. Bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl vatanseverlik, bu nasıl bir akıl ve izan ki, pusuda bekleyen puslu hava seven kurtlarla beraber hareket ediyorsun. Önce 7 haziran günü çıkıp nereden biliyorsan millet bize muhalefet görevi verdi diyorsun. Koalisyona hayır diyorsun. Kendin köşeye çekilip akp ve chp'ye akıl veriyorsun ikiniz kurun diye.. Bari şu nasıl milliyetçi olduğunu bir türlü anlayamadığımız partini kapat da bir stratejik ve siyasi danışmanlık şirketi kur da tüm partilere akıl vermeye devam et. Sanki kendi partin yok gibi başka partilerin işine karış, onlara yol göster, akıl ver, şöyle yapın, böyle yapın diye onlara akıl satarak, hoş kim alır senin aklını bilemem de, para kazanmaya bari bak.. Peki şimdi ne olacak? Anayasa gereği her partiden alınacak üyelerle bakanlar kurulu oluşturulacak ve cumhurbaşkanı onayladıktan sonra da hükümet görevine başlayarak ülkeyi seçime götürecek. Şimdi ya akp de mhp ve chp gibi olsa da ben de üye vermiyorum kabineye dese ne olacaktı acaba? Çünkü bu konuda anayasa da bir hüküm de yok. Tam bir karmaşa ve kaos işte o zaman doğacaktı. Yani bu sakat ve eksik anayasa ile bu ülke artık idare edilemez.. Sırtını pkk'ya dayadığını açıkca söyleyen bir parti yetkilisine bir şey yapamadığınız bir ülke de terörle nasıl başedilir? Terör örgütüne silah taşıyan milletvekili ile bu ülke nasıl yönetilir ve terörle başedilir? Yani chp ve mhp kaos yaratma da çok iyi görev yaptılar ve ülke bu hale geldi. Şimdi bu halk 1 kasım da yapılacak seçimlerde bu partilere ne diye oy verecek, nasıl elleri sandığa gidecek merak ediyorum. Bir merakım da silahların gölgesinde doğu ve güneydoğu halkı tehdit ile akp veya başka bir partiye oy verecekler ve bu şekilde yapılan bir seçim ile akp nasıl tek başına iktidar beklemektedir? Yarın 1 kasım seçimlerinde de yine buna benzer bir sonuç çıkarsa sandıktan nasıl hükümet kurulacak, ülke ne hale gelecek derin derin düşünmek zorundayız. Elbette halkın iradesine saygı duyacağız, onun kararına karşı yapılacak birşey yok ama ya böyle bir durum hasıl olursa ülke ne olacak? Hükümet nasıl kurulacak, kriz ortamı nasıl giderilecek, ekonomi nasıl rayına oturtulacak? Yani gelecek o kadar aydınlık görünmüyor şimdiden.. YSK seçim güvenliği ve hür irade ile oyların kullanılması ve sayımı konusunda bence yeni tedbirler almalı, çözüm geliştirmelidir. Yoksa bu şekilde yapılacak bir seçimden ne kadar farklı bir sonuç çıkacak? Halk hür iradesi ile silahların korkusundan uzak oy kullanabilecek mi? Sokaklarını koruyamayan bir hükümet sandıkları koruyabilecek mi? Oraya gidemeyen chp ve mhp oralardan nasıl oy alacak? Sırtını pkk ya dayamış hdp zor ve tehditle yine aynı oyu alırsa durum ne olacak? Sorular sorular sorular.. Durum pek iç açıcı değil yani.. Kötümser değilim ama iyi alametleri de göremiyorum...

8 YEREL EKONOMİ

SAYFA 9

 MAVi KIRMIZI SARI

Ege Bölgesi Gırgır Balıkçıları Derneği ve İzmir Deniz Ürünleri, Balık Avcıları ve Üreticileri Birliği Başkanı Mehmet Aksoy, "Yunan adalarına geçmek isteyen çok sayıda Suriyeli koylarda bekliyor. Biz avcılık mı yapacağız. Yoksa denizden insan mı toplayacağız. Bu konuda çok rahatsızız.” dedi

B

alıkçılar, Ege Denizi’nde kaçak toplamaktan avlanamıyor. 1 Eylül’de yasakların kalkmasını bekleyen balıkçılar, yeni sezonda mülteci tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Ege Denizi’nden yasadışı yollarla Avrupa’ya kaçmak isteyen Suriyeli mülteciler, balıkçı teknelerini tehdit ediyor. Ege koylarında balıkçılık yapan tekne sahiplerine silah çekerek kendilerini Yunan adalarına götürmeye zorluyor. 1 Eylül’de yasakların kalkmasıyla denize açılmak için gün saydıklarını belirten Ege Bölgesi Gırgır Balıkçıları Derneği ve İzmir Deniz Ürünleri, Balık Avcıları ve Üreticileri Birliği Başkanı Mehmet Aksoy, ancak bu sezon Ege Denizi’nde balıktan çok kaçaklarla karşılaşacaklarını söyledi. Ege koylarında Yunanistan’a geçmek için bekleyen Suriyeli göçmenlerin balıkçıları tehdit ettiğini aktaran Aksoy, “Geçtiğimiz sezon da benzer sıkıntılar yaşamıştık. Bu sene kaçmak isteyen insan sayısı daha fazla. Yunan adalarına geçmek isteyen çok sayıda Suriyeli koylarda bekliyor. Biz avcılık mı yapacağız. Yoksa denizden insan mı toplayacağız. Bu konuda çok rahatsızız.” dedi.

‘B U SENE BALIKTAN DAHA FAZLA GÖÇMENLE

fazla balıkçı teknesi bulunduğu bölge olduğuna dikkat çeken Aksoy, “1 Eylül’den sonra Ege Denizi’ndeki mülteciler büyük sıkıntı oluşturacak. Bu sene Ege Denizi’nde balıktan fazla

KARŞILAŞACAĞIZ’

denizde batmış veya batmak üzere olan çok sayıda kaçak göçmen kurtararak Sahil Güvenlik’e teslim ettiklerini, ancak bu sene kaçak sayısında artış yaşandığına dikkat çekti. Her gün binlerce Suriyelinin kaçmak Ege koylarında beklediğini aktaran Aksoy, şöyle devam etti: “Basmane, Kemeraltı, sahiller Yunanistan’a geçmek için fırsat kollayan insanlarla dolup taşıyor. 1 Eylül’de av yasağının kalkmasıyla çok sayıda tekne denize açılacak. Bu göçmenler, kalabalık tekneler arasından kolayca kaçma girişiminde bulunacak. Bunlar, balıkçılara silah da çekmeye başladı. Üyelerimizden birisi, birkaç gün önce Seferihisar’da 3-5 kişi silah çekerek karşıya geçirmesini istemiş. Ellerinden zor kurtulmuş. Av sezonunda bu tür vakıaları çok yaşayacağız.”

‘M

Göçmenlerle ilgili sorunu uzun zamandır yaşadıklarını belirten Aksoy, ancak bu sene tehlikenin daha fazla olduğunu vurguladı. Ege Denizi’nin 2 bin 700 tekne ile Türkiye’nin en

Balçova Teleferik'te led ampul dönemi

göçenle karşılaşacağız. Kaçaklarla uğraşmaktan balık avlamaya fırsat bulamayacağız.” dedi. Balıkçılar olarak aynı zamanda sahil güvenlik görevi de yürüttüklerini dile getiren Aksoy,

ÜLTECİLERİ GÖRDÜĞÜMÜZ YERDE YETKİLİLERE HABER VERECEĞİZ’ Balıkçıların can güvenliğinin sağlanması için yetkililere çağrıda da bulunan Aksoy, “Bu kaçaklar daha çok zodiak adı verilen şişme botlarla kaçmak istiyorlar. Ancak deniz ortasında batıyor. Batan botlara yardım etmeye muhakkak devam edeceğiz ama balık da avlamamız lazım. Benim teknemde 30 personel çalışıyor. Bir gecede 3 bin litre yakıt harcıyorum. Ben onları almaya uğraştığım zaman denizden gelir elde edemiyorum. Tüm balıkçılara rasgele diyoruz. Ama mültecileri gördüğümüz yerde yetkililere haber vereceğiz.” diye konuştu. (CİHAN)

Belediyesi’nce yazılı talepte bulunulduğunu hatırlatan İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, bu talebin 2011 yılında Büyükşehir Meclisi tarafından uygun görüldüğünü ve bu doğrultuda karar alınarak Bakanlar Kurulu onayına sunulmak üzere ilgili Bakanlığa gönderildiğini söyledi. 2012 yılındaki Bakanlar Kurulu kararının ilanından sonra, yine aynı yıl kaleme alınan “Torbalı Belediyesi’ne verilen uygulama yetkisi” ile ilgili yazı, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile birlikte ilçe belediyesine bildirildi.

Y

Teleferiğin Teleferiğin gecesi gecesi de de ayrı ayrı bir bir güzel güzel Hizmete girdiği günden itibaren büyük ilgi gören Teleferik’te akşamları başka bir keyif yaşanıyor. Led lambalarla aydınlatılan kabinler, adeta ateş böceklerini andırıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kente kazandırılan Balçova Teleferiği, rutin bakımın ardından yeniden hizmete başladı. Bakım sırasında bir yenilik de kabinlerde yapıldı. Her biri gökkuşağının bir renginde tasarlanan 20 adet kabininin dışı led lambalarla ışıklandırılan Teleferik, İzmirlilere hoş bir sürpriz yaptı. Ziyaretçilerin “ateş böceğine” benzettiği kabinler, muhteşem İzmir manzarası eşliğinde izleyenlere unutamayacakları bir seyir keyfi sunmaya başladı. Teleferik Tesisleri’nde akşam bilet satış saatinin 21.00’de son bulacağı ve aşağıya iniş seferlerinin de 22.30’da tamamlanacağı bildirildi.

Rekor kırmıştı

Deneme seferleriyle birlikte 3 aydır aralıksız çalışan Balçova Teleferiği, bakıma girmeden önceki 10

günlük sürede toplam 37 bin 811 biletli ziyaretçi taşıyarak tüm tahminleri alt üst etmişti. AB standartlarına uygun olarak tasarlanarak İzmir’e tekrar kazandırılan tesiste, saatte 1200 yolcu taşınabiliyor. 20 adet 8’er kişilik kabinler ile yapılan yolculuk süresi 2 dakika 42 saniye sürüyor. Teleferik sistemi, istasyonlar ve mesire alanı düzenlemesinin toplam maliyeti 15.5 milyon TL olarak gerçekleşti. 5 yaş ve altındaki çocuklar için ücretsiz, iniş-çıkış ücreti 6 TL olan tesislere gelenlerin İzmir’in eşsiz körfez manzarasını kuş bakışı görebilmesi için, kabinlerden indikten sonraki giriş bölümünde seyir terası oluşturuldu. Bu bölgeye dürbünler yerleştirilerek manzaranın daha net görülmesi sağlandı. Ziyaretçilerin ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için tesis içinde farklı noktalara alışveriş merkezleri kuruldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi Teleferik Tesisleri, Pazartesi günleri dışında haftanın 6 günü hizmet veriyor. (HABER MERKEZİ)

etki istendi, verdik İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri, yaşanan süreci şöyle özetledi: “Ekim 2010 yılında Torbalı Belediye

İ

zmirlilerin toplum ve eğlence kültüründe unutulmaz bir öneme sahip olan ve 28 Ağustos 2015 Cuma günü kapılarını, yine Kültürpark'ta 84. kez açmaya hazırlanan İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF)'nın geçmişi kitap oldu. Yaşar Üniversitesi Mimarlık Bölümü akademisyenleri tarafından derlenen ve İletişim Yayınevi’nden çıkan, “İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları” isimli kitaba, Türkiye’den ve yurtdışından akademisyenler ve yazarlar da destek verdi. Kültürpark’ın geleceğine ilişkin alınacak kararlarda rehber oluşturacak bir kaynak niteliği taşıyan kitapta, İzmirlilerin burası hakkındaki görüşlerine de yer verildi.

K ÜLTÜRPARK’IN UNUTULAN TASARIMCISI

Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Ahenk Yılmaz ve Yrd. Doç. Dr. Kıvanç Kılınç ile İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burkay Pasin tarafından derlenen kitapta, araştırmalar aracılığı ile Kültürpark’ın tarihine ışık tutulması amaçlandı. Parkın unutulan tasarımcısı Mesut Özok’un hatırasının da yaşatıldığı kitabın çıkış noktasını anlatan Kılınç, “1936 yılındaki açılışından itibaren Kültürpark’ta gerçekleşen fuar işlevlerinin birçoğu, kısa bir süre önce Gaziemir’de inşa edilen yeni fuar alanına taşındı. Böylece İzmir ile Kültürpark’ın kurduğu ilişkide yeni bir döneme girildi ancak İzmir’deki kentsel hayatın, kültürel etkinliklerin ve ulaşım ağlarının kesişim noktasında yer alan bu önemli kamusal alanın geleceğine dair pek çok öneri, fikir ve tartışmanın da şimdiden ortaya çıktığını gördük. İşte tam bu dönüşümün eşiğinde Kültürpark’ın geçmişine doğru yolculuğa çıkmak, tasarımında, kullanımında ve yıllar içinde gerçekleşen değişi-

Başkanlığı tarafından İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na gönderilen yazıda; Torbalı Belediye Meclisi'nin aldığı karar doğrultusunda (Çaybaşı Yeni Mahalle, Pamukyazı ve Yazıbaşı Kuşçuburun mahallelerinde yaşayan ve ekonomik olanakları sınırlı roman vatandaşlarımıza konut edindirmek amacıyla) TOKİ ile ilçe belediyesinin Çaybaşı Yeni Mahalle’de Kentsel Yenileme projesi yapabilmesi için görüşmeler gerçekleştirildiği bilgisi aktarıldı. İlgili yasada yer alan ‘Büyükşehir Belediye ve mücavir alan sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projesi ilan etmeye büyükşehir belediyeleri yetkilidir. Büyükşehir Belediye Meclisince uygun görülmesi halinde, ilçe belediyeleri kendi sınırları içinde kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri uygulayabilir” hükmü çerçevesinde de yetki talebinde bulunuldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi de, bu yazı üzerine, Torbalı Belediyesi'nin kendi belediye sınırları içindeki yaklaşık 5,7 hektarlık bölümde TOKİ ile

Ece Fenerci, "Alaçatı bir kadın kenti. Gastronomi turizmi açısından bulunmaz bir nimet. Sokaklarından kadını alırsan bir şey kalmaz. Langaza da bu açıdan dişi bir mekan. Amaç sadece para kazanalım, sezonu kapatalım değil. Bizim insanlarımız Girit'te, Girittekiler ise burada. İki mutfağı birbirini bağlamak istiyoruz. Asıl hedefimiz ise herkes burada kendini evinde hissetsin, bunu sağlamak" dedi.

LEZZETİ LEZZET İÇİNDE SUNMALI

Dedesinin 1923 yılında Girit'ten gemiyle ilk gelenlerden olduğunu belirten Moler, babasının 40 yıldır İzmir'de işlettiği restoranda, Kökleri Selanik'e dayanan MAÇ KARIN DOYURMAK DEĞİL Ece Fenerci ise İzmir Ekonomi Üniversitesi'nde Mutfak Sanat- dedesi ve anneannesinin Kuşadası'nda ları ve Yönetimi Bölümü'nden birincilikle mezun işlettiği restoranda olan Seçil Moler ile Ece Fenerci işte bu isimden tecrübe kazanmış. Her iki ikisi. Atatürk'ün annesini yaşadığı Langaza şefte bunu üniversite eğitimleriyle Köyü'nden adını alan Alaçatı'daki Langaza bir adım öteşe taşırken, Alaçtı'nın mutfakta restoranın iki kadın şefi, hem alaylı hem üniverbir devrime hazır olduğu konusunda hemfikir siteli. İkisi de hem İzmirli hem Giritli. İkisi de olduklarını söyledi. Fenerci, "Bakın, Türkiye'de mübadil çocuklarından ve Ege'nin ilk deneyselmilyonlarca farklı tarif var ve bunlar yapılmıyor. mübadil mutfağının da yaratıcısı. Langaza'da İnsanlar alışmış, balığı at ızgaraya ver gitsin manyemek, karın doyurmanın ötesinde bir hal almış tığı var. Böyle olmaz. Mutfak sektöründen Ege çok durumda. ciddi kazançlar elde edebilir. Bunun yolu ANGAZA FARKI kendimizi geliştirmekten geçiyor. Lezzeti, lezzetli Mezun olduktan sonra mutfak antropolojisi üz- olarak sunmadıktan sonra gerisinin önemi yok" erine yüksek lisansına devam eden Seçil Moler ile diye konuştu.

minde rol oynayan ve sonra unutulan aktörleri ve olayları hatırlatmak istedik.” dedi.

H EM İZMİR’İN HEM TÜRKİYE’NİN TARİHİ

Yrd. Doç. Dr. Kılınç, parkın şahitlik ettiği bütün dönemlere ışık tutan kitabın, hem Türkiye’nin modernleşme serüvenine hem de İzmir’in şehir, tasarım ve eğlence kültüründeki dönüşümlerine ilişkin önemli ipuçları da sunduğunu söyledi. Üç bölümden oluşan kitabın, pek çok ünlü sanatçının sahne aldığı Kübana, Mogambo ve Ada Gazinosu gibi mekanların tarihine de giriş yapmayı amaçladığını söyleyen Yrd. Doç. Dr. Yılmaz ise, "Yer, Kimlik ve Modernleşmenin Temsilleri" başlıklı ilk bölümde, Kültürpark’ın 50’li ve 60’lı yıllardaki soğuk savaş döneminde halleri ve 80’lerde eğlence kültürünün odağı haline gelmesi serüveninin, birinci elden şahitliklerle aktarıldığını söyledi. Yılmaz, şunları kaydetti:

Sadece 4 yetimimi okutacak bir iş istiyorum birlikte kentsel dönüşüm projesi yapabilmesi ve bu alanda uygulama yetkisinin Torbalı İlçe Belediyesi'ne verilebilmesi için işlem başlattı. Sonra bu durum, Bakanlar Kurulu onayına sunulmak üzere ilgili Bakanlığa gönderildi. Ve Çaybaşı Yeni Mahalle, Bakanlar Kurulu kararı ile ‘Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı’ olarak ilan edildi. Söz konusu Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı’nda uygulama yapma yetkisinin, Büyükşehir Belediyesi Meclisi kararı gereğince Torbalı Belediyesi'ne verildiği hususu da, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yine 2012 yılında Torbalı Belediyesi'ne yazı ile bildirildi.” (HABER MERKEZİ)

EN BÜYÜK HATA

Gastronomi turizminde en önemli konunun "müşteri bir kere gelsin, yüksek hesabı ödesin bir daha ister gelsin ister gelmesin yaklaşımı" olduğunu ifade eden Fenerci, "Bir yemek istiyorsun, sana çok abartı fiyatlar çekiyorlar. Menüyü kaldıran var. Tur-

A

L

ist kendi ülkesinde yediğini burada yerse ne farkımız kalır. Bu en büyük hata olur. İşte gastronomi de ilk buna dikkat edilmesi gerekiyor" dedi.

"TÜRKİYE MOZAĞİ AVANTAJIMIZ"

Sektörün kendisini yenilemesi gerektiğine dikkat çeken Seçil Moler, "Öyle ustalar var ki 'Bu böyle olacak, başka türlü olmaz" lafının içine gömülmüş, bunu aşamıyor. Kendini geliştirmez, aynı tabağı aynı şekilde 30 yıl servis eder. Bir

Yazar, Bülent Ersoy gibi pek çok ünlü sanatçının sahne aldığı Kübana, Mogambo, Ada Gazinosu gibi mekanların tarihine bir giriş yapmayı amaçlıyor. ‘Anımsama ve Unutmanın Aktörleri’ isimli son bölümde ise Kültürpark’ın, bahsi çok geçmeyen ancak önemli figürleri arasında yer alan kişilerine yer veriliyor.” Kitaba katkı yapan yazarlar ise şunlar: Emel Kayın, Kalliopi Amygdalou, Emre Gönlügür, Sezgi Durgun, Elvan Altan, "Sergileme ve Eğlence Kültürünün Mekânları başlıklı ikinci bölümse parkın belleğinin önemli Yüksel Pöğün-Zander, Meltem Gürel, Emine Görgül, Nilay Ünsal Gülmez, Deniz Güner, bir kısmını oluşturan pavyon ve gazino Bahar Durmaz, Işın Can ve Gülsüm Baydar. yapılarına odaklanıyor. İzmir Enternasyonal Kitap için ayrıca İzmirlilere, “Fuar (park) Fuarı işlevinin 1936 yılından bu yana gerçeksizin için ne ifade ediyor?” ve “İzmir için önemi leştirilmesini sağlayan ve sergileme amacıyla nedir?” gibi sorular da yöneltildi. Katılımcıların inşa edilmiş ulusal ve uluslararası pavyon verdiği cevaplardan bazıları şöyle: yapılarının, günümüze ne yazık ki pek azı "Dünyada ne oluyor ne bitiyor, fuardan kalmış durumda. Bu yapıların tarihsel belöğreniyorduk. Mallar da satılıyordu. Yerli sanayi ve yerli mallar gelişti. Sonra da ihtisas fuarları başladı." "Fuar eşittir sanatçılar, kalite, park, ağaç… İzmir eşittir İzmir Fuarı. Fuar ilk olarak benim evim" "Manolya, Basmane’ye yakın. Zeki Müren oradaydı. Biletler önceden alınırdı. Zeki Müren, geceyarısı çıkardı. 5’te gidip yer tutardık." "Ada Gazinosu’nda evlendim, 20 Haziran’da. Göl tertemizdi. Hakikaten başkaydı o zaman." "Şehrin ciğeri… Oraya gittiğinde şehirden çıktın gibi oluyor." "Son yeşil alan. Uçaktayken tek gelemesini de içeren bölüm, Kültürpark’ı Erken Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş diğer kent gördüğümüz yer. Çok önemli." "Binalar yıkıldıktan sonra fuarın özelliği parkları ile karşılaştırmalı olarak anlama imkanı sunuyor. Parkın İzmir’in eğlence kültürüne olan kalmadı. Öözeldi bunlar, yıkıldılar." "Kaybettiğimiz için anlıyoruz değerini. katkısı da yadsınamaz bir öneme sahip. Bu bölüm, 80’li yıllar başta olmak üzere bölge halkı Şehre hareket getiriyordu. Geçmişimizi tarafından merakla beklenen Zeki Müren, Gönül yaşatalım." (CİHAN)

Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri Yrd. Doç. Dr. Ahenk Yılmaz ve Yrd. Doç. Dr. Kıvanç Kılınç ile İzmir Ekonomi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burkay Pasin, İzmir Fuarı'nın tarihini yazdı. Kitapda, eski İzmirlilerin fuar ile ilgili görüşlerine de yer veriliyor

Turizmde mutfak devrimi Türkiye'de turizm gelirleri içinde en büyük pay yeme içmenin oldu. Türkiye Seyahat Acentaları Birliği'nin gastronomi turizm raporuna göre, son 11 yılda yabancı turist yeme içmeye 59 milyar dolar harcadı. Bu rakam konaklamının da önüne geçti. Yalnızca geçen yıl gelen 41.5 milyon turist, leziz yemekler için 6.5 milyar doları cebinden çıkardı. Ege de aslan payı için harekete geçti. Ege'nin gurme turizmindeki başkenti Alaçatı oldu. Michelin yıldızlı şeflerin hazırladığı tatlar, Arnavut kaldırımlı sokakları kapladı. Yeme içme turizmi, aşçılara bakışı değiştirdi. Meslek adeta 10 basamak birden atladı. Lezzetleri sunanlar alaylı olmaktan çıkıp üniversite eğitimli, donanımlı, yabancı dil bilen kişilerden oluşmaya başladı. Üstelik üniversiteli şefler ciddi transfer ücretleriyle de gündem oldu.

27 2015 Perşembe 17 Ağustos Şubat 2013 Perşembe

Dünyada ne olup bittiğini İzmir Fuarı'ndan öğrenirdik

İzmir Büyükşehir Belediyesi: Yetkimizi Torbalı'ya verdik! İzmir Büyükşehir Belediyesi, Bakanlar Kurulu kararıyla kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen Torbalı’daki Çaybaşı-Yeni Mahalle’de uygulama yetkisinin Torbalı Belediyesi’ne ait olduğunu açıkladı. Söz konusu mahalleleri kapsayan 5.7 hektarlık alandaki “Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi” uygulama yetkisi için Torbalı

9 YEREL EKONOMİ

İç savaş sonrası Türkiye'ye gelen anne Leman Hacı Muhammed, "Çocuklarım Türkiye'de okuyup büyüsünler istiyorum ancak imkanım yok. Bir işim olursa onları okutacağım" dedi

E

Yaşadıkları Halep'te eşinin kalp krizinden hayatını kaybetmesiyle yalnız, ülkesindeki iç savaşta evlerine isabet eden füzeyle de evsiz kalan Leman Hacı Muhammed isimli Suriyeli anne, geldiği İzmir'de hem hayata tutunmak hem de çocuklarını okutabilmenin mücadelesini veriyor. Leman Hacı Muhammed, Konak ilçesi Ali Reis mahallesinde sığındığı tek göz odada AA muhabirine, rüyalarında bile görmediği Türkiye'ye niçin geldiğini, nasıl yaşadıklarını ve hayattan ne beklediğini anlattı. Tek isteğinin 4 çocuğuna bakacak şekilde bir iş sahibi olmak olduğunu vurgulayan Muhammed, "Çocuklarım daha çok küçük. Tek isteğim çocuklarıma bakabilmek. Onların Türkiye'de okumasını sağlamak" dedi.

lbiselere boncuk dikerek ayda 170 lira kazanıyor Leman Hacı Muhammed, tanıdıkları vasıtasıyla bazen tekstil atölyelerinden iş geldiğini, elbiselere boncuk diktiğini ayda eline ortalama geçen 170 lira ile evinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını ancak bunun çok yetersiz olduğunu aktardı. Çocuklarının zaman zaman kendisinden isteklerde bulunduğunu fakat para olmadığı için bu isteklere cevap veremediğinden derin bir üzüntü yaşadığını dile getiren anne, parası olursa hem çocuklarının ihtiyaçlarını karşılayabileceğini hem de onların eğitiminin tamamlayabilmesi için eline fırsat geçeceğini söyledi.

Suriye'deki iç savaş başlamadan önce Halep'te kocasıyla mutlu bir hayatları olduğunu anlatan 33 yaşındaki Muhammed, hayatlarının nasıl yavaş yavaş değiştiğini şu sözlerle dile getirdi: "Kendimize ait evimiz vardı. Eşim taksicilik yapıyordu. Halimiz iyiydi. Büyük kızım Zeynep okula gidiyordu. Savaş başladığı sıralarda eşim kalp krizinden vefat etti. Daha 33 yaşında idi. İlk darbeyi o an yedik. Sonra savaş mahallemize kadar geldi. Evimize füze isabet etti. Evsiz kaldık. Çok ölüm gördük. Yıkılan çok ev gördük. Annemin yanına sığındık. Yaklaşık 2 yıl idare ettik. Annem vefat edince akrabalarımın yanına Afrin'e gittik. Bir sene de orada yaşadık. Ama daha fazla dayanacak gücümüz kalmadı. Mecburen Türkiye'ye sığındık. Kaynım ile birlikte İzmir'e geldik. Halep'te yaşadığım mahallede kimsenin kalmadığını duyuyorum. Hepsinin başının çaresine bakmak için göç ettiğini haber alıyoruz."

Özellikle okul çağında olan 3 çocuğunun Türkiye'de okumasını çok isteyen anne, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Hayat çok zor. Tek başına çocukların geçimini sağlamak çok zor. Bir yardımcım olursa altından kalkabileceğime inanıyorum. Çocuklar elbise istiyor, yemek istiyor, ayakkabı istiyor ama bunların hiçbirini yerine getiremiyorum. Kimseyi rahatsız edip etmediğimizi bilmiyorum. İnşallah kimseyi rahatsız etmiyoruz. Komşularım çok iyidirler. Sağ olsunlar yardımları oluyor. Çocuklarımı okutmak istiyorum. Ancak imkanım yok onları göndermeye. Param da yok. Param olursa ya da birileri yardım ederse elbette okutmak isterim onları. Türkiye'de okuyup büyüsünler istiyorum. Türkiye'de sadece iyilik gördüm. Türkiye'yi çok beğendim ve çok sevdim. İnsanları çok iyi. Şayet hala bir evim kalmışsa da Suriye'de dönmek istemiyorum. Türkiye'de yaşamak istiyorum. Tek istediğim 4 yetimimi okutacak bir işim olsun." (AA)

"Halep'te mutlu bir hayatımız vardı"

otelde komi olarak başlayan gastronomi mezunu insana, 'Kavanoz aç, orayı temizle, soğan patates soy' diyerek onu bundan ibaret sanıyor. Aslında kendi geleceğinden korkuyorlar. Kendilerini sallantıda hissediyorlar. Artık değişim başladı, buna ayak uydurmak bir mecburiyet" diye konuştu. Türkiye'nin mutfağında yerelleşmesi gerektiğini söyleyen Fenerci, "Bizim milletimiz küreselleşmeyi seviyor ama mutfakta yabancılaşmamak gerek, Türk mutfağının yayılması için yerelleşmeliyiz. Dünyadaki en zengin mutfak. Çünkü biz karışık bir milletiz. Bu nadir bir özellik. Bu kadar farklı kültürün birleşmesini mutfağımızda anlatamıyoruz, çünkü insanlar kolayı tercih ediyor" dedi. (HABER MERKEZİ)

SiYAH MAVi KIRMIZI SARI

"4 yetimimi okutacak bir işim olsun"

Ramazan İklimi

Ebru Nida BİLİCİ

[email protected]

ESKİDEN… Hayat bilgisi kitaplarındaki resimler gibiydi evlerimiz. Sade ve küçük. Sobada ateş üzerinde ya pişen bir yemek ya da demlenmesi beklenen çay olurdu. Ha bazen de kestane. İşini bitiren annemiz dinlenmek için oturduğunda eline kenarda bekleyen örgüsünü alırdı. Babamız ise ya gazete ya da bir kitap okuyor olurdu. Çocuklar evde masa sehpa gibi şeylerin bir köşesine ilişip dersini yapardı. Masası olmayanlarsa çantasını ters çevirip dizlerinin üzerine koyar ve öyle yapardı ödevlerini. Dersimizi bir an önce bitirip hikaye kitabımızda kaldığımız yere dönmek için sabırsızlanırdık. Sokaklar güvenliydi. Anne babamızın olmadığı yerde komşu teyzeler göz kulak olurdu bize. Misket oynanır, çember çevrilir, ip atlanır ya da top oynanırdı. Ama her mevsim bir oyuna merak salınır ve mahallenin bütün çocukları gruplar halinde aynı oyunu oynardı. Ağaçlara tırmanılırdı. En yükseğe kim çıkacak diye iddiaya girilirdi. Bebeklerimizi kendimiz yapardık. Yastığını yorganını bile ihmal etmez elimizle dikerdik. Evcilik oynarken kendimizi bambaşka bir dünya içinde bulur oyunumuzu bozan yaramaz erkek çocukları annelerine şikayet ederdik. Komşuya ‘Müsaitseniz akşam annemler size gelecek’ diye haber götüren bizdik. Ve komşumuz da hep müsait olurdu. Şanslıysak o gezmelerde biz de olurduk ve ikram edilen çayın yanındaki bisküvileri çaya batırıp yeme bahtiyarlığına ererdik. Komşuda pişen bize, bizde pişen komşuya da düşerdi. Hasta ziyaretine kolonya götürülür, bebeği dünyaya gelen komşumuza hırka yelek örerdi annelerimiz. Köyümüzden gelen kışlık yiyeceklerde komşu payı olurdu mutlaka. Kış hazırlıkları ise hep birlikte yapılırdı. Turşular, salçalar evde yapılır, kurutmalıklar komşularla ipe dizilirdi, reçeller geniş kaplara konur üzeri tülbentle örtülür öyle güneşlendirilirdi. İşini bitiren komşu teyzeler elişlerini ve minderlerini alır kapı önlerinde sohbet ederdi. Gölgeyi takip eder en serin yer neresiyse orada toplanırlardı. Sonra içlerinden biri evinden limonata ya da ayran dolu bardaklarla gelir tek tek ikram ederdi. Muhabbet daha bir şenlenirdi. Çocuklar eve en yakın okula kaydettirilir, yürüyerek okula gidilirdi, servis nedir bilmezdik. Okuldan sonra oynamaya mutlaka vaktimiz olur, ama oyuna dalıp ödevlerimizi ihmal etmezdik. İnternetten yazı indirmez ödevlerimiz için Meydan Larousse’a başvururduk. Hem bilgisayar da internet de henüz icat edilmemişti zaten. Öğretmenlerimizi çok sever sözünden hiç çıkmazdık, öğütleri kulağımıza küpe olurdu. Defterlerimizi son sayfasına kadar israf etmeden kullanırdık. Kalemimiz, silgimiz kullanmaktan küçülse de atmaya kıyamazdık. Cebimizde temiz mendilimiz hep olur, yakalarımızın beyaz kalmasına dikkat ederdik. Okulda kantin yoktu, çünkü öğlen yemeği için eve giderdik. Kışın kar çok yağsın da kardan adam yapıp kızak kayalım diye dua ederdik. Okullar kar yağdı diye tatil olmazdı. Ramazanlar uzun günlere denk gelir bayram geceleri elimize kına yakardık. Anne babalarımız kendilerine almazlardı ama bizim bayramlıklarımız mutlaka tedarik edilir, sabah olsa da giysek diye sabırsızlanırdık. Komşulara el öpmeye gidilir, şekerimiz harçlığımız ihmal edilmezdi. Tütün kolonyası, sütlü şeker favorimizdi. Çikolata henüz hayatımıza girmemişti. Mutlu çocuklardık hepimiz. Yokların çok da farkında değildik doğrusu. Çünkü bir şey yoksa hepimizde yoktu. Kimse kimsenin gözüne sokmazdı sahip olduğu şeyleri. Sokakta kimse bir şey yemezdi örneğin. Arkadaşların canı çeker diye evde yenirdi ne yenecekse. Ama ille de dışarı çıkarılmışsa ekmek arası peynir, mutlaka arkadaşlara da pay edilirdi. Sokakta düşüp dizini yaralayanlara ilk yardımı kendimiz yapar ya da evine kadar kolunu boynumuza dolayarak eşlik ederdik. Dostluk, arkadaşlık önemsenirdi. En sevdiğimiz arkadaşımızı bir fırsatını bulur kan kardeşimiz yapardık. Ve bir akraba gibi güçlenirdi aramızdaki bağlar. Yakın çevredeki meyve ağaçları tek tek bilinir mevsimi takip edilirdi. İğde, erik, dut, böğürtlen en sevdiklerimizdi ve karnımız ağrıyana kadar yerdik. Evlerimiz dardı ama gönüllerimiz genişti. Yatılı misafirlerimiz gelsin diye dua ederdik. Misafir geldiğinde yatağımızı ona verir bizim için yere serilen döşeklerde yatmadan önce birkaç takla atar öyle uyurduk. Boya badana işleri bahar temizliğinin bir parçasıydı. Sobalar kaldırılınca islenen duvarlar boya isterdi. Öyle boyacı falan da aranmazdı. Anneler babalar bir iki günde hallediverirdi. Pencereden giren bahar kokusu mutluluk verirdi. Kekik, pelin papatya kokuları kırlara çağırırdı bizi adeta. Kır çiçeklerinden yaptığımız demetler bir bardağa konur evimize güzel koku salması sağlanırdı. Anneler günü hediyemiz de böyle çiçek demetleri olurdu zaten. Mutlu çocuklardık hakikaten; gün boyu hayatı dibine kadar yaşar oyunlarla yorulurduk. Bu yüzden uykusuzluk nedir bilmezdik. Yastığa bir karış kala uyurduk. Dondurmayı yazın yerdik. Portakalı da kışın. Yazın portakalı kışın dondurmayı özler mevsimini dört gözle beklerdik. Turfanda sebze meyve diye bir şey vardı. Her şey her mevsim bulunmazdı. Yeni yeni çıktığında mutlu olur kokusunu içimize çekerdik salatalığın, karpuzun, biber kızartmasının… Her şey önümüze hazır gelmezdi. Sümerbanktan alınan kumaşlarla etek, pijama ya da geceliklerimiz dikilsin diye bekler annemize makine başında yardım ederdik. Kazak, hırka, atkı ve berelerimiz içinse alınan yünlerin örülmesini sabırla beklerdik. Güzün odun kömür alınır kömürlüklere yerleştirilirdi. Yağmurlar başlayınca mutlu olurduk, topraktan mis gibi bir koku yayılırdı etrafa. Yağmurdan sonra sokağa çıkıp gökkuşağını keşfetmeye koyulurduk. Yaz gecelerinde ise yıldızları seyre dalardık. Her yıldızı birimiz sahiplenirdik. Sanki eskiden daha çoktu yıldızlar. Yoksa sevdiklerimizle birlikte tek tek kayıp gitti mi yıldızlar da? Kış geceleri en büyük eğlencemiz radyo dinlemekti. Televizyon henüz evlerimize girmemişti. Arkası yarınları heyecanla dinler merakla bir sonraki bölümü beklerdik. Hayatımız da arkası yarınlar gibiydi zaten, naif ve sürekli. Her günümüze heyecan katacak, yaşanılır kılacak bir şeyler olur, mutluluğumuzu pekiştirecek sevdiklerimiz bulunurdu yanımızda, yakınımızda. Şimdi hepimiz bir telaşın ortasında yoğun, yorgun ama yapayalnızız.

SAYFA 10

SONDAKiKA GAZETESİ >>

27 Ağustos 2015 Perşembe

5 BİN BİSİKLET dağıtımı tamamlandı

Sıcak havalarda kalp krizi riski var Hava sıcaklığının yüksek derecelerde seyretmesi, özellikle kalp hastaları açısından bazı riskler taşıyor. Denizli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğine bağlı Denizli Devlet Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Saadet Avunduk, sıcak havalarda dengesiz beslenme, sıvı ve tuz kaybının kalp krizine zemin hazırladığını belirterek kalp hastalarının nelere dikkat etmeleri konusunda açıklamalarda bulundu. Denizli Devlet Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Saadet Avunduk, sıcak havalarda su ve tuz dengesinin bozulduğunu, bu durumun kalp hastalığı olan olmayan pek çok kişi için çoğu zaman hastalık nedeni olabildiğini ifade etti. Sıcak ve bunaltıcı havaların özellikle kalp rahatsızlığı olanlarda daha ciddi sonuçlar ortaya çıkarabildiğini vurgulayan Avunduk, kalp hastalarının sıcak havalarda çok dikkat etmesi gerektiğine dikkat çekerek şöyle konuştu: “Aşırı sıcak ve nemli günlerde, kalp krizi geçirme veya kalp ve damar hastalığı nedeni ile yaşamını yitirme oranlarında artış görülmektedir. Özellikle bilinen kalp hastalığı, hipertansiyon, damar hastalığı ve diyabet gibi kronik hastalığı olanlarda, bu aşırı sıcak havalar metabolizmayla ilgili önemli sorunlara yol açabilmektedir. Terleme sonucu kaybedilen sıvının yeterli alınamaması durumunda dehidratasyon, hipotansiyon ve vücut damarlarında genişleme oluşmakta, bu da kalbin iş yükünü artırarak kalp krizi ve hayatı tehdit eden ritim bozuklukları ile sonuçlanabilmektedir. Kalp ve hipertansiyon ilacı kullanan hastalarda özellikle sıvı ve elektrolit kaybı bu durumu ağırlaştırabilir. O nedenle bu tür ilaçları kullanan hastalar yaz aylarında daha da dikkatli olmalı ve baş dönmesi, halsizlik, çarpıntı, tansiyon düşüklüğü ve idrar çıkışında azalma fark ederlerse mutlaka doktorlarını ziyaret etmelidirler. Çünkü bu hastalarda bazen kan basıncı, böbrek fonksiyonları ve elektrolit değerlerinin kontrolünün yapılması, gerekirse ilaç tedavilerinin yaz dönemi için tekrar ayarlanması gerekmektedir” dedi.

10 DENİZLİ HABERLERİ

SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI

M

erkezefendi Belediyesi tarafından ‘Arabadan iniyoruz bisiklete biniyoruz’ projesi kapsamında 5. sınıftan 6. sınıfa geçen 5 bin öğrenciye bisiklet dağıtımı tamamlandı. Merkezefendi Belediye Başkanı Muhammet Subaşıoğlu, “Sosyal ve kültürel belediyecilik alanında Türkiye genelinde marka olmak için halkımızdan aldığımız destekle yolumuza devam edeceğiz” dedi. Merkezefendi Belediyesi’nin sosyal ve kültürel belediyecilik anlamında önemli projelerinden olan ‘Arabadan iniyoruz bisiklete biniyoruz’ projesi kapsamında 5. sınıftan 6. sınıfa geçen 5 bin öğrenciye bisiklet dağıtımı tamamlandı. Bisiklet dağıtımının bu yılki son etabı Hayırseverler Ortaokulu’nda gerçekleştirildi. Bisiklet dağıtım törenine Merkezefendi Belediye Başkanı Muhammet Subaşıoğlu, Belediye Başkan Yardımcıları Ayhan Mazıoğlu,

Hasan Kılıç ve öğrenciler ile velileri katıldı. Son 400 bisikletin öğrencilerle buluştuğu törende konuşan Merkezefendi Belediye Başkanı Muhammet Subaşıoğlu, sosyal ve kültürel belediyecilik alanında Türkiye genelinde marka olmak için halktan alınan destekle çalışmalara devam edeceklerini söyledi. Başkan Subaşıoğlu “Bugün burada final programını gerçekleştirdiğimiz 5. sınıfı bitiren 5 bin öğrencimize 5 bin bisiklet kapsamında ‘Arabadan iniyoruz Merkezefendi’de bisiklete biniyoruz’ projesiyle bisiklet da-

ğıttık. Bu projemiz her sene Merkezefendi ilçemizdeki okullarda 5. sınıfı bitiren tüm öğrencilere bisiklet

hediye etmek olarak devam edecek. Merkezefendi’de bu çok önemli bir proje olarak sosyal ve kültürel belediyecilik alanında yerini alacak. Sosyal ve kültürel belediyecilik alanında Türkiye genelinde marka olmak için çalışmalarımıza sizlerden aldığımız destekle devam edeceğiz” dedi. HABER MERKEKEZİ

40 YILLIK İÇME SUYU HATTI YENİLENDİ

Günde en az 2,5-3 litre su tüketilmeli

ve 11-16 saatleri arası güneşe çıkılmamalı Avunduk, tansiyon ve kalp hastalarının özellikle sıcak havalarda dikkat etmeleri gereken durumlar olduğunu belirterek kalp sağlığını korumak için önerilerde bulundu: “Sıcak havalarda ortaya çıkabilecek hayati risk taşıyan rahatsızlıklardan korunmak için yeterli sıvı tüketimi çok önemli. Günde 2,5-3 litre su, yağı azaltılmış düşük kalorili gıda ve sulu meyve tüketimine özen gösterilirse aşırı sıvı kayıplarından korunabilinir. Saat 11:00 ile 16:00 saatleri arasında mümkün olduğunca güneşte kalınmaması ve egzersiz yapılmaması, kalmak zorunda olunduğunda ise şapka, açık renkli giysiler ve su tüketimine özen göstermek gerekmektedir. Özellikle tansiyon ve kalp hastalarının terlemeye karşı dikkat etmeleri gerekir” diye konuştu. HABER MERKEZİ

Hayırsever Müşerref teyzeden anlamlı bağış

Denizli Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (DESKİ), Acıpayam Dedebağ Mahallesi'nin içme suyu isale hattını yeniledi. Mevcut kaynakların bakımını gerçekleştiren DESKİ, gelecekte içme suyu ihtiyacının artacağını göz önüne alarak yeni kaynakları devreye soktu. İçme suyu ihtiyacı için bölgede önemli adımlar atan DESKİ, Dedebağ'ın 40 yıllık içme suyu hattını yenilemiş oldu. Denizli Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (DESKİ), Denizli'nin tamamında çalışmalarını büyük bir hızla sürdürüyor. Özellikle içme suyu konusunda önemli projeleri hayata geçiren DESKİ suyun daha kaliteli ve sağlıklı bir şekilde kullanabilmesi için mevcut hatların bakımı ve yenilenmesine ayrı bir önem veriyor. Zamana ve kullanıma bağlı olarak yıpranan hatların yenileme çalışmaları kapsamında Acıpayam Dedebağ Mahallesi'nin içme suyu isale hattını baştan aşağı elden geçiren DESKİ, gelecekte içme suyu ihtiyacının artacağını göz önüne alarak bu bölgede yeni kaynakları da devreye soktu. Yapılan ça-

lışmayla DESKİ, Dedebağ'ın 40 yıllık içme suyu hattını da yenilemiş oldu. Yapılan çalışmalarda Acıpayam İlçesi Dedebağ Mahallesi’nin mevcut içme suyu kaynaklarının yetersiz ve isale hatlarının eski olduğu tespit edildi. İçme suyu sıkıntısı nedeniyle, depoya sondaj kuyusundan takviye yapıldığı görüldü. DESKİ'nin başlatmış olduğu proje ile mahallenin içme suyu kaynaklarından, Boyyan Dere,Yunus Pınarı kaynaklarında temizlik yapıldı ve drenaj boruları yenilendi. Ayrıca Sazak Deresi mevkiinde yeni içme suyu kaynak çalışması yapılarak mevcut isale hattına bağlantısı yapıldı. Kaynaklar ve depo arasındaki 2000 m içme suyu hattı yenilenerek, depo bağlantıları sağlandı. DESKİ'nin bölgede yapmış olduğu çalışmalar neticesinde 24 saat çalışan sondaj kuyusu pompa sistemi günde sadece 5 saat çalıştırarak enerji tasarrufuna gidilmiş oldu. Yapılan bu çalışmalar neticesinde Acıpayam Dedebağ Mahallesi'nin 40 yıllık içme suyu hattı yenilenmiş ve bölge insanının daha temiz, nitelikli ve kaliteli içme suyu kullanımı sağlandı. HABER MERKEZİ

Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin’in, Cumhuriyet Mahallesi’nin sağlık ocağı ihtiyacının giderilmesi noktasında yaptığı girişime önemli bir destek geldi. Hayırsever Müşerref Aktaş, belediyeye arsasını sağlık ocağı yapılması şartıyla bağışladı. Başkan Gürlesin, Cumhuriyet Mahallesi’nin sağlık ocağı ihtiyacının giderilmesi noktasında Müşerref Aktaş’a anlamlı bağıştan dolayı teşekkür etti. Cumhuriyet mahallesi sakinlerinin Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin’den başlıca talepleri arasında bir sağlık ocağı yapımı konusu vardı. Bu ihtiyacın giderilmesi noktasında çalışmaları başlatan Başkan Gürlesin, yer noktasında yaşanılan sıkıntıların da aşılması için büyük gayret gösterdi. Bu konuyla ilgili sağlık alanı olarak belirlenen bölgede hisseli arazide en büyük paya sahip olan Müşerref Aktaş’ın kapısını çaldı. Başkan Gürlesin’in talebi üzerine hayırsever Müşerref Aktaş, şifa dağıtacak merkez için arsasını bağışlama kararı aldı. Hayırsever Müşerref Aktaş, kızı Hacer Aktaş ile birlikte Pamukkale Tapu Müdürlüğü’ne giderek belediyeye arsasını sağlık ocağı yapılması şartıyla bağışladı. Böylesi bir hayır noktasında bu fırsatı kendisine sunduğu için Başkan Gürlesin’e teşekkür eden Aktaş, Cumhuriyet Mahallesi’ne şifa dağıtacak sağlık ocağının hayırlı olmasını diledi.

HAYIRSEVERE TEŞEKKÜR ETTİ

Hayırsever Müşerref Aktaş’a, evlatlarına, insanlara sağlık dağıtacak bir merkezin yapımı noktasında yaptıkları bağıştan dolayı çok teşekkür eden Başkan Gürlesin, “Cumhuriyet Mahallemizin önemli bir ihtiyacı da sağlık ocağıydı. Sağlık Ocağının yapılacağı yer noktasında bugün önemli bir destek geldi. 909 metrekare hisseli arsada 346 metrekare ile en büyük paya sahip Müşerref teyzemiz, o alanı sağlık ocağı yapılmak şartıyla belediyemize bağışladı. Hibe noktasında Müşerref teyzemize gittiğimizde Allah razı olsun, ‘Hayır’ demedi. Hatta arsa hibe noktasında kalmayıp, sağlık ocağının yapımında da merhum babası Mehmet Salih Karaoğlanoğlu’nun isminin verilmesi şartıyla da maddi destek verecek. Bu duyarlılıklarından dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum” dedi. HABER MERKEZİ

 



   

2015 Perşembe     27 17 Ağustos Şubat 2013 Perşembe

) +&.-&-01'*"*0& &-0". .+ .+'&0$11-* /"#cX\]\^\^cYbX\VcbX\cVT^U^[b^cSa_`NcAR_Z`Xa M`S`cHb_`cbJ\ZcVT_U^UcT]b^cLac[R^Xb[b^cVa_YbXa JaZa^caZT^TY`]a_c`J`^NcT]UY]UcLacT]UYVUPcXI^[a _bFT_]b_\^cS`_`cM`[`XT_Nc[`Ka_`cMa]`XT_Oc DUc[I^aY[aNcI^[acMa]a^cMa]`QY`QcLacMa]`QYaZWa T]b^caZT^TY`]a_`^cJTKUcRJcWaYa]cZR_aVa]cSbQ]\ZcRP@ a_`^[a^c[aKa_]a^[`_`]YaZWacSU^]b_[b^c`]Z`Nc>DB 7a_ZaPcDb^ZbV\E^\^c)2B(cFb_bVb]cV\Z\]bQW\_YbXb ^acPbYb^cSbQ]bXbHbK\cLaccX\][b^cSa_`c`]ZcZaPc^a PbYb^c=b`Pcb_W\_bHbK\c`Z`^H`cSbQ]\ZcZR_aVa]cLbVbW SRXRYacLac0`^caZT^TY`V`^`^cXbZ\^cMa]aHaK` RJR^HRcSbQ]\Zc`VacZR_aVa]cLacSI]MaVa]cSTXUWWbcV`XbV` Ma]`QYa]a_NcWa_I_cMa_M`^]`K`cT]b_bZcIPaW]a^aS`]`_O AR_Z`XaNcSUcSbQ]\Z]b_[b^caWZ`]a^YaV`^`^cXb^\cV\_bN XU_Wc`J`^[acMa^a]cVaJ`YcMa_M`^]`K`^`^cXb^\cV\_bNca^@ =]bVXT^cLacSRXRYac`]ac`]M`]`c[acWb_W\QYb]b_b [bcVbG^acT][UO "cX\]]\ZcS`_cJTZcFb_W`]`cV`VWaYc[a^aX`Y`cT]b^ AR_Z`XaNc[RQacZb]ZbNc[aYTZ_bV`c[a^aX`Y`cLa Zb]`WaV`^`c[a_`^]aQW`_YaXacJb]\Q\XT_OccC ?b_W`cLac8